8 Mayıs 2020 Cuma

Soğuk Savaş Sonrasında Ortadoğu'da Vekâlet savaşları ve Yeni Oyun Kurucu Türkiye'nin Etkinliği.,

Soğuk Savaş Sonrasında Ortadoğu'da Vekâlet savaşları ve Yeni Oyun Kurucu Türkiye'nin Etkinliği., 


Mehmet Babacan* 
* Uludag University 
BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ, SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ, ORTADOĞU ÇALIŞMALARI DOKTORA PROGRAMI, 
PROJE ASİSTANI, DOKTORANT
Bursa - Turkiye


Soğuk Savaş Sonrasında Ortadoğu'da Vekâlet savaşları ve Yeni Oyun Kurucu Türkiye'nin Etkinliği

11. ULUSLARARASI ULUDAĞ ULUSLARARASI İLİŞKİLER KONGRESİ, 2019

Morton Kaplan’ın uluslararası siyasal sistem biçimleri olarak sıraladığı sistem modellerinden (hiyerarşik sistem, çok kutuplu sistem, iki kutuplu sitem gibi) 
tarihsel olarak evirilerek geçen uluslararası politika 1990’lı yılların başından itibaren yeni bir çehre alarak tek kutuplu bir karakter kazanmıştır. 

Keza uluslararası politikada “kutup” kavramı küresel düzeyde gücün belli bir yerde yoğunluk kazanması anlamına geldiğinden 1989’da Berlin Duvarının yıkılmasıyla başlayan yeni dönem, dünya tarihinde ekonomik, askeri ve diğer nicel ve nitel unsurlar bakımından ABD’nin rakipsiz ve eşsiz bir süper güç (hatta buna hiper güç diyenler de vardır) olarak ortaya çıkmasını simgeleyen bir dönem olmuştur. 1991’de iki kutuplu sistem, kutuplardan biri olan Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla son bulmuş, sosyalist-komünist ideoloji ile liberal-kapitalist ideoloji arasındaki mücadeleyi Batı bloğunun hâkim ideolojisi olan liberalizm ve kapitalizm kazanmıştır. 

Uluslararası konjonktür böyleyken Robert Cox gibi teorisyenler ABD’nin uluslararası siyasal sistemde neredeyse bir imparatorluk kurma noktasına kadar geldiğini belirtirken Francis Fukuyama gibi ideologlar ise Hegelci mantığın tarif ettiği anlamda pratik tarihin sona erdiğini iddia etmiştir. Küresel düzeydeki bu değişim tabiatıyla bölgesel politikalar üzerine de yansımış, iki kutuplu/bloklu yapının kurallarına ve kalıplarına göre davranmaya alışan ülkeler Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi iki kutuptan birine tercih göstermek yerine yeni dönemde yükselişe geçen küreselleşme, insan ve azınlık hakları, demokrasi ve serbest piyasa ekonomisi gibi kavramları önceleyen dış politikalar üretmek durumunda kalmışlardır. Soğuk Savaş döneminin sona ermesinin en güçlü biçimde hissedildiği bölgelerden biri olan Ortadoğu (diğerleri; Yugoslavya özelinde Balkanlar ve Dağlık Karabağ özelinde Kafkasya olmuştur) Irak ile Kuveyt arasında yaşanan Körfez Krizi bağlamında Soğuk Savaşı bitiren sıcak savaşın yaşandığı ilk coğrafya olurken ABD Başkanı George H. W. Bush’un “yeni dünya düzeni” nin (new world order) kurulduğunu ilan etmesine de vesile olmuştur. 1991 tarihinden bugüne küresel ve bölgesel güçlerin yıpratma ve vekâlet savaşları üzerinden rekabete giriştiği Ortadoğu bölgesi kendi iç dinamiklerinden (etnik, dini, mezhepsel) kaynaklanan sorun ve çatışmaların yanında jeopolitik, jeoekonomik ve jeo kültürel ölçekteki öneminden dolayı dışarıdan gelen operasyon ve müdahalelere de sürekli açık olmuştur. 

Ortadoğu’da Türkiye, İran, Mısır, Suudi Arabistan gibi bölgesel aktörlerin üstünlük/liderlik mücadelesinin yanı sıra ABD, Rusya, AB, Çin gibi bölge-dışı küresel aktörlerin de rekabeti hissedilmiş, özellikle Yemen ve Suriye Krizi bağlamında anılan aktörler arasında çağdaş bir “soğuk savaş pratiği” de yapılmıştır. 

Bu çalışmada da özellikle Türkiye’de dış politikadaki karar verici konumundakilerin zaman zaman söylemlerine hâkim olan “oyun kurucu” kavramından hareketle Soğuk Savaş sonrası yeni dönemde bölgesel ve küresel aktörlerin ve nihayetinde Türkiye’nin bölgedeki alan açma faaliyetlerine, liderlik çabalarına ve mücadelelerine, aktif ve proaktif politikalarına değinilecektir.

https://independent.academia.edu/MEHMETBABACAN3


***

Soçi Mutabakatı ile Kürt Bölgesi mi Kuruluyor? Gizli Maddeler..

Soçi Mutabakatı ile Kürt Bölgesi mi Kuruluyor? Gizli Maddeler.. 



Prof.Dr.Sait YILMAZ 
23 Ekim 2019 

Soçi’de Türkiye ve Rusya arasında dün yapılan görüşmeler öncesi aklımızda olan en önemli sorular şunlardı; 

- Türkiye’nin oluşturmaya çalıştığı 120 km. genişliğinde ve 32 km derinliğindeki 
güvenli bölgenin batısı, güneyi ve en önemlisi doğusunda ne olacaktı? 

- Harekâta devam edip, özellikle doğuda YPG/PKK unsurlarının tamamen bertaraf edilmesini fırsatını kullanabilecek miydik? 

- İdlib’teki Cihatçılar ve IŞİD’a ne olacaktı? 

- Esat ile ilişkilerimiz normalleşecek miydi? Nasıl bir Suriye düşünülüyordu? 

- Hepsinden daha önemlisi YPG/PKK’nın geleceği ve Kürtlerin statüsü konusunda ne gibi ipuçları ortaya çıkacaktı? 

Üstelik Rusya Federasyonu ile belirli konularda farklı düşünmeye devam ediyoruz ve bunlar görüşmelere de yansıdı. Bu farklıklar özellikle YPG/PKK’ya bakış, İdlib konusu, Esat’ı meşru yönetim olarak tanınıp tanınmaması ve Türkiye’nin güvenli bölge ihtiyacının Adana Mutabakatı sınırları (sınırdan 5 km.) içinde kalması konusunda Rusya’nın tutumu. 

Soçi Mutabakatı konusuna girmeden önce şunu da hatırlatalım. Yeni Suriye Anayasası ile ilgili çalışmalarına devam eden Anayasa Komisyonu 30 Ekim’de Anayasa Komitesi adı altında ilk toplantısını yapacak. Aynı tarihlerde, Cenevre’de de ABD’nin de katıldığı Suriye sorununa siyasi çözüm ile ilgili görüşmelere devam edilecek. Şu an sahada bekleyen askeri konular şunlar; 

- YPG/PKK’nın ve Kürtlerle ilgili sahadaki gelişmelerin Esat yönetimine entegrasyonu, 

- IŞİD ile mücadele ve mevcut varlıklarının (hapistekiler, toplama kampları vb.) idaresi, 

- İdlib’teki yaklaşık 60 bin Cihatçının temizlenmesi, 

- Türkiye’nin fiili olarak kontrol ettiği bölgelerden çekilmesi ve devredilmesi. 

Şimdi Soçi Mutabakatı neler getiriyor, neler olabilir? Bekleyen tehlikeler neler? Tek tek sıralayalım. 

Soçi Mutabakatı’nın ruhu? 

Soçi Mutabakatı, Suriye’deki siyasi barıştan çok YPG/PKK terör örgütü ile endişeler üzerine kurulmuş bir belge olarak gözüküyor. Belgenin görünen ve sizin göremediğiniz kısımları var. Bunlara sırası ile değineceğiz. 

Öncelikle Mutabakatın ruhunda şu var; 

- Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin son yıllarda demografi değişimini eski haline getirerek, sınırları boyunca 1965’de baba Esat’ın yaptığı gibi bir Arap Kameri meydana getirmese de Kürt kuşağının arasına bir Arap bloku koymak istiyor. 

- Rusya ise Türkiye’nin askeri girişimlerini kontrol altına alarak Esat ile birlikte bir an önce boşlukları doldurmak, Türkiye’nin endişelerini giderirken, bir an önce Adana Mutabakatı ile öngörülen 5 km. çizgisine geri çekmeyi hedefliyor. 


Bu nedenle, Türkiye ağırlığını ülkemizdeki Suriyeli sığınmacıların dönüşüne vermiş durumda ve bu konuda Rusya’dan ve dolayısı ile Esat’tan destek istiyor. Türkiye’nin bu aşamada siyasi amacı, YPG/PKK’yı bölgeden çıkarmak, yerine Suriyeli sığınmacıları koymak. 

Nitekim Türkiye’de 3 milyon 650 bin civarında Suriyeli sığınmacı olduğundan bahisle önce kısa sürede bir milyonunun daha sonra ise bir milyon kişinin dönüşü hedefleniyor. 

Kürt Bölgesi mi Kuruluyor? 

Barış Pınarı Harekâtı’nın asıl amacı, şimdi daha iyi anlaşıldığı gibi, YPG/PKK’yı 
bölgeden tamamen elimine etmek değil, seçilen 120 km. genişlik ve 32 km. derinlikteki bölgeden YPG/PKK’yı çıkararak, Suriyeli sığınmacılara yer açmaktı. Mutabakat kapsamında öngörülen yeni düzenlemelerle; 

- Bugünden itibaren öngörülen yukarıdaki bölgenin dışındaki YPG/PKK unsurları da Türkiye sınırından 30 km. uzaklaşacak ve bu bölgelerde 150 saat sonra Türk-Rus devriyesi gezmeye başlayacak. 

- Özetle, sınırlarımız boyunca 30 km. derinliğe kadar YPG/PKK unsuru olmayacak. 
Ancak, Türkiye için burada çok tehlikeli bir nokta var. Fırat’ın batısındaki Menbiç ve Tel Rıfat dâhil çekilme öngörülürken; 

* Türkiye sınırına çok yakın olan ve Suriye doğusundaki Kürt nüfusun merkezi olan Kamışlı ilçesi muaf tutuluyor. 

* Yukarısı kadar önemli olan diğer bir husus Fırat’ın doğusunda 30 km.nin güneyinde yer alan Rakka ve Deyrizor yani Petrol bölgelerine ne olacağı belirsiz. 

* YPG/PKK unsurları buraya silahları ile dönecek ama sonrası belirsiz. 

Bu da aklımıza şu soruyu getiriyor; Kobani ve güneyinde Kamışlı merkezli bir Kürt bölgesi oluşturulması dikte ediliyor. Belki de bu dikte ABD’den gelmiş olabilir mi? 

Trump’ın “Petrolü Garanti altına aldık” açıklaması da bununla örtüşmüyor mu? 

Özetle, biz bu bölgenin kuzeyinde neyin devriyesini gezeceğiz? 

Düşünülmesi gereken diğer bir konu 320 km. boyunca sınırdan 30 km. geriye çekilecek YPG/PKK, gerçekten çekilecek mi? Kim, nasıl kontrol edecek? Çekilmez ya da geri dönerse ne yapılacak? 

YPG/PKK ve Kürt nüfusa ne olacak? 

Yukarıdaki endişe kapsamında taraflar Suriye’nin toprak bütünlüğüne her seferinde atıf yapsa da Rusların aklında başka şeyler olduğunu biliyoruz. Muhtemelen bu düşünceler ABD ile de paylaşılmış olabilir. Bu düşünce nedir? 2016 yılında Rusların yaptığı Taslak Suriye Anlaşması’nda yazılı; “Kürtlere kültürel otonomi (özerklik)”. 

Bu ne demek? Şu an bunun altı doldurulmuş değil. Ruslar, kültürel özerkliğin içeriğini Esat’a dikte edecekler. Zaten Soçi Mutabakatı ile Esat’ın Suriye’nin kuzeydoğusundaki Kürtler ile diyalog kurması tavsiye ediliyor. Bu konular Cenevre’deki görüşmelerin en hassas konusu olacağa benzer. 

Peki, kimin niyeti ne? 

- ABD ve YPG/PKK’nın niyetini biliyoruz. Bağımsızlık isteyelim ama olmasa da 
Irak’ın kuzeyindeki benzer bir Kürt Yönetim Bölgesi. Yeni kendi parlamentosu, ordusu ve geliri olan bir özerk yönetim. 


- Rusların niyeti ise en azından yerel yönetim özerkliği, iki dil, merkezi yönetimde temsil vb. Bunu da diğer azınlıklarla birlikte kılıfına sokmak. Nitekim Putin yaptığı konuşmada kuvvetli ifadelerle “Suriyeli Kürtlerin hak ve hukukunun savunulmasına” yaptığı taahhüte dikkat çekti. 

- Esat ise zaten hain olarak gördüğü YPG/PKK ve Kürtlere hiçbirini vermek istemiyor. 

İşte Esat ile neden konuşmalı ve anlaşmalıyız, nedeni bu. Çünkü Esat da bizim gibi YPG/PKK’yı terörist örgüt olarak görüyor ama Ruslar ve İranlılar görmüyor. 

Soçi Mutabakatı’nın hala sorunlu konuları ve gizli maddeler.. 

Sorunlu konuların başında Türkiye’nin hala İdlib’te bir sorun yokmuş gibi davranıp, istikrarın devamından bahsetmesi. Türkiye’nin İdlib konusunu bir pazarlık kozu olarak elinde tuttuğu anlaşılıyor. İdlib’te ya çatışmalar yeniden başlayacak ya da büyük kısmı Türkiye’ye gelecek bir kısmı da Suriye’ye entegre olacak. Bunların ikisi de istenen çözüm değil. Türkiye, İdlib kamburundan bölgeyi Esat’a teslim ederek kurtulmalıdır. Bu sorun en sıcak gündem olarak yakın zamanda patlayacak. 

Soçi Mutabakatı ile Esat güçleri Ruslarla birlikte artık Türkiye sınırlarına gelecek. İyi haber sınırlarımızda artık YPG/PKK olmayacak ama Esat ordusu ile birlikte çalışmayı öğrenmek zorundayız. 

Diğer yandan ABD’liler bölgeden gözlerini ayırmış değiller. IŞİD ile mücadeleye 
devam bahanesi ile Irak sınırına yerleşmek ve drone örtüsünü devam ettirmek derdindeler. Yani YPG/PKK’ya destek İncirlik ve Irak sınırından devam edecek. Ayrıca Kürt bölgesinde başta CIA olmak üzere Batılıların istihbarat ve kışkırtma ağının boş durmayacağı da açıktır. 

Soçi Mutabakatı’nın gizli Maddelerine gelince; 

- Esat güçlerinin Kamışlı ile irtibatını sağlayan M4 yolunu Türkiye bir an önce terk edecektir. 

- Türkiye, en kısa zamanda İdlib’ten çıkacaktır. 

- 10 km. derinlikte devriye gezilen bölgelerde kısa süre sonra Türkiye’nin 5 km. 
derinlikteki güvenli bölgesine dönüşecektir. 

- Türkiye, aşama aşama tüm kontrol ettiği bölgelerden 5 km. derinliğe çekilecektir. 


***

7 Mayıs 2020 Perşembe

CORONA-VİRÜS SONRASI DÜNYADA NELER OLACAK..

CORONA-VİRÜS SONRASI DÜNYADA NELER OLACAK..




CORONAVİRÜS SONRASI DÜNYADA NELER OLACAK..

Korona Süreci, Ulus-Devlet ve Uluslararası Düzeni Nasıl Etkiler?

       AA’ya Konuşan Akademisyenler, Tüm dünyayı etkisi altına alan yeni tip korona virüs sonrası dünya düzenini değerlendirdi. 


14 Nisan 2020 Salı 


Kovid-19 pandemisi, dünya genelinde her geçen gün daha fazla yayılırken kayıplar da artıyor. 

Gündelik yaşamı değiştiren salgın nedeniyle sınırlar kapatıldı, uçuşlar durduruldu, ticari faaliyetler askıya alındı. 

Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, NATO ve Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumların varlığı ve geleceği sorgulanıyor.

Uzmanlar, AA muhabirinin 

"İktisadi küreselleşme son mu buluyor?", 

"Yeni bir tür uluslararasıcılık mı doğacak?", 

"Yeni üretim modelleri ortaya çıkar mı?", 

"Neo-liberalizmin sonu mu geldi?", 

"Hükümetler içe mi dönecek?", 

"Uluslararası iş birliği için umut var mı?", 

"Hukuki düzenlemeler değişecek mi?", 

"Tarım ve gıda ile ilgili yeni düzenlemeler gelir mi?" 
Şeklindeki sorularını yanıtladı. 

"Avrupa'nın Yeni bir Yapılanmaya gideceğine inanıyorum"  

Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Nail Alkan, 
küreselleşmenin sonuna gelindiğini, Avrupa Birliği'nin (AB) zannedildiği gibi birlik, beraberlik ve dayanışma ruhu taşımadığının ortaya çıktığını 
söyledi. AB ülkelerinde herkesin kendi derdine düştüğünü, kendi çıkarını düşündüğünü anlatan Alkan, şunları söyledi:

"İtalya, İspanya'da yaşananlar herkesi çok rahatsız ediyor ama 'Herkes kendi bacağından asılır.' mantığı ile devam ediyorlar. 

Birbirlerinin maskelerine el koyuyorlar. Son derece egoist davranışlar sergiliyorlar. Yardıma ihtiyacı olan ülkelere para yardımı yapmak için 
kurulmak istenen fona Almanya ve Hollanda karşı çıkarak 'Herkes kendi başının çaresine baksın.' diyorlar. Postcorona sürecinde Avrupa'nın yeni 
bir yapılanmaya gideceğine inanıyorum.  Şu durumda AB için tünelin sonunda ışık görünmüyor. Her şey düzeldiği zaman üye ülkelerin AB'ye üyeliğinin artıları ve eksileri konusunda yeniden bir değerlendirmeye gitmeleri muhtemel. Böyle bir durumda İngiltere'nin başlattığı 'exit' fırtınasına başka ülkelerin de katılması söz konusu olabilir. Bu kapsamda AB’nin hem siyasi hem ekonomik olarak kan kaybettiği açık ve net bir şekilde ortada. Bakalım AB herkesi şaşırtıp Jean Monnet’nin söylediği gibi 'Avrupa krizlerden doğuyor.' sözünün hakkını verip, toparlanıp daha güçlü bir şekilde ayağa kalkabilecek mi?"

"NATO'nun Varlığı daha çok sorgulanacak"

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yaşar Onay, Rusya'nın, tıbbi destek adıyla Avrupa’nın içlerine kadar asker göndermesinden dolayı NATO'nun varlığının ciddi bir şekilde sorgulamaya açılacağını ifade etti.Böyle bir dönemde 40 bin ABD’li askerin Almanya’da konuşlanmasını sadece "tatbikat" diye açıklamanın inandırıcı olmadığına dikkat çeken Prof. Dr. Onay, şunları kaydetti: 

   "Kovid-19 sonrasında ulus devletler yeniden belirgin güç olma konumlarını daha etkili bir şekilde koruyacaklar, AB, NATO gibi ekonomik ve Askeri ittifakların varlığı tartışılacak ve belki de bu yapılar dağılabilir. Eğer gidişat bu yönde olursa, dağılan AB ve NATO'ya alternatif olarak, Fransa, Almanya, Rusya, Çin, Hindistan, İran ve Suriye askeri ağırlıklı yeni bir ittifak sistemi oluşturma yönünde adımlar atabilirler ki böyle bir gelişmenin, ABD’nin ve doğal müttefiklerinin küresel ve bölgesel çıkarlarıyla çatışma halinde olacağı kesindir."

"Küresel Kurumlar iflas etti"

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bilal Sambur, BM, AB, İslam İşbirliği Teşkilatı, Afrika Birliği, Dünya Sağlık Örgütü, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü ve Uluslararası Para Fonu gibi kurumların böyle bir salgın karşısında çok başarısız bir sınav verdiğini, A, B, C gibi planları ve stratejileri olmadığının çok net bir şekilde ortaya çıktığını belirtti.  Salgın sonrası dönemde tüm bu küresel kurumların varlığının sorgulanacağını belirten Sambur, şöyle konuştu:

" Postcorona dünyasında; risk yönetimi, risk iletişimi ve risk toplumu kavramlarının  hayatımıza daha fazla gireceğini düşünüyorum. Bu riskli günlerden sonra da dünya risk barındırmaya devam edecek. ABD, İngiltere, 
Almanya gibi ülkelerin, silah sanayisinde ve teknolojide bu kadar gelişmiş olmalarına rağmen sağlık ve sosyal alanda ne kadar kof olduğu 
ortaya çıktı. Bu süreçten sonra devletlerin bu kofluğu ciddi bir şekilde sorgulanacaktır.
   Ayrıca herhangi bir kriz durumunda küresel dünyanın anında refleks gösterebileceği ortak bir veri iş birliğinin olmadığını da bu salgınla bir 
kere daha gördük. Böyle bir salgının ancak küresel ortak bir bilinç ve dayanışma ile çözülebileceği ortaya çıktı. 
Bu da insanlığın küresel bir liderliğe ve küresel bir bilişime ihtiyacını net bir şekilde ortaya koydu. 
Sanırım bu süreçten sonra bu da sorgulanacaktır. 
ABD'nin veya BM'nin bir küresel lider, küresel bilişim merci olmadığı ortaya çıktı."

"Tarım ve Hayvancılık ön Plana çıkacak "

    Özyeğin Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nuray Ekşi, bugüne kadar yaşanan sorunların bir veya birkaç ülkeyi ilgilendirdiğini 
ifade ederek, Kovid-19 salgınının ise ilk defa bütün dünyayı tehdit eden ve ülkeler arasındaki dayanışmayla çözümlenmeye çalışılan bir sorun 
olduğunu söyledi.Bu salgınla beraber tarım ve hayvancılığın, tarım topraklarının, meraların, otlakların, yaylaların, sulak alanların geçmişte olduğu gibi gelecekte de büyük önem kazanacağını aktaran Prof. Dr. Ekşi, "Salgın, Tarımla ilgili alanların korunması için ciddi önlemler alınması gerektiğini ortaya koymuştur. 

Tarım ve hayvancılık, aksayan sanayi üretimi sebebiyle açlıkla mücadele edilmesinde en önemli araç haline gelecektir bundan sonra. 

Küreselleşme, uluslararası seyahatlere sınırlama getirilmesi, sınır güvenliği, göç ve iltica akımlarında devletlerin duyarlılığı artacak; bu konularda önleyici politikalar geliştirilecektir." değerlendirmesinde bulundu.

Hukukun Çerçevesi değişebilir, Yeni boyutlar kazanabilir

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adem Sözüer, koronavirüs döneminde eğitim, öğretim dahil hemen her alanda faaliyetlerin dijital yöntemlerle yürütüldüğünü ve bunun hukuk alanında da yansımaları olacağına dikkati çekti.Dijital çağın getirdiği değişimin öneminin çok daha iyi anlaşıldığına vurgu yapan Sözüer, "Dijitalleşmenin hayatın her alanında getirdiği değişimler korona sonrası artarak devam edecektir. Bunun hukuk alanındaki etkileri de çok yönlü olarak ortaya çıkacaktır. Dijital teknolojilere sahip firmaların var olan gücü daha da artması muhtemeldir. Bu durum ise demokrasi ve kişi özgürlükleri açısından sorunlar doğurabilir." dedi.Serbest seçimlere dayalı çoğulcu demokratik rejimlerin bu güçlere karşı korunması gerektiğine işaret eden Sözüer, şöyle devam etti:Büyük krizlerin ortaya çıkmaması veya çıktığında 
önlenmesi için bilimsel bilginin değeri ve önemi anlaşıldı. En önemlisi evlerde kalınan bugünlerde özgürlüğün ne kadar kıymetli olduğu idrak edildi. 

Özgürlükleri koruma mekanizmalarının etkinliğinin artırılması önemli bir gündem olacak. Korona sonrası dönemin ana teması; vatandaşların haklarını koruyan etkin ve güçlü hukuk devletinin, dijital çağdaki çoğulcu demokrasi içindeki yolculuğu olacaktır."

"Mahkemelerde Hesaplaşma olacak"

Uluslararası Öğrenci Akademisi Asya İhtisas Programı Sorumlusu Prof. Dr. Alemdar Yalçın, koronavirüs salgını kontrol altına alındıktan sonra bilim dünyasında büyük bir tartışmanın çıkacağını belirterek, "Bu pandeminin sorumluları aranacak. Bu tartışma bizim bilmediğimiz bazı Laboratuvar 
çalışmalarının kamuoyuyla paylaşılmasına da sebep olacak." dedi.Salgın sonrası dönemde bir hesaplaşma olacağına dikkat çeken Yalçın, sözlerini şöyle sürdürdü:"Ülkelerin biyokimya ile ilgili araştırma merkezlerinde 1980'li yıllardan sonra başlayan iki temel çalışma var. 

Bunlardan birisi cep telefonu ve internet ağlarının yaydıkları mikro dalgaların insan ve çevre üzerinde etkisi. Bu konuda çok ciddi ve gizli çalışmalar var. İkincisi ise insanlara hayvanlardan bulaşan korona ve benzeri virüslerin birbiri ile genetik olarak eşleştirilerek kontrol edilmesi çalışmaları. Bu çalışmalarla ilgili bazı bilimsel makaleler yayınlandı. Kovid-19'un laboratuvar ürünü bir virüs olduğu üzerinde ciddi iddialar var. 

Sanırım bir ay içinde dünya kamuoyunda bunlar ciddi olarak tartışılacak ve uluslararası mahkemelerde hesaplaşma şekline dönecek."

"İnsan, Ne kadar İnsan diye durup Düşüneceğiz"

Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Faik Demir, Yeni tip Koronavirüsün; 
Doğanın, teknolojiden ve bunun kölesi olmuş insandan intikamı olduğunu belirterek,
 "Kendi yaşam alanlarını yok eden insan, Sonunda, Kendisi de yok olma duygusuyla karşı karşıya kaldı.  Çaresizlik tüm Dünyaya çöktü, Zengin-Fakir, Güçlü-Zayıf, gelişmiş-geri kalmış hiç fark etmedi." dedi.  

Koronavirüs sınavını belli aşamalar çerçevesinde düşünmek gerektiğini aktaran Demir, aşamaları şöyle sıraladı:"İlk aşama, koronavirüsten kurtulma ve bu sorunun bertaraf edilmesidir. İkinci aşama koronavirüs sonrası devletlerin ve toplumların yaralarının sarılması, eski yaşama yani gündelik 
yaşama dönülmesidir. 

Ama esas sorun son aşamada; yani 'Neden bu sorun yaşandı, neden çözülemedi ve nerede yanlış yaptık?' sorularının cevaplarının aranmasında yaşanacaktır. İnsan aslında bu aşamada gördüğümüz gibi ciddi bir insanlık sınavından da geçmektedir. 

Bu sınavın sonucu da incelenecektir. Hangi hasletleri kaybettik ve acaba teknoloji robotu yaratmanın yanında insanı da mı robota çevirdik? 
'İnsan ne kadar insan?' diye durup düşüneceğiz.   

Peki koronavirüs sınavından ders çıkarmak ve bunu avantaja çevirmek mümkün müdür? 

Kuşkusuz her zaman, her sorundan çıkmanın ve mutluluğa ulaşmanın yolu mevcuttur. 

Bu süreçten ve zorluklardan çıkmanın ve ayağa kalkmanın belki de en kolay yollarından biri 'Ben' yerine 'Biz' demeyi öğrenmektir. 

'Ben' ve 'Biz' bir bölge, ülke, inanç ya da ideolojiyle sınırlı olmamalıdır. 
Tüm dünya olmalıdır. Ayrıca 'Biz' sadece insan da olmamalıdır. 

Tüm Canlılar ve Çevremizin 'Biz' olduğu Unutulmamalıdır. 

'Bir Musibet bin Nasihatten iyidir.' Sözünü hatırda tutmalı ve bu yaşanan süreçten dersler çıkarılmalıdır. 

Herkesin kendine mahkum olduğu bu dönem, bunları düşünmek için inanılmaz fırsattır."

"Ulus devletler yükselişe geçecek"

Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Vahap Coşkun, Dünyayı kökünden sallayan salgın sürecinde verilen tepkilere, başvurulan 
yöntemlere ve yükselen taleplere bakıldığında, ulus devlet düşüncesinin bu kargaşadan güçlenerek çıkacağını savundu. Sokağa çıkma yasakları, karantina ve sosyal mesafe uygulamaları gibi salgının üstesinden gelmek için alınan tedbirlerin ulus devletleri kuvvetlendireceğini vurgulayan Coşkun, şunları kaydetti:"Ulus devlet kavramının yükselmesine neden olan diğer bir faktör ise bölgesel ve küresel ulus üstü yapıların bu sınavdan başarı ile çıkmamış olmalarıdır. 

    Salgın karşısında her Devlet kendi başına kaldı, her koyun kendi bacağından asıldı. 
    Dahil olunan birliklerden ve Örgütlerden beklenen ya da Umulan yardım ve destek gelmedi. 

     Mesela, 
AB'nin uzunca bir süre İtalya’ya yardım etmemesi İtalya’da hem büyük bir hayal kırıklığına neden oldu hem de AB’ye karşı öfke katsayısını yükseltti.  

BM ve Dünya Sağlık Örgütü gibi evrensel nitelikli yapılar da böylesi felaketlere etkili bir şekilde müdahale edemedi, çözüm üretmekte ve yaraları 
sarmakta aciz kaldı. 

   Koronavirüs tecrübesi, bütün herkesi tehdit eden felaketler karşısında, bir taraftan bu tehdidi bertaraf edecek dünya çapında organizasyonlara 
olan gereksinimi diğer taraftan da bu amaçla kurulan mevcut Organizasyonların yetersizliğini gösterdi. Ulus üstü organizasyonların bu yetersizliği, 
ulus devletlerin itibar tazelemelerine ve güç kazanmalarına yol açtı. 

   Devletlerin, Virüsten sonra da elde ettikleri bu Güçten kolaylıkla vazgeçmeyeceklerini öngörebiliriz." 



  https://www.haksozhaber.net/korona-sureci-ulus-devlet-ve-uluslararasi-duzeni-nasil-etkiler-125597h.htm


***

28 Nisan 2020 Salı

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE





Yazar: Çetin Ferdi | 19 Haz 2010 | Siyaset | 14  |     

T.C. EGE ÜNİVERSİTESİ
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü
BÜYÜK ORTA DOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE
Sponsor Bağlantılar
(AK PARTİ TÜRKİYE’ si adına BOP )
Ferdi ÇETİN
İZMİR-2010


İÇİNDEKİLER


KISALTMA LİSTESİ

HARİTALAR

ÖZET

GİRİŞ

BOP BAĞLAMINDA ABD VE AB İLE İLİŞKİLER

A. BOP’ TA TÜRKİYE İÇİN TASARLANAN ROL

B. BOP BAĞLAMINDA TÜRKİYE – ABD İLİŞKİLERİ

C. BOP BAĞLAMINDA TÜRKİYE – AB İLİŞKİLERİ

C.1. AB-ABD Ekseninde Yaşananlar

C.2. Türkiye-AB İlişkilerinde AKP ve BOP etkisi

SONUÇ

KAYNAKÇA


KISALTMA LİSTESİ:

AB: Avrupa Birliği

ABD: Amerika Birleşik Devletleri

AKP: Adalet ve Kalkınma Partisi

BOP: Büyük Orta Doğu Projesi

GAP: Güneydoğu Anadolu Projesi

NATO: North Atlantic Treaty Organization

T.C: Türkiye Cumhuriyeti

TR: Türkiye

TSK: Türk Silahlı Kuvvetleri

HARİTALAR:



1.1: Genişletilmiş Orta Doğu

ÖZET

Dünya gündeminden hiç düşmeyen Orta Doğu, siyasetteki etkin rolünü ülkemizde de yıllar boyu korumuştur ve korumaya devam etmektedir. Bu etkin rolün içinde etnik, dini, siyasal farklılıklar gibi argümanlar var iken, son asırda petrolünde eklenmesiyle Orta Doğu dünya siyasetinin merkezine oturmuştur.

ABD’nin , yegane süper güç olarak dünya üzerindeki hakimiyetini sürekli kılmak stratejisinin bir boyutu olarak Büyük Orta Doğu Projesi’ni yeniden gündeme getirmesi, jeostratejik, tarihi ve kültürel özellikleri yanında bölgenin tek laik ve demokratik ülkesi olan Türkiye’yi ön plana çıkarmıştır. ABD’nin Beyaz Saray’a yakın duran bir çok akademisyeninin de, soğuk savaş sonrasında Türkiye’nin Avrasya ve Orta Doğu’da çok stratejik bir role büründüğünü çeşitli düşünce kuruluşlarında dillendirmesiyle birlikte, ülkemizin yaşamsal çıkarları bu projenin ve bunun uygulanmasında Türkiye’ye biçilen rolün tüm yönleriyle , ve titiz bir dikkatle incelenmesini gerektirmektedir.

Özellikle , ABD’nin Irak’ı işgalini izleyen vu bunun yol açtığı sorunların yoğunlaştığı aşamada Büyük Orta Doğu Projesi’ni yeniden canlandırmaya çalışması, bölge ülkelerinde, demokrasi, insan hakları, ekonomik kalkınma, eğitim gibi masum amaçların perde arkasında art niyet ve düşüncelerin bulunduğunu düşündürmekte, bunların teşhis ve tespit edilmeleri önem taşımaktadır.

İşte buradaki öneme binaen bu yazıyı, ABD’nin bu girişiminin açıklanmayan niyet ve taraflarının, çelişkilerinin, uygulama güçlüklerinin hatta imkansızlıklarının içine Türkiye’yi de dahil etme çabalarını ve Türkiye yönünden olası risklerini AKP hükümetleri dönemini temel alarak, objektif bir biçimde ve sağlam bir analitik bakış açısıyla ortaya koymak için yazıyorum.

GİRİŞ

Giriş kısmında genel bir bilgi aktarımı yapıp, projenin neleri içereğinden bahsedeceğiz, zira konumuz bundan sonra daha Türkiye odaklı olacaktır.
Büyük Orta Doğu projesi (BOP), (Greater Middle East) nedir?

Büyük Orta Doğu Projesi ya da tam resmi adıyla Genişletilmiş Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ile Müşterek bir Gelecek ve İlerleme için Ortaklık Projesi, (Greater Middle East Initiative /Partnership for Progress and a Common Future with the Region of the Broader Middle East and North Africa). Amerika Birleşik Devletleri 43. Başkanı Bush hükümeti tarafından Büyük Orta Doğu adıyla duyurulan, en batıda Fas’ın Atlantik kıyılarından, en doğuda Pakistan’ın kuzeyindeki Karakurum yaylalarına, Kuzeyde Türkiye’nin Karadeniz kıyılarından Güneyde Aden ve Yemen’e kadar uzanan bölge.[1] Müslüman ülkelere demokrasi ihracını ve bu ülkelerin pazarlarının açılmasını amaçladığı açıklanan, bölgeyi ekonomik ve politik şekillendirmeye dayalı bir projeden bahsediyoruz.


Harita 1.1: Genişletilmiş Orta Doğu.
Kaynak: http://www.hilalturk.com/Konu-BOP-ve-ABD-Kontolunde-Yeniden-Osmanli

ABD bunları Planlarken Avrupa Birliği’nin bu bölgeye ilgisini ve planlarını da araştırmak gerekir. Daha çok görüşler, bu planla ilgili olarak AB’nin Birleşik Devletlerle aynı düşünceyi paylaştığı ve projeye destek vereceği yönünde. Bu görüşü destekleyen bir görüntü olarak AB’nin hali hazırda islemekte olan Barselona programını gösterebiliriz. BOP, kamuoyuna Joint Forces Quartly dergisinin 1995 Sonbahar sayısında “The Greaten Middle East” başlığıyla yayınlanan bir yazıyla yansıdı. Bunu müteakiben AB, Almanya-Fransa ikilisince hazırlanan “AB – Akdeniz Girişimi Projesi”ni hazırladı. AB’nin bu programı çerçevesinde 1995 senesinde AB ülkeleri ve 12 güney ve doğu Akdeniz ülkesiyle imzalanmış politik diyalog, ekonomik gelişme ve sivil toplum reformları paketi öngörülmüştür. Yani BOP’un açıklanan hedefleriyle birebir aynı. Ama bu bölgeyi AB’ye bırakmak istemeyen ABD daha sonra Kuzey Afrika’yı da BOP içine aldı.

Diğer yandan Arap ülkeleri bu “hazır demokrasi Paketi”ni değerlendirmeye alıp almama konusunda çok tereddütlü davranmışlar, buna mukabelen Filistin-İsrail sorunundan da bir tür kaçış olduğunu düşünmektedirler. “Amerika’yı yönetenlerin 11 Eylül Saldırıları’nı, Amerika’ya karşı duyulan kin ve nefretin bir göstergesi olarak yorumlaması, Amerika’nın Orta Doğu’ya demokrasi getirme çabalarının altında yatan en önemli etken. O zaman, Amerika’ya kin ve nefret duyanlar kimler? Yine Amerikalılara göre Amerika’ya kin ve nefret duyanlar, Arap milliyetçileri başta olmak üzere, bölge ülkelerinin milliyetçileri ve radikal İslamcılar olarak nitelendirdikleri kişiler. Amerika’ya ciddi stratejik bilgiler veren “Rand Cooperation” adlı düşünce örgütü, kapsamlı bir rapor hazırlayarak Amerikan yönetimine sundu.[2] Bu raporda müslümanlar dört guruba ayrılmıştır;

1- Köktendinciler; terörist, ABD düşmanı
2- Gelenekçiler; terörist değil ama ABD düşmanı
3- Ilımlı İslamcılar; terörizme ve şiddete karşı, her inanışa saygılı, küresel islam hedefli
4- Laikler; sahip oldukları değer yargısıyla batıya en yakın olan grup ama ABD düşmanı, BOP bağlamında işbirliği yapılabilecek yapıda değil.

    Bu gurupların detaylı analizleri sonucunda, Büyük Ortadoğu Projesinin temelini oluşturan sonuçlara varıldı. ABD’nin islam toplumunu bu şekilde sınıflandırmasını,

“Amerika’nın bölgeye demokrasi getirmesiyle; akıbetlerinin, kullanılıp bir kenara atılan Soğuk Savaş’ın sona ermesinde büyük role sahip Gürcistan’ın devrik Cumhurbaşkanı Şevardnadze gibi olacağını çok iyi bilen Ortadoğu’nun bazı despot liderleri, Amerika’nın bu projesine baştan direnç göstermeye başladı. Amerika, nasıl AB’yi de bu olayın içine çekerek kendisine karşı oluşan nefret ve kini AB’ye yönlendirmeyi başardıysa, aynı şekilde İslam’ın çatışmasını da başarmış gözükmekte. Diğer bir deyişle,”Artık İslam, İslam’a karşı…”[3]şeklinde yorumlamak mümkün.

Peki dengelerin şimdiye kadar hiç bu kadar havada kalmadığı bir dönem yaşanıyorken, bu yazının temel yazılma sebebi olan Türkiye BOP’un neresinde? “Devasa ideolojik aygıtlar, soğuk savaşın ardından ABD’nin inşa ettiği dünya hegemonyasını insanlık değerlerini yüceltme başarısı olarak gösteriyorlar.”[4] Bop’ta bu hegemonyanın bir parçası iken, Türkiye de bu hegemonyayı insanlık değerlerini yüceltme başarısı olarak mı görüyor? Yoksa Noam CHOMSKY’nin;

“ABD Bencil, Acımasız ve kural tanımaz politikalarıyla dünya düzensizliğinin mimarıdır. İnsan hakları ihlalleri ancak ABD çıkarlarını tehdit ediyorsa ‘insani müdahalenin’ konusu haline gelebilir. ABD himayesindeki işbirlikçi bölgesel güçler ise insan haklarını ihlal etme özgürlüğüne dilediklerince sahiptirler. Kural tanımaz güç kullanımı ve zulüm politikaları müthiş bir etik çürümeyi kışkırtırken, asgari düzeyde dürüstlükte ısrar eden vatandaşlar ve entelektüeller ne yapabilirler?”[5] düşüncesini mi politikalarına referans almıştır? Yazımızda, işte bu son paragraftaki sorulara AK PARTİ dönemini inceleyerek cevap arayacağız.


BOP BAĞLAMINDA ABD VE AB İLE İLİŞKİLER


A. BOP’ TA TÜRKİYE İÇİN TASARLANAN ROL

BOP’un sahibi ABD’nin Orta Doğu’da pek temiz bir sicili ve izlenimi olduğu söylenemez. Tıpa tıp aynısı olmasa da Türkiye’nin de bu bölge halklarıyla ilişkileri çok sağlam değil. Gerek I. Dünya Savaşında Arapların Osmanlı’yı arkasından vurup saf değiştirerek Osmanlı’ya karşı savaşmasından dolayı Türkiye’nin bu bölge halkına güvenmemesi ve ilişki kurmada soğuk durması, gerekse Laik Türkiye Devleti’nin halifeliği kaldırması bu bölge ile ilişkilere bariyer olmuştur. Diğer taraftan batı yanlısı politikalar izlemesi de bölgede Türkiye’ye bir güvensizlik imajı çizmiştir. Ancak ortada bir gerçek var ki, Türkiye’nin kendisi de, ABD de Türkiye’nin bu projede yer alması gerektiği düşünüyor. Burada asıl tartışma konusu Türkiye’nin bu projede kendisine biçilmiş rolü mü oynayacağı, yoksa kendi rolünü kendisinin mi yazacağı üzerinedir. Ve tabiki baskın düşünce kendi yerini kendisinin tayin etmesi üzerinedir.

Görünürdeki haliyle Türkiye’ye biçilen rol;

Bölgeye hem ekonomik yapısıyla hem de demokratik yapısıyla ‘Model Ülke’ olarak öncülük etmesi,

Batı ile ORTA DOĞU arasında köprü görevini yerine getirmesi,

Ülkemize yapılacak yabancı yatırımlarla Orta Doğu ekonomisinin Lokomotifi olması şeklindedir.

Türkiye ABD tarafından mOrta Doğuel ülke olarak değerlendirilip desteklense de ORTA DOĞU ülkeleri tarafından pek öyle görülmüyor. Özellikle ABD’nin Türkiye için “ılımlı islam” yakıştırması, batının ülkemize bu bölgede çizmeyi planladıkları imajın tanımıdır. Her nekadar çeşitli dönemlerdeki hükümet politikalarımız bu tanım doğrultusunda hareket etmeyi içeriyorsa da, ülkemizin nüfusunun %98’e yakın kesimi müslümansa da bu tanım “laik hukuk devleti” ilkemize aykırıdır ve devlet politikası olması şiddetle reddedilmektedir. Zira bu tanıma göre hareket etmemiz, ABD’nin bize ORTA DOĞU’da çizdiği yörüngeye girmemiz, bize biçilen rolü oynamamız anlamına gelmektedir.

BOP’un Türkiye’ye etkilerini anlayabilmemiz için değinilmesi gereken birincil temel nokta “model ülke” deyimiyle ne anlatılmak istendiğidir. Çünkü bu tanımdaki Türkiye, ORTA DOĞU ülkelerinde modelliğinin kabullenmesine yönelik “Nostaljik Makyajlı” bir görünümdedir. Nostaljik Makyaj tabiri, Türkiye’nin geçmişte bıraktığı eski yapısının, daha doğrusu Osmanlı’dan miras kalan ama yeni laik Türkiye Devleti tarafından reddi miras konusu olan yapının varmış gibi lanse edilmesinden ya da edilmeye çalışılmasından gelmektedir. Bu makyaj yıllardır tam üyelik için uğraştığımız AB yolunda ayağımıza gizli bir pranga vuruyor. Türkiye, demokratik yapısında hep laikliği ön planda tutarak bürokrasisini oluşturuyor ve hatta bazı yönleriyle batıdan daha kararlı uygulamalar yapıyor ancak dışarıya yansıtılan imajımız hep AB’ye üyelikte yetersiz bir islamcı Türkiye biçiminde oluyor. Yani BOP’ta bize biçilen ve giymemiz arzulanan kaftan, AB’nin baştan beri üzerimizden çıkarmamızı şart koştuğu çuha ile aynı. Olup biteni kendisine yakışır bir karmaşıklıkla ifade etmek gerekirse, onlar öylesiniz diyorlar, diğerleri öyle olmamalısınız diyor. Zaten analitik bir yaklaşım BOP’taki “Model ülke” kavramının nekadar havada kaldığını hemen ortaya çıkarır. Çünkü bir tarafta model olarak gösterilen Türkiye’nin kuruluşu ve demokratikleşme serüveni var, diğer tarafta halen krallıkların hüküm sürdüğü bir Orta Doğu var. Demokrasinin tepeden inme biçimiyle başarılı olamayacağının II. Körfez Savaşıyla birlikte Irak’ta ıspatlandığı düşünülürse projenin bu modellik ayağının sakat kalmış olduğu görülüyor.


İkinci olarak Türkiye’nin Orta Doğu’daki ilişkileri göz önüne alındığında aslında bu projedeki, Orta Doğu ile batı arasında köprü işlevi görmesi yönündeki ayağınında pek sağlam basmadığı görülecektir. Her nekadar malum bölgeye yönelik son dönem dış politika denemeleri başarılıymış gibi görünse de bölgede halen Türkiye ile işbirliği konusunda ortak bir görüş oluşmuş değil. Zira Türkiye’nin batı ile birlikte hareket eden bir izlenimde olması, bölgede öcü görünümündeki ABD ile müttefik olması, laik-Kemalist bir yapıya sahip olması, müslüman Orta Doğu ülkelerinin Türkiye ile bir güven sorunu yaşamasına neden oluyor. Güven temelli bir görev olan köprü işlevinden yoksun Türkiye’nin, BOP’ta kendisine biçilen rolü başarıyla oynayabilmesinde gözardı edilebilecek bir sorun değildir. Diğer taraftan Türkiye’nin görevini başarıyla yerine getirememesinin gözardı edilmesinin, aynı zamanda TC’nin çıkarlarını elde edememesinin de ABD tarafından gözardı edileceğinin kanıtı sayılabilir. Ancak ABD Orta Doğu’daki çıkarlarını riske edemeyeceği için apayrı bir oyun içine girmiştir. Türkiye-İsrail ilişkileri son dönemde kopma noktasına gelmiş, iki ülke arasında soğuk diplomasi diyalogları son dakika haberleri olarak dünya gündeminde yer almıştır. İşte bu noktada yapmaya çalıştığımız analitik incelemenin içerisine bir iki yorum cümlesi de katmak gerekirse; ABD’nin bu yaşanan krizde İsrail yanlısı bir tavır sergilememesinin nedeni, Türkiye’nin Orta Doğu’daki imajını düzeltmesine imkan tanımaktır. ABD, One minute krizi ile AKP’nin hedeflenen köprüyü inşa ettiğini düşünmekte ve iplerin sağlamlaşması içinde Türkiye’ye İsrail karşısında biraz daha prim tanımaktadır, şeklindeki cümlelerle ABD’nin oyununu yorumlayabiliriz.

Ayrıca ABD’nin, Türkiye’nin İran ile ilgili sorunlarda arabuluculuk çabalarına ses çıkarmamasının nedenini de yine köprünün sağlamlaştırılması olarak değerlendirebiliriz. ABD’nin Türkiye’ye yazdığı bu role ilişkin en net görüntü mayıs ayının ortasında netleşti. İran’ın uranyum takasıyla ilgili olarak Türkiye, İran ve Brezilya arasında imzalanan anlaşmanın hemen ardından, Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Namık Tan, ABD’ye, imzalanan anlaşmayı dikkatlice incelemesi çağrısında bulundu. Türkiye’nin, anlaşmanın ABD’nin tüm taleplerini karşıladığına inandığını belirterek, “eğer olumlu bir tepki alamazsak, bu gerçek bir hayal kırıklığı olur”[6] ifadesini kullandı. Bu son tavır AKP’nin BOP’ta kimin yazdığı rolü oynayacağını açıkça gösteriyor.

Son olarak Türkiye’nin bölge ekonomisinde lokomotif rol oynayarak, buradaki pazarı küreselleştirmesine değineceğiz. Bu konuya başlarken şunu belirtmek gerekir ki, AK parti hükümetleri bu konuda kendisine biçilen rolü diğer iki başlığa oranla daha kolay oynayabilecek bir görünümde. Özellikle Türk-i Cumhuriyetler’in etkisi ve Türkiye’deki yeşil sermaye grubunun hükümetle birlikte hareket etmesi AKP’yi bu bölgede güçlendirmiştir. Son dönemlerde bölge ülkeleriyle vizesiz geçiş konusunda çalışmaların yapılması, Türk bayraklı yabancı sermayenin bölgeye akması v.b. gibi durumlar AKP’nin Türkiye’ye çizilen rolde başarı elde etmesini sağlamıştır. 2010 yılının ilk çeyreğinde Orta Doğuya doğrudan yatırım için akan sermaye yaklaşık olarak 67 milyon $.[7] Yine yukarıda belirttiğimiz, ABD’nin Türkiye-İsrail sürtüşmesinde olaya müdahil olmayıp, daimi ortağı ve küçük kardeşi rolündeki İsrail’i üzen, şimdilik alternatifi olmayan, müttefiki Türkiye’ye tahammül etmesinin nedeni; AKP’nin ve de Türkiye’nin Orta Doğu’da yakalamış olduğu imaj tazeleme seansına zarar vermemek ve sermayeninde bu imajın etkisiyle Ak Parti’nin yöneldiği bölgeye yönelmesini sağlamak içindir. Zira ABD açısından aynı durumun İran-TR ilişkilerinde de buna benzer biçimde yaşandığı ileri sürülebilir. İran’ın nükleer çalışmalarını sessiz mOrta Doğuda izleyen Türkiye, aslında durumu destekliyormuş izlenimi yaratmaktadır. Bu durum ABD’nin hoşuna gitmese de, İran’nın mezhepsel bir baskı kurduğu Irak’ta yeniden inşa sürecinde Türkiye’ye etkili bir cazibe kazandırdığı için Beyaz Saray duruma daha temkinli yaklaşıyor.

Şimdi bunların üzerine önce ABD-TR ilişkilerine, ardından da AB-TR ilişkilerine bakalım ve AKP’nin BOP bağlamında Türkiye Cumhuriyetinin geleneksel dış politikası ile ne tür bir ilişki içinde olduğunu görelim.

B. BOP BAĞLAMINDA TÜRKİYE – ABD İLİŞKİLERİ

Akademik ve siyasi çevreler Türkiye’nin BOP içerisindeki rolünün, ABD yönetiminde ve denetiminde “Büyük Ortadoğu Jandarma Komutanlığı” şeklinde düşünüldüğünü kaydetmektedirler.[8] AKP’nin dış politikaları da genel olarak bu çizgideymiş izlenimi yaratmaktadır. Yine akademik çevrelerin Türkiye için yapmış olduklerı bir tanımlama olan “emperyalizmin uç kalesi” tabiri belki biraz ağır gelecektir ancak, AKP’nin Orta Doğu’da sergilemiş olduğu “çok eksenli politika”[9] çalışmalarının da sadece Türkiye’nin çıkarlarına hizmet ettiği söylenemez.

AK Parti’nin göreve geldiği 2002 yılından sonra hükümet nezdinde BOP’u destekleyen ilk beyanat, Başbakan Erdoğan’ın Bush ile 28 Ocak 2004’te Beyaz Saray’da yaptığı görüşmenin ardından, Türkiye’nin, sınırları genişleyen ve demokratik değerlerin yerleştirilmesi öngören bu projeye destek verdiğini, Türkiye’nin projede anahtar rol oynayacağını söylemesiyle gündeme gelmiştir. Bu toplantının ardından Türkiye’ye model ülke olarak eş-başkanlık görevi verilmiştir.[10]

Dönemin Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL 14 Mart 2006 tarihli Radikal gazetesinde yer alan demecinde “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Türkiye’nin dış politika ilkelerine uygundur. ABD ile hareket ediyouz. Amacımız islam ülkelerine özgürlük ve demokrasi getirmek.” şeklinde açığa vurduğu cümleleriyle BOP’a olan desteğini ifade etmiştir.

Akademik dünyada yaygın bir görüş, AKP’nin ABD ile olan ilişkileri doğrultusunda bölgede; Yeni bir Osmanlı İmparatorluğu kurulacağını ama bunun Türklerin kuracağı bir Osmanlı İmparatorluğu değil, Amerikalıların kuracağı bir Osmanlı İmparatorluğu olacağını, Yeni Osmanlı yapılanmasının federasyon ya da konfederasyon şeklinde ortaya çıkabileceğini ve ABD’nin planında yer alan Yakın Doğu Konfederasyonunun ” İstanbul Merkezli” olacağını dile getirmektedirler.[11] Bu projedekiTürkiye’nin artan stratejik değeri, AKP Türkiye’sinin iç istikrarını ABD’li politika belirleyicileri için daha da önemli bir kaygı haline getirmiştir. Türkiye’de ılımlı islam tanımlamasının tam karşılığı sayılabilecek AKP hükümetinin sağlam zemine oturması, yayılması ve gelişmesi için, ödünsüz laiklik anlayışı ile siyasetten üstün kurumlarmış gibi duran yargı ve TSK’ nın etkinliğinin kırılması zorunlu görülmekte; bunun için de en uygun yolun, AB’nin “uyum ve müktesebat dayatmaları” olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle, AKP döneminde AB’ye giriş için ABD’nin Türkiye’ye verdiği destek artarak sürmektedir.

Türkiye’nin BOP ve “Yeni NATO”[12] için ne kadar önemli olduğunu anlayabilmek için, Washington’un İzmir’de ikinci bir NATO karargahı kurmak istemesine dikkat etmek yeterli aslında. NATO’nun ilgili masa sorumlusu Stefani Bobst, İzmir’deki bu ikinci karargahın “Yeni NATO”nun asıl karargahı olarak düşünüldüğünü, 5 Nisan 2004 günü Ege Üniversitesi’nde yapılan bir panelde şu sözlerle ortaya koyuyor:”NATO’nun yeni güvenlik misyonu, ABD’nin Büyük Ortadoğu Planını içeriyor ve bu paralelde Belçika dışında, burada, Türkiye’de ikinci bir üsse ihtiyaç var. İzmir’in üs olmasını istiyoruz. NATO Büyük Ortadoğu ile ilişkilerini düzenlemek için Türkiye’de İzmir’i merkez olarak kullanmalıdır.”[13] Görüldüğü gibi ABD de Türkiye’nin bu proje için gerekli olduğunu dillendirmekten çekinmiyor ve hatta Erdoğan’ın “Diyarbakır bu projede yıldız olacak,Orta Doğunun başkenti olacak” söylemine karşın İzmir’in önemini vurguluyorlar.

Yine Türkiye’nin BOP bağlamında “Ilımlı İslam Modeli” olarak Ortadoğu ülkelerine önerilmesi , ABD Siyasetinde muhafazakar AKP iktidarının desteklenmesi şeklinde bir olgu yaratmıştır. Nitekim gerek 1 Mart tezkeresi sürecinde yaşananlar, gerekse Hamas liderinin şubat 2006’da Türkiye’de bulunması ABD nezdinde AKP’nin kredi notunu düşürmüşse de, Birleşik Devletlerin BOP bağlamında Türkiye’ye atfettiği değer dolayısıyla bunlarla ilgili hesaplaşmalar belirsiz biz zamana ertelenmiştir.

AKP Hükümetinin yanı sıra BOP ile ilgili bir değerlendirme de 2004 yılında şimdinin Genelkurmay Başkanı, Org. İlker Başbuğ’dan geliyor. Genelkurmay İkinci Başkanı olduğu dönemde, ABD’den döndükten sonra ABD ile BOP konusunda anlaşmaya vardıklarını söylüyordu;

“BOP’ un yararlı, isabetli olacağı düşüncesindeyiz. Teröre karşı mücadelenin sadece askeri tedbirlerle olmayacağını biz 80’lerden beri söyledik. Eğitimsel, ekonomik, sosyal, kültürel unsurlar da olmalı. Bu girişimin şeffaf olması, tepeden inme, zorlayıcı olmaması gerektiğini de muhataplarımızla paylaştık. İslam devleti mOrta Doğueli gibi kavramlar ortaya atılıyor. Hem laiklik, hem ılımlı İslam devleti bir arada olmaz. Ya biri ya diğeri olur. Biz anlattık. Türkiye’nin laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olduğunu, bunu dışındaki düşüncelerin uygun olmadığını düşünüyoruz. Bu muhataplarımızca çok iyi anlaşıldı.”[14]

Yani BOP bağlamında ABD’nin yanında hareket etmemizin yararlı olacağı düşüncesinde ama “ılımlı islam modeli” kısmına takılmış görünüyor. Bu yaklaşıma benzer bir tutum Gül’den önceki Çankaya Köşkü’ne de hakimdi. Cumhurbaşkanlığı süresince A.Nejdet Sezer, Türkiye için yapılan ılımlı islam tanımlamasına her fırsatta karşı çıkmış, bunun sadece ABD patentli bir öngörü olduğunu, T.C’nin “laik bir hukuk devleti” olduğunu ısrarla vurgulamıştır. AKP’nin kendi internet sayfasında bu konuyla ilgi şöyle bir açıklama yer almaktadır; “Türkiye’nin model olmak gibi bir hırsı ve gayreti yoktur. Böyle bir hedef, İslam ülkeleri tarafından üzüntüyle karşılanabilir. Fakat Türkiye İslam kültürü ile demokrasi kültürünü bir arada buluşturabilmiştir. Bu, Türkiye açısından son derece önemlidir. Ülkemizin model ülke tartışmalarıyla ilişkilendirilmesi ancak bu çerçevede ele alınmalıdır.”[15]

AKP, ABD eski başkanı Bush’ un Orta Doğu bölgesinde pekte kabul görmeyen politikalarının yarattığı boşluktan yararlanarak bu bölgeye sızmasına yarayacak gösterişli politikalar sergilemiştir. Bu politikalarının bir tanesi İSRAİL- SURİYE arasında oluşturmaya çalıştığı diyalogdaki arabuluculuk hamlesidir. Bir diğerini de AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgenin en can alıcı ve çözüm noktasında en fazla acili yet arz eden sorunu, Filistin sorunudur. Unutmayalım, Kudüs yandıkça Filistin, Filistin yandıkça Orta Doğu, Orta Doğu yandıkça da dünyamız barış ve huzura erişemez”[16] şeklindeki cümleleriyle ifade etmektedir. Burada Erdoğan’ın “ONE MİNUTE” krizinden daha sakin bir dille ifade ettiği İSRAİL-FİLİSTİN sorununa ilişkin görüşleri ve soruna Filistin’in yanında müdahil olma çabası malum bölgede etkin rol üstlenme çabasındaki diğer bir diplomatik ataktır. İşte özellikle bu iki diplomatik atağın AKP adına ABD ve AB’den bağımsız oluşturulmasının, AKP ile batı arasındaki bağları zayıflattığı görüşünü doğurmuştur. Bop’ un oluşturulmaya başlandığı 1990ların başında Türkiye’de ABD büyük elçiliği yapmış bir isim olan Morton Abramowitz bu durumu 26 Mayıs 2006 tarihli Zaman gazetesinde”Türkiye’nin Orta Doğu’daki etkin diplomasisi ABD ve AB ile olan bağlarını zayıflatır” şeklinde yorumlamıştır. Bu görüntüye göre son zamanlarda AKP hükümeti daha ziyade Müslüman dünyası ile diplomasi hususuyla ilgileniyor ve Bush’un Washington’undan öte Esad’ın Şam’ı daha ilgiye şayan. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki AKP’nin doğuyla etkileşim içinde olduğu ne kadar kesin bir gerçek ise, ABD’nin “olur”unu hiçbir zaman göz ardı etmediği de o kadar kesin bir gerçektir. Bu yorumu destekleyeceğini düşündüğüm bir durum olarak Erdoğan’ın tarihi henüz kesinleşmemiş, ancak birkaç gün içinde olacağı tahmin edilen ABD’ye yapacağı ziyareti gösterebiliriz. İnanıyorum ki geziden sonra “Erdoğan Washington’a İran konusunda güven tazelemeye gitmiş” başlıklarıyla manşetler atılacaktır, ama bunun için ziyaretten dönüşü beklememiz gerekecektir.

C. BOP BAĞLAMINDA TÜRKİYE – AB İLİŞKİLERİ

BOP bağlamında Türkiye-AB ilişkilerini değerlendirmeden önce aslında yapılması gereken AB-ABD ilişkilerini biraz incelemektir. Çünkü AB’nin, bu projenin sahibiyle olan ilişkisi BOP’ta taşeron olan Türkiye ile olan ilişkisinin de belirleyicisidir. Bu durumu ABD’nin Türkiye’nin AB üyeliği sürecini etkilemeye çalıştığı dönemlerde çok daha net görmek mümkündür. Özellikle AKP döneminde hükümetin sadece ABD eksenli dış politika sergilemekten vazgeçerek, dış politikayı çeşitlendirmesi ve enaz ABD kadar AB çizgisine de yakın durması, TR-AB ilişkilerinde ABD’nin rol alması olayını da doğurmuştur. Bu yüzden kısa bir biçimde AB-ABD ilişkilerini irdeleyip, ardında asıl konumuzun bir parçası olan AKP Türkiye’si ile AB arasında dokunan mekiğin inceliğini gözden geçirelim.

C.1. AB-ABD Ekseninde Yaşananlar

İki kıta arasında yaşanan tarihsel süreci bir tarafa bırakacak olursak, aslına bakılırsa ABD Orta Doğu ile ilgili bu projesini hazırladığı dönemlerde Avrupa’nın asıl derdi kendisiyle ilgiliydi, tüm çabası AB’nin anayasal sürecini tamamlamak, siyasal bir bütünlük sağlamaktı. Zaten şuanda bile AB’nin BOP’un içerdiği tüm coğrafyayı kapsayacak bir projesi mevcut değil. Henüz kendinde küresel veya bölgesel anlamda ortak bir dış siyaset belirleme gücünü bulamıyor. Bu konuya örnek teşkil etmesi için, Irak savaşında ABD’ye destek verip vermeme konusunda AB içinde yaşanan bölünmüşlüğü gösterebiliriz. AB Irak savaşındaki bölünmüşlüğü BOP konusunda da yaşamakta ve ABD’ye güven konusunda sıkıntılar baş göstermektedir.

AB özellikle BOP’u Barselona programının bir kopyası olarak algılamakta ve buna K.Afrika’nın da dahil edilmesinden ayrıca bir hoşnutsuzluk duymaktadır. Bunların yanında AB’nin henüz kendi güvenlik mekanizmasını oluşturamamış olması ve ABD güdümündeki NATO’ya bağımlılığı, AB’nin ABD ile daha yumuşak bir politika izlemesini zorunlu kılmaktadır. Ancak AB’nin ekonomik topluluktan, siyasi birliğe geçme hamlesinin temelinde ABD yatıyor diyebiliriz. Özellikle enerji bağlamında dışa bağımlılığını yok etmek için çabalaması gerektiği gerçeğine karşın, sürekli ABD güdümünde görülmesi Avrupa’yı bölgesel projeler üretme konusunda bir hayli sınırlıyordu. Yaygın bir kanıya göre ABD ile AB arasındaki ilişki bir paranın iki yüzünü yansıtıyor. Yani para değerlenince iki yüzü de değerleniyor, değer kaybedince ikisi de üzülüyor, dolayısıyla bu iki güç birbirine rakip değil, müttefik. Oysa Avrupa bu olayı böyle görmemekte ve bu düşüncenin aslında Avrupa’daki ABD hegemonyasının şirinleştirilmesi olduğu fikrini savunmaktadır. Dolayısıyla güç mücadelesine girmesi gerektiğinin farkında ve gerekirse bazı bölgelerde ABD ile birlikte hareket etmeyeceği söylenebilir. Bahsettiğimiz bu bölgelerden birisi de Türkiye’yi de içine alan Orta Doğu bölgesidir. Şimdi AB’nin Orta Doğu ve Türkiye olan etkileşimine biraz daha yakından bakalım.

C.2. Türkiye-AB İlişkilerinde AKP ve BOP etkisi

Türkiye adına AB ile ilişkiler, tam üyelik hedefine yönelik bir entegrasyon ilişkisidir. Bu ilişki içerisinde; siyasi etkileşimi, güvenlik anlamında iyileştirmeleri, ekonomi kalkınmışlığı, ticari işbirliğini ve diğer birkaç alt unsuru içermektedir. ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi de benzer içerikte hedefler taşımaktadır. Bu nedenle ABD’nin BOP’ta hedeflediklerine Türkiye’nin de ortak olması Türkiye-AB ilişkilerine alternatif olarak gösterilebilir. Buda AB-TR ilişkilerinin, ABD-TR ilişkilerinden ve temel olarak BOP’tan etkilenmesi anlamına gelmektedir. Türkiye’nin ABD ile olan ilişkilerinin başlangıcını “Truman Doktrine ve Marshall Planına”[17] dayandıracak olursak AB ile olan ilişkisine nazaran çok daha köklü bir geçmişe sahip olduğunu görürüz. Bu durumda Washington ile olan ilişkilerin bir okadar yıprandığını göstermekte. Bu yüzden de AB ile olan ilişkiler, Türk kamuoyuna ve hükümetlerine daha cazip gelebilmektedir. Nitekim her seferinde ülkeyi yirmi yıl geri götüren darbelerin, halk nazarında ABD eliyle yapılıyor olması ABD dışında başka bir güce dayanan iktidarları daha albenili kılıyor.

Tabi bu saydıklarımızın yanında AKP’nin kendinden önce başlatılmış olan bir sürecin mirasçısı olması, AB’ye yönelik politikalarını, devraldığı temelin üzerine inşa etmesi gibi olgular, AKP’nin AB ile olan ilişkilerde BOP’u temel almadığını yansıtıyor. Hatta bazılarına göre AKP’nin muhafazakar çizgisine rağmen laik AB ile bu kadar fazla yakın durmasının nedeni tamamen iç dinamiklerden kaynaklanmakta, TR’nin AB ile olan münasebetleri AKP için ölüm-kalım meselesi. AKP’nin kökenine hitap eden bir sitede yer alan BOP konulu bir makalede, AB-AKP ilişkileri şu temellere dayandırılıyor;

“Türkiye’yi avuçlarına alan Kemalist elit tabakanın bütün engellemelerine rağmen iktidara gelen AKP bu güne kadarki bütün icraatlarında Laikliğe ve Kemalist düzene aykırı adımlar atmamasına rağmen yine de AKP’nin daha da büyüyeceği hesaplanarak ileride baş edilemeyecek bir noktaya gelmemesi için sürekli zorluklarla karşı karşıya bırakılmıştır. İktidarına ise geçici bir süre için ihtiyaç olduğundan müsaade edilmiştir. AKP de bunu bildiğinden konumunu ve iktidarını iç dinamiklerle sağlamlaştırmak yerine Avrupa Birliğinin desteğini almaya ve ABD’nin güvenini kazanmaya ağırlık vermiştir. Kendisini istemeyen elit kesimin ve TSK’nın etkinliğini de AB’ye uyum yasaları çerçevesinde düşürmeye çalışmaktadır.”[18]

Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerine yapılan bu genel değerlendirmeleri bir tarafa bırakacak olursak, BOP ile bağlantısını kurabileceğimiz en sağlam nokta Güneydoğu Anadolu Projesidir.[19] Çünkü tarihi süreç incelendiğinde görülecektir ki BOP’un işletildiği dönemlerde GAP’ın üzeri toz tutuyor, tam tersi dönemlerde de GAP gün yüzüne çıkartıldığında BOP’un geri çekildiği iddiaları dillendirilmektedir. Prof. Dr. Erol Manisalı 11.01.2008 tarihli Cumhuriyet Gazetesindeki köşe yazısında “GAP BOP’un alternatifiydi, BOP’un önünü kesecek alternatif bölgesel işbirliği projesiydi. Batı emperyalizmi, GAP’ın önünü kesti. Şimdi BOP’u uygulamaya çalışıyorlar” şeklinde bir yorum yapıyor. Ocak 2008’de Tel Aviv Üniversitesi’nde yapılan bir konferansta BOP ideolojisinin önemli isimlerinden olan Bernard Lewis, ABD’nin Ortadoğu’da geçmişten daha az belirleyici olmak istediğini ve geri çekilmek için planlar yaptığını söylemiştir.[20] Yani ABD’nin bölgede etkinliğini azaltmak istiyor olması otomatik olarak AB’nin Orta Doğu’da etkin olma arzusunu doğuruyor ki bunun göstergesi de, tam da bu dönemde AB’nin GAP’a destek vermesidir.

Bilindiği gibi Orta Doğu’da hakim sorunlardan birisi su sorunudur ve AB’nin bu soruna GAP ile çözüm bulma yoluyla bölgede etkin olma çabası vardır. AB Komisyonu 2004 tarihli Etki Değerlendirme Raporunda Orta Doğu’daki su meselesinin giderek daha stratejik bir konu haline geldiğine dikkat çekerek şu ifadelere yer verdi: “Türkiye’nin AB’ye katılımı ile beraber su kaynakları ve altyapılarına ilişkin uluslararası yönetimin AB için önemli bir mesele haline gelmesi beklenebilir.”[21] Türkiye’nin sınırları aşan iki nehri; Dicle ve Fırat GAP’ın hammadesini oluşturuyor, AB bu iki nehir üzerinde etki sahibi olabilmek için GAP’ın bitirilmesi ile ilgili atağa kalkarak, GAP için 47 milyon Avro mali destek verme konusunda taahütte bulundu.[22] Bütün bunların ışığında son dönemde AKP’nin GAP hamlesinin aslında BOP ve AB bağlantılı olduğunu iddia etmek pek yanlış sayılmaz.

Şimdi biraz da AKP döneminde AB’ye üyelik süreci ile ilgili yaşananları ortaya koyarak, AB’ye girmeye çalışan Türkiye’yi değerlendirmek şeklindeki geleneksel yaklaşımdan farklı olarak Türkiye’nin girmeye çalıştığı AB’nin değerlendirmesini yapalım.

Dışarıdan anlaşıldığı kadarıyla, gerek Nabucco Boru Hattı Projesi gerekse enerji bağlamında diğer çalışmalarının etkisiyle, Türkiye’nin stratejik öneminin giderek arttığı enerjiye aç ülkelerden oluşan bir AB var karşımızda. Türkiye’nin üyeliğine BOP bağlamında bakış açısı ise belirsiz ve karmaşıktır, üç ana konu dillendirilmektedir;

Müslüman bir ülke olan Türkiye tam üye olursa, bölgeye çok iyi bir örnek olur,

Türkiye’nin tam üye olması, AB’nin bölgenin tüm sorunları ile yüzyüze kalması anlamına gelir,

Türkiye tam üye olursa ABD ile olan ilişkileri nedeni ile ABD – AB ilişkilerinde bölgesel denge AB aleyhine bozulur.

İlk düşüncenin temelinde, AB Barselona Programı doğrultusunda Orta Doğu’ya el atacak olurlarsa, işlerini kolaylaştıracak model bir Türkiye’nin varlığına ihtiyaç duyacaktır, fikri yatmakta. Ayrıca Müslüman Türkiye AB’ye üye olduğunda, birliğe atfedilen “Hristiyanlar Klübü”[23] tanımlaması da anlamını yitirecek ve bu sayede ABD’nin Orta Doğu’da kazanamadığı sempatiyi AB, Türkiye sayesinde kazanacak. İkinci öngörünün oluşmasındaki temel olumsuz noktalar ise, İsrail-Filistin sorununa dahil bir Türkiye, birlik içerisinde huzursuzluk yaratacak, islam dünyasının teröre bulaşmış yüzü birliği yıpratacaktır. Yani Türkiye’nin müslüman olmasından kaynaklı sorunlar, AB’nin aslında isteksizce de olsa Türkiye’yi kabul etmesini iyice zora sokuyor. Bu noktada AKP’nin desteklediği “Gülen Hareketi”[24] ve temel felsefesi olan “dinler arası diyalog”, Türkiye’yi İslamın barış yüzü olarak gösteriyor, AKP Türkiyesi’nin batı ile diyalogunu sağlamlaştırıyor.

Son çekinceleri ise “Truva Atı” hamlesinden korkmalarından kaynaklanıyor. Önceki bölümlerde de değindiğimiz gibi, AB artık gerek kendi savunma hattını oluşturma konusu olsun gerekse enerji kaynaklarına alternatif oluşturmak için bölgesel projeler yaratma bağlamında ABD’yi kendine müttefikten öte rakip görmektedir. Bu yüzden de Türkiye’yi içine aldığı zaman kurtulmaya çalıştığı ABD güdümüne iyice girmiş olacağını düşünüyor ve ABD’nin Türkiye’nin üyelik süreci ile ilgili tavsiyelere mesafeli duruyor. AKP’nin BOP yerine son dönemki GAP hamlesi, bu çekincenin pekte oturaklı olmadığını düşündürüyor. Nitekim oluşturulan tüm projelerin nihayetinde ekonomik temelli olduğu hesaba katılırsa ve AKP’nin ekonomi rotasının büyük ölçüde Avrupa olduğu kabul edilirse, üyelik çabalarının Truva modeli doğrultusunda olmadığı yorumu yapılabilir.

SONUÇ.,

Genel bir değerlendirme yapacak olursak;

Karşımızda batıya oldukça meyilli bir Türkiye modeli vardır,

Orta Doğu’da kaybettiği prestiji yeniden kazanma çabasının temelinde “muhafazaklık” mı yoksa “BOP” mu var? Pek belirgin değil,

Aynı şekilde AKP, AB’nin GAP’ını mı yoksa ABD’nin BOP’unu mu seçeceği konusunda kararsız,

AB ve ABD her ne kadar birbirinin doğal müttefiki görünse de aslında birbirinin doğal “rakibi”

Nato BOP’un uygulanması için yeniden yapılandırılıyor, bu yapılandırmada en önemli roller(görevler) Türkiye için yazılıyor,

AKP, İran konusunda ABD’yi memnun etme çabası içerisinde ancak ABD durumdan pek memnunmuş gibi görünmüyor.

İşte bu cümleler Türkiye açısından olup bitene bir çerçeve çiziyor gibi. Eğer bunların üzerine birkaç öngörüde bulunmamız gerekecekse;

Elbetteki Türkiye’nin Orta Doğu’da olup bitenlere karşı kayıtstz kalması mümkün değildir ve bu yüzden BOP konusunda etkin olmalıdır. Ancak böyle bir etkinlik içerisine girerken cumhuriyetin kuruluşundan öte hiç terk etmediğimiz “sıfır sorunlu dış politika” vizyonumuzu unutmamalı, iyi komşuluk misyonumu kaybetmemeliyiz. Unutulmamalıdır ki; Orta Doğu’daki Müslüman ülkeler kadar İsrail de iyi ilişkiler içinde olmamız gereken bir devlet. BOP’a dahil olurken dış güçlerin boyunduruğu altına girmeyecek incelikte, bölgemizde düşman kazanmayacağımız bir yumuşaklıkta ve milli değerlerimizi çiğnetmeyecek ciddiyette olmalıyız.


KAYNAKÇA.,


KİTAPLAR:

CHOMSKY, Noam, (2002) : Amerikan Müdahaleciliği, Aram Yayıncılık,(y.y.)

ORAN, Baskın, (2001) : Orta Doğu’yla ilişkiler Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt. I, İstanbul,

İletişim Yayınları

ŞAHİN, Abdullah, (2010): Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye, Truva Yayınları,(y.y.)

YILMAZ, Türel, (2009): uluslar arası Politikada ORTA DOĞU, Barış Platin Yayınevi, İstanbul


İNTERNET ADRESLERİ:

1) BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE;

http://eab.ege.edu.tr/pdf/4/C4-S1-2-%20M15.pdf (28.03.2010)

2) Civil Democratic İslam: Partners, Resources, and Strategies; http://www.rand.org/pubs/monograph_reports/MR1716/MR1716.pdf (04.04.2010)

3) BOP VE NATO ;

http://www.birben.net/bop_ve_nato.htm (12.05.2010)

4)The U.S. Greater Middle East Initiative;

http://www.wellesley.edu/Polisci/Candland/USGMEI.pdf (19.04.2010)

5)Policybrief; The Greater Middle East Initiative: Off to a False Start;

http://www.carnegieendowment.org/files/Policybrief29.pdf (19.04.2010)

6)Turkey Transformer;

http://www.carnegieendowment.org/files/Turkeys_Transformers1.pdf (19.04.2010)

7) Foreign Policy of Turkey in the Middle East: Values, Interests, Goals;

http://www.boell-tr.org/downloads/Ulli_Marc_bericht.pdf (17.05.2010)

8)Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye;

http://www.internethaber.com/buyuk-ortadogu-projesi-ve-turkiye-236193h.htm (11.03.2010)

9)AKP; Türkiye-Orta Doğu ilişkileri;

http://www.akparti.org.tr/disiliskiler/turkiye-ortadogu-iliskileri_1144.html (24.04.2010)

10) AKP; Türkiye-AB ilişkileri;

http://www.akparti.org.tr/disiliskiler/turkiye-avrupa-birligi-iliskileri_1140.html (24.04.2010)

11) AKP; Türkiye-ABD ilişkileri;

http://www.akparti.org.tr/disiliskiler/turkiye-abd-iliskileri_1141.html (24.04.2010)

12)Namık Tan: ABD Anlaşmayı dikkatlice incelemeli; http://www.haberbaz.com/haberbaz_load.asp?i=5538432&a=1&ur=http://www.netgazete.com/News/697602/buyukelci_tan_abd_anlasmayi_dikkatlice_incelemeli_.aspx (17.05.2010)

13)Türk Sermayesinin Gözü Orta Doğu’da;http://www.gozlemgazetesi.com.tr/haber/17745-turk-sermayenin-gozu-ortadogu39da.html (13.04.2010)

14)Büyük Ortadoğu Projesi nedir;

http://forum.memurlar.net/topic.aspx?id=615441 (10.05.2010)

15)Gül: BOP içinde ABD ile birlikte hareket ediyoruz; http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=181295 (17.04.2010)

16)ORDU KÜLTÜR DERNEĞİ KÜLTÜR KOMİSYONU FAALİYETLERİ KÜLTÜR/BİLİM KONFERANSLARI-3 http://www.ordukultur.com/kultur_egitim/k3.ppt (23.04.2010)

17) Eksenimiz Ankara ekseni, ufkumuz 360 derecedir ; http://www.tumgazeteler.com/?a=5844213 (18.05.2010)

18) BOP (BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ) VE TÜRKİYE’NİN ROLÜ–6 / M. ZEKİ GÜNEY; http://huseynisevda.net/news.php?readmore=423 (24.05.2010)

19) Türkiye’nin ve ABD’nin projeleri BOP içinde GAP; http://topraksuenerji.org/BOP_Icinde_GAP_%5BToprakSuEnerji.org%5D.pdf (24.05.2010)

20) AB Komisyonu 2004 tarihli Etki Değerlendirme Raporu; http://www.guncelmeydan.com/pano/bir-direnis-projesi-gap-4-t15828.html (26.05.2010)

21) AB’den GAP’a destek; http://www.beyazgazete.com/haber/2009/12/24/ab-den-gap-bolgesine-47-milyon-avro-kaynak.html (26.05.2010)

22) Babacan: AB Hristiyan klübü olmasın ; http://www.milliyetciforum.com/babacan-ab-hristiyan-klubu-olmasin-14746.html (26.05.2010)

23) BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE: AK PARTİ’NİN PERSPEKTİFİ; http://www.akademikortadogu.com/6/m1e2.htm (20.04.2010)

24) Gülen Hareketi; http://www.ntvmsnbc.com/id/24976762/ (27.05.2010)

25) Güneydoğu Anadolu Projesi; http://www.gap.gov.tr/Turkish/Ggbilgi/gtarihce.html (24.05.2010)


[1] Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye, http://eab.ege.edu.tr/pdf/4/C4-S1-2-%20M15.pdf (28.03.2010)

[2] Elif Kutbay Yeneroğlu, elif.kutbay@ege.edu.tr, “Kaynak sağlama”, Ferdi Çetin’e, www.407_aslan@hotmail.com (29 Mart 2010)

[3] ŞAHİN, Abdullah, (2010): Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye, Truva Yayınları(y.y.)

[4] CHOMSKY, Noam, (2002) : Amerikan Müdahaleciliği, Aram Yayıncılık(y.y.)

[5] CHOMSKY, Noam, (2002) : Amerikan Müdahaleciliği, Aram Yayıncılık(y.y.)

[6]Namık Tan: ABD Anlaşmayı dikkatlice incelemeli; http://www.haberbaz.com/haberbaz_load.asp?i=5538432&a=1&ur=http://www.netgazete.com/News/697602/buyukelci_tan_abd_anlasmayi_dikkatlice_incelemeli_.aspx (17.05.2010)

[7] Türk Sermayenin Gözü Orta Doğu’da; 2010 yılı Ocak-Şubat döneminde Orta Doğu ülkelerine doğrudan yatırım için giden Türk sermayesi geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 55. 9 artışla 43 milyon dolardan 67 milyon dolara yükseldi… ; http://www.gozlemgazetesi.com.tr/haber/17745-turk-sermayenin-gozu-ortadogu39da.html (17.04.2010)

[8] ORDU KÜLTÜR DERNEĞİ KÜLTÜR KOMİSYONU FAALİYETLERİ KÜLTÜR/BİLİM KONFERANSLARI-3 http://www.ordukultur.com/kultur_egitim/k3.ppt (23.04.2010)

[9] Çok Eksenli Politika; 2009 yılındaki Türk dış politikasını değerlendirirken Türkiye’nin reaktif değil, proaktif ve bütüncül bir politika izlediğini görürüz, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun deyimiyle “Eksenimiz Ankara ekseni, ufkumuz 360 derecedir” , http://www.tumgazeteler.com/?a=5844213 (18.05.2010)

[10] Hüseyin BAĞCI & Bayram SİNKAYA, “BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE: AK PARTİ’NİN PERSPEKTİFİ”; http://www.akademikortadogu.com/6/m1e2.htm (20.04.2010)

[11] Büyük Ortadoğu Projesi nedir?; http://forum.memurlar.net/topic.aspx?id=615441 (10.05.2010)

[12] “Yeni NATO”; Nato’nun amacı dünyayı sosyalizm etkisine kapatmaktı. Bu sürecin sona ermesiyle beraber NATO’nun ortadan kalkması gerekirken, tek egemen güç konumuna gelmiş olan ABD, eski müttefiklerini ve pazar alanlarını denetleme aracı olarak NATO’yu yeniden tanımlama sürecine girmiştir… http://www.birben.net/bop_ve_nato.htm (12.05.2010)

[13] BOP VE NATO ; http://www.birben.net/bop_ve_nato.htm (12.05.2010)

[14] BOP VE NATO ; http://www.birben.net/bop_ve_nato.htm (12.05.2010)

[15] AKP; Türkiye-Orta Doğu ilişkileri;http://www.akparti.org.tr/disiliskiler/turkiye-ortadogu-iliskileri_1144.html (24.04.2010)

[16] AKP; Türkiye-Orta Doğu ilişkileri;http://www.akparti.org.tr/disiliskiler/turkiye-ortadogu-iliskileri_1144.html (24.04.2010)

[17] Truman Doktrini; Sovyetler Birliği’nin genişlemesinden ve etkisini çevredeki ülkelere yaymasından rahatsız olan ABD Başkanı Harry Truman, Komünizmle mücadele eden hükümetleri destekleme politikasını devreye soktu, bu bağlamda 12 Temmuz 1947’de Türkiye-ABD arasında yardım anlaşması imzalandı ve Türkiye ABD’den yardım almayı kabul etmiş oldu. ORAN, Baskın, (2001) : Orta Doğu’yla ilişkiler Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt. I, İstanbul, İletişim Yayınları

[18] M. ZEKİ GÜNEY, “BOP (BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ) VE TÜRKİYE’NİN ROLÜ–6”; http://huseynisevda.net/news.php?readmore=423 (24.05.2010)

[19] Güneydoğu Anadolu Projesi; 1961 yılında Diyarbakır’da kurulan Fırat Planlama Amirliği tarafından yapılan çalışmalar sonunda 1964 yılında Fırat Havzası’nın sulama ve enerji potansiyeli belirlenmiş, ardından aynı işlem Dicle Havzası için de uygulanmış ve 1980 yılında bu iki havza projesinin “Güneydoğu Anadolu Projesi” şeklinde adlandırılması benimsenmiştir. Amacı Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamına giren yörelerin süratle kalkındırılması, yatırımların gerçekleştirilmesi… http://www.gap.gov.tr/Turkish/Ggbilgi/gtarihce.html (24.05.2010)

[20] Dursun YILDIZ; “Türkiye’nin ve ABD’nin projeleri BOP içinde GAP”; http://topraksuenerji.org/BOP_Icinde_GAP_%5BToprakSuEnerji.org%5D.pdf (24.05.2010)

[21] BİR DİRENİŞ PROJESİ: GAP -4-; http://www.guncelmeydan.com/pano/bir-direnis-projesi-gap-4-t15828.html (26.05.2010)

[22] AB’den GAP’a destek; http://www.beyazgazete.com/haber/2009/12/24/ab-den-gap-bolgesine-47-milyon-avro-kaynak.html (26.05.2010)

[23] Babacan: AB Hristiyan klübü olmasın; Dışişleri Bakanı ve Baş müzakereci Ali Babacan, Davos’ta yapılan toplantıda Avrupa Birliği’ni “Hristiyan kulübü olmaması” konusunda uyardı. Bakan Babacan, “Eğer AB, kendisini bir Hristiyan kulübü olarak nitelerse bu AB ruhuna aykırı olur” diye konuştu. http://www.milliyetciforum.com/babacan-ab-hristiyan-klubu-olmasin-14746.html (26.05.2010)

[24] Gülen Hareketi; Dinler arası Diyalog Enstitüsü’nün Başkanı ve Gülen Enstitüsü Yönetim Kurulu üyesi Yüksel Alp Aslan doğan, Gülen Hareketi’ni, “İslam inancı anlayışı içinde kök salan bir sivil toplum hareketi” olarak tanımlıyor. http://www.ntvmsnbc.com/id/24976762/ (27.05.2010)


http://www.yenimakale.com/buyuk-ortadogu-projesi-ve-turkiye.html

***

GENİŞLETİLMİŞ ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE’YE VERİLEN GÖREV…

GENİŞLETİLMİŞ ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE’YE VERİLEN GÖREV…



TÜRKSOLU Gazetesi Internet Sitesi,

ABD Büyük Ortadoğu Projesi için Türkiye’ye giysi hazırlıyor, Görev Belirliyor. 

GOP = GOP ( Geniş Ortadoğu ve Afrika Projesi ). (1)

Başlangıcı 2. Dünya Savaşı yıllarına kadar değişen dünya koşullarında ABD çıkarlarına koşut olarak geliştirilen ve 1970’li yıllarda üzerinde daha da yoğunlaşan bir projedir. George F. KENAN’ın da aralarında bulunduğu bir grup tarafından hazırlanan “Büyük Alan” adlı plan gerçekte bugünün “ Geniş Ortadoğu Projesi ” inin bir ön tasarımıdır. Reel Politikçi George F. Kenan, “Foreign Affers dergisinin 1947 Temmuz sayısında “Mrx” (Bayx) adıyla yazdığı makalede Sovyetler Birliğine karşı “ Çevreleme Planı “ (Containment Plan) uygulamasını öngörmüştür. Plana göre; Amerikan yayılmacılığı “Sovyetler Birliği” (Komünizm) tehdidi olmadan gerçekleşemezdi. O nedenle Soğuk Savaş süresince bu tehdit tüm olanaklarla pompalanmalıydı   2. Dünya savaşı sonrasında ABD Dışişleri Bakanlığı ile Dış İlişkiler Konseyinin (Council On Foreign Relations-CFR) oluşturduğu ve başına George F. KENAN’ı getirdiği inceleme grupları savaş sonrası dünyası için “Büyük Alan” adını verdikleri kavram çerçevesinde planlar hazırladılar.                                                                                             
    Büyük Alan; Batı Yarım Küresi’ni, Batı Avrupa’yı, Uzak Doğu’yu, Eski İngiliz İmparatorluğunu, Orta Doğu’nun eşsiz enerji kaynaklarını, 
Üçüncü Dünyanın geriye kalan bölümlerini ve mümkünse bütün yeryüzünü içine alacaktı. 

Yeni Dünya Düzeninde her bölgeye özel bir işlev yükleniyordu. Savaş sonrasında başarılarını kanıtlayan ve artık ABD’nin denetiminde çalışacak olan 
“İki Büyük Fabrika”, yani Almanya ve Japonya sanayi ülkelerine kılavuzluk edeceklerdi.                         

Dışişleri Bakanlığının 1949 tarihli bir muhtırasında belirtildiği gibi, Üçüncü Dünya Ülkelerinin “Temel İşlevi” kapasite ülkeler için 
“Bir hammadde kaynağı ve bir Pazar olarak hizmet etmek” olacaktır. Avrupa ve Japonya’nın yeniden imarı için Üçüncü Dünya ( George F. Kennan) deyişiyle 
sömürülecekti. (2)    
                                                                       
Kennan, bu araştırma guruplarında yer alan ve başı çeken bir antikomünistti. 
Kısa sürede dışişleri Bakanlığı “Planlama Bölümü” ü kuracak ve başına geçecekti.                  
               
Kennan, ilişki modelinin temeline, olağanüstü abartılan komünizm korkusunu almaktaydı. Kennan 1984 te: 

   “Dünya servetinin yüzde 50 sine, ama nüfusunun yüzde 6.3 ne sahibiz. Bu durumda kıskançlık ve kızgınlık odağı olmamız gayet normal. Önümüzdeki dönemde asıl görevimiz bu ayrıcalıklı pozisyonun devamını sağlayacak bir ilişki modeli kurmamızdır” diyordu. (3)                                                                       George F. Kennan’ın ekibinde yer alan kilit isimlerinden biri de ABD’ İN Türkiye Büyükelçisi George Mc Ghee; ABD güvenliğine ve stratejik yaklaşımlarına paralel politikaların nasıl hazırlandığını şöyle açıklamaktadır:  
    
           “5 Mayıs 1949 tarihinde ABD; NATO ile ilgili ülkelerle ilgili görüşmeler yaparken, ABD Dışişleri Bakanlığı ‘Politika Planlama’ ekibimizde, ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarının daha geniş kapsamlı bir tablosunu çizerek başlıyorduk. Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da temel amacımız, barışın ve istikrarın sağlanmasını teşvik etmektir. Bunu yapabilmek için, bölgedeki çekişmelerin ve çıkar çatışmalarının sonunda Üçüncü Dünya Savaşı’na yol açabilecek açık düşmanlara dönüşmesini önlemek gerekmektedir.” ABD Yönetimi, güçlü bir askeri ve ekonomik yardımla Türkiye’nin bağımsızlığını koruyabileceğini ve bugünkü gibi “Bölgede Sovyet yayılmasını önleyen bir duvar rolü”  oynayabileceğini umuyordu. “Türkiye’nin Silahlı Kuvvetleri, ABD yardımı sonucu ne kadar güçlenirse, ABD ve müttefikleri, herhangi bir savaşta Türkiye’ye; operasyonların bir üssü olarak ve Sovyetleri “Hayati Stratejik önem taşıdığı kabul edilen bu bölgeden uzakta tutulmakta” o kadar güvenebilirdi.” (4)                                                                                                                       Kennan’ın başında bulunduğu ve çalışmalarda George Mc Ghee’nin yer aldığı Politika Planlama Ekibi, daha NATO ile ilgili çalışmaların başladığı 1947’ lerde “Büyük Ortadoğu Projesi”ni hazırlıyordu. Türkiye’ye biçtiği rolü belirliyordu.

1970’li yıllarda proje ABD’nin en büyük savaş, savunma, dış politika ve strateji uzmanı amansız savaşçı Prof. Albert Wohlstetter tarafından ele alınıyordu. Projeyi 1970’lerin ortalarına doğru, “Güneybatı Asya Doktrini” adıyla gündeme geliyordu. Türkiye’ye verilecek görevi de, “Türkiye, batıdan doğuya doğru bir köprüdür” gerekçesine dayandırıyordu. Güneybatı Asya olarak tanımlanan coğrafya, Wohlstetter’in tanımı ile bugünün Büyük Ortadoğu’sudur. Wohlstetter bu doktrinle Ortadoğu petrolleri üzerinde ABD’nin mutlak denetimini amaçlıyordu. Bu bağlamda Türkiye’ye de çok önemli görevler yüklüyordu. Wohlstetter’in yanı sıra ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Strausz Hupe (daha sonraları Wohlstetter’in damadı), eski ABD Savunma Bakan Yardımcısı Richard Perle’nin de doktrinin hayata geçirilmesinde büyük çabaları olmuştur.
ABD; 1970‘li yıllarda NATO’nun çok gizli toplantılarında bu doktirini “Güneybatı Asya’nın Etkileri” adı altında tartışmaya açmıştır. Amerika Dış Politika Enstitüsünce 1986 yılında gerçekleştirilen İstanbul Toplantısına katılan ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı William Schneider, Güneybatı Asya Doktrinde, Türkiye’ye biçilen rolu,”Türkiye Batı İttifakının bir üyesidir. Ama tarihi ve coğrafi açıdan Ortadoğu’nun bir parçasıdır” biçiminde açıklıyordu. (5)
Wohlstetter’ın savaşçılarından ABD Dışişleri Bakanı Aleksander Haig; 1979 yılında bu doktrin bağlamında , “NATO’nun ilgi alanı, Ortadoğu ve Güneybatı Asya bir bütündür” demekteydi. 1987 yılında Wohlstetter ile aynı görüşü paylaşan eski Dışişleri Bakanı Henry Kisinger ve Harvard Üniversitesinden siyasi tarihçi Prof. Samuel Hundington, Körfez’e saldırının yakın olduğunu ve NATO’nun burada görev almasına yönelik çalışmaların uygulamaya geçirilmesini istiyorlardı. Ne var ki; Sovyetler Birliği ile çatışma göze alınamadığından bu gerçekleştirilemiyordu.  

Jimmy Carter, ABD Başkanı seçilince, Prof. Zbigniev BRZEZINSKI, ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Danışmanlığına getirilmiş ve Başkanın politikalarında olağanüstü etkili olmaya başlamıştır. Brzezinski de zaten Wohlstetter’in çevresindeydi ve o yıllarda aynı doktrini” Ortadoğu ve Güneybatı Asya Doktrini” olarak gündeme getirmişti. Brzezinski, bu doktrin çerçevesinde 1979 yılında, İran’da iktidara gelen Humeyni’ye karşı, Saddam Hüseyin’i savaşa sokarak Ortadoğu ve Güneybatı Asya’da Sovyetler Birliği’nin yayılmasına set çekmeye çalışmıştır. Afganistan’a yerleşerek Hint Okyanusu’na inmeyi ve Ortadoğu Petrollerine Batı Asya’dan sarkmayı planlayan Sovyetler Birliği’ne karşı ‘Afgani Radikal İslam Ordularını’ harekete geçirmiştir. (6) Brzezinski’nin çalışmalarıyla ABD Başkanı Carter, Ocak 1980 yılında yaptığı, Ulusa Sesleniş konuşmasında bu doktrinden şöyle söz etmiştir: “Şunu açık bir biçimde ifade etmeliyim ki; Körfez Bölgesini kontrol için dışarıdan bir güç müdahale ettiğinde ABD’nin hayati çıkarlarına bir saldırı olarak kabul edilecektir. Bu saldırıya karşı askeri güç kullanmak dâhil bütün olanaklar seferber edilerek karşılık verilecektir.” Carter’in bu açıklamasından 3 yıl kadar sonra, Ocak 1983’te Carter’in “Güneybatı Asya Doktrini” yürürlüğe girmiştir. Carter; Güneybatı Asya, Kızıldeniz ve Afrika Boynuzuna kadar olan ülkelerin sorumluluğunu üstlenmek üzere “ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nın kurulduğunu ve komutanlık karargahı olarak Mac Dill Hava Üssünün tahsil edildiğini açıklamıştır.” (7)

1980’lerin sonunda NATO’nun takviyeli siyasi komite toplantılarında, fikir mimarlığını Prof. Hanry Kisinger’in yaptığı bir ”Avrasya Projesi” tartışmaya açılmıştır. Böylece bu projeye, Hazar ve Ortadoğu bölgesi petrol ve doğalgazını hedefine alan bir proje olarak gündeme getirilmiş oluyordu.
Güneybatı Asya Dotrini” ile ilgili çalışmalar, 1991 Körfez Savaşının ardından hız kazanmıştır. O zaman da Wohlstetter, ABD Başkanı baba Bush’un danışmanı, Dick Cheney de savunma bakanıydı, Richard Perle ve Poul Wolfowitz de çalışmaların içindeydi.

1992 yılına gelindiğinde Poul Wolfowitz’in “Savunma Planlama Rehberi” adı altında geliştirdiği bu strateji basına sızdırılmıştır. 1995’li yıllarda Rusya’nın Kafkasya’da etkinliğini artırması üzerine ABD Dışişleri Bakanlığı ve dış politika ile ilgili “Think-Tank”ler “Geniş Ortadoğu Projesi” adı ile bir proje geliştirilmiştir. Irak Savaşıyla birlikte girilen ilişkilerin yeniden düzenlenmesi için ABD turuna çıkan TUSİAD’ın görüştüğü ABD Savunma Bakan Yardımcısı Poul Wolfowitz, Türkiye’ye; “Ortadoğu’da yeni bir dünya kuruluyor, biz de Ortadoğu yol haritamızı çiziyoruz. Türkiye de bu haritadaki yerini bulsun” mesajını göndermiştir. Wolfowitz, Ortadoğu’da, Türkiye’den destek beklediklerini de söylemiştir. (8) Eski ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı, Rand Corporation (Santa Monica) kıdemli araştırmacısı ve Alman-Amerikan Konseyi Başkanı Ronald D. Asmus, 1995 yılında Büyük Ortadoğu Projesini geliştirmek için Rand Corporation’da bu adla bir bölüm kurmuş ve çalışmaları yürütmüştür. Asmus, bugün önümüze getirilen projenin önemli hazırlayıcılardan biri olmuştur.

Projeye mimarlık eden biri de, azılı şahin görünüşlü ve sözde Türk dostu, İngiliz İmparatorluğu İstihbaratından Chatham House üyesi Prof. Bernand Levis’tir. Projeyi 1996 yılı başlarında İstanbul’da o açıklamıştır.
1997 yılında Prof. Zbigniev Brzezinski, “Büyük Satranç Tahtası” ve “Kontrolden Çıkmış Dünya” adlı kitaplarında “Avrasya dikdörtgeni” kavramını ortaya atmış ve bunu “Avrasya Stratejisi” olarak açıklamıştır.
1997 yılında Başkan Bush’un yeni muhafazakârları, (Neo Cons) tarafından “Project For The New American Century” (Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi) adlı bir “Ting-Tang” kurulmuştur. Büyük Ortadoğu Projesi ile ilgili çalışmalara burada devam edilmiştir.
1998 yılında, Ulusal Savunma Üniversitesi tarafından hazırlanan, “Stratejik Değerlendirme Raporu” nda Kuzey Afrika’dan Afganistan’a kadar uzanan ve dünyanın en önemli petrol ve doğalgaz kaynaklarının, İç Bölgesini (Hinterlandını) kapsayan bölge “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi (GOKAP)” olarak tanımlanmıştır.
Amerikan Ordusunda Orta Asya’dan sorumlu güçlerin komutanlığı, Ekim 1999 da Pasifik Komutanlığından alınarak, Ortadoğu’dan sorumlu Merkez Kuvvetler Komutanlığına bağlanmıştır. (9)
23-24 Nisan 1999 tarihleri arasında Washington’da toplanan NATO zirvesinde aslında Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi’ne yönelik tehditler ve bunların önlenmesi ele alınarak, “Yeni NATO Stratejik Konsepti” kabul edilmiştir. Konsepte yer alan tehditlere hızla karşılık verilebilmesi için NATO’da yeni bir yapılanmaya gidilmesine, tehditlere karşı NATO’nun Birleşmiş Milletler kararına bağlı olmaksızın karar almasına ve NATO’nun normal sorumluluk alanının dışında da kullanılmasına karar verilmiştir. Nitekim zirvede tespit edilen tehditler daha sonra GOP’a yönelik tehditler arasında aynen yer almıştır. Belgede yer alan tehditler sıralaması şöyle tespit edilmiştir. (10)

Kitle imha silahlarının Yaygınlaştırılmasını Önlemek,
İnsan Hakları ihlallerini önlemek,
Demokrasiyi yerleştirmek,
Etnik çatışmaları önlemek,
Din ve mezhep çatışmalarını önlemek,
Terörü önlemek,
Uyuşturucu trafiğini (ticaretini) önlemek,
Toprak (sınır) anlaşmazlıkları önlemek,
Sabotaj ve organize suçları önlemek,
Kitlesel göç hareketlerini önlemek,
Başarısız reformları önlemek,
Başarısız devletleri önlemek,
Hayati enerji ikmal yollarının kesilmesini önlemek,

Kökten Dinci akımları önlemek…

ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, 31 Aralık2001’de “Nükleer Stratejinin Gözden Geçirilmesi” başlıklı bir gizli raporu Kongreye sunmuştur. Yeni konsepte ABD hegemonyasının sürekliği amaçlanmış ve bunun gereği olarak da üç unsurlu nükleer strateji hazırlanmıştır. (11)                                                                              
Nükleer olsun veya olmasın ABD’ye yönelik bir tehdide tek başına nükleer silahla vurma (önleyici vuruş) imkanı tanıması, önleyici nükleer saldırının; 1.nükleer, 2.biyolojik, 3.kimyasal, 4.nükleer olmayan ve 5.sürpriz saldırılar karşısında olmak üzere beş koşulda gerçekleştirilmesi. 
11 Eylül 2001 saldırılarının daha etkin bir savunma sisteminin hayati derecede önemli olduğunu kanıtlamış olması nedeniyle aktif tehditlere karşı son derece etkin bir savunma sisteminin inşa edilmesi.
Ortaya çıkan ve ileride çıkacak olan tehditlere karşı sisteminin; hızlı ve etkinliğini arttıracak biçimde değiştirilmesi. Üç unsurlu yeni konseptin işlevini etkin bir şekilde yerine getirebilmesi için Merkez Komuta Sistemi ile İstihbarat Sisteminin birbirlerini birebir destekleyecek bir yapıya kavuşturulması.

Başkan Bush 2002 yılında; önde gelen yeni muhafazakârların iştirakiyle,”ABD’nin 21. Yüzyıl Grubunu” oluşturmuştur. Grup: “ABD’nin 21. Yüzyıl Projesini” hazırlamış, Proje Bush tarafından uygulamaya sokulmuştur. Bush proje ile; Irak’ı kitle imha silahlarından arındırmayı, bölgeye demokrasi getirmeyi, Irak’tan başlayarak İran, Suriye, Kuzey Kore, Suudi Arabistan, Mısır, Libya, ve Sudan gibi ülkelerde rejim değişikliğini ve İsrail’i bölgede her istediğini yapabilecek konuma getirmeyi amaçlamıştır.                           
ABD; 2004 Mart’ında “Uzun Vadeli Kuvvet Yapısı 2005 Planı”nı yayınlamıştır. Plana göre; Ortadoğu, Afrika, Orta Asya, Güneydoğu Asya, Orta ve Güney Amerika’da düzensiz tehditler kapsamında; 1.aşırı ideolojiler, 2.terörizm, 3.gerilla faaliyetleri, 4.örgütlü suçlar ve 5.iç savaş olmak üzere beş tür tehdit öngörülmüştür. Konvansiyonel tehditlerin azalmasına karşı, bioteknoloji, siber savaş ve uzayın kullanımı felaket getirici tehditler olarak kabul edilmiştir. (12)                           
“Küreselleşmenin gelecek Haritası 2005 Raporu” 2005 yılında Başkan Bush’a sunulmuştur. (13)
CIA’nin düşünce kuruluşu olan, Ulusal İstihbarat Konseyinin 2020 yılında dünyanın nasıl olacağına dair geliştirdiği senaryoları içeren raporda: “Büyük Devletlerin savaşa girme olasılığının 1900’lerin başından bu yana en düşük düzeye indiği, 19. Yüzyılın Almanya, 20. Yüzyılın ABD yüzyılı olduğu, 21. yüzyıl da Çin ve Hindistan’ın ön plana çıktığı, AB içinde Müslüman nüfusun, toplumla bütünleşmesinin sorun yaratacağı, Türkiye’nin AB tam üyeliğinin topluluk için sorun olacağı, AB ekonomileri küçük büyümelerle yoluna devam ederse AB’nin uluslar arası gücü ve genişleme kabiliyetinin sınırlı kalacağı, Türkiye’nin AB üyeliğinin nüfusu, dini ve kültürel farklılıkları nedeniyle sorun yaratacağı, ancak karşılıklı anlayış fırsatlarını da beraberinde getireceği öngörülmüştür.” Raporda; 15 yıl içinde 3 temel öngörüde bulunulmuştur.

1. El Kaide’nin yerini alacak küçük örgütler, terör tehdidini sürdürecektir.
2. Çin ve Hindistan, uluslar arası platformda başrol oyuncusu olacaktır.  
3. AB toparlanmazsa, Türkiye’nin tam üyeliği tehlikeye girecektir.

     ABD; 11 Eylül 2001 saldırının ardından 2001’de yayınlandığı Savunma Strateji Belgesini yenilemiş ve ABD’nin Savunma Strateji Belgesi olarak 18 Mart 2005’te Savunma Bakanı Rumsfeld imzasıyla yayınlanmıştır. (14) Strateji Belgesi şu temel esasları içermektedir;
ABD halihazırda bir savaş içindedir. Her ulustan önca kendisini korumak zorundadır. 

   ABD’nin Anayasasının Gereği de budur.
ABD’nin Egemenliği dünyadaki tüm ulusların egemenliğinin üzerindedir. 
ABD dünyanın en üst egmenlikli gücüdür. 

Bu Nedenlerle;

Avrupa Ortadoğu, Doğu, Orta ve Kuzey Asya’da kendisine rakip eşdeğer bir gücün oluşmasına kesinlikle izin vermeyecektir.
Dünyada hiçbir güç, ABD’nin küresel hareket yeteneğini, karada, denizde, uzayda ve sanal uzayda (internette) engellemeyecektir.
Tehlikeler oluşmadan, daha gelişme aşamasında iken saptanacak ve ABD; NATO, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi gibi kuruluşlara bağlı 
olmaksızın tek başına alacağı kararlarla “Önleyici vuruşla” önleyecektir.
ABD ulusal güvenlik sorunlarını çözmek için uluslararası işbirliğinde bulunacaktır. Ancak bu ülkeler, aşağıdaki 7 temel kritere kesinlikle uyacaktır.
ABD üst egemenliğine tabi olma koşuluyla ulus devletlerin güçlendirilmesi,
Demokrasinin yerleştirilmesi,
İnsan Haklarının önlenmesi,
Serbest piyasa ve rekabetçi pazarların korunması,
ABD’nin hareket kabiliyetinin hiçbir mekânda engellenmemesi,
Dünyanın önemli bölgelerinde hegemonya kurmaya kalkışılmaması,
ABD’nin uluslar arası yükümlülüklerinin yerine getirilmesinin maliyetini yükseltici girişimlerde bulunulmaması.
Güçsüz rakiplerin konvansiyonel olmayan yönetimleri kullanmamalarını önleyecek bir askeri yapılanma ve savaş tarzı ilkesini benimsemek koşuluyla;

Yerel çatışmalarda doğrudan taraf olunması, İsyancı güçleri bastırmak için hükumetlere yardım edilmesi,
Terörizme karşın, radikal İslam’la, ılımlı İslam arasında bir iç savaş olduğunun tüm Müslümanlara kabul ettirilmesi,
Bu gerekleri karşılayabilecek yeni ABD ordusu şu özelliklere sahip olacaktır.

İki cephede savaş doktrinden vazgeçilecek yapıda olması, Asıl caydırıcı gücün kara birlikler olması,
Yüksek riskli bölgelerde ordunun asker kapasitesi yüksek ülkelerle, güvenlik ilişkilerine daha fazla önem verilmesi,
Ordu üzerinden stratejik ortaklıklar kurmaya yoğunlaşması,
Başkan Bush; 1 Mayıs 2003 tarihinde Irak’ta güven tamamlandığını ilan etmesinden tam 30 ay sonra, 30 Kasım 2005 tarihinde, Irak ile ilgili olarak hazırlanan ilk kapsamlı stratejiyi; “Irak’ta zafer için Ulusal Strateji Belgesi” ile açıklayabilmiştir. Irak’ta mutlaka zafere ulaşılacağını İran ve Suriye’den rahatsız olduğunu açıklamıştır. (15)

Kaynak: 
Erol Bilbilik / Geniş Ortadoğu Projesi, AsyaŞafak Y.2.B,s.11-20

(1) Greate Middle East, Broader Middle East, Wider Middle East, Boarder Middle East and North Africa Project ve Middle East Shatterbelt gibi tanımlar ABD için aynı anlamda kullanılmaktadır.
(2) Noam Chosmsky, Sam Amca ne istiyor? Minerva Y.I. Bas. 2000, s-16
(3) Noam Chosmsky, Turning The Tide: US İntervention in Central America and Struggle For Peace 6.baskı, Boston. South and Pres 1985.s.48
(4) George Mc Ghee, ABD-Türkiye-NATO-Ortadoğu, Bilgi Y.1992,s.116.117
(5) Ufuk Güldemir, Çevik Kuvvetin Gölgesinde. Tekin Y.2. Basım s.40-48
(6) William Blum, Rouge State, Common Courage Pres. Monroe, Marina 2000 s.5
(7) Defance Organ Isation: The Need For Staff Report To The Senate . October 16,1985 s.293
(8) Hürriyet 29.5.2003
(9) Cumhuriyet 20.2.2004
(10) Erol Bilbilik, İçyüzü ve Perde Arkasıyla NATO İstanbul Zirvesi ve Geniş Ortadoğu Stratejisi, Otopsi Y. 1.Basım 2004 s.30-31
(11) Cumhuriyet 12.3.2002
(12) Hürriyet 15.1.2005
(13) Aydınlık 1.8.2004
(14)Cumhuriyet 30.3.2005
(15) Cumhuriyet, 17.3.2006

https://mrasar.wordpress.com/2015/11/06/genisletilmis-ortadogu-projesi-ve-turkiyeye-verilen-gorev/


***