18 Aralık 2016 Pazar

ETNİK-IRKÇI–BÖLÜCÜ PKK TERÖRÜNÜ DOĞRU ANLAMAK BÖLÜM 1


ETNİK-IRKÇI–BÖLÜCÜ PKK TERÖRÜNÜ DOĞRU ANLAMAK  BÖLÜM 1








ETNİK-IRKÇI–BÖLÜCÜ PKK TERÖRÜNÜ DOĞRU ANLAMAK 




Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi 

Ey Türk Gençliği! 
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. 
Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. 

İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. 

İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. 

Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. 
Bütün bu şerâitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. 
Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. 


Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur! 

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK 



SÖZBAŞI 



 Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 2009 yılının Mayıs ayında yaptığı bir açıklamada, yakında iyi şeyler olacak dedi. 
Silahlı terör örgütü PKK mensupları ve bölücü siyasiler için yapılacağı anlaşılan bu iyi şeyler, 29 Ekim 2009 tarihinde Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla açıklanacaktı. 
Fakat Öcalan’ın yol haritası ilan edeceğinin kamuoyuna yansıması sonucu siyasi iktidar telaşa kapıldı ve “ PKK Açılımı ”nı, “ Kürt açılımı ” söylemiyle başlattı. 


 Büyük Türk milleti, tarih boyunca açık ya da örtülü pek çok düşman saldırısıyla karşılaşmıştır. Çin istilalarından tutun da Moğol işgaline kadar pek çok acı yaşamıştır. 
Bunların sonuncusu da Birinci Dünya Harbi’nde İngilizlerin öncülüğündeki istila ve talan olmuştur. Fakat Türk milleti, birlik ve beraberlik ruhuyla bunların hepsini aşmayı başarmıştır. 

 Avrupa ülkeleri, Türk milletini, Küçük Asya’dan, yani Anadolu’dan kovmak için harekete geçmişlerdir. Bunu da Sevr Antlaşması ile yapmaya çalışmışlardır. 
Fakat emellerine ulaşamamışlar ve Milli Mücadele’de Türk devleti bir kere daha küllerinden doğmuştur. Sömürgeci devletler, o zaman yapamadıklarını, 20’inci yüzyılın ikinci yarısından itibaren hayata geçirmek için harekete geçmişlerdir. 

 Dost ve müttefik oldukları belirtilen Batılı ülkelerin ve bazı komşularımızın hedefi, büyük Türk milletinin elini kolunu bağlayıp diz üstü çökertmektir. 
Dilini, dinini, kültürünü ve nihayet ordusunu paramparça ederek, Türk devletini parçalamak ve kolay bir lokma haline getirmektir. Bunun için seçilen araçlardan biri de PKK terör örgütüdür. 



 Terör örgütü ASALA, Ermenilerin isteklerini dünyaya duyurmak için kurulmuş bir silahlı propaganda ve katliam örgütüydü. PKK terör örgütü de, siyasi etnikçilik (Kürtçülük) yoluyla Türkiye’yi bölmek üzere silahlı propaganda ve katliam aracı olarak görev yaptı. Türk devletini yönetenlerin bir bölümünün gafleti, dalaleti ve hatta hıyaneti yüzünden bunda da bir hayli yol aldı. 


 Türk milletinin ve Türk devletinin içinde bulunduğu durum, şayet doğru tahlil edilirse sağlıklı sonuca varılabilir. Türk milleti, dışarıdan gelen açık ya da örtülü saldırılara karşı her zaman bir yumruk gibi birleşmiştir. Bunu gören Batılı ülkeler ve diğer güçler, bu sefer değişik bir yola başvurmuşlardır. Gelinen noktanın ana görüntüsü şudur: 

 Türk milleti, kendi elleriyle kurduğu Türk devletini, kendi içinden çıkarılmış, ancak kendisini kabul etmeyen birilerine teslim etmek üzeredir. Türk devleti, gövdesi içeride, kafası dışarıda olan kişilerin kontrolüne geçme tehlikesiyle karşı karşıyadır. 


 Dış güçler kendi devletleri ve milletlerinin menfaatini elbette her şeyden üstün tutacaklardır. Bu onların görevidir. Bundan dolayı onları suçlamanın ya da ayıplamanın anlamı yoktur. Onlar çıkarlarının gereğini elbette yapacaklardır. Fakat önemli olan biz ne yapacağız? Yabancıların oyunlarına karşı büyük Türk milleti ne yapmalıdır? Asıl üstünde durulması gereken konu şudur: Biz ne yapmalıyız? Bu sorunun cevabını bulabildiğimiz an, kendine güvenen ve kendi kararlarını kendisi veren bir devlet olacağız. 


GİRİŞ 


TÜRKİYE’DE BÖLÜCÜ HAREKETİN TEMELLERİ 


1. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Bölücülüğün Kısa Geçmişi 


 Dünyadaki sömürgeci politikaları İngilizler geliştirmiştir. Bir ülkeyi ele geçirmek ve sömürmek için özellikle 18. yüzyıldan itibaren yeni politikalar uygulamışlardır. Sömürmek istedikleri ülkelerdeki sosyal farklılıkları kendi emelleri bakımından doğru teşhis etmişler ve o noktalardan harekete geçmişlerdir. O asırlarda, bilinen dünyanın iki gücünden biri de Osmanlı Devleti idi. Osmanlı Devleti, dünyanın en önemli coğrafyasına hâkimdi. Devlet, çeşitli millet, topluluk ve halkların yaşadığı milyonlarca kilometre kare topraklara sahipti. 

 İngiltere, bu geniş coğrafyada yaşayan çeşitli milletleri, güç merkezlerini ya da kanaat önderlerini, Osmanlı Devleti’nin aleyhine çevirebilmek için büyük çaba harcamıştı. Osmanlı Devleti’nin yönettiği ülkelerde gözü olan yalnızca İngilizler değildi. Rus Çarlığı ve Fransa gibi devletler de Osmanlı Devleti’nin yönettiği topraklara göz koymuşlardı. Bu kapsamda, Osmanlı Devleti ve Müslümanların yaşadığı topraklardaki çeşitli milliyet, ırk, din, mezhep ve meşrebe mensup topluluklar ya da gruplar üstünde istihbarat çalışmaları başlatmışlardı. 
Özellikle İngilizler, bu çalışmalar çerçevesinde, birtakım Kürt aşiretlerini de etkilemeye çalışmışlardı. 

 Müslüman olmalarına rağmen Orta Doğu ve İslam coğrafyasındaki mezhep farklılığı iddiasında olan çevreler, yaşadıkları ülkelerde kendilerini azınlıkta gören dini grup, tarikat ve cemaatler, her türlü dini ekol ya da etnik bir ırkın asabiyetini taşıyan ayrılıkçı hareketlerin arkasında daima İngilizler bulunmuştur. Bu özelliklerini günümüze kadar sürdürmüşlerdir. 

 Gerek Büyük Selçuklu ve Türkiye Selçuklu Devleti, gerekse Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti, etnik kökenli fert ya da grupları, hiçbir zaman kendisinden ayrı görmemiştir. Türk töresi ve İslam Dini de böyle bir ayrıma zaten izin vermemektedir. Osmanlı Devleti’nin çağa ayak uyduramayıp geri kalması ve daha başka sebeplerden dolayı, Ortadoğu ve Balkanlardaki pek çok sosyal gruplar gibi, bazı aşiretleri de emperyalist devletlerin etkisine açık hale gelmişlerdi. Bu sömürgeci devletlerin başında da İngilizler yer 
alıyordu. Daha sonraki dönemlerde Rus Çarlığı da yeraltı faaliyetlerine başlamıştı. İngilizler zamanla Ortadoğu’da yaşayan ve mahalli güç elde etmeye çalışan aşiret ve ailelere nüfuz etmeyi başarmışlardı. Bunda, elbette Türk devletinin tedbir almakta gecikmesi ve yanlış politikaları da etkili olmuştu. 

 2. Irkçı Aşiret Reislerinin İsyanları: 

 Osmanlı Devleti dönemindeki ırkçı/etnik bölücü anarşinin arkasında genel olarak İngilizler yer almıştır. Eldeki kaynaklara göre, Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile bugünkü Irak ve Suriye’deki isyanları, Osmanlı Devleti’nde Meşrutiyet’ten önceki ve sonraki dönemlerle Cumhuriyet devrindeki isyanlar şeklinde gruplandırmak mümkündür. Bu isyanların bir kısmı basit bir adli vaka şeklinde başlamış ve giderek yayılmıştır. 

 a. Osmanlı Devleti Dönemindeki İsyanlar: 

 * Babanzade Abdurrahman Paşa İsyanı: İran ve İngilizlerin tahrik ve teşvikiyle 1806 yılında, Süleymaniye Kürtlerinden olan Babanzade Abdurrahman Paşa, Kürtlerin bağımsızlığı için devlet otoritesine karşı baş kaldırmıştı. İki yıl devam eden isyan bastırılmış ve asi Kürt lideri Abdurrahman Paşa öldürülmüştü. 

* Babanzade Ahmet Paşa İsyanı: Abdurrahman Paşa'nın yeğeni olan Ahmet Paşa, amcasının intikamını almak amacıyla 1812 yılında isyan etmişti. Süleymaniye çevresindeki bazı yöreleri ele geçirmişse de isyan bastırılmış ve Ahmet Paşa yakalanarak öldürülmüştü. 

* Etnik Zaza İsyanı: Zazalar, 1820 yılında Osmanlı Devleti’ne karşı isyan etmişlerse de isyan kısa sürede bastırılmıştı. 

* Yezidi İsyanı: Bugün bir kısmı Mardin ve çevresiyle Kuzey Irak'taki Sincar Dağlarında yaşayan Yezidiler, 1830 yılında Devlete baş kaldırmışlardı. Revandiz ve Hakkâri bölgesinin o yıllardaki Yezidi Reisi Botanlı Bedz Han, bölgedeki bazı Kürtçülerin de teşvik ve tahrikiyle ıslahat hareketlerini kabul etmemek için isyan etmişti. Üç yıl süren isyan, neticede bastırılmıştı. 

* Bedirhan İsyanı: 1831 yılında aşiret reisleri arasında en fazla nüfuza sahip olan Botan beylerinden Bedirhan, müstakil bir Kürdistan kurabilmek amacıyla ayaklanmıştı. Etnik/ırkçı ayaklanmaları içinde önemli bir yeri vardır. Bedirhan aşiret reisi, bölgeye hâkim olmuş, namına para bastırıp, hutbe okutmuş, vergi toplamıştı. Vergi ödemek istemeyen Nasturilerin önde gelenlerinden yaklaşık 600 kişiyi öldürtmüştü. Bu katliam sonucu isyanın yankıları Avrupa'ya kadar yayılmış, bölgedeki Hıristiyanların katledildiği gibi bir hava yaratılarak, İngiliz ve Fransızların müdahalesine zemin hazırlanmıştı. 

 İsyan bastırıldıktan sonra Bedirhan reisi ve 6 oğlu yakalanarak İstanbul’a götürülmüş, bazı imtiyazlar verilmiş ve eğitimleri sağlanmıştı. 

* Şerif Ahmet İsyanı: Bitlis bölgesinde yaşayan Şerif Ahmet, devlete vergi vermek istememiş ve Bedirhanlıların da etkisiyle 1834 yılında isyan etmişti. Devlet dairelerine el koymuş ve kendisine Emir unvanı vermişti. Bir hafta sonra bastırılan isyan sonucu Şerif Ahmet idam edilmişti. 


* Garzan İsyanı: 1839 yılında Diyarbakır’ın Garzan bölgesindeki bazı aşiretler isyan etmişlerdi. Bu isyan giderek çevreye de yayılmış, ancak alınan tedbirler sonucu bastırılmıştı. 

* Abdullah İsyanı: 1881 yılında Şemdinan bölgesinde yaşayanlar ayaklanmıştı. Bastırılan ayaklanmadan sonra elebaşı Abdullah, yurt dışına sürülmüştü. 

* Bedirhan Osman Paşa ve Kardeşi Hüseyin Paşa İsyanı: Bu kişiler, 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi sırasında Cezire bölgesine giderek, etraflarına topladıkları bir kaç bin kişiyle ayaklanmışlardı. Devletin harp içinde bulunmasından istifade ederek, isyanı Midyat bölgesine kadar yaymışlardı. Osman Paşa kendisini Botan Emiri ilan ederek, namına para bastırmış, hutbe okutmuştu. Sonunda devlete itaate mecbur bırakılmıştı. 

 * Bedirhan Emin Âlî İsyanı: Bedirhanî ailesinden olan Emin Âlî ve kardeşi Mithat, I889 yılında bağımsız bir Kürdistan devleti kurmak emeliyle Trabzon üzerinden Erzincan'a geçmişlerdi. Asi kardeşler, bölgede haydutluk, çapulculuk, yağma ve talanlarda bulunarak, çevrelerine adam toplamaya başlamışlardı. Sonuçta Bayburt civarında kıstırılmış, adamları dağıtılmış, kendileri de bir müddet dağlarda gizlendikten sonra affa uğramışlardı. 

 b. Meşrutiyet Dönemindeki İsyanlar: 


Meşrutiyet devrindeki isyanlara temas etmeden önce, konu bakımından önemi olan bir iki hususa işaret etmekte fayda vardır. 

 1877–1878 de Osmanlı Devleti’nin Ruslarla yaptığı ve yenilgiyle sonuçlanan savaşın ardından Berlin Anlaşması imzalanmıştı. Bu anlaşma uyarınca Osmanlı Devleti, Ermenilerin meskûn bulunduğu vilâyetlerde ıslahat yapmayı, Ermenilere diğer azınlıklardan daha farklı muamelede bulunmayı taahhüt etmişti. 

 Anlaşılan, bu isyanların arkasında, Rusya ve Avrupalı büyük devletler var. 

 Anlaşma hükümlerine sadık kalınarak, birçok Ermeni’ye büyük memuriyetler verilmişti. Bu durum, 1887 yılına kadar devam etmiş, ancak 1887’de Ermeniler, devlet teşkilatındaki görevlerden çeşitli mülâhazalarla uzaklaştırılmışlardı. Bunun üzerine devlete cephe alan Ermeniler, 1890 yılında Ermeni İhtilâl Komitesi’ni kurmuşlar ve halkı devlet idaresinin aleyhinde kışkırtmaya başlamışlardı. Yer yer baş gösteren kaynaşmalar sonucu 1894 yılında Sason civarında bir Ermeni ayaklanması çıkmıştı. 

 Sultanı İkinci Abdülhamit, Ermeni ayaklanmasına karşı yöredeki Kürtlerden istifade edilmesini kararlaştırmıştı. Sason bölgesindeki isyanın bastırılmasında yararlıkları görülen Kürtleri taltif etmek için Saadettin Paşa’yı da Van'a göndermişti. Yapılan çalışmalar sonucu Doğu Anadolu’da Hamidiye Süvari Alayları kurulmuştu. 

 Diğer yandan 1892 yılında İstanbul'da Aşiret Mekteb-i Hümayunu adıyla okullar açılmıştı. Bu okulların açılmasının temel amacı, devlete yararlı ve kültürlü bir toplum meydana getirilmesiydi. Doğu Anadolu’da devlete hizmet edenlerin çocukları ile zaman zaman çıkan isyanları önlemek için bazı Arap aşiret beyleri ve şeyhlerinin çocukları da bu okula alınmışlar ve eğitim imkânına kavuşmuş lardı. Bu okul, 1907 yılında kapatılmıştı. Kurulduğu dönemlerde önemli hizmetleri görülen Hamidiye Süvari Alayları, Birinci Dünya Harbi’ne doğru devlete zarar vermeye başlamışlardı. 

 Meşrutiyet döneminde meydana gelen aşiret isyanlarına gelince, önem sırasına göre belli başlıları şunlardır: 

* Bedirhanlı Halil Ağa ve Ali Remo İsyanı: Osmanlıdan ayrılmayı hedefleyen bir isyandı. Bedirhanî Hasan veya Hüsnü, yeğenleri Süleyman ve Abdürrezak, bu maksatla 1912 yılında Cizre’den Midyat’a giderek, Çelik Ali Remo köyündeki Çelik Ali Remo’nun oğlu Halil Ağa’yı isyana ikna etmişlerdi. Böylece bir araya gelen aşiretler, devlete karşı isyan etmişlerdi. Bu isyan 4 ay devam etmişti. 

Halil Ağa affedilmiş, isyancılar Botan aşiretlerine sığınmışlardı. Bedirhan Süleyman da bir Kürt tarafından öldürülmüştü. Diğerleri Rusya’ya sığınarak, Birinci Dünya Harbi’nin sonuna kadar Osmanlı Devleti’nin aleyhine çalışmışlardı. 

* Şeyh Salim-Şahabettin-Ali İsyanı: Bu üç kişi 1912 yılında Rusların tahrik ve teşviki sonucu etraflarına topladıkları kanun kaçaklarıyla birlikte Bitlis'te isyan etmişlerdi. İlk başlarda bölgedeki Türk ve Ermenileri katletmişler, daha sonra Ermenilerin bazı aşiretlerle barışması üzerine, birlikte yalnızca Türkmen kökenlilere karşı saldırı düzenlemeye başlamışlardı. Rusların himayesinde, Ermeni çeteleri de bu işe karışmış ve ciddi tedbirlere başvurma ihtiyacı doğmuştu. 

 Yapılan takipler sonucu asilerin birçoğu öldürülmüştü. İsyanın üç elebaşısı Bitlis’te bulunan Rus Konsolosluğu’na sığınmıştı. Birinci Dünya Harbi’nin başlamasına kadar burada kalan elebaşılar, savaşın ilanıyla birlikte Konsolosluğun basılması sonucu yakalanarak, Bitlis’te idam edilmişlerdi. 

 Birinci Dünya Harbi’nde Mondros Mütarekesi ile ateşkes ilan edilmişti. Siyasi Kürtçülük hareketi, Mütareke döneminde isyanlardan ziyade cemiyet çalışmaları şeklinde çalışmalarda bulunmuştur. O yıllarda yurt içindeki cemiyet çalışmalarının önde gelen kuruluşuysa Kürt Teali Cemiyeti olmuştur. Irkçı Kürtçüler, bu tür çalışmalarla mensupları arasında kültür ve siyaset birliği sağlamaya çalışmışlardır. Bu cemiyet, yurt dışında kurulan birtakım cemiyetlerle de irtibata geçerek, fikir ve eylem birliği tesis etmeyi hedeflemiştir. 
Irkçı Kürtçüler, Mütareke dönemindeki çalışmalarını barış konferansına taşımayı başarmışlardır. 

 Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Harbi’nden yenilgiyle çıkması sonucu Sevr Anlaşması’nın imzalanması için taraflar bir araya gelmişti. Osmanlı Devleti’nin Madrid ve Stockholm Sefiri olarak görev yapmış olan Kürt Mehmet Şerif Han Paşa, bir heyetle Sulh Konferansı’na müracaat etmişti. Bu heyet, Osmanlı Devleti topraklarında yaşayan bu etnik grupların bağımsızlığını istemişti. Yapılan görüşmeler sonucu Sevr Anlaşması’nın üçüncü kısmına aşiretleri ilgilendiren 62. ve 64. maddeler konulmuştu. 62. madde gereğince Fırat'ın Doğusu ve Ermenistan’ın güneyinde ve Türkiye'nin, Suriye ve El-cezire hudutlarının kuzeyindeki bölgelerde yaşayan, mahalli muhtariyet esasına göre müstakil bir etnik/ırkçı devletin kurulması gündeme gelmişti. 

 c. Cumhuriyet Dönemindeki İsyanlar: 






 Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlanması üzerine Türk devleti yeniden derlenip toparlanma dönemine girmişti. Gerek Milli Mücadele ve gerekse daha sonraki dönemlerde de siyasi Kürtçüler çeşitli vesilelerle isyan etmişlerdi. Bu isyanlar, Osmanlı Devleti dönemindeki ayaklanmalara kıyasla çok daha önemli sonuçlar doğurmuştu. Bu isyanların sebepleri üzerinde kısaca durmakta fayda vardır. Cumhuriyet dönemi de dâhil olmak üzere çıkarılan bütün siyasi isyanların iki temel sebebinin olduğu görülür: 


1) Yabancı devletlerin ve özellikle İngiltere, Rusya ve İran’ın, devlet kurdurma vaadiyle asileri ve kaçakları tahrik ve teşvik etmeleri. 

2) Cumhuriyet rejimini ve çağın gerçeklerine göre kurmaya çalıştığı düzeni hazmedemeyen, kuvvetli bir devlet otoritesini şahsi nüfuzu ve çıkarları için engel gören bazı şeyh, ağa, bey gibi çevrelerin aleyhteki tutumu, ırkçı taassubu ve davranışları. 

 1921 yılındaki Koçgiri isyanından sonra 1924 yılında Hakkâri bölgesinde yaşayan Nesturilerin ayaklanması ile başlayan Cumhuriyet dönemindeki isyanlar, 1937 yılında Dersim harekâtıyla sona ermiştir. 13 yıllık bir sürede meydana gelen 26 isyan, Türkiye Cumhuriyeti Devletine çok zarar vermiştir. Bu isyanlardan özellikle Şeyh Sait ile Dersim İsyanları, önem arz 
etmektedir. Bu isyanları tarih sırasıyla incelersek bazıları şunlardır: 


a) Nesturi İsyanı: Osmanlı Devleti’nin Musul vilayeti, yani bugünkü kuzey Irak’ı kapsayan bölge, Mustafa Kemal Paşa’nın başını çektiği bir grubun girişimleri sonucu Osmanlı Meclis-i Meb’usanı tarafından alınan bir kararla Misak-ı Millî sınırları içinde kabul edilmişti. 

Milli Mücadele’den sonra da Lozan Antlaşması ile bir sonuca bağlanamamıştı. Türkiye, 1924 yılında İngilizlerin işgali altında bulunan Musul vilayetinin Türkiye'ye geri verilmesini ısrarla talep etmeye başlamıştı. Bunun üzerine İngilizler, Hakkâri bölgesinde yaşayan ve öteden beri Türk devletine karşı olan tutumlarıyla bilinen Nesturileri isyan ettirmişlerdi. 

 İsyancı Nesturiler, kendileriyle görüşmek ve nasihatlerde bulunmak üzere görevlendirilen Hakkâri Valisi ve Jandarma Komutanını pusuya düşürmüşlerdi. Jandarma Komutanı şehit olmuş, Vali de tutuklanmıştı. Bunun üzerine bölgeye hareket eden askerî birlikler isyanı bastırmışlardı. Nesturilerin büyük bir çoğunluğu da Irak'a kaçarak, Bedirhanilere sığınmışlardı. 

b) Jiylan İsyanı: Siirt çevresinde oturan Jilyan aşireti, birkaç aşiretle birleşerek, Ramanlı Emin adlı bir aşiret reisinden intikam almak amacıyla 1925 yılında ayaklanmış ve yörede çapul ve yağmaya girişmişti. İsyanın elebaşlarından bir kısmı yakalanarak idam edilmiş, bir kısmı ise Suriye 'ye kaçmıştı. 

c) Şeyh Sait İsyanı: Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlanması üzerine, ülkede girişilen inkılap hareketlerinin başarıyla uygulanması neticesinde sükûtu hayale uğrayan ve bir kenarda sinmiş bulunanlar, İngilizlerin tahriki ve yardımıyla Seyyid Abdülkadir'in tertibi ve idaresi altında kıpırdanmaya başlamışlardı. 

 İsyanın asıl sebebiyse Türkiye’nin, Osmanlı Devleti’nin Musul vilayetini İngilizlere bırakmamak üzere bölgeye yönelik bir askerî harekât düzenlemek istemesiydi. İngilizler tarafından şeriat elden gidiyor bahanesiyle ortaya çıkarılan Şeyh Sait, Cumhuriyet aleyhtarlığı adı altında, bağımsız bir şeriat yönetimi kurulması için tertiplenen bu isyanın başına geçirilmişti. 
İsyan, bölgede nüfuz sahibi olan Şeyh Sait'in idaresi altında 1925 yılında fiilen başlamıştı. Bir buçuk yıl devam eden ve bazı aşiretlerin de katıldığı bu isyan, Doğu'da birçok yöreye sirayet etmişti. Asiler birkaç vilayet bölgesini hâkimiyetleri altına almışlardı. Fakat sonuçta isyan bastırılmış ve elebaşı Şeyh Sait ile yandaşları yakalanarak Diyarbakır’da yargılanıp idam 
edilmişlerdi. Yargılama süresince Şeyh Sait, “Kürtlük gibi, bir davam yoktur” demiştir. 

d) Şeyh Taha ve Seyyid Abdullah Baskını: Şeyh Sait isyanıyla ilgisinden dolayı asılan Seyyid Abdülkadir'in oğlu Seyyid Abdullah, babasının intikamını almak amacıyla Şemdinli'de bulunan Şeyh Muslih ve firari İhsan Nuri ile anlaşmıştı. Asiler, Şemdinli'deki 6. Hudut Taburu subaylarını bir köyde hile ile kıstırmış ve şehit etmişler, taburu da esir almışlardı. Bir ay devam eden isyan bastırılmış ve asilerin liderleri Irak'a kaçmıştı. 

e) Heşkoyan ve Raman İsyanı: Yağma ve çapulculuğa son vermek amacıyla Siirt ve Diyarbakır bölgelerinde silâh araması ve toplaması bir zaruret halini almıştı. Fakat bu bölgedeki aşiretler, harekâta silahlarıyla mukabelede bulunarak mukavemet etmişlerdi. 1925 yılında başlayan bu isyan, bir hafta devam etmiş, neticede asilerden birçoğu yakalanarak idam edilmişti. 

f) Eruhlu Yakup Ağa ve Oğullarının İsyanı: Siirt bölgesindeki Jilyan Aşiretinden olan bu aile ve yakınları, şapka giymemek için Pervari kazasında isyan etmişlerdi. Harekâtın bastırılması üzerine hepsi Suriye'ye kaçmıştı. 

g) Guyan İsyanı: Norduz bölgesinde, Norduzlu Lezgi ve kardeşinin isyanından cesaretlenen Levinli İsmail Ağa, etrafına topladığı çapulcularla 1926 yılında Çölemerik (Hakkâri) merkezini kuşatmış ve çevresini yağmalamıştı. Hükümete yardımcı bir kaç aşiretin de bu harekâtta yer alması üzerine, asiler ganimetleri ile birlikte Irak'a kaçmak mecburiyetinde kalmışlardı. 

h) Haco İsyanı: Şeyh Sait'in isyanından sonra nüfuzlu kimselerin Batı Anadolu’ya nakillerinden korkan ve akıbetlerinden endişe duyan Nusaybinli Heveyrikan Aşireti Reisi olan Haco, kardeşleriyle birlikte diğer aşiret mensuplarını da yanına alarak, 1926 yılında isyan etmişti. Asilerin reisi Haco, 15 gün süren askeri harekât sonucu maiyetiyle birlikte Suriye'ye kaçmıştı. 

ı) Birinci Ağrı İsyanı: İran ile İngiltere'nin desteği ve Hoyboncuların teşviki sonucu Ağrı bölgesindeki aşiretler, vergi vermek ve askerlik yapmak istememişlerdi. Bu sebeple de yörede çapulculuğa başlamışlardı. 1926 yılında Ağrı Dağı eteklerinde oturan, Biro Hasso Tello ve arkadaşları, firari kardeşini yakalamaya giden Jandarma birliklerine silâhlı mukavemette bulunmuş, bunlara İran topraklarındaki Kızılbaşoğlu Aşiretleri de yardım etmişlerdi. Sonunda isyan bastırılmış ve asilerin çoğu İran'a kaçmışlardı. 

i)İkinci Şemdinli Baskını: 1926 yılında, Seyyid Abdullah, Seyyid Muslih ve Hoybonculardan firari İhsan Nuri, Şemdinli'yi 12 gün kuşatmışlardı. Yapılan harekât sonucu Şemdinli asilerden temizlenmişti. 

j) Koç Uşağı İsyanı: Şeyh Sait isyanının bastırılmasından sonra, gizlenmeye ve takipten kurtulmaya muvaffak olan Çemişgezek'teki asiler, Tunceli'de bulunan Koç Uşağı Aşireti ile birleşerek, 1926 yılında tekrar isyan etmişlerdi. Asilerin çoğu yakalanarak imha edilmişlerdi. 

k) Hakkâri İsyanı: Bu isyanın, Şeyh Sait isyanından sonra aşiret reislerinin batı bölgelerine nakillerinden korktukları için yapıldığı ileri sürülmüşse de isyanın gerçek sebebi, devlet kuvvetlerini çeşitli bölgelere çekerek, zaafa uğratmak ve böylece isyan sahasını genişletmek, ayrıca Zeylan hadisesinin devamını sağlamaktı. Vanlı Şeyh Enver'in, tahrik ve teşvikiyle Hakkâri bölgesindeki aşiretlerin bir kısmı, 1926 yılında ayaklanmışlardı. Asiler devlet dairelerini basarak, memur ve komutanları esir etmişlerdi. Devlet daireleri yağma 
edilmiş, askeri kuvvetlerimize hayli zayiat verdirilmişti. Sonuçta asilerden bir kısmı Irak’a kaçmış, bir kısmı idam edilmiş ve bir kısmı da affa uğramıştı. 

l) İkinci Ağrı İsyanı: Ağrı bölgesindeki bazı aşiretler, ilk Ağrı isyanını sürdürmek amacıyla bir süre sonra çapul ve yağmaya başlamışlardı. Ferezende adlı bir maceraperestin peşine takılan asiler, 1927 yılında Doğubayazıt’a da taarruz etmişlerdi. İsyan kısa sürede bastırılmış, asiler dağıtılmış ve çoğu da İran'a kaçmıştı. 

m) Bicar Harekâtı: Şeyh Sait’ten arta kalan bazı asilerin 1927 yılında temizlenmesi için askeri harekât başlatılmıştı. O tarihlere kadar ücra köşelerde saklanmayı başaran birçok asi, Diyarbakır ve çevresinde Hüveydan taraflarına gönderilen bir kısım askeri kuvvetin yeterince müessir olamaması sonucu daha da şımarmışlardı. Saldırı ve tecavüzkâr hareketleri artıran asilere karşı yapılan harekâtta çoğu imha edilmişti. 

n) Jilyan Resul Ağa İsyanı: 1928 yılında Siirt bölgesindeki Jilyan aşireti reisi Resul Ağa ve kardeşi Agit, haklarında verilmiş bulunan tutuklama kararının infazı sırasında, bir kaç aşiret reisi ile birlikte ayaklanmışlardı. Neticede İran'a kaçmaya muvaffak olmuşlardı. 

o) Ziylan İsyanı: 1930 yılında, siyasi ırkçı ağaların tertibiyle Van'ın Zeylan bölgesinde bulunan firarilerle Ermeni Abraham Paşa’nın idaresinde hazırlanan Kürt çeteleri, Ağrı ve Van yörelerine girmişlerdi. Muhtariyete kavuşturmak için bölge halkını isyana teşvik etmişler ve bazı aşiretleri de ikna etmişlerdi. Tenkil harekâtı sonucu bir kısmı İran'a kaçmış, bir kısmı imha edilmiş ve bir kısmı da Batı Anadolu’ya nakledilmişlerdi. 

ö) Tutaklı Ali Can İsyanı: Van'ın Tutak bölgesinde, Ali Can adlı bir sergerde, silâhlandırdığı adamlarına fes giydirerek, o havalide yağmacılık yapan Seyit Han çetesi ile birleşmiş ve çapula başlamışlardı. Neticede Ali Can öldürülmüş, Seyit Han çetesi de imha edilmişti. 

p) Üçüncü Ağrı İsyanı: Birinci ve İkinci Ağrı isyanlarından gereğince ders almamış olan bölgedeki asiler, giderek cüretlerini artırmışlardı. Bölgede İngilizlerin de teşvikiyle 1930 yılında yöredeki Kürtçü elebaşıların yönetiminde yeniden yağma ve çapul hareketleri başlatılmıştı. Neticede çoğu imha edilmiş, pek azı da İran'a kaçmıştı. 

r) Oramar-Barzan Şeyhi Ahmet İsyanı: Iraklı Barzan Şeyhi Ahmet'in adamlarından birkaçı, beraberindeki çapulcularla 1930 yılında, Hakkâri'nin Şemdinli ilçesine saldırmışlar ve işgal etmişlerdi. Asiler Oramar nahiyesini de kuşatmışlar ve buralardaki bazı aşiretleri de yanlarına almışlardı. Oramar'daki askeri birlikleri kuşatan asiler, bazı karakolları basarak personelin bir kısmını şehit etmişlerdi. Asiler, Oramar’dan Beytüşşebap’a dageçmişlerdi. Askerî harekâtın başlaması sonucu asiler büyük zayiat vermiş, isyan bastırılmış ve bir kısmı da Irak'a kaçmıştı. 

s) Buban Aşireti İsyanı: 1934 yılında, Bitlis'te oturan Buban Aşiretinin ağaları, silâh teslim etmemek ve yol parası ödememek maksadıyla ayaklanmışlardı. Ekserisi imha edilmiş, aile fertleri de batı bölgelere nakledilmişti. 

ş) Abdurrahman İsyanı: 1935 yılında Siirt'in Melefan nahiyesindeki tuz ambarlarından külliyetli miktarda tuz çalınmıştı. Suçluların yakalanması için harekete geçen askerî birlikler, Abdurrahman ve ailesinin toplu muhalefet ve mukavemeti ile karşılaşılmıştı. Ayaklanma eğilimi gösteren bu durum, yasak bölge olan bu kesimden dışarıya taşmadan bastırılmıştı. Suçlular iki yıl sonra affa uğramışlardı. 

t) Abdülkuddüs İsyanı: Nakşibendî tarikatına mensup bulunan Abdülkuddüs ve çevresindekilerin, aralarında husumet bulunan Reşkoyan Aşiretinden intikam almak için 1935 yılında Siirt'in Kozluk ilçesinde başlattığı saldırı, ayaklanmaya dönüşmüştü. İsyan genişlemeden bastırılmış ve Abdülkuddüs ile taraftarlarından bazıları Suriye'ye kaçmışlardı. 

u) Sason İsyanı: Çapulcu, asker kaçağı, çetelere ve eşkıyalara sığınak yeri olan Mutki ve Sason bölgelerinde 1932’de yapılan arama-tarama harekâtı etkili olamamıştı. Hükümete türlü gaileler çıkaran Siirt’teki aşiretler de tam anlamıyla sindirilememişti. Bu yüzden durumu fırsat bilen yöre halkı, cüretlerini artırarak, hükümete kafa tutmaya ve vergi vermemeye başlamışlardı. Durumu yatıştırmak üzere gönderilen Sason Kaymakam Vekilini ve iki memuru da 1935 yılında şehit etmişler ve jandarma ile de müsademeye girmişlerdi. Bir kaç aşiretin de katılmasıyla meydana gelen vaziyet, müstakil Kürdistan özlemi içinde bulunanları ümide sevk etmiş ve bölgede kıpırdanmalar başlamıştı. Yörede pek çok çatışmalara yol açan harekât, arazi ve iklim şartları yüzünden 4 yıl sürmüştü. Sonuçta elebaşıların bir kısmı imha edilmiş, pek çoğu tutuklanmış, asilerin reisi Abdurrahman ise Irak taraflarına kaçmıştı. 

Buralar yasak bölge ilân edilerek, sakinleri batı bölgelerde iskâna tâbi tutulmuştu. 

ü) Dersim Harekâtı-Tunceli İsyanı: Dersim halkı uzun yıllar boyu zamanın idaresine kafa tutmuş, Hükümet kuvvetlerine karşı silâh kullanmış, civar illere yayılarak yağma ve talan yapmıştı. Güneydeki Hoybon Cemiyeti ile temas kurarak, yurt içinde bölücülük propagandasını artırmıştı. 1933–1934 yıllarında Hoyboncular tarafından yurda sokulan asiler ve Ermeni maceraperestler, Dersim'deki aşiretleri birleştirmeye çalışmışlardı. 1936 yılında zamanın Hükümeti, meydana gelen durumun vahameti dolayısıyla Elâzığ, Tunceli ve Bingöl bölgelerinde birer umumi müfettişlik ihdas etmiş, böylece buralarda ahalinin üzerinde baskı kuran eşkıyaya karşı, Hükümetin otoritesini hâkim kılmak istemişti. Azınlıkların da teşvik ve tahrikiyle bazı aşiretler birleşmişlerdi. Asiler, Tunceli bölgesindeki köprüleri imha etmiş, telefon tellerini kesmiş, karakolları basarak askerleri katletmiş ve 1937 yılında isyan hareketini fiilen başlatmışlardı. 

 Gazi Mustafa Kemal Paşa, Misak-ı Millî kapsamında, Musul vilayetinin yanı sıra, Hatay meselesini de bizzat yönetiyordu. Bu durum İngiltere ile Suriye’yi sömürge haline getiren Fransa’nın dikkatinden kaçmıyordu. İsyanın arkasındaki asıl gerekçe, yürütülen bu programın başarısız kılınmasıydı. Tunceli bölgesindeki isyanın arkasında yine İngiltere ve kısmen de Fransa bulunuyordu. Hatırlanacağı gibi, 1924-25 yıllarındaki Şeyh Sait isyanıyla Musul vilayeti İngilizlerin eline geçmişti. 

 Dersim isyanı bir buçuk yıl sürmüştür. Asilerin birçoğu çıkan çatışmalarda öldürülmüş, elebaşılar esir edilmiş, suçlu bulunanlar idam cezalarına çarptırılmıştır. Bazı kişiler de ağır hapis cezasına mahkûm edilmişlerdir. Bölge, isyancılardan tamamen temizlenmiştir. 


 Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti döneminde meydana gelen ayaklanmaların ortak özelliği şunlardır: Asayiş meselesinden kaynaklanmışlardır, arkasında mutlaka emperyalist devletler vardır, yabacı emellere alet olan cahil kişilerin isyanlarında, masum insanlar da hayatını kaybetmiştir, ama her defasında isyan bastırılmış, suçlular cezalandırılmıştır. 


İstismar edilen, kendini milletinden ve devletinden büyük sanan bu asiler, kendi Devletine ve vatandaşına zarar vermişler, yabancıların çıkarlarına hizmet etmişler, ama asla netice alamamışlardır. 

 2 Cİ  BÖLÜ,M İLE DEVAM EDECEKTİR.


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder