Serdar Akinan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Serdar Akinan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ekim 2020 Pazartesi

Serdar Akinan: Gazetecilerin cevapları utanç tablosu gibiydi!

Serdar Akinan: Gazetecilerin cevapları utanç tablosu gibiydi! 


Mustafa Doğan,

05 Ocak 2012

Uludere'ye bağlı Roboski (Ortasu) köyü yakınlarında savaş uçaklarının bombalaması sonucu aralarında çocukların da bulunduğu 35 kişinin ölümü ardından bölgeye ilk giden gazetecilerden Akşam gazetesi yazarı Serdar Akinan, yazılı ve görsel medyanın olayı ilk anından duymasına, görsel materyallerin ellerinde olmasına rağmen talimat almadan yayına girmediğini söyledi. 

‘’Televizyonların haber merkezlerinde çalışan arkadaşlarımı aradım. Bana verilen cevaplar adeta utanç tablosu gibiydi’’ diyen Akinan, katliamın hükümet ile cemaat arasındaki alan çatışmasını ortaya çıkardığına dikkat çekti.

Roboski'de 35 kişinin öldürülmesi ardından olay yerine ilk giden gazetecilerden Akşam gazetesi yazarı Serdar Akinan, olayın duyulması ardından medyanın tavrı, Uludere ve Gülyazı'da yaşadıklarını, katliamın ardından yapılan açıklamaları ANF'ye değerlendirdi.

* İstanbul'dan bölgeye gelen İlk Gazetecilerdensiniz. Olayı nasıl duydunuz?

- Sabah 7 gibi uyandığımda twitteri açtığımda Hasip Kaplan'ın twitlerini gördüm bu olaya ilişkin. Olayla ilgili adeta isyan eden twitlerdi bunlar. Olay ilk başlarda çok muğlaktı. Hakikaten böyle bir şey oldu mu, bu boyutta mı diye doğrulatmak için internet sitelerine baktım hiçbirinde yok. Televizyon kanallarını açtım orada da hiçbir şey yok. Başka kaynaklara baktım. Bu gibi durumlarda karşı referans olara baktığım site ANF'dir. Oradaki haberlerde olayın boyutunu fark edince bunu twitter de yazmaya başladım.

Tepki alınca bu kez televizyonların haber merkezlerinde çalışan, CNN'de, NTV'e, SKY'da çalışan arkadaşlarımı aradım. Bana verilen cevaplar adeta utanç tablosu gibiydi. Bana söylenen sabahın ilk saatlerinden itibaren gerek İHA'dan gerekse DHA'dan görüntülerin, fotoğrafların kendilerine gelmeye başladığı ancak talimat olduğu için yayınlayamadıkları nı söylediler.

* Talimat kimden gelmiş?

- Haber merkezleri müthiş gergindi. Arkadaşlarımın bana verdiği bilgi, verilen talimatın resmi hükümet açıklaması olmadan haberi bu şekilde görmeyecekleri yönündeydi. O andan sonra Şırnak'a gitmeye karar verdim. Akşam'ın genel yayın yönetmenini arayarak bölgeye gideceğimi söyledim. İlk uçakla Diyarbakır'a oradan da karayolu ile Şırnak'a doğru hareket ettim.

* Öğlene doğru haber internet sitelerinde ve televizyonlarında biraz temkinli bir şekilde de olsa dönmeye başladı. Şırnak'ta nelerle karşılaştınız?

- Şırnak'a vardığım saatlerde hava kararmıştı zaten. O arada zaten Hüseyin Çelik'in açıklaması televizyonlarda verilmeye başlanmıştı. Artık fotoğraf netleşmeye başlamıştı. Televizyonlar ufak ufak artık bu haberi geçmeye başlıyordu. 35 cenaze artık teyit edilmişti. Şırnak'ta ise tam bir gerginlik hakimdi. Aracımızın önünü yüzleri maskeli bir grup çocuk kesti. Şoför onlarla görüştükten ve aracımızın plakası Diyarbakır'ın olunca geçmemize izin verdiler. 20-30 metre sonra zaten panzer yanımızdan geçti ve ufak tefek işte patlama sesleri duyulmaya başlandı. Büyük ihtimalle gaz bombası atılıyordu. Yolumuza devam edip cenazelerin bulunduğu Uludere Devlet Hastanesi'ne gittik. BDP Eş Başkanı, milletvekilleri, ölenlerin aileleri oradaydı. Otopsiler hastane morgunda sürüyordu. Çok gergin bir atmosfer vardı hastanede. Selahattin Demirtaş görgü tanıklarıyla, ailelerle, olaydan kurtulanlarla görüştüklerini anlattı.

İstanbul'dan Diyarbakır'a gelinceye kadar, gördüklerimin, duyduklarımın tamamını twitterden paylaştım. Yer olmadığı için gece Şırnak'a dönüp otelde kaldık. Sabah tekrar Uludere'ye hareket ettik. Oradan da Gülyazı köyüne geldik. Saat 11 civarı zaten cenazeler omuzlarda köye gelmeye başladı.

* Saldırıya ilişkin halen basında farklı yorumlar yapılıyor. Ölenler suçlanıyor. Cenaze töreninde provokasyon yapıldığı yazılıp çiziliyor. Siz neler gördünüz?

- Aslında olayın tanıkları, köylüler yaşadıklarını anlattılar. Bunlar tefarrufatlı bir şekilde yansıdı medyaya. Medya doğru bir şekilde okursa bence olayın nasıl geliştiği çıplak bir şekilde ortada duruyor. Bu konuda yapılan dikkate değer üç şey benzeşiyor. Birincisi olayın tanıklarının anlatımı, ikincisi Genelkurmay'ın açıklaması, üçüncüsü hükümetin açıklaması. Burada olayın yaşandığı saat, kişi sayısı ve olayın meydana geldiği yönünde kabaca bir sorun yok. Açıklamalar birbiriyle örtüşüyor.

Resmi açıklamalarda teyit ediyor zaten. Bu grubun karşı tarafa geçtiği biliniyordu. Bunda bir şüphe taşımıyorum ben. Sadece dönüş yolunda askerin o temastan sonra, 18:36'dan sonra geri çekilme kararı, çocukların, insanların orada 2-3 saat beklemesi ve ardından bombardımanın başlaması.

Benim gördüğüm kadarıyla bu yeni yapılanmadan dolayı bir iletişim sorunu yaşandı. Şunu çok iyi görmek gerekiyor. Başbakan ile çok tuhaf bir şekilde bir muhabir arasında çatışma adeta yaşandı. Karşılıklı tabiri caiz ise hakarete varan derecede sözler kullanıldı.

O muhabirin bugüne kadar habercilik portfolyosuna baktığımızda retrospektif olarak ne görüyoruz, belli bir kanadın belli kollardaki haberlerini düzenli bir şekilde veriyor olması. Adeta bir eleman şeklinde görev yaptığı görülüyor.

Mesela Başbakan daha öncede MİT'e ve Hakan Fidan'a ısrarla ve özenle sahip çıktı. Ben burada bir çatışma alanı görüyorum. Yani cemaatle hükümet arasında. Bu bir alan kavgası gibi adeta.

Benim gördüğüm kadarıyla Başbakan bu olan bitenden rahatsız. Ama son yaşananlara baktığımızda adeta bu olayı karartmak için bir bilgi kirletmesi olduğu görülüyor. Eğer soruşturma hakkıyla yapılırsa o dört saatlik Heron kayıtları, telefon kayıtları, köylülerle gençler arasındaki telefon kayıtlarının saatleri, bölgedeki askeri unsurların telsiz kayıtları bilinirse veya detaylaştırılıp ortaya çıkarılırsa kimin ne yaptığı, nasıl karar verildiği kesinlikle ortaya çıkar diye düşünüyorum.

Şu ana kadar yapılan yorumları, aslında bir güç savaşı, yani iktidarı paylaşmış olan iki gücün savaşının bir yansıması olarak tezahür ettiğini düşünüyorum. Ve bunu çok sık görmeye başladık. Bu adeta bir çatışma alanı gibi gözüküyor bana.

* Katliamın aydınlatılması yönünde iyi niyet gözlemliyor musunuz siz?

- Ben özellikle hükümet kanadında böyle bir niyetin olduğuna eminim. Çünkü onlar için de bu sürece baktığımızda bu ciddi bir yol kazası. Aslında gelinen noktada hangi açıdan bakarsak bakalım onlar için başarı diye sunulacak bir fotoğraf karesi varken bugün gelinen noktada kendi vatandaşlarını öldüren bir iktidar görüyoruz. Görünen, 'işte askeri de pasifize ettiler, bütün operasyonları MGK yönetiyor, Başbakan karar verdi ve saldırdı!' Şu an gözüken fotoğraf bu. Bundan son derece rahatsız olduklarını düşünüyorum.

İlk günlerde medyaya baktığımızda BDP'liler olaya sahiplendi. Buna karşı hükümet bakanlarını olay yerine göndererek halkın yanında olduğunu hissettirmeye çalıştı.

* Bölgeyi yakından biliyorsunuz. Kaçakçılık bölgenin gerçekliği. Kimi medya ısrarla olayı farklı boyutlara çekmeye çalışıyor. Sizin görüşünüz neler?

- Kaç gündür medyanın belli bir cenahı bence burada kasıtlı olarak bilgi kirletmesi yapıyor. Muhabirlerini bölgeye yollamadan, olan biteni bizzat görerek değil masa başında haber üreterek, istihbarat içinde odaklanmış belli yapıların öngörüsüyle nasıl haber yapıldığı bence ortada. İlk günlerde yapılan yayınlarda işte yazılıp çizildi, PKK'lilerin o kişilere kaçakçı elbisesi giydirerek bir yem attığı yönünde yayınlar yapıldı.

Hükümetin de bir cenahın bu kirletmesinden rahatsızlık duyduğun düşünüyorum. Soruşturma hakkıyla yapılırsa, hem kirletmenin kaynağı hem de gerçeğin ortaya çıkacağına inanıyorum.

ANF / 05.01.12

https://kizilbayrak45.net/arsiv/serdar-akinan-gazetecilerin-cevaplari-utanc-tablosu-gibiydi-mustafa-dogan

***

Serdar Akinan Sordu, Akşam Gazetesi manşete taşıdı..

Serdar Akinan Sordu, Akşam Gazetesi manşete taşıdı..


23 Ekim 2007 10:30

Hakkari Dağlıca'da, 12 şehit verdiğimiz baskının ayrıntılarını bilen yok. Devlet makamları açıklama yapmıyor. Kafamızdaki soruları kim cevaplayacak.

    Dilsiz şeytan olmayacağız... Türkiye bir öfke seli içinde...Sıkılı tek bir yumruk olduk. 12 askerimizi şehit verdiğimizi öğrendiğimde SKYTURK ekranının yayın akışını derhal değiştirdik. 

Özel yayına geçtik... Birkaç saat içinde Dağlıca bölgesinde verilen şehitlerin sayısının 16' ya ulaştığı haberi geldi... 

8 Askerimizin kaçırıldığı bizzat bölgedeki askerlerden geldi. Bir gazeteci olarak aklıma üşüşen onlarca soruya yanıt bulamamanın şaşkınlığı ve öfkesi içindeydim. 

Daha Gabar'da verilen 12 Şehidin kanı kurumadan, hesabı sorulmadan nasıl bu denli sert bir darbe almıştık? 

Alabilmiştik? 

Nereden geldiler? 

Nasıl vurdular? Bu sayılar nasıl doğru olabilirdi? Genelkurmay, hükümet neden bir açıklama yapmıyordu? 

Olay resmi açıklamaya göre 21 Ekim günü 00:20 de meydana gelmişti? 

Genelkurmay Başkanı anında bilgilendirilmiş ardından Başbakan'a bilgi verilmişti... Saatler 12:00 yi gösterirken yani olayı bizim duymamızdan ve yayına geçmemiz den itibaren saatler geçmişti ve tek bir açıklama yoktu. Haber merkezimize kayıtlı tam 4500 telefon geldi. 

Bunlardan 200 ü ağlamaktan konuşamıyordu. 

Tek bir soru vardı? '' Bu söylenenler doğru mu'' 

Devlet nerede ve neden bir açıklama yapılmıyor? Başbakan oyunu kullandıktan sonra yaptığı açıklamada doğrudan bizi hedef aldı ve, Ajitatif yayın yapıyorsunuz. 

Susun! dedi. Peki, susalım... O halde şu sorulara birileri yanıt versin. 

İSTİHBARAT ZAFİYETİ VAR MI? 

Dağlıca'daki piyade taburunun emniyet bölüğüne saldıran terörist grubun 200 kişi olduğu ifade ediliyor. 

Bu grup sınırımızı nasıl geçmiştir? Bu kadar yüksek sayıda bir hareket bölgedeki termal kameralar tarafından nasıl algılanmamıştır? 

Bölgede istihbaratın her şey olduğu biliniyor yerel kaynaklardan o ana kadar bir bilgi alındı mı? Alındıysa bu bilgi hangi nasıl süzgeçlerden geçirildi? 

İstihbaratı kıymetlendirmeyi hangi unsurlar (MİT, JİTEM, Emniyet istihbarat,vs) yaptı? 

PUSU MU? BASKIN MI? 

Bu çapta zayiat için '' PUSU'' ifadesi kullanılıyor. ?

Pusu, intikal halindeki birliklere ?kapan? veya ?ağ? atılmasıyla düzenlenen ani ve planlı saldırıdır. Bu emniyet bölüklerinin taburun etrafındaki mevzilerde durduğu ve ''baskın''  yedikleri doğru mudur? 

BASKIN NASIL GERÇEKLEŞTİ? 8 ER NASIL KAÇIRILDI ? 

Bu çapta bir baskın için PKK?nın bölgede haftalar süren bir istihbarat ve gözleme faaliyeti içinde olması gerektiği ifade ediliyor. 

Sabit mevzilerde teröristi ?bekleyen? bu timlere 3 ayrı noktadan ağır silahlarla saldırıldığı söyleniyor. 

Ancak havan, RPG-7, bixi ağır makinelilerle gerçekleştirilen bu saldırıya karşın siperlere girmeden bu derece yüksek bir zaiyet verilemeyeceği de bilinen askeri bir gerçek. Evlatlarımızın siperlerin içine kadar girebilen teröristlerce yakın mesafeden atışla veya el bombası kullanılarak? şehit edildiği iddia ediliyor. 

Kaldı ki Genelkurmay karargahı tarafından her nedense ancak dün öğle saatlerinde resmen açıklanan 8 Askerimizin kaçırılması olayı da bu baskının siperlere kadar girilerek yapıldığını kuvvetle destekliyor. 

Tüm bu argümanlar doğru mu? 

ABD, PKK?YA İSTİHBARAT DESTEĞİ VERDİ Mİ? 

PKK'lı grubun saldırısı sırasında ve öncesinde bölgede uçuş yapan kaç ABD helikopteri olduğunu biliyor muyuz? 

ABD'nin bölgede konuşlu belli unsurlarının hava fotoğrafları ve benzeri datalarla Kandil?e istihbari destek verdiği mümkün veya doğru mudur? 

PKK'LILARIN CESETLERİ NEREDE? 

Genelkurmay saat 13:00 sularında ilk resmi açıklamasını yaptığında 23 teröristin etkisiz hale getirildiğini açıkladı. Bu cesetler nerede? Dağlıca'daki mevzilerin yanında mı yoksa daha derinlerdeki arazilerde mi? Daha sonra bu sayı 34'e çıktı...Basınla bu görüntülerin paylaşılması toplumun mevcut sosyal psikolojik sürecinde zararlı mı olur faydalı mı olur.? 

TSK FARKLI BİR TAKTİK İZLİYOR MU ? 

PKK'nın eylem pratiğini, bölgenin coğrafi şartlarını ve muharebenin seyrini çok iyi bilen uzmanlar bu tip baskınlardan sonra PKK'lı grubun baskına son derece yakın sınır ötesi yakın arazilerde '' Zula Mağaralara '' sığındığını ve etrafta bir iki gözcü bırakarak uykuya çekildiğini anlatıyorlar. 

'' TSK'nın manevra birlikleri '' 20 yıldır değişmeyen bu paterni bozmak için nasıl bir taktik anlayış geliştirmiştir '' PKK''nın Dağlıca baskını sonrası birkaç kilometre güneydeki Avaşin kampına çekileceği biliniyor. Bu kamp ve çevresine birlik atılmış mıdır? 

GABAR DOSYASI AÇILDI MI? 

Gabar daki 12 Mehmetçiğin ise bir ''Pusu''ya kurban gittiği anlaşılıyor. O olayla ilgili olarak TSK bir soruşturma açmış mıdır? Şayet açtıysa burada bir ihmal veya tedbirsizlik var mıdır Sayın yetkililer, başta hükümet, bu soruların sorulmasını istemiyor... O zaman benim bir istirhamım daha var. 

Bu soruları biz sormayalım ama o zaman bu soruları ima yoluyla sorup TSK'ya son derece çirkin ithamlarda bulunan kalemleri de susturun. 

Güneydoğu'da görev yapmamış kerameti kendinden menkul bazı adamların ekranları parselleyip saatlerce harita karşısında ahkam kesmesi ve bilgi kirliliğine yol açması olacak iş değil. 

O halde basını azarlamak yerine oturup bir koordinasyon merkezi kurun bunun içinde de uzmanlardan oluşan; doğru, tarafsız ve güvenilir bilgiyi anında bizlere ulaştıracak saygın bir ekip kurun. 

Medyayı da 24 saat bu yapıya muhatap kılın. 

Bu orduyu yıpratmanın kimseye hakkı yok. TSK bu yakıcı soruları göğüsleyecek ve açıkça yanıtlayacak özgüvene, birikime ve sonsuz kamu desteğine elbette sahiptir. Ama artık hainliğe varan bu 5. Kol faaliyetlerine dur demek yerine bize cepheden saldırıp azarlamanın da vicdanla bağdaşır tarafı yoktur. ?

Haksızlığa karşı susan, Dilsiz şeytandır...? 

Serdar Akinan/Akşam

https://www.haber3.com/medya/serdar-akinan-sordu-aksam-gazetesi-mansete-tasidi-haberi-4739239

***

Hangi PKK?

Hangi PKK?

 

Serdar Akinan


       Leyla Zana'nın Başbakan Erdoğan'la yaptığı görüşme Oslo sürecinden bu yana çözüm adına yaşanan en önemli ve umut verici gelişmedir. 

Görüşme sonrası Zana'nın açıklamalarının satır araları iyi okunmalı.

'İdam gibi bir tabuyu yıkan bu ülkenin Sayın Öcalan'ı pekala ev hapsine alabileceğini ve bunun hayati bir önem taşıdığını belirttim'cümlesinin hemen ardından bir hükümet yetkilisinin çıkıp bu cümleye itiraz etmemesi çok dikkat çekiciydi. Zana'nın, seçmeli dersler arasında Kürtçe'nin yer almasının, olumlu bir gelişme olarak nitelemesi ve 'Dünyada hiçbir halk, kendi ana dilini para ödeyerek öğrenmez dedim ve ana dilde eğitim hakkı vurgusu yaptım. Yaralarımız açık ve kanıyor. Bu nedenle de gerçekçi olmayan talepler karşılık bulamaz. 'Silahları bırakın operasyonlar durur' söylemi gerçekçi olmayan taleplerden. Bunun altını çizdim' demesi diyalog açısından bir zemin teşkil eder. Başbakan'ın Zana ile görüşme iradesi başlıbaşına çok önemli.   

Leyla Zana'nın Kandil veya BDP içindeki şahin kanatla ayrı düştüğü yorumlarına ne yalan söyleyeyim kulak tıkayamıyorum. 

Zana ile Başbakan'ın görüştüğü saatlerde KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan, Fırat Haber Ajansı'na uzun bir söyleşi verdi.

'Askeri Çözüm Sürecindeyiz' başlığı kafadan Zana'nın diyalog zeminine ters bir mesaj veriyordu. Duran Kalkan gibi çok önemli bir ismin şu ifadeleri ise nasıl okunmalı bilemiyorum:

'Sanal bir PKK yaratılıyor. Gerçekten PKK yönetimi, sorumluları, temsilcileri ne demişler, ne açıklamışlar, pratikte yaşananlar neler, ne anlama geliyor, buna hiç bakılmıyor. Bunlar elinin tersiyle itiliyor, görmezden geliniyor ve de üstü kapatılıyor. Bunun dışında sanal bir PKK gerçeği üretiliyor. 

PKK adına açıklamalar yaptırılıyor, PKK adına görüşmeler yaptırılıyor, PKK adına neredeyse silah bırakma kararı çıkartılıyor ve böylece kendi kendine sonuca gidilen bir ortam yaratılıyor ve bu topluma empoze ediliyor. Toplum bu biçimde yanıltılıyor, toplum belleği bu biçimde çarpıtılmaya çalışılıyor.'

Söyleşide 'Terörle mücadele, siyasetle müzakere' sloganı da Duran Kalkan'ın Kandil adına yaptığı açıklamanın omurlarından biri.

Bu çağrıyı müzakere çağrısı değil, teslim ol çağrısı olarak gördüklerini açıkladı Kalkan. AKP'nin, BDP direnince KDP ve Amerika'yı devreye koyduğunu hatırlatan Duran Kalkan, 'KDP Başkanı Mesut Barzani'yi Amerika'ya davet ettirdiler. Oradan Ankara'ya davet ettiler, saatlerce görüşme yaptılar. 

KDP eliyle acaba PKK'yı aktif savaş konumundan geriye çekemez miyiz diye çaba harcadılar. Bu da olmadı, zaten KDP kendilerine verebilecek desteği veriyordu. 

Daha fazla destek vermesi yani PKK ile savaşması mümkün değildi. Nitekim ne savaşı göze alabildiler ne de PKK üzerinde öyle bir etkide bulunabildiler' dedi. 

PKK yöneticisi Mustafa Karasu'nun birkaç gün önce Özgür Politika gazetesindeki yazısında ise Zana açıktan hedefti:

'Leyla Zana'nın konuşmaları çözümle de, barışla da ilgili olmayan konuşmalardır. Türkiye'nin Güney Kürdistan'daki siyasi” ilişkilerinin başka bir tezahürüdür. 

Leyla Zana bunları söylemeden çok kısa bir süre önce Güney Kürdistan'daydı. Zaten güneyli siyasetçiler AKP'lilerle ilişkileri gereği her zaman 'AKP iyidir' demişlerdir. - Dolayısıyla, Leyla Zana'nın söyledikleri de çözüm ve barış için bir değer ifade etmiyor. Sadece Kürdistan'da etkisizleşen AKP'ye bir nefes verme anlamına geliyor. 

 _ Kandil'den yansıyan '' Biz Devrimci halk savaşı çizgisinde çözüm istiyoruz.'' Silahlar konuşacak mesajı veriyor. 

   Bu tuhaf fotoğraf aklıma iki soru getiriyor. 

AKP sorunun çözümü için ya doğru bir matruşka buldu ki adı Leyla Zana.

Ya da gerçekten PKK içinde çözüm değil, savaş isteyen bir yapı var.

https://www.aksam.com.tr/yazarlar/serdar-akinan/hangi-pkk-7080y/haber-196457

***

9 Ekim 2020 Cuma

AB Kürt Konferansı'nda Öten Bülbüller!

 AB Kürt Konferansı'nda Öten Bülbüller! 


13 Aralık 2012


AB – KÜRT KONFERANSI SONUÇ BİLDİRGESİNDEN:


“Kürt Baharı kaçınılmaz!”
“İsrail PKK’ya desteğini sürdürecektir!”
“Türkiye için yeni bir Anayasa yapılacaktır”
“Türk hükümeti Öcalan’la müzakereye devam edecektir!”
“Tüm ülkeler PKK’yı terörist listesinden çıkarmalıdır!”
AB konferansında “bölünmeyi” en çok savunanlar “Türkiyeli” gazeteciler!
5-6 Aralık’ta Brüksel’de Avrupa Parlamentosu’nda toplanan Kürt Konferansı katılımcıları ve açıklamaları kör gözleri açacak nitelikteydi!

“AB, Türkiye ve Kürtler” adlı 9. uluslararası konferansa Türkiye’den AKP milletvekili Galip Ensarioğlu, CHP’den Rıza Türmen, BDP’den Aysel Tuğluk ve Selahattin Demirtaş, gazeteci olarak Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Serdar Akinan, Ahmet Şık, Nuray Mert, Diyarbakır İnsan Hakları Derneği’nden Raci Bilici ve Kocaeli Üniversitesi’nden Profesör Sevtap yokuş katıldılar.
‘Türk’ gazetecilerin, İsrail / MOSSAD mensubu konuşmacılar ile hemfikir olarak ‘Sıra Kürt Baharı’nda!’ demeleri ilgi çekti..


İsrailli akademisyen Ofra Bengio, “Son yıllarda PKK bölgede güçlendi, İsrail’in geleceği için bu çok önemli. Bu süreçte Kürtler bölgede stratejik bir rol kaptı ve İsrail’in buna desteği sürecektir” şeklinde konuştu..

Gazeteci Cengiz Çandar ise İsrail görüşlerine tam destek vererek “Kürt Baharı’nın zamanının geldiğini” savundu ve “Türkiye’nin terör örgütü PKK’yı tanımak zorunda kalacağını” belirtti. “Türkiye, PKK’yı ve onun temsilcilerini tanımak zorunda kalacak. Biz bunun için çalışacağız. İsrailli dostum Ofra Bengio da bunun için çaba harcayacak” dedi.
Gazeteci Serdar Akinan da Kandil’e ve orada yerleşik terör örgütüne övgüler düzdü! Kürt 
Konferansı sonuç bildirgesinde 2012 sonunda Türkiye’nin ‘ Demokratik’ ve ‘yeni bir anayasa’ya kavuşacağının altı çizildi.



Konferansta, Türk hükümetinin Suriye’deki savaşa yaklaşımının, Kürtlerin kazanımlarını yok sayma ve anti kürt eksen yaratmaya yönelik olduğuna değinildi.
Türkiye ve Suriye’deki diğer ‘taraf’ların, bir diyalog ortamının hazırlanmasında girişken olmaları gereğinin altı da çizildi!
Ve konferansta Türkiye hükümetinin Abdullah Öcalan ile ‘diyaloğunun’ ŞART olduğuna da değinildi.

Konferans ayrıca tüm ülkelere, PKK’nın Terör örgütü olarak listelenmesine son verilmesi çağrısı yaptı!

Türkiye’nin ‘BÖLÜNME’ konferansı düzenleyicileri arasında Nobel Barış Ödülü sahibi Güney Afrikalı Papaz Desmond Tutu, ve İranlı ‘muhalif’ Şirin Abadi, Avrupa Konseyi iyi niyet elçisi Bianca Jagger, Türkiye’den Yaşar Kemal, ve Vedat Türkali, ve Avrupa’dan ödüllü Leyla Zana ve Amerikalı yazar Naom Chomsky de bulunuyor.


Amerikan Kongresinden, İngiltere Almanya ve Hollanda istihbaratından ve Suriyeli Kürtlerden temsilcilerin katıldığı konferansta ‘bölünmeye’ en iştahlı konuşmaları yapanlar ‘Türkiyeli’ gazetecilerdi!


Banu AVAR, 13 Aralık 2012
banuavar@superonline.com


https://banuavar.com.tr/ab-kurt-konferansinda-oten-bulbuller-banu-avar/


***

13 Ekim 2017 Cuma

Rezalet! Tolon Serbest Bırakıldı...




Rezalet! Tolon Serbest Bırakıldı... 


Serdar Akinan

Böyle rezalet olur mu? Böyle skandal olur mu? Hukuk nerede? Bu tahliye kararını kim nasıl izah edecek? 
Hatırlarsınız emekli Orgeneral Hurşit Tolon bir temmuz sabahı yakalanmıştı. 
Savcı Zekeriya Öz'ün titiz çalışmasıyla soruşturma kapsamına alınan Tolon, emniyet istihbaratın aylar süren teknik takibi sonucu Ergenekon terör örgütünün üyesi olduğu anlaşılmış ve askeri lojmanlarda kıskıvrak yakalanmıştı. 
Asıl delil ise oğlunun evinde yapılan aramada ele geçmişti. 
Üzerinde 'Ergenekon yapılanması' yazan bir fotokopi!.. 
Yapılan derinlemesine tahkikatta savcılar şu şok sonuca ulaştılar: 
Ergenekon yapılanmasını anlatan bu belge 6.Dalga'dan hemen önce bazı gazetelerde yayınlanmıştı. Hatta hatta bazı internet sitelerinde günlerce yayınlanmıştı... 
İşte bu kritik belgeye internet aracılığıyla ulaştığı anlaşılan Tolon, 'printer' denen bir alet vasıtasıyla bu belgeyi yazdırmış. 
Hatta bununla yetinmeyerek bir de fotokopisini çekmiş. 
Özellikle fotokopisini çekmesi savcıların dikkatinden kaçmadı. 
Emekli paşa Hurşit Tolon, gazetelerde günlerce yayınlanan bir belgenin fotokopisini neden çektiğini açıklayamayacağından olsa gerek susma hakkını kullanmıştı. 
Sükutun ikrardan geldiğine dalalet eden bu tavır da emniyet istihbaratın ve savcıların dikkatini çekti. 
Gene o süreçte, savcılıktan sızan bazı haberlere göre, Hurşit Tolon'a torunlarıyla yaptığı telefon görüşmeleri sorulmuş, bu kayıtlarda, 'Karne nasıl bakalım, kırık var mı?' cümlesinin Ergenekon örgütünün askeri kanadına bir talimat olup olmadığını açıklaması istenmiş. 
Tolon, bu sorular karşısında da sessizliğini korumuş. 
Ancak tutuklanmasına neden olan asıl gelişmenin, gözaltından birkaç gün önce eşini telefonla arayarak, 'Bi daha bana danışmadan eve misafir çağırma akşam Fener'in maçı vardı. Şimdi izleyemeyeceğim...' demesi olduğu anlaşıldı. 
Bu cümlede geçen 'danışmadan' kelimesinin Danıştay saldırısıyla doğrudan alakalı olduğu söylendi. 
Yazılabilseydi iddianamede bu vahim argümanlara yer verilecekti. 
Ancak asıl hukuk skandalı iste tam burada... 
Dünyanın hangi ülkesinde daha mahkemeye iddianame bile sunulmadan tutuklu bir sanık altı ay sonra serbest kalır? 
Yok, hakikaten bu ülkede yaşanmaz. 
Terör örgütü üyesi adamlar şimdi ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaşacak. 
Ben bu ülkenin polisine, savcısına nasıl güveneceğim? 
Adamı tutuklamışsın ne güzel, altı aydır da cezaevi cezaevi gezdirmişsin... Şimdi kalk delil yetersizliğinden serbest bırak... 
Allahtan yurtdışına çıkış yasağı koydular. Maazallah çıkıp dışarıdan darbe falan da tezgahlar bunlar... 
Vedat Yenerer'in Kuzey Irak'tan getirdiği 1930 model vahim nitelikteki tüfek ve boş uçaksavar mermisi kovanlar kullanılırsa ne yapacağız? 
Hurşit Tolon ve Vedat Yenerer artık serbest... 
Türkiye'ye rahat yok... 
Böyle hukuksuzluk olur mu? 
Medya da medya olsa... 
Tutturmuşlar bir Ekrem Tosun... Neymiş Başbakan'ın oğlu ortakmış. 
Olacak tabii... Aç mı kalsaydı çocuk?... 
Tutturmuşlar bir 'Deniz Feneri' dosyası aylardır neden gelmiyormuş? 
Gelemez tabii... Posta kolay mı geliyor taa Almanya'dan? 
Tutturmuşlar bir Cumhurbaşkanı'nın oğlu neden Suudi Arabistan'da iş bağlıyormuş? 
Bağlayacak tabii... Ne yapsın çocuk ticaret sünnet... 
Siz asıl şu hukuksuzluğu yazın... Ergenekon terör örgütü nasıl dışarı çıkmaya başladı? 
Rezalet valla... Rezalet... 

Akşam 



***