Muhittin Ziya Gözler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Muhittin Ziya Gözler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Eylül 2020 Cuma

IRAK VE SURİYE DE NE KAZANDIK DOĞU AKDENİZ DE NELER KAYBETTİK BÖLÜM 2

 IRAK VE SURİYE DE NE KAZANDIK DOĞU AKDENİZ DE NELER KAYBETTİK BÖLÜM 2


2. DİNİ DAYATMACILIK, YAYILMACILIK VE BÜYÜK İSRAİL

Eski Türkiye mütedeyyin insanların yaşadığı Tanrı ile arasına gereksiz insan, cemaat ve dinci grupların girmediği inancını asaleti ile yaşayan insanların bulunduğu bir Türkiye idi. İslam’ı gerçek mecrasından çıkaran Emevi anlayışı ile güçlü bir şekilde mücadele edilirken ülke şimdilerde mezheplerin, tarikatların, cemaatlerin, dinci grupların devleti ele geçirmek için kıyasıya mücadele ettiği bir noktaya gelmiştir. Gözleri örtülü gruplar bu arada Hıristiyanlığın yükselişini görememişlerdir. Fıkhi ve İtikadi mezhepler ve bunların kolları arasındaki tartışmalar, tarikatlar ve onların bölümleri içindeki anlamsız siyasallaşma ve şirketleşme hareketleri Müslüman Kardeşler ideolojisi, daha da ilerisi bir Müslüman ülkenin mezhep olduğu tam olarak ifade edilemeyen Vahhabiliği ülkenin dini olarak kabul edip Müslümanlar arasında yayma isteği ve diğer bazı meseleler, İslam’ı bir mezhebe göre Cennet gidebilirsin, diğer bir mezhebe göre de Cehenneme gideceksin noktasına getirmiştir.  Sözde TANRI’nın varlığına inananların İslam’ı böylesine çığırından çıkarmaları İslam adına utanç vericidir.  İslam’ın mukaddes saydığı değerleri hiçe saymak, terör orduları kurmak, insanlığa karşı suç işlemek, adam öldürmek, şehirleri yakıp yıkmak ve de Hıristiyan dünyasından savaş makineleri almak İslam bu mudur?

Hıristiyan dünyasında neler oluyor? Aslında Ortadoğu konusunda yazılanlar, çizilenler, konferanslar, siyasi söylemlerin Hıritiyan’ların dünyaya bakış açılarından değerlendirilmesi doğru olur kanaatindeyim… Bu Hıristiyan ve Yahudi alem ne yapmak istiyor? Nereye nasıl gitmek istiyorlar? Müslümanları içinden çıkılamaz bir hale getirdikten sonra amaçlarını gerçekleştrmek için önlerinde kalan engel nedir? Neye inananarak dünyayı değiştirmek istiyorlar? Eski Ahit, Yeni Ahit, Kitab-ı Mukaddes, Vadedilmiş Topraklar, Ahit Sandığı, Kutsal Kâse, Armageddon, Metodistler, Neoconlar, Evanjelistler ve Mesih…

‘’Rab’bin Yeşu’ya buyruğudur:1.RAB, kulu Musa'nın ölümünden sonra onun yardımcısı Nun oğlu Yeşu'ya şöyle seslendi:2. "Kulum Musa öldü. Şimdi kalk, bütün bu halkla birlikte Şeria Irmağı'nı geç. Size, İsrail halkına vereceğim ülkeye girin.3. Musa'ya söylediğim gibi, ayak basacağınız her yeri size veriyorum.4. Sınırlarınız çölden Lübnan'a, büyük Fırat Irmağı'ndan - bütün Hitit ülkesi de içinde olmak üzere - batıdaki Akdeniz'e kadar uzanacak’’.

ABD ve Batılı müteffiklerinin tek gayesi kendilerine yol gösterdikleri sandıkları Tevrat ve İncil’den esinlenerek Ortadoğu’da bulunan ülkeleri ve Türkiye’yi parçalamak, bölmek, yok etmek ve de Türk’leri geldikleri yere Orta Asya’ya göndermek için ayak oyunları dâhil her türlü desiseyi politika sahnesine sürmüşlerdir. ABD ve geleneklerine sadakatla bağlı olan batılı devletlerin dini konularda ciddi yaklaşımları olduğu bilinen bir gerçektir. Katolikler, Ortodokslar, Protestanlar, Püritenler, Metodistler, Mormonlar, Neoconlar, Evanjelistler ABD’de ve de Hıristiyan dünyasında siyasetin şekillenmesinde ve yönetimde papazlarla başlayan halkı bıktıran yönetim biçimlerinden günümüze dek güçlerini kullanarak gelmişlerdir. A. de Tocqueville 1850’li yıllarda ABD demokrasisinin şekillenmesi ve demokratik rejimin gelişiminde dinin ve dini grupların önemine dile getirmiştir. Püritenler ve onların devamı olan Evanjelistler Tanrı ile Hz. İbrahim (MÖ.2000?-MÖ.3000?) arasında yapılan sözleşmenin önemini dikkate alarak din anlayışlarına katı bir çerçeve çizmişlerdir. Peki, ABD Başkanlarından Carter, Nixon, baba-oğul Bush’lar ve Trump’ı destekleyen evanjelizm nedir? Evanjelizm, kesin bir ifadeyle dünyayı Hıristiyanlaştırma hareketi olarak tanımlanmaktadır. Evanjelizm’de İsa Mesih önemli bir figür olup, Yeni Ahit’te var olduğuna inanılan İsa Mesih’in söylediği ’’ Yeryüzünde ve gökte bütün yetkiler bana verildi. Gidiniz tüm dünyada İncil’i, Hıristiyanlığı yayınız.’’ ifadesiyle ve de benzeri söylemlere dayanarak uzun süredir ABD’deki güçlerin fikir birliği, bütünlüğü içinde dünyayı yeniden kurma yolundaki bir kalkışmadır. Siyonist Hıristiyan hareketi olarak kabul edilen Evanjelizm’e göre İsa Mesih dünyaya ikinci kez geldiğinde Yahudiler ve Evanjelistler kendilerine karşı olanlarla yani Yecüc ve Mecüc ordusuyla savaşacaklar -Armageddon Savaşı, Kudüs’ün 55 Km. kuzeyinde Megiddo Ovası-ve zafer onların olacak ve neticede Büyük İsrail kurulacak devamında da Irak, Suriye başta olmak üzere tüm Arap ülkeleri Büyük İsrail’in hâkimiyetine girecektir. ABD’deki bu yapılar dikkatle izlendiğinde BOP’un, Arap Baharı’nın, K.Afrika’daki isyanların, Ortadoğu’ya terör örgütlerinin yerleştirilmesinin sebebi kolayca anlaşılmaktadır. 27 Kasım 1947’de Kudüs’ün milletlerarası statüde bir şehir olarak kabul edilmesine rağmen, 1187’de S.Eyyubi tarafından Haçlılardan alınan bu kutsal ve kadim şehir İsrail’e adeta hediye edilmek istenmektedir. 

Niçin?

Ne kadar doğrudur bilemem ama New York’taki Özgürlük Anıtı’nın ABD için kutsal görsellerle dolu bir anıt olduğunu biliyor muydunuz? Bu heykelin başında bulunan yedi tacın yedi kıtayı, sağ elindeki meşalenin barış ve huzuru, sol elinde kitap ki, üzerinde 4 Temmuz 1776 ABD bağımsızlık bildirgesinin tarihi yazılıdır ama aslında Kitab-ı Mukaddes’i temsil ettiği ileri sürülmektedir. Sayın A.R.Bayzan’ın Türkiye’de Amerikan Misyonerleri adlı çalışmasının başlangıç bölümünü tüm okurların dikkatine sunuyorum: "ABCFM'ye (The American Board of Commissioners for Foreign Missions-Amerikan Protestan Misyoner Kuruluşu)  göre Türkiye Türklerin değildir. Bir misyonerin ifadesiyle; 'Biz Türkiye'de Hıristiyanlar ve Hıristiyanlık için okul, hastane açıyoruz, ilaç götürüyoruz, modern tıbbı ve eğitimi kuruyoruz. Türkler bizi istemeyebilir; ama oranın sahibi Türkler değil ki...' Bu güç oyuncularının hiç de acelelerinin olmadığını ve ölümü bile göze aldıklarını belirtmek gerek. Protestan bir misyoner şöyle yazıyor: Hıristiyanlığın en büyük ve en muntazam rakibi İslamiyet'tir. Türkiye en güçlü Müslüman ülkedir. Gerekirse bu amaca ulaşmak için beş yüz sene bekleyeceğiz, nihayet buna muvaffak olacağız. Ve unutmayalım ki, mukaddes hizmetimiz sona erinceye kadar pek çok şehit kanı akıtacağız’’

Bir yanda İslam’ın yüceliğini bir tarafa bırakıp teröristleşen Müslümanlar, bir tarafta krallıklarında aç yatan halkına rağmen sefa içinde yaşayan Müslüman krallar, başkanlar, yöneticiler, diğer taraftan İslam’ı yok etmek için emperyalist ülkelerle işbirliği içinde olan hükümetler. Ne oluyoruz? Dünya zevkleri ve nimetleri sanırım ahirettekilerden daha hoş geliyor? Başka bir cevabı var mıdır? Diğer yandan Tanrı’nın Hz. İbrahim ile yaptığı anlaşma sonucu Arz-ı Mev’ud-Eretz İsrail- için dünyayı yok etme pahasına savaşmak… Şayet dünyayı yönetenler akıl, bilim ve tarihi geçeklerden uzaklaşarak efsanelerle ülkelerini ve dünyayı yöneteceklerse vay halimize… Türkiye’de yönetimde söz sahibi olsun olmasın tüm siyasilerin, yöneticilerin, yazarçizerlerin, din adamlarının, komutanların ve aydınların bu meseleleri iyi öğrenmeleri geleceğimiz açısından önemlidir. Hele benim dinim kutsaldır diyenler, milliyetçilik konusunda beka ile yatıp beka ile kalkanlar ve halkçılık adına sokaklara dökülenler sizler okuyunuz, okutunuz ki gerçekleri görebilesiniz. Güçlü olamazsanız gelecek kuşakları bir kara deliğin içine atmış olursunuz…

Petrol, Doğalgaz yok, Türkiye’ye uluslararası arenada destek yok, Doğu Akdeniz’de birlikte çalışma isteği yok, Adalar Denizi’nde Yunan’a ses çıkarma yok, Türkiye’nin güney sınırlarındaki teröre şiddetle karşı çıkma aklılarına bile gelmiyor. Ama ülkeye sığınmacı ithalatına destek var. Kimdir Türkiye’nin yanında yer almayan bu ülkeler? Müslüman kardeşlerimiz! Yani ÜMMET!.

Artık bu ümmet sevdasını bir yana bırakarak, bilim adamlarının, vatanseverlerin, monşerlerin, inananların, tarihi gerçekleriyle anlatanların, Türkiye’nin geleceğini doğru tanımlayan insanların sözlerine kulak veriniz. Halk aç, bitap, güvenliğinden ve geleceğinden emin olmadan ne kadar dayanabilir?

https://21yyte.org/tr/merkezler/bolgesel-arastirma-merkezleri/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-merkezi/irak-ve-suriye-de-ne-kazandik-adalar-denizi-nde-ne-kaybettik-dogu-akdeniz-de-ve-libya-da-ne-alacagiz


***

IRAK VE SURİYE DE NE KAZANDIK DOĞU AKDENİZ DE NELER KAYBETTİK BÖLÜM 1

IRAK VE SURİYE DE NE KAZANDIK.,   

DOĞU AKDENİZ DE NELER KAYBETTİK., 

BÖLÜM 1


IRAK ve SURİYE’DE NE KAZANDIK, ADALAR DENİZİ’NDE NE KAYBETTİK, DOĞU AKDENİZ’DE ve LİBYA’DA NE ALACAĞIZ?

Yazan  Muhittin Ziya Gözler 

03 Şubat 2020



IRAK VE SURİYEDE NE KAZANDIK 

Türkiye’nin kördüğüm olmuş meselelerini gergin, sıkıntılı, mutsuz ve hamlelerini doğru yapabilme konusundaki tecrübesizliğini ve giderek artan yalnızlığını açıklayabilmek için içinde bulunduğu şu iki hususu dikkate almak gerekmektedir.

1. Bulunduğu coğrafyadaki enerji kaynaklarının durumu,

2. Dini dayatmacılık ve yayılmacılık ve Büyük İsrail.

1. ENERJİ KAYNAKLARI

Kalkınmanın, teknolojide önde gitmenin ve bilimsel çalışmaların öne çıktığı ülkelerde enerji kaynaklarının hem çok fazla hem de verimli kullanıldığı bilinen bir gerçektir. Bu kaynakların dünyada ki varlıklarına kısaca değinelim: Dünya petrol rezervi 244.1 milyar ton olup bu rezervin %48.3’ü olan 113.2 milyar tonu Ortadoğu ülkelerindedir. Doğalgaz rezrevi ise 196.9 trilyon m3 olup bunun %38.4’ü olan 75.5 trilyon m3’ü Ortadoğu’da bulunmaktadır. Dünya sadece bu rezervleri kullansa bu coğrafya 25-30 yıl yetecek bir potansiyele sahiptir. Diğer taraftan Afrika ülkelerindeki petrol rezrevi 14.0 milyar ton (%6.2), doğalgaz rezrevi de 14.4 trilyon m3’ tür (%7.3). Tüm dünyada petrolün %19,7’sini ABD, %15,9’unu Avrupa, %13,8’ini Çin, %5,1’ini Hindistan, %3,9’unu Japonya, %3,3’ünü Rusya tüketmektedir. Dünya petrol üretiminin %33,5’ini yapan Ortadoğu ülkelerinin tüketimdeki payı %8,8’dir. Doğalgazın tüketiminde ABD’nin payı %21,2, Ortadoğu ülkelerinin %17,8, Avrupa’nın %14,3, Rusya’nın 11,8, Çin %7,4’dür. 2018 yılında dünya elektrik üretimi 26.614,8 TWh’tır. Bunun %26,7’sini Çin, %16,8’ini ABD, %15,3’ünü Avrupa, %5,9’unu Hindistan, %4,7’sini Ortadoğu ülkeleri ve %4,2’sini Rusya üretmektedir (Petrol ve doğalgaz rezrevleri içinde dünyada mevcut 55 milyar ton olan tight oil ve 212 trilyon m3 olan şeylgaz rezrevleri dahil edilmemiştir). Bütün bu rakamlar gösteriyor ki, Batı Doğu’nun tüm enerji kaynaklarına adeta mahkumdur. Kendi kaynaklarını mümkün olduğunca az kullanarak gelecek nesillerine bırakmak ve bu Mülüman toprakları açlığa, yoksulluğa terk ederek hayallerinin gerçekleşmesi önünündeki engelleri kaldırmaktır. Zengin enerji kaynaklarının sahibi olan Ortadoğu ülkelerinin bu fakirliğinin en önemli sebebi halkın hemen her olaydan bi-haber olmasıdır. Fetvalarla idare edilen, kralın ya da otoriter liderlerin yanındaki bir avuç azınlığın ülkelerini dış güçlerin kontrolünde idare etmeleri bu ülkeleri fakirliğin pençesinde adeta kıvrandırmaktadır. Peki, dostane ilişkiler içinde olduğumuzu sandığımız bu enerji kaynağı Müslüman ülkelerinin kıyısında bulunan Türkiye’nin enerji görünümü nedir? Topraklarından 8300 km uzunluğunda uluslar arası boru hattı geçen ve boru hatları ile doğalgazda yaklaşık 108 milyar m3, petrolde 120 milyon ton kapasiteye sahip bir potansiyeli nakleden Türkiye, enerji kaynakları için yılda ortalama 45-50 milyar dolar enerji faturası ödemektedir. Ümmet diye sarıldığımız halklarını Müslümanlığı kullanarak fakirliğe mahkum etmiş bu enerji kaynağı sevimsiz ülkeler, Türkiye enerji kaynaklarını ucuza mı satmaktadırlar? Türkiye ile daha çok mu ticaret yapmaktadırlar? Türkiye’nin haklarına sahip mi çıkmaktadırlar? Emperyalizm bu Müslüman ülkeler için bir mana ifade etmekte midir?

Ortadoğu’daki tarihi olayları, gelişmeleri tarihçilerin çalışmalarına, araştırmalarına ve uluslar arası seviyedeki yorumlara bırakarak bu kadim topraklardan çekilmek zorunda bırakılan Türkiye’nin son yıllardaki Ortadoğu, Arap, Adalar Denizi, Doğu Akdeniz politkalarının sonuçlarına bakalım. Barış ilkesi niçin terkedildi? Türkiye bir şeyler kazandı mı? Bilindiği gibi TC Devleti’nin, 20 Nisan 1931’den bu yana izlediği genel siyaset ve hukuk anlayışı ’’Yurtta Barış Dünyada Barış’’ ifadesiyle resmiyet kazanmış ve de vazgeçilmez bir ilke olarak Cumhuriyet Hükümetleri tarafından sürdürülmüştür. Gerçek odur ki, Türkiye uzun yıllar komşu olsun olmasın tüm ülkelerle hiçbir zaman savaş ve sonucunda toprak ilhakı üzerine bir politika takip etmemiştir. Bütün meselelerini diplomasiyle ve barışçı bir şekilde çözülmesi konusunda dost düşman tüm ülkelere tavsiyelerde bulunmuştur. Ne var ki, 1936 yılında Churchill’in şu sözü dünya barışına indirilmiş bir darbe olarak hafızalara kazınmıştır. ’’Bir damla petrol bir damla kandan daha değerlidir’’ (şimdilerde bu kan bir milyon damlaya yükselmiştir). İşte bu anlayış giderek emperyal ülkeler ve onların ÇUŞ’ları için bir ilke olarak kabul edildiği içindir ki, dünya barışı terk etmiş ve enerji kaynakları bakımından zengin ülkelerdeki katliamlar, hükümet darbeleri süre gelmiş ve de yabancı istihbarat güçlerinin ve Hıristiyan misyonerlerin, tarikatların kötülük adına cirit attığı bri dünya meydana gelmiştir. Yeşil Kuşak Projesi, BOP, İslami Sosyalizm, Arap Baharı, Adalar Denizi’ndeki işgaller, Doğu Akdeniz çıkmazı, Kuzey Afrika ülkelerinin istikrarsızlığı, Ortadoğu’nun içine bomba gibi yerleştirilen terör örgütleri, Türkiye’den toprak alarak bir Kürt devleti kurma isteğiyle yanıp tutuşan ABD. Bu ortamda ülkelerin parçalanma planları içinde Türkiye ne yapmak istemektedir? Bugüne dek yaptıklarında kendi payına düşen nedir? Takip edilen dış politika sonuçları milli bütünlüğümüz açısından doğru mudur? Bu ve benzeri soruların cevaplarını da siyaset bilimcilere ve tarihçilere bırakarak bugüne kadar TC. Devleti’nin attığı adımların sonuçlarına kısaca göz atalım.

2003 yılında Irak’ın işgal harekâtına karşı çıkarak toprak bütünlüğünü savunarak tarihi bir görev üstlenen Türkiye geçen zaman içinde ne Irak petrolünden bir pay alabildi (Irak’ta bulunan 20 milyar ton petrolün %10’u Kerkük bölgesindendir) ne Telafar, Musul, Erbil, Kerkük, Dakuk, Tuzhurmatu şehirlerinin bulunduğu Türk Bölgesi’nde söz sahibi olup Türkmen’lerin sesi olabildi, ne de Irak’taki kargaşayı dolayısıyla terör örgütlerinin Türkiye içine sızmasını önleyebilecek tedbirler alabildi? Terör devam ediyor…

Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekâtlarıyla ışid, pkk, pyd, ypg terör örgütlerini yok etmeyi hedefine koymuş olan Türkiye Müslüman ülkelerin yeterli desteği olmadığı için ve de ABD’nin bu toprakları terk etmemesi kararlılğından, Rusya’nın da Ortadoğu’ya daha çok hakim olma istağinden dolayı istediğini elde ettiği söylenebilir mi? Işid dağıtılmışken, terör örgütleri yalnız bırakılmak istenirken Türkiye hep yalnız bırakılmıştır. Öyle ki, Barış Harekâtı Arap Birliği (Mısır, S.Arabistan, BAE, Suriye, Irak, Lübnan, Kuveyt, Bahreyn, Katar) ve İran tarafından kınanmış Türkiye adeta işgalci olarak görülmüştür. ÜMMET tarihin hangi döneminde TÜRK’ten yana olmuştur ki şimdilerde olsun… Stratejik bir yer olan İdlib’in hali ortada. Türk askerinin 12 noktadaki durumu n’olacaktır? ABD ile arası gergin olan Türkiye İdlib’de Rusya ile savaşacak mıdır? Türkiye’ye Suriye topraklarından çekilin ultimatonu gelirse ne yapılacaktır? Halep Lazkiye karayolunu kontrol altına alacak olan Rusya’ya ne cevap verilecektir? Netice: 5 milyon sığınmacının yanına 2 milyon sığınmacı kaçak daha gelebilir mi? Yeter artık… Bu kadar kaçak vatanları için savaşmak varken onlar ülkelerini terk ediyorlar. Sonra ülke insanı sıkıntıya düşüyor, huzur içinde yaşayamıyor. Bu nasıl bir tercihtir?

Kasım 2019’da Palermo’da yapılan Libya’nın yeniden düzenlenmesi toplantısında Türkiye’nin karar alma konusunda devre dışı bırakılması sonrası toplatıdan çekilmesi Türkiye’ye sizin ne işiniz var Libya’da mesajının diplomatik ifadesidir sanırım. Türkiye’nin 6.3 milyar ton petrolü ve 1.4 trilyon m3 doğalgazı rezervi olan Libya’da bir askeri üssü olmasını kim istemez ki? Türkiye Akdeniz’de kıyısı olan bütün ülklerle özelikle de Müslüman ülkelerle MEB imzalayarak Akdeniz’de bir güç haline gelebilir. Acaba fırsat kaçtı mı? Bilindiği üzere Trablus Hükümeti BM, AB, Türkiye, İtalya tarfaından desteklenmektedir. Ancak geçmişi oldukça karanlık olan Hafter’i Mısır, S.Arabistan, BAE, Kuveyt,, Fransa ve Rusya desteklemektedir. Hafter ülkedeki petrol üretiminin büyük bir kısımını kontrolünde bulundurduğu için emperyal ülkeler tarafından ciddi destek görmektedir.  Hafter’in Moskova’daki ateşkes anlaşmasını imzalamasının tek sorumlusu Putin değil midir? Zira Putin yakın bir zamanda Hafter’in Libya’ya hakim olacağını çok iyi bilmektedir.

Keçilerin otladığı adalar için savaş mı çıkaralım? Bu düşüncedeki kişilere soruyorum keçiler orada otluyorsa niçin Yunan’lılar işgal ediyor?  Vakit geçirmeden işgal edilen 18 ada ve 1 kayalığın tekrar alınması şerefimizi korumak açısından önemlidir. Konu giderek çetrefilli bir duruma dönüştüğünde Yunanlılar siz kıta sahanlığını da bize terk ettiniz derlerse o takdirde ne yapılacaktır? Adalarla oynamanın ateşle oynamaktan daha beter olduğu unutulmamalıdır. Bilimsel olarak ispat edilmiştir ki, 1.Adalar Denizi’ndeki adalar, adacıklar ve kayalıkların kendilerine ait asla ve asla birer kıta sahanlıkları olamaz, 2. Kıta sahanlığındaki Münhasır Ekonomik Bölgedeki kaynaklar sahildar ülkenin kaynaklarıdır, 3. Kara suları sınırları ülkeler arasında kara parçası sınırı olarak kabul edilemez. Yunanistan’ın kara sularını 12 mile çıkarma ve buna bağlı olarak da Uçuş Haberleşme Bölgesi’ni (FIR) daraltma çabaları uluslararası kaidelere aykırı bir davranıştır. Türkiye’nin askeri tatbikatlarını, deniz ticaretini, balıkçılık faaliyetlerini, petrol ve doğalgaz aramalarını, bilimsel ve teknik çalışmalarını engelleyecek bir karar kabul edilemez. Yunanistan’ın böylesine saldırgan bir tutum takınması ve AB’nin meseleyi bir oldubittiye getirmesinin altındaki tek sebep, Adalar Denizi üzerindeki adalar, adacıklar ve kayalıkların %90’nın Türkiye Anakarası’na ait olduğunun bilinmesidir. Kısacası Adalar Denizi’ndeki adalar Anadolu’nun devamıdır. 23 adadan 16’sının silahlandığının acaba yeni mi farkına varıldı? Ya işgal edilen adalar? Unutuldu mu? Terk mi edildi?

Mavi Vatanımızın Doğu Akdeniz Bölgesinde 7 düvelin cirit atmasının pek hayra alamet olmadığı açıkça görülmektedir.  Yıl 1979 Kıbrıs, Rum Yönetimi lideri Kiprianu Mısır’la birlikte Doğu Akdeniz’de petrol aramak için işbirliği yapılacağını duyurduktan hemen sonra RAUF DENKTAŞ karşı bir hamle ile bu hareketin bir savaş sebebi olacağını tüm dünyaya bildirmiştir. Türkiye’nin bu noktada BM nezdinde devreye girmesiyle Rum kesimi geri adım atarak gerilimi başlamadan sonlandırmıştır. Şimdi burada küçük bir soru: Eski Türkiye’deki siyasetçiler bu ÜMMET denen güruhun ne olduğunu bilmiyorlar mıydı ki, ilişkiler hep al gülüm ver şeklinde devam etti. Düşününüz... 2003 yılına gelindiğinde GKRY Mısır’la 2007’de de Lübnan, Suriye ve İsrail ile Doğu Akdeniz’de enerji kaynaklarını arama anlaşmaları yapmışlardır. 2019 Ocak ayında GKRY, Yunanistan, Mısır, Ürdün, İsrail, İtalya Kahire’de Türkiye ve KKTC’ni dışlayan Doğu Akdeniz Formunu kurdular. Ama unuttukları önemli bir husus var. BMDHS gereğince bu bölgede çıkarılacak tüm kaynaklarda Türkiye, KKTC ve Filistin’in de hakları bulunmaktadır. Yeter ki biz enerji kaynaklarına ulaşalım… Peki, bu kadar fırtına koparılan bu havzadaki enerji kaynaklarının rezervleri nedir? USGS’in 2010 yılındaki raporuna göre Leviathan havzasında teknik olarak çıkarılması mümkün henüz keşfedilmemiş 1,7 milyar varil petrol ve 3,5 trilyon m3doğalgaz, Nil Deltası’nda da teknik olarak mümkün ama henüz keşfedilmemiş 1,8 milyar varil petrol ve 6,3 trilyon m3 doğalgaz bulunmaktadır (toplamda 3,5 milyar varil-500 milyon ton- petrol, 9,8 trilyon m3 doğalgaz). Diğer taraftan Doğu Akdeniz’deki jeolojik yapının böylesine yüksek miktarda rezervlere müsait olmadığını bazı bilim adamları dile getirmektedirler. Katar petrollerinin GKRY ile anlaşarak karşımıza dikilmeleri Türkiye’nin var gücü ile bölgede faaliyetlerine devam etmesi sonucunu doğurmuştur. Ülkeyi yönetenlerin unutmaması gereken bir görüş, Türk’ün Türk’ten başka dostu var mıdır? Size soruyorum… Doğu Akdeniz’de çıkarılacak her damla petrolde, her metre küp doğalgazda Türkiye’nin hakkı vardır.

Velhasıl, Irak’ta gücümüzü tam anlamıyla gösteremedik. Ne petrolden pay alabildik, ne Türkmen’leri koruyabildik, ne de terörü yerle bir edebildik. Suriye’de 480 km. uzunluğunda ve 30 km. derinliğindeki güvenli bölge n’oldu? Libya’da ya olmalıyız, ya da hiç gitmemeliyiz. Adalar Denizi’ndeki silahlandırılmış ve işgal edilmiş adalara derhal müdahale edilmelidir. Nesillerinizin ileride utanmaması adına bunu yapınız. Doğu Akdeniz’deki kaynaklarda bizim de hakkımızın olduğunu ileride sorun çıkarılmamsı bakımından tüm dünya bildirilmelidir. Sade bir vatandaş olarak bunları istemek sanırım hakkımdır diye düşünüyorum.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

26 Temmuz 2018 Perşembe

Bor Cevheri ve Uygulanan Politikalar




  Bor Cevheri ve Uygulanan Politikalar 



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü      
Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi
02 Ocak 2014 Perşembe
Bor Cevheri ve Uygulanan Politikalar
Muhittin Ziya Gözler 
tarafından yazıldı.



                        BOR CEVHERİ ve UYGULANAN POLİTİKALAR

 1455 yılına kadar doğu ve batıda bilim ve teknolojide küçük ama zamanın yapısına ve ruhuna uygun gelişmeler kaydediliyor, doğuda Türk-İslam âlimlerinin ortaya koyduğu fikirler ışığında önemli değişiklikler yaşanıyor ve özellikle de bilim ve mimaride önemli eserler vücuda getiriliyordu. 1455 yılına, matbaada ilk kitabın basılmasına dek dünya üzerinde 30 bin adet kitap olduğu tahmin edilmektedir. Bu tarihten sonra geçen yarım asırlık zaman içinde bilim, felsefe, edebiyat, sanat ve din alanında sayıları 10 milyona yaklaşan kitabın basıldığı ileri sürülmektedir. Batılılar, 15-17.yüzyıllar arasında bilim, felsefe, sanat ve dinde gerçekleştirdikleri ıslahat hareketlerinden sonra dünyaya açılmaya başlamışlar, coğrafi keşiflerle de kaynak arayışını hızlandırarak kendi 
topraklarından uzaklardaki ülkeleri işgal ederek o ülkelerin kaynaklarını kullanmak için sömürgeler ve dominyonlar kurmaya başlamışlardır. 1565’de kurşun kalem, 1643’de barometre, 1663’de teleskop, 1671’de basit bir hesap makinesi, 1752’de paratoner, 1852’de elektromıknatıs, 1866’da dinamit, 1876’da telefon icat edilmiştir. 1299-1699 yılları arasında cihan hâkimiyeti ülküsü ile güçlü bir imparatorluk kurmuş olan Osmanlı İmparatorluğu batının değişen bu fikri, ilmi, teknik ve dini gelişmelerinden bihaber olarak ayakta durmaya çalışırken batı bu fırsatı kaçırmamış bu ’’Muhteşem İmparatorluğu’’ yıkmak için sürekli fırsat kollamaya başlamış, nihayet içerden ve dışarıdan giriştiği sosyal, kültürel ve iktisadi faaliyetler neticesinde hepimiz için hazin olan son gerçekleşmiştir. 1839 Osmanlı-İngiliz Ticaret Sözleşmesi, Osmanlı sanayini ortadan kaldırmayı ve de ülkeyi batının bir açık pazarı haline dönüştürmeyi 
amaçlıyordu. Gelişen ve değişen şartlar karşısında batı, Osmanlı’nın madenlerine gözünü çeviriyor ve sömürü düzeni böylece başlamış oluyordu. 1850’li yıllarda 
Batı Anadolu’da alçıtaşı işletmeciliği yapan Polonya’lı bir göçmen Desmazures adlı bir Fransız mühendise hediye olarak bir biblo gönderir. Mühendis gelen 
bibloyu tetkik eder ve bu malzemenin bor olduğunu tespit eder. Hemen ilgili kişiyle temasa geçer ve Türkiye’ye gelir, malzemenin yerini bulurlar. 

Burası Balıkesir ili, Susurluk ilçesindeki Sultançayır ve Aziziye Köyleri civarıdır. 

Cevher, pandermit adı verilen kalsiyum borattır. Uzun uğraşlardan sonra 1865’de Companie Industrielle Des Mazures adlı bir şirket kurulur ve 1865’de padişahtan izin alınarak bor cevheri işletilmeye başlanır. Ancak işletilen madenin alçıtaşı olduğu söylenerek ve de ucuz ücretler ödenerek bor cevheri yurt dışına 
kaçırılmaya başlanır. Bu arada Paris yakınlarında bir bor rafine tesisi de kurulmuştur. 1887’de Londra’da kurulan The Borax Company Şirketi 1898’de Fransız şirketini satın alarak Sultançayır’daki bor işletmesini tekeline alır. Ancak bu hileli durumun farkına varan Sultan Abdülhamit Han mevcut faaliyetin 
durdurulması emrini verir. Ancak 1889’da Borax Consolidated Limited (BCL) şirketi kurulur ve bu şirket 1954 yılına kadar borları işletmeye devam eder. 
Etibank ilk kez 1958 yılında Emet’te bor cevheri üretimin gerçekleştirerek dünya bor piyasasına BCL’den sonra giren ikinci şirket olur. Etibank 1964’de ilk 
rafine ürün işletmesini devreye alır. 1968’deki Bakanlar Kurulu kararı ile de bütün şirketlerin imtiyazları devlete devredilerek, bor madenleri Etibank ve 
bazı yerli şirketler tarafından işletilmeye başlanır. 1978’de çıkarılan 2172 ve 1983’deki 2840 sayılı kanunlarla da bor madenleri ile ilgili bütün faaliyetler 
devlet kontrolüne bırakılır. 20.03. 2012 tarihinde TBMM’ne 2840 sayılı kanunda bir değişiklik yapılması önerisi götürülmüştür. 1998-2002 yılları arasında 
medyanın akıl almaz kampanyası ile bor meselesi kamuoyunu meşgul eden önemli meselelerden biri haline gelmişti. Akademisyenlerden gazetecilere, 
siyasilerden sivil toplum kuruluşlarına ve hatta sokakta simit satan vatandaşa kadar hemen herkes bor konusunda adeta otorite haline gelmişti. 

Hatta bir sivil toplum yöneticisi de bir yıl içinde ülkeye bor ile çalışan bir otomobil getireceğini anlatıyor, yazıyor ve çiziyordu. Aradan 14 yıl geçti…  
2003’ten bu yana borlarla ilgili yayın taarruzuna rastlamıyoruz. Bu çok önemli bir neticedir. Zira çalışan ve üreten insanlar bir de bu dedikodularla 
uğraşmamaktadırlar. Şimdi bor cevherinin serüvenini öz ama akılda kalıcı bir biçimde anlatmaya çalışalım.

       B2O3 bazında 1970 yılında dünya bor üretimi 768 bin ton, bunun %16’sı 
olan 122 bin ton, 1998’de 1.511.000 ton olan dünya üretiminin %31’i olan 475 bin ton, 2002 yılında 1.536.000 ton olan dünya üretiminin %32’si olan 491 bin ton ve 2012’de 1.8 milyon ton olan dünya fiili bor üretiminin yaklaşık %42’si 756 bin ton Türkiye tarafından üretilmiştir. Türkiye’de bor üretiminde artış olduğu 
takdirde dünyada da bor artışının olacağı bir vakıadır. Eti Maden 
İşletmeleri’nin verdiği bilgilere göre Eti’nin 2012 yılı bor üretim kapasitesi 
973 bin ton olup, dünya fiili bor üretimiB2O3 bazında 1.8 (3.8) milyon ton olup 
bunun yaklaşık %42’sini Türkiye, %29’unu ABD, %15’ini G.Amerika, %14’ünü de Asya gerçekleştirmektedir. Ayrıca dünya bor talebinin de %46’sını Eti 
karşılamaktadır. 2002 yılında 1.890.000 ton cevher ve 717 bin (100 bin tonluk 
borik asit hariç) rafine ürün kapasitesi varken, 2012’de bu değerler rafine 
üründe 1.425.000 tona, eş değer ürünlerle birlikte kapasite 2.125.000 tona 
yükselmiştir. Diğer taraftan 1998-2002 yılları arasında bor ürünleri ihracat 
değerleri miktar olarak 400-763 bin ton, değer olarak da 200-237 milyon dolar 
seviyelerindeyken, 2009-2012 arasında miktar olarak 500-800 bin ton, değer 
olarak da 500-800 milyon dolarlar seviyesine çıkmıştır. Bu artışın önemli iki 
sebebi bulunmaktadır: 

1.Bulunan yeni rezervler ve Eti’nin yatırımlara ağırlık vermesi ham bor yerine rafine ürün satışının artması (2002 yılına göre pazarlanabilir ürün kapasitesi yaklaşık %100 artmıştır), pazara daha çok hâkim olması, 

2. B2O3 bazında 2002 yılına göre fiyatların 250-300 dolarlardan 350 735  dolarlara yükselmesi. Türkiye’de bor konusunda 1964-1996 arasında geçen 32 yıllık zaman içinde yapılması gerekenler ne yazık ki, bildiğimiz ve 
bilemediğimiz birçok sebepten ötürü yapılamamıştır. Ancak 1997’den itibaren 
başlayan ve zaman zaman yöneticileri zor durumda bırakan yatırım hamlelerinin 
giderek artan bir şekilde devam etmesi sevinilecek bir neticedir. 2000-2012 
yılları arasında konsantre bor ürünlerinde satış miktarı %47’lerden %5’lere 
düşmüş, bor kimyasallarında da %53’lerden %95’lere çıkmıştır. Bu yatırımların 
dünya bor tüketimi de dikkate alınarak ve herhangi bir engele takılmadan 
yapılması, ayrıca yatırımların rafine ve eş değer ürünlerin de ötesine geçip 
özel bor ürünlerini de kapsayacak şekilde yapılmasına da dikkat edilmesi 
şarttır.



BOR  MADEN SAHALARIMIZ 

(Türkiye’de bor cevherinin çıkarıldığı yerler. Kaynak:www.coğrafyatutkudur.com)


  Tabiatta 230’un üzerinde bor minerali bulunmaktadır. Ancak ticari manada 
önemli olan bor mineralleri kolemanit, tinkal, üleksit, kernit, datolit, 
probertit ve hidroborasittir. Ülkemizde yaygın olarak tinkal (sodyumlu), 
kolemanit (kalsiyumlu) ve üleksit (kalsiyum+sodyum) mevcuttur. Ülkemizde bor cevheri Balıkesir Bigadiç, Eskişehir Kırka, Kütahya Emet, Bursa Kestelek’de 
bulunmaktadır. Dünya bor rezervleri toplam 1.290.800.000 ton olup dağılımı 
şöyledir: (Kaynak- Eti Maden / B2O3 bin ton /2012)

  ’’Türkiye 935.800  % 72,5 / A.B.D 80.000   %6,2 / Rusya 100.000 % 7,7 

   Çin 47.000  %3,6 / Arjantin 9.000  %0,7 / Bolivya 19.000  %1,5 

   Şili 41.000 % 3,2 / Peru 22.000 % 1,7 / Kazakistan 15.000 % 1,2 / Sırbistan 
22.000 % 1,7 

  Ülkelerin 2012 yılı bor üretim kapasiteleri ise şöyledir (Bin ton B2O3) : 
Türkiye 973, ABD 673, G.Amerika 340, Asya 312.Toplam 2.298.000’’ Böylesine büyük rezervlere ve üretim kapasitesine sahip olmamıza rağmen bor ürünlerinin 
kullanımı günümüzde petrol, doğalgaz, kömür, demir-çelik,  çimento ve diğer 
sanayi ürünlerinde olduğu kadar fazla miktarda değildir. 2000 yılında 3,1 milyon 
ton olan dünya bor tüketimi (1.536.000 B2O3), 2012 yılında 3,8 milyon ton (1,8 milyon B2O3 ) olmuştur. Görüldüğü gibi bor kullanım oranı yıllık % 2 
civarındadır. Ancak ekonomik krizler ve bor tüketiminin azaldığı durumlarda bu 
oran daha da düşmektedir. Bor ürünlerinin %54’ü cam (borosilikat, yalıtım tipi 
cam elyafı, tekstil tipi cam elyafı), % 13’ü seramik, emaye, sır, % 3’ü deterjan 
ve % 12’ si tarım sektöründe ve alev geciktiriciler, sağlık, çimento, metalürji 
ve enerji sektöründe de % 18’i kullanılmaktadır. Bor mineralleri ilk önce 
fiziksel işleme tabi tutularak zenginleştirilir ve konsantre bor elde edilir. 
Elde edilen bu ürün bazı kimyasal işlemlerden geçirilerek rafine ürünler elde 
edilir. Bor ürünlerini gösteren şema aşağıdadır.

  


BOR  MADEN SAHALARIMIZ 
(Kaynak: Boren)

  Dışarıya yıllardır sattığımız ve ülkemizde halen de çok az miktarda kullanılan 
bor ürünlerinin nerelerde kullanıldığına da kısaca değinelim: Cam ve cam 
seramiklerinde; kolemanit, tinkal, üleksit, boraks penta ve deka hidrat, susuz boraks ve borik asit, emaye, sır ve fritte; boraks penta ve deka, susuz boraks, borik asit, temizleme ve ağartmada; sodyum perborat, zirai uygulamalarda; boraks deka, penta, borik asit bor oksit, meta borat kullanıldığı bilinmektedir. 

Ergimiş halde bulunan cam ara ürününe bor ilave edildiğinde malzemenin 
akışkanlığını artırmakta ve nihai ürünün yüzey sertliğini ve dayanıklılığını 
artırmaktadır. Seramiğe bor ilavesi onu çizmeye karşı korumaktadır. Deterjan ve sabunlarda mikrop öldürücü, beyazlatıcı ve suyu yumuşatıcılığını artırmak için kullanılmaktadır. Sebze ve meyvelerde hücredeki şeker geçişini, gelişimini, 
hücre bölünmesini ve fotosentez metabolizmasının düzenlendiği için 
kullanılmaktadır. Alev geciktirici olarak yanan malzemelerin üzerine 
sürüldüğünde (çinko borat) oksijenle olan teması kesmekte ve yanmayı 
önlemektedir. Metalürjide yüksek sıcaklıkta koruyucu özelliğinde dolayı demir 
dışı metal sanayinde curuf oluşturucu ve ergitmeyi hızlandırıcı madde olarak 
kullanılmaktadır. Ayrıca fiber optik kablolar da üretilmektedir. Sodyum bor 
hidrür, kâğıt hamurunun ağartılmasında, atık sulardan ağır metallerin 
uzaklaştırılmasında kullanılmaktadır. Bu ürün aynı zamanda çok iyi bir hidrojen 
taşıyıcısı ve depolayıcısı olduğunda hidrojenin enerjide kullanılmaya 
başlamasından sonra önemli bir noktaya gelecektir. Atom reaktörlerinde borlu 
çelikler, bor karbürler ve titan bor alaşımlar kullanılmaktadır. Füze 
yakıtlarında, uçak ve havacılık sanayinde yüksek ısıya dayanıklı gövde yapımında ve düşük ağırlık ve diğer bazı uygulamalarda kullanıldığı bilinmektedir. Bor nitrür, elektronikte, nükleer uygulamalarda, vakum ergitme potalarında, bujiler, rulman yatakları, askeri zırh malzemelerinde, matkap uçlarında değerlendirilmektedir. Titanyum diborür, balistik silah üretimi, ergimiş motor potalarında ve kesme aletlerin yapımında kullanılmaktadır. Bor halojenürler, ilaç, katalizörler ve bor elyafı üretiminde kullanılmaktadır. Enerji alanında, hidrojen taşıyıcısı, araçlarda doğruda yakıt olarak ve de enerjinin taşınması, depolanması ve tasarrufunda da değerlendirilmektedir. Böylesine öneme haiz bir maden varlığının yıllarca ham, konsantre ve hatta rafine ürün olarak satılması toplumun akıllı ve sürekli yol gösteren adamları tarafından hiç 
değerlendirilmemiş sadece ve sadece aman borlar emperyalistlere peşkeş 
çekilmesin nidalarıyla toplum avutulmaya çalışılmıştır. Doğru olan, yapılması ve 
yol gösterilmesi gereken husus, sanayinin hemen her yerinde kullanılan ürünlere ait tesislerin kurulması için devletin ve özel sektörün teşvik edilmesi 
olmalıydı. Aslında Eti’nin sattığı ürünlerin nerelerde kullanıldığı ABD’de 2000 
yılında bir şirket kuruluna dek de bilinmiyordu. Bor minerallerinden elde edilen 
borik asit, bor oksit, boraks dekahidrat ve pentahidrat, susuz boraks, amonyum 
pentaborat, sodyum metaborat, potasyum penta ve tetraboratlar, bor karbür, bor nitrür, titanyum diborür, ferro bor, bor halojenürler, boranlar ve diğer bor 
özel kimyasalları bilinenlerin dışında nerelerde hangi amaçlar için 
kullanılıyordu? Uzay çalışmalarında mı? Hızlı tren yapımında mı? Yeni nesil uçak 
üretiminde mi? Yakıt veya elektrik enerjisi üretiminde mi? Sağlık alanında mı? 
Görüldüğü gibi buraya kadar anlatılanlardan şu açıkça anlaşılmaktadır. Türkiye 
bor cevherini halen rafine ve eşdeğer bor cevheri şeklinde satmaktadır. Eti’nin 
bazı uç ürünlerdeki çabalarını, ortaya koyduğu sonuçları daha ötelere taşıması 
için ya devletin bu girişimleri sonuna dek desteklemesi ya da özel sektörün bu 
konuya iştiraki gerekmektedir. Eti’nin özel sektörle yapacağı ortaklıklardan da 
iyi neticeler alınabilir (tronada olduğu gibi). Uzun yıllardır yöneticilerin bu 
çabaları her nedense baltalanmış ve günümüzde de bu ileri teknoloji 
çalışmalarında yapılanlara pek destek çıkılmadığı görülmektedir. Amerika, 
Yunanistan, Bulgaristan, İtalya, Belçika, Hollanda’dan birileri gelip ülkemizin 
borlarını alacak, ülkelerinde yatırımlar yapacaklar, ama benim ülkemde milli 
sermaye yani özel sektör bor konusunda kılını kıpırdatamayacak! Devlet 
kuruluşumuz Eti’nin yaptığı çalışmalarla da çekince olduğu için kimse 
ilgilenmeyecek. Bu nasıl bir anlayıştır? Ya da daha ötesi acaba bu bir özel 
sektör düşmanlığı mıdır? Sakın ha, borlardan uzak durun… Eti’nin dışında 
kurulmuş olan Bor Enstitüsünün de çalışmalarının pek netice alıcı olduğu 
söylenemez. Bu kurum Eti’nin bünyesine katılmalı ve daha neticeye yönelik AR-GE faaliyeti yapan bir güç haline getirilmelidir. Diğer taraftan Eti, üretim 
yapısı, teknik ve tesis özellikleri, çalışma şekli ve ticari kapsamı itibariyle 
bir madencilik kuruluşundan daha çok bir kimya kuruluşuna dönüşmüştür. 

Eti’nin liderliğinde kurulacak kompleks bir kimya sektörü yukarıda anlatılmaya çalışılan bütün üretimleri yapar hale gelecektir. Ancak böylesine güçlü bir yapı sonrası Eti dünya bor sektörünün gerçek patronu olabilir. Günümüzde 1,8 milyon ton civarında kullanılan dünya bor ürünlerinin önümüzdeki 10-15 yıl içinde 8-10 kat artması mümkün olabilir. Ülke bor kaynaklarının dünya pazarındaki zenginliğe eşdeğer bir gücü yakalayabilmesi için katma değeri yüksek bor bileşikleri üretimine geçilmesi şarttır. Yani, borla ilgili AR-GE faaliyetlerine önem 
verilmeli, sanayide ve yüksek teknolojide kullanılan bor fabrikalar 
yapılmalıdır. Kısacası fabrika yapan fabrikalar kurulmalıdır. 1978’de 83 milyon, 
1999’da 237 milyon ve 2012’de 800 milyon dolar bor ihracatı yapan ve tesisler 
kurarak üretim gücünü artıran Eti’nin önüne, neredeyse birçok hasletimizden 
vazgeçerek girmeye can attığımız AB ülkeleri çok ciddi engeller 
çıkartmaktadırlar. 2000’li yıllarda başlayan bu engellerin halen devam ettiğini 
düşünmekteyim. Bu engellerin neler olduğuna gelince: 

1.Borun insan hayatı ve çevre üzerinde tahribat yaptığını iddia etmektedirler. 
Bu sebeple de bor torbalarının üzerine kuru kafa işaretleri koydurarak bor kullanımından vazgeçilmesini istemektedirler. Bor cevherinin ne tabii hali ne de rafine ürünlerinin insan sağlığına zararlı olmadığı bilimsel olarak ispat edilmiştir. 

2. Deterjan sanayinde kullanılan bor (perborat) yerine daha ucuz olan 
perkarbonat (hammaddesi soda) kullanılması gündeme getirilmiş, çalışmalar 
neticesinde şirketler perborat fabrikalarını perkarbonata dönüştürmeye 
başlamışlardır. Böylece bu proje yaygınlaştığı takdirde 500.000 ton civarında 
bor kullanılmayacak ve bu netice Eti’nin perborat fabrikalarından vazgeçmesini 
gündeme getirebilecektir. 

3.Cam sanayinde kullanılan bor yerine de Adventex (borun kullanılmadığı ve E-camını ikame eden bir fiberglas türüdür) denilen bir madde üretilmiş ve ticari anlamda çalışmalar ABD’deki şirketler tarafından hızlı bir şekilde yürütülmektedir. Yurt dışına konsantre ve rafine bor ürünler satılarak yabancı ülkelerde bor sanayinin kurulmasını desteklenmesinin önüne geçilmesi için meri kanunda değişiklik yapılarak Türk sanayicisinin bor konusunda yatırım yapmasının önü açılmalıdır. Bu konuda Eti’nin yaptığı çalışmalara önem verilmeli ve toplumun bu konudaki hassasiyetleri de dikkate alınarak Eti ile müşterek yatırımlar gerçekleştirilmelidir. Bu noktada 2840 sayılı kanunun Danıştay tarafından incelenmesi sonrası 01.05.2000 tarih ve 2000/67 sayılı kararı doğrultusunda hareket edilmesi doğru olur kanaatini taşımaktayım (bu kararın dikkatli okunması gerekmektedir). Devlet ve milli sermayenin bu konuda yapacağı yatırımların çok başarılı olacağı Beypazarı Trona yatırımında açıkça görülmüştür

       Netice itibariyle: 

1.Uzun yıllar madencilik faaliyetlerini yürüten Eti, son yıllarda yapılan özelleştirmeler sonrası ciddi bir şekilde zarar eden (dünyadaki maden fiyatlarının ani iniş, çıkışlar göstermesi sebebiyle) alüminyum, bakır, krom, gümüş, fosfat işletmelerinin bünyeden ayrılmasından sonra bor cevheri ile baş başa kalmıştır. Yaklaşık dokuz yıldır bütün yatırımlar bor üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu sebeple Eti kimya sektörünün bir parçası olmuştur. Kurulacak entegre tesislerle ülkemizde güçlü bir bor kompleksi oluşturulabilir. Daha önceleri Alüminyum ve Mazıdağ Fosfat Tesisleri’nde yapılması düşünülen ve bir türlü hayata geçirilemeyen böylesi devasa projelere ülkenin ihtiyacının olduğu unutulmamalıdır (petro-kimya tesislerine benzeyen bir sistem kurulabilir). 

2. Eti mevcut yatırımlarına ara vermeden devam etmeli dünya 
pazarındaki payını artıracak her türlü yatırımı yaparken AR-GE faaliyetlerini de 
sürdürmelidir. 

3. Eti’nin güçlü bir teknik, pazarlama ve idari yapısı varken, 
Boren adlı bir başka teşkilatın kurulması Eti’nin yapmak istediklerini hayata 
geçirmede ciddi bir engel gibi görülmektedir. En azından dışarıdan böyle 
değerlendirilmektedir. Bu sebeple Boren’in Eti’nin idari yapısı içinde yer 
alması daha doğru olacaktır. 

4. 2000 yılında 23.539 ton olan yurt içi satışlar 2012 yılında 22.234 ton olmuştur. 

2000 yılında Türk özel sektörü bor ürünlerinden dibor trioksit, metaborik asit, orto borik asit, bor oksitleri, disodyum tetraborat anhidrit, disodyum tetraborat pentahidrat, amonyum boratlar ve diğer boratlardan yaklaşık 22 bin ton ithalat yapmıştır İhracatın 800.000 ton olduğu bir dönemde yurt içinde bor kullanımının bu denli az olması ülkemizde bora ilginin ne kadar az olduğunu göstermektedir. Bu ilgi azlığının en önemli sebebi Türk özel sektörü, yapılan menfi propagandalardan ötürü çekinmekte ve belki de bora yatırım yapmaya korkmaktadır. Diğer taraftan rafine ürünleri kullanacak fabrikalarımız bulunmamaktadır. Bu fabrikaları devlet imalat sanayinden çekildim diye uzun yıllardır yaptırmıyor, özel sektör yani milli sermaye kanunlar engel diye bor yatırımlarına uzak duruyor (yurt dışındaki 
sanayiciye engel yoktur. O sanayici ham veya konsantre bor alarak rafine ürünler de üretmektedir. Hatta ham bor alarak öğütüp satmaktadır). Birileri hala borları emperyalizme peşleş çektirmeyelim derken biz kendi ellerimizle borları 
emperyalistlere satmıyor muyuz? 19. yüzyılda bizi kandırarak borlarımızı çalan 
batıya, 21. yüzyılda biz kendi ellerimizle borlarımızı (yaklaşık kırk beş 
yıldır) satıyoruz. Gelin görün ki, bu ülke insanının borlara ilgi duyması 
yıllarca engellenmiştir. Bunun sebebi acaba nedir? İşte bu kısır döngüyü aşacak 
yeni bir anlayışın hâkim olması için bor politikasında da ciddi değişikler 
yapılmalıdır (merak edilmesin ülkenin varlılarını peşkeş çekenler halk ve devlet 
tarafından engellenirler). Bu sebeplerden ötürü 20.03.2012 tarihinde TBMM’ne 
sevk edilmiş olan ve 2840 sayılı kanunda değişiklik yapılması öngörülen metnin 
aceleye getirilmeden, özel sektörün henüz bor politikaları konusunda 
uluslararası hiçbir tecrübesinin olmamasından dolayı, Eti’nin kontrolünde ve 
onun gücünü azaltmadan, ruhsatların Eti’nin hâkimiyetinde kalması, yapılacak 
yatırımlarda Eti’nin altın hisse (imtiyazlı hisse) hakkı olması kaydıyla ve de 
Eti’nin üretim ve pazarlama politikaları çerçevesinde düzenlenmesi bor 
yatırımlarının hızlanmasında önemli rol oynayabilir. Şayet yine de özel sektör 
bor yatırımlarına bigâne kalırsa devlet Eti’nin önündeki bütün engelleri 
kaldırarak bor kimyasalları entegre tesislerini kurulmasına ön ayak olmalıdır.   
                                                                            


Uzman Hakkında
Muhittin Ziya Gözler
Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi

Uzmanın Diğer Yazıları

  Yeni Mezopotamya’da Irak’a Olan Alaka’nın Sebebi 
  AB Üyeliği Tılsımlı Değnek Değil-İşte Yunanistan 
  Türkiye'nin Enerji Politikalarına Eleştirisel Bir Bakış 
  Doğu Akdeniz’de Paylaşılamayan Kaynaklar 
  Kömür Madenciliği 
  Türkiye’nin Güvenlik Sorunlarının Tartışılması 
  DERS-ULUSLARARASI İLİŞKİLER 
  Enerji Kıskacındaki Ortadoğu’da Yaşayan Kürt’ler Kimdir? 
   Nükleer Enerji Santrallerinde Yakıt ve Deprem Konusu 
  Türkiye Adalar Denizi ve Kıta Sahanlı'nda Savaş Değil Bilim ve Adalet İstiyor 
  Enerji İlişkileri 
  Jeotermal Enerji  
  Hafife Alınan Ancak Sonuçları Çok Ağır Olacak Bir Tehlike: Deprem  
  Rüzgâr Enerjisi 
  SOMA’NIN İSYANI: YETER ARTIK! 
  Şeyl Gaz Gerçeği 
  Su Yönetimi Siyasetin Değil Devletin Bir Meselesi Olmalıdır 
  Enerji Ve Boru Hatlarında Siyaset Oyunları 
  Bor Cevheri ve Uygulanan Politikalar 
  Çevre Enerji Ve Madencilik İlişkileri 
  Madencilikte Kökten Değişiklikler ve Yeni Politikalar 
  Maden Varlığımızın Ülkemizin Kalkınmasına Etkileri 
  Ülkemizin Enerji Kaynakları 
  Nükleer Enerjinin Önemi 
  Enerjide Milli Politikaların Zamanıdır 
  Petrol Dünyasında Türkiye’nin Yeri 

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/enerji-ve-enerji-guvenligi-arastirmalari-merkezi/2014/01/02/7357/bor-cevheri-ve-uygulanan-politikalar

***


22 Haziran 2016 Çarşamba

Cerattepe’deki Asıl Sorun Nedir?


Cerattepe’deki Asıl Sorun Nedir?



Yazar: Muhittin Ziya Gözler
29 MART 2016  SALI


   Artvin Cerattepe’deki maden işletme girişimi ve yöre halkının doğayı koruma amaçlı tepkileri, öte yandan da hükümetin bu konudaki tutumu bir süredir Türk kamoyunu meşgul ediyor. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bizzat yaptığı açıklamalara rağmen endişeler ortadan kalkmış değil. Bu durumun temel nedeni ‘siyasi’ açıklamaların ‘bilimsel’ ve ‘hukuki’ gerçeklerle örtüşmemesi..
   Orman Mühendisleri Odası’nın 9 Mayıs 2013 tarih ve 111/1 sıra numaralı Yönetim Kurulu Kararı ile görevlendirilen 2 Profesör, 1 Doçent ve 3 Yardımcı Doçentin hazırlamış olduğu, konuya ilişkin raporun bir yerinde şu hususa işaret ediliyor: “…Bölgenin koruma açısından önemini kabul eden Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF), bu kesimin ılıman kuşak ve doğal yaşlı ormanlarını Dünya üzerinde korumada öncelikli 200 Ekolojik Bölge’den biri olarak ilan etmiştir.”[1]
Başbakan Davutoğlu, 20 Şubat 2016 günü bir soruya verdiği cevapta; “Biz yerin altından bunu çıkartacağız, ama yerin üstüne zarar gelmeyecek. Açık galeri olsaydı çevreye zarar verecektir, ama 2'nci Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporunda kapalı galeriye dönmesi kararlaştırılmış ve çevre zararları bertaraf edilmiş..” diyor. Ancak, madencilikte açık ya da kapalı galeri madenciliği diye bir anlayış yoktur; yeraltı ve açık ocak madenciliği vardır. Bu durumda, ilgililerin Sayın Başbakanı eksik (belki de yanlış) bilgilendirdiği iddia edilebilir. Zira, bu ifadeler kamuoyunda Cerattepe’deki önemli sorunun çözüldüğü, madenin çevreye zarar vermeyecek bir yöntemle çıkarılacağı kanaati oluşturmuştur. Mahkeme kararının bekleneceğinin söylenmiş olması çok önemli bir yaklaşım değişiklidir. Ancak bunun anlamlı ve tutarlı olması da beklenir.
   Öte taraftan bir bakanın “(sadece) 3.500 ağaç kesilecek”[2] ifadeleri de vatandaşa pek inandırıcı gelmemiştir. Bu konuda da, yeni ÇED Raporunun beklenmesi gerekmektedir. Ayrıca ‘teleferik’ konusunu, her sorunu çözecek ve tüm endişeleri giderecek ‘sihirli’ bir yol olarak anlatan yazıların da şüpheci bir gözle ve dikkatlice tetkiki gerekir. Örneğin 1988 yılında yaklaşık 5 Milyon dolara yapılan ve Küre’den İnebolu’ya maden taşıyacak teleferik hattı[3] hemen hemen hiç çalışmamıştır. Üç yılda yapılan ve 22 kilometre uzunluğunda olan bu maden taşıma teleferik hattı şimdilerde sanırım sökülmüştür. Teleferik hattı çalışmadığı için ağaçlar kesilerek yeni yollar açılmış ve taşıma yine kamyonlarla yapılmıştır. Cerattepe’de de böyle bir sonuçla karşılaşma ihtimali pekala vardır. 
   Türkiye’nin madencilikle ilgili genel durumu ve karşılıklı olarak ileri sürülen görüş ve fikirler ışığında, Cerattepe’deki anlaşmazlığı tüm çıplaklığı ile ortaya koymaya çalışalım:
   Türkiye’nin maden rezervleri toplamı yaklaşık 70 milyar ton civarındadır. Bu cevherin değeri de tahminen 3-3,5 trilyon dolardır. Bu madenler içinde yer alan bakır rezervi 1.786.000 ton metal, altın rezervi 700 ton altın, gümüş rezervi 6.602 ton metaldir. Türkiye’nin bakır üretimi 42.000 ton, tüketimi ise 400.000 ton civarındadır.  2013 yılı bakır ve ürünleri ithalatı 3.710.000.000 dolardır. 2013 yılı altın ithalatı 302 ton olup değeri 15,1 milyar dolar, gümüş ithalatı ise 227 ton olmuştur. Bu üç madenin dünya rezervleri ise şöyledir: Bakır rezervleri 700 milyon ton, altın 49.000 ton, gümüş 270.000 tondur. Türkiye’nin 2013 yılı maden ihracatı 5.042.322.000 dolar, ithalatı ise 46.700.000.000 dolardır.[4] Bu tablonun ortaya koyduğu sonuç şudur: Türkiye tabi kaynaklar bakımından çok zengin bir ülke değildir. Bu sebepten ötürü mevcut maden kaynaklarımızı en etkin şekilde değerlendirmemiz gerekmektedir. Petrol ve doğalgaz faturamızın, yıllara göre 45-50 milyar dolar civarında olduğu da unutulmamalıdır.
                               Jeolojik ve İktisadi Veriler    
   Doğu Karadeniz Bölgesi maden yatakları açısından Türkiye’nin önemli kuşaklarından biridir. Bölgede volkanojenik masif sülfid bakır-kurşun-çinko, epitermal altın-gümüş, damar tipi kurşun-çinko, bakır, altın ve gümüş, skarn-pirometasomatik tip demir, bakır, porfiri tip bakır-molibden, volkano-sedimanter mangan cevherleşmeleri, kil-kaolen-bentonit sanayi hammaddeleri, çimento-tuğla-kiremit hammaddeleri, granit-mermer-oniks gibi yapı taşları bulunmaktadır. Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü (MTA) Türkiye’nin neresinde hangi maden bulunuyorsa hepsini kuruluşundan beri geçen 81 yıl zarfında tespit etmiştir. Ekonomik olmayan derinliklerde de sondaj çalışmaları yapmaması bilimin bir gereğidir. 1000 metre derinlikte 500-600 kalorilik bir kömürün veya 500 metre derinlikte %1 tenörlü bir bakır cevherinin bugün için bir ekonomik değeri olmayacaktır.
 Açılacak her maden ocağında ister açık maden ocağı işletmeciliği, ister yer altı maden işletmeciliği yapılsın çevre kirliliğine yol açacaktır, hep açmıştır da.. Buralarda ne kadar tedbir alınırsa alınsın hiçbir zaman o yöreler eski hallerine dönemezler. Peki, madenler işletilmeyecek midir? Ortada böyle bir ikilem varken toplumun önünde de iki seçenek bulunmaktadır:
1.      Madenler işletilmeyecek, ya da
2.      Her şeye rağmen madenler işletilecektir.
Bu kararı yörelerinde maden yatakları bulunan ve orada yaşayan halkın vermesi en tabii sonuç gibi görülmektedir. Ancak karar verecek halkın Sivil Toplum Kuruluşlarının (STK), siyasilerin, bazı art niyetli veya anarşist grupların yönlendirmesinden kurtarılması gerekmektedir ki, özgürce karar alma hak ve yetkilerini kullanabilsinler. Yoksa bu tür çatışmalar ülke hayatını tedirgin etmeye devam edecektir.
Bölgede MTA’nın uzun yıllara sari aramalar sonrası tespit etmiş olduğu maden yataklarından işletilmiş veya işletilmekte olanları şunlardır: Artvin/Murgul bakır, Rize/Çayeli-Madenköy bakır, çinko, altın, gümüş, Trabzon/Sürmene Kutlular bakır, Maçka-Gümüşkihanları kurşun, çinko, Yomra-Kayabaşı bakır, Giresun/Espiye Killik bakır, çinko, Lahanos bakır, çinko, Tirebolu-Harkköy bakır, çinko, Tirebolu-Köprübaşı bakır, çinko, kurşun, Gümüşhane/Mastra altın yatakları.


Artvin/Borçka-Akarşen, Sinkot, Ardanuç, Balcılı’da bakır, kurşun, çinko, altın, ,,

Trabzon/Of, Vakfıkebir, Maçka, Şalpazarı’nda bakır, kurşun, çinko, molibden, 

Yomra Özdil’de kil, 

Rize/Fındıklı’da demir, 

Ardeşen Ayder Yaylası’nda çok büyük miktarda feldspat yatakları ile işletme teknikleri geliştikçe işletilecek irili ufaklı yüzlerce maden yatağı bulunmaktadır. 

Bütün bu maden yatakları ormanların içinde yer almaktadır.[5] 2004 yılında da Eti Maden İşletmeleri hisselerini satarak Çayeli Bakır’ın daha verimli çalışmasının önünü açmıştır. 2013 itibariyle çıkarılan cevher 17.367.000 tondur.[6] Yıllık maden üretimi 1.300.000 ton, yıllık bakır konsantresi üretimi 159.513,5 ton, çinko üretimi de 88.341,3 tona ulaşmıştır. Bu işletme şayet açılmayıp cevher üretimi yapılmasaydı 500’e yakın bölge insanı ülkenin başka yerlerine iş bulmak için ayrılmak zorunda kalacaklardı. İşletmenin ülke ekonomisine katkıları da unutulmamalıdır. Türkiye’nin madenlerini işletebilmesi için yeni tesislere ihtiyacı olduğu da asla ve asla unutulmamalıdır.         


   MTA Genel Müdürlüğü mühendislerinin 1983 yılında Kafkasör Sahası’nda yaptıkları Bakır-Kurşun-Çinko Aramaları etüdünden çok kısa bir alıntı ile Cerattepe’yi madencilik açısından değerlendirelim: “…Pontitlerin doğusunda yer alan inceleme alanında Üst Kretase Yaşlı Asidik ve Bazik Volkanikler bulunur. Masif cevherli zonda çok yüksek oranda çinko ve kurşun vardır (% 33 Zn, % 20 Pb). Ayrıca, önemli oranda bakıra da rastlanmaktadır (% 6.7).[7]Ancak, saptanan bu yüksek bakır tenörünün büyük bir kısmının fahlerz grubu minerallerinden ileri geldiği anlaşılmıştır. Cevherleşmenin mineral içeriği ve yataklanma şekli bakımından Murgul-Akarşen ve Artvin-Erenler Maden Yatakları'yla büyük bir benzerlik içinde olduğu ve hidrotermal, volkano-tortul (volcanogenic) olarak geliştiği söylenebilir.’’


1986 yılında aynı sahada yapılan çalışma sonrası yazılan maden jeolojisi raporunda da şunlar yer almaktadır: “…Masif cevher bloklarından alınan serbest numunelerin kimyasal analizleri sonucunda % 33 Zn, % 20 Pb ve % 6.7 Cu gibi yüksek değerler bulunmuştur. Ayrıca, cevher içinde % 0.15 kadmiyum ve % 0.03 gümüş değerleri de tespit edilmiştir. Cevher çıkarılan yarmada masif baritli bir zon hâkimdir. Bu zon içinde masif siyah cevher kümeleri izlenir. Cevherli zon dokanak boyunca görünür olarak yaklaşık 20 m kadar bir uzunluğa sahip bulunmaktadır. Yüzeyde görülebilen kalınlığı ise 1.5-2 m kadardır. Günümüze dek zuhur üzerinde eski işletme izleri dışında yapılmış herhangi bir arama faaliyetinin olmadığı anlaşılmaktadır. Saha masif tip Cu-Pb-Zn cevherleşmesi açısından önemli görülmüştür…”
   MTA’nın Artvin İli Maden Yatakları listesinde Cerattepe’deki maden tenörleri, rezervleri ve miktarları aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.[8]



       TENÖR                                REZERV                                      METAL(ton)
4 gr/ton Au (okside cevher)
140 gr/ton Ag (okside cevher)
5.2 Cu (sülfitli cevher)
1.2 gr/ton Au (sülfitli cevher)
25 gr/ton Ag (sülfitli cevher)
     8 200 000 (G)
     8 200 000 (G)
     3 900 000 (G)
     3 900 000 (G)
     3 900 000 (G)
           32
       1 140
   202 800
              5
            97


Bu rakamlara göre Cerattepe’de 202.800 ton bakır, 37 ton altın ve 1237 ton gümüş bulunmaktadır (cevher yatağının rezervi arttıkça metal miktarları da artmaktadır). Tüm yatağın bugünkü değeri yaklaşık 3.000.000.000 dolardır. Sahanın 2014 Ağustos ÇED Raporunda[9] işletmeye yönelik teknik bilgiler ise şöyledir: “Açık İşletme, yıllık üretim; 700.000 ton tüvenan cevher, yıllık çalışma; 12 ay, aylık ortalama üretim: 58.334 ton tüvenan cevher, günlük ortalama üretim: 2.334 ton. Cevherleşmenin rezervi, 506 adet sondaja ait verilerin ‘Micromine’ bilgisayar programında değerlendirilmesi sonucunda hesaplanmıştır. Buna göre sahada toplam sülfidli cevher: 7.799.000 ton (% 4 Cu, 1,15 g/t Au, 25,4 g/t Ag), toplam oksidli cevher: 9.115.000 ton, (3,58 g/t Au, 114,46 g/t Ag) toplam rezerv: 16.914.000 tondur.”    

                              
Çevre Verileri


   Cerattepe’de ladin, göknar, kayın, sarıçam ağaçları ile kurt, vaşak, çakal, yaban kedisi, bozayı, dağ keçisi, su samuru, sansar, porsuk, keklik, kızıl akbaba, atmaca, şahin, doğan,  çulluk, yaban ördeği ve tavuğu bulunmaktadır. Bölgede alabalık ve bal üretimi, sebze ve meyve yetiştiriciliği yapılmakta ve halkın geçimine önemli katkı sağlamaktadır. Diğer taraftan Cerattepe’deki çalışma alanında 3.500-50.000 ağaç kesileceği ifade edilmektedir. Kesim esnasında endemik bitki türleri zarar görecek midir? Esas itibariyle, madencilik çevreye en çok zarar veren bir faaliyet alanıdır. Çıkarılan taş toprak ve cevher (yaklaşık 6 milyon m3 malzeme çıkarılacak), bu malzemenin taşınması sırasında araçların tabiata verdiği zarar, taşınan malzemenin bir yere dökülerek yeni bir topografya oluşturulması, ağaçların kesilmesi, madencilik yapılan yöredeki fauna ve floranın zarar görmesi, gürültü, insanların yörede yapacakları kirlilik ve de işletilecek madenin yanında kurulacak tesisin yapacağı tahribat ancak gerçekleştiğinde anlayabileceğiniz bir neticedir. Ayrıca işletme sırasında bölgedeki heyelanların ve kütle hareketlerinin meydana getireceği olumsuzlukları da unutmamak gerekir.


   MTA’nın değişik tarihlerde Kafkasör Sahası’nda yaptığı çalışmalardan bazı alıntılarla çevre maden ilişkisini açmaya çalışalım.


İnceleme alanı, dağlık ve engebeli bir arazi üzerinde yer alır. Deniz seviyesine göre ortalama yükseklik 1.500 m'nin üzerindedir. En yüksek yer Cerat T. (1812 m)'dir. Yaz aylarında genellikle suyu çok azalan ve hatta tamamen kuruyan su kaynakları bulunur. Belirli bir dere mevcut değildir. Yazları oldukça sıcak, kışın ise çok soğuk ve bol kar yağışlı bir iklim etkilidir. Sahada çok yoğun bir bitki örtüsü görülür. Çam ağaçları egemendir. Ayrıca geçit vermeyecek derecede sık orman gülleri (kumar) bulunur. İnceleme alanında herhangi bir yerleşim yeri yoktur. Saha dışında Artvin İl Merkezi'ne bağlı Mezra Mahallesi vardır. Mayıs-Ekim ayları arazi çalışmaları için uygundur. Saha içinde yeterli su kaynağı mevcut değildir. Sondajlar için gerekli olan su tanklarla taşınmak suretiyle temin edilmiştir. Elektrik enerjisi saha dışında 3-4 km kadar mesafedeki Mezra Mahallesi'nde bulunmaktadır.[10]


   Kafkasör Yöresi Jeoloji Etüt Raporu’nda tektonik konusundaki görüşler de şöyledir:

…Çeşitli kuvvetlerin etkisi altında kalan inceleme alanında değişik özellikte faylar saptanmıştır. Genellikle kırık hatları KD-GB doğrultuludur. Ayrıca bu doğrultuya dik gelen faylar izlenmiştir (Ek 2). Kireçkuyuları ve Sokran Mahallesi'nden geçen fay, çalışma alanının içindeki en büyük kırık zonudur. Bu fay üst malm kireçtaşları, konglomeralar ile dasit lav ve dasitik tüf dokanağında bulunmaktadır. Bu ters fay ile metamorfitler Üst Kretase Volkanitleri üzerine bindirmişlerdir. Fay zonu üzerinde yapılan incelemelerle fay düzlemi eğiminin 70-80o'ye yakın olduğu ancak derinlere doğru GD’ya eğimli ve eğim derecesinin 50-60o olabileceği varsayılmıştır. Diğer faylar KB-GD doğrultusunda uzanan ve büyük faya dik doğrultuda gelişen düşey faylardır (Ek 2).[11]


   Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nin (TMMOB) 2014 yılı raporundaki görüşlerden bazıları da şöyledir:

…Yeraltı işletmesi için 31.8 hektar alanın kullanılacağı belirtilirken son değişiklikle ‘Proje kapsamında 498.371 m2 (49,83 ha) büyüklüğünde alana altın ocağı, 118.490 m2 (11,84 ha) büyüklüğünde alana cevher stok alanı ve 260.633 m2 (26,06 ha) büyüklüğünde alana ise tumba sahası yapılması’ planlanmaktadır. Yeraltı işletmesi yapılırken bile 50.000 ağaç kesilmesi planlanmış iken, tamamı ormanlık olan bir alanda bu kadar büyük bir açık işletme için kaç ağacın kesileceği hesaplanmalıdır. Ayrıca kesilecek ağaç miktarı, yeni ÇED raporunda belirtilmemiştir. Kafkas Üniversitesi Artvin Orman Fakültesinin Akademik Genel Kurulunun 18.04.2006 tarihinde toplanarak oybirliği ile aldığı ve ‘Fakülte Görüşü’ olarak kabul ettiği rapora göre, Cerattepe’de madencilik faaliyetinin durdurulmasının kamu yararına uygun olduğu belirtilmiştir. Yine Artvin Orman Bölge Müdürlüğü, 08.11.2012 tarihinde ÇED İnceleme ve Değerlendirme Formu müracaatında, yeraltı üretim yöntemiyle üretilecek madenin yerüstü tesisleri için ormanlık alanda yapacağı tahribat nedeniyle olumsuz görüş vermiştir. Artvin Valiliği Mahalli Çevre Kurulu’nun 13 Şubat 1996 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan (Karar Sayısı: 1995/4, Karar Tarihi: 10/11/1995) kararına göre; 

a) Açık işletme sonucu orman varlığının yok edilmesiyle oluşacak erozyon sonucu heyelan ve sel nedeniyle il merkezi başta olmak üzere bölgenin olumsuz etkileneceği, 

b) Kafkasör yöresindeki turizm faaliyetlerinin olumsuz etkileneceği, 

c) Kaynak suları ve yüzeysel suların kirleneceği, 

d) Yapılacak atık barajında siyanür ve diğer tehlikeli atıkların depolanması nın bölge üzerinde büyük riskler oluşturacağı gerekçesiyle olumsuz görüş bildirilmiştir… …

ÇED Raporuna karşı açılan davada, Rize İdare Mahkemesince oluşturulan Teknik Bilirkişi Kurulunun (ilgili mühendislik disiplinlerinden oluşturulmuştur) olay yeri keşfi sonucu 08.09.2014 tarihinde hazırladıkları raporda, ÇED Raporunun pek çok eksiklik içerdiği, belirsizliklerin çok olduğu ve eksik bilgilerle hazırlandığı gibi gerekçelerle görüşlerini iletmişlerdir. Rize İdare Mahkemesi ve Artvin Asliye Hukuk Mahkemesi’ne ÇED Olumlu kararına karşı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı aleyhine açtığı İptal ve Yürütmenin Durdurulması talebiyle özel ve tüzel 283 kurum, kuruluş ve kişinin açtığı dava, maden işletmesine ciddi bir itiraz olduğunu da göstermektedir.[12]


  Özaltın İnşaat Ticaret ve Sanayi AŞ’nin hazırlatmış olduğu ÇED Raporu’ndan bazı bölümlerde işletmenin durumu açıkça anlatılmaktadır:


…201200222 numaralı ruhsat alanı 4406,25 hektar olup bu alanın 29,28 hektarlık kısmında açık işletme yöntemi ile altın ocağı faaliyeti yapılacaktır… Proje kapsamında üretim çalışmaları sırasında dekapaj malzemesi çıkacaktır. Yapılan etütlerde 1 ton tüvenan cevher üretimi için ortalama 1,37 m3 dekapaj olacağı hesaplanmıştır. Buna göre yıllık 700.000 tonluk üretime karşılık, yıllara göre değişkenlik arz etmesine rağmen, ortalama 960.000 m3 civarında dekapaj malzemesi çıkacağı hesap edilmiştir… Cevher üretimi ile birlikte çıkacak dekapaj malzemesi, ilk 3 yıl için ruhsat sınırları içerisinde belirlenen pasa döküm alanında düzenli bir şekilde geçici olarak depolanacaktır. Depolanan dekapaj malzemesi faaliyet devam ederken üretim alanlarında oluşacak işletme boşluklarının doldurulması, arazinin düzeltilmesi, şevlerin düzenlenerek arazinin çevre topografyasına uyumlu hale getirilmesi amacıyla yeniden dolgu malzemesi olarak kullanılacaktır. Daha sonraki yıllarda üretim çalışmaları esnasında çıkacak dekapaj malzemesi, oluşan üretim boşluklarına doldurularak hem restorasyona yönelik çalışma yapılmış olacak hem de heyelana yönelik olabilecek riskler ortadan kaldırılmış olacaktır…   Proje kapsamında yapılacak arazi hazırlık aşamasında bitkisel toprak sıyırma işlemi yapılacaktır. Sıyrılan bitkisel toprak, geçici depolanarak arazi düzenleme işlemlerinde kullanılacaktır. Bitkisel toprak, erozyona, kurumaya ve yabani ot oluşmasına karşı korunacak, toprağın canlılığını sürdürebilmesi amacı ile çim, çayır-mera bitkisi v.b. bitki örtüsü ile kaplanacaktır.  Bitkisel toprağın depolanması esnasında nebati toprak kazı fazlası malzeme alanının yüksekliği 5 metreden eğimi ise %5’ den fazla olmayacaktır. Arazi hazırlık sonrası bitkisel toprak peyzaj çalışmalarında yüzey kaplaması amaçlı kullanılmak üzere uygun yerlerde depolanacaktır…  Proje kapsamında yaklaşık 99 personel çalışacak olup çalışacak, personelin sosyal ihtiyaçlarının karşılanması için aynı ruhsat sahası içerisinde bulunan ve ÇED Olumlu Kararı verilen Bakır Madeni Projesi için kurulacak şantiyeden yararlanılacaktır… Hatilla vadisinde arıcılık yaygın olarak yapılmaktadır. Proje kapsamında yapılacak olan kırma eleme tesisinin tamamı kapalı olarak kurulacak olup, çalışması esnasında toz indirgeme sistemiyle tesise pülvarize su verilerek kırıcı ünitelerinde oluşması muhtemel tozun malzemeye yapışması sağlanarak toz çıkışı önlenecektir… Halkın katılımı toplantısı, yöre halkının projeye karşı tepkilerinden ve toplantıya katılıp bilgi almak istememelerinden dolayı gerçekleştirilememiştir.[13]

   Açık veya kapalı işletmelerin madencilikte çevreye verdiği zarar hemen hemen aynıdır. Cerattepe’de madenciliğin genel karakterinden dolayı çevrenin zarar göreceği bir vakıadır. Bu ve benzeri maden sahalarında söylenenlerin fevkinde de çevre kirliliği olabilir. Önemli olan çok ciddi tedbirlerin alınmasıdır. Diğer taraftan MTA’nın 81 yılda milyarlarca dolar harcayarak yapmış olduğu çalışmalar sonrası ortaya koyduğu 11.852 adet raporun sonuçları hiç değerlendirilmeyecek midir? Kafkasör, Kazdağı gibi, ağaçlarının 100-500 (belki daha yaşlı) yaşında olan ormanların bulunduğu ve fauna, flora ve hava temizliği bakımından önemli yerlerde maden faaliyetlerinde devlet ağırlığını koymak mecburiyetindedir. Burada MTA’nın ortaya koyduğu bilimsel veriler değerlendirilerek yerin üstünün mü, altının mı önemli olduğu değerlendirilmeli, yörede yaşayan halkın fikirleri de dikkate alınmalıdır.


 SONUÇLAR.


   Bu projenin hayat geçip geçmemesi durumunda, iki tarafın da, yani hem madene yatırım yapan girişimcinin hem de yöre halkının, gönül rahatlığı içinde olması aşağıdaki soruların doğru şekilde cevaplandırılmasına bağlıdır (bu sorular ayrıntıda daha da artabilir).
1.      Cerattepe’de uygulanacak madencilik projesi nedir? Bu projede görev almış bilim adamlarının görüşleri nelerdir?
2.      Tabiat varlıklarına zarar verilecek midir? Fauna, flora hayatı nasıl korunacaktır? 1900 bitki ve 123 fauna türü korunabilecek midir?
3.      Projenin etki alanı belirlenmiş midir? Korunması gereken tarım ve su havzaları için ne gibi bilimsel ve teknik tedbirler alınacaktır? Alabalık tesisleriyle bal üretimi yapılan yöreler zarar görecek midir?
4.      Çalışma ve etki alanında kesilecek ağaç sayısı 3.500 adet midir, 50.000 adet midir?
5.      Yer altı ve yer üstü su havzalarında, suların ağır metallerle buluşmasını önleyecek tedbirler nelerdir?
6.       Kütle hareketleri ve heyelanların bölgede hâkim olduğu gerçeği dikkate alınarak arazide mikro-tektonik bir çalışma yapılmış mıdır?
7.      İşletme sırası ve sonrasında atıkların durumu ne olacaktır? Madenin yanı sıra insanın tabiata yayacağı her türlü kirlilik nasıl önlenecektir?
8.      Teleferik hattının çok ciddi şekilde gözden geçirilmesi, ne kadar faydalı bir yatırım olacağının dikkate alınması ve ondan sonra Murgul’a taşınacak madenin güzergâhının çevreye vereceği zararların neler olabileceğinin incelenmesi şarttır.
9.      Çalışma alanında bir zenginleştirme tesisinin kurulmayacağı açıkça belirtilmelidir. Kurulacak böyle bir tesisten çıkacak kükürt ve azot oksit gazlarının sülfürik ve nitrik asit olarak yeryüzüne ineceği unutulmamalıdır.
10.   Açık ocak madenciliği daha kârlı bir madencilik olduğuna göre bir anda yer altı madenciliğine dönmek şirketin ve devletin büyük bir miktar kârdan vazgeçmesi anlamına gelmektedir. Bunun sebebinin çok açık bir şekilde halka anlatılması gerekmektedir.


     Cerattepe’deki madenin işletmeye açılması devleti yönetenler tarafından desteklenmekte ancak yörede yaşayan halk dışarıdan kendilerini etkileyen STK’ların yönlendirmesiyle bu maden işletmesine karşı güçlü bir direniş göstermektedir. Aslında dışarıdan yönlendirmelerin dışında orada yaşayanların bu konudaki fikirleri önemlidir. Zira Artvin Arvin’lilerindir. Uygun tedbirlerle Artvin Halkı’nın düşünceleri elbette öğrenilebilir. Bu bitip tükenmeyen ve de yukarıdaki sorulara tatmin edici cevaplar verilmeden tükenmeyecek karmaşadan, ancak bu yolla çıkılması mümkün değil midir?

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü internet sitesinde yer alan yazılar, sadece yazarlarının görüş ve değerlendirmelerini yansıtmakta olup, bunların sitemizde yayınlanması, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü tarafından tümüyle veya kısmen benimsendikleri veya ‘Enstitünün’ kurumsal görüşünü yansıttıkları şeklinde alınamaz.


KAYNAK,


[2]Meydan Gazetesi, ‘Artvin Cerattepe’de 50.000 ağaç kesilecek’, 20 Şubat 2016. http://www.meydangazetesi.com.tr/gundem/artvin-cerattepede-50-bin-agac-kesilecek-h62288.html
[3]Milliyet, ‘Beş milyon dolara yaptırılan teleferik sökülüyor’, 20 Mayıs 2014.http://www.milliyet.com.tr/bes-milyon-dolara-yaptirilan-teleferik-kastamonu-yerelhaber-206829/
[4]Enerji Günlüğü, ‘2013’te maden ihracatı hedefi aştı’, 6 Ocak 2014.http://www.enerjigunlugu.net/2013te-maden-ihracati-hedefi-asti_6433.html#.VuvgZtKLTIU
[5]Muhteşem bir tabiatın içinde yer alan Rize Çayeli Bakır İşletmeleri’nin 1973 yılında jeolojik etütlerinde bir süre harita alımında çalışmıştım. Sonra 1992’de merhum Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in tesisin inşası için yapılan temel atma törenine katıldım. 1995’de tesisi ziyaret ettiğimde gördüğüm manzara beni mutlu etmişti.
[7]MTA, Artvin Kafkasör Sahası Bakır-Kurşun-Çinko Aramaları Polarizasyon (IP) Etüdü (1983).
[8]http://www.mta.gov.tr/v2.0/bolgeler/trabzon/index.php?id=artvin-maden
[9]TMMOB Maden Mühendisleri odası, ‘Cerattepe ÇED Raporu’.http://www.maden.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=9948&tipi=3&sube=0
[10]MTA Kafkasör Maden Jeolojisi Raporu (1986).
[11]MTA Kafkasör Yöresi Jeoloji Etüt Raporu (1984).
[13]EN-ÇEV Enerji ve Çevre Yatırımları ve Danışmanlığı Ltd. Şti.; Özaltın İnşaat Ticaret ve Sanayi A.Ş. Cerattepe Maden Sahası Açık İşletme Projesi Artvin İli, Merkez İlçesi, Cerattepe Mevkii ÇED Raporu, Artvin Ağustos 2014.
http://www.21yyte.org/ sitesinden 22.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır


..