Kıbrıs etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kıbrıs etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Mart 2021 Pazar

DOĞU AKDENİZ’DE DENİZ YETKİ ALANLARININ PAYLAŞILMASI SORUNU VE TÜRKİYE BÖLÜM 3

DOĞU AKDENİZ’DE DENİZ YETKİ ALANLARININ PAYLAŞILMASI SORUNU VE TÜRKİYE BÖLÜM 3
 
Doğu Akdenizde Yetki Alanlarının Paylaşılması, Sorunu, Türkiye, Cihat YAYCI, Doğu Akdeniz, Kıbrıs, ilgili kıyıdaş, deniz yetki alanlarının, 
sınırlandırılması, Münhasır Ekonomik Bölge MEB, Enerji, Münbit hilal yayı, İsrail, Lübnan, Suriye, Türkiye, Irak, İran,

   Dolayısı ile Yunanistan’ın Kerpe, Kaşot, Rodos ve Meis adalarının Türkiye ve Yunanistan anakaraları arasındaki ortay hattın “ters tarafında” (Türkiye anakarasına yakın yarıda) yer almaları nedeni ile Doğu Akdeniz’de MEB sahibi olması mümkün değildir. Öte yandan “coğrafyanın üstünlüğü” ve “oransallık” prensipleri ışığında, Anadolu yarımadasının kıyılarının uzunluğu bu adalarla kıyaslanamayacak derecede fazladır. Ayrıca Anadolu yarımadası önündeki konumları nedeni ile bu adalar “kapatmama” prensibine aykırılık oluşturmaktadır. İşte sınırlandırmada son derece önemli bu prensip ve faktörler ile daha önceden petrol arama ruhsatı alanları belirlenmesi gibi devlet uygulamaları Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’deki MEB iddialarının hukuki mesnetlerini ortadan kaldırmaktadır.

   Ancak; uluslararası hukuka aykırı böylesi bir durumun gerçekleşmesi halinde, Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgesi Antalya Körfezi ile sınırlandırılacak 
ve yaklaşık 41.000 kilometrekare olacak, böylece tahmini asgari 104.000 kilometrekarelik deniz yetki alanı kaybedilmiş olacaktır. 

Buna rağmen Yunanistan ve GKRY ikilisi uluslararası aktörleri kendi amaçları doğrultusunda yönlendirebilmekte ve çeşitli haritalar yayınlatmakta dır. 

Şekil-3 Türkiye’nin 145.000 km²’lik MuhtemelAsgari MEB’i ve GKRY-
Yunanistan İkilisinin Türkiyeİçin Öngördüğü 41.000km²’lik MEB’in Karşılaştırılması


Bu haritalardan en önemlisi Seville Üniversitesi’nde hazırlanan Türkiye’ye sadece 41.000 kilometrekarelik alanın reva görüldüğü haritadır.82

2.2.3.Suriye

    Bir diğer kıyıdaş ülke olan Suriye ise, 19 Kasım 2003 tarihinde “Suriye’nin Karasularında Ulusal Egemenliğinin Belirlenmesi”ne ilişkin bir yasayı onaylamış tır.83 

Bahse konu yasa ile yalnızca karasularını değil, aynı zamanda iç sular, bitişik bölge, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgeye ilişkin rejimlerini de düzenlemiştir. Suriye, bu yasa ile paralel olarak, “karasularının esas hatlardan itibaren 12 deniz mili, bitişik bölgesinin ise 24 deniz mili ve 200 deniz milini aşmayacak şekilde münhasır ekonomik bölgesi olduğunu” BM’ye bildirmiştir. Münhasır ekonomik bölge ilanını müteakiben Suriye; sahillerinde sismik 
araştırma 84 ve yeni kaynaklar için süreli araştırma izni vermiştir.85
    
Suriye tarafından ilan edilen bahse konu petrol arama sahalarının kuzey bölümü Türkiye’nin deniz yetki alanlarının bir kısmını kapsamaktadır.86

Şekil-4 Seville Üniversitesi’nin Akdeniz’de Deniz Yetki Alanları
Çalışmasını Gösterir Harita


Şekil-5 Suriye Tarafından İlan Edilen Petrol Arama Sahaları
 
 
2.2.4. İsrail 

İsrail ise 17 Aralık 2010 tarihinde GKRY ile münhasır ekonomik bölge antlaşması imzalamış, Diğer ilgili kıyıdaşlar devletlerle herhangi bir anlaşma imzalamadan 12 Temmuz 2011 tarihinde münhasır ekonomik bölge sınırlarını gösteren koordinat listesini Birleşmiş Milletler’e bildirerek MEB ilanında bulunmuştur.87 


Şekil-6 İsrail-GKRY Deniz Yetki Alanları Sınırlandırması Antlaşması Sınırları 

Diğer yandan; Tamar ve Leviathan bölgelerinde hidrokarbon kaynaklarını çıkarmaya başlamış olup, bu kaynakların GKRY ve Yunanistan aracılığıyla 
Avrupa’ya iletilmesi yönünde taraflar arasında görüşmeler yapıldığı da bilinmektedir. 88

2.2.5. Lübnan

Şekil-7 Tamar ve Leviathan Hidrokarbon Havzaları


    
GKRY, Yunanistan ve İsrail’e ilaveten Lübnan da deniz yetki alanları konusunda girişimlerde bulunmaya başlamış ve Lübnan Meclisi; 17 Ağustos 2010 tarihinde denizde petrol ve doğalgaz rezervlerinin araştırılması hakkında bir kanunu onaylamıştır. Ayrıca, deniz yetki alanları sınırlarını belirten bir bildirimi BM Genel Sekreteri’ne 19 Ekim 2010 tarihinde sunmuştur.89 

Lübnan’ın bahse konu bildirimi ile 2007 yılında imzalanan Lübnan-GKRY MEB Sınırlandırma Antlaşmasının Lübnan Meclisi’nde onaylanıp onaylanmamasının 
artık önemsiz hale geldiğini söylemek mümkündür.90


Şekil-8 Lübnan’ın 19 Ekim 2010’da BM’ye Deklare Ettiği MEB Sınırları

   Öte yandan son dönemde deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasında Lübnan ve İsrail arasında yaşanan gerginlik de dikkat çekicidir. İsrail Bakanlar Kurulu’nun BM’nin değerlendirmesine sunmak üzere hazırladığı haritada gösterilen sınırlar ile Lübnan tarafından ilan edilen münhasır ekonomik bölgenin yaklaşık 9 km’lik bir kesimde çakışması bu gerginliğin temel nedenini oluşturmaktadır.91


Şekil-9 Lübnan ve İsrail’in İlan Ettikleri MEB’lerinin Çakıştığı Alan

3. TÜRKİYE’NİN DENİZ YETKİ ALANLARININ PAYLAŞIMI KONUSUNDA POZİSYONU VE OLASI İNİSİYATİF ALMA ALTERNATİFLERİNİN ORTAYA KONULMASI

Bu noktada Doğu Akdeniz deniz yetki alanları sınırlandırmasına ilişkin olarak bugüne kadar Türkiye’nin deniz yetki alanları (MEB dâhil) sınırlandırması 
yapabileceği ilgili kıyıdaş devletleri doğru tespit edip etmediği irdelenmek durumundadır. Ayrıca Türkiye ve KKTC’nin müstakil ve bağımsız devletler olarak GKRY’nin ilan ettiği MEB içerisindeki bir takım parsellerde doğrudan haklarının olup olmadığı da incelenmesi gerekmektedir. 

Diğer yandan, Kıbrıs Adası’nın uluslararası hukuk mahkemeleri kararları ışığında ne büyüklükte bir deniz yetki alanına sahip olabileceği de belirlenmelidir. Nihayetinde, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de sahip olması gereken deniz yetki alanını gösterir haritası ortaya konmalıdır.

   2003 yılında GKRY Doğu Akdeniz’de denizlerin paylaşım mücadelesini başlatmış tır. 2003 yılından bu yana ise Türkiye, henüz Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına yönelik olarak herhangi bir kıyıdaş devlet ile bir antlaşma (21 Eylül 2011 tarihinde Newyork’da Türkiye ile KKTC arasında 
adanın kuzeyi ile Türkiye arasında kalan bölgeye yönelik kıta sahanlığı sınırlandırma antlaşması imzalanması hariç) akdetmemiş ve münhasır ekonomik 
bölge ilanında da bulunmamıştır. Bununla birlikte Türkiye, aşağıdaki haritada görülen (32˚16′18″D Boylamı Batısı ve 33˚40′K Enlemi Kuzeyi) deniz 
alanlarında uluslararası hukuktan kaynaklanan meşru hak ve menfaatleri olduğunu ve hatta bu alanın kendi deniz yetki alanı olduğunu çeşitli vesilelerle ifade etmiş 92 ve etmeye de devam etmektedir.

Aslında Prof. Dr. Sertaç Hami Başeren’in ortaya koyduğu harita dışında bir harita da hiçbir zaman söz konusu olmamıştır. Gerekçeleri daha sonra izah edileceği üzere esasen bu harita, sadece sınırlandırma çizgisinin ortay hat kabul edilmesi ve düşey hatlarla kısıtlı sayıda ilgili kıyı ile kıyıdaş devlet seçilmesi nedeni ile minimalist bir yaklaşımla çizilmiştir. Ancak bu haritaya dahi ilgili kıyıların fazla ve kıyıdaşlar olarak ise doğrudan ilgisi olmayanların seçildiği (Örneğin, Mısır’ın Türkiye ile karşılıklı kıyıları bulunmadığı çeşitli Yunan ve GKRY basın yayın organlarında dile getirilmiştir. 93) savıyla maksimalist bir harita olduğu eleştirisi zaman zaman Yunanistan dahil çeşitli platformlarda yapılmıştır.


Şekil-10 32˚16′18″D Boylamı Batısı ve 33˚40′K Enlemi Kuzeyinde Kalan Deniz Alanını Gösterir Harita

     Hâlbuki bu harita çizilirken ilgili kıyıdaş olarak aslında sadece KKTC ve Mısır seçilmiştir. Eğer bu devletler de ilgili kıyıdaş değiller ise hangi devletlerin ilgili kıyıdaş devlet olabileceğini ise eleştiri sahipleri belirtmemişler dir.
Prof. Dr. Başeren’in kırmızı hatlarla belirlediği Türkiye’nin asgari muhtemel MEB’ine GKRY’nin 26 Ocak 2007 tarihinde Kıbrıs Adası’nın güneyinde ilan ve 
ihale ettiği 13 adet petrol arama ruhsat sahasından 5 adedinin tecavüz ettiği görülmektedir.
   Tüm bu gelişmelere karşı Türkiye’nin genel tutumu; esasen Doğu Akdeniz’de, “deniz yetki alanlarının ilgili tüm kıyı devletleri arasında yapılacak antlaşmalar yoluyla belirlenmesi” gerektiğinin ifade edilmesi şeklinde olmuştur. 94


Şekil-11 Prof. Dr. Sertaç Hami Başeren’in Türkiye’nin Muhtemel MEB’i ve GKRY’nin 1, 4, 5, 6, 7 Numaralı Sözde Parselleri ile Tecavüzünü Gösterir Haritası

Ancak, GKRY inisiyatif alma ve elinde bulundurma gayretlerini sürdürmektedir. Son olarak GKRY, 26 Ocak 2007 tarihinde Kıbrıs Adası’nın güneyinde ilan 
ve ihale ettiği 13 adet petrol arama ruhsat sahasından ABD’nin Noble Energy Şirketi tarafından satın alınan 12 numaralı parselinde bu şirket vasıtasıyla 
araştırma sondajlarına başlayacağını Ağustos 2011 ayı başında uluslararası kamuoyuna duyurmuştur. GKRY’nin bu girişimine 3 Ağustos 2011 tarihinde 
gerek Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı 95 ve gerekse KKTC Cumhurbaşkanı tarafından 5 Ağustos 2011’de tepki gösterilmiştir.96 Yapılan açıklamalarda;
- Kurucu halk olan Kıbrıs Türklerinin, adanın doğal kaynaklarından eşit şekilde yararlanma hakkı olduğu,
- Türkiye’nin ve KKTC’nin bölgede meşru hak ve çıkarları bulunduğu ve korunacağı ifade edilmiştir.

Bu açıklamalara rağmen GKRY tarafından 19 Eylül 2011’de sondaj faaliyetlerine başlanmıştır. Bunun üzerine 21 Eylül 2011 tarihinde Newyork’da Türkiye ile KKTC arasında adanın kuzeyi ile Türkiye arasında kalan bölgeye yönelik kıta sahanlığı sınırlandırma antlaşması imzalanmıştır. Ancak; adanın kuzeyine ilişkin olarak yapılan bu antlaşma adanın güneyinde GKRY’nin sondaj faaliyetlerini durdurmak için yeterli olmamıştır. Zira 19 Eylül 2011’de Liberya bandıralı “Noble Homer Ferrington” platformu ile çalışmalara başlandığı açık kaynaklarda yer almıştır.97 Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin "Kıbrıs" açıklarında hidrokarbon kaynaklarının araştırılması, çıkarılması ve üretimine ilişkin ikinci tur lisans ihalesi ilanı 11 Şubat 2012 tarihinde 2012/C/38/10 sıra numarası ile Avrupa Birliği Resmi Gazetesi’nde yayınlanmıştır. Söz konusu ihale ilanında; başvuruların ilan tarihinden itibaren 90 gün Diğer yandan sondaj firmalarının REUTERS İnternet Sitesi gibi sitelerde yer alan ve bir örneği aşağıda gösterilen risk ve uyuşmazlık haritasına göre ihale aldıkları bilinmektedir. 

Hızla azalan rezervlerin yerine yenilerinin bulunması her geçen gün daha riskli, daha maliyetli ve daha zor olmaktadır. Kaynakların hızla azalması yatırımcıları yeni arayışlara götürmekte ve bu durum sıkıntılı bölgelerde faaliyetler icra edilmesine neden olmaktadır. Yeni kaynakların bulunması eskisine oranla politik ve fiziksel olarak daha fazla riskler içermektedir. Yapılan araştırmaların da ortaya koyduğu gibi son yüzyılda petrol bulmak için yapılan masraflar 3'e katlanmıştır. Teknik olarak durum daha da zorlaşmıştır. Çünkü açık deniz alanlarında yeni rezervler 3 km derinliğe kadar uzanmaktadır. 


Şekil-12 Petrol Çıkarma Politik Risk ve Maliyet Haritası 100

Ayrıca, politik anlaşmazlıkların bulunduğu bölgelerde araştırmalar yapılması ya da siyasi istikrarsızlıkların bulunduğu yerlerde yapılan araştırmalar durumu daha da riskli hale getirmektedir. 98

Bu güne kadar yaşanan gelişmeler, MEB ilan etmiş ve ilgili kıyıdaşlarla sınırlandırma antlaşmaları akdetmiş GKRY’nin ihaleye açtığı parseller üzerinde 
uyuşmazlık olduğu algısını yeterince oluşturamamıştır.

   Hâlbuki GKRY, ilgili kıyı uzunlukları orantı prensibi ile hakkaniyet ve nısfet ölçüleri hilafına, 99 başta Lübnan olmak üzere sınırlandırma antlaşması imzaladığı ülkelerin deniz alanlarını bu ülkelerin uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve menfaatlerine aykırı şekilde elde etmiştir. GKRY’nin Suriye, Lübnan ve İsrail ile sınırlandırma antlaşması imzalarken ilgili kıyı olarak alındığı anlaşılan Baf ile Zafer Burnu arasındaki toplam uzunluk 168,905 deniz mili iken Suriye, Lübnan ve İsrail’in kıyılarının uzunluğu 316,907 deniz miline tekabül etmektedir. Bu durum da kıyı uzunlukları oranı 1,87 olmaktadır ki, bunun anlamı Suriye, Lübnan ve İsrail’in hakça bir paylaşım çerçevesinde yapılacak bir anlaşma ile GKRY’nin 1,87 katı (2 kattan biraz daha az) deniz yetki alanına sahip olmaları gerekmektedir. Ancak, GKRY yaptığı antlaşmalarla neredeyse eşit deniz yetki alanına sahip olmuş ve bir anlamda bahse konu kıyıdaşların deniz yetki alanını da sahiplenmiştir. Durum Mısır için daha da vahimdir. Zira ilgili kıyı olarak alındığı anlaşılan Zafer Burnu ile Arnauti Burnu arasındaki toplam uzunluk 197,659 deniz mili olup Mısır’ın ilgili kıyı uzunluğu ise 400,128 deniz milidir. Bir başka deyişle kıyı uzunlukları oranı Mısır’ın lehine 2 olup, GKRY’nin hakça paylaşım esasına dayalı bir antlaşma ile ancak Mısır’ın yarısı kadar deniz yetki alanına sahip olması gerekirken, yaptığı antlaşma ile 21.500 kilometrekareden daha fazla deniz yetki alanına sahip olmuştur.

Öyle ki, aşağıdaki haritalarda görüleceği üzere imzalanan bu antlaşmalarla; GKRY, İsrail’in asgari 12 numaralı parseli de kapsayacak şekilde 4.600 kilometrekare, Lübnan’ın 3.957 kilometrekare, Mısır’ın ise daha önce belirtildiği üzere 21.500 kilometrekare deniz yetki alanını sahiplenmiştir.

BU BÖLÜM DİPNOTLARI:

82 Yakın dönemde iştirak edilen uluslararası toplantılarda ve açık kaynaklarda Ege Denizi ve Doğu Akdeniz Deniz Yetki Alanlarına yönelik olarak;
a.Uluslararası Deniz Hukukçusu John R.V. Prescott’un 1984 yılında yapmış olduğu çalışmada oluşturulan,
b.Seville Üniversitesi tarafından hazırlanan ve Avrupa Birliği (AB) Ekonomik Sahasını gösteren,
c.Birleşmiş Milletler (BM) internet sitesinde bir süre yer alarak bilahare kaldırılan,
ç.Avrupa Deniz Emniyet Ajansı (EMSA) tarafından düzenlenen çalıştaylarda kullanılan,
d.ABD kaynaklı “General Electrics Advanced Information System (GDAIS)” Şirketi tarafından hazırlanan, sakıncalı haritaların birbiriyle uyuştuğu, 
çizilmiş sınırların aynı nitelikte olduğu tespit edilmiştir.
83 “UN, 2011, Table of claims to maritime jurisdiction (as at 15 July 2011),” Birleşmiş Milletler, erişim tarihi 26.10.2011, http://www.un.org/Depts/los/LEGISLATIONANDTREATIES/STATEFILES/SYR.htm.
84 Suriye Petrol ve Doğal Kaynaklar Bakanlığı, erişim tarihi 04.09.2011,
      http:/www.petroleum.gov.sy.
      Suriye Petrol ve Doğal Kaynaklar Bakanlığı, erişim tarihi 04.09.2011,
      http:/www.gpc-sy.com.
      Suriye petrol şirketi ile ABD’li Veritas Şirketi arasında 10 yıl süreli bir protokol yapılmış ve Suriye sahillerine bitişik 4700 km²’lik bir alanda bahse konu şirkete sismik araştırma yapma izni verilmiştir.
85 Suriye Petrol ve Doğal Kaynaklar Bakanlığı, erişim tarihi 04.09.2011,
     http:/www.petroleum.gov.sy.
     Suriye Petrol ve Doğal Kaynaklar Bakanlığı, erişim tarihi 04.09.2011,
     http:/www.gpc-sy.com.
     Suriye Petrol ve Doğal Kaynaklar Bakanlığı’nın 24 Mart-5 Ekim 2011 tarihleri arasında yaklaşık 6 ay süre ile 3 ayrı bölgede petrol arama ve çıkarma maksadıyla bir ihale açtığı Suriye Hükümeti’nin resmi internet sayfalarında yer almıştır.
86 İhaleye açılan sahaların kuzey sınırı Türkiye-Suriye kara sınırının bitiminden itibaren genel batı istikametinde yaklaşık 30 deniz mili mesafeye kadar uzanmakta dır. Suriye; ihaleye açtığı bu alanı ihale ilanında Suriye’nin karasuları ve münhasır ekonomik bölgesinin bir bölümü olarak tanımlamıştır.
87 İrfan Galip Dumlu, “Türkiye'ye Büyük Sömürge Planı,” 29.11.2011, erişim tarihi 17.02.2012, 
     www.haberform.com/haber/rum-yunanistan-somurge-rum-ve-yunanistanin-türkiyeyi-somurme-plani-89776.htm. 
88 Yorgos Meligonis, “İsrail Yunanistan’ın MEB’ini Tanıdı,” Avgi Gazetesi, 19.02.2011.
89 “UN, 2011, Table of claims to maritime jurisdiction (as at 15 July 2011),” Birleşmiş Milletler, erişim tarihi 12.10.2011, 
     http://www.un.org/Depts/los/LEGISLATIONANDTREATIES/STATEFILES/LBN.htm.
90 GKRY ile yapılan fakat meclisinde onaylanmayan bahse konu antlaşmada yer alan koordinatları da içeren deniz yetki alanlarını gösterir haritayı BM’ye beyan etmesi.
91 Bu uyuşmazlık üzerine Lübnan Dışişleri Bakanı Adnan Mansur, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve İsrail arasındaki MEB anlaşmasının, Lübnan'ın egemenliğini ihlal ettiğini belirtmiştir. Lübnan, bu yöndeki şikâyetini BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun'a bir mektupla iletmiştir. 
Lübnan Dışişleri Bakanı Mansur, Beyrut'ta yaptığı açıklamada, BM Genel Sekreterine gönderilen şikâyet mektubunda, “İsrail ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi 
arasında geçen yıl imzalanan, denizde sınır belirleme anlaşmasının Lübnan'ın egemenliğini ve ekonomik çıkarlarını ihlal ettiğinin ve bölge güvenliği 
açısından bir tehlike olduğunun” kaydedildiğini söylemiş, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun'dan, İsrail'in denizdeki faaliyetleri nedeniyle çıkması muhtemel 
çatışmalardan kaçınılması için gerekli tedbirleri almasını istemiştir.
92 Alcatel Telefon Şirketi adına Bari/İtalya GKRY-İsrail-Mısır arasında telekomünikasyon ağı tesis edilmesi projesi kapsamında hazırlık çalışması yapmak 
üzere İtalyan R/Y Explora gemisi tarafından Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığına ve muhtemel MEB’ine girilmesi üzerine 12 Mart 2011 tarihinde 
TCG BANDIRMA tarafından söz konusu gemiye muhtemel Türk MEB’i sınırları içerisinde araştırma faaliyetlerinde bulunamayacağı koordinatlar verilerek 
bildirilmiş ve geminin sahayı terki sağlanmıştır. Müteakiben 11 Mart 2011 tarihinde İtalyan Büyükelçiliği’ne konuya ilişkin olarak Türkiye’nin deniz yetki 
alanları sınırlarını gösterir bir harita ekli nota ile durum tevdi edilmiş ve izin alması gerektiği bildirilmiştir. Bilahare 21-27 Mart 2011 tarihlerinde bahse konu geminin Türkiye’nin deniz yetki alanlarında araştırma yapması için İtalyan Büyükelçiliği tarafından Dışişleri Bakanlığı’na izin talebinde bulunulmuş ve gerekli izin verilmiştir.
93 Theodoros Karyotis, “Türkiye, Mısır ile Deniz Sınırları Çiziyor,” Ethnos Gazetesi, 11.01.2010.
94 Dışişleri Bakanlığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin 2 Mart 2004 tarih ve 2004 Turkuno dt/4739 sayılı ve 23 temmuz 2007 tarihli un.doc.A/61/1011-s/2007/456 sayılı notası.
95 “181 sayılı açıklama,” Dışişleri Bakanlığı, erişim tarihi 05.08.2011, www.mfa.gov.tr.
Dışişleri Bakanlığınca yapılan 181 sayılı açıklamada özetle; “Kıbrıs Rum tarafının tek yanlı olarak tüm ada adına, ada’nın bütününe ait olan doğal kaynaklar konusunda söz söyleme, girişim yapma ve/veya anlaşma imzalama hak ve yetkisine sahip olmadığı”na vurgu yapılarak, “Türkiye ve KKTC’nin bölgedeki meşru hak ve çıkarlarını korumak amacıyla uluslararası hukuka uygun şekilde diplomatik ve siyasi kanallardan girişimlerin sürdürüleceği; 
Türkiye’nin ve KKTC’nin bu maksatla gereğine tevessül edeceğinden kimsenin şüphesi olmaması gerektiği” ifade edilmiştir.
96 Derviş Eroğlu, “Türk Tarafı Eşdeğerde Adımları Atmaktan Çekinmeyecek,” erişim tarihi 12.10.2011, 
www.pressturk.com/dunya/haber/18038/kktcden-rumlara-petrol ve doğalgaz-uyarisi.html.
97 “Turkish oil exploration ship sets out to contest Cyprus drill rights,” erişim tarihi 14.10.2011, 
 http://www.cyprus-mail.com/cyprus/turkish-oil-exploration-ship-sets-out-contest-cyprus-drill-rights/20110924; 
Yöney Yüce, "Exclusive Area of Conflict," 20.9.2011, erişim tarihi 17.02.2012, 
     http://bianet.org/english/minorities/132830-exclusive-area-of-conflict.
98 Johnson Christopher, “Oil Exploration Costs Rocket As Risks Rise,” 11.02.2010, erişim tarihi 15.02.2012, 
http://www.reuters.com/article/2010/02/11/us-oil-exploration-risk-analysis-idUSTRE61A28X20100211.
99 MEB'in kıyı uzunlukları oranında belirlenmesi halinde ortay hattın da bu oranda kaydırılması gerekecektir. Buna göre Lübnan'ın 1/1,83 kıyı oranına 
istinaden yaklaşık 2600 km2, İsrail'in 1/3.74 kıyı oranına istinaden yaklaşık 4600 km2, Mısır'ın ise 1/13,06 kıyı oranına istinaden yaklaşık 21500 km2 
daha fazla deniz alanına sahip olması mümkün olabilecektir.
100 Johnson Christopher, “Oil Exploration Costs Rocket As Risks Rise,” 11.02.2010, erişim tarihi 15.02.2012, 
http://graphics.thomsonreuters.com/0210/OIL_PLRSK0210.gif.


4. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

DOĞU AKDENİZ’DE DENİZ YETKİ ALANLARININ PAYLAŞILMASI SORUNU VE TÜRKİYE BÖLÜM 1

DOĞU AKDENİZ’DE DENİZ YETKİ ALANLARININ PAYLAŞILMASI SORUNU VE TÜRKİYE BÖLÜM 1
 
Doğu Akdenizde Yetki Alanları, Paylaşılması, Sorunu, Türkiye, Cihat YAYCI, Doğu Akdeniz, Kıbrıs, ilgili kıyıdaş, deniz yetki alanlarının, sınırlandırılması, Münhasır Ekonomik Bölge MEB, Enerji, Münbit hilal yayı, İsrail, Lübnan, Suriye, Türkiye, Irak, İran,


Dr. Cihat YAYCI∗ 
∗ Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığı. 

Özet: 

Bu makalede Doğu Akdeniz’in tarihsel, stratejik ve ekonomik değeri ile Kıbrıs’ın önemine istinaden deniz yetki alanlarının paylaşımında Türkiye dâhil kıyıdaş devletlerin takındıkları tutuma ilişkin tespitler yapılmıştır. 

Bu tespitler ışığında Türkiye’nin hak ve menfaat kaybına uğramaması maksadıyla bir takım hukuki ve teknik önerilerde bulunulmuştur. 

Uluslararası hukuk çerçevesinde Türkiye’nin sadece Mısır, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ve Suriye ile değil, Libya, İsrail ve hatta Lübnan ile de karşılıklı kıyıları bulunduğu ve Türkiye’nin bu devletlerle de deniz yetki alanı paylaşımı antlaşmaları akdedebileceği hususu tespit ve önerilerin esasını oluşturmaktadır. Bu durumda Türkiye’nin, uluslararası hukuka uygun hak ve menfaatleri doğrultusunda Doğu Akdeniz’de yeni bir deniz yetki alanları haritasını ortaya koyması mümkün olabilecektir. 

1. DOĞU AKDENİZ’İN ÖNEMİ 

1.1. Coğrafi Sınırları 

     Bugün Doğu Akdeniz’in, Tunus’daki Bon Burnu ile İtalya’ya bağlı Sicilya Adası’nın batıya uzanan ucundaki Lilibeo Burnu arasında çizilen hattın doğusundaki bölgeyi ifade ettiği konusunda genel bir mutabakat vardır. Bu tanımlamaya istinaden Doğu Akdeniz; İtalya, Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Karadağ, Arnavutluk, Yunanistan, Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin, Mısır, Libya ve Tunus kıyıları ile çevrilidir.1 

Münbit hilal yayı, İsrail, Lübnan, Suriye, Türkiye, Irak, İran sınırları içinde kalan Güney Doğu Torosların güneyinde Zağros Dağları’nın batısında Basra Körfezi’nin kuzeyinde kalan verimli topraklara sahip hilal şeklindeki bölge. 

1.2. Tarihi Önemi 

Tarihin değişik safhalarında büyük savaşlara sahne olmuş olan Doğu Akdeniz aslında birçok tarihçi ve yazarın “Verimli Hilal” dedikleri bölgede yer alır.2 Gerçekten de Mısır, Mezopotamya ve Anadolu, Dünya’nın en verimli topraklarına sahiptir. Tarih boyunca oluşan uygarlıkların ilk hedefi, bu bölgelere hâkim olmaktı. Böylece, kara ve deniz yoluyla dünya ticareti kontrol altına alınabilmekteydi. 

Bu yüzden oluşan insan hareketleri, Doğu Akdeniz’i tarihin her döneminde Dünya’nın en önemli ve kalabalık merkezlerinden biri haline getirmiştir.3 
Tarihin her döneminde Akdeniz’e hâkimiyet, imparatorlukların ve devletlerin ilk hedefini oluşturmuştur. Büyük İskender’in kurduğu İmparatorluk ile Doğu Roma-Bizans İmparatorluğu’nun ağırlık merkezi Doğu Akdeniz’di.4 Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu, İslamiyet’in doğuşuna kadar bölgenin hâkimiyetini elinde tutmuştur. Zira Antik Roma’da Akdeniz için “Bizim Deniz” anlamına gelen,5 Latince “Mare Nostrum” ifadesi kullanılırdı.6 

VII. Yüzyılda Emevilerin kuruluşundan itibaren Müslümanlar da, süratle denizciliğe önem vermeye başlamışlar ve ardından da kuzey sahillerinden bazıları hariç Akdeniz’e asırlarca hükmetmişlerdir. Ancak XII. ve XIII. Yüzyıllardaki Haçlı Seferleri, donanma faaliyetlerinin uzun süre aksamasına sebep olmuştur. XII. ve XIII. Yüzyıllarda Mısır, Suriye ve Türk Memlûkları, Akdeniz’in doğusunda, yine de mevzii bir kudrette deniz gücüne sahiptiler. XV. Yüzyılın sonlarından itibaren bir deniz imparatorluğu olarak gelişmeye başlayan Osmanlılar, deniz hâkimiyet 
teorisinin temelini oluşturan ünlü Türk Amirali Barbaros Hayreddin Paşa’nın “Denizlere hâkim olan cihana hâkim olur” özdeyişini hayata geçirerek denizci bir millet olma yolunda ilerlemiştir.7 Tahta geçen her Osmanlı Padişahı Akdeniz’e büyük önem vermiştir. Verilen bu öneme istinaden nihayet XVI. Yüzyılda, Kanuni Sultan Süleyman zamanında Osmanlılar, Akdeniz’in neredeyse tamamına egemen olmuştur. Osmanlı Donanması, XVI. Yüzyıldan XVII. Yüzyıl ortalarına kadar Karadeniz ile Akdeniz’in hâkimiolarakdenizlerde seyretmiştir.8 

XVII. Yüzyılda Venedikli ler, Osmanlı Donanmasının çağa ayak uyduramamasından istifade ederek,9 Doğu Akdeniz’de tekrar üstünlük sağlamışlarsa da Osmanlı Donanmasında çağın modernizasyonu sağlanıp kalyon devri başlatılınca,10 Akdeniz’de yarım asır süren Venedik üstünlüğü tekrar son bulmuştur.11
Doğu Akdeniz’de Osmanlı Devleti’nin üstünlüğü XIX. Yüzyıl ortalarına kadar devametmiştir. Aslında Osmanlı Devleti’nin denize ve denizciliğe verdiği önemin 
azalması ölçüsünde sınırlarının küçüldüğü ve yüzlerce yıl sonra başladığı yere, Anadolu kıyılarına çekilmek zorunda kaldığı ifade edilebilir.12

1.3.Günümüz de Doğu Akdeniz’in Stratejik Açıdan Önemi

Akdeniz; Kıbrıs, Sicilya, Malta Adalarına, Doğu Akdeniz ile Hint Okyanusu’nu birleştiren Süveyş Kanalı’na sahip olması ve dünya petrolünün yarıdan fazlasını ihtiva eden Ortadoğu ve komşu bölgelerini kontrol altında tutması nedeni ile hem bu bölgede bulunan devletlerin,hem de diğerlerinin ilgisini çekmektedir. Doğu Akdeniz ise, genel coğrafi konumu itibariyle Dünya’nın doğusu ile batısını birbirine bağlayan ticaret yolu üzerinde bulunmaktadır. Zira Doğu Akdeniz, Türkiye ve Suriye üzerinden Mezopotamya ve Yakın doğu’ya, Süveyş Kanalı ile de Arap Yarımadası’na ve Basra Körfezi’ne ulaşmaktadır. Kıyısı olan devletler ile Avrupa, Güneydoğu Asya ve Afrika ülkelerine yapılan deniz ticaretinin düğüm noktası olan Doğu Akdeniz’in önemi, Süveyş Kanalı’nın açılması sayesinde Avrupa-Uzak doğu hattı, Ümit Burnu’ndan geçen yola göre 7.000 deniz mili kısalmış 
olmasıyla daha da artırmıştır.

Adalar açısından bakıldığında Sicilya, Malta, Messina, Meis ve Kıbrıs Doğu Akdeniz’in önemli adalarını teşkil etmekte ise de, Doğu Akdeniz’in jeopolitik ve jeostratejik açıdan en önemli adasının Kıbrıs olduğunu söylemek mümkündür. 

Zira Kıbrıs, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’in kontrol edilmesindeki işlevinden dolayı ilgi odağıdır. Adanın stratejik değeri, özellikle deniz ticaret yolları ile başlıca hava yollarından biri üzerinde bulunması ile artmakta ve menfaat çatışmalarına sahne olmaktadır. Ada, bütün Ortadoğu ülkelerini kontrolünde bulunduran “sabit bir uçak gemisi” gibidir.13 Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Ürdün tamamen, Irak ve Mısır ise kısmen bu geminin menzilindedir. Ortadoğu Bölgesinin kalbi, İskenderun-Basra-Süveyş üçgenidir. Kıbrıs, coğrafi mevki itibariyle bu üçgenin iki köşesi olan İskenderun ve Süveyş’i kontrol altında bulundurmaktadır. Ortadoğu’da hâkimiyet kurmak iddiasında olan devletler için Kıbrıs Adası, Ortadoğu’ya giriş anahtarı dır.14 
   Tarihin ilk çağlarından beri ister deniz hâkimiyet teorisi,15 ister kara hâkimiyet teorisi olsun,16 Asya-Avrupa-Afrika hatta Asya-Pasifik bölgesinde etkin olmak isteyen güçler, öncelikle bu hedeflerine ulaşmak için Doğu Akdeniz Havzası’na hâkim olma ve bu alanı kontrol altında bulundurma ihtiyacını hissetmiştir. 

Deniz Hâkimiyet Teorisi Amerikalı Amiral Alfred Mahan dünya hâkimiyetinin anahtarının denizler olduğu görüşünü savunmuştur. Mahan'a göre denizler büyük bir üstünlük aracıdır ve kuvvetli bir deniz gücüyle dünya hâkimiyeti sağlanabilir. 
İngiliz, H. Mackinder; 1904'te Tarihin Coğrafi esasları isimli bir eser yazarak burada “kara hâkimiyeti” ile ilgili görüşlerini ileri sürmüştür. 

İngiliz jeopolitik bilimci Mackinder, teorisini 3 temel üzerine inşa eder: Doğu Avrupa'ya hâkim olan merkez bölgesini kontrol eder. 
Merkez bölgesine hâkim olan dünya adasını kontrol eder. Dünya adasını kontrol eden dünyayı kontrol eder. Mackinder siyasi başarılar adına fiziki imkânlara büyük önem vermiştir. Mackinder'e göre dünya hâkimiyeti halen merkez bölgesine hâkim olan Rusya'nın olabilir. Başarılı olabilecek bir harp için Mackinder Fransa'yı başlangıç, İngiltere'yi hava meydanı, ABD ve Kanada'yı insan, endüstri ve kaynak gücü olarak görmekte ve hâkimiyet adına bu güçlerin birleşmesini zorunlu görmektedir. 

Doğu Akdeniz Havzası’nda yaşayan topluluklardan, bahse konu bölgelere hâkim olma arzusu ve/veya imkân-kabiliyetine sahip olmayan ülke ve toplulukların ise bu mücadelenin dışında kalma lüksü mevcut değildir. Mücadeleye, hâkim olma isteğiyle olmasa bile bir başka gücün iradesiyle zorlanmaları kaçınılmazdır. Öte yandan küresel güçler doğrudan kendi ihtiyaçları için olmadığı durumlarda bile kaynakların diğerleri tarafından kullanılmasını engelleyebilmektedir. Böylece muhtemel rakiplerinin gelişimini önleme amacıyla Doğu Akdeniz Havzası’nda ulaşım, enerji kaynağı ve askeri bağlamda kendi lehine, rakiplerinin ise aleyhine olacak düzenlemeler tatbik etmeye çalışmaktadır. 

Zira tarihsel süreçte küresel ve bölgesel güçler, hem kendi menfaat ve güvenliklerini uzak mesafelerden koruma, hem de diğer devletleri tehdit 
ve baskı altında tutma gayreti ile Doğu Akdeniz’e yerleşme ve Doğu Akdeniz’i denetim altında tutma çabasında olmuştur. Esasen Ortadoğu’nun kontrol edilmesi, gerektiğinde müdahale imkânının elde bulundurulması, Kuzey Afrika’nın benzer şekilde kontrol altında tutulması, Rusya’nın güneye inme ve batılı güçlerin Rusya’yı engelleme çabası Doğu Akdeniz’i askeri bir mücadele alanı haline getirmiştir. 
Nitekim; bu nedenle Osmanlı Devleti Rodos, Girit ve Kıbrıs’ı elde bulundurmaya ciddi gayret sarf etmiştir. Günümüzde ise; 

- İngiltere’nin terk etmiş gibi görünse de Kıbrıs’ta üsler aracılığıyla halen mevcudiyeti ve Körfez Krizi sırasında Kıbrıs’taki bu üslerini kullanmış olması,17 
- ABD’nin bölgedeki kimi fiziki ileri üslerine (İncirlik/Adana, Suda/Girit, Gaeta/İtalya vb.) ilave olarak uçak gemisi gruplarını Akdeniz’de dolaştırması, 
- Rusya’nın hemen her dönemde Doğu Akdeniz Havzası’nda üs edinme gayretleri (şimdilerde Tartus),18 
- Fransa’nın 1 Mart 2007’de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile Baf kentinde bulunan “Andreas Papandreu Hava Üssü”nün kullanımını da içeren bir askeri işbirliği antlaşması imzalaması bu çabalara birer örnektir.19 

Aslında Doğu Akdeniz ve Kıbrıs, sadece bölgesel ve küresel üstünlük sağlama mücadelesi açısından değil, barış ve istikrara katkı sağlanması açısından da önemli bir coğrafyadır. 20 Bölgenin, Ortadoğu’da ortaya çıkmış kriz, gerginlik ve çatışmalarda insani ve askeri açıdan etkin roller oynadığı bilinmektedir. Örneğin; Amerika Birleşik Devletleri, 1980’li yılların ilk yarısında Lübnan’da yaşanan kanlı olaylar sırasında, bu ülkedeki vatandaşlarını Kıbrıs Adası üzerinden tahliye edebilmiştir. Bu örnekler, Doğu Akdeniz’in Ortadoğu’ya hâkimiyet ve istikrarda ne kadar önemli rol oynadığının bir göstergesidir. 

Diğer yandan, Doğu Akdeniz’in önemi artarak sürmektedir. Bu önem ulaştırma ve enerji boyutlarında zemin bulmaktadır. Akdeniz’de yılda ortalama 220.000’den fazla gemi seyir halinde bulunmakta, dünya denizlerinin sadece % 1’ini kapsayan bir deniz alanı olmasına rağmen dünya deniz trafiğinin 1/3’ü Akdeniz’de gerçekleşmektedir. 21 
Atlas Okyanusu ile Akdeniz’i bağlayan Cebelitarık Boğazı ise her gün 170’den fazla gemiye geçiş imkânı sağlamaktadır. Bu sayı Hint Okyanusu ve Kızıl Deniz ile Akdeniz’i bağlayan Süveyş Kanalında ortalama 49,22 Akdeniz ve Karadeniz’i birbirine bağlayan Türk Boğazlarında (İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı) ise yaklaşık 150’dir. Türk Boğazları’nda bu rakamın 2001 yılında 65 olması söz 
konusu hareketliliğin logaritmik şekilde artma eğiliminde olduğunu göstermekte dir. 23
Akdeniz ve Karadeniz’i birbirine bağlayan Türk Boğazların dan 2009 yılında 49.453 adet, 2010 yılında ise 51.422 adet gemi geçmiştir.24
Öte yandan 2010 yılında Türkiye’de; 5.8 milyon adet konteynır, 101 milyon ton kuru yük, 1.5 milyon adet araç hareketi gerçekleşmiştir.
Türk limanlarının  indirme-bindirme kapasitesi ise 200 milyon tona erişmiştir.
Bu rakamın mevcut ihtiyaçlar göz önüne alınarak 4 yılda 400 milyon tona çıkarılması hedeflenmektedir. 25 Söz konusu hareketliliğin yaklaşık 
%32’si Doğu Akdeniz limanları üzerinden gerçekleşmiştir. 26 
Ayrıca, Marmara ve Karadeniz liman kapasiteleri de Ege ve Akdeniz’deki trafik yoğunluğunu artırmaktadır. Bu verilere göre, Akdeniz’de Türkiye’ye yönelik 
deniz trafiğinin sekteye uğraması, dış alım / satımı ve akaryakıt sevkiyatı nı sadece ulusal boyutta değil, uluslararası ve küresel boyutta önemli ölçüde etkileyecektir. 27
Tüm bu veriler; Doğu Akdeniz’in, daha önce de belirtildiği üzere Cebelitarık, Süveyş ve Karadeniz üzerinden işleyen denizticaretini kontrol edebilen önemli  
bir coğrafya olduğunu ve üzerinde yer alan deniz trafik hatlarının dünya ticareti için hayati önemi haiz olduğunu açıkça teyit etmektedir. 
  Sadece Süveyş Kanalı’ndan, 105 farklı ülkeden yıllık ortalama 18.000 gemi geçtiğine dair verilere bakıldığında dahi sözkonusu ticaretin korunması ve / veya  
engellenmesinin ticari olduğu kadar askeri öneminin de bulunduğu kolayca anlaşılacaktır.28
    Enerji açısından ele alındığında bu bölge, Ortadoğu ve Hazar Bölgesi enerji merkezleri ile buralardaki boru hatlarını da kontrolünde bulundurmaktadır. 13 Temmuz 2006 tarihinde Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol boru hattının devreye girmesi ile beraber, Hazar Denizi’nin doğusundaki ülkeler için önemli bir ithalat ve ihracat kapısı durumuna gelmiş olan İskenderun Körfezi, Doğu Akdeniz’i tamamıyla etkisine almıştır. BTC ve Kerkük-Yumurtalık hattına Samsun-Ceyhan hattı da ilave edildiğinde, 29 Doğu Akdeniz Bölgesi’ne Türkiye çıkışlı petrol 
miktarı 170 milyon tona başka bir ifade ile dünyanın 2010 yılında tüketmiş olduğu petrolün % 7’sine ulaşacaktır. 30 

Bu veriler de dikkate alınırsa Doğu Akdeniz, gerek bu coğrafyaya ve gerekse bu coğrafyadan Batı’ya yönelik hem enerji hem de ticari emtianın ithalat ve ihracatının geçiş ve ulaşım güzergâhının önemli bir parçasını teşkil etmektedir.31 
Ayrıca, silah ve askeri maksatla kullanılabilecek diğer malzeme akışının kontrol altında bulundurulması, kitle imha silahları ve benzeri materyalin yayılmasının önlenmesinin askeri anlamda önemi bu havzada kendini daha çok hissettirmekte dir. Nitekim NATO, bu amaçlara hizmet etmesi maksadıyla bölgede “Etkin Çaba Harekâtı’nı” sürdürmektedir.32 
Ayrıca, Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol boru hattının Temmuz 2006 ayından itibaren faaliyete geçmesinden sonra dünya deniz ticaretinin önemli odak noktalarından biri haline gelen Doğu Akdeniz’deki deniz ulaştırma hatlarının korunması ve enerji güvenliğinin sağlanması diğer bir önemli konudur. 

Bu nedenle Türk Deniz Kuvvetleri de, bölgede enerji başta olmak üzere, deniz ulaştırma hatlarının güvenliğini ve açık tutulmasını sağlamak maksadıyla bir takım faaliyetlerde bulunmaktadır. 2004 yılından itibaren NATO’nun Etkin Çaba Harekâtı ile bağlantılı olarak icra ettiği “Akdeniz Kalkanı Harekâtı” bölgedeki muhtemel risk ve tehdit unsurlarına ve yasa dışı faaliyetlere karşı caydırıcılık sağlanması açısından önem arz etmektedir. NATO’nun Ekim 2006 ayındaki Riga Zirvesi sonunda yayımlanan bildiride, “enerji güvenliğinin sağlanmasının önemini ve bu 
konudaki milli ve uluslararası girişimlerin desteklenmesini vurgulayan“ ifadenin yer alması, Türkiye’nin Akdeniz Kalkanı Harekâtı’nı başlatarak “enerji hatlarının güvenliğinin sağlanması” konusundaki öngörüsünü teyit eder niteliktedir.33 
Enerji taşımacılığının ötesinde, bizatihi Doğu Akdeniz’de bulunduğu ilan edilen doğalgaz ve petrol rezervleri enerji bağlamında ekonomik değere ayrı bir önem kazandırmaktadır. Zira 8 Nisan 2010 tarihinde ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi (USGS-US Geological Survey) tarafından yayınlanan raporda, Kıbrıs, Lübnan, Suriye ve İsrail arasında kalan bölge olan Levant Havzası' nda 3,45 trilyon metreküp (122 trilyon kübik feetlik) doğal gaz ve 1,7 milyar varil petrol bulunduğunun tahmin edildiği belirtilmektedir.34
Bu tahmin dünyanın en büyük doğalgazyataklarındanbirinin Doğu Akdeniz’de bulunduğunaişaret etmektedir.

ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi tarafından Nil Delta Havzasında ise yaklaşık 1,8 milyar varil petrol; 6,3 trilyon metreküp (223 trilyon kübik feet)  doğalgaz ve 6 milyar varil 35 sıvı doğalgaz rezervi olduğunun tahmin edildiği, 36 Kıbrıs Adası’nın çevresinde ise 8 milyar varil olduğu söylenen petrol rezervinin yaklaşık değerinin 400 milyar dolar civarında olduğu açıklanmıştır.37

Ayrıca “Herodot” olarak adlandırılan Girit’in güney ve güney doğusunda ki alanda biri 1,5, diğeri 2 trilyon metreküp olmak üzere toplam 3,5 trilyon metreküplük doğalgaz bulunmaktadır.38  
Bu bağlamda; DoğuAkdeniz’de yaklaşık olarak toplam değeri1,5 trilyon dolar olan 30 milyar varil petrole eşdeğer hidrokarbon yatakları bulunduğu değerlendiril mektedir. 2010 yılı tüketim miktarları dikkate alındığında, Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon rezervinin, Türkiye’nin yaklaşık 572 yıllık,  Avrupa’nın ise 30 yıllık doğal gaz ihtiyacını karşılayabilecek seviyede olduğu anlaşılmaktadır.39
Arama çalışmalarının halen birçok bölgede devam ettiği ve olası yeni sahaların keşfi ile ilan edilmiş bu rezervlerin dahada artacağı düşünüldüğünde, Enerji bağlamında Doğu Akdeniz’in önemi bir kat daha artmaktadır. Diğer yandan, hem petrol hemde doğalgazın varlığına delalet ettiği gibi,geleceğin enerji maddesi olarak da ifade edilen gaz hidrat yatakları 40 Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) tespitlerine göre Karadeniz’in yanısıra  Doğu Akdeniz’de de bulunmaktadır.41 3.000 kilometrekarelik bir gazhidrat yatağının ABD’nin 30 yıllık enerji ihtiyacını karşılayabildiği belirtilmektedir. İsrail’in zengin doğalgaz bulduğunun belirtildiği alanlar ile aşağıdaki haritada gaz hidrat bulunduğunu gösteren alanların birbiri ile örtüşüyor olması ilginçtir ve bulguların doğruluğuna delalet etmektedir. Aşağıdaki haritada görüleceği üzere Antalya Körfezi ve civarı zengin gaz hidrat yatakları doludur ve bu alan yaklaşık 80.000 kilometrekaredir. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI:

1 Dursun Yıldız, Akdeniz’in Doğusu (Tarihi Geçmişi, Stratejik Önemi ve Su Sorunu Açısından) (İstanbul: Bizim Yayınlar Kitapevi, 2008), 4. 
2 Daniel Pipes, Greater Syria: The History of an Ambition (Londra: Oxford University Press, 1990), 15. 
3 Şenay Kaya, Uluslararası Deniz Hukuku Kapsamında Doğu Akdeniz Sorunları, Yüksek Lisans Tezi (Ankara: Ankara Üniversitesi, 2007), 5. 
4 İsmail Zubari, “Samandağ’ın Tarihçesi,” Haziran 1998, erişim tarihi 03.11.2011, 
http://www.angelfire.com/sd/samandag/yenitarih.html. 
5 Göknur Akçadağ, “Kara Denize Hâkimdir İlkesi-2,” erişim tarihi 26.10.2011, 
http://www.turkishny.com/drgoeknur-akcada/66738-kara-denize-hakimdir-ilkesi-2-. 
6 Metin Erksan, Mare Nostrum Bizim Deniz, Yunan Sorunu (Adıyaman: Hil Yayınları, 1999), 24. 
7 Ali Kurumahmut, Ege’de Temel Sorun Egemenliği Tartışmalı Adalar (İstanbul: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1998), 35. 
8 “Osmanlı Tarihi Uygarlığı,”erişim tarihi 16.02.2012,
http://www.scribd.com/doc/75580345/72036939-Osmanl%C4%B1-Tarihi-Uygarl%C4%B1%C4%9F%C4%B1.
9 Diğer yandan,İberik (Portekiz) İspanya gücü ve Osmanlılar ile olan mücadelesi Osmanlı deniz üstünlüğünün 16’ncı yüzyıldan sonra zayıflamasında etkili olmuş iken, daha sonra (17 ve 18’nci yüzyıllarda) ise bu zayıflamada Rusya’nın yükselen gücü rol oynamıştır.
10“Osmanlı Döneminde Bir İmparatorluk Dili OlarakTürkçe,” erişim tarihi 16.02.2012,
http://www.osmanli.org.tr/osmanlidaegitim.php?bolum=7&id=200.
11 “ Osmanlı Döneminde Bir İmparatorluk Dili Olarak Türkçe,” erişim tarihi 16.02.2012,
http://www.osmanli.org.tr/osmanlidaegitim.php?bolum=7&id=200.
12 Kuru mahmut, Ege’de Temel Sorun Egemenliği Tartışmalı Adalar, 8.
13 Altemur Kılıç, “1571 yılındaki Fetihten Günümüze Kıbrıs Gerçeği,” 20.02.2011, erişim tarihi 26.10.2011, 
     http://www.ilk-kursun.com/2011/02/1571-yilindaki-fetihten-gunumuze-kibris-gercegi/. 
14 Kaya, Uluslararası Deniz Hukuku, 1. 
15 Ahmet Fasıl, “Jeopolitik Konuma Farklı Bir Bakış,” erişim tarihi 16.02.2012, 
     http://www.hikayeler.net/yazilar/45522/jeopolitik-konuma-farkli-bir-bakis/. 
16 Ahmet Fasıl, “Jeopolitik Konuma Farklı Bir Bakış,” erişim tarihi 16.02.2012, 
     http://www.hikayeler.net/yazilar/45522/jeopolitik-konuma-farkli-bir-bakis/. 
17 Osman Metin Öztürk, Kıbrıs Annan Belgeleri I, II, III Üzerine Değerlendirmeler (Ankara: Gazi Kitapevi, 2004), 14. 
18 Kerim Has, “Rusya’nın Suriye Denklemindeki Yeri: İkili ve Bölgesel Çıkarlar,” USAK Stratejik Gündem Dergisi, 06.09.2011, 22. 
19 Müfide Zehra Erkin, “AB’nin Kıbrıs Stratejisi…,” Cumhuriyet Gazetesi, erişim tarihi 
 http://cumhuriyet.com.tr/?hn=211208. 
20 Erişim tarihi 14.10.2011, 
    http://www.tasam.org/modules.php?name=news&file=article&sid=308.htm. 
21 “Mediterranean Sea,” erişim tarihi 12.10.2011, 
     http://www.essentialcrystalsalt.com/crystal-salt/dead-sea-salt-scrub-reviews. 
22 Kaya, Uluslararası Deniz Hukuku, 8. 
23“ Deniz Taşıtları ve Deniz yolu Taşıma İstatistikleri,” Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, erişim tarihi 07.09.2011,
      http://www.denizcilik.gov.tr/dm/istatistikler/ResmiIstatistikler/.
24“ DenizTaşıtları veDenizyoluTaşımaİstatistikleri,”Ulaştırma,DenizcilikveHaberleşmeBakanlığı,erişimtarihi 07.09.2011,
      http://www.denizcilik.gov.tr/dm/istatistikler/ResmiIstatistikler/.
25 “İhracatçıLimanlara Sığmıyor,” Uluslararası TaşımacılıkveLojistikHizmet Üretenleri Derneği, erişim tarihi 17.02.2012,  
      http://www.utikad.org.tr/haberler/default.asp?id=8583. 
26 “ DenizTaşıtları ve Denizyolu Taşıma İstatistikleri,” Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, erişimtarihi 11.09.2011, 
    http://www.denizcilik.gov.tr//tr/istatistik-dosyalar/brosur/default.htm.
27 Kaya, Uluslararası Deniz Hukuku,8. 
28 “Süveyş Kanalı Seyir İstatistikleri,” Süveyş Kanalı Resmi İnternet Sitesi, erişim tarihi 08.10.2011, 
      http://www.suezcanal.gov.eg/TRstat.aspx?reportId=4.
29 “Samsun-Ceyhan Boru Hattı Projesi’nde Önemli Adım,” 22.01.2010, erişim tarihi 18.03.2011, 
      http://www.sanayiden.com/tr/haber/4/samsun-ceyhan-boru-hatti-projesi-8217;nde-onemli-adim.html. 
30 “Ceyhan İŞGEM'in temeli atıldı,” T.C. Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı, erişim tarihi 17.02.2012, 
     http://kosgeb.gov.tr/Pages/UI/Haberler.aspx?ref=326. 
31 Öztürk, Kıbrıs Annan Belgeleri, 7. 
32 “Dz.K.K.lığının NATO Faaliyetlerine Katılım Durumu,” Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, erişim tarihi 26.10.2011, 
  http://www.dzkk.tsk.tr/turkce/DzKKUluslarArasiGorevler/NATO_Faaliyetleri.php. 
“Etkin Çaba Harekâtı” (Operation Active Endeavour-OAE), ABD’nin terörizme karşı başlattığı harekâta NATO tarafından sağlanan destek çerçevesinde icra edilmektedir. 
Harekât, ülkeler tarafından tahsis edilen 2-3 fırkateynden oluşan bir suüstü görev grubu veya NATO Daimi Deniz Görev Grupları (SNMG-1 ve SNMG-2) tarafından Akın Harekâtı (Surge Operations) şeklinde desteklenmektedir. Türk Deniz Kuvvetleri, Etkin Çaba Harekâtı’na, NATO Daimi Deniz Görev Grubu-2’deki fırkateyne ilave olarak İzmir’de 4 saatlik hazırlık durumda bulunan 1 korvet/ hücumbot ile de destek vermektedir. Ayrıca, Etkin Çaba Harekâtı’na belirlenen dönemlerde periyodik olarak 1 fırkateyn, 1 akaryakıt gemisi ve 1 denizaltı tefrik edilmek suretiyle ilave destek sağlanmaktadır. Etkin Çaba Harekâtı’nın icra edildiği harekât alanının merkezinde bulunan coğrafi konumuyla Aksaz ve Mersin Deniz Üsleri, 2001 yılından itibaren harekâta iştirak eden gemilere lojistik destek sağlamaktadır.
33 Doğu Akdeniz bölgesinde Ceyhan Terminali çıkışlı stratejik petrol ulaştırmasının güvenliğini tesis etmek ve dolaylı olarak küresel enerji güvenliğine katkı 
sağlamak, bölgedeki muhtemel risk ve tehdit unsurlarına karşı varlık göstererek caydırıcılık sağlamak, NATO’nun bölgedeki deniz güvenliği çabalarını desteklemek, muhtemel deniz yetki alanlarında sancak/varlık göstermek maksadıyla 1 Nisan 2006 tarihinden itibaren icra edilmektedir. 
Akdeniz Kalkanı Harekâtı’nda fırkateynler, korvetler, karakol gemileri, helikopterler ve deniz karakol uçakları görev yapmaktadır. 
34 Jessica Robertson, “NaturalGas Potential Assessed in Eastern Mediterranean,” 04.08.2010,erişimtarihi01.09.2011,
http://www.usgs.gov/newsroom/article.asp?ID=2435.350,715 milyar metreküp.
36 USGS Fact Sheet 2010-3027, “Undiscovered Oil and Gas of the Nile Delta Basin,Eastern Mediterranean,” erişim tarihi 24.08.2011,
     http://geology.com/usgs/nile-delta-oil-and-gas/.
37 Bahadır Selim Dilek,“ Akdeniz'de Sanal Petrol Oyunu,” erişim tarihi 16.02.2012,
http://www.emo.org.tr/ekler/c03b704bd986e_ek.pdf?dergi=508.
38 Erişimtarihi 17.02.2012, http://www.sfakia-crete.com/forum2/read.php?3,4992.
39 Türkiye’nin 2010 yılındaki yıllık doğal gaz ihtiyacının 37 milyar metreküp, 2009 yılındaki yıllık tüketim miktarının 35,1 milyar metreküp olarak gerçekleştiği,yıllık petrol tüketiminin ise 30 milyon ton olduğu dikkate alındığında; Doğu Akdeniz’de bulunan ortalama yaklaşık 20 trilyon metre küp  doğal gazın Türkiye’nin 572 yıllıkihtiyacını , karşılayabilecek bir potansiyele sahip olduğu hesaplanmıştır. ABüyesi ülkelerin yıllık doğalgaz ihtiyacının 500 milyarmetreküp olduğu düşünüldüğünde Kıbrıs-İsrail-Mısır-Girit bölgesindeki söz konusu rezervlerin (toplamda15 trilyon metreküp) önümüzdeki 30 yıl Avrupa’nın doğalgaz ihtiyacını karşılayabileceği görülmektedir.
     Doğu Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Paylaşılması Sorunu ve Türkiye
     Bilge Strateji, Cilt 4, Sayı 6, Bahar2012
40 Neslihan Ocakoğlu, Gaz Hidratlar ve Önemi: Türkiye Çevresinde Denizlerde Gaz Hidrat ve Hidrat ve Sığ Gaz Aramaları (İstanbul: İstanbul Teknik Üniversitesi, 2009), 1. Gaz Hidratlar su ve hafif doğalgazlarınki genellikle metan gazı 
karışımından doğal yolla oluşan kristal yapılı katılardır. Gaz hidratların ayrışması sonucu açığa çıkan yüksek hacimli metangazı geleceğin potansiyel enerji kaynağı olarak görülmekle birlikte; küresel iklim değişikliklerinde de potansiyel bir role sahiptir.  Bu sebeplerden dolayı, gazhidratların hem doğasını  anlamaya yönelik hemde dünyada ki potansiyel gaz hidrat rezervlerini araştırmaya yönelik çok sayıda çalışma gerçekleştirilmiştir. 
Çalışmalar göstermiştir ki, karalar da ve denizlerde gazhidratların oluşumunu ve kararlılık zonlarını etkileyen temel parametreler; basınç, sıcaklık, jeotermal  
gradyan, gaz bileşimi, ortamın gözenekliliği, gözenek suyu tuzluluğu ve gaz doygunluğunun derecesi dir.  Sismik ve akustik yöntemler gaz hidrat aranmasında  yaygın olarak kullanılır. Ayrıca sismik yöntemlerin yetersiz olduğu durumlarda Doğru Akım Elektrik Özdirenç ve Kontrollü Kaynak Elektromanyetik Yöntemler  kullanılır. Türkiye çevresindeki denizler genellikle sığ derinliklerde yüksek oranda gazhidrat ve hidratın altında kapanlanan serbest gaz potansiyeline sahiptir.  Karadeniz ve Akdeniz'de gaz hidratla ilişkili olarak çok sayıda gaz bacaları, gaz sızıntıları, gaz cepleri ve çamur volkanlar keşfedilmiştir.
41 Bu konuda uzman Prof.Dr.Günay Çiftci “ Dünyadaki hidratların çoğunun derin deniz tabanı altında binlerce kilometrelik alanları kapsayan yerlerde  
bulunduğunu, dünya çapında gaz hidratlarda tutulan metan gazı miktarının dünyadaki tüm fosilyakıtlarında tutulan karbonun iki katı olduğunu, dünyadaki  
gazhidrat yataklarının rezervinin 3 bin 700 trilyon ile 10 milyon trilyon metreküp arasında olduğunu ve Karadeniz'in dünyada sayılı hidrat yataklarından 
olduğunu, petrol endüstrisi ve hükümetlerin dünyada, buza benzer enerjimineralleri olangaz hidratları araştırmaya başladıklarını, bu kapsamda Japonya Hükümeti 1995 yılında ulusal bir program oluşturarak, Japan National Oil Corp (JNOC) Kanada'nın McKenzie Deltası'nda sondajla arama çalışmaları  yaptığını,  2015 yılında ekonomik üretimi planladığını, ABD'nin güneydoğu kıta yamacındaki BlakePlatosu'nda yaklaşık 3 bin metrekarelik hızlı çökelme alanında  
ABD'nin yıllık gaz tüketiminin yaklaşık 30 katına eşit metan rezervi saptandığını, gaz hidratların büyük bir olasılıkla petrol ve doğalgaz rezervlerin  tükenmesiyle, dünyanın gelecekteki enerji kaynağı olacağını, petrol şirketlerinin yerini sonunda hidrat şirketlerinin alacağının düşünüldüğünü, Türkiye’nin  Karadeniz, Ege ve Akdeniz ile üç tarafı çevrili ve bir iç deniz olan Marmara Denizi ile yaklaşık 7 binkilometrelik kıyı uzunluğuna sahip bulunduğunu, bir denizci ülkesi olması gereken Türkiye, denizlerindeki enerji, maden ve endüstriyel ham madde kaynaklarını yeterince değerlendiremediğini, Akdeniz'de  Antalya Körfezi'nde ve Girit Adası civarında gaz hidratların varlığının tahmin edildiğini, özellikle Karadeniz'in Almanya, Fransa, Rusya ve ABD  tarafından  son üç yılda yoğun olarak araştırıldığını, Karadeniz'deki gaz hidratın yüzeye yakın bir yerde bulunduğunu, gazın altında büyük miktarda petrol ve doğal gazın bulunabileceği  ni,dünyada sadece Sibirya'da karadan gaz hidrat çıkartıldığını” ifade etmektedir.

***

7 Kasım 2020 Cumartesi

Türkiye'den iki kez özür dileyen Joe Biden kimdir:

 Türkiye'den iki kez özür dileyen Joe Biden kimdir:
ABD'de Yunan lobisine yakınlığıyla bilinen Demokrat başkan adayı
KAYNAK,


REUTERS

ABD'de 3 Kasım'da yapılacak başkanlık seçimler öncesinde yapılan son kamuoyu yoklamaları Demokrat Parti'nin adayı eski Başkan Yardımcısı Joe Biden'ın yarışı rakibi Cumhuriyetçi Parti adayı Başkan Donald Trump'ın önünde götürdüğüne işaret ediyor.

Ancak, seçimin sonucunda etkili olması beklenen bazı kritik eyaletlerde yarışın kafa kafaya gitmesi, Trump'ın dört yıl öncekine benzer bir sürprize imza atıp yeniden başkan seçilme olasılığının gözardı edilmemesine neden oluyor.
Uzmanlar, Türkiye ile ilişkiler açısından Trump'ın yeniden seçilmesinin Biden'a kıyasla daha olumlu olacağını düşünüyor.

Biden, dış politika konusunda oldukça deneyimli bir isim. Üstelik Türkiye'yi de yakından tanıyan ve 2000'lerin başından bu yana iki ülke ilişkilerinin bazı dönüm noktalarında kritik roller üstlenmiş bir siyasetçi.

Eski ABD Başkanı Barack Obama'nın, Demokrat Parti'nin başkan adayı olduğunda, kendisine yönelik dış politika konusunda deneyimsiz olduğu yönündeki eleştirileri gidermek amacıyla Biden'ı Başkan Yardımcısı adayı olarak seçtiği yorumları yapılmıştı.

Joe Biden'ın 2020'de Trump'ın karşısına çıkartılacak doğru isim olduğunu düşünenler dış politika konusundaki uzmanlığının yanı sıra cazibesi ve tatlı diliyle halka ulaşabilen bir konuşmacı olmasına ve yaşadığı korkunç kişisel trajedileri atlatabilen cesur biri olarak nitelendirilmesine dikkat çekiyorlar.
Biden'ı eleştirenler ise yaşını ve geçmişte yaptığı sayısız gaftan hareketli pot kırmaya yakın olmasını ön plana çıkarıyor. Biden ile ilgili dile getirilen kaygılardan bir diğeri de kadınların saçlarını koklama eğiliminin olması.
Türkiye ile ilgili tartışma yaratan sözler
Joe Biden, 36 yıl boyunca aralıksız Senatörlük yaptı. Bu dönemde Adalet Komisyonu ve Dış İlişkiler Komisyonu üyeliklerinde bulundu. Bir dönem Dış İlişkiler Komisyonu'nun başkanlığını yürüttü. Bu görevleri sırasında Türkiye'yi yakından ilgilendiren birçok konunun içinde yer aldı.
Kampanya sırasında ise Aralık ayında New York Times'a verdiği bir mülakatın Türkiye ile ilgili kısımlarının Ağustos ortasında sosyal medyada paylaşılması sonrasında mülakat sırasında sarf ettiği sözler büyük tepki topladı.
Biden, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı "otokrat" olarak tanımladığı söyleşide, Türkiye'deki durumdan büyük endişe duyduğunu aktardı.
Biden, "Bence yapmamız gereken ona (Erdoğan'a) karşı farklı bir yaklaşım izlemek. Muhalefetin liderlerini desteklediğimizi açık şekilde belirtmeliyiz. Açıkça pozisyonumuzun parlamentoda da yer edinmek isteyen Kürt nüfusun entegrasyonunu sağlamak olduğunu söylemeliyiz. Yanlış olduğunu düşündüğümüz şeyler hakkında sesimizi çıkarmalıyız. Yaptıklarının bedelini ödemeli. Bazı silahları ona satıp satmayacağımızla ilgili, bir bedel ödemeli. Özellikle de üzerinde F-15 uçurarak çözmeye çalıştıkları bir hava savunma sistemleri olduğunu düşündüğümüzde. Bunlar hakkında çok endişeliyim... Ama hâlâ, geçmişte yaptığım gibi, onlarla (muhalefet) doğrudan iletişimde olup, hâlâ var olan unsurlarını destekleyip onları Erdoğan'ı mağlup etmeleri için cesaretlendirebiliriz. Darbe ile değil, darbe ile değil, seçimle" dedi.
Biden'ın bu sözlerine hem iktidar hem de muhalefetten sert tepki geldi.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Cumartesi sabah İngilizce attığı Twitter mesajında Biden'ın Türkiye ile ilgili değerlendirmesinin "katıksız bir cehalet, kibir ve ikiyüzlülüğe" dayandığını söyledi. Kalın, "Türkiye'ye emir verme dönemi sona erdi. Ama bunu hala yapabileceğinizi düşünüyorsanız, buyurun. Bedelini ödersiniz" dedi.
  • Yunan lobisiyle ilişkileri ve Kıbrıs meselesi
Biden, Senatörlüğü döneminde uzun yıllar Türkiye'nin Kıbrıs politikasını sert dille eleştirirken, 1915 olaylarının ABD tarafından "Ermeni soykırımı" olarak tanınması için de faal olarak çalışmalar yürüttü.
Biden'ın Senato'da 36 yıl temsil ettiği Delaware eyaletinde Yunan asıllılarının sayısının fazla olması ve burada yoğun şekilde örgütlenerek birçok siyasi sivil toplum kuruluşuna sahip oldukları biliniyor.
Türkiye'nin 1974'te Kıbrıs askeri müdahalesinden bir yıl önce Senatör seçilen Biden, uzun yıllar boyunca Türkiye'ye Kıbrıs'tan çekilme çağrısı yaptı. 1987 yılında da Birleşmiş Milletler'in (BM) bu doğrultuda aldığı karara uymadığı için Türkiye'ye yeniden ambargo uygulanmasını öngören kanun taslağını hazırlayan ve Kongre'ye sunan isimlerden biri oldu. Bu tasarı Kongre'de yeterli oyu alıp yasalaşamadı.
Biden, Senato Dış İlişkiler Komisyonu'nda olduğu dönemlerde Kıbrıs Sorunu'nun çözülememesinden Türkiye'yi sorumlu tutan açıklamalar yaparken, 1999 yılında da Türkiye'ye yönelik 5 milyar dolarlık yardım paketinin serbest bırakılmasını Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı olarak veto etmişti.KAYNAK,REUTERS
Ermenilerle ilgili kırdığı potla gündeme geldi
Joe Biden, Türkiye'nin ABD ile ilişkilerindeki bir diğer sıkıntılı konu olan 1915 olaylarıyla ilgili de bunun "Ermeni Soykırımı" olarak tanınması gerektiğini savunan bir siyasetçi.
Gerek Senato'daki görevleri sırasında gerekse de Başkan Yardımcılığı döneminde bu konuyu zaman zaman gündeme getiren Biden, bu yıl da seçilmesi halinde soykırımı tanıyacağını vaat etti.
Biden'ın 24 Nisan'da yaptığı yazılı açıklamada da Senato'daki çalışmalarını hatırlatarak, "soykırımın tanınması için yürütülen çabalara liderlik etmekten gurur duyduğunu" söyledi. Biden, "Ermeni Soykırımı tanıyan bir karara destek vereceğime ve evrensel insan haklarını yönetiminin bir numaralı önceliği yapacağıma söz veriyorum" dedi.
Bununla birlikte, Biden'ın 2009 senesinde sarf ettiği bazı sözler Ermenistan'la ciddi bir diplomatik kriz yaşanmasına neden olmuştu.
Türkiye ile Ermenistan arasında normalleşme süresinin yürütüldüğü 2009 yılında Biden'ın Ermeni lobisine mensup bazı kişilerle sohbet ederken çekilmiş görüntüleri internet ortamında yayınlanmıştı. Görüntülerde, Biden'ın dönemin Ermenistan Başbakanı Serj Sarkisyan'ın normalleşme süreci nedeniyle kendilerinden soykırımın ABD'de tanınması için baskı kurmamalarını istediğini söylediği görülüyor.
Bu görüntülere, özellikle ABD'deki Ermeni diasporası sert tepki göstermişti. Biden ise sözlerinin yanlış anlaşıldığını belirterek, kendini savunmuştu.KAYNAK,GETTY IMAGES
Türkiye'yi dört kez ziyaret etti
Senato'da görev yaptığı dönemlerde sıkıntılı konularda Türkiye karşıtı bir tutum takınan Biden'ın, Başkan Yardımcılığı sırasında daha dengeli bir role büründüğü görülüyor.
Biden, ABD Başkan Yardımcısı olarak dört kez Türkiye'yi ziyaret etti ve bu ziyaretlerin her biri ikili ilişkiler açısından kritik dönemlerde yapıldı.
Türkiye'ye ilk ziyaretini Aralık 2011'de yaptı. Biden, ana gündemini Arap Baharı nedeniyle Orta Doğu'daki yaşanan gelişmelerin oluşturduğu ziyaret kapsamında, dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile bir araya geldi.
Joe Biden yine aynı ziyarette Fener Rum Patrikhanesi'ni de ziyaret etti ve burayı ziyaret eden ilk ABD Başkan Yardımcısı oldu.
Biden'ın ikinci ziyaretinin tarihi ise Kasım 2014. Bu ziyaret de Irak Şam İslam Devleti'nin (IŞİD) Kobane'ye yönelik operasyonu ve ABD'nin de örgüte karşı başlattığı hava bombardımanlarının hemen ardından geldi.
Biden, ziyaret kapsamında İstanbul'da bazı sivil toplum kuruluşlarıyla da bir araya geldi. ABD basınında, Biden'ın bu toplantılardan birinde güçler ayrılığının önemine ve başkanlık sistemlerinin risklerine vurgu yapmasının, Ağustos 2014'te Türkiye'de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinden Erdoğan'ın galip çıkmasına ve başkanlık sistemi tartışmalarına bir gönderme olduğu yorumları yapılmıştı.
Biden'ın üçüncü ziyareti Ocak 2016'da oldu. Bu ziyaret de Türkiye'nin IŞİD'le mücadele koalisyonuna dahil olması ve ABD'nin bu örgüte yönelik operasyonlarında Türkiye'deki üslerini kullanmasına izin vermesinden kısa bir süre sonra gerçekleşti. Bu ziyarette IŞİD'e karşı mücadelede atılacak adımlar ele alınırken, Biden hem IŞİD'i hem de PKK'yı Türkiye'nin "varlığına bir tehdit" olarak nitelendirdi.
Biden, ABD Başkan Yardımcısı olarak Türkiye'yi dördüncü ve son kez 2016'da ziyaret etti. 15 Temmuz darbe girişiminden yaklaşık bir ay sonra yapılan bu ziyaretin ana gündemini de Fethullah Gülen'in iadesi oluşturdu.
Biden, Erdoğan ile görüşmesinin ardından düzenlenen basın toplantısında, müttefiklerinden birinin demokrasisine zarar verdiği iddia edilen birini barındırmaktan hoşlanmayacaklarını ancak bunun hukuk sistemi içerisinde çözülmesi gereken bir konu olduğunu söylemişti.
Biden iki kez özür diledi
Joe Biden'ın başkan yardımcılığı döneminde Türkiye ve Erdoğan hakkında yaptığı bazı açıklamalar büyük tartışma yarattı.
Biden, Türkiye'den iki kez özür dilemek zorunda kaldı.
Bu olaylardan ilkinde Türkiye'ye yaptığı ikinci ziyaretten birkaç ay sonra, Ekim 2014'te Harvard Kennedy School'da yaptığı bir konuşma yapan Biden, Orta Doğu'daki en büyük sorunlarını müttefikleri olarak tanımladı.
Biden, Türkiye ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin Suriye Devlet Bakanı Beşar Esad'ı devirmek adına çok ciddi paralar ve silahlar aktardığını söyledi.
Biden, "Bu ülkeler, Esad'la savaşan herkese yüzlerce milyon dolar para ve onlarca, binlerce ton silah verdi. Bu politikalar El Kaide bağlantılı grupların ve en sonunda da IŞİD'in işine geldi" dedi.
Biden ayrıca, Türkiye'nin Suriye'ye giden çok sayıda yabancı savaşçının sınırı geçmesine izin verdiğini kabul ettiğini de söyledi.
Bu sözler, Türkiye'nin tepkisini çekti.
Erdoğan, "Bakın bu konuda eğer Biden bu tür ifadeler kullandıysa benim için tarih olur. Sayın Biden eğer Harvard'da böyle bir şey söylediyse bizden özür dilemesi lazım. Öyle ufak tefek çevresinden dolaşarak yapılacak açıklamalar bizim kabulümüz değildir" dedi.
Biden da daha sonra Erdoğan'ı arayarak sözlerinden dolayı özür diledi.
Biden'ın ikinci özrü de 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminin ardından geldi.
Darbe girişiminden bir ay sonra Türkiye'ye yaptığı ziyarette Biden, "Amerikan halkı sizin yanınızda. Obama, Erdoğan'ı arayan ilk insanlardan biri oldu. Ancak yine de özür dilemek istiyorum. Keşke daha erken buraya gelebilseydim. Ancak Sayın Cumhurbaşkanı (Erdoğan), halkınıza büyük hayranlık duyuyoruz ve bu zorluklara göğüs germe biçiminize hayranlık duyuyoruz" demişti.
joe biden

BIDEN

26 Nisan 2020 Pazar

İşbirlikçilerin kimlik parçalanması ve sonuçları.,

 İşbirlikçilerin kimlik parçalanması ve sonuçları., 





Sabahattin İsmail
27 Kasım 2018, 11:00
İşbirlikçilerin kimlikleri nasıl parçalanıyor, zihinleri nasıl işgal ediliyor 27 Kasım 2018, 11:00 Sabahattin İsmail Sabahattin İsmail ABD tarafından organize edilen conflict resolution eğitimlerinde büyük bir ustalıkla yapılan iş; katılımcıları kimlik bunalımına sokmak, kimlik parçalanmasını gerçekleştirmek ve yaratılan o çatlaktan katılımcıların beynine girerek yeni bir kimlik enjekte etmekti... Enjekte edilen bu yeni kimlik, Rum ve Türklerin ortaklaşa sahip olduğu iddia edilen “KIBRISLI” kimliği idi... Oysa Rumlar da kendilerini KIBRISLI (Cypriot) olarak tanımlıyordu ve dış dünyada “Cypriot” dendiği zaman ilk anda akla Rum gelmekteydi.. Tabii KIBRISLI kimliği enjekte etmenin Rum milli hedeflerine hızmet amacı taşıyan yayılmacı-hegemonyacı bir amacı vardı.. 

    Rum Milli tezine göre, Kıbrıs’ta Rum çoğunluk ve azınlık Türk, Latin, Ermeni, Maronitler den oluşan tek bir KIBRISLI MİLLETİ-KIBRISLI HALK vardır…  

Bu Kıbrıslı milletinin %82’si Rumlardan oluşmaktadır..  Bu tek KIBRISLI Halkın tek self-determinasyon hakkı vardır…Bu hak doğrultusunda 1950’de yapılan plebisitte “KIBRISLI HALKI ENOSİS istediğini ortaya koymuştur…Ya ENOSİS gerçekleşmeli, ya da KIBRISLI HALKIN % 82’sini oluşturan Rum çoğunluk azınlık Türk, Ermeni, Latin ve Maronitleri yönetmelidir.. Görüldüğü gibi KIBRISLI kimliği enjekte etmenin ve ben Türk değil, KIBRISLI’yım demenin objektif olarak ENOSİS’i savunmaktan veya Rum çoğunluğun hakimiyetine girmeyi kabul etmekten başka bir anlamı yoktur… Dış güçlerin düzenlediği “iki toplumlu eğitimlere, guruplara ve “conflict resolution” çalışmalarına girenler günün sonunda kendilerini KIBRISLI olarak tanımlamaya başlıyorlar… Bu eğitimlere uyuşmazlıkların çözümü yöntemlerini öğrenmek için Türk kimliği ile girenler, eğitimler sürerken kendilerini kimlik bunalımı içinde buluyorlar ve eğitimler bittiği zaman kendilerini artık Türk değil, “KIBRISLI” olarak tanımlamaya başlıyorlardı.... Bunlar artık yabancılar milliyetlerini sorduğu zaman, “we are not Turkish Cypriot, just Cypriot” ( Kıbrıs Türk’ü değiliz, sadece Kıbrıslıyız) diyorlardı.... Bunun anlamı ise melez bir kimliğe sahip olduklarıydı. Yani, “biraz Türk, biraz Rum, biraz Ermeni, biraz Latin, biraz İngiliz” olduklarıydı... Bu yöndeki ilk söylem ABD tarafından eğitilip conflict resolution eğitmeni yapılan ve “ABD, bizi 30 kişi olarak eğitti, biz de 3 bin kişiyi eğittik, 10 bin kişiyi harekete geçirdik, 100 bin kişiyi etkiledik” diye övünen Yenidüzen yazarı CTP’li Sevgül Uludağ tarafından ortaya konmuştu... Sevgül Uludağ, 21 Ağustos 2001 tarihinde Yenidüzen’de yayınladığı yazıda “ kendisini biraz Rum, biraz Ermeni, biraz Lüzinyan, biraz İtalyan ve biraz da Türk olarak hissettiğini” açıklamıştı... O günlerde işbirlikçi-mandacı cepheye savaş açan rahmetli Doğan Harman sahibi olduğu Kıbrıslı gazetesinin 21 ve 22 Ağustos 2001 tarihli sayılarında Mehmetali Talat, Şener Levent ve İzzet İzcan’ın fotoğraflarını koyarak “yüzde kaç Türk olduklarını” açıklamaları çağrısında bulunuyor ve “mandacıların halk, özgürlük ve insan hakları kavramları arkasına saklanarak ulusal ve insani değerleri ayaklar altına aldıklarını ve bu mandacıların artık gerçek kimliklerini açıklamaları gerektiğini” yazıyordu Nereden nereye? 2004’de Annan Planı referandumu öncesinde HAYIR kampanyası yürütürken ve ABD’nin sürdürdüğü beyin yıkama operasyonları ile ilgili yayınlar yaparken, gazetemizi ziyaret ederek yayınlarımızdan duydukları rahatsızlığı dile getiren ABD Büyükelçiliğinin bir diplomatı da çok sert geçen tartışma sırasında “Türk ve Rumların DNA’sının aynı olduğunu, dolayısı ile önemli olanın Türklük-Rumluk değil KIBRISLILIK olduğunu” söyleyecek kadar ileri gidebilmişti.. Bu ise, ABD’nin Türk kimliğini parçalayacak diye, insanların kafataslarına takan Hitler faşizmi gibi, insanların DNA’ları ile uğraşan ırkçı bir konuma düştüğünü ortaya koyan çarpıcı bir örnekti... Belli ki conflict resolution eğitimlerinde de barış adına insanların beynine bu türden ırkçı safsatalar enjekte ediliyor ve bu eğitimlerden çıkan insanlar “kendilerini Rumlara, Türklerden daha yakın hissettiklerini” canlı radyo programlarında açıklayabiliyor ve “biraz Rum, biraz Ermeni, biraz Latin olduklarını” yazabiliyorlardı...Nitekim ben bunu CTP’nin radyosunun programına katılan bir gencin ağzından bizzat duydum…Söz konusu programda konuşan genç “Güneyde iki toplumlu bir kampa katıldığını burada eğitimler verildiğini ve şimdi kendisini Türk değil KIBRISLI olarak hissettiğini” söylemekteydi... Bu ise söz konusu eğitimlerde nasıl bir kimlik parçalanmasına uğradıklarını kanıtlıyordu... Böylece farklı bir kimlik yüklenen insanlar, daha sonra kendi toplumları içinde doğal Türk kimliğini taşıyan büyük çoğunlukla barış adına çatışma içine giriyordu.... 

Türk halkı içinde son yıllarda iç barışın bozulmasında en büyük etken budur...

Bir başka deyişle, sözde barış adına Rumla ortak KIBRISLILIK kimliği yaratılacak diye, Türk kimliği ile çatışma yaratılarak toplumların kendi içinde yeni bir çatışma alanı yaratılıyordu... Ne ilginçtir ki, bugün Rumlarla oluşturulan tüm iki toplumlu gruplarda görev alanlar, Annan Planı referandumu öncesinde destek için grev ve mitingler örgütleyenler, Anavatan Büyükelçiliği ve Meclis önünde Türkiye ve KKTC karşıtı eylemler yapanlar, gazete köşelerinde Türk kimliğine, Türkiye’ye, ordumuza, KKTC’ye saldıranlar ezici çoğunlukla AB ve ABD’deki yaz kamplarına katılanlar, gri rüşvetlerle ülke ülke gezdirilip beş yıldızlı otellerde ağırlanan ve beslenenler ve beyinleri yıkanıp kendilerini KIBRISLI olarak tanımlayanlardır… Devlete, Anavatana, ordumuza saldıranlar hep conflict resolution eğitimlerinden geçirilmişlerdir, iki toplumlu guruplar içinde yer almışlardır, almaktadırlar ve kendilerini hep KIBRISLI veya “biraz Rum, biraz Ermeni, biraz Latin, azıcık da Türk” hissetmektedirler... 

  Ve yine ne ilginçtir ki, böylesine bir kimlik parçalanması içine girip Türk kimliği ni inkar edenlerin bazıları, ilk okullarımızda, orta eğitimde, üniversitelerde gençlerimize sözde Atatürkçü milli eğitim veriyorlar... Laf... Türk kimliğini inkar edip kendilerini “biraz Rum, biraz Ermeni, biraz Latin, azıcık da Türk” görenlerin, kendilerini KIBRISLI olarak tanımlayanların, Atatürkçü milli bir gençlik yetiştirmesi olası mı? Ve, böylesine bir kimlik parçalanması içinde olan kişilerin hala okullarımızda gençliğimizi Türk kimliğinden koparmakla uğraşmaları milli hükümetler açısından ayıp değil mi? Bunların yaptırdığı eğitimden “milli eğitim” diye söz etmek olası mı? Eğitimimizin Atatürkçü milli eğitim çizgisinden koparıldığı, bugün önemli sayıda gencimizde gözlenen kendilerini “KIBRISLI” olarak tanımlama saplantısından, Türk bayrağına karşı çıkmalarından, yerine AB ve Rum bayrağını kendi bayrakları olarak görmelerinden belli değil mi? Dolayısı ile Hükümetlerin, Eğitim Bakanlığının ilgili devlet kurumlarının artık, dış güçler tarafından milyonlarca Euro akıtılarak beslenen iki toplumlu gurupları ve dernekleri kontrol altına almaları, gençlerimizi bu beyin yıkama operasyonlarından, kimlik parçalanmasına uğramaktan ve Türk kimliğine karşı çıkma faaliyetlerinden kurtarmaları gerekiyor…Bunda çok geç kalındığı bugün gençliğimizin bir kısmının geldiği durumdan bellidir..


http://www.haberalkibrisli.net/isbirlikcilerin-kimlikleri-nasil-parcalaniyor-zihinleri-nasil-isgal-ediliyor-makale,110.html


***