SAHTE ULUSALCILARI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SAHTE ULUSALCILARI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Aralık 2015 Salı

SAHTE ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ TANIYALIM 8



SAHTE ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ TANIYALIM 8




Obama ve Sahte Atatürkçüler




İnan Kahramanoğlu,

“Atatürkçü Obama”!

Obama'cı Cumhuriyet Gazetesi












Obama'cı Cumhuriyet Gazetesi


Cumhuriyet gazetesi Obama’nın ziyareti boyunca verdiği mesajları o kadar çarpıtarak verdi ki, okuyanlar Obama’nın AKP’nin ipini çekmek için Türkiye’ye geldiğini zannedeceklerdi neredeyse.


Obama’nın iki günlük Türkiye ziyareti ile bir kez daha ortaya çıktı ki, içimizdeki Amerikanofillerin sayısı hiç de azımsanacak gibi değilmiş. Ve bazılarının içindeki Amerika aşkı gerçekten de bambaşkaymış.
Obama Türkiye gibi dünyada Amerikan karşıtlığının en yüksek olduğu bir ülkeye gelirken böylesine bir hüsnü-kabulle karşılanacağını bekliyor muydu bilinmez ama herhalde Türkiye’nin bu özelliğinin yanı sıra işbirlikçisi bol bir memleket olduğunu da söylemiştir birileri. Söylemedilerse adam kendisi bizzat görmüş oldu.
Obama’nın ziyareti sırasında ulusalcılar da dahil olmak üzere sevinç gösterilerinde dozu kaçıran pek çok kesim vardı. Obama’yı yağlamak için sıraya girenler arasında dudak uçuklatacak cinsten diyebileceğimiz tespitse Fatih Altaylı’dan geldi;“Atatürkçü Obama”!

Şimdi buna güler misin, Ağlar mısın?

Fatih Altaylı şaka filan değil, son derece ciddi bir biçimde şöyle yazmış: “ Anıtkabir’de yazdıkları ve bu konuşmasıyla Atatürkçü olduğunu gösterdi ”

Bizimkilerin bu Amerikan seviciliğini yalnızca Obama’nın başkanlık koltuğuna oturmasından sonra estirilen “ Değişim ” le açıklamak da mümkün değil. Öyle olsa belki anlaşılır bir durum deyip geçebilirdik. Ama dedik ya, durum hiç de öyle değil. Bugün Obama’ya güzelleme düzenlerin hemen tamamı daha önce Bush, ondan önce de Clinton için aynı şeyi yapıyorlardı. Clinton, biliyorsunuz, Türkiye’ye geldiğinde kucağına aldığı küçük bir çocuğa burnunu sıktırmıştı da gazete ve televizyonlarda aylarca bundan bahsedilmişti.

Bush’un ziyareti esnasında da yine pek bir şey değişmemişti. Gerçi Bush Amerikan emperyalizminin en saldırgan döneminde ve Irak işgalinin en kanlı günlerinde koltukta bulunduğu için azıcık daha mesafeyle karşılanmıştı ama Amerikancılarımız onu da boş geçmemişlerdi.Buna rağmen Amerikanofillerimiz toplum olarak tarihsel hafızamızın pek de kuvvetli olmamasına güvendiklerinden olsa gerek “Kötü çocuk Bush gitti, iyi çocuk Obama geldi” şeklinde özetleyebileceğimiz bir yaklaşımla açıklamaya gayret ettiler Obama’ya olan derin muhabbetlerini.

Ulusalcıların Obama aşkı


Tuncay Özkan'ın Obama'ya mektubu













Tuncay mektubuna bilindik tebrik cümleleriyle başlamış ve İlhan abisi gibi Obama’ya gaz vermeye girişmiş: “Size inanmak, güvenmek, Türkiye ve Amerika’nın barış kültürüne, medeniyete, insan uygarlığına el ele katkı sunmasını görmek istiyorum” Evet Tuncay böyle diyor; Amerika’yla birlikte dünyaya medeniyet götürecekmişiz!


Ama birileri, hatta tüm toplum unutsa bile tarih unutmuyor. Bugün Obama’ya yapılan övgüleri aynı çevreler yıllardır bütün ABD başkanları için tekrarlıyorlar.
Tabii Obama biraz daha “renkli” bir kişilik olarak görüldüğü ve iyi bir imaj mamülü olduğu için methiyede ölçüyü kaçıranların sayısı daha fazla oluyor sadece. O kadar ki, Obama’nın Ayasofya çıkışında gördüğü kediyi sevmesini bile manşetlere taşıdı necip Türk basınımız. E ne yapsın adam, hep Amerikancı köpekleri sevecek değil ya, bırakın biraz da kedi sevsin!
Obama’nın Türkiye ziyaretinde sadece Tayyip ve Gül’le değil muhalefet liderleriyle de görüşeceği açıklanmıştı. Tabii bu görüşme isteği hemen büyük bir nezaket örneği olarak gösterildi ve muhalefet kulislerini hareketlendirdi. Ancak Obama’nın niyeti muhalefeti grup halinde aradan çıkarmaktı. Onurlu muhalefet liderleri içinse kabul edilemez bir durumdu bu! Nihayetinde Obama’nın hepsini teker teker kabul edeceği açıklanınca bu küçük pürüz de temizlenmiş oldu. Obama aynı gün içinde bütün muhalefeti sıraya dizdi ve bu performansıyla da ayrıca alkış topladı.
Amerikancı liderlerimizin, Amerikancı, Kürtçü ve liberal çevrelerin Obama’yla hasbıhale bu kadar meraklı olmasına pek şaşırmadık doğrusu, ama ulusalcı cenahın bu Amerikancı ittifaktan bile hızlı çıkıp Obama’ya seranat çekmesi gerçekten de görülmeye değerdi. Daha düne kadar meydanlarda “Ne ABD, Ne AB, Tam bağımsız Türkiye” sloganı atan kitlelere öncülük etmeye çalışanların aslında ne kadar acınacak durumda oldukları da ortaya çıkmış oldu böylece. CHP lideri Baykal ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun baş başa verip Obama’nın “değişim” formülünü CHP’ye uygulayacaklarını açıklamaları ve özellikle Cumhuriyet gazetesinin Obama’nın gelişini selamlayıp tezahürat ekibine katılması en çok göze çarpanlardı.
Cumhuriyet gazetesi Obama’nın ziyareti boyunca verdiği mesajları o kadar çarpıtarak verdi ki, okuyanlar Obama’nın AKP’nin ipini çekmek için Türkiye’ye geldiğini zannedeceklerdi neredeyse.
Cumhuriyet’in ziyaretin ilk günündeki manşeti “laik demokrasi vurgusu” oldu ve “Obama’nın Atatürk’ün mirasını övdüğü” söylendi. İkinci gün ise Obama’nın Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemesi manşetteydi ve başlık bu kez Obama’nın “Türkiye’yi üye yapın” çağrısıydı. Böylelikle Cumhuriyet sadece Amerikancılık yapmayıp, “AB’cilikte de sınır tanımam” mesajı veriyordu adeta.
Obama’nın Meclis’te yaptığı konuşma aslında son derece açıktı ama buna rağmen farklı gazetelerde birbirinden çok farklı yorumlara yol açtı. Çeşitli çevreler tam da Cumhuriyet’in yaptığı gibi Obama’nın açıklamalarında kendi işine gelenleri cımbızlayıp haberleştirmeyi tercih ettiler. Ancak bu farklı yorumlar oldukça çelişkili bir durum da yaratmadı değil. Örneğin; Yeni Şafak başta olmak üzere Şeriatçı basın Obama’nın “İslam’la savaşmayız” mesajlarını manşete taşırken Cumhuriyet Ilımlı İslam projesinin artık yolun sonuna geldiğini yazıyordu. Fikirler farklılık gösteriyordu belki ama Obama hayranlığı ve Amerikancılık hepsinin ortak paydasıydı. Bu da Türk siyasetinin kısa bir özetiydi aslında; sağından soluna bütün siyasetler aslında tek bir Amerikancı programın savunucularıydı. Obama’nın gelişi belki de en çok bu gerçeği görmek açısından önemliydi. Cumhuriyet’in sorduğu şekilde sormak gerekirse “Amerikancıların farkı ne”demek belki daha da gerçekçi olur. Zira Obama’nın Bush’tan hiçbir farkı olmadığı ortada ama, asıl sorulması gereken Amerikancı muhalefetin ve iktidarın aralarında bir fark olup olmadığıydı. Obama’nın ziyareti bir kez daha gösterdi ki aralarında bir fark yokmuş.

Ulusalcılığın Sefaleti; “ Onu alma, Bizi al Obama”

Amerikancıları bir kenara bırakalım ama ulusalcılarımızın Obama hayranlığı gerçekten de utanç verici boyutlara ulaştı. Özellikle Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfadan verdiği değerlendirme yazıları buram buram Amerikancılık kokuyordu. “Obama’nın Farkı ne” ve “Obama farkı” başlıklı bu iki değerlendirme yazısında “Başkan Obama Türkiye’ye hoş geldi sefa geldi” deniliyor ve hemen ardından da Obama’dan beklentiler sıralanıyordu. Bu aslında ulusalcıların uzun zamandır AKP’yi yıkmak için ABD desteğini arkalarına alma niyetinin bu kez açıkça ortaya konmasından başka bir şey değildi. Kurgulanan senaryoya göre ABD, Şeriatçı AKP’ye karşı laik cepheyi destekleyecek, ve böylelikle AKP’den kurtulmuş olacaktık. Tabii ABD binbir itina ile iktidara taşıdığı ve yıllardır her türlü konuda da tam bir işbirliği içinde olduğu AKP’den niye desteğini çekecek, ya da diyelim ki bu desteği çekti, neden laik cepheyi tercih edecek, bu soruların mantıklı bir cevabı yok. Ama esas sorun bu da değil. Sorun şu; bugün kendisini ulusalcı olarak lanse eden kesimlerin hiçbirisinin ABD’den icazet almadan herhangi bir iş tutucak cesaretleri yok. Bu açıkça görülüyor. Öyle ki, AKP karşıtı muhalefet kendisini ABD’den alınacak bir desteğe endekslenmiş durumda. Bu tür bir ulusalcılığın AKP’den kurtuluş formülü de Obama’yı yağlayıp “onu alma, beni al” demekten öteye gidemiyor ne yazık ki. Demek ki, ABD istemezse ömür billah AKP ile yaşayacağız! Bu da ulusalcıların sefaleti değilse nedir?

Amerikancı ama laik!

Bu sefalet Cumhuriyet sayfalarında hem de açık açık yazılmış: “Başkan Obama’nın Türkiye’nin laik düzenine karşı bir tasarımın dışında kalmasını bekliyoruz. Amerika’nın uzun vadeli çıkarları da bunu gerektiriyor.. Başkan Obama Türkiye’ye hoş geldi sefa geldi… Biz konuğumuzun eski başkan Bush’tan farkını bu ziyarette görmek istiyoruz”
Neresinden başlasak acaba? Bir kere ABD’nin Kürt-İslamcı tasarımı doğrultusunda kurulup iktidara taşınan ve yedi yıldır açıkça desteklenen AKP iktidarından ABD neden vazgeçecek? İkincisi; laiklik acaba ABD’nin umurunda mı? Öyle ya, adamların böyle bir derdi olsa Ortadoğu’da onca Şeriatçı şeyhlikle iş tutmazlardı. ABD’nin en sadık destekçisi Şeriatçı Suudi Arabistan değil mi?
Ayrıca “ABD’nin uzun vadeli çıkarları da bunu gerektiriyor” ne demek? Nereden biliyorsunuz? Soran mı oldu? ABD’nin çıkarları açısından neyin iyi neyin kütü olduğuna acaba ne zamandır İlhan Selçuk karar veriyor?
“Başkan Obama hoş geldi, sefa geldi” kısmını isterseniz değerlendirmeye bile almayalım. Hatta duymamış, görmemiş olalım. Ama Bush’la Obama arasında ne fark varmış, bunu gerçekten merak ediyoruz. Kaldı ki İlhan Selçuk, Bush’un Türkiye’yi ziyaret ettiği günlerde de aynı beklentilerini Bush’a açık mektuplar yazarak iletmişti. Demek ki, O da aralarında pek bir fark görmemiş; ha Bush ha Obama, ikisine de aynı mektuplar, aynı istekler, aynı vaatler. Ama ille de bir fark aramak gerekiyorsa fark şu; Obama’ya verilen gaz bir hayli fazla. Bizimkiler Obama’yı gazlayıp, “sen Bush’tan farklısın, onun yaptıklarını yapma” diyorlar.
Ama Obama Ermeni meselesi ve Ruhban Okulu başta olmak üzere pek çok konuda Bush’a bile rahmet okutacak açıklamalar yaptı ve bizimkilerin hevesi daha başta kursaklarında kaldı.
Ancak bunun bile bizimkilerin Obama aşkına mani olamadığını görüyoruz. Şu sözler Cumhuriyet’in Obama’dan beklentilerini sıraladığı değerlendirme yazısından: “Ancak Obama’nın eski başkan Bush’tan bir farkı olmalı ve ılımlı İslam devleti gibi bir projeden vazgeçtiği duyumsanmalı”.Tabii hemen, emredersiniz. Cumhuriyet istedi ya, Obama hemen AKP’yi tepetaklak edecek ve Atatürkçü bir iktidara kavuşacak Türkiye. Buna kargalar bile güler ama ne yaparsınız, ülkenin “en Atatürkçü” isimlerinin ülkenin “en Atatürkçü” gazetesinde yazdıkları ne yazık ki bunlar. Bu da Türkiye’nin en büyük talihsizliği değilse nedir?

Ha, farzedelim ki, Obama AKP’den desteğini çekti ve bizimkilerin kurguladığı gibi laik cepheyi destekleme kararı aldı, bunun sonucu ABD’nin bölgesel sömürgeci projelerinin bu kez ulusal güçler vasıtasıyla yürütülmesinden başka ne olabilir? Yani AKP yıkılacak ve laik bir iktidar kurulacak ama Türkiye sözde Ermeni soykırımını kabul edecek, Kürdistan’ı tanıyacak, patrikhanenin ekümenikliğini tanıyacak, PKK ile masaya oturacak …Bu aslında AKP’nin iktidarda kalmasından daha kötü bir seçenek değil mi? Düşünsenize Türkiye’nin parçalanması ve paylaşılması planının Atatürkçü-milliyetçi bir iktidar eliyle uygulandığını. Bu, toplumdaki mevcut direnme potansiyelinin de tümüyle yok edilmesi demek olur ki, gerçekten de en kötü seçenek budur.

Ama yine de kimse heveslenmesin; ABD kiminle iş tutacağını çok iyi bilir ve asla ama asla ulusalcı bir iktidarla iş tutmaz. Bu iki kere iki dört kadar kesindir. Nasıl bu kadar kesin konuşuyorsunuz derseniz; İlhan Selçuk, Bush’a da zamanında mektuplar döşenip “AKP’yi değil bizi tercih et” çağrılarında bulunmuştu ama sonuç hüsran olmuştu. 15, 16 ve 18 Kasım 2006’da İlhan Selçuk’un köşesinden Bush’a seslendiği mektuplarında bugün Obama’ya yaptığı çağrıların aynıları vardı. 

15 Kasım tarihli mektubunda İlhan Selçuk, Bush’a “ Ortadoğu’da Türkiye’yi kullan ” Çağrısı yapıyordu:“ 

Bush, Ortadoğu’da bir yeni istikrar arayışına yönelmek zorundaysa bu işe Türkiye’den başlaması aklın yoludur. 
(...) Amerika kaş yapayım derken göz çıkarıyor... Bugün ülkemizde Amerikan aleyhtarlığı görülmemiş biçimde yoğunlaştı, dinciler–iktidar dışında-ateş püskürüyorlar, ulusalcılar dincilerden geri kalmıyorlar. (...) Ortadoğu cehennem... 

Bu cehennemde ne yapacağını şaşıran Başkan Bush’un Türkiye’de dincilik ve bölücülük siyasetlerini bir yana bırakarak Atatürk’ün laik Cumhuriyetini Ortadoğu’da bir denge unsuru gibi düşünmesi gerekiyor...

” 16 Kasım tarihli mektup ise daha açık bir şekilde Ortadoğu’da “ABD çıkarları için yeni bir iktidara ihtiyaç olduğu ” vurgusu taşıyordu: “ Bush yönetimi ne yapmalı?.. Bir yandan Ilımlı İslam Devleti tasarımında dinci iktidarı, öte yandan terör örgütü PKK’yı kullanarak Türkiye’yi sıkıştıran Başkan Bush bu tutumundan vazgeçmelidir; zararın neresinden dönerse dönsün, kârdır... AKP’nin toplum temelinde oy desteği zayıflıyor, geriliyor; ülkede Amerika düşmanlığı yükseliyor, yoğunlaşıyor... ABD’nin Ortadoğu tasarımında ‘revizyon’a, Türkiye’de ise yeni bir iktidara gerek var!..”

Ergenekon tertibi bile ulusalcıların Amerikancılığını yok edememiş
Bunca çabalamaya rağmen, aradan geçen zaman Bush’un İlhan Abi’yi pek de iplemediğini gösteriyor zira bu süreçte ABD, AKP’den desteğini çekmeyi bırakın, bir de Ergenekon tertibini uygulamaya sokarak İlhan Selçuk’un da sanık olarak yargılandığı bir tasfiye operasyonunu da büyük bir hızla uygulamaya soktu. Ordu ve toplumun Atatürkçü kesimleri bu operasyonla o derece pasifize edildi ki, bugün sokağa çıkıp eylem yapmayı bırakın, Atatürkçüyüm demek bile neredeyse suç haline geldi.

Peki bunların müsebbibi kim; ulusalcıların “bizi tercih et” diye yalvardıkları ABD ve başkanı Obama değil mi?

Bu da sefilliğin daniskası değil mi aslında. Adam kalkmış Ordu’nu yok etmek için seni de içine alan bir komplo kuruyor ama sen yine de adamın elini ayağını öpüyor, “medet ya Obama” diyorsun hâlâ. Gerçekten de utanç verici bir durum. Sonunda ölüm bile olsa insan en azından onuruyla ölür, ama bu kadar acizlik, hele hele bir de Atatürkçülük adına yapılıyorsa bunu sineye çekemeyiz, kimse kusura bakmasın!

Tuncay da Silivri’den Amerikancı koroya katıldı

Ulusalcılık gibi temelinde Amerikan karşıtlığı olması gereken bir duruşun bu denli Amerikan muhibbi olması gerçekten de düşündürücü. O kadar ki, Ergenekon tertibi bile ulusalcıların Amerikancılıklarını öldürmeye yetmemiş. Türkiye AKP iktidarına nasıl mahkum edildi, bugün AKP karşıtı muhalefet niçin başarılı olamıyor diye merak ediyorsanız, işte tam da buraya bakmak gerekir. Amerikancı bir ulusalcılık Türkiye’yi kurtarayım derken aslında bir çuval inciri berbat etmiş ve Türkiye’yi ABD-AKP cephesine teslim etmiştir. AKP aslında bu “ulusalcı” Amerikancılarımızın Türkiye’ye hediyesidir. Bu Amerikan muhipleri arasında birisi var ki, onu anmadan geçmek olmaz. Malum kişi; Tuncay Özkan. Nam-ı diğer Zübük Tuncay.

Zübük biliyorsunuz “beni de alın, beni de alın” diye yeri göğü inlettikten sonra nihayet muradına ermiş ve içeri alınmıştı.

Ama Zübük bu durur mu, bu seferde kalkmış Silivri Cezaevi’nden Obama’ya mektup yazmış, Amerikancı koroya katılmış. Ancak bu durum belki de hayırlı olur zira ilk kez kendi küçük taraftar grubundan da Tuncay’a veryansın edip “bu kadar da olmaz” diyenler çıkmış. Hadi hayırlısı. Tuncay mektubuna bilindik tebrik cümleleriyle başlamış ve İlhan abisi gibi Obama’ya gaz vermeye girişmiş: “Size inanmak, güvenmek, Türkiye ve Amerika’nın barış kültürüne, medeniyete, insan uygarlığına el ele katkı sunmasını görmek istiyorum”

Evet Tuncay böyle diyor; Amerika’yla birlikte dünyaya medeniyet götürecekmişiz! Belki yakında Irak’a olduğu gibi İran’a da medeniyet götürür Amerika ve bakarsınız bu sefer biz de onlarla el ele gönül gönüle katılırız bu işe, ne dersiniz!Ancak Tuncay’ın da hevesi kursağında kalacak gibi zira gönderdiği mektup Obama’ya ulaştı mı, orası bile meçhul.

Dolayısıyla Tuncay için içerden çıkmanın tek bir yolu kalıyor. Biliyorsunuz Tuncay “Apo’yu destekliyorum” diyerek Apo’nun Kürt sorunun çözümü için kullanılabileceğini söylemişti daha önce. Şimdi Obama’nın gelişiyle birlikte Apo’nun içerden çıkıp Meclis’e girme ihtimali de güçlendi. Dolayısıyla Apo yarın Meclis’e girdiğinde belki eski dostu Tuncay’ın bu desteğini karşılıksız bırakmaz, onu çıkarmanın bir yolunu bulur. Bir de bağımsız Kürt devleti kurulursa bakarsınız Tuncay Roj TV’de “anchorman” olarak işbaşı bile yapabilir. Olmaz olmaz demeyin! Söz konusu Tuncay’sa gerisi teferruattır.

“Obama Defol” diyebilmek

Güzel Türkçemizde güzel bir söz vardır; “güleriz ağlanacak halimize” diye. Ulusalcılarımızın iflah olmaz Amerikancılıkları bundan daha iyi açıklanamaz herhalde.

Türkiye ABD’nin BOP projesi içinde bölünüp parçalanırken, bir yanda Ermeni soykırımı iddiaları, bir yanda kürt devleti, bir yanda PKK terörü derken ve bir taraftan da cumhuriyetin temel direklerinden Türk ordusu Ergenekon türü uydurmalarla tasfiye edilirken; ülkeyi kurtarmak adına, Atatürkçülük adına ortaya çıkıp liderlik yarışına girenler bütün bu planların baş tertipçisi ABD başkanını görünce süt dökmüş kediye dönüyorlar. ABD’ye yaranmak için, küçük bir destek koparmak için kırk takla atıyorlar. Bu durumda, belki kızanlar da olacaktır ama, bunları nasıl Atatürkçü kabul edebiliriz, Türkiye’yi bu bataktan bunların çıkaracağına nasıl inanabiliriz?

Mustafa Kemal, Osmanlı’nın işgal edildiği dönemde o günün mandacılarına bakıp “Bir kişi de çıkıp ya istiklal ya ölüm diyemiyor” diye isyan etmişti. Şimdi dünün mandacılarının torunları, bugünün sözde ulusalcıları da aynı şeyi yapıyorlar. Birisi bile çıkıp Obama Defol ” diyemiyor. Ama biz mandacıların değil Mustafa Kemal’in çocuklarıyız ve hiç kıvırtmadan, hem de bütün gücümüzle bağırıyoruz; Obama defol!

(Sayı 232, 13/04/2009)

http://www.turksolu.com.tr/sehit/secmeulusal8.htm


..

SAHTE ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ TANIYALIM 7




SAHTE ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ TANIYALIM 7



Soner Yalçın'ın  Irkçılığı ve Kürtseverliği.,

Ali Özsoy
Bir numaralı ırkçı Soner












Soner Yalçın





















Hatırlanacağı gibi Soner’in Masa tv’si TÜRKSOLU’nu ırkçılık ile suçlamıştı. Gerekçeleri de TÜRKSOLU’nun Kürt istilasıyla ilgili tezleri gündeme getirmesiydi.


Abdullah Öcalan ve Yalçın Küçük












Doğu kendini Atatürk zannetmeye başladı. Yalçın Küçük ulusalcılık şampiyonu oldu. Soner Yalçın ise Sabetayist delisi… Ama istisnasız hepsi bir şekilde hâlâ Abdullah Öcalan’ı savunuyor. Bu ancak Kürtler arası bir hizip ve fraksiyon çatışmasının işareti olabilir. Ya da çok daha kestirme bir yanıt verelim. Apo dâhil hepsi aynı “masa”dan… 

Aslında ırkçılık suçlaması son yıllarda Türkiye’de son derece yaygın… Bu suçlamanın muhatabı genellikle Türkler… Ama işin ilginç yanı bu ithamda bulunanların kendilerinin genellikle Kürt veya Ermeni ırkçısı olmaları ve çok azgın birer Türk düşmanı olmaları…
Bu kesimlerin iddialarına göre Türkiye’de bir Türk ırkçılığı var ve hızla büyümekte. Ancak ne hikmetse Türkiye’de öldürülenler, teröre kurban gidenler, ırkçı mafyaya haraç ödeyenler hatta 1000 yıllık köyünü, mahallesini terk etmek zorunda kalanlar yine Türkler.
Soner Yalçın da Türklere yönelik ırkçılık suçlamasını tekrar edenlerden biri… Bu da artık insana insaf dedirtiyor.
Soner, sen Türkiye’deki Yahudi düşmanlığını körükleyen, Sabetayist histerisini başlatan, 1940’ların Nazi çılgınlığından sonra ilk kez insanları soy-sop avcılığına teşvik eden adam değil misin?
Irkçılık ithamı herhalde en son senin ağzına yakışıyor.
Soner tam bir ırk “bilimci”dir. “Efendi” isimli iki ciltlik kitabında tüm Osmanlı tarihini tarikatların mücadelesi, tarikatların tarihini de Yahudi ırkının “sızması” çerçevesinde incelemiştir.
Bu yolda kendisinin baş yol göstericisi yine Yahudilere kafayı takmış olan Yalçın Küçük’tür. O da “Tekelistan” isimli bir kitap yazmış, bu kitapta sözde Türkiye’yi yöneten tekelci Yahudi gücünü ortaya çıkarmıştır.
Tekelistan deyince insanın aklına büyük sermaye grupları ve tekelci finans kapital gelebilir. Zannetmeyin ki Soner Yalçın ve Yalçın Küçük sınıfsal analiz yapıyor, Türkiye’de büyük sermayenin bileşenlerini tahlil ediyor. Ama nerede Soner ve Yalçın gibilerde öyle cesaret… Tamamen ırksal analiz, soy sop takıntısı, bir de Yahudilik hafiyeliği…
Türkiye’de emperyalizmin egemenliği ve gerçek işbirlikçileri böylelikle el çabukluğuyla ortadan kaldırılıyor. Yerine 17. yy.da ortaya çıkmış efsanevi bir grubun egemenliğine dayalı bir tarih tezi konuyor.
Ne yani Sabetayistler olmasa Türkiye’ye emperyalizm gelmeyecek miydi? Örneğin Vahdettin, Damat Ferit Sabetayist mi? Özal, Demirel veya Recep Tayyip?
Komplocu kafa bu yanıtı kolay verir. Onlara göre Türkiye’yi yöneten ya çok ama çok gizli Yahudidir ya da zaten etrafı Yahudilerle ve Sabetayistlerle çevrili bir kukladır. Zaten komplo teorisini çürütemezsiniz. Çünkü kapalı devre bir gerçekçilik içinde kendi sağlamasını her zaman yapar.
Hitler Almanya’nın başındaki tüm belaların sorumlusu olarak Yahudileri görürdü. Almanya’yı Yahudi komplosundan kurtarmaya yemin etmişti. Türkiye’de ırkçılık hiçbir zaman etkili olmamış bir akımdır. Ancak bir ara bu tür bir çılgınlığı Nihal Atsız’lar yapmış.
O zamanlar herkesin soyunu sopunu araştırıp bir yerden Yahudi bulma saplantısı moda olmuş. Reha Oğuz, Nihal Atsız’ın kafasını bir gün karpuz seçer gibi yoklamış. Bir bakmış Türk kemiği yok. Bunun üzerine Nihal Atsız çok sinirlenmiş ve Reha Oğuz’un bütün sülalesini dökmüş ve Türk hariç her şey olduğunu ilan etmiş. Eski ırkçıların ilginç bir özelliği de bu tür bir Türk olmamak kompleksine sahip olmalarıdır.
Şimdi Soner ve Yalçın, Atsız’lardan tam yarım asır sonra yine bu sapık tarih ve ırk anlayışını dirilttiler. Artık herkes kim Selanikli kim değil bununla uğraşıyor. Soner ve Yalçın isim bilim diye bir şey uydurmuşlar. Herkes harfleri toplayıp çıkartıyor. Bundan âlâ ırkçılık mı olur? İnsanların ismini sorun yapanlar Hitler veya Jivkov özentisi değildir de nedir?


Yahudi düşmanlığında maksat ne?


Ve tıpkı 1940’ların ırkçıları gibi bu yeni ırkçılar da aslında Türklükle sorunlu bir ilişkiye sahipler.
Soner ve Yalçın’ın ortak noktası Yahudi kompleksi ama aynı zamanda Kürt hayranlığı. Evet, bu isimler Yahudi ırkçılığını körüklüyorlar ama Türkçü de değiller. Hatta ilginç bir şekilde Soner Yalçın aynı zamanda bir İsrail hayranıdır.
Çalıştığı gazete Türkiye’de Amerikancılığın ve siyonizmin bir numaralı sözcüsüdür. Bunun yanı sıra İsrail’e karşı güncel siyasi bir tavır aldığı da görülmemiştir. Soner Yalçın’ın “Bay Pipo” isimli kitabı ise baştan aşağı MOSSAD hayranlığı ve Hiram Abas’ın efsaneleştirilmesinden ibarettir. O Hiram Abas ki, ismi bile Yahudi menşeli, tüm hayatı MİT-MOSSAD-CIA üçgeninde geçmiş, Mahirlerin katili olarak sivrilmiş bir ajandır.
Yani aslında Soner Yalçın anti-siyonist de değildir. Zaten kimse Soner Yalçın’ın böyle bir kaygısı olduğu için Sabetayizm meselesini ele aldığını zannetmesin. Daha önce dediğimiz gibi Soner gibiler “masa”lara bağlı çalışırlar. Bir yönelimin işaretini alırlar. Sonra önlerine dosyalar gelir. Sonra kamuoyu oluşturmak için kitaplar yazılır. Yani olay Nihal Atsız’ınkinden bile vahimdir. O belki kendi davasına gerçekten inanıyordu.
Oysa Soner hem Yahudi hayranıdır hem de Yahudi düşmanlığının körüklenmesi gibi bir operasyonun baş aktörüdür. Çünkü böylelerinin her kitabı “masa”da yazılır ve aslında birer operasyondur.
Soner Yalçın ve Yalçın Küçük birden bire, aynı anda neden Yahudi düşmanlığına gaz verdiler?
Düşünün bir kere Türkiye’de Yahudi bile kalmamış. Çoğu İsrail’e gitmiş. Öyle ki, neo-ırkçılarımızın mecburen mezar taşlarında Yahudi arıyorlar.


Maksat Kürt istilasını gizlemek


Peki, soruları biraz çoğaltalım. Acaba Yahudiler Türkiye’yi ele mi geçirmek istiyor? Mesela bilinçli bir politikayla sürekli üreyen ve çok planlı bir göç politikasıyla şehirleri ele geçiren bir Yahudi topluluğu mu var Türkiye’de? Bizim bildiğimiz dünyadaki tüm Yahudileri toplasan böyle bir tehlike oluşturamaz. Zaten adamlar Filistin’i bile ele geçiremiyor.
Devam edelim. Türkiye’de acaba tüm inşaat sektörünü, turizmi, ticareti, eğlence sektörünü ve yeraltı ekonomisini ele geçiren bir Yahudi sermayesi mi var?
Kıyı şeritlerini ele geçirip, büyük kentlerde kurtarılmış bölgeler ilan eden bir Yahudi komplosundan bahsedebilir miyiz örneğin?
Veya bir Yahudi mafyası var mı?
Türkiye’de her siyasi partide kendi dayanışma ağını kuran, tarikat-aşiret yapılanmasıyla Türkiye’nin doğusunda da batısında da hem milletvekillerini hem de belediye başkanlıklarını tekeline alan bir gizli Yahudi örgütlenmesinden bahsedebilir miyiz acaba?
Tabii en can alıcı soruya gelelim. Türkiye’yi emperyalist devletlerin desteğiyle parçalamak ve kendi kukla devletini kurmak için yıllardır bu ülke halkına kan kusturan bir Yahudi teröründen bahsedebilir miyiz?
Bu sorulara yanıt bile vermek gerekmez. Nereden çıktı bu Yahudi düşmanlığı? Yanıt çok açık... Soner Yalçın ve Yalçın Küçük gibilerinin Sabetayist tezlerini ortaya atmaları tamı tamına TÜRKSOLU’nun Kürt istilası tezini ortaya atmasıyla eş zamanlıdır. Ve not edelim bu iki isim de PKK’yla bağlantılı ve Kürt hayranı kişilerdir.
Türk milleti gerçekten de kendini büyük bir tehdit altında hissediyor. Ama ne Yahudilerden ne de Sabetayistlerden değil. Doğrudan doğruya Kürt istilasını yaşıyoruz. Memleketimizin dağlarında Mehmetçik kurşunlanıyor. Şehirlerimizin sokaklarında bayraklarımız yakılıyor, insanlarımız haraca bağlanıyor, sokağından köyünden kovuluyor. Meclis işgal altında… Sermaye Kürt baronların elinde birikiyor. Ekonomide manzara aynen Osmanlı’nın son dönemlerindeki gibi... Türkler parasız, sermayesiz, kendi ülkelerinde Kürtlerin marabası olmaya zorlanıyor.
TÜRKSOLU “ırkçıymış”! Kürt istilasını biz mi başlattık?
Kimse kimseyi kandırmasın. Türk milleti içinde büyük bir milliyetçi uyanış ve Batı destekli bu istilaya karşı tepki var. İşte maksat bu uyanışın önüne geçmek…
Yahudi komplosu tezleri tam da bu yüzden ortaya atıldı.
Komploya ne gerek var beyler? ABD ve Kürt işbirlikçileri gösteregöstere vatanımızı elimizden alıyor.
Ancak bu gerçeğin gizlenmesi lâzım; çünkü aksi takdirde ABD düşmanı milliyetçi bir hareket gelişebilir. Bu yüzden Yahudi komplosu ortaya sürüldü. Hem de en büyük Yahudi dostu Aydın Doğan’ın yayınevi aracılığıyla. Ama küçük bir sorun vardı. Türkiye’de Yahudi yok. Ne yapacağız? O zaman Sabetayist avına çıkalım.


Atatürk’e bile Yahudi dediler


Türkiye’de birkaç bin Yahudi kalmış. Düşünün bir kere eğer İsrail ve ABD Türkiye’yi bölmek istese bu birkaç bin Yahudi ne işe yarar? Orada tonla Kürt aşireti duruyorken İsrail niye böyle bir aptallık yapsın?
Ama Soner Yalçın ve Yalçın Küçük’e göre durum böyle değil. Türkiye’de aslında sayıları yüz binleri bulan gizli Yahudiler varmış. Bunlar Türk isimleri taşıyor ve hatta camiye gidiyorlarmış. Ama aslında fanatik Yahudilermiş. Tüm sektörleri ele geçirmişler. Hatta öyle ki, Cumhuriyet tarihinde olumlu ne kadar iş varsa bunların eseri, ne kadar aydın, sanatçı varsa yine bunlardan. Klasik dinci tez: “Cumhuriyeti aslında Yahudiler kurdu.”
Yahudilerin bir kısmı Türkleştiyse bundan niye gocunursunuz? Ancak içten içe çok büyük bir Türk düşmanlığı var Soner Yalçın ve Yalçın Küçük’te. Onlara göre Osmanlı tarihinde de Cumhuriyet tarihinde de Türklerin hiçbir etkisi yok. Tüm yakın tarihimiz Sabetayist-Çerkes ve Kürt partilerinin çatışmasından ibaret. İnsanın sorası geliyor. Türkiye’de Türk yok mu? Yokmuş. Kurtuluş Savaşı’nı bile Çerkesler ve Sabeyatistler vermiş.
Ve en büyük psikolojik savaş: Soner’e ve Yalçın’a göre aslında Atatürk de Türk değilmiş. Türkiye’de Türk bırakmayan “araştırmacılarımız” Türklerin Ata’sı Atatürk’e de dil uzatıyorlar. Oysa Atatürk hem anne hem de baba tarafından öz ve öz Türk’tür. Kendisi “doğuştan gelen tek övünç kaynağım Türk olarak dünyaya gelmemdir” diyecek kadar milliyetçidir.
Neymiş büyük bilimsel tez? Osmanlı’da ve Cumhuriyet döneminde adında “Efendi” geçen herkes aslında Sabetayistmiş. Selanik de Sabetayistlerin başkenti. Atatürk’ün gittiği ilkokul ne? Selanik’teki Şemsi Efendi İlkokulu… Peki, bu okul ne okulu olabilir? İsminde “Efendi” geçtiği için olsa olsa Sabetayist okuludur. Peki, acaba Atatürk niye bu okula gitti?
Komplocularımız burada duruyor ve şöyle diyorlar. Burasını yanıtlamayacağız. İlgilenen araştırsın. Nasıl büyük bir alçaklık değil mi? Bari lafı sonuna kadar götürseler.
Tabii bu deli saçması tez tam ırkçılığın düşünsel düzeyini yansıtıyor. Hep düz mantık, hep iftira, hep komplo… Adında “efendi” olan Sabetayistmiş… O zaman Türkiye’deki tüm kapıcılar aslında Yahudi, bizim haberimiz yok.
Bir de gizemli bir havayla ekliyorlar: “Mustafa Kemal hep korunan bir isimdi…” Yani Yahudilerin veya gizli Yahudilerin Atatürk’ü kolladığını ve yükselttiğini iddia ediyorlar.
Tüm hayatı boyunca iktidarla çatışmış, hem Abdülhamit, hem İttihatçılar hem de Vahdettin döneminde defalarca ölümün eşiğinden dönmüş, hapse girmiş, sürgünler yemiş, geldiği her mevkiyi söke söke kazanmış büyük bir devrimciye “korunuyordu” ithamı büyük bir hakarettir.
“Korunan”, her dönemin adamı olan, sizin gibi “masa” mensuplarıdır. Haddinizi bilin.


Bilim ile ırkçılığın savaşı


Soner Yalçın’a göre yaptıkları ırkçılık değil. Onlar “isim bilim” ve “mezar taşı bilimi” diye daha önce kimsenin duymadığı ama Batıda çok yaygın olan “ihtisas konularını” hocası Yalçın Küçük ile birlikte Türkiye’ye getiriyorlarmış. Niyetleri yanlış anlaşılmamalıymış.

Bir kere bilim her şeyden önce ırk diye bir kategori kabul etmez. Tarih ise ulusların ve medeniyetlerin mücadelesidir, ırkların değil.

TÜRKSOLU’nun Kürt istilası tezi tamamen sosyolojik ve demografik analizlere dayanan bilimsel bir tezdir. Irk kategorisine dayanmaz. Çünkü zaten bize göre Kürt diye bir ırk yoktur. Kürtler, Farsçanın çeşitli lehçelerini konuşan Araplığını, Türklüğünü ve Farslığını yitirmiş karma bir aşiret federasyonudur. Kendi ortak dilleri bile yoktur. TÜRKSOLU bırakın Kürt ırkını Kürt diye bir ulusun bile varlığını kabul etmiyor.

Soner ve hocası Yalçın’ın tersine bizim kimsenin soyuyla, sopuyla, ismiyle, mezar taşıyla işimiz yok. Kim Türk’üm derse bizim için Türk’tür. Zaten Atatürk milliyetçiliği de budur. Ama biz olaylara Türk ulusunun penceresinden bakıyoruz. Ve asla inkâr edilemeyecek bir gerçeği saptıyoruz. Türkiye Türksüzleştiriliyor. Bu gerçek MGK raporlarına kadar girmiş sosyolojik ve demografik bir olgudur. Bu ülkenin antiemperyalist devrimcileri olarak Türk milletini uyarmak da bizim görevimiz.
Ama ne hikmetse bir grup eski Aydınlıkçı ve her daim Apo hayranı sözde yazarlar topluluğu hem Kürt hayranlığında ve ırkçılığında sınır tanımıyor hem de Türk toplumuna ısrarla Yahudi düşmanlığını aşılamaya çalışıyor. İşte buna istihbarat operasyonu ve psikolojik savaş denir.


Doğu-Yalçın-Soner


Burada aynı “masa”nın ortaklarından biraz bahsedelim. Doğu Perinçek, Yalçın Küçük, Soner Yalçın…
Bunların hepsi 1990’da en hızlı Kürtçülerdir. Hepsinin hayatı şaibelidir. Doğu’yu anlatmaya gerek yok. Soner’den de çok bahsettik. Yalçın Küçük ise kendi iddiasına göre hem 27 Mayıs’taki öğrenci hareketlerini başlatmış, hem Türkiye’ye sosyalizmi getirmiş, hem bu arada Kıbrıs’a gidip istihbarat subaylığı yapıvermiş sonra Türkiye üzerine binlerce sayfalık tezler yumurtlamış, kendi heykellerini yaptırıp, kitap kapağına koydurtmuş bir “dehadır.”
Hepsinin ortak özelliği 1989-1994 arasında çok hızlı Apoculuk yapmalarıdır. Yalçın Küçük, Apo’ya “sayın başkanım” derken, yazdığı deli saçması kitaplarında Türkiye’nin aslında emperyalist bir ülke olduğunu, sözde “Kürdistan”ı sömürdüğünü, Kurtuluş Savaşı diye bir savaş yaşanmadığını, hatta kimsenin bu savaşta ölmediğini, Atatürk’ün İngiliz ajanı olduğunu söyleyebilecek kadar çılgın bir Türk ve Atatürk düşmanıdır. Şu anda o da Soner’in Masa tv’sinde yazar.
Doğu’yu zaten tanıyoruz. Apo’yla çiçek bahçelerinde, el ele göz göze… 2000’e Doğru dönemlerinde Türk düşmanlığını, Kürt ırkçılığını o derece abartmıştı ki; Anadolu’da aslında Türk kalmadığını, yaşayan herkesin eski kavimlerden olduğunu iddia ediyordu. Kendi yakın çevresinde Ermeni kökenleriyle övünüyordu.
2000’e Doğru’da Hülya Avşar ile bile röportaj yapıp ona Kürt olduğunu söyletiyorlardı. Türklerin ağız yapısının şarkı söylemeye müsait olmadığını, iyi şarkıcılarının hepsinin aslında Kürt veya Ermeni olduğunu öne sürüyorlardı. Doğu Masa tv’de yazmıyor ama bütün döküntü elemanlarını oraya göndermiş, orada çalıştırtıyor.
Soner’in bir dönem PKK yayın organı gibi çalışan 2000’e Doğru ve Aydınlık macerasını ve Ahmet Cem Ersever operasyonundaki rolünü biliyoruz.
Bu isimlerin hepsi ama istisnasız hepsi 1995 yılında aniden “Atatürkçü” ve “ulusalcı” oldu. Tam 28 Şubat öncesi bu dönüşüm ansızın gerçekleşti. Doğu’yu biraz arkadan takip eden Yalçın Küçük bizzat şöyle diyordu: “ Doğu Perinçek, Kürt hareketiyle subaylar arasında köprü olabilir.”
İstisnasız hepsi bir şekilde hâlâ Abdullah Öcalan’ı savunuyor. Güya Apo Türkiyeciymiş. Hatta Soner’e göre Barzani Yahudi olduğu için Apo daha da acar ve Türkiyeci…
İyi de Türkiye’de binlerce insanın kanına Barzani girmedi ki! O oranın ABD köpeği… Bir insan neden Barzani’ye bu kadar düşman olup Apo’yu bu kadar çok sever? Bu ancak Kürtler arası bir hizip ve fraksiyon çatışmasının işareti olabilir. Ya da çok daha kestirme bir yanıt verelim. Apo dâhil hepsi aynı “masa”dan…
Şimdi bu “masa” Türklere diyor ki: “Kürtlerle kardeş olun, Yahudilere düşman…”
Bizim tek sözümüz var. Türkler milliyetçi olun.
Ve vatanınıza göz diken herkese düşman olun.



(Sayı 244, 13/07/2009)



..








SAHTE ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ TANIYALIM 1



SAHTE  ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ  TANIYALIM, 1





Her Dönemin Kadını 
Türbana Nasıl İkna Oldu...







Ali Özsoy

Nur Serter türbanlı bir bayana CHP rozeti takıyor.














_ Nur Serter, bir ilkesizlik abidesidir. Şimdi Baykal'ın yakın çevresinde bulunabilmek ve kendisi çok önemli olan milletvekili dokunulmazlığını bir dönem daha uzatabilmek için CHP'nin Türban açılımını sonuna kadar destekliyor. 
_ Madem türban laikliğe aykırı değildi, neden Cumhuriyet Mitinglerinin başına geçtiniz. Yoksa tek amacınız halkı frenlemek miydi?
_ Oysa Necla Arat en azından karşı çıktı. 
_ Ancak Nur Serter hızlı dönüşür. 

Bakın eskiden ikna odalarında türbanlıları laik olmaya ikna eden hızlı " Atatürkçü " şimdi Atatürkçüleri nasıl türbana ikna etmeye çalışıyor:
_ "Ben bu olayın CHP'nin Laiklik çizgisinden bir sapma yarattığı görüşüne katılmıyorum. CHP bu olaydan önce olduğu gibi; her zaman Laiklik ve Cumhuriyet kazanımlarına sahip çıkan bir parti olacaktır."

_  İkna olan var mı? 
Biz olmadık. Ancak Nur Hanım türbana ikna olmuş. 
_ Kişilik yapısı buna müsait. 
_ Eskiden Rektörlük ve iktidar için Atatürkçü gençlere yapmadığını bırakmayan bir insanın, şimdi de Baykal'ın yakın çevresinde ve TBMM Mecliste kalabilmek için 180 derece dönüşüm geçirmesi bizi şaşırtmıyor.


Çarşafın ve Kürdün şeref partisi

CHP'nin son günlerdeki açılımları herkesin malumu haline geldi. İlk başta Baykal bir poşu giydi ve "etnik kimlik şereftir" dedi. Daha sonra çarşaf "milli giysi" ilan edildi. Atatürk dönemi "tek parti dikta zihniyeti" denerek karalandı.
Şimdi düşünün bir kere Baykal'ın bu abartılı açıklamalarını AKP'li biri veya Tayyip yapsa ne olur? Tüm Atatürkçüler ayağa kalkmaz mı? Ama söz konusu olan CHP olunca takiyyecilik ne yazık ki kabulleniliyor.

Bunun da ötesinde bir de kavramsal "açılım" yapmıştı Baykal. Türban "irticaiydi", çarşaf ise "milli giysi"ydi. Halkın %70'i bu milli giysiyi giymekteydi.
Sağduyulu bir insan ancak "bu adam aklını kaçırmış olabilir" diyebilir. %70 çarşaflı bugün İran'da bile yok. Acaba Baykal partisinin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasını mı istiyordu. Bu yalanlar sadece oy avcılığı için olamazdı.

Çarşaf açılımına CHP teşkilatınında tek bir karşı ses bile çıkmadı. Bütün teşkilatlar örgütlü bir şekilde üye alımı törenleri düzenlemeye başladılar. Hepsinde Sultanbeyli'ndeki manzara. Poşulu tipler, kapalılar. Kimse CHP'nin yeni açılımı işe yaramış, bakın akın akın üyeler geliyor demesin. Çünkü CHP'de bu üyelerin hiçbir işe yaramadığı, sadece basın için şov nitelikli olduğu, pek çok bölgede CHP'nin oy sayısının üye sayısından bile az olduğu bilinen bir gerçektir.
Son günlerde CHP'ye katılanlar genellikle türbanlıydı. Hatta öyle ki türbanlı katılım açık katılımdan fazlaydı. Zaman gazetesinin yıllar sonra Baykal ve CHP'yi göklere çıkarmasından belli ki; partiye sızmalara karşı çok sert olan Baykal; açıkça bazı tarikatlarla işbirliği yapmaktaydı. Tıpkı bir zamanlar Ecevit'in yaptığı gibi. CHP'nin kapısı Atatürkçülere kapalıydı ama tarikatlara açıktı. Fakat bu tarikatçılar bile çarşafı değil türbanı tercih ediyordu. Baykal ise pek politik davranmamış, Sultanbeyli'de çarşaflıları bağrına basarken, türbanlıları "adeta bir tek parti diktatörü" gibi dışlamıştı öyle değil mi? Oysa onların da oyu var. Açılım gecikmedi. Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt, partisinin Ardahan'da düzenlediği üye töreninde neredeyse hepsi türbanlı 40 kadına rozet taktı ve etnik kimlikten sonra ikinci bir şeref açılımı yaptı: " Başörtüsü bizim şerefimizdir. Ardahan halkının yüzde 80'inin kıyafeti böyle."

Bu sözü Tayyip Erdoğan söylese AKP için ikinci bir kapatma davası açılmaz mı? Ne demek türban bizim şerefimizdir. Bu anlayışa göre türbansızlar şerefsiz mi oluyor? Refah Partisi yıllar önce türban bizim sancağımız dediği için kapatılmadı mı?
Baykal'ın yarım bıraktığı açılım böylelikle tamamlanmış oldu. Hem de Baykal'ın %70'de bıraktığı tesettürlü oranı, Öğüt'ün gaza gelmesiyle bir yüzde on daha arttı ve yüzde 80'e çıkmış oldu.

Gerçekten de Baykal'ın dediği gibi türban sorununu herhalde CHP çözecek. Yakında yüzde yüzü türbanlı yapacaklar, olacak bitecek.

Ensar Öğüt türbanlılarına rozet taktıktan sonra; CHP'li gençleri de yanına almış ve bir kahvehaneye girmiş. Burada televizyonda yeni yayına başlayan TRT Kürtçe'yi açmışlar ve başlamışlar hep birlikte halay çekmeye. Ne güzel bir Türkiye manzarası değil mi?

"Vur patlasın, çal oynasın" diye bir deyim vardır. Kürt-İslam faşizminde siyasi manzara bu: DTP vurup patlatıyor, AKP çalıyor, aslan CHP'liler de halay çekip oynuyorlar.

Ancak Ensar Öğüt'ün "açılımları" bunlarla sınırlı değil. Kendini internet sitesinde "Kürt politikacı" olarak tanıtan bu milletvekili adeta CHP'nin Doğu Anadolu Bölge Komitesi sorumlusu gibi doğuda il il dolaşıp, gerici ve bölücü propagandaya her ilde farklı bir söylemle gaz veriyor.

Ardahan'dan Van'a giden "Kürt politikacı" burada Türkiye'nin %80'ini tesettürlü yaptıktan sonra hızını alamıyor ve Türkiye'nin yüzde seksenini bu sefer Kürt yapıyor:
"Şimdi Türk açılımı ve Kürt açılımı değil. Sayın Baykal 1989 yılında bunu söylemiştir. Bugün de diyor ki Kuzey Irak'taki gençler gelip Türkiye'de okusunlar ve 15 yıl sonra bizim elçimiz olsunlar.
Evet ben iddia ediyorum Türkiye'de yaşayan nüfusun yüzde 80'i Kürt'tür. Kız alıp kız vermişiz. Her tarafta akraba olan insanlar vardır. Ben niye Antalya'yı İstanbul'u ve İzmir'i bir başkasına bırakayım. Türkiye'nin her tarafı benimdir. Bu toprakları toplum olarak biz vatan yaptık. Bizim ecdadımızın kanıyla oldu."
İşte açılımlarıyla, saçılımlarıyla karşınızda yeni CHP. Yüzde sekseni kapalı, yüzde sekseni Kürt bir Türkiye özlemi duyuyorsanız gidin oy verin.

Ve sonunda Nur Serter de türbana "ikna" oldu

CHP'nin bu açılımlarına tüy diken bir zamanların laiklik mücadelesinin en önde gideni Nur Serter oldu. Nur Serter önemli bir isim. Çünkü tıpkı CHP gibi açılımların ve dönüşümlerin ürünü kendisi... Hayatının bir yılı diğer yılını tutmuyor.

Eskiden türban karşıtlığının şampiyonu, sembol ismi olan Nur Serter; partisinin son günlerdeki meşhur üyeleme kampanyaları çerçevesinde, Tuzla'da türbanlı katılımcılara rozet takmış. Bunun da son derece normal ve laik bir açılım olduğunu savunmuş. Yani üniversiteye yasak ama partiye serbest. Ya da belki de vazgeçmiştir. Üniversiteye de serbest olabilir. 

Çünkü ne de olsa türban artık CHP'lilere göre şeref...

Nur Serter'in türbanlı kadına rozet takarken verdiği poz aslında tarihi bir dönüşümün belgesidir. Bilindiği gibi 28 Şubat döneminin sembol isimleri Nur Serter ve Kemal Alemdaroğlu'dur. Üniversiteye gericiliğin simgesi olan türbanı sokmamak için büyük bir mücadele verildiği günlerdi. Ama ne hikmetse tüm üniversitelerde bu iki isim ön plana çıkmıştı. Oysa mücadele tüm Türkiye'de verilmekteydi. Mücadelenin en tehlikeli hattında ise türban yasağını bizzat savunan Atatürkçü gençlik hareketi bulunmaktaydı.

Hizbullah'tan ÖDP'ye, Ülkü Ocakları/ndan PKK'ya kadar geniş bir türban ittifakı kurulmuştu. Üniversitelerde gericilerin 1980'den itibaren egemen olduğu, satırlı ve kanlı bir dikta rejimini yürüttükleri, öğrencilerin 10 Kasım anması için bile hayatlarını tehlikeye attıkları bir dönemdi. 1990'larda üniversitede Cumhuriyet'i savunmak kolay iş değildi.

28 Şubat gelince Türkiye'nin dengeleri alt üst oldu. İşte o tarih gericilerin sinmeye başladığı, bazı kesimlerin ise birden bire en kral Atatürkçü kesildiği bir dönemi başlattı.

Nur Serter gibilerinin dönüşümü de o dönem başladı. Aslında geçmişinde ülkücülük, tarikatçılık ve İkinci Cumhuriyetçilik olan bu bayan birden bire Cumhuriyet kadınlarının sözcüsü olarak sivrildi. Pek çok Amerikancı ve Mason, 28 Şubat döneminde Atatürkçü kesilip, 28 Şubat hareketini yozlaştırdılar.
Bu tür "Atatürkçüler" ısrarla Altı Ok'u yok sayıp, Atatürkçülüğü sadece laikliğe indirgediler. Oysa laikliğin sağlanabilmesi için devrimcilik, milliyetçilik ve özellikle halkçılık şarttı.

28 Şubat böylelikle fazla ilerleyemedi. 28 Şubat ABD'nin kontrolünde "normalleşti" ve iktidar usulce AKP'ye devredildi.

ABD'den bağımsız, devrimci, devletçi ve halkçı bir idare olmadan laikliğin korunamayacağı kesindi. Atatürkçü gençler bunu savunuyordu. Oysa Serter ve rektörü bu kavramlara adeta tiksinerek bakıyorlardı. Atatürkçü gençler devrimci gençlik hareketini örgütledikleri, paralı eğitime, ABD'ye, İsrail'e ve iktidara karşı eylemler düzenledikleri için soruşturmaya uğruyordu. Bu öyle bir "Atatürkçü" idareydi ki; türban eylemlerini örgütleyen, dinci provokatörlere bile verilmeyen cezalar Atatürkçü gençlere verildi.

Atatürkçü gençlere PKK'lıların saldırabilmesi için okulda kimlik kontrolleri kaldırıldı. Satırların ve bıçakların okul içine saklanmasına izin verildi. En sonunda Atatürkçü Düşünce Kulüplerinin hepsi kapatılarak ve yöneticileri üniversiteden atılarak Atatürkçü gençlik sorunu çözülmeye çalışıldı.

O dönem hiçbir Atatürkçü çevre linç edilmek istenen Atatürk gençliğine sahip çıkmadı. Nur Serter ve Kemal Alemdaroğlu adeta tanrı ilan edilmişti. Onlar yapıyorsa mutlaka bir bildikleri vardı.

Aynı Nur Serter "Atatürkçülük" kariyerini Cumhuriyet Mitingleriyle zirveye taşıdı. Mitingler milyonları toplayan, kendiliğinden gelişmiş bir halk hareketi olarak başladı. Halk kitleleri AKP iktidarına, ABD'ye, bölücülüğe ve gericiliğe karşıydı.
Ancak cırtlak sesli, sarı saçlı "Cumhuriyet kadını" kürsüye çıkıyor ve ABD ile AKP'ye karşı olmadıklarını, Çankaya'da uzlaşma istediklerini söylüyordu. Siyasi sloganların yasak olduğunu, tek sloganın "Çankaya'da uzlaşma" olduğunu belirtiyordu.

Türkiye'nin Kürt-İslam faşizmiyle bir iktidar sorunu vardı. İlk defa bir halk hareketi bu faşist iktidarı devirebilirdi. Ancak anti-türban şampiyonu meseleyi Çankaya'dakinin karısının türbanına indirgedi. Mitinglerde bundan başka her türlü slogan yasaktı.

İzmir'deki üçüncü miting ile birlikte işin rengi iyice değişti. İki tane ahı gitmiş vahı kalmış merkez sol partinin, CHP ve DSP'nin seçim ittifakı meselesine dönüştürüldü tüm mesele. Milyonlarca insanı "Birleşin, birleşin!" diye bağırttılar. Birleşecekler di de ne olacaktı? Türkiye mi kurtulacaktı? Seçimler mi kazanılacaktı?

Böyle olmadığı, pazarlığın çok daha farklı olduğu ortaya çıktı. ABD bu sözde Cumhuriyetçileri kandırmıştı: " Siz kitleyi Frenleyin. Ben de CHP-MHP koalisyonuna olur vereyim."

Meydanlarda toplanan milyonların sırtında pazarlık masaları kuruldu. Türkiye kurtulmadı ama Nur Serter gibileri kurtuldu. Meclise kapağı attılar.
Nur Serter, bir ilkesizlik abidesidir. Şimdi Baykal'ın yakın çevresinde bulunabilmek ve kendisi çok önemli olan milletvekili dokunulmazlığını bir dönem daha uzatabilmek için CHP'nin türban açılımını sonuna kadar destekliyor. Madem türban laikliğe aykırı değildi, neden Cumhuriyet Mitinglerinin başına geçtiniz. Yoksa tek amacınız halkı frenlemek miydi?

Oysa Necla Arat en azından karşı çıktı. Ancak Serter hızlı dönüşür. Bakın eskiden ikna odalarında türbanlıları laik olmaya ikna eden hızlı "Atatürkçü" şimdi Atatürkçüleri nasıl türbana ikna etmeye çalışıyor:
"Ben bu olayın CHP'nin laiklik çizgisinden bir sapma yarattığı görüşüne katılmıyorum. CHP bu olaydan önce olduğu gibi; her zaman laiklik ve Cumhuriyet kazanımlarına sahip çıkan bir parti olacaktır."

İkna olan var mı? Biz olmadık. Ancak Nur Hanım türbana ikna olmuş. Kişilik yapısı buna müsait. Eskiden rektörlük ve iktidar için Atatürkçü gençlere yapmadığını bırakmayan bir insanın, şimdi de Baykal'ın yakın çevresinde ve mecliste kalabilmek için 180 derece dönüşüm geçirmesi bizi şaşırtmıyor.

Atatürkçü kişilik yapısı ve oportünist döneklik

Sıradan bir Atatürkçü, Nur Serter'deki bu dönüşüme şaşırabilir. Ancak Nur Hanım'ın geçmişini bilenler ve bu tür oportünist kişilik yapısını tanıyanlar için süreç o kadar da anormal değil.

Nur Serter'in siyasi ilk eylemi 1976'da ülkücü asistanlar bildirisine attığı imzadır. Dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün 27 Mayıs 1976'da yaptığı "Türkiye için en büyük tehlike Pan-Türkizm ve Pan-İslamizmdir" açıklaması üstüne üniversitelerdeki ülkücü ve İslamcı asistanlar Cumhurbaşkanını kınayan bir bildiri yayınlarlar. Nur Hanım o dönem Cumhurbaşkanına karşı çıkacak kadar radikal sağcıdır.

1980 sonrasında ise uzaylılar ve İsa Mesihle kafayı bozan Beyti (kebap değil liderlerinin ismi bu) isimli bir tarikatın mensubu olan Nur Hanım, tarikatın Sevgi Dünyası isimli "teorik" dergisinde makaleler yazar.

1990'ların başında ise hızlı bir İkinci Cumhuriyetçidir. Atatürkçülüğü ve kılık kıyafet devrimini çağdışı bulmaktadır:
"Ne din, ne Atatürkçülük olarak tanımlanan dar kalıplar, Türkiye'nin sorunlarını çözümlemeye yetmiyor. Her ikisi de kendi dönemleri içinde gerçekçi, tutarlı, ilerici, yenilikçi. Ancak zaman hızla akarken, toplum değişmiş, sorunlar farklılaşmış, sosyal ve ekonomik ilişkiler çeşitlenmiş, ortaya ihtiyaçlara cevap veren yeni kurumlar çıkmış."
Nur Hanım'ın ifadesiyle "zamanın gerisinde kalan Atatürkçülüğü" aşan Türkiye'yi kurtaracak müthiş çözüm önerileri de şöyle sıralanıyor:
"Devletçilik ilkesinden vazgeçilmesi, demokratik rejime yük getiren başörtüsü yasağının bir-iki kurum istisna tutularak kaldırılması, mesai saatlerinin ibadet saatlerine -Ramazan'da iftar saatine- göre düzenlenmesi, Türk aydınlarının fikirsel üretimlerini tarihin parlak şahsiyetlerine mal ederek dayatmaması."
Sonrası bildiğimiz hikâye. 28 Şubat gelir ve her dönemin kadını bu sefer Atatürkçü olur. Bugün ise türbanı savunuyor. Türbanlılara rozet takıyor. Niye şaşırıyoruz. Kadın zaten yıllar önce "başörtüsü yasağı demokrasinin üstünde yüktür" dememiş mi? Bir ara Atatürkçü yükseliş olunca dalganın üstüne atlamış. Kendini meclise atmış. Niye kızıyoruz şimdi bu kadına? Kızmamız gereken bu insanları içinde barındıran ve besleyen Atatürkçüler.

Nur Serter uzaylı tarikatına üyeliğiyle ilgili kendisine soru soranlara bakın ne yanıt vermişti:

" Dergide, böyle çok insancıl yazılar vardı. Tamam Nostradamus filan gibi şeyler de vardı, ama bunda da garip bir şey yok; bir dönem çok popülerdi, ben de okudum. Ayrıca bu olay, yıllar önceydi ve ben de büyüdüm geliştim "
İşte bu kadar basit! Tıpkı Tayyip gibi. Ha " Büyüdüm Geliştim " ha " Gelişerek Değiştim." Ne fark eder. Bu insan tipi son derece tanıdıktır. Her zaman dört ayaküstüne düşerler. Nur Hanımın MİT'çi albay babası da Talat Aydemir cuntasına katılıp, ne hikmetse yargılanmayan tek kişidir. ABD'nin ihtiyaçları çerçevesinde böyleleri hamur gibi şekle girerler. Bazen Hikmetyar'ın bazen Şaron'un dizinin dibinde otururlar. Bazen türbana karşı çıkarlar, bazen türbana rozet takarlar.

Atatürkçüler yıllarca bu tür kişilik yapısını sırtlarında taşıdılar. 

Bunun tek nedeni var. 

Bazılarına devrimcilik, halkçılık ve milliyetçilik çok ağır geldi. 
Oportünizm ile daha rahat Atatürkçülük yapabileceklerini düşündüler.
Bugün bu günahını bedelini sadece Atatürkçüler değil tüm Türkiye ödüyor. Artık Çankaya'da türban, İstanbul Üniversitesi'nin başında ise tarikatçı bir rektör var. Devrimci ve gerçek Atatürkçülere yaşam hakkı tanımayan, üniversiteden atan, tutuklatmaya çalışanların " Atatürkçülüğünün " yarattığı bir Türkiye manzarasıdır bu.
Bu tür "Atatürkçü"lerin gözünde halkın, Cumhuriyet'in ve Atatürk İlkelerinin hiçbir önemi yoktur. Kendi rahatları ve mevkileri için herşeyi feda edebilirler. Bugün türbana rozet takanlar TÜRKSOLU'nun söylediği gibi yarın o türbana da girecektir.


(Sayı 219, 12/02/2009)





..