Metin Atmaca etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Metin Atmaca etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ağustos 2019 Cumartesi

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A BÖLÜM 4

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A  BÖLÜM 4



Yeşil Kod Mahmut Yıldırım
20/6/2000 - 11:00 
Atin
      
Asgar SMİTKO ve Lazım ESMAEİLİ’nin polis görünümlü ekip tarafından alınıp kaybolmalarının üzerinden bir hafta geçmişti. 

İranlıların akibeti ile ilgili herhangi bir bilgi yoktu. 

Oklar Yeşil'i Gösteriyor

Oklar, Yeşil Kod Mahmut YILDIRIM’ı gösteriyordu. Basına yansıyan haberler, İranlı uyuşturucu kaçakçılarını Yeşil’in kaçırdığına dairdi. 
Para trafiğinin de Yeşil’in banka hesabı istikametinde olması, Yeşil Kod’un bu olayın içinde olduğu fikrini kuvvetlendiriyordu. 
İstanbul’da şehrin göbeğinde, tepe lambalı, polis görüntülü bir ekiple iki İranlı uyuşturucu kaçakçısını kaçırdığı söylenen Yeşil Kod Mahmut YILDIRIM kimdi.?
Kim Bu Yeşil?
Hacı, Sakallı, Terminatör, Metin ATMACA, Ahmet DEMİR, Ahmet YEŞİL, Mehmet KIRMIZI, Hasan TANRIKULU adlarıyla da tanınan Yeşil Kod Mahmut YILDIRIM, 1953 yılında Bingöl, Solhan’da, Yenidal (Asmakaya) köyünde, baba Salih ve anne Derdi’den dünyaya gelmişti.

YILDIRIM’ın çocukluğu Elazığ’da geçti. Çocukluğunu kendisi şöyle anlatıyor:

“Rahmetli babam çiftçiydi, arazileri filan vardı. Yani durumumuz iyiydi. Babam bana, rahmetli dedemin Rus Harbinde vuruluşunu anlatırdı. 8 kurşunla yaralanmış. Babam o zaman 8-9 yaşlarındaymış. O zaman doktor yokmuş, kocakarı ilaçlarıyla yaşamış. Çektiği acıları öyle anlatırdı. Küçük bir çocuktum, daha okula filan başlamamıştım. Sokakta oynarken aklıma gelirdi, ah şu Ruslar gelse de bir tanesini haklasam. Böyle bir duygu vardı bende. Sonra okula başladım, tarihe merakım oldu, bende bir Rus kini oluştu. İlkokulda bir hocamız vardı, bize muazzam bir bayrak sevgisi aşıladı. Yani ben belli bir tarihte ülkücü olan bir adam değilim. Doğarken öyle gelmişim işte.. Ondan sonra sağ-sol davası çıktı. Bu sol nedir dedik, dediler bunlar Rus. Kinim gittikçe attı. Ondan sonra başladık duvarlara yazı yazmaya. Elazığ’da ilk duvarlara yazı yazan adam benim. İşte böyle başladı.”

Komünist Düşmanı Ülkücü

Ülkücü olarak doğduğunu ve komünist nefretiyle büyüdüğünü söyleyen Mahmut YILDIRIM’ın ülkücü faaliyetler içinde yeri neydi? Ülkü Ocakları ve tanınmış ülkücülerle bağlantısı var mıydı? Bunu da kendi anlatımından öğrenelim:

“Ülkücüyüm ama, belli bir konuma geldikten sonra öyle Ülkü Ocaklarına filan gidip gelmeyi düşünmedim. Elazığ’da benden habersiz bir şey olmuyordu ama, oraya gidersem prestij kaybederdim. Yani benim çok az, sınırlı kişilerle irtibatım oldu. Gerçekte benimkisi, parti ve dernekten uzak bir düşünüş. Elazığ’lı ünlü ülkücüler arasında Vahit FİŞEK, Komando Recep filan vardı. Yanlız Komando Recep sonra ANAP’a kaydı. Ülkücü camiada en büyük ünvan “reislik” ama reislik şimdi ayağa düştü... Abdullah ÇATLI ile yüzyüze 1-2 defa görüştüm. Pek birbirimize ısınamadık. Ayrı dünyaların insanıyız. Onunla hiç bir konuda uyuşamıyorum. Bir toplumda oturduğunda insanlara bir değişik bakar. ÇATLI şu anda menfaat temin edebileceği kim olursa olsun işbirliği yapar. Türkeş camiadan kovdu bunu resmen. Onun hayatta en korktuğu adam Türkeş’tir. Tahsilatçılık yapan Ülkücü Abdürrahim vardı. ÇATLI, “ben Abdürrahim’in kalemini kırdım” diye hava atmış. O arada ben İstanbul’a gitmiştim. Göztepe’de spor tesislerinde çocuklar vardı, onlara söyledim, “ÇATLI’yı bulun beni arasın” dedim. Aradı, dedim sen Abdürrahim’in kalemini kırmışsın, cenazesine 20 bin kişi dökülür, “katili ÇATLI’dır” diye 5 bin tane pankart asılır, sen de kendine dünyada yer ararsın dedim. Şimdi, ÇATLI grubu, o grup, bu grup. Aslında hepimiz dolaylı olarak aynı grubuz. Türkeş benim durumumu biliyor, bana deli oğlan diyor. 1989’da Elazığ Garajı’nın açılışında beni otel odasına çağırdı ve uyardı. “Bu işlere karışma, PKK devletin işi, ne yaparlarsa yapsınlar, ben komünistlerden fazla ceza yedim” dedi. Haksız da değil yani. “Siz hazır olun, ne zaman bu görev bize verilirse, o zaman yaparız” dedi. Ben onu dinlemedim, devletin güvenlik güçlerine yardıma devam ediyorum. Türkeşin kesin talimatı var. Teşkilatındakiler bu işe karışmıyor. “İstihbarat dahi vermeyin” diyor. Eskiden çok katıydı. Şimdi bu son zamanlarda yumuşadı. Haksız da değil yani. Sen gel komünistlerden fazla Ülkücüleri cezalandır. Hayret birşey.”

Yeşil MİT Elemanı

20 yaşına gelen komünist düşmanı Mahmut YILDIRIM, 1973 yılından itibaren MİT’e çalışmaya başladı. MİT’den önce irtibat kurduğu Jandarma, verdiği bilgileri değerlendirmede güçlük çekince, YILDIRIM’ı MİT’e devretmişti.
Yeşil, MİT'le çalışmaya başlamasından 6-7 ay sonra vatani görevini ifa etmek için askere gitti. Dönüşünde MİT elemanı olarak görevine devam etti.
Yeşil'in MİT'le ilişkisi 1989 yılı Mayıs ayında koptu.
Kontrolu güç bir eleman olması, kendi başına hareket etmesi ve talimatlara uymaması, güvenlik güçleri arasında sürtüşmelere neden oluyordu.

Yeşil Jitem'de

MİT'in İlişkisini kesmesi üzerine Jandarma onu sahiplendi.
Tunceli Jandarma Bölge Komutanlığı'nın emriyle, anılan komutanlık adına, Nazimiye ve Ovacık bölgelerinde istihbari bilgiler toplamaya, güvenlik kuvvetleriyle birlikte uygulamalara katılmaya başladı.
Bu çalışmalar sırasında Tunceli bölgesinde deşifre olması üzerine Jandarma Asayiş Komutanı tarafından Diyarbakır'a çekildi ve Jandarma Asayiş Komutanlığına bağlı olarak kırsal alanda, çalışmaya başladı.

Emekli Albay Yeşil

Yeşil, bu çalışmalar sırasında önemli operasyonlarda yer aldı, Asayiş ve İl Emniyet Komisyonu toplantılarına katıldı, Polis'in İstihbarat ve Özel Harekat birimleriyle koordine etti, kendisine, silah, hüviyet, ve telsiz verildi. 
Yani, Yeşil artık resmen, devletin bir güvenlik görevlisi olarak çalışıyordu. Halktan bazıları onu Türk ordusunun bir subayı, bazıları da "emekli albay" olarak biliyordu. Yeşil, Diyarbakır döneminde Cem ERSEVER ile yakınlaştı ve birlikte bir çok operasyona girdiler.

Yeşil Ankara'ya Yerleşiyor

Yeşil'in bu bölgedede deşifre olması ve taraflı basın organlarında adının bir çok failimeçhul ve haraç alma olayına karıştırılması üzerine Jandarma 1994 yılında, kendisini ailesi ile birlikte batıya, Ankara'ya yolladı.
Aktif çalışmaya alışmış olan Yeşil, Ankara'ya intibakta zorlandı. 

MİT'e Dönüş

Aynı yıl MİT'e dönen Mehmet Eymür'ün operasyonel faaliyetlerin başında olduğunu duymuştu. Bingöl'den tanıdığı bir MİT mensubu vasıtası ile Ekim 1994'de Mehmet Eymür'le temas sağladı ve onun emrinde çalışma arzusunu belirtti. Mehmet Eymür Yeşil'e, kendilerinin yurt içinde bir faaliyetlerinin olmadığını, yurt dışı çalışmalarda yer almak istiyorsa, kendisinin denenebileceğini belirtti.
Yeşil'in vasıfları, Eymür'ün başında olduğu ünitenin faaliyetleri açısından uygundu. Yapılan arşiv tetkikinde de her hangi bir sakıncalı durumuna rastlanmamıştı. O tarihte Yeşil, herhangi bir suçtan aranmıyordu. 
Durum Müsteşar'a arzedildi ve onay vermesinden sonra "eleman adayı" statüsüne alınan Yeşil Kod Mahmut YILDIRIM ile irtibat devam ettirildi.

http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=209

Yeşil Kod Mahmut YILDIRIM, 22 Ocak 1995 gecesi, Ankara Emniyet Müdürlüğüne bağlı ekiplerce, Ankara, Ulus’taki bir gece klübünden çıkarken gözaltına alındı. 

"22 Ocak 1995 Pazar akşamı yemeğe gitmek üzere Dikmen Polis Evi'nden .....'i ve ...... Belediye Başkanını, ayrıca .... otelinde kalan .......'nı aldım. 

Yemekten sonra misafirlerimi aldığım yerlere bıraktım. En son .....'nı otele bırakıp dışarı çıktığımda, polise ait olduğunu tahmin ettiğim 3 arabanın otelin alt tarafında beklediğini gördüm. Beni beklediklerini anladım ve otelin hemen yanında bulunan CANBERK Gazinosuna girdim. Gazinonun içinden aynı isimli otele çıkış olduğunu bildiğim için o tarafa yöneldim ve otele çıktım. Yanımda bulunan çantada bir sürü evrak vardı. Polis şimdi bunları görürse bir sürü sual sorar diye düşündüm ve çantayı oteldeki tanıdığım görevliye emanet ettim. Bilahare otelden çıkmayı denedim. Ancak otelin kapısı çoktan tutulmuştu. Beni aldılar ve Emniyete götürdüler. Üzerimde ne varsa hepsini alıp tek tek incelemeye başladılar. Yanımdaki 16'lı Cz tabanca ruhsatsızdı, onu da aldılar. Benim kimliğimde 14'lü bir tabancanın numarası olduğundan dolayı bu silahı nereden, kimden ve ne amaçla aldığımı sordular. Üzerimde unuttuğum ve bir süre önce bir örgüt üyesinden aldığım eski Amed eyalet şemasıdan dolayı beni PKK masasına götürdüler, ifademi aldılar ve bir örgüt üyesi gibi fişlediler. Arkasından sorgu başladı.

İstihbarat'dan bir amir geldi ve odadakilere üzerimden çıkan telefon rehberindeki tüm isimleri ve telefon numaralarını liste halinde çıkarmalarını, kim var, kim yoksa hepsini kendisine bildirmelerini istedi. Sorgulamayı iki ayrı ekip yürütüyordu. Birinci ekip 2 kişiydi. Onlar beni YEŞİL olarak sorguluyorlar, kesinlikle işkence yapmıyorlardı. İkinci ekip ise Hasan TANRIKULU olarak sorguluyor ve her türlü işkenceyi de yapıyorlardı. Su içmem ve yemek yemem yasaklanmıştı. Sorgulamaya Orhan TAŞANLAR da giriyordu. Benden devamlı olarak bir isim istediler, herhangi bir isim, ilişkide olduğum, bilgi verdiğim veya görüştüğüm birinin ismi. Bu isim, K.K.K.'den, Jandarma'dan, Özel Kuvvetlerden, Jitem'den veya MİT'ten olabilirdi. Çünkü onlar için önemli olan polis teşkilatının üstünlüğünü kanıtlamak veya benim onları gözümde büyütmemi sağlamaktı. Bunu kendileri de devamlı olarak ifade ediyorlardı. Sorguya giren her memur, polisin üstünlüğünden bahsediyor ve Türkiye'de hiçbir şeyin polisten gizli tutulamayacağını övünerek söylüyordu. Bana MİT'le ilişkimi bildiklerini, MİT'e bilgi verdiğimden haberdar olduklarını söylediler ve ilişki kurduğum, bilgi verdiğim kişileri sordular. Ben de bir tarihte Ankara'ya gelişimde MİT'e gittiğimi, görüştüğümü, ancak bunun sadece bir ziyaret olduğunu, bilgi vermek veya devamlı ilişkide olmak gibi varsayımların doğru olmadığını anlatmaya çalıştım. Fakat bu onlara yetmedi. Sordukları sorular karşısında ne düşündüğümü daha iyi anlatabilmek için "ben neredeyim" diye sordum. Gayet sakin bir şekilde "Emniyet'te" olduğumu söylediler. Ben "yani burası Türk Emniyet Teşkilatı mı?" diye sorumu yineledim. Sorduğum soruda ki inceliği anlamadan "doğru" diye cevapladılar. 
Bunun üzerine, "imkanı yok, çünkü siz PKK ile ilişkimi soracağınıza, diğer devlet kuruluşları ile ilişkimi soruyorsunuz, kendimi KGB'de sorgulanıyorum gibi hissettim" dedim. 
Bir keresinde Orhan TAŞANLAR'la beraber gelen bir şahıs, telefon rehberimde bir sürü isim olduğunu, kendilerine mutlaka bir isim vermem gerektiğini, aksi taktirde benim için iyi olmayacağını söyledi. Ben de rehberimdeki isimlerin çoğunun polis teşkilatından olduğunu söyledim. Orhan TAŞANLAR rehberde Mehmet ÇAĞLAR'ın ismini görünce nereden tanıdığımı sordu, televizyondan tanıdığımı, kendisini takdir ettiğimi ve beğendiğimi, bu yüzden telefon numarasını aldığımı söyledim.
Polislerden biri, "seni basına vereceğiz, rezil olacaksın" dedi. Elinde fotoğraf makinesiyle bir başka şahıs geldi. Konuşmalarından onun da polis olduğunu anladım. Bana basın mensubu gibi sorular sormaya başladı. Ona "yapacağın habere -Kral Polis- diye başlık atarsın dedim. Nedenini sordu, "şimdiye kadar beni örgüt dahi bu hale sokamadı ama polis bunu başardı, bunun için de bu başlığı haketti" dedim.

Asayiş Şube Müdürü Deniz Bey, tabancamı yanındakilere vererek,"2 şarjör boşaltın, boş kovanlarıyla birlikte getirin" dedi. Boş kovanlar geldikten sonra bana "bundan sonra elimizdesin, bize yardım etmezsen bundan sonra ki bütün faili meçhul cinayetlerde bu boş kovanları kullanır, seni zan altında bırakırız, herkese rezil ederiz" dedi. Silahımı da geri vermediler. Bir seferinde 15-20 kişi getirdiler ve beni onlara gösterdiler. Hepsi adi olaylarla ilgili zannediyorum. Yalnız bir tanesinden korktum. Çünkü o kişiye 3 defa gösterdiler. Herhalde birkaç adi olayı benim üzerime atmak istiyorlardı. Beni PKK'lı olmakla da suçladılar. PKK ile nasıl ilişki kurduğumu sordular. Ben "bundan sonra PKK ile işim bitmiştir" dedim. 

Orhan TAŞANLAR'ı beni öldürmeleri için çok tahrik ettim. Çünkü oradan sağ çıkmak istemiyordum. Ne var ki yapılan işkence neticesinde beni hastahaneye kaldırmak zorunda kaldılar, daha sonra herhangi kanuni bir işlem yapmadan beni bıraktılar. Şu anda silahım, boş kovanlarım, telefon rehberim ve parmak izlerim emniyetin elinde.
Serbest bırakıldığım 25 Ocak 1995 Çarşamba akşamına kadar, hayatımda yaşadığım veya yaşayacağım en kötü, en berbat günleri yaşadım. Şimdiye kadar Ankara'ya geldiğime hiç bu kadar üzülmemiş, pişman olmamıştım. Keşke hiç Ankara'ya gelmeseydim. Ben saf bir köylü çocuğuydum, Vatanını, milletini seven, uğrunda canını verecek bir vatandaştım. Ama bir vatan haini gibi sorgulandım, işkence gördüm. Buna herkes katlanamaz, dayanamaz. Nitekim ben de dayanamıyorum. Ve ben bittim, tükendim artık. Ben bu insanlara karşı savaşamam, beni bu gibi insanlar bitirdi. Etrafımda ki bütün adamları dağıttım, hepsini gönderdim. Bende evden dışarı çıkmıyorum. Zaten sağlık durumum da buna müsaade etmiyor. Artık kendi kendime sormaya başladım. "PKK niye devlete karşı savaşıyor", gerek yok ki, onlardan önce bu devleti yok etmeye, çökertmeye, parçalamaya çalışan o kadar çok insan var ki, PKK'nın yaptığı bunların yanında bir hiç kalır.
Sonradan öğrendiğime göre, üst düzeydeki bazı kişiler, Ankara Terörle Mücadele Şubesinde görevli Cihangir'e ve Başkomiser Hüseyin'e Bahçelievler'de bir kahvehane olduğunu, buradakilerin Avrupa ile ilişkileri olduğunu ve bu işin halledilmesi gerektiğini emretmişler. Şube Müdürü "ben bu işe girmem" diyerek faaliyete karşı çıkmış. Daha sonra görev Asayiş Şubesine verilmiş. 
Gerek adamlarımın, gerekse benim tutuklanmam, planlı bir faaliyet zincirinin birer parçası gibi gözüküyor. Farkında olmadan birilerinin menfaatine dokunduğumu hissediyorum." 
Ankara Emniyet Müdürlüğünde 3 gün sorguya tabi tutulan ve uygulanan sorgu sırasında kaburgaları kırılan Yeşil'e, özellikle MİT ile olan bağlantısının kiminle ve ne şekilde olduğu sorulmuştur. 25 Ocak 1995 tarihinde zabıt tutulmadan serbest bırakılan Yeşil'e, derhal Ankara'yı terketmesi tembih edilmiş, aksi taktirde bunu hayatıyla ödeyeceği söylenmiştir. 
Garip olan, Yeşil'e, kaçırılan iki İranlı uyuşturucu kaçakçısı ve havale edilen paralarla ilgili hiç bir sorunun sorulmamasıdır. 
Yeşil'in alındığı 22 Ocak 1995 gecesi, sabaha doğru, saat 03.00 sularında MİT Özel İstihbarat Daire Başkanı Mehmet Eymür’ün ev telefonu çalar.
Arayan Ankara Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar’dır.

Taşanlar doğrudan konuya girer. 

"Bizim asayiş ekipleri, aşırı serhoş vaziyette, pavyonda olay çıkaran Hasan Tanrıkulu isimli bir şahsı gözaltına almışlar. Şahsın üzerindeki telefonlardan sizinle ilişkili olduğu anlaşılıyor. Bir ekip yollarsanız şahsı size teslim edelim."
"Hasan Tanrıkulu mu? Orhan, ben bu isimde bir kimseyi tanımıyorum. Ancak bir de ilgili arkadaşlara sorup seni arayayım".

Eymür iligili personelden araştırır.

"Hasan Tanrıkulu isimli bir irtibatımız varmı? Serhoşken olay çıkarmış, Ankara Emniyeti almış. Tanımıyor muyuz? Yok tarifini almadım, alıp tekrar ararım."
"Orhan merhaba, bu isimde bir kimseyi arkadaşlar da tanımıyor. Şahsın tarifi nasıl? 1.80 boylarında, sakallı, vs. Peki ben seni tekrar ararım"
"Şahıs, 1.80 boylarında, sakallı, vs, vs imiş. Kim? Tarife göre Yeşil Kod mu? Allah, allah. Peki bunlar aldıkları adamı bilmiyorlar mı?"

Eymür, Orhan Taşanlar'ın oyununu anlamıştır. 

Gazetelere el altından, iki İranlı'nın kaçırılması olayınla ilgili olarak Yeşil Kod'un ve Tarık Ümit'in isimleri sızdırılmıştır. Olayda bir de para trafiği vardır. Eymür, Yeşil Kod'a sahip çıkıp Ankara Emniyetinden aldırdığı taktirde, müdüriyet onu muhakkak bir zabıtla teslim edecektir. 
Gerisi bellidir. MİT'in ve özellikle Mehmet Eymür'ün ismi hem kaçırma olayına, hemde para işine karıştırılacaktır. Belgeli, zabıtlı bir şekilde. 

"Orhan, siz, bu aldığınız adamın Yeşil Kod olduğunu bilmiyor musunuz? Daha 10-15 gün önce senin ekipler, bunun gittiği kahveyi basıp bir kaç arkadaşını almış, Yeşil'i de aradıklarını söylemişler. Sonra bunun defterinde bizden çok sizin ve Jandarma'nın ismi vardır. Bizimle bağlantılı olduğuna nasıl kanaat getirdiniz. Bizimle bir ilişkisi yok, ne suç işlediyse cezasını görsün." 
Taşanlar, mantıklı bir cevap veremez, "üzerinde sizin telefonları görünce fazla araştırmadık, size haber verdik, zaten adam aşırı alkollü" diye konuyu geçiştirmeye çalışır. Neticede konuşma son bulur. Ertesi günü bu defa Korkut Eken, Mehmet Eymür'ü makamından arar. Aynı konuyu tekrarlayarak şahsı Emniyet'den aldırmalarını ister. Eymür, meslek hayatında polisin bu kadar istekli bir şekilde adam teslim etme çabasına hiç rastlamamıştır. Korkut Eken'e "Korkut, sizin birbirinizden haberiniz yok mu? Daha dün gece Orhan aynı konuyu iletti ve kendisine bizimle alakası olmadığını söyledim. Siz o adamın Yeşil olduğunu bilmiyor musunuz? Adamı bizzat sen arattırıyordun. Bırakın bu basit taktikleri. Bizimle alakası yok kardeşim, ne yaparsanız yapın" der.

Oyun bozulmuştur.

http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=210

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

20 Ekim 2018 Cumartesi

PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 18

PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 18


“PKK Terörü Neden Azdı(rıldı)?” SDE Stratejik Planlama Kurulu’ndan Aydın Bolat, PKK Matruşkasını şöyle yorumluyor: “Bilinmelidir ki bugün PKK uluslararası bir terör markasıdır ve taşeron bir örgüttür. 

PKK’nın varlığının ve eylemlerinin, Kürt halkının talepleri ve Kürt sorunuyla bir ilişkisi yoktur. PKK çok parçalı ve dağınık bir yapılanmadır, homojen bir 
bütünlükten uzaktır. Yeknesak bir iradesi ve tek tip çizilmiş bir stratejisi yoktur. Kandil artık uluslar arası bir terör kampıdır. Türkiye üzerinde ve bölgede hesabı olan bütün devletlerin kullandığı bir terör ve savaş aracıdır. 

ABD, İsrail, İran, Irak, Suriye, İngiltere, Almanya, Rusya ve Ermenistan’ın ayrı ayrı ya da birleşik PKK’sı vardır. Türkiye’nin Arap Baharı, Yeni Ortadoğu ve özellikle Suriye üzerindeki politika ve inisiyatiflerini engellemek, sınırlamak veya kontrol etmek amacıyla yumuşak karnımız PKK terörü güç müdahalesinin bir enstrümanı olarak kullanılmaktadır. PKK markasıyla yapılan saldırılar Yeni Türkiye vizyon ve politikalarına PKK silahıyla bedel ödetmek operasyonlarıdır. Suriye bu işin ancak figüranı olabilir. Türkiye’nin bölgesel gücüne ve küresel rolüne karşı hamle yapan küresel güçler, Suriye iç savaş ve krizini bu hamle için bahane ve fırsat olarak istismar ediyorlar. PKK’nın uluslararası kullanım değeri ve kabiliyeti bitene kadar bu mücadele devam edecektir. 

Terörün Ahlaksızca Diplomatik bir Silah olarak kullanıldığı biliniyor. 

Bu konjonktürde maalesef uluslararası sistem PKK’yı tasfiye etmemize izin vermiyor çünkü onu kullanıyor. Suriye’deki sorun çözülse de çözülmese de PKK terörü bitmez. Türkiye yeni yükseldiği uluslararası ligde bölgesel gücünü ispatlarsa, diplomasi ve siyaset kurma becerisi ile PKK’nın son kullanma tarihini 
uluslararası aktörlere kabul ettirebilirse bu beladan o zaman kurtulacaktır. Tarihin ve konjonktürünün fırsatları bizim oyun kurma kabiliyetimizle birleşince PKK kartı çöpe atılacaktır. 

Suriye, Irak ve İran sınır üçgeninde, güneydoğunun en uç bölgesindeki Türkiye’nin en son yerleşim yeri olan ilçe Şemdinli’dir. 23 Temmuz 2012’de aşlayan 2 haftadan fazla devam eden 700 kişilik PKK görünümlü ağır 
silahlarla donanımlı terörist saldırı Şemdinli’yi ele geçirip alan hakimiyeti sağlayarak kurtarılmış bölge yaratıp bayrak dikme amacını taşıyordu. PKK’nın Suriye menşe’li Fehman Hüseyin kolunun etkili olduğu saldırı Suriye himayeli, İsrail destekli, çok uluslu konsorsiyum motivasyonlu planları çok önceden hazırlanmış sıra dışı bir saldırıdır. Şemdinli ve köylerinde halkın arasına karışmış terör gruplarıyla asker ile halkı karşı karşıya getirmek amaçlanmıştır. Halktan insanların hedef haline getirilerek öldürülmesiyle oluşacak tablodan işte ‘Kürt 
Baharı’ diyebilecekleri bir senaryoyu sergilemek istediler. 

Eş zamanlı olarak Çukurca’da karakollara yapılan saldırılar dikkatleri dağıtmak içindi. Ancak Şemdinli halkının PKK’ya prim vermeyen sağduyulu tutumu hain 
emellerin planlarını bozdu. Halk PKK’yı dışladı ve terörist gruplar askerle karşı karşıya kaldılar ve çok ağır bir hezimete uğradılar. 500’ün üzerinde militan Şemdinli dağlarında telef oldu. Hem emellerine ulaşamadılar hem de büyük kayıplar verdiler. İşte bu ağır yenilgiyi unutturmak için PKK-KCK-BDP’liler bölgede Psikolojik Savaş hamleleri yaptılar. Amaç‘yıkılmadık ayaktayız, bölge bizden sorulur’ edalarıyla bozulan moralleri düzeltmek ve güç gösterileri olabilecek eylemler yapmak oldu. Milletvekili kaçırmak, asker kaçırmak, Gaziantep bombalı saldırısı, Foça’da Askeri servise bombalı saldırısı nihayet PKK’lı silahlı teröristlerle BDP’li milletvekilinin kucaklaşması Şemdinli yenilgisinin atlatılması ve moral çöküntüsünün önlenmesi için yapılan intikam ve güç 
gösterisi eylemleridir. 

Son PKK saldırılarını planlayan, düzenleyen, destek veren bölgesel ve küresel güç merkezleri yani PKK taşeronunun patronları Türkiye’yi bir iç savaşa ve kardeş savaşına sürüklemeye zorluyorlar. Türkiye’yi izlediği Suriye ve bölge politikasından vazgeçirmeye çalışıyorlar. Özgür Suriye ordusuna karşı PKK kartını masaya sürüyorlar. Antep saldırısıyla Şam’daki bombalamaya 
misilleme yapıyorlar. Maalesef istihbarat örgütlerinin konuşma dili terörle oluyor. Gayri nizami savaşın ve asimetrik harbin silahı da terördür. Hakkari dağ yolundaki BDP’li sözde vekillerle üniformalı ve silahlı PKK’lı teröristlerin buluşmaları hasretle, hayranlıkla kucaklaşmaları acı bir itiraf ve ibret tablosudur. Bu sahne BDP’nin gemileri yaktıklarının, sondan bir önceki adımı attıklarının, silahlı siyaseti tercih ettiklerinin, kanun, hukuk, otorite tanımadıklarının devlete, demokrasiye, hukuka ve her şeye kafa tuttuklarının düpedüz terörist 
olduklarının itirafıdır. Bu binlerce şehidin ve canın kanları üzerinde cüretkar, küstah, pervasızca meydan okuyarak halkın sinir uçlarına basmak, milleti tahrik etmek, partilerini kapattırmak kendilerini canlı bomba gibi feda etmek, hedef yapmak, hapse atılmak ve nihayet Türk-Kürt çatışmasının fitilini ateşlemek, duygusal kopuşun ipini kesmek için ibretlik haince bir provokasyon ve ağır bir 
tahriktir. Bu tablo PKK’nın silahlı mücadelesini BDP üzerinden meşrulaştırmak istediğinin kanıtıdır. BDP de meclisi bu amaç için kullanıyor. BDP terör örgütü nün vesayeti altında değil onun Ankara TBMM’deki şubesi durumunda dır. BDP normal bir siyasi parti değil, Kürt halkının değil terör örgütünün iradesini temsil ediyor. 
PKK’nın bölgedeki baskılarıyla ‘korku oyları’ile seçiliyorlar. Siyaset üretmiyorlar, çözüm dertleri de zaten yok. Yeniden ihanet kucaklaşmasına dönersek, bu ağır 
tahrike kapılarak o meş’um niyetlerin kurbanı mı olmalıyız? Yoksa yine soğukkanlılıkla, sabrımızın limitlerini zorlayarak, hukuku, adaleti tehir mi edelim? Bundan sonraki adımı düşünebiliyor muyuz? Bu hangi çizgidir, bu limitin sonu nedir, neresidir? Kimse bundan sonrası için bu milletin sabrını test etmeyi aklından bile geçirmesin. Buna Türk’ün de, Kürt’ün de kimsenin cüreti olamaz, olmamalıdır. Eleştirilere ‘demirden korkan trene binmez’ kabadayılığı ile cevap verenlerin Kürt sorununun çözümünde zerre miskal samimiyeti yoktur. BDP’yi 
kapatmak çare değildir tabi ki ancak; teröre arka çıkanlar, teröristle sarmaş dolaş olanlar, şiddeti ve nefreti milletin gözüne gözüne sokanlar da TBMM koltuklarına bütün bunların küstahlığı ile kurulup millete, ülkeye demokrasiye ve hukuka meydan okuyamamalıdır. 

Sonuç: Kervan yürüyor. Hükümete büyük görev düşüyor. Yaşanan olaylarda güvenlik zafiyeti apaçık görülüyor. Şemdinli’de topyekun PKK saldırısına karşı 
sağlanan başarıyı unutturmaya, pervasız cüretlerini sergilemeye fırsat ve imkan verilmemeliydi. Zira bundan sonra bir şey yapmak daha zordur ve bedeli de daha ağırdır. Türkiye zor bir dönemden geçiyor. İçeri ve dışarıdaki tehditlerle ilgili risk analizini doğru yaparak stratejilerini belirlemelidir. Mal, can ve yaşama 
güvenliğinin olmadığı yerde özgürlüğün esamesi bile okunamaz. 

Hukuk otoritesini ve kamu güvenliğini sağlamak hükümetlerin ilk görevidir. Millet sabreder çünkü devlet bu meseleyi çözer, gereken tedbirleri alır inancındadır. Büyük devlet olmanın bedelleri olduğu gibi sorumlulukları da vardır. Her şeye rağmen Ankara, hem Suriye’de hem ‘Yeni Ortadoğu’da hem de Türkiye içinde 
yoluna devam ediyor, kervan yürüyor” (76). 

Kırmızı PKK, yeniden hortlatılan Zerdüştlükle, sahte mollalarla, çakma Cuma namazları ile Yeşil’leşirken uyuşturucu ticaretiyle tıpkı bir Rus Matruşkası haline 
geldi. Kürt aydınları, dini kanaat önderleri neden susuyorlar? Konuşmanın vakti geldi, geçiyor. Sivil toplum oluşur, liberal demokrasi ve liberal ekonomi gerçek İslam kardeşliği ile bölgeye yerleşirse Kürt sorunu kalmaz, tam tersine Kürtler Türkiye’nin bölgesel güç olmasında sağlam bir sura, kaleye çevrilebilir… 

PKK’nın tarihsel gelişimi, KCK bağlantısı, sosyal ve politik yönü, medya ilişkisi ve finansmanı barış sürecinde zurnanın zırt dediği yerler. Kürt sorununun çözümün de muhatap kabul edilen PKK güya silahsızlanacak, militanlarını sınır ötesine çekecek ve bölgede silahların baskısı kalkınca alternatif sesler yükselecekti. Oysa PKK 50 milyar dolarını ülkemize serbestce sokarak silah baskısını sermaye baskısına dönüştürmeyi planlıyor. Bu bağlamda marjinalleşerek küçülmesi gereken PKK, tam tersine maddi gücünü ülkemize girdirirse daha da büyüme 
potansiyeli taşıyor. Üstelik terör kisvesinden sıyrılarak, uluslararası kamuoyunda özgürlük mücadelesi yürüten sivil halk örgütü imajına kavuşturuluyor. Terörist damgası kalkan PKK daha da hoyratlaşacaktır. Zira son aylarda 2500 yeni militan kazanan PKK, Kürt gençleri kurulacak Kürdistan’da iş, memurluk gibi vaatlerle aldatıyor ve dağa çıkartıyor. Bu atmosferde isterlerse PKK Lideri Abdullah öcalan’ın dediği gibi 50 bin kişi daha çıkabilir. Taleplerine direnen Türkiye ile bu sefer daha kanlı bir savaş yürütür. Liberal ekonomi ve liberal demokrasinin bölgeye gelmesi silahların gölgesinin kalkmasına bağlı, ancak PKK’ya tanınan ayrıcalıklar şimdiden farklı Kürt seslerini baskı altına alıyor. Hükümet, KCK’ye Panzehir operasyonu ile MİT Özel Harp elemanı sızdırıp kontrolü elinde tuttuğunu sandı, daha başlangıçta bir yerde hata yaptı ve PKK’yı 
Kürt sorununun çözecek tek güç haline kendi eliyle getirdi. Şimdi ayıkla pirincin taşını… 

PKK’nın kanlı parasını AKP Türkiye’de aklayarak ekonomiye sıcak para sokmayı hedefliyor. PKKlı hainlerin uyuşturucu ticareti, haraç ve terör yoluyla elde ettiği mil-yarlarca doların, Varlık Barışı adı altında, yasal hale gelmesi için kanun bile çıkarıldı. Son iki ayda beyan edilen tutar 50 milyar 45 milyon lira. 
Önceki Varlık Barışı’nda, uzatmalara rağmen beyan edilen tutar, 27 milyar 876 milyon TL idi!.. Bunun da 5.2 milyar lirasını Ali Türkan adlı, sağlık sorunu olan bir vatandaş beyan etmiş ama 1 dolar dahi getirememişti. Bunu hesaba 
katmadığımız da, ilk Varlık Barışındaki tutar 22 .6 milyar TL oluyor. Yetkililer, 31 Ekim 2013 tarihine kadar uzatılan süre zarfında, Yeni Varlık Barışı nedeniyle toplam 100 milyar lira beyan edileceğini tahmin ediyorlar. Aklıselim sahibi herkes, silah bırakmanın, PKK’nın illegal finansman faaliyetlerinden bağımsız 
değerlendirilemeyeceğinin farkında… 

Terörle mücadelede çözüm sürecinin sınır dışına çıkma aşamasıyla birlikte PKK’nın finansman kaynakları ile mali varlığının ne olacağı sorununun da çözüm bekliyor. 2009'da yayımlanmasına karşın, içeriği güncel kalmayı başarmış bir MASAK yayınından notlar aktaracağım. “Terörün Finansmanı” adlı kitap, Hasan Aykın ile Kevser Sözmen’in imzalarını taşıyor. (Aykın, halen Cumhurbaşkanlığı DDK üyesi) 

-Terör örgütlerinin finansman ihtiyacı 10 kalemden oluşuyor: Terör örgütlerinin doğrudan maliyetleri, terör eylemine hazırlık faaliyeti, örgüt üyelerinin iaşe ve ibate giderleri, örgüt üyeleri ile yakınlarına yapılan düzenli ödemeler, eğitim masrafları, seyahat masrafları, rüşvet, propaganda masrafları, güvenli istihdam ve tahrik merkezleri için yapılan harcamalar, terör örgütünün siyasi uzantısına fon sağlanması. 

-Yıllık ihtiyaç 30 milyon dolar: Her militan için yapılan harcamanın 500 dolar olduğu varsayımıyla; 5 bin üyesi bulunan terör örgütünün kırsalda veya komşu ülke kırsalında barınma, eğitim, giyinme, silah, iletişim, mühimmat harcaması, aylık 2.5, yıllık 30 milyon dolar olarak hesaplanıyor. 

YILLIK UYDU ÜCRETİ 3 MİLYON DOLAR 

-Gelir kaynakları: Yasadışı, yasal görünümlü ve yabancı devlet bağışları olmak üzere 3 ana kaynaktan gelir sağlanıyor. 

Yasadışı gelir kaynakları; uyuşturucu ticareti, insan kaçakçılığı, sigara ve diğer maddelerin kaçakçılığı, haraç, sahtecilik, taklit ve kopya ürün ticareti, kredi kartı dolandırıcılığı, gasp hırsızlık, fidye amaçlı adam kaçırma olmak üzere 9 kalemde sıralanıyor. 

Kitapta fikir vermesi açısından yıllık uydu kullanım ücretine de yer veriliyor. Yabancı bir ülkeden yapılan uydu yayınları için yıllık uydu kullanım ücretinin 2.5 ila 3 milyon dolar arasında olduğu bilgisi var. 

ULUSLARARASI İŞBİRLİĞİ 

Kitapta, yaşadığı sağlık sorunları nedeniyle tahliye edilen ve tedavisi süren eski Genelkurmay 2. Başkanı Ergin Saygun’a atfen de önemli veriler yer alıyor. Saygun, 2008'de “Terörizmle mücadele Mükemmeliyet Merkezi Komutanlığı”nca düzenlenen “Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği Konferansı”nda; PKK’nın yıllık gelirini 400-500 milyon euro olarak açıklamış. Bu tutarın 200-250 milyon eurosunu uyuşturucu gelirleri oluşturuyor. 

Sonuç olarak, PKK’nın kontrol ettiği ve küresel düzeyde karapara aklama faaliyetlerine konu olduğu defalarca raporlanmış, muazzam bir mali varlıktan söz ediyoruz. Güvenlik güçleri, Dışişleri Bakanlığı ve Mali Suçları Araştırma Kurulu’nun (MASAK) koordineli bir çalışma yürüttüğünü duyuyoruz. 

Hükümet açısından bu zorlu meseleyi yönlendirecek iki düğüm noktası var: Örgüt yöneticilerinin PKK’nın mali varlığıyla ilgili tutumları ve bugüne kadar “esirgenen” uluslararası işbirliğinin gösterilip gösterilmeyeceği. 

Tüm bu kilit noktaları anlatan ‘The PKK’ adlı kitap geçen temmuzda Alman VDM Yayınevi’nden çıktı. Bu İngilizce kitap, ABD’deki ve Avrupa’daki akademik çevrelerde çok satıyor. Amerikan ve Türk terör uzmanlarının yazılarının yer aldığı kitabın editörleri de çok ünlü Amerikalı iki terör uzmanı. İşte önümüzdeki yıl Türkiye’de yayımlanacak kitaptan önemli başlıklar: 

UYUŞTURUCUDAN YILLIK 2,5 MİLYAR DOLAR GELİR ELDE EDİYORLAR... 

NATO’nun 2007 Kasım’ında yaptığı takviyeli Ekonomik Komite toplantısındaki verilere göre de, yasadışı narkotik endüstrisi PKK’nın en kârlı kriminal faaliyeti. 
Pakistan’daki uyuşturucunun ham üretiminden, Irak’ta damıtılmasına, sokaklarda pazarlanmasından PKK tarafından sürülmemiş uyuşturucunun Avrupa’da vergilendirmesine kadar, örgütün narkotik ticaretinin her safhasında yer aldığı ifade ediliyor. ABD Dışişleri Bakanlığı, Suçla Mücadele Programları Müdürü David M. Luna’nın 2008’deki raporuna göre; uyuşturucu ticareti PKK’nın en çok kazanç getiren kriminal faaliyeti. PKK-Kongra-Gel, İran, Afganistan ve Pakistan’ı kapsayan ‘altın hilal’ bölgesinden gelen işlenmemiş morfinin güvenliğini sağladıktan sonra tüm Avrupa’da satışını yapmak üzere kendi laboratuvarlarında eroine çeviriyor. Kendi kontrolündeki bölgelerden uyuşturucunun geçişinde uyguladıkları vergilendirme ve bu kaçakçılığı yapanlardan sınırlarda aldıkları haraçlar, bu terörist örgüt için çok önemli bir gelir kaynağı. PKK terör örgütünün yıllık geliri yıllık 50-100 milyon dolar olarak tahmin ediliyor. Başka kaynaklar daha yüksek miktarlarda tahminlerde bulunarak 

PKK’nın narkotikten elde ettiği gelirin 500 milyon Euro ile 2.5 milyar dolar arasında değiştiğini söylüyor. 

SİCİLYA MAFYASI GİBİ 

Yvon Dandurand ve Vivienne Chin tarafından hazırlanan ve Nisan 2004’te Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi (UNODC) ile Kanada Dışişleri Bakanlığı’na sunulan ‘Terörizm ile Diğer Suç Türleri Arasındaki Bağlantılar’ raporunda şu ifadeler var: Yapılan araştırmalara göre, PKK ve Kürt grupları arasındaki işbirliği Sicilya mafya aileleri arasındaki işbirliğine benziyor. PKK uyuşturucu ticaretinin, üretiminden piyasada satışına kadar, her aşamasında yer alan çok katmanlı bir organizasyon gibi çalışıyor. ilk aşama genellikle Pakistan ’dan gelen baz morfinden üretimin yapıldığı laboratuvar aşaması, son aşamaysa örgüt tarafından görevlendirilen satıcılarla Avrupa sokaklarında satışının yapıldığı pazarlama aşaması. İstanbul’da 8-10 Temmuz 2008 tarihlerinde, ABD Uyuşturucu ile Mücadele İdaresi (DEA) ve Türk Polis Teşkilatı’nın ortaklaşa düzenlediği Uluslararası Uyuşturucu ile Mücadele Konferansı’nda, ABD hükümeti PKK terör örgütünü önde gelen uyuşturucu kaçakçısı olarak nitelendirmişti. Buna göre PKK, her türlü operasyonu durdurulacak, liderleri yakalanacak ve banka hesapları ve gayrimenkuller de dâhil olmak üzere her türlü mal varlığına el konulacaklar listesine eklenmişti. 

GÖÇMEN PAZARINI KONTROL EDİYOR 

NATO Takviyeli Ekonomik Komite Toplantısı raporuna göre, göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti PKK’nın uyuşturucudan sonra en çok gelir getiren faaliyeti. PKK, sahte pasaport ve vizelerle yasadışı göç ve göçmen kaçakçılığı faaliyetlerini yürütüyor ve özellikle de 

Almanya’daki göçmen kaçakçılığı pazarını kontrol ediyor. insanlar Avrupa’ya bu sahte pasaportlarla kaçırılıyor ve orada örgüte yakın derneklere iaşe, ibate ve iş sözü verilerek kayıt ediliyor. Bu şahıslara bir iş bulunduğunda da kendilerinden ‘üyelik aidatı’ adı altında PKK adına haraç toplanıyor. PKK seyahat dokümanlarının sahteciliğinde iki yöntem kullanıyor: Başkası adına düzenlenmiş iltica ve sığınmacı başvurusu belgeleri üzerinde sahtecilik yapılıyor veya daha önceden çalınmış pasaport veya kimlik belgelerinin üzerindeki fotoğraf veya bilgiler değiştiriliyor. 

AVRUPA’DA HARAÇ TOPLUYOR 

PKK’nın iyi yapılandırılmış suç ağı, Avrupa’daki Kürt kökenli Türk vatandaşlarından, özellikle de iş adamlarından haraç toplamalarına imkân tanıyor. Bu türden haraç toplama özellikle batı Avrupa’da çok yaygın. Toplanan rakam yıllık bir milyar doları geçiyor. 

Avrupa ülkelerine PKK tarafından kaçırılan veya getirilen insanlar da gelirlerinin büyük bir kısmını örgüte vermeye zorlanıyor veya kendi iradeleri dışında uyuşturucu işinde kuryelik için kullanılıyor. Terör örgütü bu haraç toplama faaliyetlerini ‘devrim vergisi’ veya ‘gönüllü bağış’ olarak adlandırıyor. Bu tür zorla haraç alma faaliyetlerinin mağdurları, maruz kaldıkları tehdit ve cebirden dolayı bu durumu ilgili makamlara bildiremiyor lar. 

ROJ TV KARA PARA AKLIYOR 

Nakit kuryeliği olarak bilinen nakit paranın sınır ötesine taşınması yöntemi, PKK tarafından kara paranın aklanması amacıyla sıklıkla kullanılıyor. Bağışlardan, 
Türkiye ve Avrupa’daki işadamlarından toplanan para, güvenilir nakit kuryeleri aracılığıyla, örgütün Kuzey Irak’taki Hêzên Parastina Gel (HPG) olarak bilinen ve 
Halk Savunma Güçleri bünyesinde bulunan mali birimine getiriliyor. Danimarka polisi Avrupalı ve Amerikalı otoritelerle uyum içinde sürdürdüğü beş yıl süren 
araştırmaları sırasında PKK’nın ROJ TV ile bağlantılı kara para aklama faaliyetinde bulunduğundan şüpheleniyor. 

EN ÇOK SATAN AKADEMİK YAYINLAR LİSTESİNDE 

Türkiye’nin Emniyet Genel Müdürlüğü, 2010 Mayıs’ında, ABD’nin başkenti Washington DC’de ‘PKK’nın Finansmanı’ adlı bir konferans düzenledi. Konferansta terör uzmanı Türk emniyet mensupları, kuruluşundan itibaren PKK ile ilgili çok önemli verilerin yanı sıra rakamlara da dayanarak, 1990’dan itibaren Avrupa’da PKK’ya yönelik operasyonlarından sonra ortaya çıkan gerçekleri anlattılar. İşte bu konferanstaki sunumlar, bu yıl yayınlanan ‘THE PKK’ adlı kitapta yer buldu. Kitabın iki Amerikalı editörü terör konusunda uzmanlıkları tüm dünyada kabul gören isimler: New York Üniversitesi Terör Merkezi Başkanı Prof. Charles Strozier ve Cincinnati Üniversitesi Ceza Adaleti Bölümü öğretim üyesi kriminolog Prof. James Frank. Son derece titiz ve bilimsel objektiflikle ve iki yıllık bir çalışmayla hazırlanan kitap, Almanya’da ve akademik dil olan İngilizce yayımlandı. Avrupa ve ABD’deki terör uzmanları ve politikacıların dikkatini PKK gerçeğine çekmeyi hedefleyen ‘THE PKK’ ABD’de 113 dolara, Avrupa’da 69 Euro’ya satılırken, en çok satan akademik yayınlar listesine de girdi. 

BÜTÜN KAYNAKLAR SİLAH ALIMI İÇİN KULLANILIYOR 

Eski bir Alman başsavcının ifadesiyle Avrupa’da yakalanan uyuşturucunun yüzde 80’inde PKK bağlantısı var ve bu paranın çoğunluğu silah alımında kullanılıyor. 
1984-2006 arasında Türk yetkililerce PKK’ya ait toplam 40 bin 45 adet silah ele geçirildi. Bu silahların üzerindeki ayırt edici marka veya numaralar üreticiler, kaçakçılar veya kullanıcılar tarafından silindiği için büyük çoğunluğunun orijini tespit edilemedi. 

Terör örgütü PKK, vergi adı altında her ‘KCK vatandaşı’ndan para topluyor. Çiftçi, memur veya esnaf olmak fark etmiyor. Parası olmayan yoksulların çocukları ise vergi karşılığı olarak dağa çıkarılıyor. 

KCK’nın (Kürdistan Topluluklar Birliği) kurduğu ‘Devrim ve Halk mahkemeleri’ Doğu ve Güneydoğu’da uzun süreden beri faaliyet yürütüyor. Aynı şekilde yerel 
kaynakların yerinde kullanılması ilkesi de yürürlükte. Çünkü KCK kaynak olarak gördüğü ilk gelir kapısı olan ‘vergi’ toplama işine çoktan başlamış. Hâlihazırda örgüt ‘KCK vatandaşı’ olarak tanımladığı insanlardan aylık, yıllık vergiler topluyor. 

KCK sözleşmesinde yer alan ‘Yerel kaynakların yerinde kullanılması’ ilkesine göre buradan toplanan vergiler bölgede kalacak, vatandaş gelirinin yüzde 10’unu KCK yönetimine vermekle mükellef. Bunun için BDP milletvekilleri, belediye başkanları ve çalışanları maaşlarının yüzde 10’unu KCK’ya veriyor. Parti 
yöneticilerinin vergi ödediği, KCK İddianamesi’ne de yansımıştı. Örneğin Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in her ay 3 bin 500 TL KCK’ya ödeme yaptığı iddianamede yer alıyor. Aynı şekilde çalışan her vatandaş kazancının yüzde 10’unu vergi adı altında KCK’ya yatırıyor. Köyde hayvan yetiştiren veya tarımla uğraşanlar da bu yüzde 10’luk vergiye tabi tutuluyor. Hayvancılık yapanlardan küçükbaşta 10’da 1, büyükbaşta ise 20’de 1 vergi alınıyor. Durumu iyi olmayan aileler ise bir çocuğunu (istenildiği takdirde) örgüte ‘asker’ olarak göndermek zorunda. Bu KCK sözleşmesinin bir gereği. Örgüt uyuşturucu kaçakçılığı başta olmak üzere, mazot, kozmetik, araba yedek parçaları gibi birçok kalemden gelir elde ediyor. ‘Gümrük geliri’ adı altında kaçakçılardan elde ettiği gelir ise cabası. 

İRAN KARPUZU’NDA UYUŞTURUCU 

Örgüt hem kaçakçılardan ‘Gümrük vergisi’ topluyor hem de kaçakçılığı bizzat yapıyor. Ancak birebir dâhil olduğu işler daha çok yüklü para getiren uyuşturucu ve insan kaçakçılığı. Kaçakçılık daha çok kış ve sonbahar aylarında yoğunlaşıyor. Çünkü iklim şartları zorlaştıkça KCK militanlarının işi kolaylaşıyor. Aynı durum diğer kaçakçılar için de geçerli. Örgüt kaçakçılardan para alırken bir de onay veriyor. Bunun için özel hazırlanan; kırmızı renkli HPG mühürlü ve kâğıt üzerine ‘arkadaşın gümrüğünü aldık’ şeklinde not düşülüyor. Bu notu almayan kaçakçının sınırlardan geçmesi neredeyse imkânsız. Yakalanan R.D. isimli bir örgüt militanı yapılan kaçakçılığı şöyle anlatıyor: “Örgüt vergisini kesin alır. Bazen de malların taşınması için yardım eder. Bu da ekstra ücrete tabi olur. Kaçakçılar atlara daha hızlı koşsun diye viski içirir. Uyuşturucu önce Van’a ulaşır. Oradan da İstanbul’a. Uyuşturucunun kilosu İstanbul’da 5 bin 500 avroya çıkar. Van’dan İstanbul’a getirilirken uyuşturucu genellikle özel zulası olan araçlara yerleştirilir. Aynı şekilde kargo firmaları ile beyaz eşya, giyecek, yiyecek, içecek, bilgisayar kasaları gibi kapalı eşyaların içine yerleştirilerek de gönderilir. İstanbul’da dağılan mal dağıtılır kalanı ise gemilerle Yunanistan, İtalya ve 

İspanya’ya gönderilir. İspanya’ya ulaşan uyuşturucunun kilosu 17 bin avro olur. Buradan Avrupa’nın tamamına dağılır. Örgüt ayrıca şahıslardan ‘Avrupa vergisi’ adı altında para topluyor. Çünkü uyuşturucu Avrupa’ya ulaştığında KCK/PKK malın sahibini çok iyi biliyor.” 

İşin belki de en trajikomik yanı uyuşturucu ticaretinde hem kaçakçıların hem de KCK/PKK’nın uyguladığı ilginç taktikler. Uyuturcular bazen açıktan sınırdan geçirilemez. Bunun için sebze, karpuz, kavun, lahana gibi ürünlerin içine yerleştirilerek resmî gümrük kapılarından geçirilir. Kışın ortasında İran karpuzlarının bolluğu sanırım bunun en güzel delillerinden biri olsa gerek. İnsan kaçakçılığı için de örgüt aynı güzergâhı kullanıyor. Hatta bazen dağlardan tüm Türkiye coğrafyası aşılıp Ege sahili veya Marmara Denizi’nde gemilere bindirilen kaçaklar Avrupa ülkelerine gönderiliyor. 

KCK’nın bazı ‘gümrük kapıları’ hangileri? 

KCK militanları askerî karakolların yakın olduğu bölgelerde seyyar gümrükleme sistemi ile çalışıyor. Kaçıkçıların geçişlerini takip edip bunlardan vergi alıyor. 
Ancak PKK’nın sabit olarak vergi topladığı çok sayıda sözde gümrük kapısı bulunuyor. 

Bazı sabit kapılar şöyle. 

Şehidan: Şehidan Dağı’nın güneyinde, İran tarafında bulunan kısmında yer alan bir ‘gümrük kapısı’. Örgüt buradan geçirilen kaçak mazot, benzin, çay, şeker ve 
sigaradan vergi alıyor. Şahin Amed isimli örgüt mensubu yönetiminde 20 militan bu kapıdan sorumlu. 

Tise: Şehidan Dağı’nın kuzeyinde yer alıyor. Mazot, benzin, çay, şeker, sigara kaçakçılarından vergi alınır. 
Piling Suruç isimli KCK/PKK’lının yönetiminde 7 kişiden oluşan ekip bu kapıdan sorumlu. 

Harçini: İran tarafında bulunan Çobanpınar köyü bölgesini kapsıyor. Uyuşturucu, mazot, benzin, çay, şeker, sigara kaçakçılarından vergi alınır. Bu gümrük kapısı da Suruç’a bağlı çalışan 5 kişi tarafından kontrol ediliyor. 

Erbila: İran tarafında yer alan bu geçiş noktası Güvenli köyünün tam karşı noktasına düşüyor. Uyuşturucu, mazot, benzin, çay, şeker, sigara kaçakçılığı yapanlardan ücret alınır. Bu geçiş kapısı Mizgin kod adlı bir bayan terörist tarafından idare ediliyor. Toplam 12 militan Mizgin’in komutasında kaçakçılardan vergi topluyor. 

Sarıyıldız köyü: Esendere sınır kapısı yakınlarında bulunuyor. Buradan ekseri insan ve uyuşturucu kaçakçılığı yapılıyor. 

Kalereş: Örgütün bu kampına bağlı ancak seyyar gümrük sorumluları bulunuyor. Van-İran sınırını kapsayan bu geniş alanda seyyar 12 geçiş noktası yine KCK/PKK tarafından kontrol ediliyor. 

Ağrı-Kars: Çok sayıda kaçakçılık geçiş noktası örgüt tarafından kontrol ediliyor. Her türlü kaçakçılık bu alanda yapılıyor. Kaçakçılar Başkale’dan başlayıp Ağrı-Kars hattını uyuşturucu geçişinde yeni güzergâh olarak kullanmak istiyor. Tabii burada KCK/PKK’nın alacağı pay daha fazla olacak. Çünkü geniş coğrafyada kaçakçılık yapmak daha riskli ve zor. 

Hakurk: Örgütün Hakurk kampında bulunan militanları tarafından kontrol edilen geniş bir alanı kapsıyor. Esendere-Yüksekova uyuşturucu trafiğinin en yoğun 
olduğu bölge. Son dönemlerde geçiş trafiği güvenlik güçlerinin yoğun çabaları sonucunda önemli ölçüde sekteye uğratılmış durumda. 

Kalem kalem KCK’nın gelir kaynakları: 
Uyuşturucu, İnsan kaçakçılığı, Araba yedek parçaları, İş adamlarından toplanan haraçlar, Sözde KCK vatandaşlarından toplanan vergi (gelirinin yüzde 10’u), Belediyelerce kurulan paravan şirketler ile Avrupa’daki çeşitli iş kuruluşlarından toplanan paralar, Halk mahkemelerinde görülen davalarda elde edilen gelir (Basit Davalar, 1500 TL’ye görülüyor. Mal davasının yüzde 20’si KCK’ya kalıyor), Demokratik Toplum Kongresi üyeleri, belediye başkanları, milletvekilleri ve parti üyelerinin maaş veya mallarından kesilen pay. 

Örgütün İran-Türkiye sınır kaçakçılığında sözde kurduğu gümrük kapılarından aldığı pay oranları: Mazot, benzin: Katır başı 3 dolar, Şeker kaçakçılığı: Katır başı 5 dolar, Çay: Katır başı 7 dolar, Sigara: Katır başı 7 dolar, Uyuşturucu madde baz morfin (ham hâlde): Kilo başına 25 dolar, İşlenmiş uyuşturucu maddesi: Kilo başına 65 dolar, Örgüt militanlarının uyuşturucu taşınmasına verdiği destek: Parti başına 4 bin dolar, İnsan kaçakçılığına yardım: Kafile başına 5 bin dolar, Elbise: At başına 7 dolar, Kozmetik ürünler: At başına 7 
dolar, Araba yedek parçaları: At başına 7 dolar, Kokain: 10 kilo için 3 bin dolar, Av tüfeği: At başına 7 dolar, Tabanca ve diğer silahlar: At başına 15 dolar.. 

SON SÖZ 

Kardeşiz 

Dağdaki PKK’lı ne düşünüyor sorusunun yanıtı çok önemli. Komünüstlikten Zerdüşlüğe devşirilen PKK, dört ülkede Kürtlere Büyük Kürdistan Cumhuriyeti kurabilecek kabiliyette mi görülüyor? Yoksa hapishane açlık grevi oyunu ile bir anda yıldızı parlatılan onursal başkan Öcalan’ı önplana çıkartan MİT, KCK’yı kurdurarak, içine sızdırdığı ve yönettiği elemanları ile militan Kürtleri oyalıyor mu? Acaba hangisi doğru? Bu konuda en sıkı, net analizi, tenkiti, özeleştiri veya çözümlemeyi PKK’nın eski avukatlarından Medeni Ayhan, http://www.gelawej.net adlı sitede şöyle yapıyordu: 

“Apo’nun talimatı ile Kuzey Kürdistan’da PKK dışında pek çok kongre adı içeren örgütün kurulması, her birinin başına ayrı birkaç kişinin yönetici yapılması, KCK’nın ise devletin istemlerine göre PKK’nın talimat ve çatı örgütü olarak örgütlendirilmesi ve kontrol altından çıkma ihtimali büyük olasılık olan dağın güçlendirilmemesi için, herkesin KCK’da toplanarak tutulması da, dağdaki PKK’ yı etkisizleştirme ve tasfiye etmek içindir. PKK dışında Kongra Gel, KCK, DTK, KNK, HDK, BDP nin kurulması ve her birinin başına da birkaç kadronun yönetici 
yapılması kararın merkezileşmesini engellemek, dağdaki PKK’nın Apo’nun ve dolayısı ile devletin kontrolünden çıkarak Apo’yu ret etmesi halinde, diğer yapıları kendisine ve devlete bağlı tutabilmek içindir. KCK’nın, devletin 

Apo’yla verdiği talimat ile kurulması ve üstelik devletin ajanlarının yoğun şekilde bu yapı içinde yer almaları, ayrıca bu yapının PKK’nın üst talimat ve çatı örgütü 
haline getirilmesi, dağın güçlenmemesi için örgütlenecek ve cezaevinden çıkmış herkesin söz konusu yapının içinde şehirlerde bıraktırılması da, aslında dağdakilerin Apo’yu (dolayısı ile devleti) ret edeceği korkusundan kaynaklanan 
bir kontrol mekanizmasıdır. Ayrıca KCK, PKK’yı tasfiye mekanizması olmak üzere, devletin isteklerine göre oluşturuldu. Ancak bu örgütün kuruluşu sürecinde İttihatçı-Kemalist kanadın liberal muhafazakar AKP’ye karşı kullanacağı bir mücadele aygıtının olmaması karşısında, KCK’yı mücadelelerinin aleti yapmaları ve devleti temsil eden yeni gücün de kadrosuzlaştırmak ve 
etkisizleştirmek, hatta kimlerinin dağa gidişinin önünü almak için yeni kurulan bu yapının içinde olan ve olmayan herkesi toplayarak zindanlara aldılar. Şimdi AKP, hem KCK’dan tutuklananları, hem de Ergenekon ve Balyozdan tutuklanan ları mütekabiliyet (karşılılık) esası çerçevesinde tahliye ettirerek, iki tarafında eleştiri getirmeden yasaya onay vermesini sağlamış olacaktır. Dışarı çıkarılan KCK elemanlarının önemli bölümünün APO’ya (dolayısı ile devlete) bağlı kalacağı hesaplandığından dolayı da, tahliyeleri sağlanacaktır. Devlette PKK’nın Apo ile bir yol ayrımına geliş sürecinde olduğunu kendisi ile konuşmalarından bilmekte dir, ve aynı zamanda söz konusu süreci hazırlamaktadır.” 

Bu hesap ve kitaplar çarşıya uymayabilir? Gerçek ne? AK Partşi 50 bin kişiyi kapsayan bir genel af hazırlıyor, 2014 ve 2015’de ki seçimler öncesi toplumsal barış adı altında hem KCK’lıları hemde Ergenekoncuları serbest bırakmayı hedefliyor. 

“Türkiye’nin 21. yüzyıldaki geleceğini üç lider belirleyecek: Recep Tayyip Erdoğan, Fethullah Gülen ve Abdullah Öcalan.” Bu sözleri 11 Nisan 2011’de Toronto’da bir akşam yemeğinde Türk Kültür Merkezi’nde buluştuğumuz Prof.Dr.Tözün Bahçeli söylemişti. 

Kanada’da Western Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi Profesörü ve Kürsü Başkanı olan Tözün Bahçeli, 40 yıldır Kanada’da yaşayan bir Kıbrıs Türkü. Kıbrıs sorunu, Türk ve Yunan ilişkileri ve Türk dış politikası konusunda kitapları ve akademik makaleleri bulunuyor. Editörü olarak katılımda bulunduğu ve ortak yazarlarla 
yayımladığı eserler arasında; “1955’den beri Türk Yunan İlişkileri”, “De Facto Devletler ve Bağımsızlık Arayışı”, “Türkiye’de Milliyetçilik Politikaları, AKP ve Kürt Sorusu” ve “Politik İslam, Kemalizm ve Kürt Sorunu” adlı kitapları ile dikkatleri üzerine çekti. 

Benzer tesbiti 21 Temmuz 2013’te Yeni Şafak gazetesi yazarı Cem Küçük’ün köşe yazısında okuyunca şaşırdım. “ MİT Gazeteciliği ” denince artık aklıma Fatih Altaylı, Emin Çölaşan, Can Dündar, Murat Yetkin, Mehmet Ali Kışlalı, Ertuğrul Özkök ve Cengiz Çandar gelmiyor. Ergün Diler, Yiğit Bulut, Mustafa Karaalioğlu ve Cem Küçük aklıma ilk gelen gazeteci isimleri. Bu nedenle Cem Küçük’ün yazılarını “MİT servisi” veya “MİT ne düşünüyor” algısıyla okuyorum. Gazeteciler yorumları farklı bakış açısıyla okur, kimin nereye çalıştığını kavrar. 

Buyrun Cem’in Yeni Şafak’ta 21 Temmuz’da yayınlanan yazısından okuyalım: 

“Türkiye’nin mevcut durumunda üç aktör öne çıkıyor. Tayyip Erdoğan, Fethullah Gülen ve Abdullah Öcalan. Arkasında millet desteği olan Tayyip Erdoğan aynı zamanda uluslararası bir aktör. Fethullah Gülen cemaati devletin içinde belirli kademelerdeki bürokrasi alanında etkin. Eğitim faaliyetlerinden gelen büyük para ve sermaye Gülen Cemaati’nin güçlü olduğu bir diğer alan.” 

Son zamanlarda Cem Küçük, konumun gereğini yerine getirerek camiaya serbest atış yapıyor, MİT destekli evvelki salvoları sanmasın ki gözümden kaçıyor. Gerçekçi bir gözlemle başlayan yazısı Erdoğan ve Öcalan’ı adeta kutsallaştırırken, Gülen’i aynen PKK’nıjn yaptığı gibi hedefe oturtuyor. Güya askeri vesayeti kaldıran Erdoğan, ama yerine yargı vesayeti getirten camia. Kanıtı ise, eski polis şeflerinden Hanefi Avcı’ya Devrimci Karargâh davasından toplamda aldığı 15 yıl 4 ay 5 gün hapis cezası. Avcı’nın içine düştüğü durum üzücü. Günah defteri kabarıkları savunmak size mi düştü Cem bey? Gladyo karşıtı yazılar yaz, sonra kalk Gladyo’nun en önemli adamını savun! 

Hükümeti zor durumda bırakmak için bu sefer polis ve yargının içindeki vesayet uzantıları harekete geçmiş ve Kürt açılımını sakıncalı ve başarısız gösteriyormuş. Eğer bir hizmet 1911’de basılan kitabında Güneydoğu’da kurulacak bir üniversitede, İslamî ilimler okutulacağı için “Arapça lâzım; Türkçe resmi dil olarak vacip; Kürtçe mâhalli dil olarak câiz”, demişse ve sonra bir toplumun anadili kullanma hakkını vermek bir ulûfe değil normal, tabiî hakkıdır diye anlayışını herkesten önce belirtmişse, ayrıca seneler önce eğitim adına kolejler, üniversite hazırlık dershaneleri açmış ve fakir muhitlerde de parasız okuma salonları ve kurslar, faaliyete geçirmişse; Kürtçe yayın yapan TV kanalı kurmuşsa, hâlâ o hizmetin açılıma karşı olduğunu hatta açılımı baltalamaya çalıştığını iddia etmek kötü niyetliliktir… 

Cem diyor ki, “PKK içindeki şahin ve uç kanatlar devlet içindeki ezelden beri varolan yapıyla bu süreci baltalamak için var gücüyle mücadele etti ve hâlâ ediyor.” Bu yoruma katılıyorum, ancak Küçük’ü küçülten ve “MİT gazeteciliği”ni ortaya koyan sinsi yorumu şu: “Vesayet sisteminin geçmişte Türkiye’yi nereye götürdüğünü iyi bilen Erdoğan haklı olarak buna izin vermedi. Yeni vesayet, öfkesini 7 Şubat’ta gösterdi. Giremediği devlet dairelerindeki herkesi hedef aldı. Hakan Fidan, Beşir Atalay gibi bakan ve bürokratları hedef seçti.” 

Küçük’ün zan altında bırakmak istediği Türkiye’nin en önemli aktörü olarak zikrettiği Gülen. PKK nasıl camiayı düşman görüyorsa, Cem’in MİTci bu söyleminde de hedef aynı. Bu çelişkili tavır ve laf sokması MİT’den aldığı talimat gereği mi? Küçük’ün “yargı birilerinin devlet içindeki uzantısı gibi çalışır ve sistemi tıkarsa bu her yerde soruna sebep olur” dediği kim ve kimler acaba? Nedense yargı dünyasında skandal olarak nitelenen son girişimleri hükümetin yaptığını unutuyor. Görüntü, Silivri’yi boşaltma amaçlı yargı altyapısının hazırlandığı izlenimi veriyor. Üst yargıyı eski bakan Moğultay’ın eski adamları ile donatmak için genç savcı ve hakimlerin önü 20 yıl şartı ile tıkandı. Polis ve yargıda operasyon yaptıran, Ergenekon ve Balyozcuları hapse tıkanları saga sola sürdüren el, sanki Ergenekon davalarını örtbas etmek ve sanıklarını beraat ettirmek istiyor. Bunu görmemek için aptal olmamız gerekir. 

7 Şubat Krizini 28 Şubat sürecine çevirenler 

MOSSADlaştıklarını fark edemiyor mu? Tam bir Alman istihbaratı BND ve MOSSAD ortak yapımı olan KCK ile PKK’nın siyasileşmesini kim kamu oyunda masumlaştırıldı? 

MİT’in KCK’yı kurdurduğu ve yönettiği ortaya çıkınca kızılca kıyametin koptuğu doğru. Ama neden? MİT’teki Ergenekoncuları temizlemezseniz daha çok tersinden operasyon yersiniz. KCK’lıların serbest bırakılması zaten yargının hangi vesayetin baskısı altında olduğunu yeterince ispatladı. MİT’in KCK’yı legalleştirme adımının 
ne kadar Türkiye’nin bölünmezliğine hizmet ettiği belli değil. KCK’nin paralel devlet yapılanmasına göz yumulması ne kadar doğru göreceğiz. Zira üç yıldır 
Diyarbakır’dan başlayacak bir ‘Serhildan’ yani Gezi olayları benzeri ‘sivil itaatsizlik’ eylemleri hazırlayan PKK’nın yöneticilerinin iştahı Gezi ile kabardı. 
Önlerindeki tek engel camianın Kürt ve Türk halk barışını sağlamlaştıran tabandaki Kürt çocuklarına bedava Eğitim, Halk Evi ve Dostluk hizmetleri. Bu nedenle MİT, kullandığı gazetecileri camia üzerine saldırtıyor. Gerçek milliyetçilik öldü, MHP güdümde. 

AK Parti’den ve başbakandan umudumuzu kesmiyoruz, 2. Kürt açılımı ortada yok iken, Öcalan’ın eline meşhur Nevruz konuşması MİT tarafından verilmemişken, ‘Barışta hayır vardır, hayır barıştadır’ diye destekleyen Gülen değil miydi beyler! Yoksa Gülen’i barış karşıtı gösterme oyununuz elinizde patladı diye mi saç baş 
yoluyorsunuz? Gülen’in karanlık planları bertaraf etme gibi muhteşem bir vizyonu vardır. Camiayı denklem dışına çıkarmaya çalışırsanız sınıfta kalırsınız… Halk tabanında güvenilir olan partiler pırtılar değildir, kalplerin sultanıdır… 

Tekrar Tözün Bahçeli ile yaptığım mülakata dönelim, bakın 2011’de ne diyordu: “AK Parti, Kürt sorununu çözse tarihe geçer. Son 9 yılda muazzam gelişmeler oldu. Kürt kimliği ortaya çıktı ve resmen tanındı, baskılar ortadan kaldırıldı. Faili meçhul cinayetler durdu, bir suç şebekesi yargı önüne çıkartıldı, yargılanıyor. Açıklar kapatılıyor. AK Parti’nin milliyetçi Kürtlere verebilecekleri ile onların talep ettikleri arasında uçurum bulunuyor. Ne AK Parti nede başka bir parti BDT’ye 
istediklerini verebilir. Federasyon istiyorlar, bu imkansızdır. Üniter devlet yapısı bozulamaz ancak bazı yetkilerin yerel yönetimlere devredilmesi kaçınılmazdır.” 

AK Parti veya iktidar olacak herhangi bir parti Kürt vatandaşlarımıza neler verebilir? diye sormuşum Tözün’e. Çünkü kilit nokta burası… 

Tözün Bahçeli şunları öneriyor: “Merkezi Ankara yönetimi anlayışı yetersiz kalıyor. İnsiyatifin, maddi destekler artırılarak şehirlere, yerel idarelere verilmesi gerekiyor. Bazı konularda devletin imkanları da yetersiz, Kürtçe eğitimin ana okulu, ilk, orta, lise ve üniversite seviyesinde verilmesine yakında gelecekte bu nedenle gerçekleşmeyebilir. Harran ve Bilgi üniversitelerinde Kürt Enstitüleri açıldı, daha da açılacaktır. Özel televizyon ve radyolar Kürtçe yayın yapıyorlar. Kürt politikacılar 

Kürtce faaliyet gösterebiliyor, hapishanelerdeki mahkumların ve ziyaretçilerin Kürtçe konuşmasına izin veriliyor. Bunlar daha önce tabu olan şeylerdi. AK Parti’nin Kürt seçmenin yoğunlukta olduğu yerlerden yüzde 75 oranında oy alması, Kürt halkın AK Parti’ye olan güvenini gösteriyor. AK Parti, Türkiye’nin bölünemeyeceğinin teminatıdır.” 

Peki BDP ve PKK neler istiyor veya isteklerinde makuliyet var mı? soruma Tözün Bahçeli’nin yanıtı ilginçti: “Geçtimiz yıl, bazı Cengiz Çandar ve Hasan 
Cemal gibi liberal aydın ve gazetecilerinde katıldığı bir toplantıda BDP taleplerini açıkca gündeme getirdi. Katılımcıların birçoğu hayret ettiler. Yerel yönetimlerin 
bayrağı olsun, silahlı teşkilatları bulunsun istiyorlar. Kürtçenin anayasal güvenceyle resmi ikinci dil olmasını ve kültürel haklar, devlet destekli Kürtçe eğitimini talep ediyorlar. Abdullah Öcalan’da kapsayan PKK militanlara genel af gündemlerinde. Yüzde 10’luk seçim barajının kaldırılması Öcalan’la masaya oturulması da şartlar arasında. Fikir üretelim diyorlar ama bunlar çok radikal öneriler AK Parti ve devletin güç merkezlerini bunlar korkuttu, Bunların asıl niyeti nedir acaba sorusu ortaya çıktı. Elbette teklifleri ciddiyetden uzak, kabul edilemez talepler. Belki Öcalan’ın İmralı’dan çıkartılıp cezasını ev hapsinde doldurması sağlanabilir.” 

Yeni anayasamızı bu dönemde yapabilecek miyiz? Hiç sanmıyorum. Bahçeli’nin bu yöndeki soruma cevabı şaşırtıcı olduğu kadar 2015 ile 2020 arasındaki 
Osmanlıvari Türkiye’nin kafa yapısını şöyle özetler gibiydi: “Yeni dönemde Türkiye Türklerindir söylemi kalkacaktır. AK Parti, Kürtlerin çoğunluğuna eşitlikci ve özgür bir Türkiye için samimi adımlar attığını ispatladı. 
Bu süreçte PKK’nın tavrı da önemlidir. Öcalan, acımasız ve bencil kişiliğine rağmen halen PKK üzerinde ve Kürt halkının önemli bir kesiminde etkilidir. Kürtlere ‘dağ Türkü’ denildiği, Kürtlerin 2. sınıf vatandaş sayıldığı, işkence, baskı ve yasaklara maruz kaldıkları darbe dönemleri geride kalmıştır. AK Parti, Kürtlere bugüne kadar gelen Türk hükümetlerinin hepsinin üstünde haklar vermiştir ve Kürt açılımını anayasaya taşıyacaktır.” 

MİT Gazeteciliği yapmıyorum, Sosyolojik Gazetecilik yapıyorum. 

Derin çatlaklarla parça parça bölünüp parçalanması için her fitnenin sahnelendiği ülkemizde, nifak, şikak ve fesadın önüne geçmek için Kürtleri kucaklayan gayretler gösterenlerin alkışlanması gerekirken, hiç ümit edilmedik şekilde karşısına çıkılması Türkiye’nin gerçek problemlerini çok iyi bilen ve çareler üzerinde beyin yoranları derin üzüntülere sevk ediyor… Yıllardır Batıda yaşayan zengin veya orta halli iş adamlarımız kurbanlarını doğuda fakir Kürt ailelerin evinde kesiyor, Türk ve Kürt kardeşliğini güçlendiriyor, kin ve nefreti söndürüyor. Ne olur çevremizdeki İslâm ülkelerine bir de bu açıdan bakalım da kandan, feryattan başka hiçbir şeyin görünmediği bu toz duman arasında birbirini boğazlayanlardan bir ders alalım. Unutmayalım birileri bizim de öyle olmamızı istiyorlar. Allah rızası için ya bu olacaklara daha güzel bir çare bulun veya sırf iyi niyetle bulunmuş şu çarelere bir destek verin… 

Veya hiç olmazsa aleyhinde bulunmayın… 
Tenkit çok kolaydır, aynen tahrip gibi… 
Ama eğer yapıcı olmayan yıkıcı tenkitler Allah rızasının dışında bir garazdan ileri geliyorsa, yarın Ulu Divan’da Allah Huzuru’nda hesabı çok zordur. 

Cenab-ı Hak hepimize basiret versin, bizi birbirimize sevdirsin… 
Denizi Geçip bir Karış derede Boğulmayalım, Ne olur… 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

76 Bolat, Aydın.PKK Terörü Neden Azdı(rıldı)? SDE Stratejik Planlama 
Kurulu. 01.09.2012. İnternet ulaşım. http://www.sde.org.tr/tr/kose-
yazilari/1189/pkk-teroru-neden-azdi-rildi.aspx 





***

PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 17

PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 17



Suriye’deki bu karışık durum devam ettiği için, önümüzdeki zaman diliminde şu soruların yanıtlarına dikkat edilmelidir. Şöyle ki; 

1. Beşir Esad yönetimi, rejimi devam ettirmek için, PKK-KCK’nin Suriye’nin kuzeyindeki yapılanmasına zımnen izin vermeye devam edecek mi? 
2. PKK içindeki Suriyeli militanların sayısı daha da fazlalaşacak mı? 
3. Suriye üzerinden, Amanoslara ve özellikle de kırsaldaki jandarma bölgelerine yönelik olarak, militan ve mühimmat transferi artarak devam edecek mi? 
4. Bu bağlamda da, Suriye üzerinden gelen terör, Kahramanmaraş, Adıyaman, Malatya, Şanlıurfa, Mersin ve hatta Antalya’ya doğru terör uzanabilir mi? 
5. Yine PKK’nin kendi lehine alan ve şehirleri devşirmesinin nedeniyle, Halep’teki Arap ve Türkmen nüfus ciddi anlamda tepki gösterecek ve taraflar arasında 
muhtemel bir iç-çatışma olacak mı? Ve bu durumun ülkemize yansıması da olumsuz olacak mı? 
6. Bu nedenle de Irak’taki üslenmeye benzer hatalı bir durumun, Suriye’de de olmaması için çok dikkat edilmeli ve PKK’nin buradaki alan ve zaman hakimiyeti 
zayıflatılmalı ve hatta bitirilmeli mi? 
Ne dersiniz?.. 
Şimdi de yola gene devam edelim ve PKK-KCK’nin ses getirici eylem arayışlarına da beraberce irdeleyelim. 
PKK-KCK yapısı son dönemde hem şehir merkezlerinde hem de kırsalda yapılan sonuç odaklı operasyonlarla ciddi sıkıntılar yaşadığı için, kendisince ses 
getirici saldırılarda bulunarak bir çıkış yolu bulmayı arzulamaktadır… 

PKK-KCK; 

1. Kırsal arazilerde dağınık hareket edilmesini ve fakat grupların parçalanarak güçlerinin dağıtmamasını ve eylem amacıyla bir araya gelinmesini, 
2. Düzenlenen her saldırıların kameralarla kaydedilerek, propaganda saikiyle Fırat Haber Ajansı aracılığı ile haber yapılmasını, 
3. Yaz aylarında jandarma (JÖH) ve polis (PÖH) tarafından operasyon yememek için, sıklıkla (15 gün gibi) kamp noktalarının değiştirilmesini, 
4. Güvenlik güçlerini yanıltmak saikiyle kıyafetlerin farklı olmasına dikkat edilmesini ve silahların görünmemesinin sağlanılmasını, 
5. Anadolu’daki yapımı devam eden barajlara yönelik bir eylemin gerçekleştirilmesini, 
6. Özellikle ve öncelikle kalburüstü sivil, asker, bürokrat ve mülki amirlerin saldırılarda hedef alınmasını, 
7. Ayrıca, güvenlik güçlerine yönelik, pusu, mayınlama, taciz ateşi gibi riski az eylemlerin artarak devam edilmesini, 
8. Mevcut eylem tıkanıklığını da aşmak için, metropoller ve şehir merkezlerinde de saldırılar düzenlemeyi, 
9. “Şehir gerillacılığı” adı altında; sabotaj, suikast, bombalama gibi saldırı yöntemlerine ve bunlarla ilgili eğitimlere ağırlık vermeyi, 
10. Bu bağlamda Öz Savunma Birliklerini (ÖSB) metropol şehirlerde, daha yaygın, etkin ve sürekli bir şekilde yapılandırılmayı istemektedir… 

Kanımızca bundan sonraki süreçte PKK-KCK terör yapısı, Diyarbakır mliserkez olmak üzere, bazı diğer metropol şehirlerde de, ÖSB’li kişilerin eylemleri ile 
valilik ve önemli devlet binalarına, çarşı iznine çıkan askerlere, daha önce keşfi yapılan resmi / sivil polis arabalarına ve yerleşim yerleri tespit edilmiş terör ve 
istihbarat konusunda uzman olan akademisyenlere ve polislere yönelik silahlı / bombalı saldırı eylemleri yapılması söz konusu olacaktır. Eğer bu bağlamda burnum bile kanayacak olursa bunun sorumlusu Başbakan Erdoğan, Başbakan Yardımcısı Başer Atalay, Ankara Valisi Yüksel ve Emniyet Genel Müdürü Kılıçlar ve Polis Akademisi Başkanı Remzi Fındıklı’dır… 

Gediktepe + Hakur + 250 örgüt mensubunun + saldırı + Tekeli taburu + Şemdinli ilçe merkezi + Gomani + Efkar dağları kelimelerini birleştiren bir cümlenin kurulması durumunda olacak her şeyden sizce kim sorumlu olacaktır? 

PKK-KCK’nin bütün çabalarına karşın, şiddet içerikli sokak gösterilerine yurttaşlarımız asla teveccüh göstermemektedir. Neredeyse Öcalan’ın 27 Temmuz 2011’den bu yana avukatlarıyla görüştürülmemesini protesto etmek için, BDP organize ettiği bazı illerde yapmaya çalışılan eylemlerde bile vatandaşların kandırılamadığı çok net bir şekilde görülmektedir… 

BDP milletvekilleri, PKK-KCK kadrolarının tüm yönlendirmelerine rağmen, 27 Temmuz’daki eylemler alabildiğine sönük geçmektedir ve çok az sayıda katılım 
sağlanmaktadır… Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Hakkâri, İstanbul, Mardin, Mersin, Şırnak ve Van da yapılmaya çalışılan eylemlerde Kürt yurttaşlarımız asla 
itibar etmemiş ve hepsine birden katılanların sayısı 2000 rakamını bile bulamamıştır… 

Hiç bir yurttaşımız bu sokak gösterilerine katılmamakta ve itibar etmemektedir. İtibar etmemektedir çünkü, son dönemlerde yapılan KCK operasyonlarının bu 
duruma artı değer katması söz konusudur. 

Özellikle de Eylül 2011’den Ekim 2012’ye kadar yapıla gelen ve en az kesintisiz 1 yıl daha devam etmesi gereken bu KCK operasyonları sayesinde; örgütçe kitleleri eylemselliğe yönlendirebilecek kadroların bulunmasında büyük sıkıntılar yaşanmaktadır ve artık sokak eylemlerinde ciddi anlamda düşüşler yaşanması söz konusudur… 

PKK-KCK önümüzdeki haftalarda ve aylarda ne melanetler yapabilir? 

1.Öcalan her fırsatta gündeme getirilerek, yeniden onunla irtibat kurulmasına çalışılacak mı? 
2.Hakkâri / Dağlıca ve Kayseri / Pınarbaşı gibi bir terör eylemi ile ses getirici, büyük çaplı şiddet eylem arayışları ile kırsalda pusu, taciz ateşi, mayınlama gibi 
saldırı girişimleri yapılabilir mi? 
3.Özellikle de Hakkâri ve Siirt kırsal alanlarında, etkili saldırılar gerçekleştirilmeye çalışılacak mı? 
4.Amanoslar ve Karadeniz bölgeleri takviye edilerek, ses getirici eylemlere tevessül edilebilir mi? 
5.Canlı bomba, fedai türü eylemler de dâhil olmak üzere, şehir merkezlerindeki bombalı saldırı arayışlarına devam edilecek mi? 
6.Suriye’nin kuzeyindeki örgütsel varlığın güçlendirilmeye ve bu sayede Türkiye’deki terör olaylarının da artırılmaya çalışılması var mı? 
7.Yol kesme, adam kaçırma, iş makinesi yakma türünden saldırılar ile kritik altyapılara yönelik eylemlerin yapılması söz konusu mu? 
8.Çeşitli bahanelerle, sokak eylemlerinin arttırılmasına çalışılacak mı? 

PKK-KCK terör örgütü saldırıları için çözüm nedir? 

1.Hakkari / Şemdinli Çukurca’da bir hareketlilik söz konusu mudur? Çünkü; PKK-KCK, son zamanlarda, özellikle Hakkari iline yoğunlaşmaktadır ve bu bağlamda 
da Şemdinli ve Çukurca ilçelerine yönelik sanki eş zamanlı olarak saldırılar mı planlamaktadır? 
2.PKK-KCK acaba 1980 ve 1990’lı yıllarda olduğu gibi, bu yerlere yine 300-400 kişilik saldırılar mı düzenlemeyi düşünmektedir? 
3.Şemdinli’de PKK militanlarının mevzilendiği Gomani tepesi ve Günyazı köyüne yakın Yiğitler mezrası çevresi JÖH ve PÖH tarafından kontrol altına alınmış mıdır? 
4.Şemdinli’de emniyet ve asker ortaklaşa ve etle tırnak gibi bütünleşerek PKK-KCK’nin yapacağı saldırıları püskürtmüş müdür? 
5.PKK-KCK’ya karşı operasyonların arttırılarak ve kesintisiz 1 yıl devam ettirilmesi gerekli midir? 
6.Kırsalda ve sınır ötesindeki üslenme bölgelerine yönelik, istihbarat destekli, teknik imkânların çok etkin kullanıldığı önleyici hava / kara operasyonlarının 
arttırılması gerekli midir? 
7.Bu konuda özellikle jandarma ve askeri birimlerin yönlendirilmesi zaruri midir? 
8.Karacı yapılanmanın bir an önce re-organize edilmesi ve mutlaka ‘bekle-öl’ şeklinde değil, ‘saldır-vur’ şeklinde konuşlandırılması mı gereklidir? 
9.PKK-KCK’nın içinde de inanılmaz derecede ideolojik bunalım, strateji geliştirememe, örgüt içinde hizipleşme, iç hesaplaşmalar, derin devlet ile çok sıcak 
birliktelikler ve liderlik çekişmeleri gibi sorunlardan acaba yararlanılabilmekte midir? 
10.Öcalan’ın izole edilmesinin devamlılığı ve PKK-KCK örgütünü itibarsızlaştıran / etkisizleştiren uygulamaların üzerine hassasiyetle gidilmesi gerekli midir? 
11.PKK-KCK’nin üst düzey yöneticilerine, İsrail’in FKÖ’nün, İran’ın PJAK’ın, Rusya’nın Çeçenler’in üst düzey yöneticilerine yaptığı nokta ve sonuç odaklı yaklaşımın aynısının tıpkısının yapılması artık bir an önce gerçekleştirilmeli midir? 
12.Yine bu paralelde, şehirlerde halk ayaklanması ve alternatif devlet yapılanmasını amaçlayan illegal KCK oluşumlarına yönelik operasyonların aynı hassasiyetle sürdürülmesi gerekli midir? 
13.PKK-KCK yapısına yurtdışı kaynaklı desteğin kesilmesine yönelik atılması gereken bütün adımların aksatılmaksızın arttırılması lazım mıdır? 
14.Bu bağlamda, Irak’ın kuzeyindeki PKK-KCK devletinin kurulmaması ve Suriye’deki karışıklığın örgütsel bir kazanıma dönüşmesinin önlenmesi yapılmalı mıdır? 
15.Kamuoyunda, “terörle müzakere” edilebileceği gibi bir algının oluşturulmasının önüne geçilmesi amacıyla; kesinlikle ve özellikle bölge halkının sorunlarının teröristler ile pazarlık konusu ol(a)mayacağı, çözüm sürecinde rol almak isteyenlerin silahla ilişkilerini sonlandırmaları gerektiği net bir biçimde vurgulanmalı mıdır? 
16.Kamuoyunda, “terör olaylarının artmasına paralel olarak uzlaşma zemini arandığı” izlenimine asla ama asla ve hatta Beşir Atalay’ın rağmına meydan verilmemelidir değil mi? 
17.Örgüt üst düzey sorumlularının yerlerinin tespit edilmesinde büyük fayda sağlayacak ve örgütteki çözülmeleri hızlandıracak mıdır? 
18.Terörle Mücadele Kanunu Kapsamına Giren Suçların Faillerinin Yakalanmasına Yardımcı Olanlara Verilecek Ödül Hakkında Yönetmeliğin ışık hızıyla hayata 
geçirilmesi gerekli midir? Elzem midir? Olmazsa ihanet midir? 
19.PKK-KCK örgütünün içinde bulunduğu sıkıntılardan dolayı örgütsel problemlerin / ayrışmaların, son dönemde alabildiğine fazlalaştığı ve örgütten 
kaçışların / ayrılmaların inanılmaz arttığı kamuoyuna yeterince anlatılmakta mıdır? 
20.PKK-KCK yapılanması Şemdinli ve Yüksekova’da neredeyse 5000 sivil halkın ölmesinin örgütçe göze alınması söz konusu mudur? 
21.Mesut Barzani’nin terör örgütünü açıktan desteklediği ve hatta bol miktarda askeri kamuflaj ve kıyafet temin etmesi doğru mudur? 
22.Şemdinli’ye yönelik saldırı girişimi öncesinde başka bir oyun çevirip, güvenlik güçlerini başka bir bölgeye çekmeye çalışacakları, sonrasında ilçe merkezinde 
güvenlik güçlerinin sayılarının azalmasından faydalanarak saldırıya geçmeleri mi söz konusu olacaktır? 
23.Gediktepe + Hakur + 250 örgüt mensubunun + saldırı + Tekeli taburu + Şemdinli ilçe merkezi + Gomani + Efkar dağları kelimelerini birleştiren bir cümlenin kurulması durumunda olacak her şeyden sizce kim sorumlu olacaktır? 
24.Yüksekova sorumlusunun kim olduğu, Yüksekova ve Şemdinli’nin ele geçirilmesi, Çukurca’nın çevresinin sarılması, sonunda da bütün Hakkâri’nin ele geçirilmesi çalışması var mıdır? 
25.Dalamper Dağının Hakurk Bölgesi’ne bakan tarafında sınıra yakın bir yerde 1800 kadar militanın beklediği, 16-17 katıra yüklü şekilde ağır makineli 
silahları ve bol miktarda ilkyardım malzemesinin varlığı söz konusu mudur? 
26.Yüksekova’ya 700 örgüt mensubunun gönderildiği, askeri operasyonların neticesi ne olursa olsun Şemdinli ve 
Yüksekova’yı basmaya kararlı oldukları doğru mudur? 
27.Diyarbakır – Lice içinde böylesi bir basma planının varlığı söz konusu mudur? (71). 

PKK terör örgütünün Avrupa ülkelerinde vakıf, dernek, vb. kuruluşlar adı altında topladığı yardımlar gelir kaynakları arasında büyük meblağları ifade etmektedir. Bu kuruluşlar Almanya, Hollanda, Rusya, İsviçre, Danimarka, İsveç, ABD, Kanada ve Fransa gibi ülkelerde kurulu olup, toplanan para trafiği Kürt Demokratik Halk Birlikleri (ERNK) tarafından kontrol edilmektedir. Sayıları 165'i 
bulan bu dernekler 9 federasyonun çatı kurumu olan KON-KÜRD tarafından organize edilmektedir. PKK terör örgütü Almanya'da resmen yasaklanmasına rağmen faaliyetlerini farklı isimlerde kurulan dernek ve kuruluşlarca sürdürmektedir. 

Öte yandan PKK terör örgütünün diğer gelir kaynaklarını şu şekilde sıralamak mümkün: 

Yandaş devletlerin yardımlarını da unutmayalım. Özellikle PKK terör örgütünün kurulduğu yıllarda doğrudan parasal olarak yapılan yardımlar halen devam 
etmekte fakat ABD'ye yapılan terör örgütü saldırısı sonucu terörün algılanışının farklılaşması ve günümüzdeki yeniden yapılanmalar sonucu yerini kısmen dolaylı yardımlara bırakmıştır. Bu dolaylı yardımlar ise yandaş devletlerin topraklarında barınma izini, terör örgütü üyelerine verilen eğitimler şeklinde sıralanabilir. Yakalanan teröristlerin ifadelerinden Türkiye ve çeşitli 
Avrupa ülkelerinden Yunanistan'a gönderilen PKK terör örgütü üyelerinin bu ülkede patlayıcı madde eğitimi aldıkları anlaşılmaktadır. Uyuşturucu ticareti en büyük gelir kalemidir. Türkiye'nin jeopolitik konumu düşünüldüğünde, Asya ile Avrupa'yı birbirine bağlayan Türkiye'nin, Orta Doğu'dan Avrupa ülkelerine yapılan uyuşturucu ticareti için uygun güzergâha sahip olduğu görülmekte dir. PKK terör örgütü, nakliyesi kolay, müşterisi hazır, para ile takası kolay ve geliri giderlerine göre çok yüksek olan uyuşturucu maddelerin ticaretini 
gerçekleştirmekte ve bu ticaretten yüksek gelir elde etmektedir. Yakalanan terör örgütü üyesinin ifadesine göre Van'dan İstanbul'a götürülen uyuşturucu maddenin kilosu 5 bin 500 Euro olurken Avrupa'ya çıkartılan uyuşturucu  maddenin kilosu 17 bin Euro'ya ulaşıyor. Diyarbakır Valiliği'ne göre; 2010 ve 2011 yıllarında bölgeden geçirilirken yakalanan uyuşturucu madde miktarının 39,3 ton ağırlığında olması terör örgütünün finansal kaynakları arasında uyuşturucu ticaretinin büyük önemi olduğunu gösteriyor. PKK, her türlü kaçakçılık işleri yapmaktadır. 

Bunlar içerisinde silah, petrol ve petrol ürünleri, insan, sigara vb. kaçakçılığını sayabiliriz. Özellikle son yıllarda sigara ve petrol ürünlerindeki yükselen fiyatlar nedeniyle vatandaşlar alternatif arayışlara girmiş ve özellikle İran ve Irak'tan getirilen kaçak sigara ve petrol ürünlerine talep artmıştır. Ülkeye kaçak olarak getirilen sigara ve petrol ürünleri vergisiz olarak ve yüksek kâr marjı ile satılmakta, sağlanan gelir ise PKK terör örgütüne verilmektedir. Yurtiçinden ve yurtdışından topladığı haraçlar her sene artmaktadır. 

Haraç ile ifade edilen ise PKK terör örgütü ile ilgisi olan veya olmayan kişi ve kuruluşların terör örgütüne zorla yaptıkları mali desteklerdir. Bu yol ile toplanan 
gelirin yıllık 150 milyon Euro civarında olduğu tahmin edilmektedir. Fransa’da açılan PKK davasında bir milyar ABD doları rakamı telaffuz edilmiştir. Hıristiyan 
misyonerler vasıtasıyla sıcak paralar Avrupa’dan ülkemize taşındığı içim kimse gerçek rakamı bilemiyor. Soygun ve gasp yapan PKK, özellikle büyük şehirlerde aktiftir. Ünlü türkücü İbrahim Tatlıses’ten bile gasp yoluyla paralar alınmıştır. Tüm zengin işadamları hedefleridir. Terör örgütü üyeleri tarafından gerçekleştirilmekte olan soygun ve gasptan sağlanan kaynakların büyük meblağlar olmadığı düşünülse de, devletimizi ve vatandaşlarımızı hem maddi hem de manevi olarak kayıplara uğratmaktadır. Sahtecilik almış başını gitmiştir. 

Günümüzde baskı teknolojisinin de ilerlemesi ile para basımı için gerek duyulan araç ve gereçler kolaylıkla elde edilebilmekte, terör örgütünün ihtiyaç duyduğu kaynak sahte para basılıp piyasaya sürülerek sağlanmaktadır. 

Görüldüğü üzere PKK terör örgütü hayatımızın her alanına girerek kendisine para kaynakları yaratmaktadır. Bizim bu bataklığı tamamen kurutabilmemiz için mutlaka finans kaynaklarına inilmesi ve milletimizin çok uyanık olması gerekmektedir (72). 

Zirve Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (OSAM) Müdürü Doç. Dr. Gökhan Bacık, terör örgütü PKK'nın, her yıl ihtiyaç 
duyduğu milyarlarca dolar parayı sınır bölgelerinde kaçakçılardan ''vergi'' adı altında topladığı haraçlardan elde ettiğini belirtiyor. Doç. Dr. Bacık, terör örgütü 

PKK'nın, 2011-2012 yılında bir teröristin dağda barınması için günde ortalama 70-80 dolar harcadığını, söz konusu teröristin bir yerden bir yere eylem yapmaya gitmesi durumunda ise maliyetin katlandığını kaydediyor. 
Maliyetler karşısında örgütün büyük paralara ihtiyaç duyduğuna işaret eden Doç. Dr. Bacık, ''Terör örgütü PKK'nın, silahlı mücadele süresi uzadıkça, haraç ve bağış yoluyla elde ettiği gelirlerinde ciddi oranlarda düşüş görülüyor. Örgüt, her yıl ihtiyaç duyduğu 4-5 milyar doları sınır bölgelerinde kaçakçılardan 'vergi' adı altında topladığı haraçlardan elde ediyor. PKK, terör örgütünün varlığını sürdürebilmesi için mutlaka büyük bir ekonomik kaynak oluşturması gerekiyor. Örgüt, uyuşturucu, silah kaçakçılığı, göçmen ticareti gibi işler oluşturarak ciddi 
maddi gelirler elde etmeye çalışıyor'' diye konuşuyor. 

Türkiye'de sadece PKK'nın değil, faili meçhullerden, darbelere kadar bütün negatif yapıların ekonomik yapısının bulunduğunu, bu illegal ekonomik yapıların 
mutlaka çökertilmesi gerektiğini, aksi takdirde milyar dolarlık uyuşturucu ve sigara kaçakçılığı pazarının olduğu yerde bu kaynağa talip olanların da mutlaka çıkacağını dile getiren Doç. Dr. Bacık, şunları tesbit etmiş: ''Tabii ki, 
PKK da diğer örgütler gibi finansal kaynaklarını diri tutmak isteyecektir. PKK ve benzeri örgütler, Afganistan üzerine gelip Türkiye üzerinden Avrupa'ya giden göçmen kaçakçılığı işinden de ciddi gelir elde ediyor. Ancak terör örgütü PKK'nın, bu kadar parayı bunca yıldır bu kadar rahat bulması çok çok problemli bir sorundur. Türkiye gibi büyük iddiaları olan bir devletin, gücüne paralel bir şey 
değildir. Bu gayri meşru ekonomik güç ortada durduğu sürece de, istediğiniz kadar operasyon yapın, temizlik yapın, o yine yeşerip ortaya çıkar. Terör örgütünün para muslukları kesilmedikçe, örgütün yok edilmesi veya silah 
bırakmaya zorlanması imkânsız. Polisin ve jandarmanın gerek sigara, gerekse de uyuşturucu kaçakçılarını yakalaması büyük bir başarıdır. Ama insanlar doğudan  gelen uyuşturucuyu Türkiye üzerinden batı pazarına götürdüğü sürece, ne terör biter, ne de bu bölgedeki istikrarsızlıklar biter'' (73). 

Terör örgütünün ulusal ve global mali kaynaklarının yer aldığı Mali Suçları Araştırma Kurulu raporu, PKK'ya yapılan yardımları mercek altına aldı. Raporda, Türkiye'de bulunan terör örgütüne yakın derneklere Avrupa'dan yüklü 
miktarda para aktarımı gerçekleştirildiği ortaya çıktı. MASAK'ın, söz konusu raporunu MİT, emniyet ve savcılığa gönderildi. Raporda yer alan belgeler, 
Avrupa'nın terör örgütüne yaptığı mali yardımları tescil ediyor. Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK), bir ihbar üzerine Diyarbakır merkezde bulunan ve özellikle kadın ve çocuklara yardım etmek için kurulduğu öne sürülen 'Umut Işığı Kadın Kooperatifini' yakın takibe aldı. 2008'de kurulan derneğin mali hesaplarını inceleyen MASAK, Umut Işığı Kadın Kooperatifine Avrupa'daki tanınmış yardım vakıflarından 3 yıl içinde toplamda 760 bin İsveç Kronu, 100 bin Amerikan Doları ve 125 bin lira para aktarıldığı ortaya çıktı. MASAK uzmanları bu paranın PKK'ya aktarıldığını iddia ediyor. 2008'de kurulan Umut Işığı Kadın Kooperatifi'ne mali destek sağlayan kuruluşların izini süren MASAK, Avrupa'daki İsveç Kürt Kültür Vakfı'na ulaştı. Vakıf üzerinde araştırma yapan MASAK uzmanları, Stockholm Kürt Kültür Derneği ve bazı oluşumların yasal kılıf altında PKK'nın dağ kadrosuna militan temin ettiğini iddia etti. Raporun konu ile ilgili kısımlarında "Umut Işığı Kadın Kooperatifine para transfer eden Kürt Kültür Vakfı hakkında internet  üzerinden yapılan taramada; Stocholm Kürt Kültür Derneğinin de içinde bulunduğu bazı oluşumların yasal kılıf adı altında PKK'ya dağ kadrosu ve militan temini amacıyla hizmet verdiği, bunların aynı zamana PKK militanlarının buluşma noktası olduğu Türk ve Kürt iş adamlarını tehdit ederek çok miktarda nakit temin ettikleri, bürolarında uyuşturucu ticaretini ve organize fuhuşu yönettikleri, İsveç hükümetinin PKK'yı terör örgütü olarak tanımakla birlikte bu tür paravan kuruluşlara müsamahakâr davrandığı iddia edilmektedir" ifadeleri yer aldı. 

Maliye Bakanlığı'na bağlı Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) PKK'ya finans desteği sağlayan oluşumları yakın takibe aldı. 2 yıl süren çalışmanın ardından Avrupa'daki vakıflardan Chest Vakfı, Global Fund Children ve Ashoka General gibi kuruluşların Diyarbakır'da PKK'ya yakınlığıyla bilinen 'Umut Işığı Kadın Kooperatifi' adlı kuruluşa yüklü miktarda para aktardığını tespit etti. MASAK tarafından hazırlanan raporunun MİT, Emniyet ve savcılığa gönderildi. Raporun 
konu ile ilgili kısmında: " Umut Işığı Kadın Kooperatifi'nin doğrudan kendi hesaplarına yahut ortak veya çalışanlarının hesaplarına yurt dışından 'Kürt Kültür Vakfı (Kurdiska Kulturstiftelsen)' tarafından toplam 469,800 SEK, Vansterpartiet Jarfalla (İsveç Sol Parti) tarafından 290,000 SEK, Global Fund For Children tarafından 15,000 USD, Ashoka General tarafından 26,435,63 USD ve Chrest Foundation tarafından 45,598 USD tutarında para transfer edilmiştir. Diğer yandan İsveç İstanbul Başkonsolosluğu tarafından Kurdiska 
Kulturstiftelsen adlı kuruluşa 140,931 SEK tutarında para transfer edilmiştir" bilgileri yer alıyor (74). 

Terör örgütünün beslendiği en önemli finans kaynaklarının başında uyuşturucu ticareti geliyor. Emniyet'in raporlarında da PKK-uyuşturucu ilişkisi konusunda çarpıcı veriler yer alıyor. Buna göre 1981'den beri yapılan operasyonlarda 60 PKK sığınağında yüksek miktarda uyuşturucu ele geçirildi. Bu kapsamda 839 
terörist tutuklandı. Operasyonlarda 4 bin 253 kilo eroin, 22 bin 830 kilo esrar, 4 bin 305 kilo bazmorfin, 8 kilo afyon sakızı ve 710 kilo kokain yakalandı. Güvenlik güçleri, teröre de finansman sağlayan uyuşturucuya yönelik operasyonlarını son yıllarda sıklaştırdı. 1988'de zehir tacirlerine 2 bin 737 baskın yapılmışken, bu sayı 2011’de 18 bin 24'e çıktı. Öte yandan terör örgütünün uyuşturucu 
bağlantısı Avrupa Birliği polis teşkilatı EUROPOL, NATO Ekonomik Komitesi ve Birleşmiş Milletler Uyuşturucu Kontrol Programı'nın raporlarına da girdi. 
Emniyet Genel Müdürlüğü arşiv verilerine göre terör örgütüne yönelik operasyonlarda 60 PKK sığınağında yüksek miktarda uyuşturucu ele geçirildi. Son 27 yılın arşiv verilerinde 363 uyuşturucu operasyonunda zehir tacirlerinin PKK, DHKP/C, TKP-ML, Devsol ve Asala gibi terör örgütleriyle bağlantılı olduğu ortaya çıktı. Son yıllarda terör örgütünün finansman kaynakları arasında 
olduğunun net bir şekilde ortaya çıkmasıyla birlikte uyuşturucu operasyonlarına büyük önem verildi. Örneğin 1998 yılında uyuşturucu tacirlerine yönelik 2 bin 737 operasyon yapılmışken 2011'de bu sayı 18 bin 24'e çıktı. 

1999'da uyuşturucudan yakalanan şüpheli sayısı da 6 bin 121 kişi iken 2011 sonunda bu sayı 38 bin 534'ü buldu. Terör örgütlerinin eylemlerinin devam etmesi büyük ölçüde finansal kaynakların yeterliliği ve devamlılığına 
bağlı. Örgütlerin silah, barınma, beslenme, iletişim, propaganda gibi ihtiyaç ve faaliyetleri büyük çapta finansal kaynak gerektiriyor. Terör örgütü PKK için de 
uyuşturucu kaçakçılığının en önemli gelir kaynaklarından biri olduğu ifade ediliyor. Emniyet Genel Müdürlüğü arşiv kayıtlarında terör örgütü mensuplarının ifadeleri ve ele geçirilen belgelerdeki para kayıtları PKK'nın uyuşturucudan finansman sağladığını açıkça ortaya koyuyor. Türkiye'de istihbarat birimlerinin narko terör raporlarına göre PKK artık dünya raporlarına uyuşturucu kaçakçısı olarak girmemek için özel bir önem gösteriyor. Avrupa ülkeleri ve Amerika gibi yerlerde daha rahat hareket edebilmek amacıyla uyuşturucu kaçakçılığı işlerini 
örgütle direkt bağlantısı ortaya çıkmayan kişilere yaptırıyor. Ancak yine de her yıl yayınlanan uluslararası raporlar örgütün zehir tacirliğini ortaya çıkarıyor. Avrupa Birliği polis teşkilatı EUROPOL tarafından yayımlanan 'AB Terörizm Durumu ve Eğilim Raporu (TE-SAT 2012)' başlıklı raporda PKK'nın Avrupa'daki üyelerinin işlediği suçlar arasında uyuşturucu kaçakçılığı da sıralanıyor. 
PKK'nın uyuşturucu kaçakçılığından kazandığı parayı terörist faaliyetlerde kullandığı ifade edilen raporda, Avrupa'nın PKK için lojistik destek üssü durumunda olduğu vurgulanıyor. PKK'nın örgütsel faaliyetlerini finanse etmek için Avrupa içinde ve dışında uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı belirtiliyor. Terör örgütünün, militan devşirme ağını endişe kaynağı olarak gören raporda kara 
para aklama, uyuşturucu ve insan kaçakçılığının örgüt için temel finansman kaynağı olduğu tespiti yapılıyor. NATO Ekonomik Komitesi 2009'da hazırladığı 'Terörün ekonomik ve maddi boyutu' başlıklı gayri resmi raporunda PKK'nın finans kaynaklarına dair çarpıcı bilgiler veriyor. Terör örgütlerinin finans kaynaklarına ilişkin uluslararası istihbarat kurumlarından elde edilen bilgiler doğrultusunda hazırlanan raporda, Avrupa'dan PKK'ya 200 milyon Euro 
aktarıldığı belirtiliyor. Raporun 70. maddesinde bu miktarın 25 milyon Euro'sunun bağış olarak toplandığı, geri kalan miktarın ise uyuşturucu, insan kaçakçılığı ve kara para aklama gibi yasa dışı işlerden toplandığı vurgulanıyor. Birleşmiş Milletler Uyuşturucu Kontrol Programı (UNODC) 2011 yasa dışı uyuşturucu kaçakçılığı analizlerinde de PKK'nın rolünden bahsediliyor. 

Uyuşturucu ticaretiyle silahlı terör örgütlerinin ilişkisinin irdelendiği 2012 raporunda da PKK örneği veriliyor. UNODC 2007 raporlarında, terör örgütünün uyuşturucu madde kaçakçılığının imalat, taşıma, aracılık, satış ve sokak satıcılığı gibi her safhasında yer alarak, finansal destek sağladığına dikkat çekiliyor. Avrupa'da uyuşturucu ticaretini kontrol altında tutan PKK'nın, Afganistan, 
Pakistan ve Irak üzerinden getirilen uyuşturucuyu İtalya, Bulgaristan, Yunanistan ve Romanya'daki yasa dışı örgütler ile işbirliği içerisinde Avrupa'ya nasıl aktardığı ve pazarladığı belgeleriyle ortaya konuluyor. 30 Mayıs 2008 
tarihinde, ABD yönetimi tarafından 'Yabancı Narkotik Çeteleri Belirleme Yasası' çerçevesinde 3 PKK terör örgütü yöneticisi uyuşturucu kaçakçıları listesine dahil 
edildi. ABD Hazine Bakanlığı bünyesindeki Yabancı Varlıkların Kontrolü Ofisi tarafından 14 Ekim 2009 tarihinde yapılan açıklamada söz konusu şahısların 'Özel Olarak Belirlenmiş Uyuşturucu Kaçakçısı' olarak ilan edildiği bildirildi. Bu bağlamda bahsi geçen terör örgütü PKK yöneticilerinin ABD'de bulunan mal varlıklarının dondurulmasına ve Amerika Birleşik Devletleri vatandaşlarının bu şahıslarla ekonomik veya ticari nitelikli bir işlem yürütmesinin yasaklanması na karar verildi (75). 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

71 Aytaç, Önder. PKK-KCK Nereye Koşuyor? Rotahaber.com. 28.10.2012. 
72 Ban, Ünsal. PKK Terör Örgütünün Para Kaynakları. Bugün gazetesi. 13.11.2011. 
73 Bacık, Gökhan. Terör Örgütünün en büyük gelir kaynağı. Sabah Gazetesi. 13.07.2012. 
74 Kılıç, Mustafa. İşte PKK’nın para kaynaklarının belgesi. Milli Gazete. 21.09.2012. 
75 Sarıkaya, Salih.PKK sığınakları uyuşturucu deposu. Zaman gazetesi. 27.09.2012. 


18 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***