BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Nisan 2020 Salı

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE





Yazar: Çetin Ferdi | 19 Haz 2010 | Siyaset | 14  |     

T.C. EGE ÜNİVERSİTESİ
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü
BÜYÜK ORTA DOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE
Sponsor Bağlantılar
(AK PARTİ TÜRKİYE’ si adına BOP )
Ferdi ÇETİN
İZMİR-2010


İÇİNDEKİLER


KISALTMA LİSTESİ

HARİTALAR

ÖZET

GİRİŞ

BOP BAĞLAMINDA ABD VE AB İLE İLİŞKİLER

A. BOP’ TA TÜRKİYE İÇİN TASARLANAN ROL

B. BOP BAĞLAMINDA TÜRKİYE – ABD İLİŞKİLERİ

C. BOP BAĞLAMINDA TÜRKİYE – AB İLİŞKİLERİ

C.1. AB-ABD Ekseninde Yaşananlar

C.2. Türkiye-AB İlişkilerinde AKP ve BOP etkisi

SONUÇ

KAYNAKÇA


KISALTMA LİSTESİ:

AB: Avrupa Birliği

ABD: Amerika Birleşik Devletleri

AKP: Adalet ve Kalkınma Partisi

BOP: Büyük Orta Doğu Projesi

GAP: Güneydoğu Anadolu Projesi

NATO: North Atlantic Treaty Organization

T.C: Türkiye Cumhuriyeti

TR: Türkiye

TSK: Türk Silahlı Kuvvetleri

HARİTALAR:



1.1: Genişletilmiş Orta Doğu

ÖZET

Dünya gündeminden hiç düşmeyen Orta Doğu, siyasetteki etkin rolünü ülkemizde de yıllar boyu korumuştur ve korumaya devam etmektedir. Bu etkin rolün içinde etnik, dini, siyasal farklılıklar gibi argümanlar var iken, son asırda petrolünde eklenmesiyle Orta Doğu dünya siyasetinin merkezine oturmuştur.

ABD’nin , yegane süper güç olarak dünya üzerindeki hakimiyetini sürekli kılmak stratejisinin bir boyutu olarak Büyük Orta Doğu Projesi’ni yeniden gündeme getirmesi, jeostratejik, tarihi ve kültürel özellikleri yanında bölgenin tek laik ve demokratik ülkesi olan Türkiye’yi ön plana çıkarmıştır. ABD’nin Beyaz Saray’a yakın duran bir çok akademisyeninin de, soğuk savaş sonrasında Türkiye’nin Avrasya ve Orta Doğu’da çok stratejik bir role büründüğünü çeşitli düşünce kuruluşlarında dillendirmesiyle birlikte, ülkemizin yaşamsal çıkarları bu projenin ve bunun uygulanmasında Türkiye’ye biçilen rolün tüm yönleriyle , ve titiz bir dikkatle incelenmesini gerektirmektedir.

Özellikle , ABD’nin Irak’ı işgalini izleyen vu bunun yol açtığı sorunların yoğunlaştığı aşamada Büyük Orta Doğu Projesi’ni yeniden canlandırmaya çalışması, bölge ülkelerinde, demokrasi, insan hakları, ekonomik kalkınma, eğitim gibi masum amaçların perde arkasında art niyet ve düşüncelerin bulunduğunu düşündürmekte, bunların teşhis ve tespit edilmeleri önem taşımaktadır.

İşte buradaki öneme binaen bu yazıyı, ABD’nin bu girişiminin açıklanmayan niyet ve taraflarının, çelişkilerinin, uygulama güçlüklerinin hatta imkansızlıklarının içine Türkiye’yi de dahil etme çabalarını ve Türkiye yönünden olası risklerini AKP hükümetleri dönemini temel alarak, objektif bir biçimde ve sağlam bir analitik bakış açısıyla ortaya koymak için yazıyorum.

GİRİŞ

Giriş kısmında genel bir bilgi aktarımı yapıp, projenin neleri içereğinden bahsedeceğiz, zira konumuz bundan sonra daha Türkiye odaklı olacaktır.
Büyük Orta Doğu projesi (BOP), (Greater Middle East) nedir?

Büyük Orta Doğu Projesi ya da tam resmi adıyla Genişletilmiş Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ile Müşterek bir Gelecek ve İlerleme için Ortaklık Projesi, (Greater Middle East Initiative /Partnership for Progress and a Common Future with the Region of the Broader Middle East and North Africa). Amerika Birleşik Devletleri 43. Başkanı Bush hükümeti tarafından Büyük Orta Doğu adıyla duyurulan, en batıda Fas’ın Atlantik kıyılarından, en doğuda Pakistan’ın kuzeyindeki Karakurum yaylalarına, Kuzeyde Türkiye’nin Karadeniz kıyılarından Güneyde Aden ve Yemen’e kadar uzanan bölge.[1] Müslüman ülkelere demokrasi ihracını ve bu ülkelerin pazarlarının açılmasını amaçladığı açıklanan, bölgeyi ekonomik ve politik şekillendirmeye dayalı bir projeden bahsediyoruz.


Harita 1.1: Genişletilmiş Orta Doğu.
Kaynak: http://www.hilalturk.com/Konu-BOP-ve-ABD-Kontolunde-Yeniden-Osmanli

ABD bunları Planlarken Avrupa Birliği’nin bu bölgeye ilgisini ve planlarını da araştırmak gerekir. Daha çok görüşler, bu planla ilgili olarak AB’nin Birleşik Devletlerle aynı düşünceyi paylaştığı ve projeye destek vereceği yönünde. Bu görüşü destekleyen bir görüntü olarak AB’nin hali hazırda islemekte olan Barselona programını gösterebiliriz. BOP, kamuoyuna Joint Forces Quartly dergisinin 1995 Sonbahar sayısında “The Greaten Middle East” başlığıyla yayınlanan bir yazıyla yansıdı. Bunu müteakiben AB, Almanya-Fransa ikilisince hazırlanan “AB – Akdeniz Girişimi Projesi”ni hazırladı. AB’nin bu programı çerçevesinde 1995 senesinde AB ülkeleri ve 12 güney ve doğu Akdeniz ülkesiyle imzalanmış politik diyalog, ekonomik gelişme ve sivil toplum reformları paketi öngörülmüştür. Yani BOP’un açıklanan hedefleriyle birebir aynı. Ama bu bölgeyi AB’ye bırakmak istemeyen ABD daha sonra Kuzey Afrika’yı da BOP içine aldı.

Diğer yandan Arap ülkeleri bu “hazır demokrasi Paketi”ni değerlendirmeye alıp almama konusunda çok tereddütlü davranmışlar, buna mukabelen Filistin-İsrail sorunundan da bir tür kaçış olduğunu düşünmektedirler. “Amerika’yı yönetenlerin 11 Eylül Saldırıları’nı, Amerika’ya karşı duyulan kin ve nefretin bir göstergesi olarak yorumlaması, Amerika’nın Orta Doğu’ya demokrasi getirme çabalarının altında yatan en önemli etken. O zaman, Amerika’ya kin ve nefret duyanlar kimler? Yine Amerikalılara göre Amerika’ya kin ve nefret duyanlar, Arap milliyetçileri başta olmak üzere, bölge ülkelerinin milliyetçileri ve radikal İslamcılar olarak nitelendirdikleri kişiler. Amerika’ya ciddi stratejik bilgiler veren “Rand Cooperation” adlı düşünce örgütü, kapsamlı bir rapor hazırlayarak Amerikan yönetimine sundu.[2] Bu raporda müslümanlar dört guruba ayrılmıştır;

1- Köktendinciler; terörist, ABD düşmanı
2- Gelenekçiler; terörist değil ama ABD düşmanı
3- Ilımlı İslamcılar; terörizme ve şiddete karşı, her inanışa saygılı, küresel islam hedefli
4- Laikler; sahip oldukları değer yargısıyla batıya en yakın olan grup ama ABD düşmanı, BOP bağlamında işbirliği yapılabilecek yapıda değil.

    Bu gurupların detaylı analizleri sonucunda, Büyük Ortadoğu Projesinin temelini oluşturan sonuçlara varıldı. ABD’nin islam toplumunu bu şekilde sınıflandırmasını,

“Amerika’nın bölgeye demokrasi getirmesiyle; akıbetlerinin, kullanılıp bir kenara atılan Soğuk Savaş’ın sona ermesinde büyük role sahip Gürcistan’ın devrik Cumhurbaşkanı Şevardnadze gibi olacağını çok iyi bilen Ortadoğu’nun bazı despot liderleri, Amerika’nın bu projesine baştan direnç göstermeye başladı. Amerika, nasıl AB’yi de bu olayın içine çekerek kendisine karşı oluşan nefret ve kini AB’ye yönlendirmeyi başardıysa, aynı şekilde İslam’ın çatışmasını da başarmış gözükmekte. Diğer bir deyişle,”Artık İslam, İslam’a karşı…”[3]şeklinde yorumlamak mümkün.

Peki dengelerin şimdiye kadar hiç bu kadar havada kalmadığı bir dönem yaşanıyorken, bu yazının temel yazılma sebebi olan Türkiye BOP’un neresinde? “Devasa ideolojik aygıtlar, soğuk savaşın ardından ABD’nin inşa ettiği dünya hegemonyasını insanlık değerlerini yüceltme başarısı olarak gösteriyorlar.”[4] Bop’ta bu hegemonyanın bir parçası iken, Türkiye de bu hegemonyayı insanlık değerlerini yüceltme başarısı olarak mı görüyor? Yoksa Noam CHOMSKY’nin;

“ABD Bencil, Acımasız ve kural tanımaz politikalarıyla dünya düzensizliğinin mimarıdır. İnsan hakları ihlalleri ancak ABD çıkarlarını tehdit ediyorsa ‘insani müdahalenin’ konusu haline gelebilir. ABD himayesindeki işbirlikçi bölgesel güçler ise insan haklarını ihlal etme özgürlüğüne dilediklerince sahiptirler. Kural tanımaz güç kullanımı ve zulüm politikaları müthiş bir etik çürümeyi kışkırtırken, asgari düzeyde dürüstlükte ısrar eden vatandaşlar ve entelektüeller ne yapabilirler?”[5] düşüncesini mi politikalarına referans almıştır? Yazımızda, işte bu son paragraftaki sorulara AK PARTİ dönemini inceleyerek cevap arayacağız.


BOP BAĞLAMINDA ABD VE AB İLE İLİŞKİLER


A. BOP’ TA TÜRKİYE İÇİN TASARLANAN ROL

BOP’un sahibi ABD’nin Orta Doğu’da pek temiz bir sicili ve izlenimi olduğu söylenemez. Tıpa tıp aynısı olmasa da Türkiye’nin de bu bölge halklarıyla ilişkileri çok sağlam değil. Gerek I. Dünya Savaşında Arapların Osmanlı’yı arkasından vurup saf değiştirerek Osmanlı’ya karşı savaşmasından dolayı Türkiye’nin bu bölge halkına güvenmemesi ve ilişki kurmada soğuk durması, gerekse Laik Türkiye Devleti’nin halifeliği kaldırması bu bölge ile ilişkilere bariyer olmuştur. Diğer taraftan batı yanlısı politikalar izlemesi de bölgede Türkiye’ye bir güvensizlik imajı çizmiştir. Ancak ortada bir gerçek var ki, Türkiye’nin kendisi de, ABD de Türkiye’nin bu projede yer alması gerektiği düşünüyor. Burada asıl tartışma konusu Türkiye’nin bu projede kendisine biçilmiş rolü mü oynayacağı, yoksa kendi rolünü kendisinin mi yazacağı üzerinedir. Ve tabiki baskın düşünce kendi yerini kendisinin tayin etmesi üzerinedir.

Görünürdeki haliyle Türkiye’ye biçilen rol;

Bölgeye hem ekonomik yapısıyla hem de demokratik yapısıyla ‘Model Ülke’ olarak öncülük etmesi,

Batı ile ORTA DOĞU arasında köprü görevini yerine getirmesi,

Ülkemize yapılacak yabancı yatırımlarla Orta Doğu ekonomisinin Lokomotifi olması şeklindedir.

Türkiye ABD tarafından mOrta Doğuel ülke olarak değerlendirilip desteklense de ORTA DOĞU ülkeleri tarafından pek öyle görülmüyor. Özellikle ABD’nin Türkiye için “ılımlı islam” yakıştırması, batının ülkemize bu bölgede çizmeyi planladıkları imajın tanımıdır. Her nekadar çeşitli dönemlerdeki hükümet politikalarımız bu tanım doğrultusunda hareket etmeyi içeriyorsa da, ülkemizin nüfusunun %98’e yakın kesimi müslümansa da bu tanım “laik hukuk devleti” ilkemize aykırıdır ve devlet politikası olması şiddetle reddedilmektedir. Zira bu tanıma göre hareket etmemiz, ABD’nin bize ORTA DOĞU’da çizdiği yörüngeye girmemiz, bize biçilen rolü oynamamız anlamına gelmektedir.

BOP’un Türkiye’ye etkilerini anlayabilmemiz için değinilmesi gereken birincil temel nokta “model ülke” deyimiyle ne anlatılmak istendiğidir. Çünkü bu tanımdaki Türkiye, ORTA DOĞU ülkelerinde modelliğinin kabullenmesine yönelik “Nostaljik Makyajlı” bir görünümdedir. Nostaljik Makyaj tabiri, Türkiye’nin geçmişte bıraktığı eski yapısının, daha doğrusu Osmanlı’dan miras kalan ama yeni laik Türkiye Devleti tarafından reddi miras konusu olan yapının varmış gibi lanse edilmesinden ya da edilmeye çalışılmasından gelmektedir. Bu makyaj yıllardır tam üyelik için uğraştığımız AB yolunda ayağımıza gizli bir pranga vuruyor. Türkiye, demokratik yapısında hep laikliği ön planda tutarak bürokrasisini oluşturuyor ve hatta bazı yönleriyle batıdan daha kararlı uygulamalar yapıyor ancak dışarıya yansıtılan imajımız hep AB’ye üyelikte yetersiz bir islamcı Türkiye biçiminde oluyor. Yani BOP’ta bize biçilen ve giymemiz arzulanan kaftan, AB’nin baştan beri üzerimizden çıkarmamızı şart koştuğu çuha ile aynı. Olup biteni kendisine yakışır bir karmaşıklıkla ifade etmek gerekirse, onlar öylesiniz diyorlar, diğerleri öyle olmamalısınız diyor. Zaten analitik bir yaklaşım BOP’taki “Model ülke” kavramının nekadar havada kaldığını hemen ortaya çıkarır. Çünkü bir tarafta model olarak gösterilen Türkiye’nin kuruluşu ve demokratikleşme serüveni var, diğer tarafta halen krallıkların hüküm sürdüğü bir Orta Doğu var. Demokrasinin tepeden inme biçimiyle başarılı olamayacağının II. Körfez Savaşıyla birlikte Irak’ta ıspatlandığı düşünülürse projenin bu modellik ayağının sakat kalmış olduğu görülüyor.


İkinci olarak Türkiye’nin Orta Doğu’daki ilişkileri göz önüne alındığında aslında bu projedeki, Orta Doğu ile batı arasında köprü işlevi görmesi yönündeki ayağınında pek sağlam basmadığı görülecektir. Her nekadar malum bölgeye yönelik son dönem dış politika denemeleri başarılıymış gibi görünse de bölgede halen Türkiye ile işbirliği konusunda ortak bir görüş oluşmuş değil. Zira Türkiye’nin batı ile birlikte hareket eden bir izlenimde olması, bölgede öcü görünümündeki ABD ile müttefik olması, laik-Kemalist bir yapıya sahip olması, müslüman Orta Doğu ülkelerinin Türkiye ile bir güven sorunu yaşamasına neden oluyor. Güven temelli bir görev olan köprü işlevinden yoksun Türkiye’nin, BOP’ta kendisine biçilen rolü başarıyla oynayabilmesinde gözardı edilebilecek bir sorun değildir. Diğer taraftan Türkiye’nin görevini başarıyla yerine getirememesinin gözardı edilmesinin, aynı zamanda TC’nin çıkarlarını elde edememesinin de ABD tarafından gözardı edileceğinin kanıtı sayılabilir. Ancak ABD Orta Doğu’daki çıkarlarını riske edemeyeceği için apayrı bir oyun içine girmiştir. Türkiye-İsrail ilişkileri son dönemde kopma noktasına gelmiş, iki ülke arasında soğuk diplomasi diyalogları son dakika haberleri olarak dünya gündeminde yer almıştır. İşte bu noktada yapmaya çalıştığımız analitik incelemenin içerisine bir iki yorum cümlesi de katmak gerekirse; ABD’nin bu yaşanan krizde İsrail yanlısı bir tavır sergilememesinin nedeni, Türkiye’nin Orta Doğu’daki imajını düzeltmesine imkan tanımaktır. ABD, One minute krizi ile AKP’nin hedeflenen köprüyü inşa ettiğini düşünmekte ve iplerin sağlamlaşması içinde Türkiye’ye İsrail karşısında biraz daha prim tanımaktadır, şeklindeki cümlelerle ABD’nin oyununu yorumlayabiliriz.

Ayrıca ABD’nin, Türkiye’nin İran ile ilgili sorunlarda arabuluculuk çabalarına ses çıkarmamasının nedenini de yine köprünün sağlamlaştırılması olarak değerlendirebiliriz. ABD’nin Türkiye’ye yazdığı bu role ilişkin en net görüntü mayıs ayının ortasında netleşti. İran’ın uranyum takasıyla ilgili olarak Türkiye, İran ve Brezilya arasında imzalanan anlaşmanın hemen ardından, Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Namık Tan, ABD’ye, imzalanan anlaşmayı dikkatlice incelemesi çağrısında bulundu. Türkiye’nin, anlaşmanın ABD’nin tüm taleplerini karşıladığına inandığını belirterek, “eğer olumlu bir tepki alamazsak, bu gerçek bir hayal kırıklığı olur”[6] ifadesini kullandı. Bu son tavır AKP’nin BOP’ta kimin yazdığı rolü oynayacağını açıkça gösteriyor.

Son olarak Türkiye’nin bölge ekonomisinde lokomotif rol oynayarak, buradaki pazarı küreselleştirmesine değineceğiz. Bu konuya başlarken şunu belirtmek gerekir ki, AK parti hükümetleri bu konuda kendisine biçilen rolü diğer iki başlığa oranla daha kolay oynayabilecek bir görünümde. Özellikle Türk-i Cumhuriyetler’in etkisi ve Türkiye’deki yeşil sermaye grubunun hükümetle birlikte hareket etmesi AKP’yi bu bölgede güçlendirmiştir. Son dönemlerde bölge ülkeleriyle vizesiz geçiş konusunda çalışmaların yapılması, Türk bayraklı yabancı sermayenin bölgeye akması v.b. gibi durumlar AKP’nin Türkiye’ye çizilen rolde başarı elde etmesini sağlamıştır. 2010 yılının ilk çeyreğinde Orta Doğuya doğrudan yatırım için akan sermaye yaklaşık olarak 67 milyon $.[7] Yine yukarıda belirttiğimiz, ABD’nin Türkiye-İsrail sürtüşmesinde olaya müdahil olmayıp, daimi ortağı ve küçük kardeşi rolündeki İsrail’i üzen, şimdilik alternatifi olmayan, müttefiki Türkiye’ye tahammül etmesinin nedeni; AKP’nin ve de Türkiye’nin Orta Doğu’da yakalamış olduğu imaj tazeleme seansına zarar vermemek ve sermayeninde bu imajın etkisiyle Ak Parti’nin yöneldiği bölgeye yönelmesini sağlamak içindir. Zira ABD açısından aynı durumun İran-TR ilişkilerinde de buna benzer biçimde yaşandığı ileri sürülebilir. İran’ın nükleer çalışmalarını sessiz mOrta Doğuda izleyen Türkiye, aslında durumu destekliyormuş izlenimi yaratmaktadır. Bu durum ABD’nin hoşuna gitmese de, İran’nın mezhepsel bir baskı kurduğu Irak’ta yeniden inşa sürecinde Türkiye’ye etkili bir cazibe kazandırdığı için Beyaz Saray duruma daha temkinli yaklaşıyor.

Şimdi bunların üzerine önce ABD-TR ilişkilerine, ardından da AB-TR ilişkilerine bakalım ve AKP’nin BOP bağlamında Türkiye Cumhuriyetinin geleneksel dış politikası ile ne tür bir ilişki içinde olduğunu görelim.

B. BOP BAĞLAMINDA TÜRKİYE – ABD İLİŞKİLERİ

Akademik ve siyasi çevreler Türkiye’nin BOP içerisindeki rolünün, ABD yönetiminde ve denetiminde “Büyük Ortadoğu Jandarma Komutanlığı” şeklinde düşünüldüğünü kaydetmektedirler.[8] AKP’nin dış politikaları da genel olarak bu çizgideymiş izlenimi yaratmaktadır. Yine akademik çevrelerin Türkiye için yapmış olduklerı bir tanımlama olan “emperyalizmin uç kalesi” tabiri belki biraz ağır gelecektir ancak, AKP’nin Orta Doğu’da sergilemiş olduğu “çok eksenli politika”[9] çalışmalarının da sadece Türkiye’nin çıkarlarına hizmet ettiği söylenemez.

AK Parti’nin göreve geldiği 2002 yılından sonra hükümet nezdinde BOP’u destekleyen ilk beyanat, Başbakan Erdoğan’ın Bush ile 28 Ocak 2004’te Beyaz Saray’da yaptığı görüşmenin ardından, Türkiye’nin, sınırları genişleyen ve demokratik değerlerin yerleştirilmesi öngören bu projeye destek verdiğini, Türkiye’nin projede anahtar rol oynayacağını söylemesiyle gündeme gelmiştir. Bu toplantının ardından Türkiye’ye model ülke olarak eş-başkanlık görevi verilmiştir.[10]

Dönemin Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL 14 Mart 2006 tarihli Radikal gazetesinde yer alan demecinde “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Türkiye’nin dış politika ilkelerine uygundur. ABD ile hareket ediyouz. Amacımız islam ülkelerine özgürlük ve demokrasi getirmek.” şeklinde açığa vurduğu cümleleriyle BOP’a olan desteğini ifade etmiştir.

Akademik dünyada yaygın bir görüş, AKP’nin ABD ile olan ilişkileri doğrultusunda bölgede; Yeni bir Osmanlı İmparatorluğu kurulacağını ama bunun Türklerin kuracağı bir Osmanlı İmparatorluğu değil, Amerikalıların kuracağı bir Osmanlı İmparatorluğu olacağını, Yeni Osmanlı yapılanmasının federasyon ya da konfederasyon şeklinde ortaya çıkabileceğini ve ABD’nin planında yer alan Yakın Doğu Konfederasyonunun ” İstanbul Merkezli” olacağını dile getirmektedirler.[11] Bu projedekiTürkiye’nin artan stratejik değeri, AKP Türkiye’sinin iç istikrarını ABD’li politika belirleyicileri için daha da önemli bir kaygı haline getirmiştir. Türkiye’de ılımlı islam tanımlamasının tam karşılığı sayılabilecek AKP hükümetinin sağlam zemine oturması, yayılması ve gelişmesi için, ödünsüz laiklik anlayışı ile siyasetten üstün kurumlarmış gibi duran yargı ve TSK’ nın etkinliğinin kırılması zorunlu görülmekte; bunun için de en uygun yolun, AB’nin “uyum ve müktesebat dayatmaları” olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle, AKP döneminde AB’ye giriş için ABD’nin Türkiye’ye verdiği destek artarak sürmektedir.

Türkiye’nin BOP ve “Yeni NATO”[12] için ne kadar önemli olduğunu anlayabilmek için, Washington’un İzmir’de ikinci bir NATO karargahı kurmak istemesine dikkat etmek yeterli aslında. NATO’nun ilgili masa sorumlusu Stefani Bobst, İzmir’deki bu ikinci karargahın “Yeni NATO”nun asıl karargahı olarak düşünüldüğünü, 5 Nisan 2004 günü Ege Üniversitesi’nde yapılan bir panelde şu sözlerle ortaya koyuyor:”NATO’nun yeni güvenlik misyonu, ABD’nin Büyük Ortadoğu Planını içeriyor ve bu paralelde Belçika dışında, burada, Türkiye’de ikinci bir üsse ihtiyaç var. İzmir’in üs olmasını istiyoruz. NATO Büyük Ortadoğu ile ilişkilerini düzenlemek için Türkiye’de İzmir’i merkez olarak kullanmalıdır.”[13] Görüldüğü gibi ABD de Türkiye’nin bu proje için gerekli olduğunu dillendirmekten çekinmiyor ve hatta Erdoğan’ın “Diyarbakır bu projede yıldız olacak,Orta Doğunun başkenti olacak” söylemine karşın İzmir’in önemini vurguluyorlar.

Yine Türkiye’nin BOP bağlamında “Ilımlı İslam Modeli” olarak Ortadoğu ülkelerine önerilmesi , ABD Siyasetinde muhafazakar AKP iktidarının desteklenmesi şeklinde bir olgu yaratmıştır. Nitekim gerek 1 Mart tezkeresi sürecinde yaşananlar, gerekse Hamas liderinin şubat 2006’da Türkiye’de bulunması ABD nezdinde AKP’nin kredi notunu düşürmüşse de, Birleşik Devletlerin BOP bağlamında Türkiye’ye atfettiği değer dolayısıyla bunlarla ilgili hesaplaşmalar belirsiz biz zamana ertelenmiştir.

AKP Hükümetinin yanı sıra BOP ile ilgili bir değerlendirme de 2004 yılında şimdinin Genelkurmay Başkanı, Org. İlker Başbuğ’dan geliyor. Genelkurmay İkinci Başkanı olduğu dönemde, ABD’den döndükten sonra ABD ile BOP konusunda anlaşmaya vardıklarını söylüyordu;

“BOP’ un yararlı, isabetli olacağı düşüncesindeyiz. Teröre karşı mücadelenin sadece askeri tedbirlerle olmayacağını biz 80’lerden beri söyledik. Eğitimsel, ekonomik, sosyal, kültürel unsurlar da olmalı. Bu girişimin şeffaf olması, tepeden inme, zorlayıcı olmaması gerektiğini de muhataplarımızla paylaştık. İslam devleti mOrta Doğueli gibi kavramlar ortaya atılıyor. Hem laiklik, hem ılımlı İslam devleti bir arada olmaz. Ya biri ya diğeri olur. Biz anlattık. Türkiye’nin laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olduğunu, bunu dışındaki düşüncelerin uygun olmadığını düşünüyoruz. Bu muhataplarımızca çok iyi anlaşıldı.”[14]

Yani BOP bağlamında ABD’nin yanında hareket etmemizin yararlı olacağı düşüncesinde ama “ılımlı islam modeli” kısmına takılmış görünüyor. Bu yaklaşıma benzer bir tutum Gül’den önceki Çankaya Köşkü’ne de hakimdi. Cumhurbaşkanlığı süresince A.Nejdet Sezer, Türkiye için yapılan ılımlı islam tanımlamasına her fırsatta karşı çıkmış, bunun sadece ABD patentli bir öngörü olduğunu, T.C’nin “laik bir hukuk devleti” olduğunu ısrarla vurgulamıştır. AKP’nin kendi internet sayfasında bu konuyla ilgi şöyle bir açıklama yer almaktadır; “Türkiye’nin model olmak gibi bir hırsı ve gayreti yoktur. Böyle bir hedef, İslam ülkeleri tarafından üzüntüyle karşılanabilir. Fakat Türkiye İslam kültürü ile demokrasi kültürünü bir arada buluşturabilmiştir. Bu, Türkiye açısından son derece önemlidir. Ülkemizin model ülke tartışmalarıyla ilişkilendirilmesi ancak bu çerçevede ele alınmalıdır.”[15]

AKP, ABD eski başkanı Bush’ un Orta Doğu bölgesinde pekte kabul görmeyen politikalarının yarattığı boşluktan yararlanarak bu bölgeye sızmasına yarayacak gösterişli politikalar sergilemiştir. Bu politikalarının bir tanesi İSRAİL- SURİYE arasında oluşturmaya çalıştığı diyalogdaki arabuluculuk hamlesidir. Bir diğerini de AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgenin en can alıcı ve çözüm noktasında en fazla acili yet arz eden sorunu, Filistin sorunudur. Unutmayalım, Kudüs yandıkça Filistin, Filistin yandıkça Orta Doğu, Orta Doğu yandıkça da dünyamız barış ve huzura erişemez”[16] şeklindeki cümleleriyle ifade etmektedir. Burada Erdoğan’ın “ONE MİNUTE” krizinden daha sakin bir dille ifade ettiği İSRAİL-FİLİSTİN sorununa ilişkin görüşleri ve soruna Filistin’in yanında müdahil olma çabası malum bölgede etkin rol üstlenme çabasındaki diğer bir diplomatik ataktır. İşte özellikle bu iki diplomatik atağın AKP adına ABD ve AB’den bağımsız oluşturulmasının, AKP ile batı arasındaki bağları zayıflattığı görüşünü doğurmuştur. Bop’ un oluşturulmaya başlandığı 1990ların başında Türkiye’de ABD büyük elçiliği yapmış bir isim olan Morton Abramowitz bu durumu 26 Mayıs 2006 tarihli Zaman gazetesinde”Türkiye’nin Orta Doğu’daki etkin diplomasisi ABD ve AB ile olan bağlarını zayıflatır” şeklinde yorumlamıştır. Bu görüntüye göre son zamanlarda AKP hükümeti daha ziyade Müslüman dünyası ile diplomasi hususuyla ilgileniyor ve Bush’un Washington’undan öte Esad’ın Şam’ı daha ilgiye şayan. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki AKP’nin doğuyla etkileşim içinde olduğu ne kadar kesin bir gerçek ise, ABD’nin “olur”unu hiçbir zaman göz ardı etmediği de o kadar kesin bir gerçektir. Bu yorumu destekleyeceğini düşündüğüm bir durum olarak Erdoğan’ın tarihi henüz kesinleşmemiş, ancak birkaç gün içinde olacağı tahmin edilen ABD’ye yapacağı ziyareti gösterebiliriz. İnanıyorum ki geziden sonra “Erdoğan Washington’a İran konusunda güven tazelemeye gitmiş” başlıklarıyla manşetler atılacaktır, ama bunun için ziyaretten dönüşü beklememiz gerekecektir.

C. BOP BAĞLAMINDA TÜRKİYE – AB İLİŞKİLERİ

BOP bağlamında Türkiye-AB ilişkilerini değerlendirmeden önce aslında yapılması gereken AB-ABD ilişkilerini biraz incelemektir. Çünkü AB’nin, bu projenin sahibiyle olan ilişkisi BOP’ta taşeron olan Türkiye ile olan ilişkisinin de belirleyicisidir. Bu durumu ABD’nin Türkiye’nin AB üyeliği sürecini etkilemeye çalıştığı dönemlerde çok daha net görmek mümkündür. Özellikle AKP döneminde hükümetin sadece ABD eksenli dış politika sergilemekten vazgeçerek, dış politikayı çeşitlendirmesi ve enaz ABD kadar AB çizgisine de yakın durması, TR-AB ilişkilerinde ABD’nin rol alması olayını da doğurmuştur. Bu yüzden kısa bir biçimde AB-ABD ilişkilerini irdeleyip, ardında asıl konumuzun bir parçası olan AKP Türkiye’si ile AB arasında dokunan mekiğin inceliğini gözden geçirelim.

C.1. AB-ABD Ekseninde Yaşananlar

İki kıta arasında yaşanan tarihsel süreci bir tarafa bırakacak olursak, aslına bakılırsa ABD Orta Doğu ile ilgili bu projesini hazırladığı dönemlerde Avrupa’nın asıl derdi kendisiyle ilgiliydi, tüm çabası AB’nin anayasal sürecini tamamlamak, siyasal bir bütünlük sağlamaktı. Zaten şuanda bile AB’nin BOP’un içerdiği tüm coğrafyayı kapsayacak bir projesi mevcut değil. Henüz kendinde küresel veya bölgesel anlamda ortak bir dış siyaset belirleme gücünü bulamıyor. Bu konuya örnek teşkil etmesi için, Irak savaşında ABD’ye destek verip vermeme konusunda AB içinde yaşanan bölünmüşlüğü gösterebiliriz. AB Irak savaşındaki bölünmüşlüğü BOP konusunda da yaşamakta ve ABD’ye güven konusunda sıkıntılar baş göstermektedir.

AB özellikle BOP’u Barselona programının bir kopyası olarak algılamakta ve buna K.Afrika’nın da dahil edilmesinden ayrıca bir hoşnutsuzluk duymaktadır. Bunların yanında AB’nin henüz kendi güvenlik mekanizmasını oluşturamamış olması ve ABD güdümündeki NATO’ya bağımlılığı, AB’nin ABD ile daha yumuşak bir politika izlemesini zorunlu kılmaktadır. Ancak AB’nin ekonomik topluluktan, siyasi birliğe geçme hamlesinin temelinde ABD yatıyor diyebiliriz. Özellikle enerji bağlamında dışa bağımlılığını yok etmek için çabalaması gerektiği gerçeğine karşın, sürekli ABD güdümünde görülmesi Avrupa’yı bölgesel projeler üretme konusunda bir hayli sınırlıyordu. Yaygın bir kanıya göre ABD ile AB arasındaki ilişki bir paranın iki yüzünü yansıtıyor. Yani para değerlenince iki yüzü de değerleniyor, değer kaybedince ikisi de üzülüyor, dolayısıyla bu iki güç birbirine rakip değil, müttefik. Oysa Avrupa bu olayı böyle görmemekte ve bu düşüncenin aslında Avrupa’daki ABD hegemonyasının şirinleştirilmesi olduğu fikrini savunmaktadır. Dolayısıyla güç mücadelesine girmesi gerektiğinin farkında ve gerekirse bazı bölgelerde ABD ile birlikte hareket etmeyeceği söylenebilir. Bahsettiğimiz bu bölgelerden birisi de Türkiye’yi de içine alan Orta Doğu bölgesidir. Şimdi AB’nin Orta Doğu ve Türkiye olan etkileşimine biraz daha yakından bakalım.

C.2. Türkiye-AB İlişkilerinde AKP ve BOP etkisi

Türkiye adına AB ile ilişkiler, tam üyelik hedefine yönelik bir entegrasyon ilişkisidir. Bu ilişki içerisinde; siyasi etkileşimi, güvenlik anlamında iyileştirmeleri, ekonomi kalkınmışlığı, ticari işbirliğini ve diğer birkaç alt unsuru içermektedir. ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi de benzer içerikte hedefler taşımaktadır. Bu nedenle ABD’nin BOP’ta hedeflediklerine Türkiye’nin de ortak olması Türkiye-AB ilişkilerine alternatif olarak gösterilebilir. Buda AB-TR ilişkilerinin, ABD-TR ilişkilerinden ve temel olarak BOP’tan etkilenmesi anlamına gelmektedir. Türkiye’nin ABD ile olan ilişkilerinin başlangıcını “Truman Doktrine ve Marshall Planına”[17] dayandıracak olursak AB ile olan ilişkisine nazaran çok daha köklü bir geçmişe sahip olduğunu görürüz. Bu durumda Washington ile olan ilişkilerin bir okadar yıprandığını göstermekte. Bu yüzden de AB ile olan ilişkiler, Türk kamuoyuna ve hükümetlerine daha cazip gelebilmektedir. Nitekim her seferinde ülkeyi yirmi yıl geri götüren darbelerin, halk nazarında ABD eliyle yapılıyor olması ABD dışında başka bir güce dayanan iktidarları daha albenili kılıyor.

Tabi bu saydıklarımızın yanında AKP’nin kendinden önce başlatılmış olan bir sürecin mirasçısı olması, AB’ye yönelik politikalarını, devraldığı temelin üzerine inşa etmesi gibi olgular, AKP’nin AB ile olan ilişkilerde BOP’u temel almadığını yansıtıyor. Hatta bazılarına göre AKP’nin muhafazakar çizgisine rağmen laik AB ile bu kadar fazla yakın durmasının nedeni tamamen iç dinamiklerden kaynaklanmakta, TR’nin AB ile olan münasebetleri AKP için ölüm-kalım meselesi. AKP’nin kökenine hitap eden bir sitede yer alan BOP konulu bir makalede, AB-AKP ilişkileri şu temellere dayandırılıyor;

“Türkiye’yi avuçlarına alan Kemalist elit tabakanın bütün engellemelerine rağmen iktidara gelen AKP bu güne kadarki bütün icraatlarında Laikliğe ve Kemalist düzene aykırı adımlar atmamasına rağmen yine de AKP’nin daha da büyüyeceği hesaplanarak ileride baş edilemeyecek bir noktaya gelmemesi için sürekli zorluklarla karşı karşıya bırakılmıştır. İktidarına ise geçici bir süre için ihtiyaç olduğundan müsaade edilmiştir. AKP de bunu bildiğinden konumunu ve iktidarını iç dinamiklerle sağlamlaştırmak yerine Avrupa Birliğinin desteğini almaya ve ABD’nin güvenini kazanmaya ağırlık vermiştir. Kendisini istemeyen elit kesimin ve TSK’nın etkinliğini de AB’ye uyum yasaları çerçevesinde düşürmeye çalışmaktadır.”[18]

Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerine yapılan bu genel değerlendirmeleri bir tarafa bırakacak olursak, BOP ile bağlantısını kurabileceğimiz en sağlam nokta Güneydoğu Anadolu Projesidir.[19] Çünkü tarihi süreç incelendiğinde görülecektir ki BOP’un işletildiği dönemlerde GAP’ın üzeri toz tutuyor, tam tersi dönemlerde de GAP gün yüzüne çıkartıldığında BOP’un geri çekildiği iddiaları dillendirilmektedir. Prof. Dr. Erol Manisalı 11.01.2008 tarihli Cumhuriyet Gazetesindeki köşe yazısında “GAP BOP’un alternatifiydi, BOP’un önünü kesecek alternatif bölgesel işbirliği projesiydi. Batı emperyalizmi, GAP’ın önünü kesti. Şimdi BOP’u uygulamaya çalışıyorlar” şeklinde bir yorum yapıyor. Ocak 2008’de Tel Aviv Üniversitesi’nde yapılan bir konferansta BOP ideolojisinin önemli isimlerinden olan Bernard Lewis, ABD’nin Ortadoğu’da geçmişten daha az belirleyici olmak istediğini ve geri çekilmek için planlar yaptığını söylemiştir.[20] Yani ABD’nin bölgede etkinliğini azaltmak istiyor olması otomatik olarak AB’nin Orta Doğu’da etkin olma arzusunu doğuruyor ki bunun göstergesi de, tam da bu dönemde AB’nin GAP’a destek vermesidir.

Bilindiği gibi Orta Doğu’da hakim sorunlardan birisi su sorunudur ve AB’nin bu soruna GAP ile çözüm bulma yoluyla bölgede etkin olma çabası vardır. AB Komisyonu 2004 tarihli Etki Değerlendirme Raporunda Orta Doğu’daki su meselesinin giderek daha stratejik bir konu haline geldiğine dikkat çekerek şu ifadelere yer verdi: “Türkiye’nin AB’ye katılımı ile beraber su kaynakları ve altyapılarına ilişkin uluslararası yönetimin AB için önemli bir mesele haline gelmesi beklenebilir.”[21] Türkiye’nin sınırları aşan iki nehri; Dicle ve Fırat GAP’ın hammadesini oluşturuyor, AB bu iki nehir üzerinde etki sahibi olabilmek için GAP’ın bitirilmesi ile ilgili atağa kalkarak, GAP için 47 milyon Avro mali destek verme konusunda taahütte bulundu.[22] Bütün bunların ışığında son dönemde AKP’nin GAP hamlesinin aslında BOP ve AB bağlantılı olduğunu iddia etmek pek yanlış sayılmaz.

Şimdi biraz da AKP döneminde AB’ye üyelik süreci ile ilgili yaşananları ortaya koyarak, AB’ye girmeye çalışan Türkiye’yi değerlendirmek şeklindeki geleneksel yaklaşımdan farklı olarak Türkiye’nin girmeye çalıştığı AB’nin değerlendirmesini yapalım.

Dışarıdan anlaşıldığı kadarıyla, gerek Nabucco Boru Hattı Projesi gerekse enerji bağlamında diğer çalışmalarının etkisiyle, Türkiye’nin stratejik öneminin giderek arttığı enerjiye aç ülkelerden oluşan bir AB var karşımızda. Türkiye’nin üyeliğine BOP bağlamında bakış açısı ise belirsiz ve karmaşıktır, üç ana konu dillendirilmektedir;

Müslüman bir ülke olan Türkiye tam üye olursa, bölgeye çok iyi bir örnek olur,

Türkiye’nin tam üye olması, AB’nin bölgenin tüm sorunları ile yüzyüze kalması anlamına gelir,

Türkiye tam üye olursa ABD ile olan ilişkileri nedeni ile ABD – AB ilişkilerinde bölgesel denge AB aleyhine bozulur.

İlk düşüncenin temelinde, AB Barselona Programı doğrultusunda Orta Doğu’ya el atacak olurlarsa, işlerini kolaylaştıracak model bir Türkiye’nin varlığına ihtiyaç duyacaktır, fikri yatmakta. Ayrıca Müslüman Türkiye AB’ye üye olduğunda, birliğe atfedilen “Hristiyanlar Klübü”[23] tanımlaması da anlamını yitirecek ve bu sayede ABD’nin Orta Doğu’da kazanamadığı sempatiyi AB, Türkiye sayesinde kazanacak. İkinci öngörünün oluşmasındaki temel olumsuz noktalar ise, İsrail-Filistin sorununa dahil bir Türkiye, birlik içerisinde huzursuzluk yaratacak, islam dünyasının teröre bulaşmış yüzü birliği yıpratacaktır. Yani Türkiye’nin müslüman olmasından kaynaklı sorunlar, AB’nin aslında isteksizce de olsa Türkiye’yi kabul etmesini iyice zora sokuyor. Bu noktada AKP’nin desteklediği “Gülen Hareketi”[24] ve temel felsefesi olan “dinler arası diyalog”, Türkiye’yi İslamın barış yüzü olarak gösteriyor, AKP Türkiyesi’nin batı ile diyalogunu sağlamlaştırıyor.

Son çekinceleri ise “Truva Atı” hamlesinden korkmalarından kaynaklanıyor. Önceki bölümlerde de değindiğimiz gibi, AB artık gerek kendi savunma hattını oluşturma konusu olsun gerekse enerji kaynaklarına alternatif oluşturmak için bölgesel projeler yaratma bağlamında ABD’yi kendine müttefikten öte rakip görmektedir. Bu yüzden de Türkiye’yi içine aldığı zaman kurtulmaya çalıştığı ABD güdümüne iyice girmiş olacağını düşünüyor ve ABD’nin Türkiye’nin üyelik süreci ile ilgili tavsiyelere mesafeli duruyor. AKP’nin BOP yerine son dönemki GAP hamlesi, bu çekincenin pekte oturaklı olmadığını düşündürüyor. Nitekim oluşturulan tüm projelerin nihayetinde ekonomik temelli olduğu hesaba katılırsa ve AKP’nin ekonomi rotasının büyük ölçüde Avrupa olduğu kabul edilirse, üyelik çabalarının Truva modeli doğrultusunda olmadığı yorumu yapılabilir.

SONUÇ.,

Genel bir değerlendirme yapacak olursak;

Karşımızda batıya oldukça meyilli bir Türkiye modeli vardır,

Orta Doğu’da kaybettiği prestiji yeniden kazanma çabasının temelinde “muhafazaklık” mı yoksa “BOP” mu var? Pek belirgin değil,

Aynı şekilde AKP, AB’nin GAP’ını mı yoksa ABD’nin BOP’unu mu seçeceği konusunda kararsız,

AB ve ABD her ne kadar birbirinin doğal müttefiki görünse de aslında birbirinin doğal “rakibi”

Nato BOP’un uygulanması için yeniden yapılandırılıyor, bu yapılandırmada en önemli roller(görevler) Türkiye için yazılıyor,

AKP, İran konusunda ABD’yi memnun etme çabası içerisinde ancak ABD durumdan pek memnunmuş gibi görünmüyor.

İşte bu cümleler Türkiye açısından olup bitene bir çerçeve çiziyor gibi. Eğer bunların üzerine birkaç öngörüde bulunmamız gerekecekse;

Elbetteki Türkiye’nin Orta Doğu’da olup bitenlere karşı kayıtstz kalması mümkün değildir ve bu yüzden BOP konusunda etkin olmalıdır. Ancak böyle bir etkinlik içerisine girerken cumhuriyetin kuruluşundan öte hiç terk etmediğimiz “sıfır sorunlu dış politika” vizyonumuzu unutmamalı, iyi komşuluk misyonumu kaybetmemeliyiz. Unutulmamalıdır ki; Orta Doğu’daki Müslüman ülkeler kadar İsrail de iyi ilişkiler içinde olmamız gereken bir devlet. BOP’a dahil olurken dış güçlerin boyunduruğu altına girmeyecek incelikte, bölgemizde düşman kazanmayacağımız bir yumuşaklıkta ve milli değerlerimizi çiğnetmeyecek ciddiyette olmalıyız.


KAYNAKÇA.,


KİTAPLAR:

CHOMSKY, Noam, (2002) : Amerikan Müdahaleciliği, Aram Yayıncılık,(y.y.)

ORAN, Baskın, (2001) : Orta Doğu’yla ilişkiler Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt. I, İstanbul,

İletişim Yayınları

ŞAHİN, Abdullah, (2010): Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye, Truva Yayınları,(y.y.)

YILMAZ, Türel, (2009): uluslar arası Politikada ORTA DOĞU, Barış Platin Yayınevi, İstanbul


İNTERNET ADRESLERİ:

1) BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE;

http://eab.ege.edu.tr/pdf/4/C4-S1-2-%20M15.pdf (28.03.2010)

2) Civil Democratic İslam: Partners, Resources, and Strategies; http://www.rand.org/pubs/monograph_reports/MR1716/MR1716.pdf (04.04.2010)

3) BOP VE NATO ;

http://www.birben.net/bop_ve_nato.htm (12.05.2010)

4)The U.S. Greater Middle East Initiative;

http://www.wellesley.edu/Polisci/Candland/USGMEI.pdf (19.04.2010)

5)Policybrief; The Greater Middle East Initiative: Off to a False Start;

http://www.carnegieendowment.org/files/Policybrief29.pdf (19.04.2010)

6)Turkey Transformer;

http://www.carnegieendowment.org/files/Turkeys_Transformers1.pdf (19.04.2010)

7) Foreign Policy of Turkey in the Middle East: Values, Interests, Goals;

http://www.boell-tr.org/downloads/Ulli_Marc_bericht.pdf (17.05.2010)

8)Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye;

http://www.internethaber.com/buyuk-ortadogu-projesi-ve-turkiye-236193h.htm (11.03.2010)

9)AKP; Türkiye-Orta Doğu ilişkileri;

http://www.akparti.org.tr/disiliskiler/turkiye-ortadogu-iliskileri_1144.html (24.04.2010)

10) AKP; Türkiye-AB ilişkileri;

http://www.akparti.org.tr/disiliskiler/turkiye-avrupa-birligi-iliskileri_1140.html (24.04.2010)

11) AKP; Türkiye-ABD ilişkileri;

http://www.akparti.org.tr/disiliskiler/turkiye-abd-iliskileri_1141.html (24.04.2010)

12)Namık Tan: ABD Anlaşmayı dikkatlice incelemeli; http://www.haberbaz.com/haberbaz_load.asp?i=5538432&a=1&ur=http://www.netgazete.com/News/697602/buyukelci_tan_abd_anlasmayi_dikkatlice_incelemeli_.aspx (17.05.2010)

13)Türk Sermayesinin Gözü Orta Doğu’da;http://www.gozlemgazetesi.com.tr/haber/17745-turk-sermayenin-gozu-ortadogu39da.html (13.04.2010)

14)Büyük Ortadoğu Projesi nedir;

http://forum.memurlar.net/topic.aspx?id=615441 (10.05.2010)

15)Gül: BOP içinde ABD ile birlikte hareket ediyoruz; http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=181295 (17.04.2010)

16)ORDU KÜLTÜR DERNEĞİ KÜLTÜR KOMİSYONU FAALİYETLERİ KÜLTÜR/BİLİM KONFERANSLARI-3 http://www.ordukultur.com/kultur_egitim/k3.ppt (23.04.2010)

17) Eksenimiz Ankara ekseni, ufkumuz 360 derecedir ; http://www.tumgazeteler.com/?a=5844213 (18.05.2010)

18) BOP (BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ) VE TÜRKİYE’NİN ROLÜ–6 / M. ZEKİ GÜNEY; http://huseynisevda.net/news.php?readmore=423 (24.05.2010)

19) Türkiye’nin ve ABD’nin projeleri BOP içinde GAP; http://topraksuenerji.org/BOP_Icinde_GAP_%5BToprakSuEnerji.org%5D.pdf (24.05.2010)

20) AB Komisyonu 2004 tarihli Etki Değerlendirme Raporu; http://www.guncelmeydan.com/pano/bir-direnis-projesi-gap-4-t15828.html (26.05.2010)

21) AB’den GAP’a destek; http://www.beyazgazete.com/haber/2009/12/24/ab-den-gap-bolgesine-47-milyon-avro-kaynak.html (26.05.2010)

22) Babacan: AB Hristiyan klübü olmasın ; http://www.milliyetciforum.com/babacan-ab-hristiyan-klubu-olmasin-14746.html (26.05.2010)

23) BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE: AK PARTİ’NİN PERSPEKTİFİ; http://www.akademikortadogu.com/6/m1e2.htm (20.04.2010)

24) Gülen Hareketi; http://www.ntvmsnbc.com/id/24976762/ (27.05.2010)

25) Güneydoğu Anadolu Projesi; http://www.gap.gov.tr/Turkish/Ggbilgi/gtarihce.html (24.05.2010)


[1] Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye, http://eab.ege.edu.tr/pdf/4/C4-S1-2-%20M15.pdf (28.03.2010)

[2] Elif Kutbay Yeneroğlu, elif.kutbay@ege.edu.tr, “Kaynak sağlama”, Ferdi Çetin’e, www.407_aslan@hotmail.com (29 Mart 2010)

[3] ŞAHİN, Abdullah, (2010): Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye, Truva Yayınları(y.y.)

[4] CHOMSKY, Noam, (2002) : Amerikan Müdahaleciliği, Aram Yayıncılık(y.y.)

[5] CHOMSKY, Noam, (2002) : Amerikan Müdahaleciliği, Aram Yayıncılık(y.y.)

[6]Namık Tan: ABD Anlaşmayı dikkatlice incelemeli; http://www.haberbaz.com/haberbaz_load.asp?i=5538432&a=1&ur=http://www.netgazete.com/News/697602/buyukelci_tan_abd_anlasmayi_dikkatlice_incelemeli_.aspx (17.05.2010)

[7] Türk Sermayenin Gözü Orta Doğu’da; 2010 yılı Ocak-Şubat döneminde Orta Doğu ülkelerine doğrudan yatırım için giden Türk sermayesi geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 55. 9 artışla 43 milyon dolardan 67 milyon dolara yükseldi… ; http://www.gozlemgazetesi.com.tr/haber/17745-turk-sermayenin-gozu-ortadogu39da.html (17.04.2010)

[8] ORDU KÜLTÜR DERNEĞİ KÜLTÜR KOMİSYONU FAALİYETLERİ KÜLTÜR/BİLİM KONFERANSLARI-3 http://www.ordukultur.com/kultur_egitim/k3.ppt (23.04.2010)

[9] Çok Eksenli Politika; 2009 yılındaki Türk dış politikasını değerlendirirken Türkiye’nin reaktif değil, proaktif ve bütüncül bir politika izlediğini görürüz, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun deyimiyle “Eksenimiz Ankara ekseni, ufkumuz 360 derecedir” , http://www.tumgazeteler.com/?a=5844213 (18.05.2010)

[10] Hüseyin BAĞCI & Bayram SİNKAYA, “BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE: AK PARTİ’NİN PERSPEKTİFİ”; http://www.akademikortadogu.com/6/m1e2.htm (20.04.2010)

[11] Büyük Ortadoğu Projesi nedir?; http://forum.memurlar.net/topic.aspx?id=615441 (10.05.2010)

[12] “Yeni NATO”; Nato’nun amacı dünyayı sosyalizm etkisine kapatmaktı. Bu sürecin sona ermesiyle beraber NATO’nun ortadan kalkması gerekirken, tek egemen güç konumuna gelmiş olan ABD, eski müttefiklerini ve pazar alanlarını denetleme aracı olarak NATO’yu yeniden tanımlama sürecine girmiştir… http://www.birben.net/bop_ve_nato.htm (12.05.2010)

[13] BOP VE NATO ; http://www.birben.net/bop_ve_nato.htm (12.05.2010)

[14] BOP VE NATO ; http://www.birben.net/bop_ve_nato.htm (12.05.2010)

[15] AKP; Türkiye-Orta Doğu ilişkileri;http://www.akparti.org.tr/disiliskiler/turkiye-ortadogu-iliskileri_1144.html (24.04.2010)

[16] AKP; Türkiye-Orta Doğu ilişkileri;http://www.akparti.org.tr/disiliskiler/turkiye-ortadogu-iliskileri_1144.html (24.04.2010)

[17] Truman Doktrini; Sovyetler Birliği’nin genişlemesinden ve etkisini çevredeki ülkelere yaymasından rahatsız olan ABD Başkanı Harry Truman, Komünizmle mücadele eden hükümetleri destekleme politikasını devreye soktu, bu bağlamda 12 Temmuz 1947’de Türkiye-ABD arasında yardım anlaşması imzalandı ve Türkiye ABD’den yardım almayı kabul etmiş oldu. ORAN, Baskın, (2001) : Orta Doğu’yla ilişkiler Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt. I, İstanbul, İletişim Yayınları

[18] M. ZEKİ GÜNEY, “BOP (BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ) VE TÜRKİYE’NİN ROLÜ–6”; http://huseynisevda.net/news.php?readmore=423 (24.05.2010)

[19] Güneydoğu Anadolu Projesi; 1961 yılında Diyarbakır’da kurulan Fırat Planlama Amirliği tarafından yapılan çalışmalar sonunda 1964 yılında Fırat Havzası’nın sulama ve enerji potansiyeli belirlenmiş, ardından aynı işlem Dicle Havzası için de uygulanmış ve 1980 yılında bu iki havza projesinin “Güneydoğu Anadolu Projesi” şeklinde adlandırılması benimsenmiştir. Amacı Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamına giren yörelerin süratle kalkındırılması, yatırımların gerçekleştirilmesi… http://www.gap.gov.tr/Turkish/Ggbilgi/gtarihce.html (24.05.2010)

[20] Dursun YILDIZ; “Türkiye’nin ve ABD’nin projeleri BOP içinde GAP”; http://topraksuenerji.org/BOP_Icinde_GAP_%5BToprakSuEnerji.org%5D.pdf (24.05.2010)

[21] BİR DİRENİŞ PROJESİ: GAP -4-; http://www.guncelmeydan.com/pano/bir-direnis-projesi-gap-4-t15828.html (26.05.2010)

[22] AB’den GAP’a destek; http://www.beyazgazete.com/haber/2009/12/24/ab-den-gap-bolgesine-47-milyon-avro-kaynak.html (26.05.2010)

[23] Babacan: AB Hristiyan klübü olmasın; Dışişleri Bakanı ve Baş müzakereci Ali Babacan, Davos’ta yapılan toplantıda Avrupa Birliği’ni “Hristiyan kulübü olmaması” konusunda uyardı. Bakan Babacan, “Eğer AB, kendisini bir Hristiyan kulübü olarak nitelerse bu AB ruhuna aykırı olur” diye konuştu. http://www.milliyetciforum.com/babacan-ab-hristiyan-klubu-olmasin-14746.html (26.05.2010)

[24] Gülen Hareketi; Dinler arası Diyalog Enstitüsü’nün Başkanı ve Gülen Enstitüsü Yönetim Kurulu üyesi Yüksel Alp Aslan doğan, Gülen Hareketi’ni, “İslam inancı anlayışı içinde kök salan bir sivil toplum hareketi” olarak tanımlıyor. http://www.ntvmsnbc.com/id/24976762/ (27.05.2010)


http://www.yenimakale.com/buyuk-ortadogu-projesi-ve-turkiye.html

***

6 Mart 2017 Pazartesi

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ BÖLÜM 6


 BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ  BÖLÜM 6



KOSOVA'DA SIRP-ARNAVUT ÇATIŞMASININ ARKASINDA NE VAR?

> Kosova'da Sırp-Arnavut çatışması birden alevlen-di? Ne diyorsunuz?
M. KAYNAK : Şu anda dünyadaki çatışmanın aracı olarak dinsel farklılıklar ve etnik farklılıklar vurgulanıyor. Buradaki mücadele aslında, ne Sırpların ne Arna-vutların mücadelesi değil. Orada nüfuz mücadelesi var-dır. Nüfuz mücadelesi şu anda Rusya ve Amerika Bir-leşik Devletleri'nin etkin olduğu bir çatışma alanı gö-züküyor. Onun için Amerika Birleşik Devletleri mümkün olduğu kadar ayrışmaları sağlıyor. Çünkü mesela siyasi görüş farklılıkları giderilebilir. Sağcıyla solcu bir-birini öldürdükten sonra barış sağlayabilir. Türkiye'de de gördünüz. Ama etnik çatışmalar daha sonra giderile-mez. İki tarafın düşmanlığı sürer. Kan davası unutulamaz. Karşıdaki Boşnak'ı suçlamaktadır. Sırp'ı suçla-maktadır, Arnavut'u suçlamaktadır. O bakımdan bu ay-rışmayı tahrik ediyorlar. Ve Amerika Birleşik Devletleride bu bölgede kalıcı bir yapı oluşturmak için bu ça-tışmalardan istifade ediyor. Zannediyorum, Arnavutluk Bulgaristan arasından bir hatla Rusya'yı sınırlamak istiyor esas itibariyle.

Muhtemelen Sırp tarafı Rusya'ya daha yakın ola-cak, güneyde de Amerikalılar hakim olacak.

E. GÜRSES: Barış döneminde orada bir öğrencimiz subaydı. Master tezini Kosova konusunda hazırladı. Burada belirli bölgelerde Amerikan, Fransız, İngiliz, Alman askeri var. Şimdi bundan Amerikalılar rahatsız. Almanlar, Fransızlar ise burada diğerlerinden rahatsız. Avrupa Birliği Balkan sorununa müdahale edecek ha-zırlıkta değildi. ABD bunu görerek bölgeye girdi. AB şimdi bu tür gelişmelere karşı ordusunu kurmaya çalışıyor. Fakat ABD'nin bunu engellemesi bu bölgeden de dışlanmak istemediğinin bir göstergesidir.

Bu Geniş Ortadoğu Projesi'nden bahsedilirken bazı arkadaşlar Balkanlar bunun içinde yoktur diyorlardı. Balkanlar bunun içinde vardır. Biz niye bunu söy-lüyoruz? Yani enerji kaynakları dediğimiz sadece petrol değildir. Enerji kaynakları bir kontrolü ifade eder. Balkanlar da bir kontrol hattını ifade eder. Neyin kontrolü? Güneye ve Güneydoğuya inişin yolunu kesmek için Balkanları kontrol etmeniz gerekir. Romanya'yı kontrol ediyorsunuz ama Bulgaristan'ı kontrol etmezseniz, Adriyatik-Karadeniz hattında Bulgaristan üzerinden Kara-deniz'e çıkışı engelleyemezsiniz. Bulgaristan ve Romanya'nın birlikte NATO'ya alınmasında ABD'nin bu tür hesaplar içinde olduğunu da düşünüyorum. 
Almanlar' ın Gürcistan üzerinde etkinlik kurmaya uğraşmasını buraya ticari kolaylıklar sağlama çabasında görüyoruz. Karadeniz yolu kapanırsa Almanya'nın tek Rusya üzerinden Kafkasya yolu kalır ki burasıda bölgede henüz sürmekte olan VVashington-Moskova rekabetinin sonu-cuna bağlı olarak şekillenecektir.

M. KAYNAK: Enerji konusunda bir şeyler söy-lemek istiyorum. Bazı çelişkiler var. Diyoruz ki, aslında bütün bu mücadele enerji kaynaklarını kontrol altma al-mak için. Almanya'da bir hadise dikkatimi çekiyor. Geçenlerde CIA'dan sızan, sızma oldu mu güveniliyor, söyleseler propaganda sayılırdı, bir araştırma vardı. Bu araştırmaya göre önümüzdeki 5-10 yıl içinde İngiltere buzullarla kaplanacak Asya'da insanlar açlıktan bir-birlerini yiyecekler. Küresel bir felaket geliyor. Dün-yada bundan daha büyük bir tehdit olamaz. Nükleer savaş tehdidi bile bundan daha ciddi olamaz. Diyorlar ki, bunun sebebi karbondioksit emisyonudur. Petrol ve kömür kullanımından kaynaklanan karbondioksit dün-yayı bu hale getirecek. Bunun arkasındaki mesaj şubunu artık kullanmayalım. Hepimizin mahvına sebep olacak bir enerji. Lanet olsun. Yenisi gerek. Ta başından söylediğimiz bir iddiayı tekrarlamak istiyorum, muhtemelen Amerika Birleşik Devletleri yeni bir enerji dev-riminin hazırlığını yapmaktadır. Onun için bu petrol bölgelerini negatif anlamda kontrol etmek istemektedir. Böyle bir enerji değişimi Amerika Birleşik Devletleri'ni dışarıdan petrol almaktan kurtarır. Ve ekonomik prob-lemlerine önemli ölçüde yardım eder. Çağ değişimi olur.

KAFKASLARDA NELER OLUYOR?

> Gürcistan'da yeni devlet başkanı Mikhail Saakaşvili, Acaristan özerk bölgesini ziyaret etmek istemesi ile başlayan gerginlik, bölgede her an patlayacak bir potansiyel tehlikeyi gösteriyor. Neler oluyor bölgede?

E. GÜRSES: Gürcistan Kafkasya'nın kapısıdır ve Türkiye açısından Gürcistan'da istikrar çok önemlidir. Zaten Şevard Nadze döneminde biz Tiflis'e her türlü desteği veriyorduk. Gürcistan'da sorun nedir? Gürcistan'da bazı otonom bölgeler var. Rusya sınırında Güney Osetya, Kuzey batıda deniz kıyısında Karadeniz'in doğusunda Abhazya bölgesi var. Bir de Türkiye ile Gür-cistan'ın sınır bölgesinde Batum'un başkent olduğu Acaristan bölgesi var. Bunun dışında bir Cavakheti bölgesi var. Burada çoğunlukla Ermenilerin yaşadığını bunların otonomi istediğini hatırlatmıştık, burası da riskli bir bölge. Ermenistan'a yakın bir yer ve Ermenis-tan bunlara otonomi verilmesini istiyor. Çünkü buradan Batum'a bir hat çizilmesini istiyor, Karadeniz'e çı-kış almak için.

Tiflis, Abhazya bölgesini kaybetmiş. Abhazya'da 90 bin civarında Abhaz var şu anda, belki son zamanlarda biraz daha artmıştır. Abhaz hükümeti dışarıdaki Ab-hazları çağırıyor, bedava ev veriyor, arazi veriyor. Coğ-rafya çok güzel. Burada 250 bin civarında Gürcü yaşı-yordu. Bunun 200 bini çatışmalar sonucu Gürcistan'a sığındı. 40 bin civarında Gürcü ise sınır bölgesinde yaşı-yorlar. Rusya Abhazya'ya destek verdi, çünkü NATO Gürcistan'ı üye olarak almak için bir adım atmıştı bir dönem, o zaman Rus Genelkurmay Başkanlığı'dan bir açıklama geldi. NATO'nun, Gürcistan sınırına kadar gelmesine izin verilmeyeceği belirtiliyordu. Rusya Abhazya'ya destek verdi ve silahı olmayan Abhazya 200 küsur bin Gürcüyü oradan kovabildi. Gürcistan ordusu da bir şey yapamadı. Dışardan destek bunu sağladı Abhaz yönetimine. Bunun arkasında Rusya'nın Ab-hazya'daki askeri üssünün olması yatıyor. Acaristan'da da bir askeri üssü var. Bunları korumak istiyor. Koru-duğu zaman bölgedeki etkinliğini arttırıyor. Her zaman söylüyoruz, askeri olarak bir yerde olursanız, orada ekonomik ve siyasi olarak da etkinliğiniz olur.

Amerikalılar hangi hattı kullanıyorlardı? Ortada A-caristan'la Abhazya arasında bir Poti limanı var, Poti limanını kullanıyorlardı. O da Karadeniz limanı. Batum ilginç bir yerdir. Batum'da Çoruh'un taşıdığı toprak doğal liman yapmıştır. Yüzyıllardır burası ticaret merkezi-dir. Osmanlı döneminde de Kafkasya'nın ticaret kapısı olarak kullanılmıştır. Batum'da çok uygun bir liman ve havaalanı var. Arazi çok verimlidir. Eğer Amerikalılar Batum merkezli Acaristan'ı kontrol ederlerse, Tiflis'e doğudan bir hat yaparlar. Çünkü doğudan 3-4 saat da-ha kısadır Tiflis'e gidiş, ama o yol bakımsızdır. Ba-tum'dan Tiflis'e gidenler, önce Poti tarafına doğru ku-zeye çıkıyorlar, batıya ve güneye saparak Tiflis'e gi-diyorlar. Fakat yol uzuyor. Amerikalılar burayı kontrol ederlerse Kafkasya'nın kontrolü daha kolay olacaktır.

Şimdi, Saakaşvili göreve geldi. Saakaşvili genç ol-duğu için buradaki liderler tarafından pek tutulmadı. Çünkü Kafkasya'da yaşlılık saygının ifadesidir. Böyle bir gelenek var. Saakaşvili Savunma Bakanı ile birlikte Acar İstan'a gitti fakat Acar İstan Cumhurbaşkanı Aslan Abaşidze'nin adamları Acaristan'a Saakaşvili'yi sok-madılar. Gürcistan'ın bir bölgesi burası ve Gürcistan Cumhurbaşkanı Acaristan'a sokulmuyor. Burada Aslan Abaşidze sizin de söylediğiniz gibi, buyur etseydi, hiç-bir şey olmayacaktı belki de. Ama orada gelenek farklı. 35 yaşında bir adam orada çocuktur. Aslan Abaşid-ze'nin silahlı adamları var. Kendi bölgesinin vergisini topluyor, silahlı kuvvetlerini kurmuş, Rus askeri üssü var. Oranın güçlenmesi için de Rusya ile ilişkilerini ge-
liştiriyor. Saakaşvili hemen buraya abluka uyguladı. Buraya abluka uygulasan ne olacak.

Bu aslında Moskova-VVashington kavgası. Yoksa bu bölgelerin kavgası değil. Abaşidze denge kurmaya çalı--şıyor. İsteseydi kavga olurdu. Ama Saakaşvili, kavga isterse zarar görür. Yani burada kavga etse, Abhazya durumuna düşer. Sonunda bir anlaşmaya vardılar ara-cılar girdi. Saakaşvili, Batum'a geldi, cumhurbaşkanlı-ğının penceresinden halkı selamladılar. Ama Abaşidze büyük tezahürat gördü. Halk Abaşidze'ye desteğini sürdürüyor. Bu demek değil ki, Tiflis'ten kopmak isti-yorlar. Tabii Abaşidze'nin burada bir polis devleti kur-duğunu da söylemek lazım. Batum'da birine bir şey sorsanız, elini ağzına kapatır. Korkar. Adam kendi oğlunu belediye başkanı yapmış, bankaların başına yakın-larını yerleştirmiş.

Tiflis şunu yapmak zorunda. Göreve geldiğinde Saakaşvili Gürcistan'ın toprak bütünlüğünü koruya-cağım diyordu. Gürcistan'ın toprak bütünlüğünü ko-rumanız için Güney Osetya'yı kendinize katmanız la-zım. Güney Osetya'da eski bir komünist vardı, şimdi büyük kapitalist oldu, 38 yaşında. Kuzey Osetya ile birleşeceğim ve Rusya'nın bir bölgesi olmayı sür-düreceğiz birlikte diyor. Abhazya'yı kaybetmişsin, Acaristan'ı kontrol edemiyorsunuz, Cevahati bölgesinde Ermeniler otonomi istiyor. Orada da Rus üssü var, Rus üssünün çıkmasını istemiyorlar. Tiflis diyor ki, Rus üs-sü buradan çıksın Amerikalılar öyle talep ediyorlar. Ama Ruslar diyorlar ki, buradaki halk bizi istiyor. Çün-kü halka istihdam sağlanıyor burada. Şimdi böyle bir ikilem var. Tiflis zor durumda. Tiflis Amerika'nın talimatıyla zamanında bu tür gerginlikleri kontrol etmek için asker kullandı ve çok zarar gördü. Şimdi de asker kullanacak bir gücü yok ama Amerikalılar Tiflis'i kont-rol etmek zorunda, çünkü Tiflis'i kontrol edemezseniz Rusya'nın Kafkasya'daki etkiliğini de kontrol edemezsiniz.
Burada Amerikalılar Ruslarla kavga ederek bir yere varamayacağını görüyor. Zamanında Türkiye Amerika-lıların yanında yer aldı ve Rusların dışlanmasında A-merikalılara yardımcı oldu. Ama Rusya'yı dışlayamadılar. Çünkü Tiflis halkının önemli bir kısmı Rus yanlısı. Gidiyorsunuz Bakü'ye, bir kısmı İran'la iyi ilişkilerimiz olsun diyor, bir kısmı Türkiye ile bir kısmı da Rusya ile iyi olsun diyor.
Ermenistan hem Amerika'ya hem Rusya'ya oynu-yor. Askeri olarak Rusya ve İran'la iş birliği yapıyor, para olarak Amerika'daki lobiyi kullanıyor. Amerikalılar bundan çok rahatsız. Çünkü Ermenistan'da işsizlik ar-tınca, binlerce Ermeni Amerika'ya gidiyor. 

Amerikalılar da bundan rahatsız, Ermenistan'a yardım ediyorlar ki göç dursun diye. Şimdi bize baskı yapıyorlar Erme-nistan kapısını açalım diye. Hükümet yakında kapıyı da açabilir.

Saakaşvili Amerika'dan geldiği için farkında değil, Kafkasya'da dengeyi iyi kurmak lazımdır. Kafkasya'da bir tarafa fazla yaklaşırsanız karşı taraf sizi zor durum-da bırakmak için mutlaka bir yol bulur. Burada Gürcis-tan'ın toprak bütünlüğünü sağlayayım derken, elindeki başka yerler de gidebilir. Bu gerginlikler zaten dışarı-dan bağlantılı gerginlikler. Yani Kafkasya'da etkinlik kurmak için kışkırtılan gerginliklerdir.
Ermenistan'ın Karabağ meselesini bu kadar çabuk halletmesinin arkasında ne var? Rusya var. Rusya baktı ki, Türkiye, İngiltere Amerika, İsrail işbirliği yapıyorlar bölgede. Bunlar Kafkasya'dan beni dışlayacaklar. Ne yapmak lazım? Azerbaycan'ı zor durumda bırakırsak buradaki operasyonları kırarız diye hesap ettiler. 

Azerbaycan arada zarar gördü. 

Güney Azerbaycan Bakü'ye bakmayı erteledi. Baku çekim merkezi olmaktan çıktı. Baku başarılı olsa, Güney Azerbaycan Bakü'ye yanaşır. 

Bu da İran'ı rahatsız eder. 

Bu nedenle Ermenistan'la anlaşmazlıklarda Tahran Erivan'a destek verdi 
Rusya'nın yanında.
Türkiye burada politikalarını belirlerken Rusya'yı hesaba katmalı ve ABD'nin dışlama operasyonuna taraf olmamalıdır. Amerikalılar bile başarı şansı azdır diye Kuzey Hazar'dan Rusya'yı dışlama çabasına son verdi-ler. Kafkasya kolay kolay durulmuyor. Neden? Çünkü Kafkasya'da daha paylaşım tam olarak sağlanmadı.

SURİYE'DE KÜRTLER, NEDEN ARAPLARLA ÇATIŞTI?

> Suriye'de uzun zamandan beri ilk defa bir Arap-Kürt çatışması oldu. Bunun arkasında neler var?

M. KAYNAK: Şu anda dünyada çok büyük bir çatışma var. Bu çatışmanın aktörleri hangi devletler ve hangi araçları kullanıyorlar? Bu tamamen gizli servisler tarafından yürütülen bir savaştır. 

Onlar tarafından planlanıyor stratejiler, onlar tarafından belirleniyor. 
Ve asıl amaçta kitleleri yönlendirmek ve yönetmek. Adeta insanların beyinlerine hitap eden bir savaş var. Askeri müdahaleler çatışmalar ikinci planda kalıyor.
Suriye'de uzun zamandan beri görünmeyen bir ça-tışma oldu. Kaldı ki, PKK Suriye'de daha önce üslenmişti. Suriye Devleti ile de herhangi bir ihtilafı yoktu. 
Hatta destek görüyordu. Biz de bu destekten dolayı itham ediyorduk onları. Birdenbire bu çatışma nereden çıktı. Suriye'deki Kürtlerin önemli bir özelliği vardır, bunlar daha ziyade Türkiye'den göç eden Kürtlerdir. PKK'nm da Türkiye'den sonra en çok örgütlü olduğu yer Suriye'dir. Eğitim düzeyleri yüksektir.

Amerika Birleşik Devletleri'nin Kürt konusunda bir politikası var. Şunu görüyoruz, K. Irak'ta bir Barzani ve Talabani etrafında bir yapılanma var, bir de PKK var. PKK'nın özelliği K. Irak'ta sayıları az olmakla beraber, Türkiye içinde bir uzantıları var. 

Bir de Suriye içinde uzantıları var. Bir güç odağı. Fakat bizim senelerdir gözden kaçırdığımız bir nokta var, PKK hareketinin sınıfsal bir kimliği var. Biz etnik bir hareket olarak algı-lıyoruz ama, aslında bu doğru değil, Kürtlerin yaptığı bir hareket olmakla beraber, sınıfsal özelliği var. 

Bu sınıfsal özelliği nedeni ile PKK ile Barzani ve Talabani karşı karşıya. Yani aynı cephede değil. 

O halde bu hareketi, Kürt hareketini büyütmenin tek yolu, Kürtleri tek bir kimlik etrafında toplamaktır. 
Yani, sınıfsal kimlik yerine etnik kimliği ön plana çıkartmak gerekir. Kürtün tek kimliği olmalıdır, o da Kürtlük kimliğidir. Bu da PKK'daki sınıf kimliğinin asılmasıyla olur.
Genelde etnik kimlik bir çatışmada ortaya çıkar. 
Mesela Balkanlara bakın çatışmalar nedeniyle insanlar etnik kimliğin etrafında dolaşır. 
Bir tehdit olduğu za-man etnik kimliği sığmıyorsunuz. Diyorlar ki, bu Kürt-leri tek bir etnik kimlik etrafında birleştirmemiz lazım, bunun için bir tehdit olması lazım. Bu saldırı olduğu zaman Kürtler kendi aralarında ihtilafı terk ederler ve Kürtlük kimliği etrafında birleşirler. 
Suriye'de yapılan odur. Oradaki Kürtlere diyorlar ki, başka ideolojik i-nançlarınızı, farklılıklarınızı unutun siz Kurtsunuz diyorlar. Böyle bir ayrışma muhtemelen Irak'ta da denenecektir. 

Yani Irak'ta Kürt kimliğine yönelik bir saldırı olacaktır. İran'da da olacaktır. 
Kürtleri çevreden soyutlayıp, kendi kimlikleri etrafında bir savunma hattının içerisine sokmak istiyorlar.

E. GÜRSES: 15 sene kadar önce Londra Üniversite-si'nde yahudi arkadaşlarla konuşuyoruz. 

Diyorlardı ki, İsrail'in üzerinden yükü atmak lazım. İsrail'in üzerin-den yükü atmak için, İsrail'in üzerinden yükü atabileceği başka bir bölgede öyle bir yer yaratmak lazım ki, bu yer komşuları ile de kavgalı olsun. Yıllardır Müslüman İsrail diyoruz. Neden? Müslüman olacak ama İsrail'in üzerinden yükü alacak.Yani komşularından bir tehdit algılayacak ve orada varlığını dışarıdaki bir güc sayesinde sürdürebilecek. Bu proje sürüyor.

11 Eylül'den sonra Kissinger'in projesi var dedik. Afganistan'a sıra gelecek. Afganistan'dan sonra Irak ve Suriye'ye ya da İran'a. İran'da başarılı olamadılar. İran'da Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde ara sıra yağmalar, çatışmalar oluyormuş, öğrenciler var orada onlar haber gönderiyor bize. 
İran'da bölgelerin kontrolü Tamamıyla Tahran'da değil. Ayrı dini, yerel liderler var. 
Olaylar yerelde kontrol ediliyor çoğunlukla. Dış dünyanın bundan haberi olmuyor. 
Suriye'ye bir şey olduğu zaman, her şey Şam'dan organize edildiği için bütün dünya haber alıyor. 
Suriye de olanlar, İran'da da oluyor ama İran bunları kendi içinde eritiyor. Çünkü sistem öyle ki, hemen dişlinin arasında eziliyorlar.

Neden Suriye bu kadar önemli, İran önemli? Çünkü K. Irak operasyon merkezi olacak, Türkiye bu rolü kabullenmediği sürece. Kıbrıs'tan ya da Türkiye'den bir bağlantı kuracaksınız. 
Sıçrama alanlarınız olacak. Amerikalıların Kıbrıs'a gösterdikleri yoğun ilgi de bununla bağlantılıdır. 
Kuzey Irak'ı Hazar'a bağlamanız gerek. Hazar'a bağlamanız için İran'ın kuzey batısından bir hat kurmanız gerekir. O zaman oradaki Azerileri yahut da Kürtleri ayaklandırmanız gerekir. Ayaklandırırsanız İran ordusu bunları ezmeye gelir. Bir gerekçe ortaya çıkar. Siz de Birleşmiş Milletler'den insani müdahale kararı çıkartıp müdahale edersiniz.
Kuzey Irak'ı Akdeniz'e nasıl bağlayabilirler? Haritaya bakıyorlar, Ürdün'den mi yoksa Suriye'den mi bağlasak diyorlar.Ürdün'den bağlasak, Ürdün müttefikimiz. Suriye'den bağlarsak sorun olmaz zaten terörist lis-tesinde. Şimdi ilk adım nereden başlıyor? Suriye'nin ku-zey doğusu. Yani K. Irak'tan başlayan hattın Akdeniz'e bir çıkışı sağlanacak. Eğer Suriye geri adım atar da bu 114
projeye direnmezse sorun olmaz. Fakat direniş olursa projenin hayata geçirilebilmesi için Suriye içinde kış-kırtmalara başvurabilirler.
Yalnız Akdeniz'e değil, Hazar üzerinden Afganistan'a da bağlantı kurulacak. Hat kuramazsam bölgeyi kontrol edemezsiniz. Soğuk Savaş döneminin tahdit politikasının farklı bir versiyonu gibi görünüyor bu proje. Şimdi merak ediliyor, niye bizim boru hatları iki de bir bombalanıyor, faaliyete geçirilemiyor? 
K. Iraktaki arkadaşlara soruyoruz. Öyle bombalar atıyorlar ki, bunların sıradan peşmergelerin elinde olması mümkün değil. Bunlar büyük patlayıcılar ve bir aydan fazla sürüyor tahribatı gidermek. 
Demek ki, birileri bizim boru hattının faaliyete geçmesini istemiyor. 
Ne deniyor? İsrail toprakları üzerinden geçen bir boru hattı istiyor. 
Ürdün hükümetiyle bu konuda görüşmeler yapıldığı iddiaları basma yansıyınca Ürdün hükümeti 10 Nisan 2003'te yaptığı bir açıklamada böyle bir proje konusunda görüşme olmadığı açıklamasını yapmak zorunda kalmıştı Arap kamuoyunun tepkisini çekmemek için.
Suriye'deki faaliyetler bir kışkırtmanın sonucudur. Ve Suriye'nin kaç parçaya bölünebileceğinin hesaplan yapılıyor. Suudi Arabistan'ın bile ABD'nin düşmanı olduğunu, teröristleri beslediğini yazan gazeteciler var ABD'de. Suudi Arabistan'ın bölgelere ayrılmasını hatta Mekke kontrol altına alınırsa İslam dünyasındaki etkin-liğimiz artar mı diye yazanlar da var. Bunlardan sonra Libya gelebilir diye 
yazıyordu 11 nisan 2003'de Suudi Arabistan'ın Arab News gazetesi. Fakat Libya ABD ve ingiltere'yle anlaşmış gözüküyor. Böyleyse bir saldırıyla karşılaşmaz.

> Bu bölgede, Kürt bütünlüğünün sağlanması, bölgeyi nasıl etkiler, Türkiye'yi nasıl etkiler?

M. KAYNAK: Zaten hedef Türkiye'de Kürt kimliğinin ortaya çıkarılmasıdır. PKK hareketi Türkiye'de çok fazla irdelenmedi, onun sınıfsal kimliği göz ardı edildi. Etnik kimliği ön plana çıkarıldı. Hatta bu ne biçim Kürt hareketi, devamlı Kürtleri öldürüyorlar diyorlardı. A-naliz yapın, bu etnik kimliktir. 
Tehlikeli bir kimliktir. Etnik kimlik, Balkanlarda, her yerde görüyorsunuz, bu uzlaşmaz bir ayrışmaya yol açar. Türkiye'deki bir takım çevreler etnik kimliği ön plana çıkarmak istiyorlar, bu hem yanlış, 
hem tehlikelidir. Türkiye'deki sınıfsal kimlik ön plana çıkarılabilir. Mesela SHP içerisinde HADEP bütünleşiyor. Bu doğru bir stratejidir. Yani diyorlar ki, bir sol hareketin içine giriyoruz. 
Bir etnik hareket ol-maktan uzaklaşıyorlar. O bakımdan Türkiye'de ilk önce etnik çatışmaya yol açacak tavırlarda bulunulmamalıdır. 
Burada en önemli şey Türkiye'de yapılacak operasyondur. Ve bu olayın Türkiye'ye sıçramasıdır. 

Türkiye'nin bunu dikkate alması lazım. Türkiye'de iki çatış-ma alanı yaratılmaya çalışılıyor. Bunlardan birincisi Güneydoğu Anadolu'daki etnik kimliğe dayalı çatışma, diğeri Türkiye'de laik-muhafazakar çatışmasıdır. Bu ikisinden kaçın, bu çatışmaları sonraya bırakın. Çünkü şu anda Türkiye bir savaşın içindedir, bütün dünyanın taraf olduğu bir savaşın içerisindedir, şu anda hedeflerinizle uğraşın. Bu ideolojik farklılıkları da sonraya bırakın. 

Bu konuda dikkatli olun.

Amerika'nın PKK'nm icabına bakacağım dediği şey de silahlı bir çatışma değildir. Amerikalılar PKK ile silahlı çatışmaya girmezler. Türkiye içindeki PKK sem-patizanlarını anti-Amerikan çizgiye çekmezler, bu kesin olarak böyledir. Amerikan karşıtı cepheye sokmak istemezler. Yapacakları şey PKK içerisindeki siyasi ve ideolojik kimliği etnik kimliğe dönüştürmektir. Etnik kimliğe dönüştürdüğünüz an PKK diye bir şey kalmaz, Kürt kalır. Kürt mücadelesi olur. Bu herkes için yanlış-tır. O zaman da etnik kimlikle çatışmalarda bir zorluk vardır. İnsanlar kendilerini tehdit altında hissettikleri için çok az sayıda olsalar bile sonuna kadar mücadele ederler. Etnik kimlikte olanlar sonuna kadar dövüşmek zorundadır. Çünkü hayatına kasteder karşı taraf. 

Oyüzden de ölümüne dövüşürsünüz. Böyle bir ayrışma sonu gelmez bir mücadeleye yol açar. Bizim zaten bu güne kadar bu kavganın içindeki sıkıntılarımız bu yüzden oldu.

Burada Irak'a bakmak lazım. Amerika diyoruz, sanki çatışan başka kimse yok. Ama Amerika kendi kendini tuzağa batırıyormuş gibi, başka tuzağa batan da yok. Oysa dünyada madem çatışma cereyan ediyor, bu savaşı yürütecek bir ülke var. Rusya. Irak'taki muka-vemetin çok enteresan bir yönü var. Herhangi bir ülke-de bir mukavemet gördüğünüz zaman bunun adı var-dır, lideri kadrosu, hedefi vardır. Irakta yok bir şey var. Bunu bilerek yapıyorlar. Bunu yapan bir akıl diyor ki, ben buna şehir mukavemeti desem, iç çatışma olur. Kürt desem olmaz. Irak'ta zaten karşı tarafın istediği şey olan ırk çatışmasına ve din çatışmasına yol açar. Onun için ne adını ne tanımını koyuyorlar diyorlar ki, vurun Amerika'ya. Kim bu belli değil. Burada bir akıl var. Bu akıl aslında orada küçük gruplarla mukavemet eden insanların stratejisi olmadığını bunun bir devlet düzeyinde bir strateji olduğunu kabul etmek lazım. Amerika Birleşik Devletleri ile Rusya arasında bir ça-tışma var, gizli servisler düzeyinde. Bunun en tipik ör-neğini Irak'ta müşahede ediyorum. Irak'ta böyle bir çatışmanın olduğunu tahmin ediyorum.

E. GÜRSES: Irak'ta sadece Rus istihbaratı yok. Moskova'da çok sayıda Iraklı genç eğitim gördü. Bunlar Baas Partisi'nin elemanlarıydılar ve bir çoğu çok önemli makamlara geldiler. Fransız istihbaratıyla da ilişkili olan Fransa'da eğitim görenler de vardı. Bunlar da çok önemli. İngiltere'de 1991körfez savaşı sırasında önemli sayıda Iraklı öğrenci ülke dışına atıldı. Bu öğrencilerin neden özellikle kimya, biyoloji gibi dallarda eğitim al-dıkları İngiliz istihbaratının dikkatini çekmiş olacak ki özellikle bu dalda eğitim görenler kovuldu. Bir de il-ginçtir, bunlar İngiltere'de silah sanayiine ilişkin incelemelerde bulunan üniversitelileri seçiyorlardı. İngilizler bunu sonradan fark ettiler ve bunları kovdular. Ama bitmiyor tabi, bunlar Paris'e gittiler, Moskova'ya gittiler. Çok önemli oranda Suriye'den de var. Fakat İran istih-baratını da unutmayalım. Almanya'nın ve Rusya'nın desteği var bunlara. Bölgesel çıkarlar ortak bu konuda.

> O zaman Irak'ın istikrara kavuşmasını epeyce bekleyeceğiz...

E. GÜRSES: Amerikalılar Irak'ın bütününde istik-rardan ziyade K. Irak'la ilgileniyorlar. Elimizdeki 8 Mart 2004 tarihli anayasa bunu gösteriyor. Anayasada Kürtlere nasıl otonomi verilir ve bu güvenceye alınır o yazılmış. Adına otonomi dersiniz fakat bağımsız devletgibi davranır. Hesap bu gibi geliyor bana.

> Rusya'nın böyle bir çatışmaya bakışı nedir? Belki kendisi de zaman zaman PKK'yı destekledi. Şu andaki bu Kürt birliğinin sağlanması Rusya'nın da aleyhine olmaz mı?

M. KAYNAK: Rusya'nın da aleyhine olduğu için Amerika'nın bu operasyonlarına karşı çıkacaktır. Yani mücadelesi Amerika'yladır. Diğerleri alettir. Bu aleti nasıl kullanacağına bakar. Burada Suriye'yi destekler. Suriye'ye önemli ölçüde yardımcı olacaktır. Ve bu ça-tışmanın da bu hale gelmesini engelleyecektir. Kaldı ki, Kürt unsuru içerisinde Rusya'nın tavrını da bilmiyoruz. Yani uzaktan seyrettiğini ve hiç ilgilenmediğini dü-şünmek de yanlış olur.

E. GÜRSES: Burada asıl zararlı çıkacak olan Fransa, Almanya ve Rusya'dır. Çünkü Almanya'nın İran'da bü-yük yatırımları vardır. Fransa'nın İran'da yaklaşık 2 milyar dolarlık enerji yatırımını Clinton yönetimi en-gelleyememişti, Iran ve Libya'ya ambargo kararma rağmen. Fransa'nın Irak'taki bütün yatırımları durdu-ruldu işgalle birlikte. Rusya'nınki de. Fransız Bü-yükelçiliği bile tasfiye edildi. Halbuki işgal güçleri dip-lomatik misyonların güvenliğinden sorumludurlar.
Rusya kendi etrafında bir çevirme politikası uygulandığnı biliyor. 
Asıl birinci olarak Rusya etkilenecek gelişmelerden. İran neden Rusya ile işbirliği yapıyor? başka çaresi yok. Rusya hala silah konusunda İran'a destek veriyor. Amerika'yla kavga etmesine rağmen destek veriyor.
Fransa ikincil olarak etkilenecek, çünkü Irak'ta ABD'nin başarısı sonrası kontrol sırasıyla doğuya doğ-ru kayacak ve sonunda Kuzey Afrika'ya gelecek. F-ransa'nm buradan dışlanması süreci başlayacak. Bu durumda kavga şiddet lenebilir. Fransa'nın bunu görerek rekabetin Irak'ta kilitlenmesi için çaba göstermesi anlaşılır bir tutumdur. Onun için bölgede asıl kavga merke-zi Irak oldu. Amerikalılar da bu kavga merkezi içinde işin daha zora gideceğini bildikleri için, K. Irak'ta yoğunlaştılar. Buna bir de uluslararası meşruiyet kazandırıyor; işte Kürtler burada kavgasız yaşıyorlar. Bunlara yardım etmeliyiz diye. Bunlar yarın bir gün referandum da yapalım derler, referandumda bağımsızlık çıkar. Bağımsızlık çıktıktan sonra da sonra Suriye'de bir kışkırtma, bir baskı olduğu zaman, oradaki Kürtler için de aynısını yaparsınız. Suriye'de 17.8 milyon civarında bir nüfus var ve bunun yaklaşık 1.8 milyonu Kürt. Önce kavga çıkartıp sonra buraya Birleşmiş Milletler ara-cılığıyla insani müdahale adı altında girip referandum talebinde bulunmak en iyi emperyal yöntem haline gelmiştir günümüzde. 
Doğu Timor'da bu başarılı bir şe-kilde uygulandı, Doğu Timor denizinde önemli enerji kaynaklarının bulunduğu ortaya çıkınca.

> Bu Kürt oluşum Avrupa Birliği'nin de işine gelir mi?

E. GÜRSES: Almanya bu işte yan çizerse, Fransa bu işte yalnız kalır. Avrupa Birliği'n Kürtler üzerindeki kontrolü sona ermiştir. Almanlar bize yalvarıyor, bura-daki mültecileri alın, kaç para isterseniz verelim diyor.

M. KAYNAK: Avrupa bu güne kadar olaylara hep insan hakları ve demokrasi açısından baktı. 
Halbuki Amerika Birleşik Devletleri stratejik ve siyasi açıdan bakı-yor. 
Mesela Kürt oluşumunu nasıl hallediliyor. İki boyutu var. 
Biri Kürtleri etnik boyutta bütünleştirmek, ikincisi, Güneydoğu Anadolu'yla Kuzey Irak'ı ekonomik olarak bütünleştirmek. Güneydoğu Anadolu'da çok ciddi ekonomik darlık var. Bu darlık, Kuzey Irak'a Amerikalılar ve İsrail'in getirdiği paralar ve imkanlar ile yok oluyor. 

Kuzey Irak'taki Kürtler, Türkiye içerisindeki Kürtlerle ekonomik bağlar kuruyorlar ve bu bağ Güney doğu' daki Kürtleri de Türkiye içerisinde güçlü hale getiriyor. İnsanlar şu ticareti yapıyor bu ticareti yapıyor diye esnaf zihniyetiyle bakıyorlar. 
Oysa bu ticaret bölgenin ekonomik bütünleşmesi ve Türkiye'den ayrışması sonucunu doğurur.

> O zaman Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye yaklaşmasını bu açıdan da değerlendirebilir miyiz? 
Türkiye Avrupa Birliği'ne alındığı zaman otomatik olarak Kürt bölgesini de kontrol etmiş anlamına gelmez mi?

M. KAYNAK: Evet ama eğer Kürt bölgesini biz kontrol edemiyorsak, Avrupa'nın zaten şu anda çok büyük bir etkinliği de yok, iki taraf birden zaten kontrol edemez.Türkiye belki de bütünlüğünü bile İspanya'ya borçludur. 
Amerikan stratejilerinin orada hezimete uğraması Türkiye'nin önemini büyük ölçüde arttırdı. 

Bugün Türkiye'nin dışında Amerika Birleşik Devletlerinin ittifak yapabileceği her hangi bir Devlet kalmıyor.


***

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ BÖLÜM 5


 BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ  BÖLÜM 5




Prof. Dr. Mahir KAYNAK Doç. Dr. Emin GÜRSES
Bu röportaj 13 Mart 2004 tarihinde yapılmıştır


TERÖR MÜ, UZLAŞMA MI,
ISPANYA'DAKI TERÖR SALDIRISINI KİM YAPTI?


> On beş gün önce yaptığımız konuşmada, İspanya, İtalya ve Polonya'ya dikkat edilmesi gerektiğini vurgu-lamışsınız. İspanya'da böyle bir terörü bekliyor muy-dunuz? Terör İspanya'da seçimleri ne yönde etkiledi?

M. KAYNAK: Ben Avrupa'da genel olarak bir ey-lem bekliyordum. Konuşurken sıranın Avrupa'ya geldi-ğini tahmin ediyordum. Çünkü Amerika Birleşik Dev-letleri şöyle bir imaj yarattı, dünyada bir takım terör odakları var ve bunu destekleyen veya en azından çev-resini tehdit eden şer ülkeler var, bunlara karşı sa-vaşıyorum dedi. Avrupa'nın bu savaşta, bu iddiaya pek katılmadığı görülüyordu. İspanya'nın özelliği ise, hü-kümet Amerika Birleşik Devletleri'ni desteklemekle beraber, halk desteklemiyordu. Hükümetin politika-sının doğru olduğuna halkı ikna etmek için hükümetin endişelerini halkın da taşıması lazımdı. O endişeleri taşıması için de, İspanya'nın böyle bir teröre muhatap olması gerekiyordu. O bakımdan hareket uygundu. Burada bazıları diyor ki, İspanya'nın amacı aslında te-röre teslim olmaktı. Bu doğru değil çünkü şöyle bir çelişkiyi de söylüyorlar. İspanya Başbakanı Aznar, ETA terörü dedi. ETA terörü olsaydı, İspanya halkı karşı çıkardı. Ama El-Kaide terörü olunca boyun eğdi. Bu bir çelişkidir. Bir halkın terörün birine karşı çıkıp başka birine boyun eğmesi, mümkün değildir. Bu nedenle sırf teröre karşı olduğu için Aznar'ı destekleyecek olsaydı, desteklerdi ama halk şöyle dedi, bu olaya güven-miyoruz.

> Yani burada İspanyol halkı, Aznar'ın Amerika Bir-leşik Devletleri'nin yanında olmasından dolayı bu teröre maruz kalıyoruz diye bir bilince mi geldiler?
M. KAYNAK: O bilinci kabul etmiyorum. Yani o zaman şunu kabul edersiniz; teröre teslim olmak, yani terörden kaçmak için Amerika Birleşik Devletleri'nin yanından uzaklaşmak lazımdır. İspanya halkı, Aznar'ı ETA terörüne karşı olduğu için seçiyordu. İspanyol hal-kına birbirine ters iki duyguyu birden yüklüyorsunuz. Bunlardan biri ETA' ya karşı olmamak, ikinci duygu Amerika Birleşik Devletleri 'nin yanındayız öyleyse teröre maruz kalıyoruz. Kaçalım terörden, teslimiyet, bu iki şey zıttır. Bunun bir arada bulunması mümkün değildir. Benim söylediğim, İspanya halkı bu terör olaylarının aslında, mahiyetinin doğru anlatılmadığmı, hadi-senin farklı olduğu şeklinde bir kanaate sahip oldu. Burada dürüst olmayan bir taraf gördü. Aznar'ın tavrında da dürüst olmayan bir taraf gördü.

> Zaten seçimlerden önce de yapılan anketlerde Aznar'ın kaybedeceği gözüküyordu...

M.KAYNAK: Sonuç olarak şu oldu, İspanya bu itti-faktan çekildi. Bu çok önemli bir şey.

> O zaman bu terörü yapanlar için bir kimlik söyle-yebilir misiniz?
M.KAYNAK: Evet söyleyebiliriz. Mesela biz bir te-rör odağı olalım ve İspanya'da terör eylemi yapalım, hem de seçimlerden dört gün önce. Biz terör örgütü ola-rak, Amerika Birleşik Devletleri'ne karşıyız. Çünkü te-rörün en büyük düşmanı Amerika Birleşik Devletleri'dir diyoruz. O halde böyle bir eylemi herhangi bir biçimde yapmak, İspanya halkını Amerikan safına iter. Yani, bu eylemi yaptığınız zaman halk şöyle der, bir terör odağı var, bu terör odağı bize de düşman ve Amerika Birleşik Devletleri de terörle mücadele ediyor, O halde Amerika Birleşik Devletleri'nin yanında olalım.

Esas itibariyle,Amerika Birleşik Devletleri'ne karşı olan terör odağı akıllıysa, böyle bir sonuç doğuracak bu eyleme girmezdi. Gerçi İspanyol halkı böyle algılamadı ama sonuç olarak terör eylemlerinin normal sonucu şudur, terör eylemi yapılan ülkeler Amerika Birleşik

Devletlerinin safına geçer. Terörle mücadele etmek için güçlünün yanında yer alırlar, çünkü aynı tehdide maruz kalırlar.

Avrupa'da olacağını tahmin etmemizin nedeni, Av-rupa'nın bu konuda ayak sürümesidir. Diyorduk ki, Avrupa madem ki teröre karşı ama Amerika Birleşik Devletleri ile işbirliği yapmıyor. O halde Avrupa halkını da teröre karşı mücadeleye ikna etmek lazım. İkna etmenin yolu da onları da teröre maruz bırakmaktır. Eğer Avrupa halkı da teröre maruz kalırsa, Amerika Birleşik Devletleri haklıymış, gerçekten de Batı medeni-yetlerine düşman bir terör odağı var. Amerika Birleşik Devletleri ile birlikte olmamız lazımdır şeklinde bir zihniyetin içine girerler.

Bakın bir şey söyleyeyim, Avrupa Birliği bir bütün olarak siyasi pozisyonda, halkın dışında, Amerika Bir-leşik Devletleri ile beraber bir mücadeleyi ön görmüyor. Ayrı bir grup kurdu. Kendileri terörle mücadele için bir organizasyon yapıyorlar. Ve bir mücadele metodu be-lirliyorlar. Ama içerisinde Amerika Birleşik Devletleri yok. Düşününüz, Avrupa Birliği teröre karşı tedbir alı-yor ve burada Amerika Birleşik Devletleri'ni bir yandaş olarak kabul etmiyor. O halde Avrupa'yı yönetenler, as-lında bu odağın Amerika Birleşik Devletleri ile kendile-rini yan yana getirecek bir tehlike olmadığını söylüyorlar. Farklı algılıyorlar. Buradan şu anlam çıkar, bu terör aslında size yarıyor, sizin dünya üzerindeki mü-dahalelerinizin gerekçesi oluyor. Siz bizim kamu oyumuzu yanınıza çekmek için, bizim politikalarımızı değiştirmek için, bizim halkımızı yönlendirmek için bu eylemleri Avrupa'ya yönlendirebilirsiniz, biz buna karşı tedbir alıyoruz. Yani teröre karşı mücadelenin anlamı bu şekilde algılanır. Aksi halde şöyle düşünselerdi, dünya üzerinde bir terörist odak var, teröristler var ve bunların bertaraf edilmesi lazım. O zaman pekala Amerika Birleşik Devletleri ile yan yana olmaları ve bu ted-birleri beraber almaları gerekirdi. Bir ayrışma var. Ve terörün algılanma biçiminde bir farklılık var. Ona işaret etmek istiyorum.
E. GÜRSES: Aslında böyle bir saldırıyı bir örgütün yapması mümkün değil. Örgütün deli olması lazım bu kadar insanı öldürmesi için. ETA'nın daha önce giriştiği eylemleri biliyoruz. Ben ETA konusunda bir çalışma yaparken, ETA üst kademesindeki birine neden çocuk-ları öldürüyorsunuz, neden sivilleri öldürüyorsunuz, bu tür eylemleri neden yapıyorsunuz diye sordum.

O tarihlerde 1987'de Barselona'da bir markette pat-lama olmuştu ve orada 21 kişi ölmüştü. Bunlar hücre halinde çalıştıkları için bu hücrelerin birbirleriyle haber-leri yoktur. Fakat bunların genel politikaları vardır. Örgütün siyasi kanadı olan Herri Batasuna içindeki bazı mesajlar onları harekete geçirir. Bu hücrelerin birbirlerinden haberleri yoktur ama bu hücrelerin hemen hemen tamamı Bask bölgesindeki Herri Batasuna Par-tisi içinde faaliyet gösterir. Onun için buradan aldıkları bir mesaj ile, her hangi bir hücre eylemi uygulamaya koyar. Onun için burada bir eylem yapmaları için açık bir talimat vermelerine gerek yoktur.
Eylemlerde siviller de ölmektedir. ETA'nın üst düzey bir militanı bu soruma şöyle cevap verdiler, bizim sivillere karşı bir saldırımız olmamıştır. Daha önce alış-veriş merkezine koyduğumuz patlayıcıyı, patlamadan bir saat kadar önce İspanyol polisine haber verdik, fakat bu ihbarımız ciddiye alınmadı.
Biliyorsunuz, istihbarat örgütleri, asılsız ihbarlarla zaman kaybetmemek için terör örgütü ile ilişki kurarlar. Yani dünyanın her yerinde terör örgütü ile istihbarat birimlerinin bir ilişkisi vardır. Çok sarsıcı eylemler çok zarar verir diye İngiltere'de bu açıklandı zaten. İngilte-re'de IRA bombalama eylemlerinde şifreli haber gön-derir. Çok kısa bir süre verildiği için sadece bölgeki insanları uzaklaştırmak için kısa bir zaman kalır. Bir şifre verirler. ETA buna uyardı. Ve sonunda Barce-lona'da 21 kişi öldü. ETA bunu açıkladı, dediler ki, bu bilgiyi Barcelona polisine verdik, fakat onlar alışveriş merkezini boşaltmadılar. Neden? İspanyol devleti bu-rada patlama olur, vatandaş terörden bıkar, devletin Bask bölgesindeki baskıcı politikalarına' destek verir diye mi düşünmüştür?. Fakat böyle olmadı. Bütün öldürmelerde halk terörü kınadı. Hangi terör olursa ol-sun.
Mesela İspanya'da sosyalist Gonzales hükümeti döneminde, GAL diye bir örgüt kuruldu. Karşı terör örgütü. Ne yapıyordu, Herri Batasuna Partisi'nin Bask bölgesinde belediyelerde yönetici konuma yükselmiş elemanlarını öldürüyordu. Bu işi Fransa'ya kaçan ETA militanlarına karşı da yaptı. Aynı işi İngiltere hükümeti de yaptı. Ne yaptılar? Kuzey İrlanda'daki bazı Pro-testan terörist gruplara hem silah sağladılar hem de para verdiler. Bazı durumlarda öldürüleceklerin ad-reside sağlandı. Sonra bir tanesi bu işten çok pişmanlık duyduğunu açıkladı basına ve sonra intihar etti. Ondan sonra çok gürültü çıktı. Ama bir şey olmadı İngiltere'de. Avrupa Birliği kınamadı. İspanya'da Herri Batasuna Partisi kapatıldı. Yöneticileri ETA'ya destek veriyorlar diye hapse atıldı. Ama değişik bir isimle tekrar kuruldu bu parti. Türkiye'de kapatılıp yeniden kurulduğu gibi. Ama Herri Batasuna terör örgütü ilan edildi. ABD'de bunu kabul etti kendisine Irak'ta destek veren Aznar hükümetinin seçimlerde elini kuvvetlendirmek için. Aslında biliyorsunuz, bu tür örgütlerin mutlaka siyasi kanadı olur. Fakat İspanya'da halkın önemli bir kesimi GAL olayından sonra devlete artık inanmıyor bu konularda. Çünkü devletin de bazı iyi niyetli olmayan işlerin içine girdiğini görüyor.

İspanya'daki patlamadan sonra soruyorlar, ETAbunu yapar mı diye. ETA bunu yaparsa kendini yok e-der. ETA'yı biri yanlış yönlendirebilir ve böyle bir ey-leme sürükleyebilir mi? Ama ETA'yı yanlış yönlen-dirmek kolay değildir. Birkaç yere bu kadar patlayıcıyı götürüp koyacaksınız, kolay değildir bu. Sonra terör korkusu nedeniyle Madrid'de istihbarat yoğun çalışır.. Her gün bir şey patlayacak diye. Madrid'de terörle mü-cadele polisleri maskeyle gezerler. ETA militanları belki tanır, Madrid'in dışına çıktığımız zaman, başımıza bir iş gelmesin diye. Çok sıkı korunan bir yer.

ETA 2003 yılında sadece üç kişi öldürebildi. 2003'te yönetimdekiler de dahil çok büyük bir operasyon ye-diği için bu oldu. Operasyonda Amerikan, Fransız, Bel-çika ve İngiliz istihbaratının desteği oldu. ETA daha çok kimi öldürüyor, siyasileri, belediye başkanlarını, as-kerleri, polisleri, yani üst kademe görevlileri. Şu dü-şünülebilir, bir radikal kanat çıkıp, ETA tarihinde bu olmuştur, der ki, ben sizi çok yumuşak buluyorum, başka bir ETA kuruyorum. Bunlar kendini kanıtlamak için böyle bir eylem yapmış olabilir mi; yahut da birileri bunları kullanmış olabilir mi? Bu da olabilir ama bu ayrılan grubun bu kadar patlayıcıyı bir yerden bulması kolay değildir.


TERÖR KİMİN İŞİNE YARADI?

> Hocam sizin böyle büyük bir eylem yapıldığında bu eylem kimin işine yaramıştır sorusunu sorduğumuz zaman, kimin yaptığının da cevabını bulmuş oluruz şeklinde bir teziniz vardır. Bu eylem kimin işine yara-dı?
M. KAYNAK: Bu eylemi yapanlar, bize göre şöyle bir hesap yaptı. ETA'ya atfedilirse bu eylem, o zaman Aznar kazanır, çünkü Aznar, ETA aleyhtarıdır. İkincisi, eğer bu El-Kaide'ye atfedilirse Aznar yine kazanır, çün-kü El-Kaide'ye karşı İspanya halkı Amerika Birleşik Devletleri'ne yaklaşır. Bu noktada aykırı olan husus, ey-lemin bu amaçla yapılmış olmasına rağmen, İspanya halkı tarafından farklı yorumlanmasıdır.

Burada diyoruz ki, bu olaylar siyasidir. Ve uluslar-arası siyasetle ilgilidir. Mahalli değildir. Çünkü seçim-lerden birkaç gün önce İspanya halkını belirli bir isti-kamete yönlendirmek için yapılmıştır. Ve burada yön-lendirilmek istenen yer, Amerika Birleşik Devletleri'nin safıdır. Biz İstanbul'daki Sinagog baskınında da aynı şeyi söyledik, eğer düşmanınız aynıysa ülkeniz büyük ittifaklar arar. Ve düşmanı aynı olan insanlar yan yana gelir. Öyleyse amaç aslında, İspanya halkını Amerika Birleşik Devletleri'nin tezlerine yaklaştırmak olmalıydı. 
Bu amaçla yapılmıştır diyoruz.

Şu da var, kesin olarak, bu eylemler küçük bir oda-ğın işi değil. Son derece profesyonelce yapılmış. Yani biz, El-Kaide'yi en karmaşık operasyonları yapacak kadar akıllı ama siyasi analiz yapamayacak kadar da aptal zannediyoruz. Böyle bir eylemi yaparsa, kendisine düşman kazanacağını, cepheyi genişleteceğini bilmesi gerekir. Sivilleri öldürüyor, halkı öldürüyor. Buradan hiçbir sempati çıkmaz. Herkesi kendisine düşman eder. Oysa karşıdaki cepheyi daraltmanız lazım. Ve onun için Avrupa ile Amerika arasında bir farklılık yaratmanız lazım. Bu eylem, farklılığı yaratmak için değil, asıl me-safeyi kapatmak için yapılmış bir eylemdir. Avrupa'da yapılacak herhangi bir eylem de aynı amaca yöneliktir. Yani ey Avrupa halkı, terör sizin işiniz değilmiş gibi davranıyorsunuz. Amerika Birleşik Devletleri'nin iddia-larına ve politikalarına katılmıyorsunuz ama o bizim söylediğimiz terör örgütü size de kast edecek. Gelin beraber yapalım mesajı için yapılır. Ama bu İspanya'da böyle algılanmadı. Öyle hesap edilmesine rağmen böyle algılanmadı.

E. GÜRSES: Bu mesaj, Almanya ve Fransa'ya mı-dır? Adamlar bu işi Almanya'da, Fransa'da yapamazlar, güvenlik önlemleri daha fazladır. Almanya'ya yapılanbir saldırı başka sıkıntılar yaratabilir. İspanya daha çev-rede olduğu için, Avrupa'nın sistemini bozmaz. Al-manya'da Fransa'da yaparsanız Avrupa'nın sistemini etkileyebilir, Avrupa'da ekonomik olarak da bir sıkıntı yaratabilirsiniz. Bunun da bölge dışı etkileri olur. Aznar bunu Bask bölgesine yüklüyor. Bask böl-gesindeki operasyonlara haklılık zemini hazırlamak için. Zaten Amerika Birleşik Devletleri durup dururken Heri Batasuna partisini terör örgütü ilan etmedi. Ama HADEP'i de ilan etmesi lazım o zaman PKK'nın siyasi kanadı olarak. Sinn Fein de IRA'nın siyasi kolu. Niye ilan etmiyor? Herri Batasuna'yı ediyor. Herri Batasuna belediye başkanlıklarının çoğunu almış Bask bölgesin-de. İlan ediyor, çünkü başka hesap var. İspanya'da yö-netimin değişmesi belki o kadar önemli değildir. Ama Avrupa'da, Fransa ve Almanya ikilisinin Rusya'ya ya-kınlaşma isteklerinin, Amerika Birleşik Devletleri'nin Ortadoğu'daki yeni düzenlemesine olumsuz etki ede-ceğini düşünerek böyle bir mesaj vermiş olabilirlerini? Almanya ve Fransa'da böyle bir algılama, böyle bir kuşku var.

> Bu eylemi yapanlar ilk defa amaçlarına ulaşamadı-lar, eylem ters tepti diyebilir miyiz? M. KAYNAK: Normal olarak bu eylemi yaptığınız
zaman bu eylemi yapanlara karşı husumet beslersiniz. Demek ki, El-Kaide'ye karşı husumet beslemeniz lazım.

E. GÜRSES: Bu saldırının arkasından El-Kaide'ye karşı Pakistan'ın büyük bir operasyona girişmesi için gerekçe de olmuş olabilir.

M. KAYNAK: Olabilir. El-Kaide denen örgütün tasfiye edilmesi halinde ne olacağını düşünelim. Amerika Birleşik Devletleri 'nin dünya üzerindeki operasyonları-nın gerekçesi kalmaz.

E. GÜRSES: Öyle bir operasyon düşünmüyorlardır herhalde. Mesela Pakistan'ı niçin kullanıyorlar, Afganis-tan'da sadece Kabil'de Amerikalılar etkili. Merkezin dışına çıkamıyor kimse, hükümet de çıkamıyor. Merke-ze bazen havan topları düşüyor. Merkez de rahatsız olmaya başladı. Hükümet yetkilileri şehir dışına çıka-mıyorlar. Askeri temsilciler de çıkamıyor. Her yeri kontrol ediyorlar değişik yerel güçler. Boru hatları ko-nusunda, Kazakistan, Türkmenistan,Afganistan Pakis-tan hattı için anlaşma imzalandı. Bu boru hatlarında güvenlik sağlamak, alanı açmak için olabilir bu operas-yonun bir nedeni de.

> El-Kaide'nin ikinci adamı Eymen el-Zevahiri'nin de içinde bulunduğu bir grubun Pakistanlı askerler tara-fından Afganistan-Pakistan sınırında bir yerde kuşat-ma altına alındığı söyleniyor, ne dersiniz?

M. KAYNAK: El-Kaide'nin yok olacağı bir operasyon yapmazlar. Oraya kadar gitmezler.Oraya geldiği zaman, Amerika Birleşik Devletleri politikasının de-ğiştiği anlamına gelir. Usame bin Ladin yakalandı de-diğiniz zaman, iki sonuç çıkar bundan, Amerika Birle-şik Devletleri bu politikayı terk etmiştir. Amerika Birle-şik Devletleri Bush'u terk etmiştir.

> İspanya seçimlerini kazanan Luis Rodriguez Zapa-tero diyor ki, Biz Amerika Birleşik Devletleri başkanlık seçimlerinde Kerry'i destekleyeceğiz. Irak'taki askeri gücümüzü çekeceğiz. İtalya'da Avrupa Birliği'nden so-rumlu bakan, Irak savaşı olmayabilirdi, bir hataydı di-yor. Bütün bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
M. KAYNAK: Bütün bunlar Amerika Birleşik Dev-letleri'nin stratejisinin artık sonuna gelindiğini gösterir. Biz Irak'a bakarak Amerika Birleşik Devletleri kazanı-yor mu kaybediyor mu şeklinde analizlere giriyoruz. Bu hiç önemli değil. Savaşın neticesi önemli değil. Ama bu gelişmeler önemli. Amerika Birleşik Devletleri Av-rupa'daki müttefiklerini teker teker kaybediyor. İspan-ya'yı kaybetti, Yunanistan'daki seçim sonuçları da Av-rupa yanlısı bir yapıyı gösteriyor. İtalya'da, Polonya'da tereddütler başlamıştır.

Fakat, geçmişten beri bütün bu gelişimin mimarı Türkiye'dir. Eğer Türkiye'de reddedilen tezkere kabul edilseydi, bugün dünyanın manzarası çok farklı olurdu.
Orada bir dönüm noktası yaşandı. Ondan sonra bütün bunların arka arkaya gelmesi normal. Ama eğer tezkere kabul edilseydi, Ortadoğu'da çok geniş bir coğrafyada Türk ve Amerikan askerleri Çarpışıyor olurdu. Ve hiç-bir ülke de böyle kolaylıkla politika değiştiremezdi. Türkiye'nin önemini anlatmak için söylüyorum.

Ama şu anlaşılıyor, Amerika Birleşik Devletleri'nin projesi artık geçerliliğini yitirmiştir. Bunu canlandırma-nın bir tek yolu vardır, Amerika Birleşik Devletleri çok daha büyük olayları tahrik edebilir. Yani halkı yeniden tıpkı 11 Eylül'de olduğu gibi, bir ikna süreci başlatabi-lir. Ama şunu görüyoruz, Amerika Birleşik Devletle-ri'nde yeni muhafazakarlarla ittifak halindeki Bush'un bu projesi artık sona ermiştir. Amerika Birleşik Devlet-leri'nde yeni bir politika olacaktır. Bu politika da dünya üzerindeki bu çatışmaların sona ermesini doğurur. O bakımdan önümüzdeki günlerde dünyadaki değişimin bu istikamette olacağını düşünüyorum.

> Neden bu ülkeler, İspanya, İtalya, Polonya Katolik olduğu halde, Amerika Birleşik Devletleri'nde bir Yahudi oluşumu olan Yeni Muhafazakarlara destek verdiler?

M. KAYNAK: Daha evvel çatışma, din çatışması haline dönüşmemişti. Din bir araç olarak kullanılınca, Katoliklerle başladılar. İsa'nın Çilesi filmi de buna bir
işaret. Katolikler de Amerikan karşıtı cepheye geçtiler. Belki, İspanya'daki yapılan eylem de bunu hızlandırdı. Bana göre uzak bir ihtimal de bu karşılıklı hızlandırma için Amerikan karşıtları tarafından da yapılmış olabilir. Ama ben onu tahmin etmiyorum. Bu bir değerlendirmedir. Ben beklenmeyen sonuçlar yaratan Amerikan taraftarları, Amerikalıların kendisi yapmıştır da demiyorum. Ancak eylem, Amerikan taraftarı bir eylemdir. Beklenen etki dışında bir etki yaratmıştır. Bu tür saldırılarda bu kadar ölümün olacağını tahmin etmemiş olabilirler.
Sonuç olarak bütün bu eylemler büyük güçler tarafından yapılan, istihbarat servislerinin hesaplı kitaplı yaptığı işlerdir. Şu anda bir dünya savaşının sonuçlarını yaratacak bir mücadele var. Dünya yeniden şekilleniyor. Bu şekillenmeyi bir takım ipsiz sapsız adamlara bırakmazlar.

> Bu eylem Avrupa'da ne gibi bir etkiye neden olur? Avrupa ile Amerika savaşı sona erer mi?.

E. GÜRSES: Alınanlarda pes etme gibi bir hava var. Amerikalılarla kavga edildi. Avrupa Birliği güçlen-dirilsin, burada bir ordu kurulsun diye. Ordu kurma i-şini de beceremediler. Amerikalılar araya girdiler Prag zirvesinde, dediler ki, ben sizin emrinize 21 bin kişilik çevik kuvvet veriyorum. Alt yapısını da sağlıyorum. O kadar para da harcamayacaksınız. Ama Avrupalılar askeri güç için yıllık 100 milyar dolar civarında kaynak ayırmışlardı. 100 milyar dolar sadece silahlanmaya ayı-racaklardı. 100 milyar dolar her yıl ayıracaklar, 20 yılda ancak bugünkü Amerikan kuvvetlerinin gücüne gele-cekler. Tabi 20 yıl sonra Amerikan kuvvetleri ne du-rumda olacak? Bu bile Avrupa ordusunun bugünkü planlamaya göre NATO'yu ve dolayısıyla ABD'yi Av-rupa'dan dışlamak gibi bir işlevi kısa dönemde olmaya-cağını gösteriyor.

Almanlar diyorlar ki, biz Doğu Avrupa'yı pazar o-larak düşünüyorduk Rusya ile beraber iş birliği yapa-caktık büyük bir pazar açılıyordu. Önümüzü kesti A-merikalılar. Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti'ni de NATO'ya aldılar Romanya'yı da kontrol ediyorlar. Bütün yolumuz kesildi. Almanlar rahatsız. Onun için Almanlar, Japonların yolunu izleyebilirler. Amerikalılar Japonlara önce bir mali bir operasyon yaptılar. Asya krizi önemli ölçüde bu işlevi görmüştür. Büyük bir o-perasyon, bütün bölgedeki bankalara verdiği kredilerin zamanında geri dönüşü sıkıntıya girdi. Ve Japonlar yola geldi, biz Japon kapitalizmini böyle koruyamayacağız dediler. Şimdi bazı Almanlarda da böyle bir düşünce
var.

Geniş Ortadoğu Bölgesi Haziran'daki NATO zir-vesinde tartışılacak. Bu proje tartışılırken Kuzey Af-rika'nın bu bölge içine alınması Fransa'nın Afrika'dan dışlanması demek olacak. Burada İngilizler de var za-ten, İngilizlerle Fransızların dolaylı olarak çatıştıkları yer neresi? Petrol kaynaklan nedeniyle Nijerya.. 
Amerikahlar ne yapacaklar burada? bütün yolu kesecek-ler. Burada Amerikalıların önüne ne tür bir sorun çıka-bilir? Eğer Bush yönetimi devam ederse, İspanya'da, İtalya'da, Polonya'da Bush karşıtlığı gelişir ve o zaman Avrupa Birliği'nde yeniden toparlanma olabilir.

Amerika'nın içindeki bir kesim mali sermaye de Bush yönetiminden rahatsız. Bush yönetimini değişti-recekler. Eğer bunu değiştiremezlerse Avrupa Birliği halklarında ABD karşıtlığı ve dolayısıyla dayanışma ar-tabilir. Bu da AB'de yeniden bir araya gelmenin önü a-çılabilir. Değiştirirlerse Amerika ile Avrupa arasında kavgada buzlar erir. Eşitler arasında birinci olarak A-merika'yı kabul ederse Avrupa, o zaman sorun olmayacak. Yeniden soğuk savaş dönemindeki o ittifak yapılanmasına dönülebilir. Yani ganimetin paylaşımı konusunda anlaşırlar ve kavgalar biter. Ama kavga bitmezse, Bush yönetimi seçimi tekrar kazanırsa, ger-ginlik sürer. Avrupa'da kutuplaşma artar. Şiddet ey-lemleri bir karşılıklı boyun eğdirme yöntemi olarak
artan oranda yeniden kullanılmaya başlanılabilir.

> İspanya'daki eylem Avrupa ülkelerinde Müslüman-lara karşı da bir cepheleşmeyi de getirebilir mi?

M. KAYNAK: Hayır. Onu getireceğini zannetmiyo-rum. Müslümanlara karşı böyle bir cephenin hiç kimseye faydası yok. Müslümanlar hiç kimseyi tehdit et-miyor. Edecek gücü de yok zaten. Ama uygun bir araç olduğu için Müslümanlar seçilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri'nin şöyle bir projesi vardı, bir tehdit vardı, Bu tehdit de İslam'dan geliyordu. Amerika Birleşik Dev-letleri, Avrupa'ya dedi ki, bu tehdide karşı birleşelim ve ben sizin öncülüğünüzde bu savaşı yürüteyim ve o böl-gelerin de kontrolünü sağlayayım. Onun için Müs-lümanlar seçildi. Yoksa ne onların dini endişeleri ne başka bir şey. Bunların arkasındaki siyasi hesapları görmek lazım.

6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



***