PKK - CUMHURİYETİ VE AK-PARTİ., BÖLÜM 5
Yeşil zaman zaman Türkiye’ye giriyor. Varın gerisini siz düşünün. Mahmut Yıldırım, Türkiye’de gerçekleştirdiği her olaydan sonra Belarus’un başkenti Minsk’e tatile gönderilirdi. Yani ödüllendirildi. Tüm bildiklerimi devlete
anlattım. Ancak buna rağmen tanık korumaya alınmadım. Bu konu ve diğer konulara ilgili tüm bildiklerimi gerekli yerlere ilettim. Yakında piyasaya çıkacak olan ‘Karanlık Güçler Çeteler ve Faili Meçhul Cinayetler’ adlı kitabımda
da tüm bilgileri anlattım. Ben hala yaşam mücadelesi veriyorum. Maddi ve manevi olarak bittim. Bana çobanlık bile yaptırmadılar. Buna rağmen yine de bildiklerimi açıkça söylüyorum. Ancak yine de size her şeyi anlatamam. Çünkü bildiklerimin onda dokuzunun bende kalması ‘yaşamam’ için gerekiyor (7).
TBMM’nin, çok sayıda cinayetin faili olduğu iddia edilen ‘Yeşil’ kod adlı Mahmut Yıldırım muammasının çözülmesi için çok önemli bir girişimde bulundu. TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu, 1992 yılında Yeşil tarafından işkenceyle öldürüldüğü belirtilen Ayten Öztürk’ün babası Hıdır Öztürk’ün ifadelerinden yola
çıkarak, Mahmut Yıldırım hakkında suç duyurusunda bulunmuştu.Söz konusu suç duyurularının 19 Aralık 2011 tarihinde yapıldığını kaydeden İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’ndan bir uzmana göre, Tunceli ve Elazığ savcılıklarına Meclis adına suç duyurusunda bulunuldu. Alt komisyonumuzda konuşan Hıdır Öztürk’ün ifadeleri de başvuruya eklendi. Daha önceki açıklamalarında ‘Yeşil’in yaşadığına inandığını’ söyleyen TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanı AKP’li Ayhan Sefer Üstün’ün, alt komisyonun çalışmalarının ardından
inisiyatif alarak bu girişimde bulundu. TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Üyesi ve CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün de Meclis’in bu adımının olumlu sonuçlar doğurabileceği inancında:
“Onca delile ve tanıklığa rağmen bugüne değin savcılar ve mahkemeler Yeşil hakkındaki iddiaları soyut bulduklarını ifade ettiler. Ancak eğer bu girişimin ardından ilgili savcılar Meclis’i dikkate alırlarsa Yeşil hakkında yakalama kararı çıkartılabilir. Ve bu durumda Yeşil’in sorumlu olduğu iddia edilen dosyalarda, örneğin 1992 yılında öldürülen Ayten Öztürk’ün dosyasındaki zamanaşımı tehlikesi de bertaraf edilmiş olur.”
Aygün, Yeşil’in yaşayıp yaşamadığı şeklindeki soruyu şöyle yanıtladı:
“Bu çok zor bir soru. Ancak Ayhan Çarkın’ın ifadeleri aydınlatıcı olabilir. Çarkın bazı çalışma arkadaşlarının eceliyle ölmediğini söylüyor. Yeşil’in hayatta olup olmadığını tartışırken bu devlet içi tasfiyeler iddialarını da değerlendirmek gerek.”
Dikkat ediyor musunuz bilmiyorum ama son zamanlarda Ergenekon’un etrafındaki ayak izleri hep aynı adreste kesişiyor. Ergenekon Davası’nın kaçak sanığı Bedrettin Dalan’ın, İnternet Andıcı Davası’nın üç numaralı sanığı olan Tümgeneral Musatafa Bakıcı’nın, tavana bakılarak geçiştirilen ve kim olduğunu hala resmen öğrenemediğimiz ‘Dalan’a çantayla para götüren şike sanığının’ hep aynı adreste ortaya çıktığını görüyoruz. Belarus’un başkenti Minsk’den söz ediyorum. Neden Minsk? Çünkü Belarus ile aramızda ‘suçluların iadesi’
konusunda bir anlaşma yok. Diyorum ki Yeşil de sakın Minsk’de olmasın? Sahi, acaba Yeşil Minsk’te mi? (8).
Kıbrıs Postası’ndan yazar Polat Alper’inde şöyle bir iddiası var, Okuyalım:
Aldığım bir okuyucu mektubu, Türkiye`de kırmızı bültenle aranan Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım`ın uzun süredir KKTC`de yaşadığını ve bu bilginin, TC ve KKTC istihbarat birimleri tarafından bilindiği halde buna göz yumulduğunu idda ediyordu. Mektubu gönderen kişi, kendisinin de bu teşkilatın mensubu olduğunu bu sebepten kimliğini açıklayamayacağını söylüyordu. Bu bilgiyi özellikle Kıbrıs`ta geniş bir kitleye hitap eden Kıbrıs Postası Gazetesi aracılığıyla paylaşmayı tercih ettiğini belirtiyordu. Yeşil, MGK, 1992 yılında “Teröre, terörün
kullandığı araçlarla son verme” kararını aldıktan sonra, JİTEM bünyesindeki 7 bölgede ağırlıklı olarak Güney Doğu’da operasyon timleri kurdu.
Bunların başında sonradan generalliğe terfi eden Albay Veli Küçük vardı. Mahmut Yıldırım ise bu timin basit bir elemanıydı. Hatta PKK’ya haraç (yardım) veren iş adamlardan tahsil edilerek bankaya yatırılan paraları bile kendisi çekemiyordu. O işi Jandarma Astsubay Ahmet Demir yapıyordu. Karışıklık, Ahmet Demir ismini Mahmut Yıldırım’ın kod adı olarak kullanmasından kaynaklanıyordu. Yine tesadüf eseri bir başka Ahmet Demir bölge illerinden birinde Emniyet Müdürü idi. JİTEM resmi kadrosu olmayan onayla kurulmuş bir
birimdi. Hem istihbarat hem de operasyon birimleri aynı çatı altındaydı. Emniyet’teki gibi ayrı birimlerde değildi. İstihbaratı kendisi yapıp imha etme emrini kendisi veriyordu. Hukuken böyle bir timin kabul edilmesi söz konusu bile olamazdı. JİTEM dağıtıldı, kimi general oldu, kimi uluslararası nakliyat filosu kurdu, kimi de Yıldırım gibi, Romanya’da uzun süre dolaştıktan sonra şimdilerde Kıbrıs’ta dinleniyor.
Önceki yıllarda, Uzan ailesinin, Abdullah Çatlı’nın, Yaşar Öz`ün, hava korsanlarının ve daha birçok kanundan kaçan kişilerin KKTC`de saklandığı gündeme gelmişti. Peki tüm Türkiye`de aylarca konuşulan, kırmızı bültenle aranan Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım`ın KKTC`de yaşaması kimin umurunda? (9).
Tekrar İzmir’e dönelim. Polis memuru, eski özel tim elemanı arkadaşla geçirdiğim günde geçmişte neler olduğunu beraber hatırladık. JİTEM bünyesinde başlayan iç çatışma nedeniyle Arif Doğan-Cem Ersever ekibi ile Veli Küçük-Mahmut Yıldırım (Yeşil) ekibi 1993’de karşı karşıya geldi. Arif Doğan'ın Ankara'ya çekilmesi, Cem Ersever'in emekliye ayrılmasıyla Batman üçgeninde Yeşil döneminin de önü açıldı. Bu dönemin başlangıcı ise, 20 Eylül 1992 tarihinde Musa Anter'in öldürülmesiyle başladı. 1992-1993 yılları arasında bölge'de yoğunlaşan faili meçhul cinayetler, 1997 yılında Başbakanlık Susurluk Raporu'na kadar taşındı.
Bu cinayetlerle yetinmeyen ekipler, uyuşturucu, adam kaçırma, şantajla para sızdırma gibi ekonomik alana da yöneldi. 1993 yılı Mayıs ayında Turgut Özal'ın ölümünün ardından Başbakan Süleyman Demirel'in Çankaya Köşkü'ne çıkması, DYP'nin başına geçen Tansu Çiller'in Başbakanlık koltuğuna oturmasıyla da faili meçhul cinayetler Adana, Ankara ve İstanbul gibi kentlere sıçradı. JİTEM içerisinde başlayan iç çatışma, Ankara'da Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis, Lice'de Bahtiyar Aydın ve Mardin'de Albay Rıdvan Özden gibi muvazzaf
subaylara kadar ulaştı. JİTEM’I kontrolu altına alan Veli Küçük, iddialara göre önüne çıkan, şiddetin bitmesini isteyen barış yanlısı askerleri Yeşil’e infaz ettirdi.
İşte tam bu sırada Çiller, hedef hainler listesini açıkladı. Çiller'in İstanbul Holiday Inn Oteli'nde, 'Türkiye milis hareketi niteliğine dönüşmüş ve yaygınlaşmış bir terör hareketiyle karşı karşıyadır. PKK’nın haraç aldığı işadamı ve sanatçıların isimlerini biliyoruz. Hesap soracağız' açıklamasının ardından Batman'da DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar öldürülürken, ekim ayında ise JİTEM'deki ayrılıklar nedeniyle basına konuşmaya başlayan Cem Ersever, JİTEM elemanı Kemal Uzuner'in Aydınlıkevler'deki evinden alınarak Bolu'da bulunan Başbakanlık Atış Poligonu'nda sorgulandıktan sonra Yeşil tarafından öldürüldü. Ersever ile birlikte sevgilisi Nevval Boz ile Mustafa Deniz de öldürülen isimler olarak kayıtlara geçti. Öldürülmesi gereken, sözde PKK’ya yataklık yapan 10 bin kişiyi bin operasyonla temizleme fikri tamamen Mehmet Ağar’ındır ve bunu MGK’da 1992 yılında Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’e de kabul ettirmişti. Hatta Güreş’in bu ortaya çıkarsa hepimizi sallandırırlar dediğini duymuştum. Şimdi yaptıkları hatanın, ektikleri nefret tohumunun hesabını vermenin vakti geldi.
Ersever'in elinde bulunan ve Doğu illerinde birçok eylemde kullanılmaya başlanan patlayıcıların ölümü sonrasında Ankara ve İstanbul'da peşpeşe meydana gelen patlamalarda ortaya çıkması, Yeşil'in Ankara'daki izini açığa çıkardı. Ve Ankara Emniyet Müdürlüğü tarafından gözaltına alınan Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'ın sorgusuna bizzat Ankara Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar da katıldı. Bu dönem iki Mehmet arasında krize yol açan Yeşil, kaburgaları kırık bir halde Mehmet Eymür'e teslim edildi.
Cem Ersever'in Ölümü sonrasında başlayan tartışmalarda taraf olan Aydınlık Dergisi ve Doğu Perinçek, Ersever'in Yeşil tarafından öldürülmediğini, Hanefi Avcı ve ekibi tarafından korunduğuna dikkat çeken yayınlar yaptı. Adnan Akfırat'ın Eşref Bitlis'e ilişkin yazdığı yazılar ile Doğu Perinçek'in ' Çiller Özer Örgütü ' isimli kitabında JİTEM korunurken, Emniyet İstihbaratı açıkça suçlandı. Gözaltından çıkan Yeşil, MİT bünyesinde yeni bir görev için Şam'da yaşayan PKK elebaşısına suikast için Şam’a uçtu.
Bu suikastta kullanılacak olan patlayıcılar ise Viranşehir Belediye Başkanı Halil İbrahim Keleşabdioğlu'nun organizesiyle Ceylanpınar'ın Reselayn Kapısı'nda Şam'a gönderildi.
Çiller’in siyasi rakibi Mesut Yılmaz’ın Yalçın Küçük’e ulaştırdığı notla suikastdan haberdar olan Öcalan, suikastın başarısız olmasını sağladı. Yılmaz, hoşlanmadığı Mehmet Eymür ve Yeşil gözden düşürmeye çalışmıştı. Şam merkezinde zamansız patlayan bomba, iki Mehmet arasındaki kavgayı derinleştirdi ve Mehmet Eymür görevinden alınmasının ardından ABD'ye uçtu. Eymür, tüm bu yaşananları kurduğu Atin.org sitesinde bir bir deşifre etti. Ersever'in ölümünün ardından büyük kentlere sıçarayan cinayetler zincirinde Kürt kökenli işverenleri,
avukatlar, Kürt kökenkli aydınları hedef alınmaya başlandı. Bu dönem büyük kentlerde JİTEM bünyesinde bulunan itirafçılarının yanısıra eski ülkücüler, polis memurları ve mafyaya uzanan bir ağa kadar ulaştı. Bu dönem Behçet Cantürk, Savaş Buldan, Adnan Yıldırım, Hacı Karay, avukatlar Medet Serhat, DEP Ankara İl Başkanı Faik Candan, HADEP Yüreğir İlçe Başkanı Rebih Çabuz, İzzettin Görnü gibi çok sayıda insan öldürüldü. Devlet, siyaset ve mafya üçgeninde örgütlenmiş yapılar tarafından işlenen siyasal cinayetlerin yanısıra ekonomik rantlar sağlanması adına, Kumarhaneler Kralı Ömer Lütfi Topal, Tefeci Nesim Malki'ye ulaşan bir dizi cinayet daha işlendi.
Yeşil, Bingöl, Solhan ilçesi Dicnik Köyü'nde 1951 yılında doğdu. MHP kökenli, 1973'te Bingöl Genç İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından kullanıldı ve ilişki aynı yıl MİT Tatvan Bölge Müdürlüğü'ne devredildi. Kasım 1975'te askerden geldikten sonra Milli Görüş hareketi içinde MİT adına çalıştı. Yıldırım, Elazığ'da 1977'de
Etibank Ferro Krom tesislerinde puantör olarak göreve başladı. İşlemleri 20938 sicil numarası üzerinden yapılıyordu. Tam dört yıl sonra farklı bir göreve soyunup, farklı bir isimle anılmaya başladı. Yeni adını gözlerinin rengi olan "Yeşil"den aldı. Susurluk kazasından sonra ortaya dökülen ilişkiler, pek çok cinayetin tetikçisi olduğunu ortaya koydu. Herkes Yeşil'den söz etti, ancak bulunamadı. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz, aldığı bilgileri aktarırken Yeşil'in öldürüldüğünü söyledi.
Ancak kısa bir süre sonra Yeşil, 1999’da İHD Başkanı Akın Birdal'ı vuranların arkasındaki isim olarak ortaya çıktı. Daha sonraki bilgiler Yeşil'in hala hayatta olduğunu ortaya koydu. Susurluk Raporu'nda da Yeşil'e 12 sayfalık özel bir yer ayrıldı. Ahmet Demir, Mehmet Kırmızı sahte kimliklerini kullanan, Güneydoğu'da "Sakallı" adıyla bilinen Solhanlı Mahmut Yıldırım'ın geçmişi bir ölçüde deşifre edilebildi. Bir dönem MİT'te, bir dönem JİTEM'de görev aldığı anlaşıldı. JİTEM subayı Ahmet Cem Ersever'in öldürülmesinden, Güneydoğu'daki pek çok faili
meçhul cinayete kadar sayısız olayda tetikçilik yaptığı belirlendi. Hatta Abdullah Öcalan'ın Suriye'de öldürülmesi için görevlendirilen ekipte de yer aldığı öne sürüldü. Afyon Cezaevi'nde öldürün Sabancı suikastı sanıklarından
DHKP - C'li Mustafa Duyar'ı Türkiye'nin Şam Büyükelçiliği'nden alıp getiren ekipte onun da adı sayıldı.
Ancak istihbarat birimlerinin kamuoyuyla pek de paylaşmadığı kanıya göre, aslında Yeşil tek bir kişinin değil, birden fazla görevlinin kullandığı ortak kod adı.
Yeşil kodunu kullananlardan biri de üst düzey görevlerde bulunan Veli Küçüktü. Bir dönem Güneydoğu'da PKK'ya karşı yürütülen mücadelede özel operasyonlar, karşı gerilla eylemleri ve taktikleri onun yönetiminde yürütüldü. Ankara'da bir pavyonda eğlenirken olay çıkarttığı için gözaltına alınan, götürüldüğü Emniyet Müdürlüğü binasında Orhan Taşanlar ve ekibi tarafından kaburgaları kırılana kadar dövülen Yeşil'i polisin elinden alan ve MİT'te tedavi ettiren kişi Mehmet Eymürdü. Üzerinde taşıdığı 0542 214 50 21 numaralı telefonla aradığı yerler arasında resmi kurumların yanı sıra, Abdullah Çatlı, Sami Hoştan, Sedat
Peker gibi isimler de bulunuyor. Mesut Yılmaz'a Budapeşte'de yumruk atanlar da Yeşil'in telefonundan arananlar arasında yer alıyor. Yeşil adının korkuyla anılması Susurluk çetesi tarafından tahsilat amacıyla kullanıldı. Susurluk çetesinin tehditle para topladığı kişileri arayan hep Yeşil idi.
Ömer Lütfi Topal'ın öldürülmeden önce para yatırdığı Ziraat Bankası Ankara Heykel Şubesi'ndeki hesabın sahibinin de Ahmet Demir kimliğini kullanan Yeşil olduğu ortaya çıktı. Mahmut Yıldırım, sıradan bir memur olarak başladığı yaşamını bugün herkesin bildiği ancak kimsenin tanımadığı kanlı bir tetikçi olarak sürdürüyor veya öldü. Kaçak olarak nerede yaşadığını kesin olarak saptayabilen yok. 30 yıldır çalışmadığı istihbarat teşkilatı kalmadı. Doğu'da pek çok karanlık faili meçhul cinayete birlikte kalkıştığı, PKK'ya karşı gayrinizami harp yürüten Binbaşı Cem Ersever ve arkadaşlarını, fazla konuştukları için Çatlı ve Haluk Kırcı'ya çekinmeden öldürtecek kadar derin bir adamdı.
Tüm Devlet Başkanları, Başbakanlar, Genelkurmay, MİT ve Emniyet teşkilatında çok sevilmese de gözü pek işleri nedeniyle çok iyi tanınan, saygı duyulan Yeşil, kontragerilla çalışmalarıyla devletin düşmanlarını infaz eden, ettiren delikanlı bir istihbaratçıydı. Kosova'da UÇK'nın askeri eğitimi, Afganistan, Bosna, Çeçenistan ve Kuzey Irak'ta gizli operasyonlar dahil pek çok yurtdışı kirli operasyonun organizatörüydü. Haziran 1996’de Eymür’ün verdiği son görevini ifa ettiği yurtdışı görevinden döndükten sonra birden ortadan kayboldu. Eğer bundan sonraki görevi ülke içindeki mafya yapılanması ve yolsuzluğun kan damarlarına girmekse öldü gösterilmesi elzemdi. Kürt asıllı olmasına rağmen vatansever bir ülkücü, ulusalcı, Alevi Kürtlerin ve PKK'nın can düşmanıydı (10).
Radikal Gazetesinden Sayın İsmet Berkan 12 ve 13 Temmuz 2000 tarihlerinde Yeşil'in ifadesine değinen "Susurluk sırları" ve Neden yadırgamıyoruz?" başlıklı yazıları yazmıştı. "Yeşil, para alabileceği her yerden para almaktan çekinmediği ni, Ceylanlar dahil herkesi haraca bağladığını ('vergi' diye adlandırıyor, aynen PKK gibi) bir devlet kurumu olan MİT'e rahatça söylüyor ve başına hiçbir şey gelmeden oradan ayrılabiliyordu. Aynı Yeşil, 'faili meçhul' bir cinayete kurban giden Kürt yazar Musa Anter'i bir PKK önde geleni aracılığıyla nasıl kandırıp
tuzağa düşürdüğünü de yine MİT'e adeta övünerek anlatıyordu. Bu anlatımdan hareketle Musa Anter'i Yeşil'in öldürdüğüne kuşku duyulamaz artık. Tek bilinmeyen Yeşil'in talimatı kimden aldığı." Yeşil'in anlatımları arasında Emniyet Genel Müdürlüğü'nün en önemli birimlerinden birinin, Özel Harekat Dairesi'nin başındaki bir insanın (İbrahim Şahin) çeşitli işadamlarını haraca bağladığı, o işadamlarının da 'vergi' adı verilen bu paraları çeşitli rütbeli polisler aracılığıyla gönderdiklerini, bu paralardan kendisinin de nasiplendiğini anlatıyordu.
MİT'in suçla mücadele ve suçluyu yakalama gibi bir görevi yok belki ama en azından vatandaşlık bilinci mesela Yeşil'in, İbrahim Şahin'in, Abdullah Çatlı'nın, 'Arnavut Sami'nin, Mehmet Ağar'ın, Korkut Eken'in vs. savcılara ve teftiş kurullarına ihbar edilmesini gerektirmiyor muydu? (11).
Berkan'ın yukarıdaki soru ve tenkitlerine Mehmet Eymür kapatmadan önce kendi site sayfalarıda cevap vermeye çalıştı: Esasında konu birçok karanlık bölümleri bulunan bir devri ve sistemi ilgilendirdiği için, bu sistemin içinde belli bir rolü olan ve bu dönemin bir bölümünde (1994-96) resmi görevi bulunan beni fazlasıyla aşıyor. Ben yine de kendi sorumluluk sahamda kalarak bazı yanıtlar vereceğim. Bahsi geçen dönemde iki tip illegal faaliyet yürütülmüştür. Birincisi "Terör ve PKK ile mücadele kapsamında" yürütülen illegal faaliyetlerdir.
"Birinci tip" diye adlandıracağımız bu faaliyetler, demokrasi rejimi ile bağdaşmasa da "yaşadığımız olağanüstü terör yılları", "şehit verdiğimiz ve ölen sayısız insanımız" nedeniyle haklı nedenler taşıyabilir. Yani "olağanüstü" şartlardaki, "olağanüstü mücadele yöntemidir" Diğeri, yani "ikinci tip" illegal faaliyetler, "ülke yararına" görünümü altında yürütülen "maddi ve politik çıkar sağlamaya yönelik" -çete- faaliyetlerdir. Her iki faaliyet iç içedir ve her iki faaliyetin oyuncuları aşağı yukarı aynı kişilerdir. Hukuken bu iki faaliyeti bunlar suç, bunlar diğeri değil diye ayırabilmek mümkün değildir. Resmi olarak inkâr edilse de, "ülke yararına yönelik illegal faaliyetler" belli bir karar mekanizması tarafından harekete geçirilmiş, belli bir emir ve komuta zinciri içinde yerine
getirilmiştir. Emirleri icra eden kişiler, ulvi bir görevi yerine getirdikleri inancıyla bu işleri yapmışlardır. Emirler genellikle şifahen verildiği için, bu emri verenlerin sıkıştıklarında bu hususu inkâr etmeleri ve suçu astlarına atmaları mümkündür. İcracı kişilerin, bazı hallerde menfaate yönelik faaliyetlerde, bilmeden kullanılmış olması da imkan dahilindedir.
Tamamına yansımasa dahi, birçok olayda, her iki tip faaliyeti yürütenlerin aynı kişiler olduğu görülmektedir. Bu ise şahısların "ikinci tip" faaliyetler ve suçlardan dolayı itham edilmesini zorlaştırmaktadır. Hukuk karşısında ağır neticeler getirebilecek olan ikinci tip "çete" faaliyetlerin ortaya çıkma ihtimali, emir ve komuta zincirindekileri telaşlandırmakta ve bu nedenle bu zincirdekiler, "ikinci tip" faaliyetleri tasvip etmeseler dahi, suçlu etrafında bir koruma halkası oluşturmaktadırlar. Esasında suç işleyenlerin başlangıçta devlete hizmet felsefesi ile yola çıktıkları, gözlerinde çok büyüttükleri hedeflerini devletin imkânlarını kullanarak kolayca bertaraf ettikten sonra devletin gücünü kendi güçleri gibi gördükleri, kolayca elde edilen büyük rantlardan sonra devlet işlerini tamamen
unuttukları, rahatlıkla ifade edilebilinir.
Diğer önemli bir zorluk, her iki tip faaliyeti yürütenlerin ulusal güvenliğimizi korumakla görevli teşkilatlarımıza ve politik hüviyete mensup kişilerden oluşmasıdır. Bu teşkilatlarımıza has özel statüler ve politik kimlik, bir cins dokunulmazlık kabuğu yaratmakta ve adaletin düzgün işlemesini ve adil neticeler alınmasını önlemektedir. Neticede günümüzde yaşadığımız gibi, dokunulmazlık kabuğu en ince olan "bir kaç polisin" ve sivil vatandaşların yargılanmasının ötesine gidilememektedir. (12).
Zaman’da yazar iken Fehmi Koru’da 1998'deki bir Taha Kıvanç yazısında dönemin Ankara Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar'a atfen şunu nakletmişti:
Yıl 1995.
Ramazan ayı. Taşanlar iftar için eve her gidişinde, çorbayı kaşıklayamadan bir yerlerde patlama olduğu duyuruluyor. "Bir değil, iki değil, üç değil... Bombalarda 'Yeşil' imzası çok belirgin... Araştırın bakalım, buralarda mı?" diye tâlimat vermiş... O gece Ulus'taki gece kulüplerinden birinde bulmuşlar Yeşil'i... İçeri aldıkları kişinin Yeşil olduğunu polisler biliyor, ama muhataplarına çaktırmıyor lar... 'Yeşil' olduğunu hiç açık etmeden, ama 'Yeşil' imiş gibi ayrıntılı bir ifadesi alınıyor... "Ertesi gün, bizim elimize düşmesinden hiç mutlu olmayan devlet
birimleri devreye girdi; tahmin edemeyeceğiniz kadar yukarılardan bir ilgi gösterildi. Biz de kendisini teslim etmek zorunda kaldık..." (13).
En iyisi Yeşil’i ona görevler veren eski MİTci Eymürden dinleyelim: Yeşil'in güvendiği paşa Kemal Yılmazdı, o tarihlerde MİT'deki Yavuz Ataç, Orhan Çoban, Kaşif Kozinoğlu gibi "Özel Kuvvetler Komutanlığı (Özel Harp)" kökenli emekli subaylarla yakın ilişki içindeydi. Bu kişiler MİT Müsteşarı olacağına muhakkak gözüyle baktıkları Kemal Yılmaz'a devamlı bilgi taşıyorlardı. MİT'teki asker kökenliler Kemal Yılmaz'ın başlarına geleceğine o kadar kesin bakıyorlardı ki, nakledilenlere göre Yavuz Ataç ve Orhan Çoban, yeni yapılanma ile ilgili listeleri tanzim ederken makam kavgasına girmişler, aralarında sert tartışmalar çıkmıştı.
Kemal Yılmaz'ın, Genelkurmay'daki Çevik Bir ekibinden olduğu biliniyordu. Normal şartlarda MİT Müsteşarlığına gelmesi pek mümkün görülmediğinden, bunun ancak askeri bir müdahale sonra olması mümkündü. Yeşil'in bütün anlatımlarına rağmen MİT tarafından kullanılmaya devam edilmesi, "kanuni" yönden olmasa bile, "ahlaki" yönden çirkin gözükebilir. Zamanın MİT Müsteşarı Sönmez Köksal da bu konuda bir hayli tereddütlüydü. Yeşil'in bütün mazisinin MİT'e monte edilmesinden endişe duyuyordu. Ben Yeşil'in ortalarda denetimsiz bırakılmasının daha vahim neticeler vereceğini düşünüyordum. Mehmet Ağar, resmi bir toplantı için MİT'e geldiğinde MİT Müsteşarının yanında kendisine mealen "Bu adamı siz de, Jandarma da kullanmış, şimdi ortalarda bırakmışsınız. Bu tip adamları sahipsiz bırakırsanız "suç makinası" haline gelirler, buna bir şekil bulun" dedim. Ağar, Jandarma ile konuşacağını söyledi, ancak bir netice çıkmadı.
O tarihlerde, Yeşil'e milli menfaatler doğrultusundaki bazı yurtdışı faaliyetlerde görev vermiştik. Bu faaliyetler ile ilgili bağlantılar kurmuş, çalışmalar yapmıştı. Çok hassas bazı operasyonlarımızı biliyordu. Bu bakımdan devam etmesinin hem faaliyetlere yarar sağlıyacağını, hemde kendisini Ankara'dan ve suçtan uzak tutacağını düşündük. Zaten, belirttiğimiz gibi, yaşadığımız günlerdeki "suç" Yeşil'i çok aşan organize bir faaliyet niteliğindeydi. Ayrıca Yeşil, bu açıdan iyi bir haber kaynağıydı. Terör ve organize suç faaliyetlerinde en iyi kaynaklar o faaliyetin içinde olan kişilerdir. Bu istihbaratın temel unsurlarından biridir.
Üzerinde PKK/ARGK ve İnsan Hakları Derneği'ne ait üye kimlik kartı taşıyan Yeşil, bizim açımızdan, uygun vasıflara sahip, bir çok engeli kolayca aşabilen, yetenekli bir faaliyet elemanıydı, çalışmalarımıza olumlu katkıları oldu. Yeşil'le ilk görüşmelerimiz 1994'ün son aylarına rastlar. Bu görüşmelerde kendisine, yer aldığı operasyonların başarı ile neticelenmesi halinde yüksek miktarda parasal bir mükâfat verileceği söylenmiştir. Yeşil cevaben, kendisinin bu güne kadar para karşılığında iş yapmadığını, böyle bir mükâfatı kabul etmeyeceğini
belirtmiştir. Yeşil'e ayrıca, çalışmalar esnasında meydana gelecek makul masrafların tarafımızdan ödeneceği, ihtiyaç hasıl olması durumunda, teknik alet ve malzeme sağlanacağı, Türkiye içinde kanunsuz hiç bir faaliyetine müzahir olunmayacağı, kendisine Teşkilatımızla arasındaki bağın ortaya çıkmasına neden olabilecek herhangi bir belge verilmeyeceği, görev esnasında yurt dışında şehit olması durumunda, ailesinin geçiminin ve çocuklarının okul masraflarının Teşkilatımız tarafından karşılanacağı, görevini ifa ettiği esnada yurtdışında
tutuklanıp mahkum olması halinde de, ailesinin ve çocuklarının masraflarının karşılanacağı, böyle bir durumda, kendisiyle olan ilişkimizin inkar edileceği belirtilmiştir.
6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder