İdlib etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İdlib etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ekim 2020 Cuma

Türkiye Suriye'de iki süper gücün arasında kaldı!

Türkiye Suriye'de iki süper gücün arasında kaldı! 

Kaynak Yeniçağ: 

Emekli Tümgeneral Armağan Kuloğlu: 


Türkiye Suriye'de iki süper gücün arasında kaldı! 

02.03.2020 17:30

İdlib saldırısı sonrası bölgedeki son durumu Yeniçağ’a değerlendiren Emekli Tümgeneral Armağan Kuloğlu, Erdoğan ve Putin arasında 5 Mart’ta yapılacak 
görüşmeden yeni bir mutabakat beklediğini söyledi. 

Kuloğlu, Türkiye’nin bölgede güvenirliğini kaybetmiş iki süper gücün arasında kaldığını belirterek; ‘Bu yüzden yapacağınız anlaşmalar sonrası dahi dikkatli 
olmak gerekiyor.' dedi. 

Erman Çimen / YENİÇAĞ

27 Şubat'ta Suriye'nin İdlib kentinde Rusya destekli rejim güçlerinin düzenlediği hava saldırısı sonrası 34 askerimiz şehit oldu, 

32 asker yaralandı. Saldırı sonrası Ankara ve Moskova’dan karşılıklı suçlamalar gelirken, Türkiye bölgede Barış Kalkanı harekatı harekatını başlattığını 
açıkladı. 

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar harekat kapsamında bugüne kadar; Rejime ait 2 savaş uçağı, 2 İHA, 8 helikopter, 135 tank, 5 hava savunma sistemi, 
86 top/obüs/ÇNRA, 16 tanksavar/havan, 77 zırhlı araç, 9 mühimmat deposu, 2 bin 557 Rejim unsuru ve askeri etkisiz hale getirildiğini söyledi.  

Bölgedeki son durumu Yeniçağ’a değerlendiren Emekli Tümgeneral Armağan Kuloğlu ise Türk askerinin Suriye’de bulunmasının terörden kaynaklı 
güvenlik endişesi nedeniyle doğru bir yaklaşım olduğunu ancak İdlib bölgesindeki harekatın siyasi hedefin net olarak telaffuz edilmediğine dikkat çekti. 

    YENİ BİR MUTABAKAT BEKLİYORUM

Erdoğan’la Putin arasında 5 Mart’ta yapılacak görüşmede yeni bir anlaşma beklediğini söyleyen Kuloğlu; ‘Görüşmeden İdlib’deki gözlem noktalarının 
emniyetini sağlamak için, M4 ve M5 yolunun müşterek kontrolünü sağlayacak şekilde ikinci bir Soçi mutabakatı gibi bir anlaşmanın ortaya çıkması 
mümkün.’ dedi.

‘TÜRKİYE İKİ SÜPER GÜÇ ARASINDA KALDI’ 

İdlib’deki saldırının, Türkiye’nin Rusya ve Amerika başka olmak üzere kimseye güvenmemesi gerektiğini gösterdiğinin altını çizen Kuloğlu; 
‘Türkiye güvenirliğini kaybetmiş iki süper güç arasında kalmıştır. 
Bu yüzden yapacağınız anlaşmalar sonrası dahi dikkatli olmak gerekiyor. Kendi işimizi kendimiz görecek şekilde tedbirlerimizi almamız gerekiyor.” dedi.
Emekli Tümgeneral Armağan Kuloğlu’nun Yeniçağ’a yaptığı açıklamalar şöyle:



İDLİB’DE NE İŞİMİZ VAR?

  "Öncelikle soruyu doğru sormak lazım. ‘Suriye’de ne işimiz var?’ derseniz, evet Suriye’de bir işimiz var. 
Çünkü Suriye’den çok zarar gördük oradan gelen terörden dolayı. Ama ‘İdlib’te ne işimiz var’ derseniz o doğru soru olur.

HAREKAT ÖNE ALINDI

Biliyorsunuz Barış Kalkanı harekatı daha sonra yapılması planlanıyordu ama İdlib saldırısı sonra öne çekildi. 
 
Türkiye daha önce eğer Suriye rejimi gözlemci noktalarının tespit edildiği yerin gerisine çekilmezse ve bu noktaları Türkiye’nin kontrolüne bırakmazsa 
böyle bir harekât yapacağını söylemişti. İşte sınırımızın dışındaki bu gözlem noktalarına takviye yaparken 34 şehidimizin olduğu İdlib saldırısı gerçekleşti. 
Dolayısıyla bu harekat erken ve daha etkili şekilde yapılmaya başlandı.  

İDLİB’DE SİYASİ HEDEFİMİZ NET DEĞİL

Burada önemli olan konu İdlib’teki siyasi hedeflerin ne olduğunun tespit edilmesi lazım. Dikkat ederseniz bizim buradaki siyasi hedefimiz net belli değil. 
Terörle mücadele noktasında bizim daha önce yaptığımız Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı operasyonları PKK/PYD ve IŞİD terör örgütlerine karşı 
yapılmıştı.  
İdlib’te yapılan operasyonu ise teröre karşı yapılan bir operasyon olarak nitelendirmek mümkün değil.Bir başka nokta harekatlar icra edilirken bu bölgelerde bir tampon bölge veya güvenli bölge oluşturmak suretiyle sığınmacıların buraya yerleştirmesi hedeflendiği söyleniyordu. 
İdlib’teki durum bu olaydan da farklı.

YİNE ZAAİYAT VEREBİLİRİZ   

İdlib’deki harekat, gözlem noktalarının rejim güçlerinin kontrolü altında kalmasından dolayı yapılan bir harekâttır. 
Bu operasyonlarla bölge rejim unsurlarından temizlenerek sınır güvenliğimizin uzaktan sağlanacağı ifade edilmektedir.  
   Rusya hava sahası güvenliği konusunda garanti veremeyeceğini söyledi. Bu Türkiye’ye hava kuvvetlerini kullanma mesajıydı. 
Ama Türkiye bunu çok dikkate almadan, risk de göze alarak İHA ve SİHA’larını kullanarak bölgede harekat icra ediyor. Siz zaten hava sahasının inisiyatifini karşı tarafa bıraktığınız zaman  yine zayiat verme ihtimaliniz çok yüksek .  


ERDOĞAN VE PUTİN ANLAŞACAK:  İKİNCİ SOÇİ MUTABAKATI GELEBİLİR!

Bölgedeki son gelişmelerden sonra Erdoğan’la Putin görüşmesinden makul bir sonuç çıkma olasılığını yüksek buluyorum. 
Yani İdlib’deki gözlem noktalarının emniyetini sağlamak için, M4 ve M5 yolunun müşterek kontrolünü sağlayacak şekilde ikinci bir Soçi mutabakatı gibi bir 
anlaşmanın ortaya çıkması mümkün.

ARTIK KİMSEYE GÜVENMEMEK GEREKLİ’

Ancak son İdlib saldırısı sonrası ilişkilerin eskisi gibi olma olasılığı yok. 
Bu yüzden yapacağınız anlaşmalar sonrası dikkatli olmak gerekiyor. 
Kendi işimizi kendimiz görecek şekilde tedbirlerimizi almamız gerekiyor.  
Rusya destekli rejim unsurları ile yeniden karşı karşıya gelme olasılığını unutmadan hareket etmemiz gerekiyor. 
Son saldırıda sonrası Ruslar ve Amerikalılar, kimseye güvenmemiz gerektiği ortaya çıkmıştır. Türkiye güvenirliğini kaybetmiş iki süper güç arasında kalmıştır.

NATO’DAN DA DESTEK BEKLEMEYİN.,  

   NATO’da bizi desteklediğini açıkladı ama fiili bir destek beklememek lazım. 
Biz 4. Maddeye göre NATO konseyini topladık. 4. Maddeye göre bir NATO ülkesine saldırı olduğu zaman konsey toplantıya çağılır. 
Bu toplantıdaki istişareler neticesinde uygun görülürse 5. maddeye geçiş yapılır. 5. Maddenin esası ise bu saldırının tüm NATO üyelerine yapılmış kabul edilmesi ve bunun  için NATO gücü gönderilerek bu saldırının püskürtülmesi amaçlanır. Ama burada böyle bir durum yok çünkü bizim sınırlarımız içine yani topraklarımıza bir saldırı yok şu anda. Bu yüzden NATO’dan söylem dışında bir destek çıkmaz." 

Kaynak Yeniçağ: Emekli Tümgeneral Armağan Kuloğlu: Türkiye Suriye'de iki süper gücün arasında kaldı! 

***

8 Mayıs 2020 Cuma

Soçi Mutabakatı ile Kürt Bölgesi mi Kuruluyor? Gizli Maddeler..

Soçi Mutabakatı ile Kürt Bölgesi mi Kuruluyor? Gizli Maddeler.. 



Prof.Dr.Sait YILMAZ 
23 Ekim 2019 

Soçi’de Türkiye ve Rusya arasında dün yapılan görüşmeler öncesi aklımızda olan en önemli sorular şunlardı; 

- Türkiye’nin oluşturmaya çalıştığı 120 km. genişliğinde ve 32 km derinliğindeki 
güvenli bölgenin batısı, güneyi ve en önemlisi doğusunda ne olacaktı? 

- Harekâta devam edip, özellikle doğuda YPG/PKK unsurlarının tamamen bertaraf edilmesini fırsatını kullanabilecek miydik? 

- İdlib’teki Cihatçılar ve IŞİD’a ne olacaktı? 

- Esat ile ilişkilerimiz normalleşecek miydi? Nasıl bir Suriye düşünülüyordu? 

- Hepsinden daha önemlisi YPG/PKK’nın geleceği ve Kürtlerin statüsü konusunda ne gibi ipuçları ortaya çıkacaktı? 

Üstelik Rusya Federasyonu ile belirli konularda farklı düşünmeye devam ediyoruz ve bunlar görüşmelere de yansıdı. Bu farklıklar özellikle YPG/PKK’ya bakış, İdlib konusu, Esat’ı meşru yönetim olarak tanınıp tanınmaması ve Türkiye’nin güvenli bölge ihtiyacının Adana Mutabakatı sınırları (sınırdan 5 km.) içinde kalması konusunda Rusya’nın tutumu. 

Soçi Mutabakatı konusuna girmeden önce şunu da hatırlatalım. Yeni Suriye Anayasası ile ilgili çalışmalarına devam eden Anayasa Komisyonu 30 Ekim’de Anayasa Komitesi adı altında ilk toplantısını yapacak. Aynı tarihlerde, Cenevre’de de ABD’nin de katıldığı Suriye sorununa siyasi çözüm ile ilgili görüşmelere devam edilecek. Şu an sahada bekleyen askeri konular şunlar; 

- YPG/PKK’nın ve Kürtlerle ilgili sahadaki gelişmelerin Esat yönetimine entegrasyonu, 

- IŞİD ile mücadele ve mevcut varlıklarının (hapistekiler, toplama kampları vb.) idaresi, 

- İdlib’teki yaklaşık 60 bin Cihatçının temizlenmesi, 

- Türkiye’nin fiili olarak kontrol ettiği bölgelerden çekilmesi ve devredilmesi. 

Şimdi Soçi Mutabakatı neler getiriyor, neler olabilir? Bekleyen tehlikeler neler? Tek tek sıralayalım. 

Soçi Mutabakatı’nın ruhu? 

Soçi Mutabakatı, Suriye’deki siyasi barıştan çok YPG/PKK terör örgütü ile endişeler üzerine kurulmuş bir belge olarak gözüküyor. Belgenin görünen ve sizin göremediğiniz kısımları var. Bunlara sırası ile değineceğiz. 

Öncelikle Mutabakatın ruhunda şu var; 

- Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin son yıllarda demografi değişimini eski haline getirerek, sınırları boyunca 1965’de baba Esat’ın yaptığı gibi bir Arap Kameri meydana getirmese de Kürt kuşağının arasına bir Arap bloku koymak istiyor. 

- Rusya ise Türkiye’nin askeri girişimlerini kontrol altına alarak Esat ile birlikte bir an önce boşlukları doldurmak, Türkiye’nin endişelerini giderirken, bir an önce Adana Mutabakatı ile öngörülen 5 km. çizgisine geri çekmeyi hedefliyor. 


Bu nedenle, Türkiye ağırlığını ülkemizdeki Suriyeli sığınmacıların dönüşüne vermiş durumda ve bu konuda Rusya’dan ve dolayısı ile Esat’tan destek istiyor. Türkiye’nin bu aşamada siyasi amacı, YPG/PKK’yı bölgeden çıkarmak, yerine Suriyeli sığınmacıları koymak. 

Nitekim Türkiye’de 3 milyon 650 bin civarında Suriyeli sığınmacı olduğundan bahisle önce kısa sürede bir milyonunun daha sonra ise bir milyon kişinin dönüşü hedefleniyor. 

Kürt Bölgesi mi Kuruluyor? 

Barış Pınarı Harekâtı’nın asıl amacı, şimdi daha iyi anlaşıldığı gibi, YPG/PKK’yı 
bölgeden tamamen elimine etmek değil, seçilen 120 km. genişlik ve 32 km. derinlikteki bölgeden YPG/PKK’yı çıkararak, Suriyeli sığınmacılara yer açmaktı. Mutabakat kapsamında öngörülen yeni düzenlemelerle; 

- Bugünden itibaren öngörülen yukarıdaki bölgenin dışındaki YPG/PKK unsurları da Türkiye sınırından 30 km. uzaklaşacak ve bu bölgelerde 150 saat sonra Türk-Rus devriyesi gezmeye başlayacak. 

- Özetle, sınırlarımız boyunca 30 km. derinliğe kadar YPG/PKK unsuru olmayacak. 
Ancak, Türkiye için burada çok tehlikeli bir nokta var. Fırat’ın batısındaki Menbiç ve Tel Rıfat dâhil çekilme öngörülürken; 

* Türkiye sınırına çok yakın olan ve Suriye doğusundaki Kürt nüfusun merkezi olan Kamışlı ilçesi muaf tutuluyor. 

* Yukarısı kadar önemli olan diğer bir husus Fırat’ın doğusunda 30 km.nin güneyinde yer alan Rakka ve Deyrizor yani Petrol bölgelerine ne olacağı belirsiz. 

* YPG/PKK unsurları buraya silahları ile dönecek ama sonrası belirsiz. 

Bu da aklımıza şu soruyu getiriyor; Kobani ve güneyinde Kamışlı merkezli bir Kürt bölgesi oluşturulması dikte ediliyor. Belki de bu dikte ABD’den gelmiş olabilir mi? 

Trump’ın “Petrolü Garanti altına aldık” açıklaması da bununla örtüşmüyor mu? 

Özetle, biz bu bölgenin kuzeyinde neyin devriyesini gezeceğiz? 

Düşünülmesi gereken diğer bir konu 320 km. boyunca sınırdan 30 km. geriye çekilecek YPG/PKK, gerçekten çekilecek mi? Kim, nasıl kontrol edecek? Çekilmez ya da geri dönerse ne yapılacak? 

YPG/PKK ve Kürt nüfusa ne olacak? 

Yukarıdaki endişe kapsamında taraflar Suriye’nin toprak bütünlüğüne her seferinde atıf yapsa da Rusların aklında başka şeyler olduğunu biliyoruz. Muhtemelen bu düşünceler ABD ile de paylaşılmış olabilir. Bu düşünce nedir? 2016 yılında Rusların yaptığı Taslak Suriye Anlaşması’nda yazılı; “Kürtlere kültürel otonomi (özerklik)”. 

Bu ne demek? Şu an bunun altı doldurulmuş değil. Ruslar, kültürel özerkliğin içeriğini Esat’a dikte edecekler. Zaten Soçi Mutabakatı ile Esat’ın Suriye’nin kuzeydoğusundaki Kürtler ile diyalog kurması tavsiye ediliyor. Bu konular Cenevre’deki görüşmelerin en hassas konusu olacağa benzer. 

Peki, kimin niyeti ne? 

- ABD ve YPG/PKK’nın niyetini biliyoruz. Bağımsızlık isteyelim ama olmasa da 
Irak’ın kuzeyindeki benzer bir Kürt Yönetim Bölgesi. Yeni kendi parlamentosu, ordusu ve geliri olan bir özerk yönetim. 


- Rusların niyeti ise en azından yerel yönetim özerkliği, iki dil, merkezi yönetimde temsil vb. Bunu da diğer azınlıklarla birlikte kılıfına sokmak. Nitekim Putin yaptığı konuşmada kuvvetli ifadelerle “Suriyeli Kürtlerin hak ve hukukunun savunulmasına” yaptığı taahhüte dikkat çekti. 

- Esat ise zaten hain olarak gördüğü YPG/PKK ve Kürtlere hiçbirini vermek istemiyor. 

İşte Esat ile neden konuşmalı ve anlaşmalıyız, nedeni bu. Çünkü Esat da bizim gibi YPG/PKK’yı terörist örgüt olarak görüyor ama Ruslar ve İranlılar görmüyor. 

Soçi Mutabakatı’nın hala sorunlu konuları ve gizli maddeler.. 

Sorunlu konuların başında Türkiye’nin hala İdlib’te bir sorun yokmuş gibi davranıp, istikrarın devamından bahsetmesi. Türkiye’nin İdlib konusunu bir pazarlık kozu olarak elinde tuttuğu anlaşılıyor. İdlib’te ya çatışmalar yeniden başlayacak ya da büyük kısmı Türkiye’ye gelecek bir kısmı da Suriye’ye entegre olacak. Bunların ikisi de istenen çözüm değil. Türkiye, İdlib kamburundan bölgeyi Esat’a teslim ederek kurtulmalıdır. Bu sorun en sıcak gündem olarak yakın zamanda patlayacak. 

Soçi Mutabakatı ile Esat güçleri Ruslarla birlikte artık Türkiye sınırlarına gelecek. İyi haber sınırlarımızda artık YPG/PKK olmayacak ama Esat ordusu ile birlikte çalışmayı öğrenmek zorundayız. 

Diğer yandan ABD’liler bölgeden gözlerini ayırmış değiller. IŞİD ile mücadeleye 
devam bahanesi ile Irak sınırına yerleşmek ve drone örtüsünü devam ettirmek derdindeler. Yani YPG/PKK’ya destek İncirlik ve Irak sınırından devam edecek. Ayrıca Kürt bölgesinde başta CIA olmak üzere Batılıların istihbarat ve kışkırtma ağının boş durmayacağı da açıktır. 

Soçi Mutabakatı’nın gizli Maddelerine gelince; 

- Esat güçlerinin Kamışlı ile irtibatını sağlayan M4 yolunu Türkiye bir an önce terk edecektir. 

- Türkiye, en kısa zamanda İdlib’ten çıkacaktır. 

- 10 km. derinlikte devriye gezilen bölgelerde kısa süre sonra Türkiye’nin 5 km. 
derinlikteki güvenli bölgesine dönüşecektir. 

- Türkiye, aşama aşama tüm kontrol ettiği bölgelerden 5 km. derinliğe çekilecektir. 


***

5 Kasım 2018 Pazartesi

Tahran Zirvesi sonrası Suriye, İdlib ve Türkiye’nin Politikası

Tahran Zirvesi sonrası Suriye, İdlib ve Türkiye’nin Politikası




Oytun Orhan  11.09.2018

Ortadoğu Araştırmalar Merkezi (ORSAM) Suriye Çalışmaları Koordinatörü Oytun Orhan, Star Gazetesi’nden Fadime Özkan’a verdiği röportajda Tahran zirvesi sonrası Astana süreci ve İdlib’in geleceğini, Suriye’de Rusya, ABD ve İran gibi aktörlerin pozisyonlarını, Ankara –Şam işbirliği ihtimalini, Türkiye’nin Suriye’deki öncelikleri ve PKK/YPG ile mücadelesi başlıklarını değerlendirdi.

Rusya ve Esed rejimi İdlib’in dış çeperini bombalamaya başlamışken Tahran’da üçlü zirve de gerçekleşti. Zirvenin sonucu ne sizce? Ateşkes kararı çıkmadı ama Türkiye istediklerinin ne kadarını aldı?
Esasında Türkiye ve Rusya arasında bütün Astana zirveleri öncesinde teknik düzeyde görüşmeler zaten yapılıyor. Tahran zirvesi öncesinde de Rusya Savunma Bakanlığı ve ordusundan yetkililer Türk muhatapları ile Ankara’da görüşmeler gerçekleştirmişti. Suriye’de eğer bir bölgeye ilişkin askeri hareket yapılacaksa taraflar önceden nihai sınırlar konusunda anlaşmaya varıyor. Ancak İdlib konusunda anlaşıldığı kadarı ile bu tarz bir anlaşma henüz mevcut değil. Bu müzakere kapısının kapandığı anlamına gelmiyor.

KISMİ GÜÇ GÖSTERİSİ

Astana süreci kırılma noktasında mı?

Zirvenin toplanmış olması, bir sonraki zirvenin Rusya’da yapılacağının açıklanması tarafların Astana Süreci’ne halen şans verdiğinin işareti. Ancak son zirve artık tarafların Suriye’de işbirliği zemininin giderek zayıfladığını gösteriyor. Açıkçası Rusya ve İran tarafı belki de Türkiye’ye olan ihtiyacın artık eskisi kadar olmadığını düşünüyor ve İdlib ile birlikte görüş farklılıkları daha ön plana çıkıyor. Bu açıdan İdlib Astana sürecinin devamı açısından önemli bir test alanı olacak. Rusya Türkiye’nin sınırlarını görmek isteyecek. Türkiye de Rusya’ya Suriye’de halen kendisine ihtiyacı olduğunu, kendisi olmadan düzen kurmanın mümkün olmadığını göstermek isteyecektir. Dolayısıyla taraflar arasında İdlib üzerinden kısmi bir güç gösterisi olabilir. Her iki kanattan da askeri hamleler söz konusu olacaktır. Rusya hava saldırılarını artırabilir, Türkiye de muhalifler üzerinde uzun süredir ateşkese uymaları yönündeki baskısını kaldırır ve hatta İdlib’teki mevcut askeri varlığını artıracak bazı hamlelerde bulunabilir.

ABD, FIRSAT KOLLUYOR

BM Güvenlik Konseyi de Cuma günü İdlib konusunda toplandı. Bu gelişmeyi Tahran zirvesi açısından nasıl okumalıyız? ABD olayın akışını tamamen Astana sürecine ve garantör devletlere bırakmak istemiyor denebilir mi?
ABD en başından bu yana Astana sürecinden rahatsız zira Suriye konusunda kararlar üç garantör ülke olan Türkiye, Rusya ve İran tarafından alınıyor ve ABD’nin hiçbir inisiyatifi bulunmuyor. Dahası Astana’nın iki garantör ülkesi Rusya ve İran bölgede rekabet halinde olduğu iki aktör. Bu nedenle ABD uzunca bir süredir garantör ülkeler arasında çatlak yaşanması beklentisi içinde. Bu şekilde Suriye’de oyun alanının genişleyebileceğini düşünüyor. ABD’nin Suriye’deki rolü şu anda ülkenin doğusu ile sınırlı ancak geniş anlamda Suriye iç savaşı ve siyasi çözüm konusunda etkisi zayıf. İdlib meselesi ABD’ye bunu tersine çevirmek için bir fırsat sunabilir. Ancak bunun olabilmesi için öncelikle Suriye’de Türkiye-Rusya işbirliğinin sona ermesi gerekiyor. Bu iki aktör boşluk bırakmaz ise ABD’nin müdahil olma şansı zor gözüküyor.

KİMYASAL ABD İÇİN BİR SİLAH

Beyaz Saray “rejim bir kez daha kimyasal silah kullanırsa ABD hızlı ve sert cevap verecek dedi. Daha önce verilmeyen bu ceza neden şimdi verilmek isteniyor?
ABD’nin kimyasal silah kullanımı konusundaki hassasiyeti de tam bu noktada önem kazanıyor. ABD bir şekilde İdlib meselesine müdahil olmak istiyor ancak elindeki araçlar çok sınırlı. Kimyasal saldırı işte bu imkanı sunabilir.

İdlib’te kim, ne planlıyor tam olarak? Bütün olay ABD ve Rusya arasında mı geçecek?

İdlib’in geleceğini Rusya-ABD değil Türkiye-Rusya arasındaki müzakereler belirleyecek. Zaten İdlib konusunda da ABD ile Rusya çok farklı pozisyonda. ABD’nin İdlib hassasiyetinin temelinde iki nedenin yattığını düşünüyorum. Birincisi İdlib’in düşmesi halinde siyasi çözüm konusunda Rusya ve Esad rejimini zorlayacak hiçbir aracının kalmayacağını düşünüyor. Bu durum rejimin aşırı güçlenmesi ve Rus etkisinin pekişmesi anlamına gelecektir. Bunun dolaylı sonucu ise Suriye’nin kuzeydoğusundaki ABD nüfuz alanının daha büyük baskı altına girmesidir.

TÜRKİYE İÇİN RİSK NEDİR?

ABD ve Rusya, birbirlerinin Suriye’deki varlık alanlarını kabullendi mi yoksa çatışma riski var mı? Anlaşamadıkları noktalar ne? Ve tabii asıl Soru: Rusya ve ABD’nin Türkiye aleyhine uzlaşma ihtimali var mı?

Esasen ABD ve Rusya’nın Suriye konusunda bazı açılardan benzer pozisyona sahip olduğu görülüyor. Rusya ve ABD’nin Suriye’de anlaşması Türkiye açısından felaket senaryosu. Zira bölgesel güçler iki büyük gücün aralarındaki rekabetten faydalanarak kendi oyun alanlarını genişletebilir. Dolayısıyla iki büyük gücün anlaştığı bir ortamda Suriye’deki düzeni büyük ölçüde belirleyebilmeleri söz konusu olacaktır. Bu da bölgesel güçlerin etkisinin sınırlanması anlamına gelir. Ama Suriye’de ABD-Rusya anlaşmasının Türkiye açısından daha büyük bir riski söz konusu. Çünkü bu anlaşma büyük ihtimalle Suriye’nin iki büyük güç arasında nüfuz alanlarına bölünmesi ve paylaşılması temeline dayanacaktır. Bunun anlamı Suriye’de federal yapıya geçilmesi, Suriye’nin kuzeydoğusunda PKK kontrolündeki bölgenin siyasi statü kazanması ve iki büyük gücün Suriye’deki askeri varlıklarının, üslerinin kalıcı hale gelmesidir. Dolayısıyla Türkiye Ortadoğu’ya açılan kapısı Suriye sınırlarında terör koridoru, iki büyük gücün askeri varlığı ile yaşamak zorunda kalabilir.

RUSYA VE ABD ANLAŞIR MI?

Ancak ABD ve Rusya arasında her ne kadar güç paylaşımına dayalı bir anlayış olsa da görüş farklılıkları ağır basıyor. Her şeyden önce Rusya’nın Suriye’de bu denli güçlenmesini sağlayan iki bölgesel güç olan Türkiye ve İran’ı yanına alarak hareket etmesi sayesinde gerçekleşti. Daha da önemlisi Şam’ın onayı ile Suriye’de bulunuyor. Ancak ABD ile söz konusu temellerde anlaşması Rusya’nın bölgesel ittifaklarının sonu anlamına gelir ve bunu yapmak istese bile dikte ettiremez. Dolayısıyla Rusya ABD’nin Suriye’deki varlığı ile mücadele etmemeyi tercih edebilir ancak ABD ile federalizm temelinde anlaşamaz. 

SÜPER GÜÇ OLMA YOLUNDA

Rusya Suriye’de ne istiyor?

Rusya’nın Suriye’de birkaç tane önceliği var. Rusya Eylül 2015 tarihinde Suriye’ye müdahale ettiğinde ilk amacı Suriye rejimini ayakta tutmaktı. Rusya’nın Şam’a desteğinin arka planında birkaç neden söz konusuydu. Rusya’nın bu riskli hamlesi Suriye’de bütün dengeleri değiştirdi ve Moskova adına belki beklediğinin ötesinde kazanımlar sağladı. Artık Suriye, Rusya açısından elini güçlendiren bir koz değil doğrudan stratejik öneme sahip bir alan haline gelmiş durumda. Bunun en önemli nedeni Rusya’nın Tartus’ta deniz ve Lazkiye’de hava üslerinin 50 yıllık kullanım haklarını almış olmasıdır. Rusya bu anlaşmalardan sonra her iki üssün kapasitesini artırdı. Bu askeri üsler Rusya’yı Doğu Akdeniz’in en güçlü aktörü konumuna getirecektir. Rusya bu şekilde artık sadece kendi sınırları etrafına güç enjekte edebilen değil aynı zamanda bir süper gücün olması gerektiği şekilde sınırlarının ötesinde etki uygulayabilen bir aktör olmuştur. Bu açıdan Rusya’nın Suriye’deki varlığı onu yeniden süper güç konumuna doğru yaklaştırıyor. Rusya her şeyden önce bunu korumak istiyor ve bu Esad rejiminin ayakta kalması ile doğrudan bağlantılı. Rusya bununla bağlantılı olarak kendi etkisine açık şekilde bir Suriye ulusal ordusunun kurulmasını destekliyor.

RUSYA PAZARLIK GÜCÜ KAZANDI

Rusya ikinci olarak Suriye meselesini diğer devletlerle ilişkilerinde pazarlık aracına dönüştürebilmeyi başardı. Suriye meselesi ABD, Avrupa ve bölge ülkeleri için o kadar kritik bir konu haline geldi ki Suriye kaynaklı sıkıntılarını çözmek isteyen herkes Suriye’de karar alıcı haline gelen Rusya ile pazarlık etmek durumunda kaldı. Bu da Rusya’nın farklı alanlarda hem siyasi hem de ekonomik çıkar elde edebilmesine neden oldu.

Bunların dışında Rusya’nın özellikle İdlib kaynaklı tehdit algıları da var. İdlib’teki gruplar içinde çok sayıda Kafkas ve Orta Asya kökenli savaşçı yer alıyor. Rusya bu unsurların kaynak ülkelerine dönmeden Suriye topraklarında imha edilmesini istiyor. Üçüncüsü Selefi-Cihatçı hareketlerin güçlenmesinin kendi iç güvenliğini riske edebileceğini düşünüyor ve bu nedenle bu tarz hareketleri kendi topraklarına yaklaşmadan boğmak istiyor.

REJİM FEDERALİZME KARŞI

Rusya’nın Suriye rejimi üzerinde ne kadar etkili? 


İran ve Suriye ne istiyor peki, birbirleriyle nerede örtüşüp nerede ayrışıyorlar?
Rusya’nın pozisyonu Şam ve Tahran ile uyuşsa da Suriye’de federalizm konusunda farklı düşündükleri görülüyor. Rusya Suriye’de federalizme sıcak bakıyor ancak Suriye’deki önceliği bu değil ve şimdilik taraflar arasında sıkıntıya yol açmıyor. Rusya her ne kadar Suriye’de kritik bir oyuncu olsa da her istediğini Şam’a dikte ettirecek bir gücü bulunmuyor. Hatta birçok zaman Rusya’nın Şam’ın isteklerine göre pozisyonunu değiştirmesi gerekebiliyor. Örneğin ilk Astana toplantısı sonrası Rusya’nın sunduğu anayasa taslağı sadece Türkiye değil aynı zamanda Şam’ın da itirazları nedeniyle gündemden düşürüldü. Zira bu taslakta özerlikten bahsediliyordu ve Suriye bundan çok rahatsız oldu.

RUSYA VE İRAN RAKİPTİR

Rusya ile İran arasında da Suriye’de artan rekabetin işaretleri görülmeye başlandı. Ancak bu farklılığı tarafların işbirliğini sonlandırmasına neden olacak bir çatlak olarak görmemek gerekir. İran Suriye’de kendi etki alanını Irak, Lübnan, Afganistan ve Pakistan gibi ülkelerden ihraç ettiği Şii milis güçler üzerinden kuruyor. Bu gruplar doğrudan İran yönlendirmesi ile hareket ediyor ve Suriye’nin güvenlik yapılanmasının bu güçler üzerine inşa edilmesi Rusya’nın ulusal ordu projesi ile ters düşüyor. Buradan kaynaklı bir rekabet söz konusu. Esasen işin özünde iç savaş sonrası Suriye’de kim daha fazla etkili olacak rekabeti yatıyor. Rusya her ne kadar Suriye’de büyük karar alıcı gibi gözükse de İran sahada ve Suriye’nin kılcal damarlarına daha fazla nüfuz edebilmeyi başarıyor. Bu Rusya’da kaygı yaratıyor ve son dönemde Dera operasyonuna İranlı milislerin dahil edilmemesi ve İsrail sınırından 80 km. içeri çekilmeleri olayında olduğu gibi Rusya’nın İran etkisini dengelemeye çalıştığı örnekler söz konusu. İdlib meselesi de bunlardan biri. Dikkat edilecek olursak tartışılan İdlib operasyonunda İranlı milislerin rolünden bahsedilmiyor. Rusya kendisinin belirleyici askeri güç olduğu bir ortamda sahanın İran tarafından domine edilmesini istemiyor.

KİM NE İSTİYOR?

Türkiye’nin İdlib planı ne tam olarak? 

Rusya ile Türkiye İdlib konusunda anlaştı mı, hangi çerçevede anlaştı?
Rusya ve rejim ülkenin diğer çatışmasızlık bölgelerindeki tahliyeler sonucunda sivil halk ve silahlı grupları İdlib’e yönlendirmişti. Bunun sonucunda İdlib’te yani Türkiye’nin sınırlarında sivil nüfus sayısı 3,5 milyona ulaştı ve on binlerce de muhalif savaşçı yer alıyor. Astana’nın garantör ülkeleri radikal ve ılımlı unsurların ayrıştırılması, ılımlılar ile siyasi çözüme varılması ve radikallerin elimine edilmesi konusunda anlaşmıştı. İdlib’te gerçekten de radikal örgütler bulunuyor. El-Kaide’nin türevi olan HTŞ yapılanması güçlü bir konumda. Ancak bunun yanı sıra Astana’nın da parçası olan, Türkiye’nin desteklediği ılımlı muhalif gruplar çoğunlukta. Rusya ve rejim radikallerin varlığını öne sürerek İdlib’e askeri müdahaleyi meşrulaştırmaya çalışıyor. Türkiye bölgedeki radikallerin varlığını kabul ediyor ve mücadele edilmesi gerektiğini söylüyor. Ancak farklı bir metod öneriyor. Zira Rusya’nın metodu Türkiye’ye doğru yeni bir göç dalgası yaşanması, radikal unsurların Türkiye’ye sızması riskini içeriyor. Türkiye İdlib’te radikal ve ılımlıların zaman içinde daha fazla ayrıştığı, ılımlı kampın giderek güçlendiği ve radikallerin zayıflatıldığı bir yöntem öneriyor. Bu konuda da uzunca bir süredir çaba sarf edildi ve mesafe de kat edildi. Ancak bu yöntemin başarı üretmesi için daha fazla zamana ihtiyaç var. Bunun için Türkiye İdlib’in çatışmasızlık bölgesi olarak kalmasını istiyor.

BELİRLEYİCİ GÜÇ RUSYA

Moskova, Tahran ve Şam ne istiyor?

Ancak Tahran zirvesindeki tartışmalar Rusya ve rejimin İdlib’te radikal varlığını öne sürerek askeri müdahale konusunda kararlı olduğunu gösteriyor. Esasen rejim açısından bakıldığında İdlib’teki bütün silahlı unsurlar terör örgütü olarak görülüyor. Ancak Rusya desteği olmadan İdlib’e adım atamayacağının farkında. O nedenle Rusya’nın tavrı belirleyici olacak. Rusya’nın önünde iki alternatif bulunuyor. Rusya, farklı alanlarda Türkiye ile arasında sürdürdüğü işbirliğini korumak adına İdlib’te Türkiye’nin hassasiyetlerini göze alır ve İdlib’te Türkiye’nin sunduğu çözüm planına zaman tanır. Tersi durumda “teröristler var” argümanı üzerinden her türlü sonuca katlanarak İdlib’e askeri operasyon seçeneğini kullanır.

RUSYA ŞU AN TEST EDİYOR

Sizce Ne yapar?

Ben Rusya’nın İdlib’te şimdilik bir test yaptığını düşünüyorum. Askeri operasyon konusunda ciddi ancak bir yandan da Türkiye ve dünyanın tepkisinin ne olacağını görmeye çalışıyor. Rusya sınırları zorlayacak ve üstesinden gelebileceğini düşündüğü noktada operasyonlara devam edecektir. Ancak askeri seçeneği kullanması durumunda Türkiye’nin de Rusya’ya sınırlarını göstermeye çalışacağını düşünüyorum.

İDLİB TÜRKİYE İÇİN HAYATİ

Avantaj ve dezavantaj durumları nasıl?

Rusya bugüne kadarki askeri başarılarını bir düzeye kadar Astana süreci sayesinde elde etti. Türkiye İdlib’te Doğu Guta ve Dera senaryosunun tekrarlanmasının mümkün olmadığını ya da aşırı maliyetli olacağını gösterebilir. Dolayısıyla taraflar İdlib üzerinden yeni bir güç testine girebilir. Bu rekabetin sonucu İdlib’in kaderini ve İdlib’in kaderi de Suriye iç savaşının nasıl sonuçlanacağını belirleyecektir. Türkiye’nin bu noktada avantajları coğrafya, muhalifleri yönlendirebilme gücü, İdlib kamuoyu üzerinde sahip olduğu etki, İdlib içinde sınırlı da olsa caydırıcı olabilecek askeri varlığı ve hepsinden önemlisi Türkiye’nin İdlib sorununu hayati olarak görmesi ve bedel ödeme kapasitesinin yüksek olması.

KİMYASAL SİLAH SİVİLLERİ GÖÇE ZORLAMAK İÇİN.,

Kimyasal silah tehdidinden bahsediliyor sıkça. Taraflar birbirini itham ediyor. Gerçek mi bu tehdit, kim kime karşı kullanabilir?
Suriye iç savaşı sırasında kimyasal silah daha önce defalarca kullanıldı dolayısıyla bu tehdit son derece gerçek. Bu saldırılarda hedef her zaman muhaliflerin kontrol ettiği bölgeler ve buradaki siviller olmuştu. ABD daha önceki kimyasal silah saldırılarda bir daha bu yola başvurmaması için rejim hedeflerine saldırı gerçekleştirmişti. İdlib operasyonu gündeme geldiğinde kimyasal saldırı ihtimali yeniden tartışılmaya başlandı. Bunun en önemli nedeni İdlib’teki sivil nüfus ve savaşçı sayısının çok fazla olması. Suriye bu denli nüfus yoğunluğu olan bir bölgede askeri operasyon düzenlemenin zorluğunun farkında. Kimyasal saldırıların önemi de bu noktada ortaya çıkıyor. Kimyasal silah saldırılarının esas amacı siviller arasında korku ortamı yaratarak kitlesel göçe zorlamak. Eğer ABD kimyasal silah kullanımı konusunda kırmızıçizgi çekmemiş olsaydı Suriye’nin İdlib’te bu seçeneği kullanması yüksek olasılıktı. Ancak ABD ve Fransa İdlib operasyonuna karşı olduklarını açıklamanın yanı sıra kimyasal silah kullanılırsa askeri müdahalede bulunacaklarını açıkladı. Dolayısıyla rejimin böyle bir ortamda ABD ve Batı’yı İdlib çatışmasının içine çekecek şekilde bir kimyasal saldırı girişiminde bulunmasını düşük olasılık görüyorum.
Ancak devletler her zaman rasyonel hareket etmeyebilir ve Şam askeri olarak sıkıştığını düşündüğü bir noktada bu yola başvurabilir. Rusya böyle bir saldırı olursa suçun muhaliflere atılması için önceden hamlede bulundu ve muhaliflerin Batı müdahalesini sağlamak için kimyasal saldırı gerçekleştireceğine ilişkin kanıt olduğunu ve bunları BM’ye sunduklarını açıkladı. Ancak İdlib’te kimyasal saldırı olursa bunu muhaliflerin yaptığına dünyada hiç kimsenin inanmayacağını düşünüyorum.

REJİM RUSYA VE İRAN SAYESİNDE AYAKTA

Gitti gidecek gitmeli sarkacında geçen altı yıl içinde Esed yerini bilakis sağlamlaştırmış görünüyor. Suriye’nin geleceğinde de olacak mı? Siyasi çözüm hala mümkün mü?

Esad rejimi bir açıdan giderek zemin kazanıyor ancak bu askeri zaferlerin çok büyük bir maliyeti de söz konusu. Şam son birkaç yılda elde ettiği başarıları büyük ölçüde İran’ın savaşçı ve Rusya’nın hava desteği sayesinde elde etti. Bunun iki önemli sonucu oldu. Şam hava sahası Rusya’nın kontrolüne geçti ve Rusya imzaladığı anlaşmalar ile Suriye’nin Doğu Akdeniz kıyısında iki önemli askeri üssün en az 50 yıllık kullanım hakkını aldı. Diğer taraftan Şam’ın merkezi ordusu aşırı zayıfladı ve İran’ın desteklediği milis gruplar sahayı kontrol eder hale geldi. Rusya ve İran Suriye rejimini ayakta tutmak için bir bedel ödediler ve tabii ki bu bedelin karşılığını almak isteyeceklerdir. Şam açısından bu durumun maliyeti dış güçlerin etkisine, yönlendirmesine aşırı açık bir yönetim. Hatta bazı açılardan ülkesindeki egemenliğini başka aktörlerle paylaşmak durumunda kalan bir Şam olacak. Ama sonuçta büyük resme baktığınızda Suriye’nin geleceğinde rejim en güçlü aktör olarak kalacaktır. Suriye krizi için siyasi çözüm aşamasına gelindiğinde doğal olarak büyük oranda askeri sahada zaferi elde eden tarafın beklentilerine uygun bir çözüm modeli üzerinde uzlaşma sağlanacaktır.

ANKARA VE ŞAM GÖRÜŞMELİ Mİ?

Ankara-Şam ilişkisi Türkiye’nin selameti için şart mı?

Türkiye kamuoyunda uzunca bir süredir “Suriye rejimi ile doğrudan irtibat kurulmalı” şeklinde bir tartışma yürütülmekte. Bu açıdan üç temel görüşün öne çıktığı görülüyor. Birinci görüşe göre Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve üniter yapısının korunması konusunda ittifak yapabileceğimiz tek aktör Şam’dır ve ancak böyle bir işbirliği ABD eliyle kurulan PKK devletinin önüne geçebilir. İkinci görüş ise Rusya elinde kukla konumuna düşmüş ve Türkiye’ye hiçbir şey sunma imkanı olmayan zayıf Esad yönetimi ile görüşmektense gerçek patron konumundaki Rusya ile koordinasyon sağlanarak Türkiye’nin istediklerini elde edebileceğini savunmaktadır. Bu görüşü savunan kesim Türkiye’nin Astana süreci ile beraber zaten bunu yaptığını belirtmektedir. Üçüncü görüş ise Türkiye’nin Rusya ve İran üzerinden dolaylı şekilde Suriye ile irtibat kurmasının dahi yanlış olduğunu savunmaktadır. Her üç görüşün kendi içinde tutarlı, insani tarafları olmakla birlikte en azından üçüncü görüşün mevcut siyasi ve askeri gerçekler açısından uygulanabilir olmadığı ortada.

MUHALİFLER ÖNEMLİ BİR KOZ

Diğer iki görüşü değerlendirir misiniz?

Birinci görüş Türkiye’nin Suriye’deki tek önceliğinin toprak bütünlüğünün korunması, PKK/YPG’nin varlığının sona erdirilmesi olduğu düşüncesine dayanıyor. Ancak bu doğru değil. Türkiye’nin Suriye’de birinci önceliği PKK ile mücadele olmakla birlikte tek önceliği değil. Türkiye aynı zamanda mülteciler meselesine çözüm bulmak istiyor, Suriye’de muhaliflerin kabul edebileceği bir siyasi çözüme ulaşılmasını destekliyor. Türkiye’nin Suriye krizinden başından bu yana uygulamış olduğu politika, geliştirmiş olduğu bir söylem ve daha önemlisi Suriye sahasında kurmuş olduğu ittifaklar söz konusu. Dolayısıyla Türkiye bir anda hiçbir şey olmamış gibi Şam ile irtibata geçemez, geçerse bunun maliyetleri olur. Türkiye’yi şu anda Suriye krizinde etkili kılan en önemli kart muhalifler ve Suriye halkının önemli bir kısmı üzerinde sahip olduğu etkidir. Şam ile ilişki kurulması bu etkiyi ortadan kaldıracaktır. Karşılıklı bu denli güven bunalımının olduğu ve YPG/PKK ile mücadele konusunda sizinle samimi olarak mücadele edeceğinden emin olamadığınız bir aktöre karşı elinizdeki tüm kartları açamazsınız.

ŞAM İLE NE ZAMAN NE ŞARTLA?

Diğer taraftan “Suriye ile irtibat kurulmamalı zaten Rusya üzerinden istediğimizi alıyoruz” argümanını savunan kesimin de yine yanlış bir kabul üzerinden hareket ettiğini düşünüyorum. O yanlış kabul de Esad rejiminin Rusya elinde bir kukla olduğu ve gerçek bir aktör olmadığıdır. İç savaş boyunca Şam’ın Rusya ve İran’a bağımlılığı aşırı artsa da halen bir aktördür ve size PKK ile mücadelede sunabileceği şeyler vardır. Diğer taraftan söz konusu olan Suriye’nin bütünlüğü ise Türkiye’nin Şam dışında güvenebileceği başka bir aktör olmadığı da ortada. Şam doğal olarak egemenliğini yeniden Suriye topraklarının tamamında tesis etmek istiyor. Bu Türkiye açısından bir fırsat olarak görülebilir ve uygun şartlar oluştuğunda bu konuda ittifak olabilir.
Suriye konusunda istediklerimizi Rusya üzerinden alıyoruz argümanının da son Tahran zirvesi ile zayıfladığını söylemek mümkün. Türkiye’nin Suriye’de Rusya ile işbirliği sınırlarına ulaşmaya başladı. Hele ki Suriye’de federalizm ve PYD ile ilişkiler söz konusu olduğunda Batı’dan çok da farklı düşünmeyen bir Rusya’dan Suriye’nin toprak bütünlüğü ve PKK ile mücadele konusunda ne elde edebileceğiniz şüpheli. 

REJİMİN YAPMASI GEREKENLER VAR

Bütün bu değerlendirmeden sonra siz ne öneriyorsunuz?

Öncelikle Şam ile irtibat meselesinin bir seçenek olarak tartışılmasını sağlıklı bulduğumu söylemeliyim. İfade ettiğim üzere Suriye meselesine salt PKK ile mücadele perspektifinden bakıldığında Şam ile irtibatın Türkiye’nin elini güçlendireceğini düşünüyorum. Ancak ifade ettiğim sınırlamalar dolayısıyla bu sürecin ertelenmesi ya da arka planda yürütülmesi gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’nin Suriye’de PKK ile mücadelede başarı sağlamak için de öncelikle siyasi çözümü başarması gerekiyor. Siyasi çözüme ulaşıldıktan sonra Şam ile zaten çok geniş bir işbirliği alanı doğacaktır. Ancak öncelikle rejim ile muhalifler arasındaki çelişkinin sona erdirilmesi ve Şam’ın da ilgisi, dikkat ve kaynaklarını Suriye’nin doğusuna yönlendirmesi için zemin hazırlanması gerekmektedir.

İDLİB TÜRKİYE’NİN GÜVENLİK SINIRI

Türkiye’nin desteklediği, Afrin ve El-Bab operasyonlarında birlikte hareket ettiği muhalifler Suriye’nin geleceğinde olabilecek mi bu denklemde? Nasıl olacak?

Şu anda Suriye’nin kaderini askeri çatışmalar belirliyor olsa da en nihayetinde kriz siyasi yollarla çözülecektir. Nihai askeri tablo bize Suriyeli muhaliflerin Suriye’nin siyasi geleceğinde ne derece var olacakları konusunda fikir verecek. İşte İdlib bu açıdan kritik önemde. İdlib tüm silahlı muhaliflerin toplandığı ve kontrol etmeyi başardıkları tek vilayet konumunda. İdlib’teki muhaliflerin elimine edildiği, İdlib’in rejim kontrolüne geçtiği bir senaryo Suriye’nin geleceğinde muhaliflerin neredeyse hiçbir rolünün olmaması anlamına gelir. Hatta böyle bir durumda rejimin karşısında müzakere edecek muhalif de kalmayacaktır. Suriye dışındaki siyasal muhalefetin siyasi çözüm masasındaki etkisi büyük oranda muhaliflerin sahadaki gücüne dayanıyor. Bunun olmadığı bir ortamda rejim 2012 Anayasası’nda ufak bazı değişiklikler yaparak yoluna devam edecektir. Dolayısıyla sorunuzun yanıtı İdlib savaşının nasıl sonuçlanacağının yanıtında gizli.
İdlib’i düşürmeyi başarmış bir rejimin sonraki hedefinin Afrin ve el-Bab olacağını tahmin etmek zor değil. Bu bölgelerde Türk askeri varlığı olmasa İdlib’e nazaran çok kolay biçimde rejimin kontrolüne geçer. Ancak İdlib’te yenilgiye uğramış bir Türkiye’nin de bu bölgelerde direnme gücü azalır. İşte bu nedenle de İdlib Türkiye için kritik önemdedir. Türkiye Rusya ve rejime İdlib’te sınır çekemezse kendi bölgelerinin hedef olacağını biliyor.

İDLİB DÜŞERSE EL-BAB VE AFRİN HEDEF OLUR

Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatlarıyla Suriye sınırımızın batısı PKK-PYD’den temizlendi ama doğusu hala PKK elinde. İdlib’deki gelişmeler Suriye’nin doğusu ve batısı açısından ne tür riskler imkanlar taşıyor?

Türkiye’nin Suriye’de birinci önceliği PKK ile mücadele yani Fırat’ın doğusundaki YPG varlığını ortadan kaldırmak. Türkiye kamuoyunda birçok kesim “Suriye iç savaşı bizim meselemiz değil o nedenle İdlib’e neden bu kadar önem veriyoruz” şeklinde bir düşünceyi savunuyor. Hatta Suriye’de PKK ile mücadele açısından İdlib’in rejime bırakılması ve birlikte Suriye’nin doğusuna odaklanılması gerektiği savunuluyor. Benim görüşüme göre İdlib’i kaybeden bir Türkiye’nin Suriye’nin doğusu konusunda da eli çok zayıflar. İdlib’i ele geçiren rejim bir sonraki aşamada sizinle birlikte Fırat’ın doğusuna değil öncelikle Afrin ve el-Bab üzerine yoğunlaşır. Ancak İdlib meselesinin Türkiye ve muhaliflerin de istediği bir çerçevede çözülmesi Suriye’nin doğusu konusunda gerçek anlamda Şam ile Ankara işbirliğinin önünü açabilir. Türkiye’nin Suriye masasında güçlü olması gerekiyor ki Fırat’ın doğusu konusunda da rol oynayabilsin. Bunun da ön şartı İdlib’i ayakta tutmak ve Suriye’de Türkiye’siz bir çözümün mümkün olmadığını göstermekten geçmektedir.

SURİYE DOĞU FIRAT’I PKK’YA BIRAKIR MI?

Enerji ve su kaynakları halihazırda Suriye’nin kuzey doğusunda. Bu durum nasıl etkiler süreci, Esed ile YPG -dolayısıyla ABD- anlaşmasını mı? Esed ile PKK anlaşması Rusya buna göz yumar mı?

YPG ve ABD’nin birlikte kontrol ettiği bölge Suriye topraklarının yaklaşık dörtte biri ancak doğal kaynaklarının yaklaşık yüzde 60’ını barındıran bir alan. Suriye her ne kadar iç savaşı kazansa bile kendi ayakları üzerinde durabilen bir güce ulaşması için bu bölgeleri geri alması hayati önemde. Yani ABD ile Rusya anlaşsa bile Şam bu bölgeleri geri alabilmek adına her yolu deneyecektir. Zaten tam da bu nedenle Şam ile YPG arasında sürdürülen müzakereler hep sonuçsuz kalıyor. Rejimin YPG’ye verebileceği tavizler ile YPG’nin maksimalist talepleri arasındaki makas çok açık ve bu boşluğun doldurulması çok zor. Ancak son hafta içinde Türkiye kamuoyunda çok fazla tartışılmasa da ABD’den çok kritik açıklamalar geldi. ABD’nin yeni atanan Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey ABD’nin Suriye’de siyasi çözüm olana ve İran ülkeden çıkarılana kadar Suriye’de kalmaya devam edeceğini belirtti. Yine ABD basınında ABD’nin Suriye’de kalması konusunda Trump’un ikna edildiği haberleri yansıdı. Bölgedeki kalıcı ABD varlığı denklemi değiştiriyor. Rusya’nın da ABD alanlarına göz yumabileceği ve YPG’ye siyasi statü kazandırmak istediği düşünüldüğünde Suriye’nin ve Türkiye’nin işi zorlaşıyor. Ancak şunu söylemek gerekir. YPG bölgeleri eğer yasal statü kazanacaksa bu sadece ABD koruması ile değil ancak Şam ile anlaşarak mümkün olabilir. İşte ABD bu noktada Rusya üzerinden YPG’nin rejimle anlaşması yolunu destekleyebilir. Ancak yine de Şam’ın ABD ve Rusya’nın istediği çerçevede bir anlaşmaya yanaşması zor. İşler bu noktaya geldiğinde de Irak’ta bağımsızlık refernadumu sonrası görülen bölgesel işbirliğinin zemini daha güçlenmiş olacaktır.

Bu Röportajın Orijinali 10 Eylül 2018 tarihinde Star Gazetesi’nde yayınlanmıştır.

http://orsam.org.tr/tr/tahran-zirvesi-sonrasi-suriye-idlib-ve-turkiyenin-politikasi/

***

4 Kasım 2018 Pazar

Suriye İç Savaşında Pandoranın Kutusu: İdlib

Suriye İç Savaşında Pandoranın Kutusu: İdlib 


Erol Başaran Bural 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Terörizm ve Terörizmle Mücadele
07 Mart 2018 Çarşamba
Suriye İç Savaşında Pandoranın Kutusu: İdlib



Zeytin Dalı Harekâtı Devam Ediyor

Afrin’de mevcut PKK/PYD terör örgütü varlığının temizlenmesi, hudutlarımızda ve bölgede güvenlik ve istikrarın sağlanması maksadıyla 20 Ocak 2018’de başlayan “Zeytin Dalı Harekâtı” devam ediyor. Zeytin Dalı Harekâtının 47. gününde; Kilis hudut hattından itibaren batıya ve güneye doğru, Afrin ilçesini çevreleyen sınır bölgelerimiz boyunca kırsal alan ve bazı yerleşim yerleri derinliğine kontrol altına alındı. Harekâtın birinci aşaması olarak ifade edilebilecek kırsal alanın kontrol altına alınması safhasında önemli bir ilerleme sağlandı. Afrin’in yedi beldesinden Bülbül, Raco, Şeyh Hadid ve Şeran beldeleri PKK/PYD terör örgütünden geri alınmakla birlikte; 121 köy, 6 mezra, 30 kritik arazi arızası ele geçirilerek ayrıntılı temizlik faaliyetlerine başlanıldı.   

TSK tarafından yapılan açıklamaya göre harekâtın başlangıcından bu yana etkisiz hale getirilen terörist sayısı 2.940’a ulaştı.[i] İkinci aşama olarak 
adlandırılabilecek meskûn mahallerin temizlenmesi aşamasına ise Bülbül, Raco, 
Şeyh Hadid ve Şeran beldelerinin ele geçirilmesi ile başlanmış oldu. Her dört 
beldenin de terör örgütünden kısa bir süre içerisinde alınması, PKK/PYD terör 
örgütünün tali tahkimatını Cinderesi, asıl tahkimatını ise Afrin ilçe merkezinde 
yaptığı, çatışmayı bu bölgede kabul edeceği izlenimini kuvvetlendirdi.

Afrin kırsal ve dağlık bölgelerinin büyük oranda ele geçirilmesi, önemli meskûn 
mahallerin hemen hemen yarısının ve harekât alanının %50’sinin kontrol altına 
alınması, alınan bölgelere terör örgütü takviyesinin önlenmesi maksadıyla ana 
ikmal yollarının ele geçirilmesi harekâtın Afrin merkeze ulaşmasını oldukça 
kolaylaştırdı.  Zeytin Dalı’nın son 15 günü içerisinde harekâtın temposu ve 
ilerleme hızı artmışsa da, harekâtın başından bu yana sıklıkla ifade edilen 
sivil kayıpların yaşanmaması önceliği, hem Afrin ilçe merkezine intikali hem de 
Afrin merkezinin temizlenmesine yönelik operasyonların aceleye getirilmeden, 
büyük bir hassasiyetle gerçekleştirileceğini de gösteriyor.

Afrin’in PKK/PYD varlığından arındırılması kapsamında devam eden operasyonun, mümkün olan en kısa zamanda ve sivillere zarar vermeden tamamlanacağı yönündeki inancımız tamdır. Zeytin Dalı Harekâtı başarılı bir şekilde devam ederken, Suriye’nin başka bir bölgesinde, Afrin’in hemen güneyinde yer alan İdlib’de, Zeytin Dalı ile eş zamanlı devam eden bir başka askeri harekâta dikkat çekmekte ve önemli gelişmeleri gözden kaçırmamakta fayda var.

İdlib’de Son Dönemde Yaşanan Gelişmeler

Türkiye ve TSK’nın, bir yandan yurt içinde teröristle mücadeleyi kesintisiz 
sürdürdüğü ve Zeytin Dalı Harekâtında önemli bir mesafenin kat edildiği bir 
ortamda, zaman zaman gündeme gelmekle birlikte pek de göz önünde olmadan bir başka harekât da İdlib bölgesinde devam ediyor. Kısaca hatırlamak gerekirse; Mayıs 2017’de Astana sürecinde alınan kararlara istinaden oluşturulan çatışmasızlık bölgelerinin etkinliğinin artırılması, İdlib bölgesinde yaşanan çatışmaların sona erdirilmesi, insani yardımların ihtiyaç sahiplerine 
ulaştırılması, yerlerinden edilen insanların geri dönüşü için gerekli şartların 
sağlanması, anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözülmesi için gerekli koşulların 
sağlanmasına destek verilmesi maksadıyla, Ekim 2017’den itibaren TSK unsurları “Gerginliği Azaltma Kontrol Gücü” adı altında İdlib bölgesinde konuşlanmaya başlamıştı.

2017 yılı içerisinde 13 Ekim’de 1 nolu, 23 Ekim’de 2 nolu ve 19 Kasım’da 3 nolu 
gözlem noktası; 2018 yılında ise Zeytin Dalı Harekâtıyla paralel olarak,  5 
Şubat’ta 6 nolu, 9 Şubat’ta 7 nolu ve son olarak 15 Şubat 2018 tarihinde 8 nolu 
gözlem noktası tesis edildi.[ii] Böylece İdlib bölgesinde açılması planlanan 12 
gözlem noktasının yarısında TSK unsurları konuşlanmış oldu.

8 Ocak’ta Suriye’de İdlib gerginliği azaltma bölgesinde ateşkes gözlem görevi 
yürüten TSK konvoyuna roketatar saldırısı düzenlendi. Daret İzze ilçesi 
yakınlarında TSK konvoyunun geçişi sırasında düzenlenen saldırıda, araçların 
20-30 metre yakınına roketatar mermileri isabet etti. Can kaybı yaşanmayan 
saldırıda, araçlarda da herhangi bir hasar meydana gelmedi.[i]

TSK’dan yapılan açıklamaya göre; 30 Ocak 2018 tarihinde İdlib kuzeyinde intikal halinde olan konvoyumuza, bölücü terör örgütü mensubu silahlı teröristlerce bombalı araç ile yapılan saldırı sonucu, konvoyda görevli bir kahraman sivil görevli personelimiz şehit oldu, bir kahraman silah arkadaşımız ile bir sivil görevli personelimiz yaralandı.[ii]

6 Şubat tarihindeise; 6 numaralı gözlem noktasındaki TSK unsurlarına, terör 
örgütleri tarafından gerçekleştirilen roket ve havan saldırısında bir askerimiz 
şehit oldu, 5 askerimiz ile bir sivil görevlimiz ise yaralandı.[iii] Yaralanan 
DSİ görevlisi personelimiz de bir süre sonra şehit oldu.[iv]

Ayrıca, geçtiğimiz yılın Kasım ayında; Afrin bölgesinde yuvalanan terör örgütü 
PKK/PYD mensupları, İdlib gerginliği azaltma bölgesinde Daret İzze Saman 
Kalesinde konuşlu TSK gözlem gücüne havan saldırısı düzenlemiş, gözlem noktası ile sivil yerleşim yerlerinde can kaybı olmamıştı.[v]

Suriye Rejim Güçleri ve Rusya Tarafında Yaşanan Gelişmeler

2018 yılı Ocak ayı başından itibarenİdlib bölgesindeki operasyonlarını artıran 
Suriye rejim güçleri, Rusya’nın da hava desteğiyle, Ebu Zuhur’a doğru 
güney-kuzey istikametinde başlatılan bir taarruzla, İdlib’de muhaliflerin 
kontrolündeki doğu bölgesini, vilayet merkezinden ayırarak, muhaliflerin Güney 
Halep ile Doğu Hama arasındaki bağlantısını kesti. Rejim ve İran’lı milisler 
İdlib’in önemli bir bölümünü bu harekâtla ikiye böldü ve muhaliflerin kontrol 
ettiği alanı da daralttı.

6 Ocak’ta Rusya’nın Hmeymim ve Tartus Üslerine 13 insansız hava aracıyla 
saldırılar düzenlendi.[vi] Rusya, saldırıda kullanılan İHA’ların İdlib’in 
Türkiye’nin gözetimindeki bölgelerinden kalktığını tespit ettiğini açıkladı.

3 Şubat’ta muhalifler, İdlib ilinin doğu kırsalında bir savaş uçağını düşürdü. 
Rusya Savunma Bakanlığı, İdlib’de bulunan gerilimi azaltma bölgesi üzerinde uçuş yapan Rus Su-25 savaş uçağının düşürüldüğünü doğruladı.[vii] Rus pilotun uçak düşmeden önce kendini fırlatmayı başardığı ifade edilen açıklamada, pilotun muhaliflerce kontrol edilen bölgede girdiği çatışmada hayatını kaybettiği 
belirtildi. 

Türkiye’nin İdlib Hedefi 

Başlangıcından bu yana Türkiye’nin İdlib bölgesindeki birinci hedefinin bir 
yandan İdlib bölgesinde çatışmasızlık bölgesi oluşturmak, diğer yandan ise 
Afrin’e yönelik düzenlenen harekâtın güney cephesini kontrol altında bulundurmak olduğu görülüyor.

İkinci ana hedef; PKK/PYD terör örgütünün Afrin bölgesinden temizlenmesine 
paralel olarak Fırat Nehri doğusunda kendisine geniş bir alan yaratan örgütün 
Suriye batısına geçişini tamamen engellemek, aynı zamanda terör örgütü 
PKK/PYD’nin Hatay üzerinden Akdeniz’e ulaşma hedefini ortadan kaldırmak olarak okunuyor.

Üçüncü hedefin ise; İdlib bölgesinden Türkiye istikametinde yaşanması muhtemel bir göç hareketinin önüne geçmek olduğu anlaşılıyor. 2011 yılından bu yana yaşanan Suriye iç savaşı nedeniyle ülke içerisinde yer değiştiren insanların sayısının tam olarak bilinememesi nedeniyle İdlib bölgesinde yaşayan insanların da sayısı tam olarak kestirilemiyor. Bununla birlikte bu bölgede yaklaşık 1,5-2 milyon insanın yaşadığını öngören Türkiye, İdlib bölgesinde çatışmasızlığı sağlayarak, topraklarına kabul ettiği 3,5 milyon Suriyeliye ilave, milyona varabilecek bir göç olayından haklı olarak kaçınmak istiyor.

Dördüncü hedef; Suriye batısında Reyhanlı, Altınözü ve Yayladağı ilçelerimizin 
karşısında çatışmalar yaşanmamasını sağlamak. Bu sayede Türkiye Suriye iç 
savaşının ülkemiz topraklarına yaklaşmamasını ve bu çatışmaların mümkün 
olduğunca hudut hattımızdan uzakta yaşanmasını hedefliyor.

Türkiye’nin İdlib harekâtı ile beşinci ve son hedefi ise; Fırat Kalkanı, Zeytin 
Dalı Harekâtlarıyla birlikte İdlib bölgesinde de etkinliğini artırarak 
Suriye’nin geleceği konusunda daha fazla söz sahibi olmak.

İdlib’de Yaşanabilecek Muhtemel Gelişmeler

Türkiye Afrin’de devam eden Zeytin Dalı Harekâtına odaklanmışken, bu harekâtla eş zamanlı olarak İdlib bölgesine askeri birlik sevkiyatı ve gözlem noktaları açma faaliyetlerine de devam ediyor. Fırat Kalkanı Harekâtının ardından Afrin’e yönelik askeri harekât ve İdlib bölgesinde hız kazanan TSK varlığını artırma girişimleri başta İran olmak üzere bazı ülkeleri rahatsız ediyor. Gözlem noktalarının açılışı esnasında TSK unsurlarına yönelik saldırılar, Afrin 
harekâtı devam ederken Afrin şehir merkezine Şii milis güçlerin sevk edilmesi, 
Zeytin Dalı Harekâtının başlangıcıyla birlikte Suriye Rejim Güçlerinin İdlib 
bölgesine yönelik taarruzlarını artırması, bu rahatsızlığı açıkça ortaya 
koyuyor. Kısa ve orta vadede de Türkiye’nin Suriye ve İdlib bölgesindeki 
mevcudiyetine yönelik rahatsızlıkların hem diplomatik yollarla hem de sahada 
askeri anlamda gösterileceğine yönelik emareler şimdiden görülebiliyor.

Aynı zamanda bölgedeki güç dengeleri adeta esen rüzgâra göre yön değiştiriyor. Bugün ittifak halinde olan muhalif gruplar yarın düşman, düşmanlar ise müttefik haline gelebiliyor. Bu değişim nedeniyle Suriyeli muhalifler bir yandan rejim güçleriyle çatışırken, bir yandan da kendi içlerindeki güç dengelerini muhafaza etmek için birbirleriyle çatışıyor. İdlib bölgesinde son günlerde Heyet Tahrir Şam (HTŞ) ile Ahrar-u Şam ve Nureddin Zengi gruplarının oluşturduğu Cephe Tahrir El Suriye (CTS) arasında yaşanan çatışmalar bölgedeki güç dengesini yeniden belirliyor. İdlib bölgesinde kontrol noktaları ve yerleşim yerleri sürekli el değiştiriyor. Bu nedenle çatışmasızlığın sağlanması bir kenara, hem çatışmaların aktörleri çoğalıyor hem de çatışmalar daha fazla alana yayılıyor. Önümüzdeki dönemde de muhaliflerin birbirleriyle ve Rejim güçleri ile çatışacakları, tarafların sıklıkla saf değiştirecekleri görülebiliyor.

Bir süre odak noktasını Deyr-i Zor bölgesine veren Suriye Rejim Güçleri, bu 
bölgede çatışmaların hafiflemesinin ardından yaklaşık beş yıldır kuşatma altına 
aldığı Şam yakınlarındaki Doğu Guta bölgesine insanlık dışı saldırılar 
düzenleyerek, sivillerin tahliyesine ve insani yardımların ulaşmasına engel 
oluyor. Şu an için ABD destekli Fırat’ın batısındaki PKK/PYD varlığına 
dokunamayan Suriye Rejimi ve Rusya’nın kısa vadedeki muhtemel hedefinin, diğer bölgelerde elini rahatlatmasının ardından çok sayıda muhalif grubun konuşlandığı İdlib bölgesine ağırlık vermek olacağı gözüküyor.

PKK/PYD terör örgütü tarafından Rakka’dan otobüslerle Suriye’nin batısına 
uğurlanan IŞİD terör örgütü mensupları da İdlib güneyinde boy gösteriyor.[viii] 
IŞİD’in yeniden bu bölgede sahneye çıkması İdlib bölgesindeki aktörlere bir 
yenisini daha ekliyor. Büyük ihtimalle önümüzdeki dönemde IŞİD ile başta HTŞ 
olmak üzere diğer gruplar arasında da çatışmaların yoğunlaşacağı görülebiliyor. 
Bununla birlikte IŞİD terör örgütünün İdlib’de konuşlu TSK birliklerimize 
yönelik saldırılar düzenleme ihtimali de dikkate alınmalıdır.

Zayıf bir ihtimal de olsa, yaşanması muhtemel bir diğer gelişme ise ABD’nin 
İdlib’e müdahalesi. CENTCOM Komutanı Orgeneral Votel’in; “İdlib gibi bölgelerde radikal grupların toplanması konusunda kaygılarının bulunduğunu, İdlib gibi yerlerin, birçok örgütün toplanma alanları haline geldiğini ve en nihayetinde bunlarla ilgilenmek gerekeceğini” ifade etmesi[ix] ABD’nin İdlib bölgesine müdahale sinyali olarak okundu. Her ne kadar bölgedeki Rusya, İran ve Suriye Rejimi varlığı nedeniyle ABD’nin İdlib’e müdahalesi oldukça zayıf bir ihtimal olarak görülse de, bazı ABD destekli muhalif bileşenleri ile bölgeye müdahale edebileceği de göz önünde bulundurulmalıdır.

El Eis bölgesinde TSK gözlem gücünün konuşlandırılması sırasında yaşandığı gibi diğer bölgelerde de İran’lı milislerle çatışma yaşanabileceği akılda 
tutulmalıdır. Bununla birlikte ABD tarafından eğitilen ve donatılan bazı muhalif 
grupların da çıkarlarına uygun görmeleri durumunda TSK unsurları ile çatışmaya 
girebilecekleri ya da PKK/PYD terör örgütü ile iş birliği yaparak gözlem gücü 
birliklerimize yönelik terör eylemleri düzenleyebilecekleri de kıymetlen  dirilmekte dir.

Sonuç

Afrin’de mevcut PKK/PYD terör örgütü varlığını sonlandırmak üzere başlatılan 
Zeytin Dalı Harekâtı başarılı bir ilerleyişle devam ederken, eş zamanlı olarak 
yurt içinde ve Irak kuzeyinde; PKK, IŞİD ve FETÖ terör örgütlerine karşı 
“kesintisiz mücadele stratejisiyle” kış aylarında da aralıksız operasyonlar 
devam ediyor. Birçok alanda farklı terör örgütleriyle mücadele eden ülkemiz eş 
zamanlı olarak İdlib bölgesinde çatışmasızlığın sağlanmasına yönelik askeri 
varlığını da artırıyor. Suriye’deki çok bilinmeyenli denklemin en önemli 
halkasının İdlib olacağı, pandoranın kutusunun kısa-orta vadede bu bölgede 
açılacağı da şimdiden görülebiliyor.

Hal böyle iken İdlib’de “Gerginliği Azaltma Kontrol Gücü” olarak konuşlanmasına 
devam eden TSK unsurlarının da zor şartlar altında görev yapacağı 
öngörülebiliyor. İdlib bölgesinde hem Rejim hem de muhalif gruplarla sıcak 
temasa girmek istemeyen Türkiye’nin, Astana’da varılan anlaşma gereği,  Afrin 
harekâtını tamamlamasını müteakip İdlib’de tam bir çatışmasızlık sağlamak için 
daha fazla enerji harcayacağı anlaşılıyor.

Rusya’nın kendisine yönelik saldırıların İdlib bölgesinden kaynaklandığını dile 
getirmesi, Rus uçağının bu bölgede düşürülmesi, İran’ın Türkiye varlığını 
istememesi, çıkarlarına yönelik olarak sürekli saf değiştiren grupların bölgede 
konuşlanması, IŞİD’in bölgede yeniden sahneye çıkarılması, Suriye Rejim güçleri ve İran’lı milis grupların muhaliflere karşı sürdürdüğü operasyonlar, 
çatışmasızlığın sağlanmasını daha da zora sokuyor. Afrin bölgesine yoğunlaştığı 
için yüksek perdeden sesini çıkarmasa da, Rusya’nın bu harekâtın tamamlanmasına yakın bir zamanda Türkiye’yi İdlib bölgesinin güvenliğini sağlamak üzere diplomatik alanda daha fazla sıkıştırmaya çalışabileceği okunabiliyor.  

İdlib bölgesinde çatışmasızlığın sağlanması için TSK’nın gözlem noktaları 
kurmasının yeterli gelmeyeceği kolayca anlaşılabiliyor. Suriye sahasında 
başarılı operasyonlar yürüten Milli İstihbarat Teşkilatının çatışmasızlığın 
sağlanması için yoğun bir çaba sarf ettiği de anlaşılabiliyor. Hem ülkemiz 
içerisindeki hem de Suriye ve Irak kuzeyindeki terör faaliyetlerini etkisiz hale 
getirmeye odaklanabilmek için Zeytin Dalı Harekâtı ile eş zamanlı olarak İdlib 
bölgesinde konuşlu muhalifleri tek çatı altında toplayabilmek, Suriye Rejimi ile 
muhalifler arasında çatışmaları önleyebilmek, muhaliflerin sürekli taraf 
değiştirebildiğini de göz önünde bulundurarak ellerindeki uzun menzilli ağır 
silah sistemlerini teslim etmelerini sağlamak gibi hususlarının ilk önceliğimiz 
olması gerektiği anlaşılmaktadır. Aksi takdirde İdlib bölgesindeki aktif güçler 
Türkiye ve TSK’yı köşeye sıkıştırmak isteyebileceklerdir. İdlib’de 
çatışmasızlığın tesis edilmesinin ve muhaliflerin tek çatı altında 
birleştirilmesinin PKK/PYD terör örgütünün bölgedeki varlığı önünde de büyük bir engel olacağı düşünülmelidir.

İdlib’de askeri çözümden daha çok diplomasi ve iknaya dayalı bir çözümün 
bulunması gerektiği, bu sayede bölgede konuşlu en radikal grupların dahi 
yumuşatılarak çatışmasızlığın sağlanabileceği, bununla birlikte TSK unsurlarına 
silah doğrultan her bir gruba bugüne kadar olduğu gibi misliyle karşılık 
verilmesi gerektiği değerlendirilmektedir.

KAYNAKÇALAR;

[i]https://aa.com.tr/tr/dunya/idlibde-tsk-konvoyuna-saldiri/1025322

[ii]http://www.trthaber.com/haber/gundem/idlibin-kuzeyinde-tsk-konvoyuna-bombali-aracla-saldiri-1-sivil-personel-sehit-348393.html

[iii]http://www.trthaber.com/haber/gundem/idlibde-gozlem-noktasina-saldiri-1-asker-sehit-349365.html

[iv]http://www.posta.com.tr/son-dakika-idlib-de-gozlem-noktasina-hain-saldiri-1-asker-sehit-5-asker-ve-1-sivil-yarali-haberi-1379188

[v]https://aa.com.tr/tr/dunya/pkk-pyd-idlibdeki-tsk-gozlem-noktasina-havan-topuyla-saldirdi-/971695

[vi]https://www.ntv.com.tr/dunya/rusyanin-suriyedeki-askeri-uslerine-ihalarla-saldiri,gdKb4ixbgkCbDEp6g5kDMQ

[vii] https://aa.com.tr/tr/dunya/suriyeli-muhalifler-idlibde-savas-ucagi-dusurdu/1053502

[viii] http://www.businessinsider.com/r-islamic-state-fighters-move-to-syrias-idlib-clash-with-factions-report-2018-2

[ix] http://www.trthaber.com/haber/dunya/centcom-komutani-votel-ypg-ile-ortakligimiz-surecek-352962.html


[i] http://www.tsk.tr/ZeytinDaliHarekati/ZDH_23

[ii] http://www.tsk.tr/BasinFaaliyetleri/BN_39


Uzman Hakkında
Erol Başaran Bural
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
erolbural@gmail.com

Uzmanın Diğer Yazıları

  İdlib’de Silahsızlandırılmış Bölge ve Silahsızlan(dır)ma-Tasfiye-Entegrasyon 
  İdlib'te Yaklaşan Felaket 
  İdlib Senaryoları 
  PKK Terörünün Kuluçka Makinası: Kandil 
  Taliban’dan IŞİD’e: Afganistan ve Terör Sorunu 
  ABD’nin Nükleer Anlaşmadan Çekilme Kararı ve Sonrası 
  Suriye’ye Atılan “Savaş Baltaları” ve Propaganda 
  Suriye İç Savaşında Pandoranın Kutusu: İdlib 
  Afrin’e Uzanan Zeytin Dalı 
  ABD Stratejik İletişiminin Çöküşü: PKK/PYD Üzerinden Yalanlar 
  İdlib Açmazı 
  İran Krizi PKK’nın İştahını Kabartıyor 
  Türkiye’nin 2017 Yılında Terörle Mücadele Stratejisi: Önleyici Kolluk ve 
  Kesintisiz Mücadele 
  PKK/PYD’ye Silah Yardımı Saçmalığı  
  Türkiye’ye Yönelik Terör Tehdidi: IŞİD’in Emni’leri  
  Neden Şemdinli? 
  IŞİD’in Yeni Modus Operandisi 
  İdlib’de Riskler ve Tehditler: Malhama ve İngimasi 
  Terörizmle Mücadelede Kamuoyu ile İletişim Yönetimi Nasıl Olmalı? 
  Uluslararası Toplum IŞİD’e Odaklanırken, Boko Haram Vahşeti Artıyor 
  IŞİD'den En Çok Türkiye Zarar Görüyor 
  IKBY’nin Bağımsızlık Referandumu, PKK Terör Örgütü ve Gerçekler 
  IŞİD Yalnız Kurtlarını Uyandırmaya mı Çalışıyor? 
  Terörizmle Mücadelede Terör Örgütü Lider Kadrolarına Yönelik Operasyonlar 
  PKK Terör Örgütünün Kitle İkna Silahları ve Propaganda Yöntemleri 
  Avrupa Birliği Terörizm Durumu ve Eğilimi Raporunda PKK Terör Örgütü 
  PKK/PYD’nin Yabancı Teröristleri 
  Terörizmi Küresel Alana Yaymak: Filipinler’de DAEŞ Varlığı 
  Brüksel'deki NATO Zirvesi ve Uluslararası Terörizmle Mücadele 
  Manchester’da Terör Saldırısı: DAEŞ’in Yalnız Kurtları ya da Uyuyan Hücrelerimi? 
  PYD ve PKK İlişkisini Anla(ta)mamak 
  Terör Örgütleri ve Propaganda: DAEŞ Terör Örgütü Örnek Olay İncelemesi 

***