SİYASETÇİLERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SİYASETÇİLERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Aralık 2015 Salı

SAHTE ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ TANIYALIM 8



SAHTE ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ TANIYALIM 8




Obama ve Sahte Atatürkçüler




İnan Kahramanoğlu,

“Atatürkçü Obama”!

Obama'cı Cumhuriyet Gazetesi












Obama'cı Cumhuriyet Gazetesi


Cumhuriyet gazetesi Obama’nın ziyareti boyunca verdiği mesajları o kadar çarpıtarak verdi ki, okuyanlar Obama’nın AKP’nin ipini çekmek için Türkiye’ye geldiğini zannedeceklerdi neredeyse.


Obama’nın iki günlük Türkiye ziyareti ile bir kez daha ortaya çıktı ki, içimizdeki Amerikanofillerin sayısı hiç de azımsanacak gibi değilmiş. Ve bazılarının içindeki Amerika aşkı gerçekten de bambaşkaymış.
Obama Türkiye gibi dünyada Amerikan karşıtlığının en yüksek olduğu bir ülkeye gelirken böylesine bir hüsnü-kabulle karşılanacağını bekliyor muydu bilinmez ama herhalde Türkiye’nin bu özelliğinin yanı sıra işbirlikçisi bol bir memleket olduğunu da söylemiştir birileri. Söylemedilerse adam kendisi bizzat görmüş oldu.
Obama’nın ziyareti sırasında ulusalcılar da dahil olmak üzere sevinç gösterilerinde dozu kaçıran pek çok kesim vardı. Obama’yı yağlamak için sıraya girenler arasında dudak uçuklatacak cinsten diyebileceğimiz tespitse Fatih Altaylı’dan geldi;“Atatürkçü Obama”!

Şimdi buna güler misin, Ağlar mısın?

Fatih Altaylı şaka filan değil, son derece ciddi bir biçimde şöyle yazmış: “ Anıtkabir’de yazdıkları ve bu konuşmasıyla Atatürkçü olduğunu gösterdi ”

Bizimkilerin bu Amerikan seviciliğini yalnızca Obama’nın başkanlık koltuğuna oturmasından sonra estirilen “ Değişim ” le açıklamak da mümkün değil. Öyle olsa belki anlaşılır bir durum deyip geçebilirdik. Ama dedik ya, durum hiç de öyle değil. Bugün Obama’ya güzelleme düzenlerin hemen tamamı daha önce Bush, ondan önce de Clinton için aynı şeyi yapıyorlardı. Clinton, biliyorsunuz, Türkiye’ye geldiğinde kucağına aldığı küçük bir çocuğa burnunu sıktırmıştı da gazete ve televizyonlarda aylarca bundan bahsedilmişti.

Bush’un ziyareti esnasında da yine pek bir şey değişmemişti. Gerçi Bush Amerikan emperyalizminin en saldırgan döneminde ve Irak işgalinin en kanlı günlerinde koltukta bulunduğu için azıcık daha mesafeyle karşılanmıştı ama Amerikancılarımız onu da boş geçmemişlerdi.Buna rağmen Amerikanofillerimiz toplum olarak tarihsel hafızamızın pek de kuvvetli olmamasına güvendiklerinden olsa gerek “Kötü çocuk Bush gitti, iyi çocuk Obama geldi” şeklinde özetleyebileceğimiz bir yaklaşımla açıklamaya gayret ettiler Obama’ya olan derin muhabbetlerini.

Ulusalcıların Obama aşkı


Tuncay Özkan'ın Obama'ya mektubu













Tuncay mektubuna bilindik tebrik cümleleriyle başlamış ve İlhan abisi gibi Obama’ya gaz vermeye girişmiş: “Size inanmak, güvenmek, Türkiye ve Amerika’nın barış kültürüne, medeniyete, insan uygarlığına el ele katkı sunmasını görmek istiyorum” Evet Tuncay böyle diyor; Amerika’yla birlikte dünyaya medeniyet götürecekmişiz!


Ama birileri, hatta tüm toplum unutsa bile tarih unutmuyor. Bugün Obama’ya yapılan övgüleri aynı çevreler yıllardır bütün ABD başkanları için tekrarlıyorlar.
Tabii Obama biraz daha “renkli” bir kişilik olarak görüldüğü ve iyi bir imaj mamülü olduğu için methiyede ölçüyü kaçıranların sayısı daha fazla oluyor sadece. O kadar ki, Obama’nın Ayasofya çıkışında gördüğü kediyi sevmesini bile manşetlere taşıdı necip Türk basınımız. E ne yapsın adam, hep Amerikancı köpekleri sevecek değil ya, bırakın biraz da kedi sevsin!
Obama’nın Türkiye ziyaretinde sadece Tayyip ve Gül’le değil muhalefet liderleriyle de görüşeceği açıklanmıştı. Tabii bu görüşme isteği hemen büyük bir nezaket örneği olarak gösterildi ve muhalefet kulislerini hareketlendirdi. Ancak Obama’nın niyeti muhalefeti grup halinde aradan çıkarmaktı. Onurlu muhalefet liderleri içinse kabul edilemez bir durumdu bu! Nihayetinde Obama’nın hepsini teker teker kabul edeceği açıklanınca bu küçük pürüz de temizlenmiş oldu. Obama aynı gün içinde bütün muhalefeti sıraya dizdi ve bu performansıyla da ayrıca alkış topladı.
Amerikancı liderlerimizin, Amerikancı, Kürtçü ve liberal çevrelerin Obama’yla hasbıhale bu kadar meraklı olmasına pek şaşırmadık doğrusu, ama ulusalcı cenahın bu Amerikancı ittifaktan bile hızlı çıkıp Obama’ya seranat çekmesi gerçekten de görülmeye değerdi. Daha düne kadar meydanlarda “Ne ABD, Ne AB, Tam bağımsız Türkiye” sloganı atan kitlelere öncülük etmeye çalışanların aslında ne kadar acınacak durumda oldukları da ortaya çıkmış oldu böylece. CHP lideri Baykal ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun baş başa verip Obama’nın “değişim” formülünü CHP’ye uygulayacaklarını açıklamaları ve özellikle Cumhuriyet gazetesinin Obama’nın gelişini selamlayıp tezahürat ekibine katılması en çok göze çarpanlardı.
Cumhuriyet gazetesi Obama’nın ziyareti boyunca verdiği mesajları o kadar çarpıtarak verdi ki, okuyanlar Obama’nın AKP’nin ipini çekmek için Türkiye’ye geldiğini zannedeceklerdi neredeyse.
Cumhuriyet’in ziyaretin ilk günündeki manşeti “laik demokrasi vurgusu” oldu ve “Obama’nın Atatürk’ün mirasını övdüğü” söylendi. İkinci gün ise Obama’nın Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemesi manşetteydi ve başlık bu kez Obama’nın “Türkiye’yi üye yapın” çağrısıydı. Böylelikle Cumhuriyet sadece Amerikancılık yapmayıp, “AB’cilikte de sınır tanımam” mesajı veriyordu adeta.
Obama’nın Meclis’te yaptığı konuşma aslında son derece açıktı ama buna rağmen farklı gazetelerde birbirinden çok farklı yorumlara yol açtı. Çeşitli çevreler tam da Cumhuriyet’in yaptığı gibi Obama’nın açıklamalarında kendi işine gelenleri cımbızlayıp haberleştirmeyi tercih ettiler. Ancak bu farklı yorumlar oldukça çelişkili bir durum da yaratmadı değil. Örneğin; Yeni Şafak başta olmak üzere Şeriatçı basın Obama’nın “İslam’la savaşmayız” mesajlarını manşete taşırken Cumhuriyet Ilımlı İslam projesinin artık yolun sonuna geldiğini yazıyordu. Fikirler farklılık gösteriyordu belki ama Obama hayranlığı ve Amerikancılık hepsinin ortak paydasıydı. Bu da Türk siyasetinin kısa bir özetiydi aslında; sağından soluna bütün siyasetler aslında tek bir Amerikancı programın savunucularıydı. Obama’nın gelişi belki de en çok bu gerçeği görmek açısından önemliydi. Cumhuriyet’in sorduğu şekilde sormak gerekirse “Amerikancıların farkı ne”demek belki daha da gerçekçi olur. Zira Obama’nın Bush’tan hiçbir farkı olmadığı ortada ama, asıl sorulması gereken Amerikancı muhalefetin ve iktidarın aralarında bir fark olup olmadığıydı. Obama’nın ziyareti bir kez daha gösterdi ki aralarında bir fark yokmuş.

Ulusalcılığın Sefaleti; “ Onu alma, Bizi al Obama”

Amerikancıları bir kenara bırakalım ama ulusalcılarımızın Obama hayranlığı gerçekten de utanç verici boyutlara ulaştı. Özellikle Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfadan verdiği değerlendirme yazıları buram buram Amerikancılık kokuyordu. “Obama’nın Farkı ne” ve “Obama farkı” başlıklı bu iki değerlendirme yazısında “Başkan Obama Türkiye’ye hoş geldi sefa geldi” deniliyor ve hemen ardından da Obama’dan beklentiler sıralanıyordu. Bu aslında ulusalcıların uzun zamandır AKP’yi yıkmak için ABD desteğini arkalarına alma niyetinin bu kez açıkça ortaya konmasından başka bir şey değildi. Kurgulanan senaryoya göre ABD, Şeriatçı AKP’ye karşı laik cepheyi destekleyecek, ve böylelikle AKP’den kurtulmuş olacaktık. Tabii ABD binbir itina ile iktidara taşıdığı ve yıllardır her türlü konuda da tam bir işbirliği içinde olduğu AKP’den niye desteğini çekecek, ya da diyelim ki bu desteği çekti, neden laik cepheyi tercih edecek, bu soruların mantıklı bir cevabı yok. Ama esas sorun bu da değil. Sorun şu; bugün kendisini ulusalcı olarak lanse eden kesimlerin hiçbirisinin ABD’den icazet almadan herhangi bir iş tutucak cesaretleri yok. Bu açıkça görülüyor. Öyle ki, AKP karşıtı muhalefet kendisini ABD’den alınacak bir desteğe endekslenmiş durumda. Bu tür bir ulusalcılığın AKP’den kurtuluş formülü de Obama’yı yağlayıp “onu alma, beni al” demekten öteye gidemiyor ne yazık ki. Demek ki, ABD istemezse ömür billah AKP ile yaşayacağız! Bu da ulusalcıların sefaleti değilse nedir?

Amerikancı ama laik!

Bu sefalet Cumhuriyet sayfalarında hem de açık açık yazılmış: “Başkan Obama’nın Türkiye’nin laik düzenine karşı bir tasarımın dışında kalmasını bekliyoruz. Amerika’nın uzun vadeli çıkarları da bunu gerektiriyor.. Başkan Obama Türkiye’ye hoş geldi sefa geldi… Biz konuğumuzun eski başkan Bush’tan farkını bu ziyarette görmek istiyoruz”
Neresinden başlasak acaba? Bir kere ABD’nin Kürt-İslamcı tasarımı doğrultusunda kurulup iktidara taşınan ve yedi yıldır açıkça desteklenen AKP iktidarından ABD neden vazgeçecek? İkincisi; laiklik acaba ABD’nin umurunda mı? Öyle ya, adamların böyle bir derdi olsa Ortadoğu’da onca Şeriatçı şeyhlikle iş tutmazlardı. ABD’nin en sadık destekçisi Şeriatçı Suudi Arabistan değil mi?
Ayrıca “ABD’nin uzun vadeli çıkarları da bunu gerektiriyor” ne demek? Nereden biliyorsunuz? Soran mı oldu? ABD’nin çıkarları açısından neyin iyi neyin kütü olduğuna acaba ne zamandır İlhan Selçuk karar veriyor?
“Başkan Obama hoş geldi, sefa geldi” kısmını isterseniz değerlendirmeye bile almayalım. Hatta duymamış, görmemiş olalım. Ama Bush’la Obama arasında ne fark varmış, bunu gerçekten merak ediyoruz. Kaldı ki İlhan Selçuk, Bush’un Türkiye’yi ziyaret ettiği günlerde de aynı beklentilerini Bush’a açık mektuplar yazarak iletmişti. Demek ki, O da aralarında pek bir fark görmemiş; ha Bush ha Obama, ikisine de aynı mektuplar, aynı istekler, aynı vaatler. Ama ille de bir fark aramak gerekiyorsa fark şu; Obama’ya verilen gaz bir hayli fazla. Bizimkiler Obama’yı gazlayıp, “sen Bush’tan farklısın, onun yaptıklarını yapma” diyorlar.
Ama Obama Ermeni meselesi ve Ruhban Okulu başta olmak üzere pek çok konuda Bush’a bile rahmet okutacak açıklamalar yaptı ve bizimkilerin hevesi daha başta kursaklarında kaldı.
Ancak bunun bile bizimkilerin Obama aşkına mani olamadığını görüyoruz. Şu sözler Cumhuriyet’in Obama’dan beklentilerini sıraladığı değerlendirme yazısından: “Ancak Obama’nın eski başkan Bush’tan bir farkı olmalı ve ılımlı İslam devleti gibi bir projeden vazgeçtiği duyumsanmalı”.Tabii hemen, emredersiniz. Cumhuriyet istedi ya, Obama hemen AKP’yi tepetaklak edecek ve Atatürkçü bir iktidara kavuşacak Türkiye. Buna kargalar bile güler ama ne yaparsınız, ülkenin “en Atatürkçü” isimlerinin ülkenin “en Atatürkçü” gazetesinde yazdıkları ne yazık ki bunlar. Bu da Türkiye’nin en büyük talihsizliği değilse nedir?

Ha, farzedelim ki, Obama AKP’den desteğini çekti ve bizimkilerin kurguladığı gibi laik cepheyi destekleme kararı aldı, bunun sonucu ABD’nin bölgesel sömürgeci projelerinin bu kez ulusal güçler vasıtasıyla yürütülmesinden başka ne olabilir? Yani AKP yıkılacak ve laik bir iktidar kurulacak ama Türkiye sözde Ermeni soykırımını kabul edecek, Kürdistan’ı tanıyacak, patrikhanenin ekümenikliğini tanıyacak, PKK ile masaya oturacak …Bu aslında AKP’nin iktidarda kalmasından daha kötü bir seçenek değil mi? Düşünsenize Türkiye’nin parçalanması ve paylaşılması planının Atatürkçü-milliyetçi bir iktidar eliyle uygulandığını. Bu, toplumdaki mevcut direnme potansiyelinin de tümüyle yok edilmesi demek olur ki, gerçekten de en kötü seçenek budur.

Ama yine de kimse heveslenmesin; ABD kiminle iş tutacağını çok iyi bilir ve asla ama asla ulusalcı bir iktidarla iş tutmaz. Bu iki kere iki dört kadar kesindir. Nasıl bu kadar kesin konuşuyorsunuz derseniz; İlhan Selçuk, Bush’a da zamanında mektuplar döşenip “AKP’yi değil bizi tercih et” çağrılarında bulunmuştu ama sonuç hüsran olmuştu. 15, 16 ve 18 Kasım 2006’da İlhan Selçuk’un köşesinden Bush’a seslendiği mektuplarında bugün Obama’ya yaptığı çağrıların aynıları vardı. 

15 Kasım tarihli mektubunda İlhan Selçuk, Bush’a “ Ortadoğu’da Türkiye’yi kullan ” Çağrısı yapıyordu:“ 

Bush, Ortadoğu’da bir yeni istikrar arayışına yönelmek zorundaysa bu işe Türkiye’den başlaması aklın yoludur. 
(...) Amerika kaş yapayım derken göz çıkarıyor... Bugün ülkemizde Amerikan aleyhtarlığı görülmemiş biçimde yoğunlaştı, dinciler–iktidar dışında-ateş püskürüyorlar, ulusalcılar dincilerden geri kalmıyorlar. (...) Ortadoğu cehennem... 

Bu cehennemde ne yapacağını şaşıran Başkan Bush’un Türkiye’de dincilik ve bölücülük siyasetlerini bir yana bırakarak Atatürk’ün laik Cumhuriyetini Ortadoğu’da bir denge unsuru gibi düşünmesi gerekiyor...

” 16 Kasım tarihli mektup ise daha açık bir şekilde Ortadoğu’da “ABD çıkarları için yeni bir iktidara ihtiyaç olduğu ” vurgusu taşıyordu: “ Bush yönetimi ne yapmalı?.. Bir yandan Ilımlı İslam Devleti tasarımında dinci iktidarı, öte yandan terör örgütü PKK’yı kullanarak Türkiye’yi sıkıştıran Başkan Bush bu tutumundan vazgeçmelidir; zararın neresinden dönerse dönsün, kârdır... AKP’nin toplum temelinde oy desteği zayıflıyor, geriliyor; ülkede Amerika düşmanlığı yükseliyor, yoğunlaşıyor... ABD’nin Ortadoğu tasarımında ‘revizyon’a, Türkiye’de ise yeni bir iktidara gerek var!..”

Ergenekon tertibi bile ulusalcıların Amerikancılığını yok edememiş
Bunca çabalamaya rağmen, aradan geçen zaman Bush’un İlhan Abi’yi pek de iplemediğini gösteriyor zira bu süreçte ABD, AKP’den desteğini çekmeyi bırakın, bir de Ergenekon tertibini uygulamaya sokarak İlhan Selçuk’un da sanık olarak yargılandığı bir tasfiye operasyonunu da büyük bir hızla uygulamaya soktu. Ordu ve toplumun Atatürkçü kesimleri bu operasyonla o derece pasifize edildi ki, bugün sokağa çıkıp eylem yapmayı bırakın, Atatürkçüyüm demek bile neredeyse suç haline geldi.

Peki bunların müsebbibi kim; ulusalcıların “bizi tercih et” diye yalvardıkları ABD ve başkanı Obama değil mi?

Bu da sefilliğin daniskası değil mi aslında. Adam kalkmış Ordu’nu yok etmek için seni de içine alan bir komplo kuruyor ama sen yine de adamın elini ayağını öpüyor, “medet ya Obama” diyorsun hâlâ. Gerçekten de utanç verici bir durum. Sonunda ölüm bile olsa insan en azından onuruyla ölür, ama bu kadar acizlik, hele hele bir de Atatürkçülük adına yapılıyorsa bunu sineye çekemeyiz, kimse kusura bakmasın!

Tuncay da Silivri’den Amerikancı koroya katıldı

Ulusalcılık gibi temelinde Amerikan karşıtlığı olması gereken bir duruşun bu denli Amerikan muhibbi olması gerçekten de düşündürücü. O kadar ki, Ergenekon tertibi bile ulusalcıların Amerikancılıklarını öldürmeye yetmemiş. Türkiye AKP iktidarına nasıl mahkum edildi, bugün AKP karşıtı muhalefet niçin başarılı olamıyor diye merak ediyorsanız, işte tam da buraya bakmak gerekir. Amerikancı bir ulusalcılık Türkiye’yi kurtarayım derken aslında bir çuval inciri berbat etmiş ve Türkiye’yi ABD-AKP cephesine teslim etmiştir. AKP aslında bu “ulusalcı” Amerikancılarımızın Türkiye’ye hediyesidir. Bu Amerikan muhipleri arasında birisi var ki, onu anmadan geçmek olmaz. Malum kişi; Tuncay Özkan. Nam-ı diğer Zübük Tuncay.

Zübük biliyorsunuz “beni de alın, beni de alın” diye yeri göğü inlettikten sonra nihayet muradına ermiş ve içeri alınmıştı.

Ama Zübük bu durur mu, bu seferde kalkmış Silivri Cezaevi’nden Obama’ya mektup yazmış, Amerikancı koroya katılmış. Ancak bu durum belki de hayırlı olur zira ilk kez kendi küçük taraftar grubundan da Tuncay’a veryansın edip “bu kadar da olmaz” diyenler çıkmış. Hadi hayırlısı. Tuncay mektubuna bilindik tebrik cümleleriyle başlamış ve İlhan abisi gibi Obama’ya gaz vermeye girişmiş: “Size inanmak, güvenmek, Türkiye ve Amerika’nın barış kültürüne, medeniyete, insan uygarlığına el ele katkı sunmasını görmek istiyorum”

Evet Tuncay böyle diyor; Amerika’yla birlikte dünyaya medeniyet götürecekmişiz! Belki yakında Irak’a olduğu gibi İran’a da medeniyet götürür Amerika ve bakarsınız bu sefer biz de onlarla el ele gönül gönüle katılırız bu işe, ne dersiniz!Ancak Tuncay’ın da hevesi kursağında kalacak gibi zira gönderdiği mektup Obama’ya ulaştı mı, orası bile meçhul.

Dolayısıyla Tuncay için içerden çıkmanın tek bir yolu kalıyor. Biliyorsunuz Tuncay “Apo’yu destekliyorum” diyerek Apo’nun Kürt sorunun çözümü için kullanılabileceğini söylemişti daha önce. Şimdi Obama’nın gelişiyle birlikte Apo’nun içerden çıkıp Meclis’e girme ihtimali de güçlendi. Dolayısıyla Apo yarın Meclis’e girdiğinde belki eski dostu Tuncay’ın bu desteğini karşılıksız bırakmaz, onu çıkarmanın bir yolunu bulur. Bir de bağımsız Kürt devleti kurulursa bakarsınız Tuncay Roj TV’de “anchorman” olarak işbaşı bile yapabilir. Olmaz olmaz demeyin! Söz konusu Tuncay’sa gerisi teferruattır.

“Obama Defol” diyebilmek

Güzel Türkçemizde güzel bir söz vardır; “güleriz ağlanacak halimize” diye. Ulusalcılarımızın iflah olmaz Amerikancılıkları bundan daha iyi açıklanamaz herhalde.

Türkiye ABD’nin BOP projesi içinde bölünüp parçalanırken, bir yanda Ermeni soykırımı iddiaları, bir yanda kürt devleti, bir yanda PKK terörü derken ve bir taraftan da cumhuriyetin temel direklerinden Türk ordusu Ergenekon türü uydurmalarla tasfiye edilirken; ülkeyi kurtarmak adına, Atatürkçülük adına ortaya çıkıp liderlik yarışına girenler bütün bu planların baş tertipçisi ABD başkanını görünce süt dökmüş kediye dönüyorlar. ABD’ye yaranmak için, küçük bir destek koparmak için kırk takla atıyorlar. Bu durumda, belki kızanlar da olacaktır ama, bunları nasıl Atatürkçü kabul edebiliriz, Türkiye’yi bu bataktan bunların çıkaracağına nasıl inanabiliriz?

Mustafa Kemal, Osmanlı’nın işgal edildiği dönemde o günün mandacılarına bakıp “Bir kişi de çıkıp ya istiklal ya ölüm diyemiyor” diye isyan etmişti. Şimdi dünün mandacılarının torunları, bugünün sözde ulusalcıları da aynı şeyi yapıyorlar. Birisi bile çıkıp Obama Defol ” diyemiyor. Ama biz mandacıların değil Mustafa Kemal’in çocuklarıyız ve hiç kıvırtmadan, hem de bütün gücümüzle bağırıyoruz; Obama defol!

(Sayı 232, 13/04/2009)

http://www.turksolu.com.tr/sehit/secmeulusal8.htm


..

SAHTE ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ TANIYALIM 7




SAHTE ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ TANIYALIM 7



Soner Yalçın'ın  Irkçılığı ve Kürtseverliği.,

Ali Özsoy
Bir numaralı ırkçı Soner












Soner Yalçın





















Hatırlanacağı gibi Soner’in Masa tv’si TÜRKSOLU’nu ırkçılık ile suçlamıştı. Gerekçeleri de TÜRKSOLU’nun Kürt istilasıyla ilgili tezleri gündeme getirmesiydi.


Abdullah Öcalan ve Yalçın Küçük












Doğu kendini Atatürk zannetmeye başladı. Yalçın Küçük ulusalcılık şampiyonu oldu. Soner Yalçın ise Sabetayist delisi… Ama istisnasız hepsi bir şekilde hâlâ Abdullah Öcalan’ı savunuyor. Bu ancak Kürtler arası bir hizip ve fraksiyon çatışmasının işareti olabilir. Ya da çok daha kestirme bir yanıt verelim. Apo dâhil hepsi aynı “masa”dan… 

Aslında ırkçılık suçlaması son yıllarda Türkiye’de son derece yaygın… Bu suçlamanın muhatabı genellikle Türkler… Ama işin ilginç yanı bu ithamda bulunanların kendilerinin genellikle Kürt veya Ermeni ırkçısı olmaları ve çok azgın birer Türk düşmanı olmaları…
Bu kesimlerin iddialarına göre Türkiye’de bir Türk ırkçılığı var ve hızla büyümekte. Ancak ne hikmetse Türkiye’de öldürülenler, teröre kurban gidenler, ırkçı mafyaya haraç ödeyenler hatta 1000 yıllık köyünü, mahallesini terk etmek zorunda kalanlar yine Türkler.
Soner Yalçın da Türklere yönelik ırkçılık suçlamasını tekrar edenlerden biri… Bu da artık insana insaf dedirtiyor.
Soner, sen Türkiye’deki Yahudi düşmanlığını körükleyen, Sabetayist histerisini başlatan, 1940’ların Nazi çılgınlığından sonra ilk kez insanları soy-sop avcılığına teşvik eden adam değil misin?
Irkçılık ithamı herhalde en son senin ağzına yakışıyor.
Soner tam bir ırk “bilimci”dir. “Efendi” isimli iki ciltlik kitabında tüm Osmanlı tarihini tarikatların mücadelesi, tarikatların tarihini de Yahudi ırkının “sızması” çerçevesinde incelemiştir.
Bu yolda kendisinin baş yol göstericisi yine Yahudilere kafayı takmış olan Yalçın Küçük’tür. O da “Tekelistan” isimli bir kitap yazmış, bu kitapta sözde Türkiye’yi yöneten tekelci Yahudi gücünü ortaya çıkarmıştır.
Tekelistan deyince insanın aklına büyük sermaye grupları ve tekelci finans kapital gelebilir. Zannetmeyin ki Soner Yalçın ve Yalçın Küçük sınıfsal analiz yapıyor, Türkiye’de büyük sermayenin bileşenlerini tahlil ediyor. Ama nerede Soner ve Yalçın gibilerde öyle cesaret… Tamamen ırksal analiz, soy sop takıntısı, bir de Yahudilik hafiyeliği…
Türkiye’de emperyalizmin egemenliği ve gerçek işbirlikçileri böylelikle el çabukluğuyla ortadan kaldırılıyor. Yerine 17. yy.da ortaya çıkmış efsanevi bir grubun egemenliğine dayalı bir tarih tezi konuyor.
Ne yani Sabetayistler olmasa Türkiye’ye emperyalizm gelmeyecek miydi? Örneğin Vahdettin, Damat Ferit Sabetayist mi? Özal, Demirel veya Recep Tayyip?
Komplocu kafa bu yanıtı kolay verir. Onlara göre Türkiye’yi yöneten ya çok ama çok gizli Yahudidir ya da zaten etrafı Yahudilerle ve Sabetayistlerle çevrili bir kukladır. Zaten komplo teorisini çürütemezsiniz. Çünkü kapalı devre bir gerçekçilik içinde kendi sağlamasını her zaman yapar.
Hitler Almanya’nın başındaki tüm belaların sorumlusu olarak Yahudileri görürdü. Almanya’yı Yahudi komplosundan kurtarmaya yemin etmişti. Türkiye’de ırkçılık hiçbir zaman etkili olmamış bir akımdır. Ancak bir ara bu tür bir çılgınlığı Nihal Atsız’lar yapmış.
O zamanlar herkesin soyunu sopunu araştırıp bir yerden Yahudi bulma saplantısı moda olmuş. Reha Oğuz, Nihal Atsız’ın kafasını bir gün karpuz seçer gibi yoklamış. Bir bakmış Türk kemiği yok. Bunun üzerine Nihal Atsız çok sinirlenmiş ve Reha Oğuz’un bütün sülalesini dökmüş ve Türk hariç her şey olduğunu ilan etmiş. Eski ırkçıların ilginç bir özelliği de bu tür bir Türk olmamak kompleksine sahip olmalarıdır.
Şimdi Soner ve Yalçın, Atsız’lardan tam yarım asır sonra yine bu sapık tarih ve ırk anlayışını dirilttiler. Artık herkes kim Selanikli kim değil bununla uğraşıyor. Soner ve Yalçın isim bilim diye bir şey uydurmuşlar. Herkes harfleri toplayıp çıkartıyor. Bundan âlâ ırkçılık mı olur? İnsanların ismini sorun yapanlar Hitler veya Jivkov özentisi değildir de nedir?


Yahudi düşmanlığında maksat ne?


Ve tıpkı 1940’ların ırkçıları gibi bu yeni ırkçılar da aslında Türklükle sorunlu bir ilişkiye sahipler.
Soner ve Yalçın’ın ortak noktası Yahudi kompleksi ama aynı zamanda Kürt hayranlığı. Evet, bu isimler Yahudi ırkçılığını körüklüyorlar ama Türkçü de değiller. Hatta ilginç bir şekilde Soner Yalçın aynı zamanda bir İsrail hayranıdır.
Çalıştığı gazete Türkiye’de Amerikancılığın ve siyonizmin bir numaralı sözcüsüdür. Bunun yanı sıra İsrail’e karşı güncel siyasi bir tavır aldığı da görülmemiştir. Soner Yalçın’ın “Bay Pipo” isimli kitabı ise baştan aşağı MOSSAD hayranlığı ve Hiram Abas’ın efsaneleştirilmesinden ibarettir. O Hiram Abas ki, ismi bile Yahudi menşeli, tüm hayatı MİT-MOSSAD-CIA üçgeninde geçmiş, Mahirlerin katili olarak sivrilmiş bir ajandır.
Yani aslında Soner Yalçın anti-siyonist de değildir. Zaten kimse Soner Yalçın’ın böyle bir kaygısı olduğu için Sabetayizm meselesini ele aldığını zannetmesin. Daha önce dediğimiz gibi Soner gibiler “masa”lara bağlı çalışırlar. Bir yönelimin işaretini alırlar. Sonra önlerine dosyalar gelir. Sonra kamuoyu oluşturmak için kitaplar yazılır. Yani olay Nihal Atsız’ınkinden bile vahimdir. O belki kendi davasına gerçekten inanıyordu.
Oysa Soner hem Yahudi hayranıdır hem de Yahudi düşmanlığının körüklenmesi gibi bir operasyonun baş aktörüdür. Çünkü böylelerinin her kitabı “masa”da yazılır ve aslında birer operasyondur.
Soner Yalçın ve Yalçın Küçük birden bire, aynı anda neden Yahudi düşmanlığına gaz verdiler?
Düşünün bir kere Türkiye’de Yahudi bile kalmamış. Çoğu İsrail’e gitmiş. Öyle ki, neo-ırkçılarımızın mecburen mezar taşlarında Yahudi arıyorlar.


Maksat Kürt istilasını gizlemek


Peki, soruları biraz çoğaltalım. Acaba Yahudiler Türkiye’yi ele mi geçirmek istiyor? Mesela bilinçli bir politikayla sürekli üreyen ve çok planlı bir göç politikasıyla şehirleri ele geçiren bir Yahudi topluluğu mu var Türkiye’de? Bizim bildiğimiz dünyadaki tüm Yahudileri toplasan böyle bir tehlike oluşturamaz. Zaten adamlar Filistin’i bile ele geçiremiyor.
Devam edelim. Türkiye’de acaba tüm inşaat sektörünü, turizmi, ticareti, eğlence sektörünü ve yeraltı ekonomisini ele geçiren bir Yahudi sermayesi mi var?
Kıyı şeritlerini ele geçirip, büyük kentlerde kurtarılmış bölgeler ilan eden bir Yahudi komplosundan bahsedebilir miyiz örneğin?
Veya bir Yahudi mafyası var mı?
Türkiye’de her siyasi partide kendi dayanışma ağını kuran, tarikat-aşiret yapılanmasıyla Türkiye’nin doğusunda da batısında da hem milletvekillerini hem de belediye başkanlıklarını tekeline alan bir gizli Yahudi örgütlenmesinden bahsedebilir miyiz acaba?
Tabii en can alıcı soruya gelelim. Türkiye’yi emperyalist devletlerin desteğiyle parçalamak ve kendi kukla devletini kurmak için yıllardır bu ülke halkına kan kusturan bir Yahudi teröründen bahsedebilir miyiz?
Bu sorulara yanıt bile vermek gerekmez. Nereden çıktı bu Yahudi düşmanlığı? Yanıt çok açık... Soner Yalçın ve Yalçın Küçük gibilerinin Sabetayist tezlerini ortaya atmaları tamı tamına TÜRKSOLU’nun Kürt istilası tezini ortaya atmasıyla eş zamanlıdır. Ve not edelim bu iki isim de PKK’yla bağlantılı ve Kürt hayranı kişilerdir.
Türk milleti gerçekten de kendini büyük bir tehdit altında hissediyor. Ama ne Yahudilerden ne de Sabetayistlerden değil. Doğrudan doğruya Kürt istilasını yaşıyoruz. Memleketimizin dağlarında Mehmetçik kurşunlanıyor. Şehirlerimizin sokaklarında bayraklarımız yakılıyor, insanlarımız haraca bağlanıyor, sokağından köyünden kovuluyor. Meclis işgal altında… Sermaye Kürt baronların elinde birikiyor. Ekonomide manzara aynen Osmanlı’nın son dönemlerindeki gibi... Türkler parasız, sermayesiz, kendi ülkelerinde Kürtlerin marabası olmaya zorlanıyor.
TÜRKSOLU “ırkçıymış”! Kürt istilasını biz mi başlattık?
Kimse kimseyi kandırmasın. Türk milleti içinde büyük bir milliyetçi uyanış ve Batı destekli bu istilaya karşı tepki var. İşte maksat bu uyanışın önüne geçmek…
Yahudi komplosu tezleri tam da bu yüzden ortaya atıldı.
Komploya ne gerek var beyler? ABD ve Kürt işbirlikçileri gösteregöstere vatanımızı elimizden alıyor.
Ancak bu gerçeğin gizlenmesi lâzım; çünkü aksi takdirde ABD düşmanı milliyetçi bir hareket gelişebilir. Bu yüzden Yahudi komplosu ortaya sürüldü. Hem de en büyük Yahudi dostu Aydın Doğan’ın yayınevi aracılığıyla. Ama küçük bir sorun vardı. Türkiye’de Yahudi yok. Ne yapacağız? O zaman Sabetayist avına çıkalım.


Atatürk’e bile Yahudi dediler


Türkiye’de birkaç bin Yahudi kalmış. Düşünün bir kere eğer İsrail ve ABD Türkiye’yi bölmek istese bu birkaç bin Yahudi ne işe yarar? Orada tonla Kürt aşireti duruyorken İsrail niye böyle bir aptallık yapsın?
Ama Soner Yalçın ve Yalçın Küçük’e göre durum böyle değil. Türkiye’de aslında sayıları yüz binleri bulan gizli Yahudiler varmış. Bunlar Türk isimleri taşıyor ve hatta camiye gidiyorlarmış. Ama aslında fanatik Yahudilermiş. Tüm sektörleri ele geçirmişler. Hatta öyle ki, Cumhuriyet tarihinde olumlu ne kadar iş varsa bunların eseri, ne kadar aydın, sanatçı varsa yine bunlardan. Klasik dinci tez: “Cumhuriyeti aslında Yahudiler kurdu.”
Yahudilerin bir kısmı Türkleştiyse bundan niye gocunursunuz? Ancak içten içe çok büyük bir Türk düşmanlığı var Soner Yalçın ve Yalçın Küçük’te. Onlara göre Osmanlı tarihinde de Cumhuriyet tarihinde de Türklerin hiçbir etkisi yok. Tüm yakın tarihimiz Sabetayist-Çerkes ve Kürt partilerinin çatışmasından ibaret. İnsanın sorası geliyor. Türkiye’de Türk yok mu? Yokmuş. Kurtuluş Savaşı’nı bile Çerkesler ve Sabeyatistler vermiş.
Ve en büyük psikolojik savaş: Soner’e ve Yalçın’a göre aslında Atatürk de Türk değilmiş. Türkiye’de Türk bırakmayan “araştırmacılarımız” Türklerin Ata’sı Atatürk’e de dil uzatıyorlar. Oysa Atatürk hem anne hem de baba tarafından öz ve öz Türk’tür. Kendisi “doğuştan gelen tek övünç kaynağım Türk olarak dünyaya gelmemdir” diyecek kadar milliyetçidir.
Neymiş büyük bilimsel tez? Osmanlı’da ve Cumhuriyet döneminde adında “Efendi” geçen herkes aslında Sabetayistmiş. Selanik de Sabetayistlerin başkenti. Atatürk’ün gittiği ilkokul ne? Selanik’teki Şemsi Efendi İlkokulu… Peki, bu okul ne okulu olabilir? İsminde “Efendi” geçtiği için olsa olsa Sabetayist okuludur. Peki, acaba Atatürk niye bu okula gitti?
Komplocularımız burada duruyor ve şöyle diyorlar. Burasını yanıtlamayacağız. İlgilenen araştırsın. Nasıl büyük bir alçaklık değil mi? Bari lafı sonuna kadar götürseler.
Tabii bu deli saçması tez tam ırkçılığın düşünsel düzeyini yansıtıyor. Hep düz mantık, hep iftira, hep komplo… Adında “efendi” olan Sabetayistmiş… O zaman Türkiye’deki tüm kapıcılar aslında Yahudi, bizim haberimiz yok.
Bir de gizemli bir havayla ekliyorlar: “Mustafa Kemal hep korunan bir isimdi…” Yani Yahudilerin veya gizli Yahudilerin Atatürk’ü kolladığını ve yükselttiğini iddia ediyorlar.
Tüm hayatı boyunca iktidarla çatışmış, hem Abdülhamit, hem İttihatçılar hem de Vahdettin döneminde defalarca ölümün eşiğinden dönmüş, hapse girmiş, sürgünler yemiş, geldiği her mevkiyi söke söke kazanmış büyük bir devrimciye “korunuyordu” ithamı büyük bir hakarettir.
“Korunan”, her dönemin adamı olan, sizin gibi “masa” mensuplarıdır. Haddinizi bilin.


Bilim ile ırkçılığın savaşı


Soner Yalçın’a göre yaptıkları ırkçılık değil. Onlar “isim bilim” ve “mezar taşı bilimi” diye daha önce kimsenin duymadığı ama Batıda çok yaygın olan “ihtisas konularını” hocası Yalçın Küçük ile birlikte Türkiye’ye getiriyorlarmış. Niyetleri yanlış anlaşılmamalıymış.

Bir kere bilim her şeyden önce ırk diye bir kategori kabul etmez. Tarih ise ulusların ve medeniyetlerin mücadelesidir, ırkların değil.

TÜRKSOLU’nun Kürt istilası tezi tamamen sosyolojik ve demografik analizlere dayanan bilimsel bir tezdir. Irk kategorisine dayanmaz. Çünkü zaten bize göre Kürt diye bir ırk yoktur. Kürtler, Farsçanın çeşitli lehçelerini konuşan Araplığını, Türklüğünü ve Farslığını yitirmiş karma bir aşiret federasyonudur. Kendi ortak dilleri bile yoktur. TÜRKSOLU bırakın Kürt ırkını Kürt diye bir ulusun bile varlığını kabul etmiyor.

Soner ve hocası Yalçın’ın tersine bizim kimsenin soyuyla, sopuyla, ismiyle, mezar taşıyla işimiz yok. Kim Türk’üm derse bizim için Türk’tür. Zaten Atatürk milliyetçiliği de budur. Ama biz olaylara Türk ulusunun penceresinden bakıyoruz. Ve asla inkâr edilemeyecek bir gerçeği saptıyoruz. Türkiye Türksüzleştiriliyor. Bu gerçek MGK raporlarına kadar girmiş sosyolojik ve demografik bir olgudur. Bu ülkenin antiemperyalist devrimcileri olarak Türk milletini uyarmak da bizim görevimiz.
Ama ne hikmetse bir grup eski Aydınlıkçı ve her daim Apo hayranı sözde yazarlar topluluğu hem Kürt hayranlığında ve ırkçılığında sınır tanımıyor hem de Türk toplumuna ısrarla Yahudi düşmanlığını aşılamaya çalışıyor. İşte buna istihbarat operasyonu ve psikolojik savaş denir.


Doğu-Yalçın-Soner


Burada aynı “masa”nın ortaklarından biraz bahsedelim. Doğu Perinçek, Yalçın Küçük, Soner Yalçın…
Bunların hepsi 1990’da en hızlı Kürtçülerdir. Hepsinin hayatı şaibelidir. Doğu’yu anlatmaya gerek yok. Soner’den de çok bahsettik. Yalçın Küçük ise kendi iddiasına göre hem 27 Mayıs’taki öğrenci hareketlerini başlatmış, hem Türkiye’ye sosyalizmi getirmiş, hem bu arada Kıbrıs’a gidip istihbarat subaylığı yapıvermiş sonra Türkiye üzerine binlerce sayfalık tezler yumurtlamış, kendi heykellerini yaptırıp, kitap kapağına koydurtmuş bir “dehadır.”
Hepsinin ortak özelliği 1989-1994 arasında çok hızlı Apoculuk yapmalarıdır. Yalçın Küçük, Apo’ya “sayın başkanım” derken, yazdığı deli saçması kitaplarında Türkiye’nin aslında emperyalist bir ülke olduğunu, sözde “Kürdistan”ı sömürdüğünü, Kurtuluş Savaşı diye bir savaş yaşanmadığını, hatta kimsenin bu savaşta ölmediğini, Atatürk’ün İngiliz ajanı olduğunu söyleyebilecek kadar çılgın bir Türk ve Atatürk düşmanıdır. Şu anda o da Soner’in Masa tv’sinde yazar.
Doğu’yu zaten tanıyoruz. Apo’yla çiçek bahçelerinde, el ele göz göze… 2000’e Doğru dönemlerinde Türk düşmanlığını, Kürt ırkçılığını o derece abartmıştı ki; Anadolu’da aslında Türk kalmadığını, yaşayan herkesin eski kavimlerden olduğunu iddia ediyordu. Kendi yakın çevresinde Ermeni kökenleriyle övünüyordu.
2000’e Doğru’da Hülya Avşar ile bile röportaj yapıp ona Kürt olduğunu söyletiyorlardı. Türklerin ağız yapısının şarkı söylemeye müsait olmadığını, iyi şarkıcılarının hepsinin aslında Kürt veya Ermeni olduğunu öne sürüyorlardı. Doğu Masa tv’de yazmıyor ama bütün döküntü elemanlarını oraya göndermiş, orada çalıştırtıyor.
Soner’in bir dönem PKK yayın organı gibi çalışan 2000’e Doğru ve Aydınlık macerasını ve Ahmet Cem Ersever operasyonundaki rolünü biliyoruz.
Bu isimlerin hepsi ama istisnasız hepsi 1995 yılında aniden “Atatürkçü” ve “ulusalcı” oldu. Tam 28 Şubat öncesi bu dönüşüm ansızın gerçekleşti. Doğu’yu biraz arkadan takip eden Yalçın Küçük bizzat şöyle diyordu: “ Doğu Perinçek, Kürt hareketiyle subaylar arasında köprü olabilir.”
İstisnasız hepsi bir şekilde hâlâ Abdullah Öcalan’ı savunuyor. Güya Apo Türkiyeciymiş. Hatta Soner’e göre Barzani Yahudi olduğu için Apo daha da acar ve Türkiyeci…
İyi de Türkiye’de binlerce insanın kanına Barzani girmedi ki! O oranın ABD köpeği… Bir insan neden Barzani’ye bu kadar düşman olup Apo’yu bu kadar çok sever? Bu ancak Kürtler arası bir hizip ve fraksiyon çatışmasının işareti olabilir. Ya da çok daha kestirme bir yanıt verelim. Apo dâhil hepsi aynı “masa”dan…
Şimdi bu “masa” Türklere diyor ki: “Kürtlerle kardeş olun, Yahudilere düşman…”
Bizim tek sözümüz var. Türkler milliyetçi olun.
Ve vatanınıza göz diken herkese düşman olun.



(Sayı 244, 13/07/2009)



..








SAHTE ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ TANIYALIM 5



SAHTE ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ TANIYALIM 5




Soner Yalçın'ın Efendisi Kim?


Ali Özsoy

Oda değil Masa Tv

Bilindiği gibi Aydın Doğan’ın her türlü kesime seslenen pek çok yayın organı vardır. Bu gazetelerin yanı sıra Aydın Doğan’ın artık bir de küçük “odası” var. Ulusalcı-istihbaratçı küçük bir internet sitesi bu; adı Odatv. Resmen Aydın Doğan ile bağlantılı değil. Ama Aydın Doğan’ın maaşlı elemanı Soner Yalçın üzerinden yürüyen bir site burası.
Ne olacak canım, insan ek iş olarak internet gazeteciliği yapamaz mı denebilir? Ancak Soner Yalçın burada ek iş olarak değil, daha çok ek mesai olarak çalışıyor. 

Hatta her hafta Hürriyet’te yayınlanan yazılarını birkaç gün önceden Odatv’de yayınlamaktan gocunmuyor. 

Soner Yalçın: Binbaşı Ersever'in İtirafları



















1993 yılında Soner Yalçın’ın ismi Aydınlık gazetesinde parladı. Ama bir cinayetten dolayı. Kamuoyunda JİTEM olarak bilenen kuruluşun kilit isimlerinden Binbaşı Ahmet Cem Ersever ile Soner Yalçın uzun bir röportaj yaptı. İstihbarat dünyası karışınca böyle olur. Millet hemen Aydınlık’a gider. 
Nasıl olsa onlar her türlü pisliği kaldırır. O zamanlar Aydınlık adeta PKK yayın organıdır. “Ersever’in İtirafları”nı yayınlayıp, “Kürt halkına yönelik kirli savaşı deşifre etmek” bahanesiyle istihbarat savaşının ortasına balıklama atlar Perinçek. 

Patronu ona bu serbestliği bile tanımış.

Aslında bu siteye “ oda ” demek yanlış… “ Masa ” tv demek daha doğru olabilir. Çünkü kelimenin tam anlamıyla bir istihbarat masası olarak çalışıyor. Kısacası Kürt masası, Nurculuk masası ve diğer masalar yetmemiş olacak ki, Doğan Medya bir de ulusalcılık masası kurmuş. Bunun başına da eski bir Aydınlıkçı olan Soner Yalçın’ı geçirmiş.
Özellikle Ergenekon Soruşturmasıyla birlikte Odatv işlevsellik kazandı. Soner Yalçın buradan polemikler yürüttü. Taraf gazetesiyle, bu gazetede yazarlık yapan polislerle ve Fethullahçılarla yürütülen tartışmaları üstlendi.

Soner Yalçın’ın “ Efendisi ” kim, “ Ustası ” kim?

Soner Yalçın















Soner Yalçın

Ancak son aylarda bu sitenin rengi oldukça değişti. Hemen hemen her gün Doğu Perinçek’i öven, Perinçek’in kavgalı olduğu isimlerle sert tartışmalar yürüten, Silivri’den canlı bağlantılar yapıp Perinçek’in o gün mahkemede yumurtladıklarını manşete çıkaran değişik bir yayın çizgisine kaydı.
İlk başta bu iki Aydınlıkçı arasındaki doğal bir dayanışma olarak algılanabilir. Öyle ya sonuçta Soner Yalçın, Perinçek’in deyimiyle “Aydınlık okulunun” öğrencisidir. Eski ustasına vefa borcu ödemek istemiş olabilir.
Ancak Soner Yalçın tabii ki eski öğretmenine saygıdan dolayı değil, yeni patronunun çıkarları ve isteklerinden dolayı yeniden Perinçekçi oldu. Çünkü daha bundan bir yıl önce tıpkı diğer eski Aydınlıkçılar gibi o da Perinçek ile kanlı bıçaklıydı. Şimdi Odatv’de imzasız yazılar yayınlanıyor. Perinçek için “İnanmış Adam”, “Dava İnsanı” başlıklı methiyeler çıkıyor. Ama kısa süre önce“Aydınlık Yalancı Çıktı” haberleri eksik olmuyordu.
Perinçek’in Aydınlık dergisinde ise Soner Yalçın hakkında “aramıza sokuldu” gibi yayınlar yapılıyordu. Aydınlık dergisinde yayınlanan, Soner Yalçın’ın meşhur “Bay Pipo” kitabını MİT yazdırdı iddiasına karşı Soner Yalçın dava açmış, zehir zemberek yanıtlar vermişti.
Şimdi Soner, Doğu’ya “Dava Adamı”, Doğu, Soner’e “Bizim yetiştirdiğimiz onurlu gazeteci” diyor.
Elbette ki şaşkınlıkla karşılamıyoruz bu dönüşümü... Söz konusu Perinçek ve hempaları olunca fırıldaklığı yadırgamak herhalde aşırı çocuksu ve saf bir davranış olurdu. Ancak bu tavır değişikliğini açıklamak da bizim görevimiz.

Zoraki yoldaşlık         

Doğu Perinçek















Doğu Perinçek

Bunun nedeni zoraki yoldaşlık… Özellikle 2008 Nisan ayında Odatv’de çıkan “flaş… flaş…” ibareli bazı yazılar bu iki eski yoldaşın tekrar niye yollarının birleştiğini açıklayabilir. İşte Odatv’de endişe dolu bir haber:
“Doğu Perinçek cezaevinden yazdığı Aydınlık’taki köşesinde, ‘Ergenekon soruşturması çerçevesinde Aydın Doğan’la ilgili sorularla da karşılaştığını’ yazmıştı. Son iki gündür çıkan haberlere göre; Hürriyet Gazetesi’nin sahibi Aydın Doğan’ın ismi, Perinçek ile aynı gün sorguya alınan İlhan Selçuk’un ifadesinde de geçiyor. Ancak Hürriyet gibi büyük bir gazeteye sahip olan Aydın Doğan isminin her iki sorguda da yer alması oldukça dikkat çekiyor. Kısacası; kafalar iyice karışıyor. Ve aynı soru daha sık sorulmaya başlıyor; Ergenekon nereye doğru gidiyor?”
Nereye mi gidiyor? Sana ve patronuna… Şimdi düşünme sırası sizde…
Perinçek içeri alınınca Hürriyet, Milliyet ve Vatan gazeteleri neredeyse her hafta Perinçek bültenleri yayınlamaya başladılar.
“Kaybedenler kulübüne hoş geldiniz” demekten başka bir şey gelmiyor aklımıza. Çünkü Türkiye’de siyaset dünyasında sıfırı tüketen istisnasız herkes adeta “denize düşen yılana sarılır misali” Perinçek’in yanına gider. Perinçek de önceden küfrettiği bu isimleri anında “milli şahsiyet, canım kardeşim” diye bağrına basar.
Son zamanlarda Perinçek ile Hürriyet yazarlarının muhabbetleri için maşallah demek lâzım. İçeriden karısına yazdığı mektuptan çok Ertuğrul Özkök’e, Ahmet Hakan’a mektup yazıyor. Birine “canım kardeşim”, öbürüne “iki gözüm…”
Soner Yalçın ile Perinçek’in birden bire yeniden dava arkadaşı olmasının nedeni belli… Odatv’de Doğan Yurdakul gibi eski Aydınlıkçılar, Attila Aşut gibi 2000’e Doğru çalışanları toplanmış. Ne nostaljik değil mi? Hepsi gençlik yıllarına dönmüş olabilir.

Soner’in işi zor

Ancak hepsinden çok Soner’in işi zor. Çünkü Soner Yalçın Aydınlık geleneğinde sıradan bir isim değil.

Odatv’nin en çok saldırdığı isimlerden biri Tuncay Güney. Ancak bu çok ilginç bir durum. Çünkü Tuncay’ın daha birkaç yıl önce durduğu noktada önceleri Soner duruyordu. Nasıl mı? Tuncay’dan önce Adnan Akfırat vardı. Ama hepsinden de önce Soner Yalçın… Bunlar Perinçek’in Aydınlık’taki parlak çocuklarıdır. Belgeler bunlara yağar. Devletin yıllarca arayıp bulamadığı tetikçiler bunlara konuşur. Tabii Aydınlık da “halkın çıkarları” (!) için tüm bu bilgilere bültenlik yapar.
1993 yılında Soner Yalçın’ın ismi Aydınlık gazetesinde parladı. Ama bir cinayetten dolayı. Kamuoyunda JİTEM olarak bilenen kuruluşun kilit isimlerinden Binbaşı Ahmet Cem Ersever ile Soner Yalçın uzun bir röportaj yaptı. İstihbarat dünyası karışınca böyle olur. Millet hemen Aydınlık’a gider. Nasıl olsa onlar her türlü pisliği kaldırır. O zamanlar Aydınlık adeta PKK yayın organıdır. “Ersever’in İtirafları”nı yayınlayıp, “Kürt halkına yönelik kirli savaşı deşifre etmek” bahanesiyle istihbarat savaşının ortasına balıklama atlar Perinçek.

Ancak aradan geçen kısa bir süre sonra Ersever kaybolur. Nüfus cüzdanı Soner Yalçın’a postalanır. Sonra da işkence görmüş cesedi Ankara kırsalına terk edilir. Aynı süreçte ABD tertipli bir suikast sonucu Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis de katledilir.

Kısacası Soner’inki büyük gazetecilik başarısı değil, daha çok piyonluktur. Ama bir Aydınlıkçı bu tür şeylerden asla gocunmaz. Bunu sermayeye çevirmeyi bilir. Şimdi de o yıllarda edindiği ünü arkasına alan Soner Yalçın yoluna devam ediyor. Garip kitaplar yazıyor. Hürriyet’te çalışıyor.
Ancak eski defterleri birileri açtığı için Soner kendini çok rahat hissetmeyebilir. Birileri patronunu bile içeri almakla tehdit ederken, kendisinin rahat bırakılacağını elbette düşünmüyordur. Bu yüzden birden bire Perinçek ile tekrar dost olmaya karar verdi. Artık birbirilerine “kardeşim, abim” diyebilirler.

Komik olma Soner

Ancak son günlerde Odatv’de yayınlanan bazı imzasız yazılar bu zevatın ne kadar çaresiz ve komik bir duruma düştüğünü gösteriyor.
Odatv sürekli Halil Berktay, Oral Çalışlar gibi eski Aydınlıkçılarla polemik yürütüyor. Onlara karşı Aydınlık geleneğini savunuyor. Perinçek’i övüyor.
İnsan hem Aydınlıkçılar için hem de Odatv’de toplaşan Aydınlıkçı eskileri için üzülüyor… Perinçek kendini savunamıyor mu? Ya da sözde devrimciliği savunmak Aydın Doğan’ın istihbaratçılarına mı kalmış? Geçen hafta Odatv’de yayınlanan evlere şenlik bir Halil Berktay eleştirisi ise bizi gülmekten kırdı. Yazıyı yazan anlaşılan yine eski bir Aydınlıkçı. Çünkü Halil Berktay ile ilgili kişisel konulara girmiş. En büyük eleştiri noktası ise Halil Berktay’ın fırıldak gibi sürekli eski fikirlerini terk etmesi:

“Halil Berktay, eski yol arkadaşı hakkında yazmadığını bırakmıyor. (s. 15, 45, 48, 49, 50, 51, 83, 101, 102, 103, 104, 107, 109, 110, 118, 121, 122, 127, 172) Diyebilirsiniz ki ‘eleştiremez mi’; tabii ki eleştirebilir. De... Doğu Perinçek’e ağır ithamlarda bulunurken sanki o dönemde yanında kendisi yokmuş gibi yazıyor. Örneğin, ‘bu zat’ dediği Doğu Perinçek’in ‘dergisinde’ 1980’lerin ikinci yarısından sonra PKK’ya övgüler dizildiğine dikkat çekerken (s.15) sanki kendisinin 2000’e Doğru’nun yayın kurulu üyesi ve Ankara temsilcisi olduğunu unutmuşa benziyor!”

İyi ya işte… Berktay tam anlamıyla bir Aydınlıkçı… Fır fır dönmeyi Perinçek’ten iyi öğrenmiş. Eski bir Aydınlıkçının, başka bir eski bir Aydınlıkçıyı eleştirmek için sık sık fikir değiştirmek ve dönmekle suçlaması kadar abes bir şey olamaz. Çocuk mu kandırıyorsunuz siz?
Daha da komiği geliyor. Yazının yazarı Halil Berktay’ı Perinçek’i kandırıp Türkiye’ye Maoculuğu sokmak ve Rus-Çin kutuplaşması yaratıp Amerikancılık yapmakla suçluyor: “Akademi solculuğunu Aydınlık hareketine sokup, ABD’den (Yale Üniversitesi’nden) getirdiği ‘Sovyet sosyal emperyalizmi’ teorisiyle hareketi bölen Halil Berktay (ve düşünsel yoldaşı Şahin Alpay) değil miydi?
ABD’den Maocu Labour Party’nin ateşli ve dogmatik taraftarı olarak Türkiye’de dönen H. Berktay değil miydi? 1969 Çin Komünist Partisi 9. kongresinde Lin Biao tarafından sunulan raporu İngilizce’den Türkçe’ye çevirip Sovyetler Birliği’ne en ağır sözlerle saldıran H. Berktay değil miydi? (Türkiye sosyalistlerini bölen ABD destekli Maoculuk araştırma konusu olmalıdır.) Peking Review’i elinden düşürmeyen H. Berktay, bugün dünü unutmuş gibi yazıyor; sanki orada değilmiş gibi kalem kıvraklığı yapması da ayrı bir hüneri galiba.”

Yazının yazarı eski Aydınlıkçı… Çünkü oldukça yüzsüz… Adam Türkiye’de Maoculuk hareketini ABD’nin örgütlediğini ve amacın solcuları bölmek olduğunu kabul ediyor. Ama tüm suçu Halil Berktay gibi bir zavallıya yükleyerek Perinçek’i aklayabileceğini sanıyor.
Aydınlık hareketine “akademi solculuğunu” Halil Berktay sokmuş…
Beyler ona akademi solculuğu değil, “kampus Maoculuğu” denir. Ne olduğunu da en iyi Doğu’yla Ferit bilir. Boğaziçi Üniversitesi’ndeki CIA ajanı İngilizce öğretmenlerini, o öğretmenlerin lojmanlarını, sarı peruğu ve telsizli muhabbetleri sorun abilerinize. Sonra bir de aynı kampüste “halk savaşı veriyoruz” diye kendi arkadaşlarını kıtır kıtır kesen ve sandıklara sokan Doğu’nun eski çömezlerine sorun neymiş kampus Maoculuğunu…
Yazı çok uzun bir Berktay analiziyle devam etmiş. Halil Berktay’ın nasıl hızlı Maoculuktan, Stalinciliğe, oradan Gorbaçovculuğa en sonunda sivil toplumculuğa evrildiğini anlatmış. 12 Eylül Darbesini ve ABD’yi bile desteklediğinden bahsetmiş. Tüm bu hızlı dönüşümleri ise derin karakter analizleriyle açıklamış. Nedeni Berktay’ın kişilik zafiyetinde aramış.
İyi de Berktay sadece bir öğrenci… Tıpkı Soner gibi… Yazıda anlatılanlar kadarı dönme konusunda Doğu’nun eline su bile dökemeyeceğini gösteriyor. Yazı 1969’dan alarak bir Berktay portresi çizmiş. İyi de 1961’e git. Berktay’ın abisi Perinçek’in sağcı-Menderesçi YTP partisinin Türkiye gençlik kolları başkanı olduğu yıllara. Sonra Almanya’ya devlet bursuyla gitmesine... Kendi ifadesiyle orada “yoksul işçilerin hayatından” (sanki Türkiye’de hiç yoksul işçi yok!) etkilenip, 30’una merdiven dayadığı yıllarda “sosyalist” olmasına. Berlin’deyken en hızlı Moskovacı iken, Türkiye’ye dönünce birden bire Maocu kesilmesinden bahset… Hızlı Maoculuk taslayarak, Deniz’lere ve Mahir’lere utanmadan “revizyonist” diye saldırmasından, Dev-Genç’i bölmesinden, Atatürk düşmanlığı ve silahlı mücadele fikrini sola sokmasından bahset. Ancak ondan sonra başlar Perinçek ile Berktay birlikteliği… Berktay’ın hayatındaki anlatılan tüm “dönüşümler”, ABD ve NATO destekçiliğinden Kenan Evren şakşakçılığına kadar hepsi ama hepsi aslında Perinçek’e aittir. Perinçek dönmüş, Halil de onla dönmüş. 

Ne yapsın?

Ha, Perinçek’in fazlası var. Berktay’dan fazla olarak bir de Bekaa’ya gitti, PKK taşeronluğu yaptı, sonra da “Atatürkçü” oldu. Hikâyeyi tam anlatın! Salak mı sanıyorsunuz milleti?

Şark Bülbülüne Güvenmeyin


Aydın Doğan















Aydın Doğan

Perinçek aklı sıra içeri girecek insanların sayısını arttırarak kendini koruyor. Aydın Doğan etrafına onca eski Aydınlıkçıyı toplamış. Ama anlaşılan kendisini bu konuda uyaracak yok. İstihbarat dünyasının labirentlerinin uzmanı Soner bile işin farkına varamamış. Anlaşılan yakında hepsi “ Milli Şahsiyet ” olacak. Bizden uyarması


Elbette ki bu kadar çok dönmeyi karakter analizleriyle ve zayıf bir kişilikle açıklayabiliriz. Ama bizce daha kestirme bir yol var. Masasının talimatı değiştikçe veya belki de masası değiştikçe, Perinçek çizgi değiştirmiş. Halil Berktay da şefini takip etmiş. Bu kadar basit. Onlarınki de bir nevi meslek ahlâkı… Ama tabii buna devrimcilikte ne dendiği belli.

Ancak yazının bir bölümü var ki Aydın Doğan ve Soner Yalçın’ın düştüğü zavallı durumu bizi kahkahalara boğarak gösteriyor:

“12 Mart 1971 askeri darbesi öncesi, H. Berktay Aydınlıkçılara bir el kitabı yazıp dağıttı: Bir devrimci işkencede nasıl tavır almalıdır? (Poliste ve İşkencede İhtilalci Tutum). ‘Gerekirse işkencede şerefiyle ölmesini bilmelidir’ diye yazdı.
Sonra darbe oldu; H. Berktay gözaltına alındı ve örgüt hakkında polise en çok bilgiyi o verdi. H. Berktay’ı poliste çözüldüğü için Perinçek ve arkadaşları örgütten kovdular!
İnsan düşünmeden edemiyor; acaba H. Berktay bugün o günlerin intikamını mı alıyor?”
Kim? Perinçek mi Halil Berktay’ı kovmuş? Hem de poliste öttüğü, ihbarcı olduğu için!.. Dalga mı geçiyorsunuz? Perinçek hiç poliste konuşma rekorunu örgütte başkasına kaptırır mı? Beyler, Perinçek’in 12 Mart’ta poliste verdiği ifadesiyle efsane olduğunu çocuklar bile bilir. Adam öyle bir ifade veriyor ki; o zamanki karısı, sonraki karısı (Şule), kız kardeşi, babası, örgütün tüm MK’sı dahil herkesi kod adları, görevleriyle birlikte anlatmaktan ifadesi yüz sayfayı geçiyor. Bunlar gizli saklı şeyler değil. Rakip örgütler tarafından kitap olarak basıldı ve satıldı Türkiye’de. Hatta Perinçek ve arkadaşları 1978’de Türkiye Gerçeği dergisinde 

“ Genel başkanımız o ifadesinde polisin bilmediği hiçbir şey anlatmamıştır ” 
diye ifadeyi sahiplenmek zorunda kalmıştır.

Şimdi bu Doğu, güya Halil’i sorguda konuştu diye örgütten atmış. Bir kere yalan… Berktay Aydınlıkçılardan 1972’de değil 1989’da ayrıldı. İkincisi Aydınlık hareketinin tarihinde kimse poliste öttü diye hareketten atılmadı çünkü Berktay dâhil hepsi öttü. Ama lider yine her zamanki gibi Perinçek’ti. Her alanda olduğu gibi bu konuda da kendisi “öncü ve cesur”…
Demek ki, Aydın Doğan ve Soner Yalçın bu kadar çaresiz. Doğu’nun polisteki tavrına güveniyorlarsa hapı yutmuşlar demektir. Çünkü zaten Doğu Perinçek’in misyonu içeri adam toplamaktır. 12 Mart’taki ifadesiyle en sıradan sempatizanı bile yakan, içerideki en kalabalık örgütün TİİKP olmasını sağlayan Perinçek, bu tavrını “ Örgütü Koruduk, herkesi içeride toplayıp parti okulu kurduk ” diye savunacak bir adamdır.

Dolayısıyla Doğu Perinçek “bana polis ve Ergenekon savcısı Aydın Doğan’ı sordu” diyerek bir yerlerde ortaklık kurdukları belli olan eski arkadaşı olarak Aydın Doğan’ı uyarmıyor, korumuş olmuyor, tam tersine onu ihbar ediyor. Aydınlıkçı jargonda buna “cepheyi genişletmek, büyük güçlerle ittifak kurmak” denir.
Perinçek aklı sıra içeri girecek insanların sayısını arttırarak kendini koruyor. Bu onun eski taktiğidir. Aydın Doğan etrafına onca eski Aydınlıkçıyı toplamış. Ama anlaşılan kendisini bu konuda uyaracak yok. İstihbarat dünyasının labirentlerinin uzmanı Soner bile işin farkına varamamış. Anlaşılan yakında hepsi “milli şahsiyet” olacak. 

Bizden uyarması.

(Sayı 240, 15/06/2009)




..