Agah Oktay GÜNER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Agah Oktay GÜNER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ocak 2020 Pazartesi

İktidar Öfkeyi Yenmeli

İktidar Öfkeyi Yenmeli





Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
14 Şubat 2011





Kömür yakan lokomotifleri çocukken dikkatle seyrederdim. Ağırdan hareket eder ve buhar püskürterek temposu hızlanırdı. 
Tıpkı babamın çok sevdiği, severek bindiği al at  “Berk” gibi. O da süvarisi üstüne atlar atlamaz hızlanır, irileşen burun deliklerinden fırlayan nefeslerle dörtnala ulaşırdı.  İktidarın sözcülerini dinlerken gözümün önüne hep oflayan, puflayan lokomotif ve Berk’in burun delikleri geliyor. 
Sorumluluk hiç şüphesiz insanları yorar, sinirli kılar.  Ne yazık ki hükümet bu çizgiyi aşmış ve kavgacı olmuştur.  Hükümet ve partisi; adeta buluttan nem kapmaktadır. SBF’de bir grup gencin, konuşmacı iki siyaset adamını yumurta atarak protesto etmesini iktidar aylardır gündemde tutmaktadır.  Öncelikle demokrasi ile idare edilen bir ülkede bunlar soğukkanlılıkla karşılanması gereken olaylardır. 

   İngiltere’de seçim çalışmasını yürüten bir politikacı girdiği birinci mahallede ıslıklanır, yumurta ile kovalanır. 
İkinci sokağa girer aynı akıbete uğrar; ıslıklar ve yumurtalar hazırdır. 
Üçüncü sokağa girer girmez aynı tabloyu görünce; seyyar mikrofonu eline alır ve  “Bugün yeterince yumurtaya hedef oldum ve fazlasıyla ıslıklandım. 
Sizden ricam buraya gelinceye kadar yeterince yuhalandığımı kabul edip bana bir bardak çay ikram etmenizdir. Bu sizin için daha az masraf, benim 
için lütuf olacaktır”  der. 

Öfke son bulur.

 İktidar SBF’deki protestoyu sakız gibi sündürmüş tür. Hemen her vesile ile bu olayı gündeme taşımayı siyaset zannetmektedir.  1960 yılında yapılan 27 Mayıs hükümet darbesinin ardından, 1963’te kurulan hükümet bir konuyu çözemez ve 
Başbakan İnönü’ye götürmek mecburiyetini hisseder. 

   Konu; İstanbul’da bütün sivil ve askeri kademelerin ikazına rağmen; bir inzibat subayı binbaşının, karakol binası yaptığı tarihi yapıyı boşaltmaması dır. 
   İsmet Paşa’dan gelen emri de Binbaşı;  “Gücü yetiyorsa gelsin kendi boşaltsın” diye karşılar. Paşa bu haber üzerine dinler ve tebessüm eder. İki gün sonra binbaşı bir başka göreve nakledilir,iş biter. 

   Öğrencilerin, gençlik heyecanlarıyla karşılaştığınız zaman kendi gençliğinizi düşünün yeter. Ne yazık ki böyle olmuyor. 

Tablonun çerçevesi, kömür lokomotifi gibi duman çıkararak puflamak olunca anlayış, hoşgörü, sabır, sevgi buharlaşıyor. 

Cop, tazyikli su, biber gazı sahneye  hâkim oluyor.Polise taş atılması, pankartların sopalarıyla saldırılması, vatandaşın kamunun mallarına zarar verilmesi tasvibi mümkün olmayan işlerdir.Karşılıklı öfkeyi yenmenin yolu; gençleri, işçileri, kalabalıkları dinlemenin, diyalog kurmanın çaresini bulmaktır. Daima alkış beklemek, protesto edenleri hain görmek, idrak yanlışlığı, hatta ruh hastalığıdır. 
    Demokrasilerde hayır diyenler evet diyenler kadar azizdir.Öfke; aklı karartır, nefsin önünü açar. Hâlbuki gerçek hürriyet nefsin esaretinden kurtulmakla mümkündür. Nefsine köle olan ’Ben hür bir adamım’ diyebilir mi? Başkalarına karşı zafer kazananın kuvvetli, kendi nefsine karşı zafer kazananın ise kudretli olduğunu unutmayalım. Hükümet edenler, kindarlık ve sertlikten uzak durmalıdır. Bu iki hal adeta şeytanın kanatlarıdır.Benimseyeni sadece cehenneme uçurur. 

En büyük cehennem ise hata ve yanlışlardan dolayı duyulan vicdan azabıdır. 

Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/iktidar-ofkeyi-yenmeli-16980yy.htm

***

Ampuller Işıksız kalacak

Ampuller Işıksız kalacak



Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
07 Şubat 2011 



Siyaset, Türkiye’nin gerçek gündeminden kopmuş, karşılıklı küfürleşmeler içinde ciddi sorunları konuşmak yerine bağırmayı tercih etmiş görünüyor. 

Ülkenin kaderini derinden etkileyecek elektrik ve enerji problemleri ise görülmeyen, görülmek istenmeyen bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor, 
âdeta alarm veriyor. Elektrik sektörümüzün temel problemi birinci derecede ağırlığı bulunan yakıtlarda yüksek oranda dışa bağımlılığımız ve bu 
bağımlılığa bağlı olarak ağır dış ödeme külfetimiz dir. 2007 yılı rakamlarıyla petrol, doğalgaz, elektriğe dayalı ithal kömür, ısınmaya dayalı ithal kömür için toplam net enerji ithalatı karşılığı 32,7 milyar USD ödeme yapılmıştır. 

Bu ödeme Türkiye’nin toplam ithalatının %22’sidir ve fevkalâde önemli bir rakamdır. 

Çünkü Türkiye güvenlik, eğitim, belediye hizmetleri gibi çok önemli dallarda kısıntı yaparak, her türlü fedakârlığa katlanarak bu bedeli karşılamaktadır.  

Enerji üretiminde esas olan, kendi toprağınızdan çıkan kaynakları kullanmanız dır. 

   Ne yazık ki Türkiye’de bu politika çok becerikli siyaset adamlarımızın sayesinde tamamen tersine dönmüştür. 

Doğalgazda âdeta dünya tekeline sahip Rusya’da doğalgazdan elektrik üretme oranı % 38 iken, doğalgaz ihtiyacının bütününü ithal eden Türkiye’de bu oran % 48,2’dir. Bunu akılla izah etmek mümkün değildir. Her yıl ortalama 18 milyar USD doğalgaz ithali için para ödeyen Türkiye, bunun 8 milyar USD’lik kısmını elektrik üretiminde kullanmaktadır.Vatan topraklarımızın altında 9 milyar tonun üzerinde kömür rezervi vardır. Türkiye bu muhteşem kaynağa rağmen nesi var nesi yok satarak 16 milyar USD doğalgaza para ödemektedir.Ülkeyi idare edenler akıl almaz bir biçimde iradelerini AB’ye terk etmişlerdir. 

AB’nin sistemli ve ağır baskısı sonucu Kyoto Protokolünü Türkiye imzalamıştır. 

Hâlbuki Avrupa ülkelerinde kömürün elektrik üretimindeki payı ortalama  %60’ın üzerindedir. 
Polonya’da bu oran %97’dir. 
Kömürün elektrik üretiminde payını yüzde olarak ele alırsak 
Çek Cumhuriyeti % 74, 
Yunanistan 71, 
Danimarka 67, 
Almanya 55’tir.  
Avrupa Birliği dışındaki ülkeleri ele alırsak 
Avusturalya elektriğinin % 85ini, 
Çin % 80ini, 
Amerika %53ünü, 
İngiltere 43’ünü    kömürden sağlamaktadır. 

  ABD Türkiye’nin 29 katı, Çin 15 katı fazla karbondioksit emisyonu yaparken, dünyada atmosfere halen en az karbondioksit salan ülkeler arasında bulunan Türkiye’nin Kyoto Protokolünün getirdiği yükümlülükleri koşar adım kabulünü izah etmek mümkün değildir. Kyoto Protokolünü imzalamasının sonucu olarak Türkiye, artık kömüre dayalı klasik tipte düşük yatırım maliyetli termik santral inşa edemez. Türkiye bundan sonra kuracağı kömüre dayalı termik santrallerini daha fazla dış ödeme yaparak gelişmiş kömür teknolojilerine “Akışkan Yatak Teknolojisi”ne dayalı olarak kurmak zorundadır.  Bu tür santrallerin yatırım maliyetlerinin klasik tipteki termik santrallerden %50-100 daha fazla olduğu 
bilinmektedir.Türkiye bu iktidar döneminde enerjide dışa bağımlılığın azaltılması için ne yapmıştır? 2002 yılında elektrik üretiminde doğalgaz oranı %40,57 iken 2008 yılı sonunda %48,2 olmuştur. Mevcut siyasi iktidar döneminde dışa bağımlılık eksilmemiş, artmıştır.

Elektrik tüketiminde yıllık ortalama % 8’lik bir talep artışı vardır.Türkiye’nin elektriksiz kalmaması için 2020 yılına kadar her yıl düzenli olarak 3000 mwatt dolayında kurulu gücü devreye sokmak zorundadır. Bunun üretim yatırımları için ödenecek bedel 4 milyar USD civarındadır. 

Bu dönemde Türkiye 236 milyar kwh üretim yapabilecek yeni üretim yatırımlarını gerçekleştirmek zorundadır.2020 yılında 434 milyar kwh 
ulaşacağı kabul edilen elektrik enerjisi talebini bu iktidar ve bu zihniyet nasıl çözebilir? 

Ülke çapında bütün ampuller kararırken AKP’nin ampulü nasıl ışık verecektir?.. 

Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/ampuller-isiksiz-kalacak-16878yy.htm


***

Evrensel Terörün boyutları,

Evrensel Terörün boyutları






Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
31 Ocak 2011 


Rusya’da son bombalı terör olayı, bu dünya çapındaki tehlikeyi bir daha gözler önüne getirdi. Ne yazık ki devletler bu konuda asla samimi değiller ve başkasının yaşadığı teröre karşı son derece ilgisizler. 

   Bu yolda Türkiye’nin terör sebebiyle verdiği kayıplara büyük ilgisizlik gösteren batılı ülkeler, daima PKK ile hoş ilişkiler içinde olmayı, ona karşı ciddi bir tavır alışa ve mücadeleye tercih ettiler. Nitekim Fransa’nın, Almanya’nın bu konudaki kaypaklıklarına Hollanda daima destek veren bir tavır sergiledi.2007 yılında PKK’nın Hollanda’daki bütün faaliyetleri sözüm ona yasaklandı. 

  Ancak, PKK “Kültür” “Spor” dernekleri kurarak bu faaliyetlerine devam ediyor, iş yeri sahibi Kürtlerden vergi veya bağış adı altında para topluyor ve elde ettiği gelirleri terör örgütünün televizyon masraflarında kullanıyor.  AB Polis Teşkilatı PKK’nın; uyuşturucu ticareti, silah ve insan kaçakçılığı, haraç alma, sahtecilik gibi organize suç faaliyetlerinden elde ettiği büyük rakamlara ulaşan euroları, terör eylemlerinin finansmanı ve silah alımları için kullandığını tespit ederek, resmi belgelerinde yayınladı.  

   Hollanda hiç şüphesiz bir gün, terör örgütüne yaptığı bu hizmetlerin karşılığını onlardan fazlasıyla alacaktır. Biz masum ve mazlum insanların teröre kurban gitmesinden sadece elem duyarız. Ancak, kendi masumunu korumak öncelikle onun vatandaşı olduğu devletin işidir. Rusya da bir zamanlar bütün terör örgütlerine yardımcı olmayı iş edinmişti ancak yürek yaralayıcı neticeler gözler önündedir.Bir diğer üzerinde durmamız acı gerçek de terör konusunda sicili bozuk ülkelerin durumudur. Suriye ve Irak dünya devletlerinin ulaştıkları delillerle terörü kesinlikle destekledikleri yolunda kanaate ulaştıkları memleketlerdir. Burada Türkiye açıcından çok ince bir yol ayrımı vardır. 

  Bugün, kesinlik derecesine ulaşmış delillerle bu ülkelerin dünya çapında terörü desteklediğini biliyoruz. Türkiye Suriye’den beslenen terörün yıllarca acısını çekti.Türkiye komşularıyla “Sorunsuz Siyaset”  uğruna cömertçe vizeleri kaldırıyor. AB’ye girmek isteyen Türkiye’ye adamlar  “Arkadaş, sen vatandaşların için vize kaldırılsın diyorsun. Ancak terör üreten ülkelerin vatandaşlarına vize muafiyeti tanıyorsun. Ben sana vize kapısını açarak ülkeme terörist ithalini serbest mi kılayım?”  derse, ne cevap vereceğiz?Bir ayrı yazıda Türkiye’nin komşularıyla “Sorunsuz Siyaset” politikasını ele alarak bize göre gerçekleri ifade edeceğim. Tarihi ilişkiler iyi bilinmeden bu konuların sağlıklı çözümlere ulaşması mümkün değildir.  Türkiye’nin Rusya’daki patlamaları çok iyi duyması ve sağlıklı bir biçimde değerlendirmesi gerekir. Türkiye ve Rusya rejimlerini ele aldığımız zaman bizim onlara oranla daha çok demokrasi içinde olduğumuzu görürüz.  

Demokrasi bir kurallar rejimidir. 

Demokrasiyi güçsüz kılmak için derhal özgürlükler gündeme getirilir ve güvenlik mi özgürlük mü, tartışmaları ile güvenlik birimlerinin adeta elleri kolları bağlanır ve iş göremez hale gelirler.  Türkiye terör konusunda çok değerli bir güvenlik bürokrasisine sahiptir.  
Ancak bilgi akışı konusundaki değerlendirmelerde iş birliğinin özlenen düzeyde olduğunu söylemek mümkün değildir. 

Daha ciddi ve güçlü bir koordinasyon sağlanmalıdır.Siyasi irade ve onun temsilcisi olan başbakan veya görevlendireceği bakan bu konuda, hukukun içinde tavizsiz bir politika uygulamak zorundadır. Bize göre TBMM’de açılacak bir genel görüşme ile siyasi partilerimizin üzerinde uzlaşacağı bir “prensipler belgesi”  tespit olunmalıdır. Teröre karşı ortak bir milli politika uygulanmalıdır.   

  Bütün dünyanın oynadığı bu örtülü savaşta Türkiye teşhisini sağlıklı koymalı ve terörün en az sınırdan saldıran düşman kadar tehlikeli olduğunu görmelidir... 

Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/evrensel-terorun-boyutlari-16779yy.htm


***

Kaybolan Servetimiz, Yavrularımız, İşçilerimiz,

Kaybolan Servetimiz: Yavrularımız, İşçilerimiz




Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
15 Mayıs 2014


“Çocuklarını satmış aileler gördüm” manşetiyle Hürriyet gazetesinin 12 Mayıs günkü nüshasında çok önemli bir haber vardı.  “Dünya’da her yıl yaklaşık 2,5 milyon çocuk ortadan kayboluyor. Büyük kısmı merkezi Uzak Doğu olan milyar dolarlık fuhuş batağının içinde yok olup gidiyor. Türkiye’de resmi rakamlara göre 2800’ü kız, 3249 kayıp çocuk var” .  

İş adamı Yahya Durmaz bu işe gönül vermiş, birkaç arkadaşıyla önce ailelere ulaşmışlar. Hepsinin kayıp çocuklarını beklediğini tespit etmişler. Kayıp çocuğu peyniri çok sevdiği için; yıllardır peynir yemeyen anneleri, çocuğu üşüyordur diye soba yakmamış aileleri tanımışlar. 

Ailelerle birlikte ağlamışlar. Durmaz kaçırılan çocukların izinde Afganistan, Suriye gibi sıcak çatışmaların yaşandığı topraklara da gitmiş. Avrupa seyahatlerinde kaçırılmış Türk çocuklarını bulan Durmaz yaşadıklarını şöyle anlatıyor: 

“Kayıp çocuklar yurt dışına gönderiliyor. Fuhuş için kullanılıyor veya kobay olarak organları satılıyor.”  

    Gazetenin yazdığına göre Yahya Bey tam bir feragatle bu işe sarılmış. 
Onun anlattıklarına göre çocuğa, “annen sattı, ailen verdi”  diye anlatmışlar. Yavrular arandıklarını bilmiyor. Yahya Bey ve arkadaşları kendilerini onlara tanıtıp sizi ailenize götüreceğiz deyince  “bizi nereye satacaksınız”  cevabını almışlar. Çocuklar kimseye inanmıyor. Yaptıkları tespitlere göre çocuğunu eliyle çeteye teslim etmiş aileler de var. Sonra kayıp başvurusu yapıyorlar. Çocuğunu parayla satıp televizyonda ağlayan da var. Bazı çocuklar çetelere kiralanmış, çeşitli suç örgütleri onları sokakta çalıştırıyor. Durmaz’a göre; bunun sebebi açlık ve ailenin maddi güçsüzlüğü. Y. Durmaz, Orta Doğu’daki arama çalışmalarını şöyle anlatıyor:  “Çocuk kaçırmalarının en fazla olduğu Orta Doğu’da aşiret liderleriyle görüştük.  Afganistan’da, Suriye’de, Irak’ta kaçırılan çocuklara yurt dışında fuhuş yaptırıldığını anlattık. Bir hassasiyet ortamı oluştu. Kayıp çocukları binlerce adamıyla arayan aşiret liderleri oldu. Bazı yerlerde örgütlerle bile görüştük. Berlin, Hamburg, Köln, Amsterdam, Brüksel, Paris, Irak, Suriye ve Afganistan’da temsilcilerimiz var. Hepimiz gönüllü çalışıyoruz. Birçok STK bizi destekliyor.”  Yahya Durmaz’ın anlattıklarına göre uluslararası insan kaçakçılarının Türkiye’de en çok bildikleri il Sakarya. Orta Doğu’da kaçırılan çocuklar, mülteciler hep buradan Ege, Trakya ve Karadeniz’e gönderiliyor. Sebebi, Sakarya’nın büyük şehirlere girmeden önceki ilk kapı olması.Herhalde bu tablo karşısında hükümete, Sayın Başbakan’a ne yapıyorsunuz diye sormak en tabii hakkımızdır. Bu millet nereden nereye geldi ve nereye gidiyoruz?  

Çocuğunu satmak, çocuğunu kiralamak aklın anlayabileceği işler değil. 

AKP, Türkiye’yi 12 yıl sonunda evladını satan insanlar ülkesi yaptı demek insafsızlık mıdır? 

  AKP ekonomide yaptığı yıkımı görmeli, plan fikrini artık kabul etmelidir. Türkiye’nin zaman kaybetmeden  “plan bütünlüğünde”  ele alması gereken pek çok problemi var. Ancak çocuk, gençlik ve işçi meselemiz tek saniye ihmal edilmeyecek bir vahim çizgiye gelmiş bulunuyor. Devlet, ailenin maddi darlığına, çaresizliğine sahip çıkmalıdır.Yapılan araştırmalar enflasyon düşürerek ücretler ele alındığı zaman işçi ücretlerinin 12 yıl öncesine göre düştüğüdür. 12 yıl içinde işçiler, taban fiyat politikalarındaki yetersizlikler sebebiyle köylüler büyük kayba uğradı. Darlığa düşen köylü (yabancı sermayeli bankalardan) toprağını ipotek vererek kredi aldı. Borçlarını ödemeyince yabancı bankalar köylünün toprağına el koydu.Memurlar da gelir kaybına uğradı.AKP iktidarı Milli Plan fikrine karşı oldu. Sonunda DPT’yi Nasrettin Hoca’nın kuşuna çevirdi. Kaynak israfın önünde en büyük engel olan planlamanın zihniyeti, gayreti kenara itildi. 

   Sınıflar, zümreler, bölgeler arası gelir farkı bu yüzden zirveye çıktı. Kaynaklar akıl almaz bir biçimde israf edildi. Sadece Ankara’da 35 alışveriş merkezi inşa edildi, açıldı. Aynı markalar, aynı mallar, 35 büyük AVM’de satılıyor. Başka bir değişiklik yok. Bu paralar sanayi yatırımına gitseydi Ankara istihdam sağlayan büyük fabrikalara sahip olurdu.  Soma’da olanlar bir diğer yürek yakan israf örneğidir.  “Sorumsuz, insansız, insafsız kapitalizm” kurban almaya doymuyor. 

   AKP’nin sosyal devlet anlayışı yok! Nitekim Soma’daki bu son facia CHP’nin önergesi kabul edilse önlenebilirdi. CHP, MHP ve BDP ile anlaşarak; 60 vekilin imzasıyla 23 Ekim tarihinde “Meclis Araştırma Önergesi” veriyor. Soma’daki maden kazalarının incelenmesi ve bu maksatla bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması talebi, AKP’nin karşı çıkmasıyla maalesef reddediliyor. 

  Bu tutum AKP’lilere ömür boyu bir vicdan yarası ve utanç olacaktır. Taşeron uygulamasının başlamasıyla birlikte çok ölümlü iş cinayetleri yeniden gündemimize geldi. Türkiye’de 2013 yılında basında çıkan haberlere göre 1235 işçi hayatını kaybetti. Bir önceki seneye göre ölen işçi sayısında % 70 artış vardır. 2012’de yapılan basın taraması sonucunda 878 işçinin iş kazasında hayatını kaybettiği tespit edilmiştir. İnşaat ve madencilik sektörlerinde taşeron uygulamasının başlamasıyla çok ölümlü iş cinayetleri tekrar gündeme gelmiştir.  

  Sosyal devlet olmak sorunlara çare üretmekle mümkündür. Aksi halde evlatları yâd ellere fuhuş için satılan bir toplum olmanın, işçilerini diri diri maden ocaklarına gömmenin utancını hep birlikte öderiz. Gerçekler taş kadar katı olsa bile onlara saygı duyalım.  

Agah Oktay GÜNER, 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/kaybolan-servetimiz-yavrularimiz-iscilerimiz-30779yy.htm


****

Zulümler Zayıflıktan beslenir

Zulümler Zayıflıktan beslenir



Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
22 Mayıs 2014 


Soma’da sorumsuzluğun, vicdansızlığın öldürdüğü 301 cana Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır diliyorum. 
Bu pırıl pırıl, tertemiz canlarımız iktidar ve para hırsı uğruna kurban edildiler. Mısır’da bir kız çocuğu, Filistin’de yine bir yavrucuk öldüğünde ağlayanlar; Soma’da toprağa verilenlere tek damla yaş dökemediler. Bu bir kazadır diyenler, haksızdır. 
Çünkü kaza kimsenin kastı olmadan ortaya çıkan, zarara ve can kaybına sebep olabilen hâdisedir. 
Siz her türlü tedbiri alırsınız buna rağmen takdir zuhur eder. Ezelde Cenâb-ı Hakk’ın olmasını dilediği her şey takdirdir. 
Bu Yaradan’ın ezeli kararıdır, hepimizin alın yazısıdır ve tek kelimeyle kaderdir. Varmak istediğiniz hedef uğruna elinizden gelen her türlü çalışmayı yaparsınız, ulaştığınız netice Allah’ın takdiridir. 

Olur âla, olmazsa âleyyül âladır. Olmadığı için bizim elem duyduğumuz konu, ilahi plânda hayrımızadır. Onun için tedbirini alırsın, gayretini sarf edersin olmaz ise yıkılmaz, sarsılmaz, “ben elimden gelen her şeyi yaptım kader böyle imiş!” der ve susarsın. En az 60 senedir Almanya, İngiltere, Fransa ve Belçika’da maden kazası olmadığını görüyoruz. 
Çünkü; ilmi araştırmaların, maden ocaklarıyla ilgili kazaları önleyecek bütün tedbirlerini almışlar. Hepsinde erken uyarı sistemi var. 
Kaza vukuunda işçilerin sığınacağı özel odalar hazır. Yemekhaneler mevcut, tuvaletler yapılmış. 
Sen ne yapıyorsun? 
İstediğin kadar bağır, yerin altındaki kömürler senden korkmuyor. Avrupalılarla farkımız, onlar konulmuş olan kuralı eksiksiz uyguluyor. Bizde ise tatbik edilmiyor.  CHP Manisa Milletvekili Özgür Özel arkadaşlarının, MHP’nin, BDP’nin desteğini alarak bir “Meclis Araştırma Önergesi” veriyor. 

Talebi; Soma’daki kömür ocaklarının çalışma şartlarının yerinde incelenmesi. 

Çünkü her ay ölümle sonuçlanan birkaç iş kazasının acısını çekiyorlar. Önerge Genel Kurul’a geliyor, AKP’lilerin oylarıyla reddediliyor. Eğer bu önerge kabul edilse, yapılan çalışma sonucu maden, düzenlemeler bitinceye kadar kapatılsa, bu 301 kişi bugün hayatta olacaktı. Nitekim kazadan sonra Türkiye’ye gelen Dünya Sendikalar Federasyonu (DSF) heyeti yaşananların “yazgı” değil “suç” olduğuna dikkat çekti. Dünya çapında 120 ülkeden 90 milyonun üzerinde işçiyi temsil eden DSF adına Türkiye’ye gelen heyette kuruluşun genel sekreteri Y. Mavrikos, genel sekreter yardımcısı Valentin Pacho ve diğer temsilciler vardı. Basın toplantısında konuşan Mavrikos: “Bizler işçiyiz. Soma’da bizim 300 kardeşimiz, 300 yoldaşımız hayatını kaybetti. Kardeşimiz diyorum, çünkü bizler işçi sınıfıyız ve büyük bir aileyiz” dedi. Mavrikos Başbakan Erdoğan’ın “yazgı” , “kader” açıklamasını da hatırlatarak sözlerine şöyle devam etti: “Herkes bunun kader değil suç olduğunun farkında. Kapitalistlerin iş yaparken tek önemsediği kârdır, insan hayatı değil. 

Oysa insan her şeyin üzerindedir. Burada cinayet vardır. Bütün dünyada madenciler özelleştirme ve kapitalistlerin kâr hırsı sebebiyle büyük risklerle karşı karşıyadır.” 

Devamla; 

“Dünyanın hiçbir ülkesinde bir Başbakan, böyle bir facianın ardından Allah’ın yazgısı açıklaması yapamaz. 
Hükümet kadroları gerçeği gizliyor. Çünkü onlar işçilerin değil kapitalistlerin, patronların yanında.” 

Şilili madenci Sepulveda 4 yıl önce bir bakır madeninde göçük altında 69 gün mahsur kalmış sonunda güvenlik odalarının sayesinde lideri olduğu 33 arkadaşıyla kurtarılmıştı. 

Hürriyet gazetesini arayarak şunları söylüyor: “Soma’daki gelişmeleri yakından izliyorum. Gördüğüm şey; emniyet önlemlerinin yetersiz oluşu ve maden yöneticilerinin insan hayatını önemsemedikleri dir. Kurbanların aileleri çok acele organize olsun. Vaatlere inanmasınlar, aldatılmasın lar. Dileğim bize oynanan oyunun Türkiye’deki işçilere oynanmaması dır. 

Türkiye’de adalet yerini bulsun ve bütün dünyaya örnek olsun” .  

Bu büyük acının üstüne Başbakan’ın yaptığı konuşmalar, Soma’da bir genç kızı ve delikanlıyı tartaklaması, korumaların yere yıktığı masum gence; müşavirinin, çocuğun hayâlarını hedef alarak attığı tekmeler utançtır. Bütün dünya basını özellikle İspanyol, Fransız ve bilhassa Alman basını bu rezil kareleri yayınladı. Polis aldığı emirler doğrultusunda en ufak gösterilere bile, burası yaralı Soma demedi, TOMA’larla hücum etti ve biz dünya üzerinde sade maden işçisine değil kendi insanına asla değer vermeyen bir yönetimin, tutsakları olarak gösterildik. Bir kere daha gördük ki bazı zenginlerin zevkleri, fakirlerin gözyaşlarıyla satın alınıyor. İşçilerimiz sınıf şuuruna erip güçlü sendikalara kavuştukları zaman bu zulümler bitecektir. Unutmayalım; Türkiye’de 186 bin 698 kişi maden ocaklarında ter döküyor. Bunların sadece 38 bin 491’i sendikalı olarak çalışırken, 148 bin 198 işçi sendikasız ve iş güvencesinden yoksun çalışıyor. 

Özelleştirmelerin başladığı 2002 yılından 2011’e maden kazalarında % 40 artış görüyoruz. Uluslararası Sağlık Örgütü’nün 176 nolu “Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi Anlaşması” 19 ülke tarafından imzalandı. Türkiye’nin hedefi, üyelikte 20. ülke olmalıdır. 

Belki böylece insanımızı kurbanlık koyun gören kör ihtiras dizginlenmiş olur. 

Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/zulumler-zayifliktan-beslenir-30854yy.htm

***

25 Aralık 2019 Çarşamba

Bu Kavga niye?

Bu Kavga niye?




Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotm ail.com 

25 Ekim 2010


Milli hassasiyetlerden kaynaklanan kavgalara saygım var. Ancak millet çapında ağırlık taşımayan herkesin kendisiyle ilgili dinmeyen öfkesinin kavgasını anlamakta zorlanıyorum.İnsanımız önce dinlemeyi, anlamayı bir tarafa bırakmış sadece konuşuyor. Kendisinin peşin hükümlerine söz gerekçeleri üretiyor. Sesini yükseltmekte, bağırmakta kuvvet buluyor.    
   
  Ne yazık ki bugün İnsanlarımız birden parlıyor. Sesleri hızla yükseliyor. Önce küfürler, sonra bıçak veya tabancalar konuşuyor. Trafik düzenimiz, Sokaklarımız, Üniversitelerimiz, hep kavgalı. Siyasi hayatımız ise, Mayınlı tarla gibi patlamalar bitmiyor. İnsanları, olanları, anlamadan hüküm vermekte çok başarılıyız. Başkalarını yargılarken kendimizi onların yerine koymayı hiç düşünmüyoruz. Osmanlı asırlarında bizim coğrafyamıza gelen bütün seyyahlar ısrarla bizden  “ huzur dünyası ”  diye bahsederdi. Bunlar ülkelerine dönünce gördüklerini kitaplaştırdı. Ortak görüşleri bizim toplumumuzun kavgasız, huzurlu bir cemiyet olmasıydı. Az konuşmasıydı. Bütün canlılara, insanlara, hayvanlara, ağaçlara şefkat gösterilmesiydi.Evet, dün gürültüsüz bir cemiyet tik. Ne yazık ki o güzelliklerin özü olan temel ölçüden bugün çok uzağız. Âlemi yaradan ın tecellisi gören O’nun zuhuruna mutlak saygıyla bağlı olan halden, bugün hemen herkesin kendisini hak sandığı hale geldik. Her türlü manevi açıklamayı reddeden pozitivizm, bizim toprağımızda büyük yıkım yaptı. İnsanlarımızı firavun kimliğine sokmak için ne mümkünse yaptık, yapıyoruz. Sadece ben var, bizden çok uzağız.“Eksik görmek, o eksikliğe talip olmaktır”  diyen hikmet bizim sosyal iklimimizi terk etmiş. İnsanları eksikleri, kusurları, hataları ve günahlarıyla ele alıyoruz. Meziyetleri ve güzellikleriyle ilgimiz yok. Böyle bir üslup aileden siyasete bütün kurumlarımızı işgal etmiş durumda.Bu kara dumandan, bu zehirleyici sisten kurtulanlar, kurtulmak isteyenler, dalga dalga “Hak Dost!” diyenlere koşuyor. Hacı Bektaş-ı Veli’nin, Hz. Mevlana’nın, Hacı Bayram-ı Veli’nin Hacı Şaban-ı Veli’nin huzurları dolup taşıyor.Hakkın iman, aşk, irade, ümit lütfeden pınarları sevenlerine inançları ve idrakleri mertebesinde lütuflar sunuyor. Böylesine bir zenginliğin içinde bu fukaralık niye? Kendisine selam veren papaza eğilerek karşılık veren Mevlana’ya idrak yetersizliği olanlar  “Müslümanların hocası bir Hıristiyan’a bu ihtiramı nasıl gösterir?” deyince verdikleri cevap;  “ Nezaket yarışında bir papazdan geri mi kalsaydım?” olmuştur.Gerçekten nezaket yarışına muhtacız. Kurallara uymayı reddeden, kuralları çiğnemeyi marifet sayan nezaketsiz kafalar, trafik canavarını semirtmek le meşgul.  Evet, adam olmak, toplum içinde insan gibi yaşamak cemiyeti idare eden kurallara uymakla mümkündür. Buna şiddetle muhtacız. İkincisi kurallara uyumu kontrol edecek bir düzene ihtiyacımız var. İnsanda başlayan cemiyeti sarmalayan bir sistem.

.. Gelin yazımızı Neyzen Tevfik’in bir hatırasıyla bağlayalım. İmardan önceki Aksaray sokakları çok dar ve çok çamurdu. Bir gece meyhaneden çıkan Neyzen yola koyulur. Karşıdan gelen zil zurna sarhoş bağırmaktadır.  “ Heyt! İmanım, ben ite, köpeğe, serseme yol vermem!” Neyzen o muhteşem irfanıyla yana çekilir; 
“ Buyur evlat ben veririm” der. Evet, kavgaların sona ermesinde yol vermek bir ümittir... 
Ancak yeterli midir? 

Kaynak Yeniçağ: Bu kavga niye? - 
Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/bu-kavga-niye-15426yy.htm

***

8 Kasım 2018 Perşembe

Devlet Olmak

Devlet Olmak







Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
20 Haziran 2011 


   Hükümetin “ Komşularla Sorunsuz Birlikte Yaşama ”  söylemi dökülüyor. Yunanistan’ın bize ait iki adayı işgali, Suriye ve İran’a karşı yürütülmeye başlanan yeni siyaset bu durumun keskin habercileri ve delilleridir.Tabloyu kuşbakışı görelim; 

Suriye Orta Doğu’da yıllarca eski SSCB’nin başlıca müttefiki oldu. 

Ancak, bu ülkeye tamamen bağımlı olmamaya özen gösterdi. 

Terör kozunu da bir dış politika aracı olarak daima elinde bulundurdu. 
Terör örgütlerinin özellikle de PKK’nın paraları Suriye bankalarında toplandı. SSCB’nin dağılmasıyla  başlayan Batı’ya açılma süreci Hafız Esad’ın ölüp yerine oğlu Başar’ın geçmesiyle hızlandı.Bu hükümet PKK’ya yıllarca her türlü desteği veren, başta A.Öcalan olmak üzere örgüt mensuplarına ev sahipliği yapan Suriye’yi kardeş ilan etti.

    Suriye dış politikasındaki  gelişmeler bu yolda etkili olmuştur ancak, yakın tarih tamamen yok sayılarak birdenbire koşar adım yaklaşmak hatadır.Nitekim şimdi tablonun değiştiğini görüyoruz. 

Suriye’yi ABD silahlı güçleri ile birlikte işgal edeceğimiz şeklinde iddialar gazetelerde yer almaya başladı. 

Neler oluyor?

Orta Doğu’da gidişatı İsrail eksenli ABD politikaları yönlendiriyor. 
İsrail bu coğrafyada ABD’nin vazgeçemeyeceği müttefikidir. 
Musevi asıllıların ABD ekonomisinde sahip oldukları güç ve yönlendirme etkileri, İsrail’i adeta ABD’nin beyni yapmıştır.Irak, petrol kaynaklarının yanı sıra İsrail’in güvenliği için yakılmış, yıkılmıştır. 

Bugün ABD şirketleri 2,5 dolara mal ettikleri petrolü 100 dolara satıyor. Irak’ta devamlı bulunacağı bildirilen 50000 ABD askeri ülkelerinin petrol menfaatlerini korumak için kalıyor.

İsrail için iki tehlike daha var: 

Suriye ve İran. 

Bu iki ülke özellikle Hamas ve diğer İsrail karşıtı terör örgütlerini kontrol etmektedir. İran petrol yatakları, askeri gücü, nüfusu ve kapalı ekonomisi ile kolay diş geçirilemeyen ciddi bir tehdittir. 

Suriye’de de sınırlı miktarda ancak kaliteli petrol, ayrıca doğalgaz bulunmaktadır. 

Suriye ile birlikte Güney Kıbrıs petrol yatakları ve Akdeniz’deki petrol zenginlikleri bir havza olarak görülmektedir. 

İran ile ilişkileri, İsrail konusunda taviz vermeyen Politikası, Suriye’yi hedef haline getirmektedir.

   Suriye’yi vurma tehdidini gündeme getirse de ABD için bu iş kolay değil. Bir kere ekonomisi çıkmazda, ülkede artık yeter sesleri giderek artıyor. 

Yani bu konuda kamuoyu desteği yok. Ayrıca Suriye ile İran arasında “Stratejik İşbirliği Anlaşması” var. 
Yani bunlardan birine saldıran devlet diğerini de karşısında bulacak, bunların kontrolündeki terör örgütlerini de.

O zaman ABD’nin klasik oyunları önem kazanıyor. 
Ayaklanmalar, darbeler vs. ile yönetimi değiştirip ele geçirmek. 
Bölgeden bir desteğe ihtiyacı var. 

İşte burada Türkiye gündeme geliyor. 

Oyunun ideolojik senaryosu ise Sünni-Alevi çatışması yaratmak.Suriye’de meydana gelecek her türlü çatışma ve istikrarsızlık Türkiye’yi olumsuz etkileyecektir. 
Şimdiden, Türkiye ile Suriye dış ticareti donmuştur. 

Rusya da bu gelişmeler çerçevesinde Türkiye ile ticarete soğuk bakmaktadır.

   Bunların yaratacağı açığı S.Arabistan’ın sıcak parayla karşılayacağı yolundaki sözlü vaatlere kanılacak zaman değildir.

Türkiye, acilen bazı MİT görevlilerinin Suriye’deki muhalefeti teşkilatlandırdığı yolundaki ithamları açığa çıkarmalıdır. 

Devleti ve milleti ABD ve İsrail menfaatleri için yeni bir maceraya ve ateş denizine atma hakkı kimseye verilmemiştir. 

Türkiye binlerce yıllık devlet geleneği olan bir ülkedir, bir aşiret değildir. 

Yöneticiler bunun bilincinde ve ağır sorumluluklarının farkında olmalıdır.

Dış politikada ülkesinin menfaatini gözetmek ve Milli Politika hedeflerinden sapmamak asıldır. 


Agah Oktay GÜNER 
Kaynak Yeniçağ: 
Devlet Olmak 

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/devlet-olmak-18750yy.htm


***

İnsansız-İnsafsız Ekonomi


İnsansız-İnsafsız Ekonomi






Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
13 Haziran 2011


Açıklanan geçici neticelere göre AKP seçimin en başarılı siyasi hareketi olmuştur. Meclise giren  parti ve milletvekillerini tebrik ediyorum. 

AKP’nin  uyguladığı politikalara rağmen aldığı sonucu hayretle karşıladım ve kendi kendime açıklamakta zorlandım. 

Halkı ezen ekonomik modelin neden ve nasıl yeniden halkın çoğunluğu tarafından tercih edildiğinin sosyologlar tarafından incelenmesi gereken patolojik bir durum olduğunu düşünüyorum.

AKP iktidarda olduğu 8,5 yılda orta ve dar gelirlileri  ezen bir politika uyguladı.

   AKP iktidarının uyguladığı ekonomi modeli için yaptığım tarif “İnsansız ve insafsız ekonomi”. Hayatın gayesi insanı mutlu etmektir. 

Onun refahtan aldığı payı arttırmak, sosyal adalet içerisinde güven duygusunu geliştirerek mutlu kılmaktır.AKP’nin modelinde insan yoktur. İnsanın refahını sağlama  endişesi yoktur. 

Bu iktidarın 8,5 yıllık  icraatları ile memur ve işçilerin gerçek gelirleri ciddi oranlarda azalmıştır. 

Emeklilerin gelir düzeyi açlık sınırının altına inmiştir.

   Köylüler bu gidişatta yok sayılmıştır. 

Eskiden tütün eken köylü, tütününü sattığı zaman  evlenecek çocuğunun masrafını rahatça  karşılıyordu. 

Bu gün tütün ekmesi yasak. 

Aynı şey Pamuk, Şekerpancarı için de geçerli. Ne yazık ki bu köylüler  kahvelerde zaman öldürüyor. 

Kilometrelerce gidilen pamuk ve tütün tarlaları bomboş. 

Bağımsız bir devlet kendi vatandaşının tütün ekmesini neden ve nasıl yasaklar. Sömürge olmayan bir devlet  dünyanın sayılı kalitede olan pancarının ekimini neden ve nasıl sınırlandırır? 

Bu millete kendi kaliteli tütünü varken  Amerikan sigarası içirmek, mısır şurubu tatlandırıcısına  alıştırmak zulüm değil mi? Bu yanlış kararları başlatan AKP değil ama şiddetli, insafsız takipçi AKP.

  Köylü kökünden koparılıp toprağıyla bağı kesilirken insaf tanımayan eller zalim bir makas kullandı. Makasın bir ağzı;  Et ve Balık Kurumu, Yem Sanayii, Süt Endüstrisi Kurumu’nu kesti attı. Bu kapanan kurumlar köylünün büyük destekçisi idi. Et ve Balık Kurumu hayvan yetiştirenler için büyük bir güvence, tüketiciler için sağlıklı, güvenilir  bir et alma  imkanı idi. 

Et  Balık Kombinasının  kapısından giren  hayvanın  eti, tırnağı, boynuzu, barsağı her şeyi değerlendirilir, gerektiğinde köylüye kredi verilirdi. 

Kombinalar kapandı. Hangi akılla, hangi menfaat hesabıyla, hangi plan ve projeyle böyle  bir “çılgın proje” gerçekleştirildi? 

DPT dokümanları 2015 yılında et açığımızın 170 bin ton olacağını bildiriyor. Planlamayı dinleyen olsa  tedbirler de var ama dinleyen yok.

Makasın  diğer yüzü  bütün üretici birliklerini kapatan zihniyet. 

Köylüyü, üreticiyi “Tariş” başta olmak üzere kollayan, koruyan bütün kooperatiflerden mahrum bırakan yıkım  politikaları.Ya sanayimiz; ucuz döviz politikasıyla  186 milyar doları aşmış ithalatla boğuşuyor. 

%20’lere varan işsizliği emecek sanayileşmenin ışığı henüz görülmüyor.  

Üretmeyen, üretimi artırmayı düşünmeyen bu insansız ve insafsız  modelle ekonomimiz karaya oturdu. Yaşama sevincini kaybetmiş insanlar ülkesi olduk. Bu tabloya rağmen  ortaya çıkan seçmenin tercihine elbette saygılıyız.  

Ancak   aslında bu sonuç AKP’nin başarısı değil AKP dışındaki partilerin başarısızlığı olarak değerlendirilmelidir. 

Bu kapsamda  diğer siyasi partiler kendilerini dürüst bir biçimde sorgulamalıdır. Özellikle seçim kampanyası boyunca DP’nin başarılı olmaması için çalışan başta eski genel başkanlar olmak üzere bazı eski milletvekilleri ve DYP oyununu tezgahlayanlar hedeflerine ulaştıklarını zannederek sevinmesinler. 

Zira bundan sonra bileylenmiş olarak daha bir azimle çalışacağız.Bunlardan ikisinin çokça kullandığı bir sözle yazımı bitireyim: 

Keser döner, sap döner, Gün gelir hesap Döner.” 


Kaynak Yeniçağ: 
İnsansız- İnsafsız Ekonomi 
Agah Oktay GÜNER 

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/insansiz-insafsiz-ekonomi-18667yy.htm

*************


İnşallah Doğru değildir.

İnşallah Doğru değildir.





Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
06 Haziran 2011 

“Namuslu ve şerefli insanlar başkalarının namus ve şerefini  en az kendi namus ve şerefleri kadar aziz bilirler.” 

Bütün ömrümü, özellikle siyasi mücadelemi bu ölçü ile yaptım. 

Seçimin düzgün, hukuk kuralları içinde, lekesiz ve gölgesiz yapılması herkesin, özellikle hükümetin görevidir. 

Adaylar hakkında yazarken, konuşurken ölçüyü korumak, onların namus ve şerefine saygılı olmak onur borcumuzdur.İnternet ortamında dolaşan bir belge kanımı dondurdu. 

Bu belgeyi sizlerle paylaşmamak eğer söz konusu iddialar doğru ise bir anlamda ihanete ortak olmak anlamına gelecekti. 

Aşağıda sunduğum iddiaların “Vatan Haini” demek az olacak  kahramanları, bu bilgilerin gerçek olmadığını ispat ederler veya bir yanlışlık varsa düzeltirlerse sütunumda seve seve yayınlayacağım.

İddialar şu şekilde:  

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM)’nde gündeme gelen bir karar tasarısında,

- Türkiye’nin Güneydoğusu Kürdistan’dır.
- Türk Ordusu Güneydoğuda işgalcidir ve Kürtleri katletmektedir.
- Türk askeri Kıbrıs’ta işgalcidir.
- Türkiye’de azınlıklar sorunu vardır. denilmektedir.

İsimleri bizce bilinen ancak burada zikretmediğim AKP’li sekiz milletvekili bu tasarıya olumlu oy vermişlerdir.

Ermeni ve Kıbrıs Rum kesiminden bir parlamenter de AKP’li milletvekilleri ile birlikte bu metni imzalamışlardır. 

   Söz konusu oturumda Türk Parlamenter grubunda yer alan: 

CHP İstanbul Milletvekili Birgen Keleş, CHP Samsun Milletvekili Haluk Koç, MHP Ankara Milletvekili Tuğrul Türkeş, MHP Aydın Milletvekili Ertuğrul Kumcuoğlu ile Azerbaycan’dan Abbasof ve Alman Prof. Dr. Hakkı Keskin isimli parlamenterler imza atmamışlardır.

MHP’li Tuğrul Türkeş ve CHP’li Birgen Keleş, bu karara şiddetle karşı çıkıp bunun Türkiye’ye karşı düşmanca bir tavır almak anlamına geleceğini söyleyince, o dönem AKPM Başkanı olan Louis Maria de Puig, AKPM’de böyle bir karar alınmasını, Türk Grubu Başkanı’nın istediğini belirtmiştir.

Türkiye adına oraya katılan AKP milletvekillerinin Türkiye’nin hak ve menfaatlerini savunmaları gerekmez miydi? 

Bu şahıslara Türk denilebilir mi? 

Türkiye’yi sevdikleri ve savundukları, Türkiye’ye düşman olmadıkları söylenebilir mi?

Değerlendirmeyi siz okurlarıma bırakıyorum. 

    Bu bilgiler hakkında  son sözü söyleyebilecek makam Dışişleri Bakanlığıdır. Avrupa Konseyi nezdindeki  Büyükelçimizden bu karar tasarısının aslını ve müzakere zabıtlarını isteyerek olayı teyit ya da tekzip edebilir.

Bence Hükümet Dışişleri Bakanlığı eliyle bu yazımızın gereğini yapmalıdır. 

Zira yukarıda açıkladığım gibi belgede TC’nin bütünlüğüne saldırılmakta, Türk Silahlı Kuvvetlerine  ağır bir biçimde hakaret edilmektedir.

Sayın Başbakan zaman zaman bölücülere karşı demeçler vermektedir. 

Eğer samimi ise bu işin aslının ortaya çıkartılması için gerekli talimatı vermelidir. Ve iddialar doğrulanırsa; isimleri internetteki belgede yer alan ancak bizim terbiyemize sığmadığı için açıklamadığımız AKP milletvekilleri  partiden atılmalıdır.

Sorun bir seçim malzemesi olma ya da oy kaygısıyla hareket etme boyutunu çoktan aşmıştır. 

İddialar gerçekse olay ihanet ve hıyanet boyutundadır. 

Affedilmesi de  göz ardı edilmesi de mümkün değildir.

Oy uğruna bu konudaki doğrular feda edilecek olursa  alınacak oyların samandan ileri bir kıymeti olmayacaktır.Temennim  internette okuduğum bilgilerin hayal mahsulü olmasıdır. 

Dışişleri Bakanlığı bir an önce hepimizi bu konuda aydınlatmalıdır. Mevcut bilgiler yalanmış intibaı vermese de  “İnşallah doğru değildir” diyorum.  

Hükümetin sorumsuz bir biçimde olayların tarihini, gelişmesini, önünü, arkasını düşünmeden  girmiş olduğu açılım politikası  artık duvara toslamıştır. 

Kapıkulu olmayı onurlu milletvekilliğine tercih eden kölemenler susmazsa bir gün nasıl susturulduklarını milletçe göreceğiz! 


Kaynak Yeniçağ: 
İnşallah doğru değildir 
Agah Oktay GÜNER 

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/insallah-dogru-degildir-18566yy.htm


***

Bu memleketi kim idare ediyor?


Bu memleketi kim idare ediyor? 





Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
30 Mayıs 2011 


Bu seçim, Demokrat Parti Muğla adayıyım. 

Muğlalı insanımızın sahip olduğu güzelliklerin başında, dinlemesini bilmesi geliyor. 

Ülkenin sorunlarını anlattığım yerlerde Muğlalıların dinleme sabrına hayran kaldım.

Bir köy kahvesinde her haliyle efendi bir köylü “Sizin dediğinizi anladım. Çok şey öğrendim. 

Benim de bir sorum var. 

Bu memleketi kim idare ediyor?” diye sordu. 

Evet, Türk çiftçisinin tarihin bereketi olan irfanıyla sorduğu bu soru işin özü, temelidir. 

Türk çiftçisi hayvancılıkla uğraşan olsun, ziraatle uğraşan olsun bugün devletin bütün koruyucu kurum ve kurallarından mahrumdur. 

Adeta yok olmaya mahkum edilmiştir.

Et ve Balık Kurumu, Yem Sanayi, Süt Endüstrisi Kurumu kapatıldı. 

Hayvancılık yapanlar piyasaya karşı tüccarın insafına terk edildi. 

Başta arıcılık araştırma enstitüleri olmak üzere hayvancılıkla ilgili bütün  araştırma birimleri kapatıldı. 

Daha önce Tarım Bakanlığı bünyesindeki “ Veteriner Hizmetleri” bölümü törpülenmişti. Bu iktidar döneminde  tamamen etkisiz hale getirildi. Tarımla uğraşan çiftçi; Ecevit Hükümeti zamanında tütün ve pancar kotası ile karşılaştı. Kıraç arazide yaşayan çiftçinin tek gelir kaynağı tütündür. 

Tütün ekimi sınırlandırıldı. 

Tekel kapatıldı. Amerikan sigaraları daha hızlı bir şekilde ülkeyi işgal etti. Oysa dünyanın en az kanserojen nitelik taşıyan tütünü bizim tütünümüzdü. Aynı facia şeker pancarında da yaşandı. 

Dünyanın en iyi şeker pancarları arasında bulunan pancarımızın ekimi de sınırlandırıldı.Bu arada başımıza Kargil(Cargill) denen bir taş düştü. 

Bursa, Orhangazi tarım arazisine Amerikan Kargil şirketi mısır şurubundan elde edilen tatlandırıcı üreten fabrikayı kurdu.

Orhangazi’nin sanayi haritası değiştirildi. Tarım arazisi, sanayi bölgesi oldu. Amerika tatmin edildi. Ancak Amerikalı ve Avrupalı tıp çevreleri “mısır şurubundan” elde edilen tatlandırıcının bir felaket olduğunu  çocuklarda ve büyüklerde pek çok hastalığa sebep olduğunu belirtiyorlar. 

Şimdi televizyonlarda bizim ilim adamlarımız nefes darlığı, astım, kalp hastalıkları ve iktidarsızlığa sebep olduğunu anlatıyor.  

ABD’de ve AB’de mısır şurubu tatlandırıcısı yasaklandı. Bizde ise...? Tam bir felâket!Evet gümrükleri sıfırladığımız için; AB’nin sanayi ve tarım ürünleri  memleketi işgal ediyor. 

Ayrıca AB’nin “Gümrük İndirim Anlaşması” imzaladığı bütün ülkelerin malları da sıfır gümrükle ülkemize giriyor. Muğla pazarında bir hanım “bakın artık Çin sarımsağı tüketiyoruz!” dedi. Bu ifade Türkiye’nin tarım konusundaki akılsızlığının en doğru tanısıdır. Şeker Fabrikaları, sade şeker üreten değil aynı zamanda, fabrika yapan fabrikalardı. Satılmalarıyla tarıma, sanayiye büyük bir darbe vuruldu.Ardından, çiftçiyi güçlendiren, piyasa şartlarına terk etmeyen “Tarım Satış Birlikleri” nin yok edilmesine geçildi.

 TARİŞ, ANDBİRLİK, FİSKOBİRLİK, ZEYTİNBİRLİK ve diğer 16 birlik   Kapatıldı. 

Binalar, Tesisler çürümeye terk edildi. 

Pamuk, İncir, Üzüm, Zeytin üreticisi, tüccarın insafına bırakıldı. 

1960’lı yıllarda 41 milyon hektar olan meralar şimdi 13 milyon hektara düştü. 

Avrupalı, mera hayvancılığı yapıyor. Bu, üretimde maliyeti düşüren ana unsur oluyor. 

Yabancı bankalar çiftçimize arazi ipoteği karşılığı kredi vermekte yarışıyor. 

Vadesinde ödenemeyen borçlar karşılığı olarak bu araziler yabancılaşıyor, el değiştiriyor.

Muğla’da fedakâr çileli çiftçilerimize, tarımla ilgili kapatılan bütün  kurumları derhal açacağımızı ayrıca; “Yaş Meyve ve Sebze Üreticileri Birlikleri” kuracağımızı bunların büyük üretim merkezlerinde soğuk hava depolarına sahip olacağını açıkladım.  

İşte durum ve işte kurtuluş reçetesi. Yeter ki ülkeyi biz idare edelim.

Gördüklerim; 

Bu memleketi, yok etme iradesinin” yönettiğidir. 

Kurtuluş, Müstemleke valisi zihniyetine son vermektir. 


Bu memleketi kim idare ediyor? 

Agah Oktay GÜNER 
Kaynak Yeniçağ: 

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/bu-memleketi-kim-idare-ediyor-18471yy.htm

***


Duvara Toslayan Avrupa

Duvara Toslayan Avrupa





Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
02 Mayıs 2011

  Türkiye’yi yönetenler, Türkiye’yi düşünen kafalar ve Türkiye sevdalıları artık hep beraber “Avrupa Birliği” gerçeğini, son manzarayı görme zamanı geldi. 

   “Bir Medeniyet Projesi”, “Bir İnsanlık İdeali” denilerek AB meraklılarının kendi hayallerine göre süslediği “AB Cenneti” yeşillikleri ve güzellikleriyle artık çöle dönüşüyor. 

    Başlangıçta AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) iken problemler çözülüyor, birbirini tamamlayan projeler, ümitler artırarak yeşeriyordu. Avrupa Topluluğu üyesi devletler ekonomilerindeki kayıpları, israfları önlüyor ve ana hedefleri olan verimliliğe doğru ilerliyordu. Ne zaman ki iş siyasi birlik, tek hedef projesine döndü; AB tıkanmaya başladı. 

   Ortaya üyelerin fikir ve eylem birliğinden uzaklaştığı bugünkü görüntü çıktı. Yunanistan ekonomisi göçtü. Kurtarma kararı aylar sonra alınabildi. Sonunda 110 milyar dolarlık kurtarma paketi uygulamaya konuldu. Ancak Yunanistan durumu kurtaramadı, borçların yeniden yapılandırılması zarureti doğdu. Portekiz ekonomisi de alarm veriyor. AB’ye soğuk bakan Milliyetçi Parti’nin seçimden zaferle çıkması Birlik içerisinde Finlandiya konusunu gündeme getirdi. Çünkü bu partinin başkanı ilk açıklamasında AB’nin Portekiz’e yapacağı mali yardım paketine karşı çıktı.Birlik bünyesinde nükleer enerji, yabancı göçmenler, Libya konusunda ayrılıklar var. 

   Özellikle Fransa ve İtalya arasında çok ciddi ihtilaflar söz konusu. Fransa kendi başına bombardıman uçaklarını Libya’ya ölüm yağdırmaya gönderdi. İtalya uzun süre hareketsiz kaldı.Nükleer enerji konusunda; Fransa bütün ağırlığıyla bu alanda çalışırken, İtalya nükleer enerji santrallerine karşı çıkıyor. 

Bu konudaki tenkitleri her gün ağırlık kazanıyor. Tunus, Libya ve Cezayir’den İtalya’ya yoğun göçmen akımı var. 

AB ülkeleri İtalya’nın yardım isteğine olumlu cevap vermedi. 

Fransa ise İtalya’dan gelen trenleri ülkesine sokmadı.

AB artık kuralsızlığı kural olarak benimsemiş durumda. 

Libya’ya yapılan ağır bombardımanı ve yaptırımları destekliyor. 

Ancak Bahreyn’de ve Yemen’de yaşanan zulümleri, baskıları görmek istemiyor. 

Çifte Standart uyguluyor. 

Özellikle bu hükümet döneminde AB’ye verilen ölçüsüz tavizlere rağmen Kıbrıs’ta Rumların haksız, hukuksuz talepleri AB’nin politikası olarak Türkiye’ye dayatılmış bir süngü gibidir. 

  Artık bu gerçekleri görmenin ve bilhassa AB ile yapılan Gümrük Birliği Anlaşması’nın Milli Ekonomimize verdiği ağır kayıpları idrâk etmenin zamanıdır.

  AB için Hoşumuza giden yalanları Avuç dolusu yuttuk. 

Şimdi acı gerçekleri yudum yudum içmeye hazır olmalıyız. 

Kaynak Yeniçağ: 
Duvara Toslayan Avrupa 
Agah Oktay GÜNER 

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/duvara-toslayan-avrupa-18081yy.htm

***

Neremiz Büyüyor?

Neremiz Büyüyor?




Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
25 Nisan 2011

Televizyonları takip eden okuyucularımız AKP’nin durmadan “Türkiye büyüdü”, 

Türkiye’yi biz büyüttük” şeklindeki yorulmak bilmeyen propagandalarına şahit oluyorlardır.

Şimdi gelin nefsimizi, siyasi muhalefetimizi aklımızın gerisine alalım ve Türkiye’de en çok büyüyen şey nedir? diye soralım. 

Evet, bu bize göre ülkenin içine sürüklendiği güvensizlik ortamı ve iç savaş tehlikesi dir.

AKP’nin büyüttüğü en önemli iki tehlike budur. 

Üçüncüsü ise gelir dağılımındaki ağırlaşan dengesizlik ve adaletsizliktir.

Başbakan’a bir kaç rakam  Ne yazık ki “ Körler ve sağırlar birbirini ağırlar” diyen atasözümüzle yandaş medya  “ Biz Türkiye’yi büyüttük ” diyen iktidara bu gerçeği görmeyen bir inatla alkış tutmaktadır. 

Vakti olsaydı iktidar kadrolarına Napolyon Bonapart’ın esirlik günlerinde Saint Helen adasında kaleme aldığı hatıralarını okumalarını tavsiye ederdim.

Yükselişten çukura düşmüş Napolyon aynen şöyle yazıyor: 

“ İkbal devrinde seni sahip olmadığın meziyetlerle methedenlerin  idbar (düşüş) döneminde işlemediğin günahlarla mahkum edeceğinden hiç şüphen olmasın”. 

Hiç kimseye Napolyon-vari bir son dilemiyorum. 

Ancak, siyasi yorgunluğun zirvesindeki sayın Başbakanın YGS’de uğradıkları yıkım sebebiyle yürüyen 2000 liseliden bahsederken; 

“Ne olmuş yani! Biz de istersek onların karşısında 5-10 bin genci yürütürüz” Sözünün ne büyük bir talihsizlik olduğunu ifade edeyim. 

   Çünkü mesele yürümek ve mevcut gergin ortamı ağırlaştırmak değil, yürüyen gençler ve aileleri taleplerinde haklı mı? 

Değil mi? diye sormaktır. 

   Diyelim ki istekleri değerlendirmeye lâyık değildir. 

Haksızdır. 

Yine de cevap “biz de 5-10 bin genci istersek yürütürüz” olmamalıdır. 

Sayın Başbakan neyi büyüttüğünü görmek istiyorsa ben kendisine birkaç rakam sunayım;

Fiyatlar son derece büyümüştür. 

2002 yılında 1kg dana eti 9 TL iken 2011’de 35 TL olmuştur.

2010’da 1kg ekmek için 1 TL ödenirken, 2011’de 2,10 TL ödenmektedir.

Ortalama memur emekli aylığı ile 2005’te 62 kg dana eti alınabiliyorken, 2011’de 39 kg dana eti alınabilmektedir.

Yine 2005’te ortalama memur emekli aylığı ile 255 kg beyaz peynir alınabiliyordu, bugün ancak 79 kg alınabiliyor.

Ülkemizde icradaki dosya sayısı 2002’de 10 milyon iken bugün 20 milyonlara ulaşmıştır.

Süper borçlanma  İşte size büyüyen rakamlar. 

Bir siyasi iktidar ülke sorunlarını derin bir sabanla çözme iradesi taşımazsa cilalı işler yapabilir. 


Rakamlar büyüyebilir. 

   Yandaşlar “ Sen büyüksün başka büyük yok” diyerek halay çekebilirler. 
Ancak, dalkavukların yaktığı mum hakikat güneşinin altında yok olmaya mahkumdur. 

Bakınız; yapılan araştırmalara göre Türkiye’nin sigara kaçakçılığından yıllık vergi kaybı 2,5 milyar TL’dir. 

Sadece bu kaçakçılıktan doğan vergi kaybımız, vergi ödeme listesinde ilk yüze giren ve yurdumuzun iftiharı olan yurttaşlarımızın ödediği toplam verginin yaklaşık onkatıdır...  

   Bu kaçakçılığın yanında akaryakıt kaçakçılığı ise tam bir felakettir. 
Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığının bir açıklamasına göre: 

“ Kaçak Akaryakıt yüzünden yıllık kaybımız 5 milyar dolardır. 

  Sadece bu kaçakçılık önlenirse dışarıya olan borçlarımız kısa sürede ödenebilecektir.  

Kaçakçığın daha nice kalemleri var.” 

  2010 yılında vergi incelemesi yapan Hesap Uzmanları Kurulu incelemeye aldığı mükelleflerin 37 milyar gelir beyanında bulunurken, 174 milyar TL’yi devletten kaçırdıklarını tespit etmişlerdir. 

Ülkemizin doğusunda yıllardır söylenen bir tekerleme var:  

“ Bir kg toz, Bir otobos ve bir Toros.” Bu beyanda yer alan uyuşturucu kaçakçılığının yasa dışı getirisi de ayrı bir sorundur.

İktidar durmadan büyüme rakamlarından bahsediyor gerçekten büyüme ve refah yok...

Ama süper borçlanma var.Siyasi ihtirasımızı iktidar tutkumuzu, satılmışların poh pohunu topyekun şeytanın kandırmacaları nı aklımızın gerisine alalım. 

O zaman sevimsiz olsa da acı gerçeği görürüz. Gerçeğe saygı duyanlar kalıcı başarıların sahibi olurlar. 

Kaynak Yeniçağ: 
Neremiz büyüyor? 
Agah Oktay GÜNER 

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/neremiz-buyuyor-17982yy.htm

***

Tarımdaki Çöküşün Bilançosu

Tarımdaki Çöküşün Bilançosu





Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
18 Nisan 2011

Değerli okurlar, geçen hafta vaat ettiğim üzere tarım gerçeğine değineceğim. AKP iktidarları, tarım ve sanayi dengesini kuramadığı gibi kurmayı da düşünmemiştir. 

    Bu yanlış politikalarla Türkiye tarımda önemli bir ihracatçı konumundayken,tarım ürünlerini ithal eder hale gelmiştir.  

    Planlama fikrinden mahrum, ülke sorunlarını toplu bir bakış açısıyla görme şuurundan yoksun AKP hükümeti ülke kaynaklarını israf etmeye devam etmektedir.  
   AB ve ABD’den aldığı talimatı yerine getirmeyi görev bilen iktidar şeker pancarı, tütünün ekim alanlarını daraltmış, tarıma sağlanan teşvikleri azaltmıştır.
   AB’de 20 milyon çiftçi devletten yılda 50 milyon dolar teşvik alırken, bizim 20 milyon çiftçimiz yılda ancak 5 milyon dolar  destek almaktadır. 
   AB’nin tarım Sektöründe uyguladığı diğer gizli ve açık  teşvikler de dikkate alındığında durumun ne kadar  aleyhimizde olduğu görülmektedir.Bu şartlarda gümrüklerini de sıfırlamış olan Türkiye’nin AB karşısında bir rekabet şansı olabilir mi?  Olmamıştır. 

   Kendi kaderine terk edilmiş çiftçimiz, “ Milletin Efendisi ”  olmaktan çıkarılmış,  her gün biraz daha eriyen çaresiz insan haline getirilmiştir.Tarımı en fazla destekleyen ülkeler gelişmiş ülkelerdir. 

   AB’de 2007 - 2013 bütçe döneminde  tarıma ayrılan pay % 43 iken, bu rakam Türkiye’de sadece %2,5-3 tür.  

Mesela Fransa’da Mazot; bizden %40 daha ucuz, Polonya’da ÖTV’siz, ABD’de ise bize göre 1/3 ucuzdur.

Yüksek KDV ve ÖTV sebebi ile çiftçilerimiz yeterli gübre atamamakta, üretim maliyeti artmakta, ancak ürün fiyatı düşük kalmakta ve rekabet şansımız azalmaktadır. 

   Dolayısıyla tarımda üretim maliyetinin düşürülmesi için gübre, zirai ilaç, tarımsal akaryakıt, elektrik, plastik, örtü vs.de KDV kaldırılmalı veya indirilmelidir.

Tarımda ilk  5 yıllık hedef; %25-30 üretim artışı olmalı, akılcı, ölçek işletmeciliğine uygun planlı düzenlenebilir proje ve etkin sermaye kullanımı sağlanmalıdır.

   AKP iktidarlarının çiftçimizi ve sabit gelirleri  perişan edişinin somut bir biçimde  görülebilmesi için aşağıda  bazı mukayeseler sunuyorum: 

  2002’de 3 kg buğday ile 1 lt mazot alınabiliyordu.2011’de 7 kg buğday ile 1 lt mazot alınabiliyor.

  2002’de 15 kg süt ile 1 torba yem alınabiliyordu.2011’de 55 kg süt ile 1 torba yem alınabiliyor.2002’de 5 kg buğday ile 1 kg 20/20 gübre alınabiliyordu. 2011’de 16 kg buğday ile 1 kg 20/20 gübre alınabiliyor.


  2002’de 33 kg ayçiçeği ile bir büyük tüpgaz alınabiliyordu.
  2011’de 60 kg ayçiçeği ile bir büyük tüpgaz alınabiliyor.2010’da 1 kg ekmek 1 lira, 2011’de 1 kg ekmek 2.10 TLHem Üretici Hem Tüketici Fakirleşti Ortalama Memur Emekli aylığı ile 2005’te 62 kg dana eti alınabilirken, 2010’da 43 kg ana eti alınabiliyor. 

  Ortalama Memur Emekli aylığı ile 2005’te 271 kg tavuk eti alınırken, 2010’da 205 kg tavuk eti alınabiliyor.

  Ortalama memur emekli aylığı ile 2005’te 255 kg beyaz peynir alınabilirken, 2010’da 79 kg beyaz peynir alınabiliyor.

  2002’de ülkemizdeki sığır sayısı 7 milyon iken, bugün 2.5 - 3 milyona düşmüştür. 

  2002’de 39 milyon olan küçük baş Hayvan sayısı ise bugün 23 milyondur.
  2002’de İcradaki dosya sayısı 10 milyon iken, 2010 yılında bu rakam 18 milyona yükselmiştir.

Borcunu ödeyemeyip kara listeye alınanların sayısı 2005’te 10 bin, 2010’da 2 milyon 168 bine ulaşmıştır.

2002’de bankalara tüketici kredisi borcu olan kişi sayısı 1 milyon 655 binden 2010’a gelindiğinde 10 milyon 338 bine yükselmiştir. 

   2004’te 58 bin olan tutuklu ve hükümlü sayısı, 2010’da 121 bine, 2002’de 743 bin adet olan karşılıksız çek sayısı, 2010’da 828 bin adede ulaşmıştır.

Bu Rakamlar; Uygulanan Ekonomik Politikanın sosyal yapıda meydana getirdiği  büyük çatlakların, yıkımların ifadesidir.

Bunları görmeyen, Çaresini düşünmeyen bir Siyasi hareketin ülkeye Huzur, Saadet, Güvenlik getirmesi mümkün değildir. 


Kaynak Yeniçağ: 
Tarımdaki çöküşün bilançosu 
Agah Oktay GÜNER 

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/tarimdaki-cokusun-bilancosu-17881yy.htm

***


AKP’nin Seçim Fotoğrafı

AKP’nin Seçim Fotoğrafı




Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
11 Nisan 2011


    Partiler seçim beyannameleri ve diğer propaganda dokümanları ile seçmenin karşısına çıkmaya hazırlanıyor.
Bu kampanya döneminde Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)  laf bolluğu ile çok ışıklı tablolar sunacaktır. Ancak reklam sisleri dağılınca görülecek tek şey bir yıkım manzarasıdır. 

Bu tablo bu gün İstanbul’da cam gökdelenlerin reklamı yapılırken  Erzurum’da çöken kerpiç evde enkaz altında kalarak ölen iki yavru ile ağır yaralı kardeşleri, perişan ana ve babanın  kırık dökük durumlarıyla şekilleniyor.Ne yazık ki  9 yıllık AKP iktidarının  neticesi budur; yükselen cam gökdelenler ve depreme ihtiyaç duymadan  çöken evler.

Dış Politika da böyledir. 

İslâm Âleminin haklarını arayan  lider ülke  rolündeki  Türkiye... 
Milyonu aşkın  Iraklı Müslümanı  bombalayan uçaklara  İncirlik Üssü’den kalkış izni veren, onların ihtiyaçlarını karşılayan Türkiye...

Filistinli Müslümanlara ölüm yağdıran İsrail uçakları da yakın zamana kadar Konya semalarında eğitim uçuşları yapıyordu. Yükselen İslâm Liderliği ve ezilen Müslümanlar. 

Bu gidişin son başarı (!) yıldızı; 

Libya’yı döven uçakların komuta merkezinin İzmir oluşu dur. İçerde  “Tek Parti”, “Tek Düşünce”, “ Tek Lider ”  yolundayız. 

Basın, Televizyon hepsinde tek tip haber ile  karşı sesler susturulmuştur. 
Önce Kızılay usulsüz bir kongre ile ele geçirilmiş, cesaretle bu usulsüz tavra karşı koyan  Başkan Dr, Ertan Gönen bir trafik kazasında vefat  etmiştir.  

Böylece Kızılay zirvede olmak üzere bütün yardım kuruluşları iktidarın elinde, kendi çıkarları doğrultusunda kullandığı organlar haline gelmiştir. İnşaat sektörü alınan tedbirlerle TOKİ’nin kontrolüne girmiştir. 

Bu sektörün tüm geliri tek elden dağıtılmaktadır. 

Ülkenin Cumhuriyet dönemindeki bütün birikimi yabancılara satılmıştır. 

Topraklar, Barajlar, Elektrik ve Sanayi tesisleri satılmaktadır. İş o noktaya gelmiştir ki bazı belediye başkanları mülk alan yabancıların diliyle makbuz bastırmaya başlamışlardır.Yabancı dille eğitim yapan üniversite sayısı zirveye Ulaşmış, Yabancı dille eğitim çocuk yuvalarına kadar inmiştir.

 (Yanlış anlaşılmasın yabancı dil öğrenmeye karşı değiliz. 
Hatta günümüzde bir değil birkaç dil öğrenmek, öğretmek gerektiğine inanıyoruz. 
Ancak çocuklara ana dilleri doğru düzgün öğretilmeden eğitimin tamamının yabancı dille oluşu kimliğini ve kültürünü muhafaza etmek isteyen bir ülkede söz konusu olamaz.)

Üniversite giriş sınavlarının (YGS) durumu, yaşanan çirkinlikler ortada. 

Ekonomi ise bir felaketler yumağı. 

İhracata dayalı ithalat nedeniyle cari açık  bu yıl sonu 70 milyon dolarda kalırsa ne mutlu.

Orta boy işletmeler büyük sıkıntıda, sanayi direniyor. Evet ama nereye kadar?Tarım çökmüştür. 

Kendi kendini besleyebilen 7 ülkeden biri olan Türkiye  Şimdi 49 ülkeden tarım ürünü  ithal etmektedir.  

Avrupa Birliğinde 20 milyon çiftçi  Devletlerinden 50 milyon dolar teşvik alırken bizim 20 milyon çiftçimiz için bu rakam  sadece 5 milyon dolar.

   Sonra Gümrüksüz rekabet geliyor. Mağlupların vay haline... 
Gelecek hafta  inşallah rakamlarla tarım gerçeğini sunacağım. 

Bu akıbeti meçhul gidişe AKP içinde  “Dur!” diyecek  erbab-ı fazilet yok mu? 
Var, elbette var..

Lakin onlar da topyekun sele kapılmış gidiyorlar. 
Ağızlarını açarlarsa selin kendilerini boğmasından korkuyorlar. 

Ne yapalım; İnsanlar sadece Allah’tan korkmayı çok zor öğreniyor, Ama öğreniyor... 

Kaynak Yeniçağ: 
AKP’nin Seçim Fotoğrafı 
Agah Oktay GÜNER 

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/akpnin-secim-fotografi-17774yy.htm

***


Siyasette Ne Lâzım

Siyasette Ne Lâzım






Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
04 Nisan 2011

    Seçimler yaklaşıyor. 

     12 Haziran’a kadar  yapılacak konuşmalar, alınacak tavırlar seçim sonrasının kaderini oluşturacaktır. Kavgalı, kırıcı, çirkinliklerle şekillenmiş bir seçim döneminden sonra  huzur beklemek boşunadır.  

Hâlbuki Ülke huzura Muhtaçtır. 

Siyaset yapanlar bu işin sorumluluğunda olmalıdır.  Siyaset adamları ülkeye huzur vermek, huzuru bozmamakla görevlidir. Huzur, demokrasiyi yaşatacak ve geliştirecek iklimdir. 

Bu iklimin rüzgârı dilden gelen rüzgârdır.  

“Hırs gelir dil kararır, hırs gider yüz kararır.”  diyen atalarımız işin sırrını veriyor:

Hırsı aşmak... 

Evet; bizim atasözlerimiz engin bir deryadır. Halk dehasının yaşanan hayatın tecrübelerinden beslenen bu kültür bize aradığımız her şeyi veriyor. Hırsı aşmak hür olmanın başlangıcıdır.

Tasavvuf erbabı bunu daima işlemiş ve zihinlere, gönüllere yerleştirmeye  gayret etmiştir. 

Allah âşıklarının Sözlerine bakalım: ... 

İskender Diyojen’i ziyarete geldiği vakit, Diyojen fıçısından kalkmamış, O’nu karşılamamıştı.  

Bu duruma gücenen İskender;  

“ Sen beni tanımadın mı? Neden karşılamadın ? ” diye sorar. 

  Diyojen;  “ Niçin böyle bir mecburiyetim olsun? Sen benim kölemin kölesisin. 

Çünkü benim nefsim kölemdir. 

Sen, nefsine boyun eğmekle  benim bendemin bendesi olmuş oluyorsun.  O halde efendi bendeyi nasıl karşılar? 

” Bu cevap üzerine İskender  “ Dile benden ne dilersen!”  deyince Diyojen meşhur  “ Gölge etme başka ihsan istemem ” sözü ile karşılık vermiştir. 

   Bu Çapta Feragat ancak Allah ehlinde bulunur. 

Feraset, özveri hür olan adamda, benlik ise esir olan kimsededir. Nefse esaret kadar büyük esaret düşünülebilir mi?Kanunların  hür kılmasıyla  bir insan hür olmaz. 

Gerçek hürriyet, nefsin elinden kurtulmaktır. 

Ben hürüm, özgürlük var demekle hür olamazsınız. 

İnsan nefsinin zebunu (egosunun âcizi) iken hiç bir veçhile hür sayılamaz. 

Mesela bir sigara dumanına bile hükmün geçiremeyip, terk etmek istediği halde  ona esir olmaktan  kurtulamayan insan nasıl  olur da hürlük iddiasında bulunabilir? 

Ancak, eğilimlerinin, iç güdülerinin,  arzularının esiri değil, emîri olan insan, koca İskender’e,  “Sen benim kölemin kölesisin” diyen Diyojen gibi  hakkıyla hür olabilir. İşte bu anlayış ve bu çapta derin düşünmeye muhtacız.  

    Bizim iman ve kültür hayatımızı terk edip, yer altı suları gibi gizlenen, gözlerden uzaklaşan zenginliği bulmak, anlamak, yaşamak  zorundayız. Yaşanan prensipler bizi güçlü ve inandırıcı kılar... 

“ Dostlarınla öyle yaşa ki; düşman olduğunda aleyhinde söyleyecek sözleri olmasın. Düşmanlarınla öyle yaşa ki; dost olduğunuzda yüzün kızarmasın.” 

İşte Mikrofonu eline alanların kırmızı ve sarı ışığı olması gereken esas budur.

    Bu gerçeğe gözlerimizi yumar, öfkelenir, kalp kırar, küfrederek ayıp ararsanız  nasıl koalisyon  hükümeti  kurabilirsiniz? Unutmayalım her öfke biraz aczin itirafıdır.  

Hele siyasette öfke güzelliklerin köküne dökülmüş kezzaptır.  

Öyleyse öfkeyi, hırsı aklın gerisine alalım, sabır ve sükunetle kendi fikirlerimizi anlatıp, karşı tezleri dinleyelim.Siyasette düşünce, fikir cevizleri yuvarlanır. 

Siz onların çürüklüğünü ispatlama  gayretine girerseniz, sadece kendi zamanınızı tüketirsiniz. 

Zira nefsi, hırsı aşmış akıl kurtarıcı çarelere daha çabuk ulaşır. 

   Bu sebeple sadece kendi tezlerimizi açıklamak kâfidir.Siyaset adamı bu mantıkla hareket etmeli, karşı tarafın ayıp ve eksiklikleriyle uğraşmamalıdır.

   Bu yolda hile, desise ve yalanlara tenezzül edilmemelidir. 

Çünkü karşımızda ayıplı hal aramak, utanılacak yeni durumlara talip olmaktır.

Siyasette ruh dengesi sabır, akıl, güven veren bilgi ile yapılırsa seçim bir düğün havası içinde geçer, ülke için saadetli bir dönemin kapısını açar.

   Gönülden dileğimiz ağır sorunlarla çevrelenmiş Türkiye’mizin bunları bilen, Çarelerini düşünen Kadrolarla  Zenginleşmiş bir seçim dönemi yaşamasıdır.  


Kaynak Yeniçağ: 
Siyasette ne lâzım  
Agah Oktay GÜNER 

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/siyasette-ne-lazim-17670yy.htm

***

Anayasa ve Tsunami

Anayasa ve Tsunami




Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
28 Mart 2011


Yıllarca önce çok tecrübeli, değerli mesleğinde saçlarını ağartmış bir kolej öğretmeninden şu hatırayı dinlemiştim: 

“ Nöbetçi Öğretmendim. 
Teneffüse çıkmış, olabilecek yanlışlıkları önlemek için sakin bir tavırla öğrencilerimi takip ediyordum. 
Bir süre sonra kantine giren bir öğrencinin elinde pasta ile çıktığını ve sonra koşarak lavaboya gittiğini gördüm. 
Bu hareket üst üste tekrarlanınca merakım arttı, bu öğrenciyi  daha yakından izlemeye başladım. 
Evet, değişen bir şey yoktu. Aynı öğrenci her seferinde aldığı pastayı hızla yiyor ve lavaboya koşup kusuyordu. 
Bekledim, lavabodan çıkınca gel yavrum biraz konuşalım dedim. 

Öğrenci çok varlıklı bir babanın oğluydu. 

Canı sıkıldıkça bu oyunu oynadığını, babasının verdiği bol parayla pasta aldığını, yiyip kustuğunu anlattı. 

Ben de ona bunun çok yanlış olduğunu izah etmeye çalıştım. Unutamadığım meslek hatıralarımdan birisi budur. ” 

Pasta Yiyip kusan çocuklarımız büyüdüler, kocaman adamlar oldular. 

Bu çizgide kalanlar olduğu gibi yatırım yapıp istihdam sağlayan, daha çok tencere kaynatmalıyım diyen, vergi ödeyen, üretici arkadaşları da oldu. 

Biz bu zümreye daima saygı ve sevgi duyduk. 

Saygımız yorulmak bilmeyen enerjilerine, eserlerine eser katan himmetlerine olmuştur. Sevgimiz onların dev projeleri gerçekleştirirken asla terk etmedikleri tevazu dolu üsluplarını görmemizden dir. 

Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye de dışa açılırken dış âlemle bütünleşmiş tekelci sermaye büyük ağırlık ve güç kazandı. “ Vatanım rûy-i zemin milletim nev-i beşer” diyen bu sınıf için kapitalist ahlak içine girmek çok kolay oldu. 

Ömürlerinin hiçbir Devrinde Millet endişesi ve vatan sancısı çekmedikleri için adeta pasta yiyip kusan çocuk gibi : “Onur ve özgürlük bölünmekten önemlidir” demeyi marifet saydı. Vatanın bölünmesini önündeki tepside duran pizzanın bölünmesi zanneden bu kafalar için en büyük talihsizlik  “ Milli iş adamı ” olma idrakine ve bahtiyarlığına eremeyişleri dir. 

Bunların hayran olduğu Avrupa burjuvazisi öncelikle millidir. Nitekim dünyayı sarsan son ekonomik krizde Alman ve Fransız otomotiv sanayii kendi üretimlerini kurtaracak ama ortaklarının aleyhine sonuç verebilecek iktisadi tedbirleri hiç çekinmeden uygulamaya koydular. 

AB’ye rağmen Alman sanayicisi önce Almandır. 

Sonra AB’nin ortağıdır. Bu gözlem ve tespit İspanyol, Fransız, İtalyan sanayicileri için de doğrudur. 

Batı burjuvazisi çeşitli finansman metotlarıyla kitap basımını, tiyatroyu, güzel sanatları destekler. 

Milli tarihinin vücut verdiği sanat eserlerini yabancı müzelerde seyretmeye tahammülü yoktur. 

Onları kendi evinde teşhir etmekten büyük bir zevk duyar. 

Her birinin binlerce genci okutan fonları vardır.Şimdi bize dönelim “Yeni anayasada değiştirilemez madde yok” diyene sizin kendi öz dünyanızda değiştirilemez kural var mı diye sormak hakkımız değil mi? “İnsanlarımızın özgürlüğü, onuru, hakları ülkenin bölünmesinden daha önemli” diyen beyefendi, patron olarak işçilerinin gerçek ücreti enflasyonla erirken hangi tedbirleri aldı? 

İşçisi Aç yatıyor mu diye bir gün düşündü mü? 

Kârlarınızın bir bölümünü bölüp yoksulluk sınırında yaşayan çalışanlarınızı daha iyi şartlara kavuşturmayı düşünmek sizin işiniz ve sorumluluğunuz olmadı. İşçinize daha iyi şartlar sağlamak için kârı bölmek zor. 

Ama vatanı bölmek çok kolay. 

İnsanların şahsiyetleri yedikleri lokmayla yakından ilgilidir. Sermayenin temelinde haram, kaçakçılık, hırsızlık varsa Kuvay-i Milliye adına para toplayıp bunu Kuvvacılar dan kaçırmak varsa onlardan vatan endişesi beklemek hayalcilik olur.Anayasanın değiştirilemez maddeleri devletin temel çivileridir. 

   Bunları söker seniz bölücülerin önünü sonuna kadar açarsınız. 
   Böyle bir tufanda gelecek tsunami sizi nerelere sürükler bilemiyorum!


Kaynak Yeniçağ: 
Anayasa ve tsunami 
Agah Oktay GÜNER 

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/anayasa-ve-tsunami-17572yy.htm

***