DARBE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DARBE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ekim 2017 Cuma

'Sabıkalı' Karadayı'ya Savcı Lazım



'Sabıkalı' Karadayı'ya Savcı Lazım 



01 Mart 2009 11:15 

İnternete düşen 4. ses kaydında darbelerle ilgili flaş itiraflarda bulunan ve 'Sabıkalıyız yani, sicili bozuk bir adamım' diyen Karadayı için cesur savcı aranıyor. 

Karadayı’nın darbelerdeki rolünü anlatarak darbeci geçmişini övdüğü ses kaydıyla ilgili hukukçular ‘Savcılar Karadayı için müebbet hapis istemiyle dava açmalı’ dedi. 

ESKİ Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’ya ait olduğu iddia edilen ve Türkiye’nin yaşadığı darbe ve darbe girişimlerine ışık tutan ses kasedi gündeme bomba gibi düştü. Karadayı’ya ait olduğu iddia edilen konuşmaların TCK’nın 309 ve 311’nci maddelerine göre müebbet hapis cezası gerektiren suçlardan olduğunu vurgulayan hukukçular ‘Savcılar re’sen harekete geçmeli’ dedi. 

DARBENİN CEZASI YASADA AÇIK 


EMEKLİ Askeri Hakim Ümit Kardaş, ‘İsmail Hakkı Karadayı’ya ait olduğu iddia edilen ses kaydında anlatılanları söyleyen kişi hakkında TCK’nın 309. maddesi ‘Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs etmek’ suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemiyle dava açılmalıdır. 28 Şubat ve 27 Nisan’da TBMM’nin yasama yetkisi engellenmiştir. Bunu gerçekleştirenler hakkında TCK’nın 311’inci maddesine göre yine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemiyle dava açılmalıdır’ dedi. 

HAREKETE GEÇECEK SAVCI LAZIM 


PROF. Dr. Hüseyin Hatemi ise Karadayı’ya ait olduğu belirtilen kayıttakı ‘Bütün darbelerde yer aldım’ sözü nedeniyle cumhuriyet savcılarının normal şartlarda harekete geçmesi gerektiğini söyledi. Hatemi ‘Soruşturma açılması gerek ancak o soruşturmayı açacak savcı var mı bilmiyorum. Daha önce de 12 Eylül darbesi ile ilgili bir savcı iddianame hazırlamış ancak görevden alınmıştı. Bugün yine bir savcı Karadayı hakkında iddianame açsa onun da görevden alınmayacağının garantisi verilemez’ diye konuştu. Bugüne kadar sadece Sacit Kayasu, 12 Eylül Darbesi’nin lideri Kenan Evren hakkında iddianame hazırladı ama o da meslekten atıldı. 


aktif haber 



***

30 Temmuz 2017 Pazar

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 1


28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM  SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 1



1. GİRİŞ 


Türk demokrasi tarihi aynı zamanda onun kesintiye uğrayışının, muhtıra ve darbelerin talihsiz hatıraları ile doludur. Oysaki darbelerle demokrasilerin sekteye uğratılması, askıya alınması hatta ortadan kaldırılması demokratik hukuk devletlerinde olmaması gereken bir görüntüdür. Ülke yönetimlerinin demokrasi dışı unsurlarla ele geçirilmesi ve sivil iktidarın yerine ara rejimlerin bir darbe ya da muhtırayla birlikte hâkim kılınmaya çalışılması o ülke demokrasi lerinin olgunlaşmasını ve süreklilik arz etmesini her zaman sekteye uğratır. Siyasi tarihimizde neredeyse her on yılda bir gerçekleşen, kimi zaman muhtıra, kimi zaman darbe, kimi zaman da post-modern darbe olarak nitelendirilen, demokrasimizi sekteye uğratan girişimlerin ülkeye verdiği zararları hep birlikte yaşadık ve gördük. 

TSK’nın (Türk Silahlı Kuvvetleri) siyasal yaşamdaki ağırlığının nedenlerini, hangi durumlarda siyasal iktidara doğrudan karıştığını, ideolojilerini belirleyen 
öğeleri ve askeri yönetimlerin sonuçlarını ayrı ayrı incelemek gerekmektedir (Özgan, 2008, s.1). Bilindiği üzere Türk demokrasi tarihinde her on yılda bir 
müdahale olmuş ve sivil hükûmetler iktidardan uzaklaştırılmıştır. Türkiye Cumhuriyet’i tarihinde ilk siyasi müdahale 27 Mayıs 1960 yılında yapılmış, sonrasında dönemin Başbakanı Adnan Menderes ve iki bakanı idam edilerek demokrasi tarihimizde onulmaz bir yaranın açılmasına sebep olunmuştur. Arkasından ülkedeki anarşi gerekçe gösterilerek 12 Mart 1971 Muhtırası ve nihayetinde toplumda daha büyük travmalara yol açacak 12 Eylül 1980 Askeri darbesi gerçekleşmiştir. 
Yine 28 Şubat 1997 yılında tarihe post modern darbe olarak geçen bir darbenin yanı sıra 27 Nisan 2007 yılında da e-Muhtıra olarak adlandırılan demokrasiyi 
tekrardan sekteye uğratma girişimleri ile beraber 3 klasik darbe, bir post-modern darbe ve bir de e-Muhtıra olarak toplamda 5 askeri müdahale yapılmıştır. 

Bütün bu yapılan darbeler, demokrasimize dönük siyaset dışı müdahaleler daha çok acıya, gözyaşına, demokrasi bilincimizin yaralanmasına neden olmuş, 
hükümetler cebir, şiddet ya da baskı yoluyla görevden uzaklaştırılmış, millet iradesinin temsil edildiği parlamento fesh edilmiş, demokrasinin vazgeçilmezi 
sayılan siyasi partilerin uzun süreli siyaset yapmalarının önüne set çekilmiş, her defasında yeni siyasal mühendislik projelerine geçit vermek suretiyle partiler 
arasında da haksız bir rekabete yol açılmıştır. 

Bu darbelerden toplumun her kesimi zarar görmüştür, ancak en çok da demokrasinin olmazsa olmazı sayılan siyasi partiler darbelerin, müdahalelerin muhatabı olmuşlar en büyük yarayı da onlar almışlardır. Darbelerle, muhtıralarla siyaset hayatının oluşturduğu ana mecralar kesintiye uğratılmış, siyasi partilerin 
tecrübeleri yok sayılmış, halkın tercihleri köklü ve tecrübeli siyasi hareketler yerine konjonktürel partilere yönlendirilmiştir. 

Böyle bir yapısal gelişme demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan siyasi partileri etkilemiş, siyasi partilerin halkla kurumsal ilişkilerinin ve halka karşı 
sorumlu luğunun yerine, daha dar alanda kişisel veya grupsal sorumluluklar etkin olmuştur (TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Raporu, 2012). Bu itibarla, Türkiye’de demokrasinin yerleştirilememiş olmasında, söz konusu darbeler nedeniyle olağanüstü yönetim şartlarının halkın üzerinde bir tehdit unsuru gibi konuşlandırıldığı ve bu süreçler içerisinde halkın fikir ve vicdan hürriyeti ile ifade özgürlüğünün kısıtlandığı açıktır (28 Şubat-27 Nisan Raporu, (Komisyon), 2012, s.10). 

Ancak bütün bu yapılanlara rağmen, Türkiye’de, yakın geçmişe kadar, söz konusu darbe süreçleriyle yüzleşilememiş; darbe failleri ve sorumluları ortaya 
çıkarılamamış ve yargılanamamıştır. Bu nedenle, yapılan her darbe, bir sonraki darbenin tohumlarını ekmiş; 27 Mayıs 1960 darbesi sorgulanamadığı için 
12 Mart 1971 darbesi, 1971 darbesi sorgulanamadığı için 12 Eylül 1980 darbesi, 1980 darbesi, sorgulanamadığı için 28 Şubat 1997 süreci yaşanmış, 
akabinde 2000’li yıllardan itibaren yeni darbe girişimi iddiaları gündeme gelmiştir (Komisyon, 2012, s.12-13). 

Darbe ya da muhtıra bir ülkedeki en örgütlü ve kapsamlı silahlı güç olan ordu veya onun desteklediği bir grup eliyle gerçekleştirilir, müdahaleden sonraki düzen de aynı güç tarafından korunur, sürdürülür veya devredilir. Darbe veya müdahaleler sadece ülkelerin sosyolojisiyle oynamaz, tek tek bireylerin psikolojileri üzerinde yaptığı ağır tahribatlarla sonucunda insanları kişiliksizleştirir bu sayede tek tip insan modeli ortaya çıkar. Darbe bir sonuçtur, bütün sonuçlar gibi anların değil süreçlerin ürünüdür. Darbe ya da Demokrasiye müdahale söz konusu olduğunda hiçbir kurum, organ ya da kişinin masum olmadığı açıktır. Darbenin zamanı, mekânı ve şartları kadar içinde mayalandığı tarihi müktesebatı da önemlidir. Sosyal hareketleri kavrayabilmek için hangi sosyal, kültürel ve ekonomik laboratuvarda mayalandığının bilinmesi şarttır (TBMM, 2012, s.5). 

Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi tarihi, aynı zamanda bir askeri darbeler tarihi olarak anılmaktadır. Cumhuriyetimizin 90. kuruluş yıldönümünü içersin de 
Cumhuriyetimizin yaklaşık kırk altı yılı, fiilen, askeri yönetimler, sıkıyönetim ve/veya olağanüstü hal uygulamalarıyla geçmiştir (Üskül, Ankara, s.71). 
Türkiye’de, 1960 yılından itibaren, neredeyse her on yılda bir darbe gerçekleştirilmiştir. Demokrasinin askıya alındığı darbelerde, TBMM (Türkiye Büyük Millet Meclisi) ve siyasi partiler kapatılmış, millet iradesi hiçe sayılmış, sıkıyönetim ve olağanüstü hal uygulamalarıyla toplum baskı altında tutulmuş, başta yaşam hakkı olmak üzere, temel insan hakları çiğnenmiştir. 

Bu itibarla, Türkiye’de demokrasinin yerleştirilememiş olmasında, söz konusu darbeler nedeniyle olağanüstü yönetim şartlarının halkın üzerinde bir tehdit 
unsuru gibi konuşlandırıldığı ve bu süreçler içerisinde halkın fikir ve vicdan hürriyeti ile ifade özgürlüğünün kısıtlandığı açıktır. 

Aslında, Türkiye’deki darbe geleneğinin başlangıcını, çok daha gerilere, Osmanlı Devletine kadar uzatmak mümkündür. Bu geleneğin, Osmanlı Devleti’nin 
ardından Türkiye’ye de sirayet ettiği ve günümüze kadar ulaştığını söylemek yanlış olmayacaktır (Komisyon, 2012, s.10). 

Türkiye’de ordunun politikada ki etkinliği Cumhuriyet’le başlamış bir olgu değildir. Osmanlı’da ve Osmanlı’dan önce kurulan Türk-İslam Devletlerin de de ordu siyasette belirleyici bir aktör durumundaydı (Söğürtlü, 2000, s.56 ). Orta Asya’da hüküm süren Türk Devletleri’ne kadar geriye gidildiğinde Türklerin düzenli ordulara sahip oldukları görülmektedir. Sırasıyla Büyük Selçuklu Devleti, Anadolu Selçukluları ve Osmanlı Devleti de dâhil olmak üzere kurulmuş tüm 
Türk Devletlerinde ordunun yeri daima büyük olmuştur. Selçuklu Devleti’nin kurucuları ve yöneticileri asker oldukları ve o devirlerde asker-sivil ayrımı 
günümüzdeki anlamıyla olmadığı için, o topraklar üzerinde yaşayan hemen hemen herkes ülke müdafaasında görev almakta, ülkenin kaderini belirleyen siyasi kararları ise askeri elit yöneticiler tarafından alınmaktadır. Çünkü devletin başı aynı zamanda askerin başıdır. Hakanın hem orduyu hem devleti yönetmesi, bu birlikteliğin tarihsel temellerinin Orta Asya’da atıldığını göstermektedir. Osmanlı Devleti de kendisinden önce gelen Türk Devletleri’nin ordularının kuruluş teşkilatlarından istifade ederek kendilerine has bir ordu meydana getirmiş ve benimsedikleri disiplin, eğitim gibi temel özellikleri almıştır (Özgan, 2008, s.2). 

Türk milleti darbelere ve muhtıralara oldukça aşina olan bir millettir (Aktaş, 2011, s.1).Tarih boyunca Türk milleti gerek Osmanlı Devlet’i döneminde gerekse Cumhuriyet döneminde devlet yönetimine ve demokrasiye müdahalelere şahit olmuştur. Özellikle Osmanlı Devlet’i döneminde bazı devlet adamlarının etkin rolleri ve bazı isyancıların faaliyetleri sonucunda padişahlar çeşitli sebeplerden ötürü tahtlarından indirilmiş, çeşitli kararların alınması ile padişah değişiklikleri yaşanmış, bununla da kalınmayarak padişahların idam edilmesi yoluna gidilmiştir. Osmanlı Devlet’i döneminde en etkin güç ve konumda bulunan Yeniçeriler zaman zaman isyan faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Devletin askeri gücünü teşkil eden Yeniçeriler zaman zaman gerçekleşen saltanat mücadelelerinde taraf tutmuşlar ve yapılan ıslahatlara karşı ayaklanmışlardır (Aktaş, 2011, s.1). Bu ayaklanma sonucunda padişahlar Yeniçeri askerlerinin isteklerini kabul etmişlerdir. 

Zamanla daha etkin güç ve konuma gelen Yeniçeriler, II. Mahmut tarafından kaldırılmıştır. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması ile devlet siyasi yaşamında daha 
etkin konuma gelmiş ancak II. Mahmut zamanında “Ayan”lara geniş hak ve imtiyazlar tanınmıştır. Ayanlara tanınan bu geniş hak ve imtiyazlar zaman içerisinde genişletilmiş ve gerekenden fazla ayrıcalık tanınmıştır. 

Gelişen bu olaylarla beraber anayasa ve parlamento istekleri sonucu I. ve II. Meşrutiyet hareketleri etkili oluşmuştur, gelişen olaylar sonrasın da ise 
Sultan Abdülhamid tahtan indirilmiştir. Bu olaylar sonucunda etkin konumda bulunan askeri bürokrasi Osmanlı yönetimini etkilemiştir. 
Bununla beraber Osmanlı Devlet’i döneminde önemli bir yer tutan Bab-ı Âli Baskını ise darbe olarak nitelendirilebilecek bir olaydır (Aktaş, 2011, s.1). 

23 Ocak 1913 tarihinde Enver Paşa mahiyetindeki bir grup asker Başbakanlığı yani Bab-ı Âli’yi basmış, gelişen olaylar sonucunda Nazım Paşa şehit edilmiş ve 
Sadrazam Kamil Paşa’da istifaya zorlanmıştır. Yaşanan olaylarla beraber daha sonrasında isyancılar Sultan Mehmed Reşat’a Mahmud Şevket Paşa’nın sadrazam, harbiye nazırı ve başkumandan vekili olmasını sağlayan fermanı imzalatmışlardır (Karpat, 2010, s.30-47). 

Bu yaşanan olaylar ve yapılan baskılar sonucunda iktidar değişikliği yaşanmış ve Bab-ı Âli Baskını Osmanlı Tarihine darbe olarak geçmiştir. 

Özellikle silahlı kuvvetlerin, Osmanlı Devleti’nin çözülme döneminden itibaren yönetim ve siyasette etkin olduğu ve giderek bu etkili konumunu güçlendirdiği 
ileri sürülebilir. Osmanlı Devleti’nden bu yana en güçlü ve köklü konum olan ordunun (Ahmad,2007,s.32) Cumhuriyet’in kurulmasında etkili olduğu, 
Atatürkçülük ve Kemalizm düşüncesi etrafında şekillenmiş ve sahip olduğu konum dolayısıyla zaman zaman siyasi müdahalelerde bulunma imkânını elinde 
tutmuştur. Cumhuriyet dönemi resmi olarak 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet’in ilanı ile başlamıştır (Aktaş, 2011, s.1). 

Cumhuriyet’in kurulması ile başlayan ve II. Dünya Savaşının sonlarına kadar ülke yönetimi tek partili hükümetler tarafından yönetilmiş ve bu dönemdeki ordu Türk milleti için oldukça ayrı bir önem ifade etmiştir. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu’nun kalıntılarından yeni bir devlet ve yeni bir millet yaratan, onu yok olmaktan kurtaran Mustafa Kemal ve silah arkadaşları önderliğindeki Türk ordusudur. Bu nedenle ordu kutsaldır ve birçok alanda da etkin konumdadır 
(Aktaş, 2011, s.1). Bununla beraber ordu Cumhuriyet’in ilanında önemli bir rol üstlendiği ve Cumhuriyet’i kuran kadroların asker veya asker kökenli olmaları, 
Cumhuriyetle beraber modernleşme çalışmalarının ilk olarak orduda başlaması ve kurucu ideoloji olarak Atatürkçülük ve Kemalizm’in asli taşıyıcı unsuru 
ve rejimi koruma görevini daima kendilerinde gören unsurlar askeri bürokrasinin zaman içerisinde özerklik kazanmasını da beraberinde getirmişlerdi. 

I. Dünya Savaşı’nın siyasî sonuçlarından birisi olarak dünyada “Cumhurileşme” hareketleri yaşanırken (Aktaş, 2011, s.1), II. Dünya savaşı sonrasında ise 
“Demokrasi”, “Demokratikleşme” kavramları ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti’de tıpkı diğer ülkeler gibi Cumhuriyeti ilan etmiş ve akabinde demokrasiye geçmiş, demokrasiyi kabul etmiştir. Bu gelişen olaylar sonucunda CHP’nin (Cumhuriyet Halk Partisi) dışında birçok siyasi parti kurulmuştur. Tek partili dönemi olarak bilinen bu dönemde iki defa çok partili yaşama geçme denemeleri yapılmış ancak başarı sağlanamamıştır. II. Dünya Savaşı sonlarına doğru tekrardan çok partili hayata geçme çalışmaları yapılmış ve birçok siyasi partinin temellerinin atılacağı yeni bir döneme girilmiş idi. Bu dönem içerisinde ilk olarak 18 Temmuz 1945’te Nuri Demirağ önderliğinde kurulan MKP (Milli Kalkınma Partisi)’dir. Fakat kurulan bu parti gerek İsmet İnönü nezdin de gerekse basında pek fazla rağbet görmemiş, basında birkaç gün yer tutmakla beraber kısa sürede unutulmuştur. Bu gelişmeler sonucunda MKP tarih sayfalarında yerini alırken 7 Ocak 1946’da kurulan ve sonraki dönemlerde adından sıkça söz edeceğimiz, yeni bir dönemin adımlarının atıldığı, Cumhuriyet ve demokrasi kavramlarının daha iyi anlaşılacağı ve Cumhuriyet dönemi Türk siyasi tarihi için bir dönüm noktası oluşturacak olan DP (Demokrat Parti) kurulmuştur (Aktaş, 2011, s.2). 

DP’nin kurulması ile başlayan çok partili dönemde 27 Mayıs 1960’a kadar çok önemli siyasi gelişmeler olmuştur. (Öztürk, 2006, s.81) 

CHP’nin içinden gelen Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan tarafından verilen Dörtlü Takrir ile iyice ayrılma ve muhalefetin eşiğine 
gelen Dörtlü Takrir ’in sahipleri CHP’den istifa ederek 7 Ocak 1946 tarihinde DP’yi kurmuşlardır. DP, devletçilik ve laiklik görüşleri sınırlı bir biçimde CHP’den 
farklı olmakla beraber CHP’nin altı okunu benimsemiştir (Başgil, 1966, s.46). 21 Temmuz 1946 tarihinde gerçekleştirilen seçimlere fazla hazırlıklı olmayan DP, 
meclise 65 milletvekili ile girdi. Halk için yeni bir umut oluşturan DP 1950 seçimlerinde % 55 oranında oy alarak iktidara geldi. İlerleyen seçimlerde de 
başarılarını devam ettirdi. DP iktidarında ki ilk dönemlerde ülkede bir refah artışı yaşandı (Aktaş, 2011, s.2). Özellikle bu dönemde tarımda makineleşmeye 
geçilirken, sanayileşme konusunda önemli adımlar atılmıştır. Kore Savaşı sonrasında Türkiye NATO’ya üye olmuş, ABD (Amerika Birleşik Devletleri) ile 
olan ilişkiler iyice artmış ve halkın refah seviyesi yükselmiştir, gelişen bu olaylar karşısında halk Adnan Menderesi bir kurtarıcı olarak görmüş ve bir çocuk 
gibi bağrına basmıştır. Ancak bu güzel günler uzun sürmeyecek, ilerleyen yıllarla beraber DP’nin ve Adnan Menderes’in sonunu getirecektir. 

1955’li yıllarda marjinal grupların söylem ve tahrikleri ile beraber Rumları hedef kategorisine koyan 6-7 Eylül olayları gerçekleşmiş, ülkede huzursuzluklar 
başlamış, öğrenci olayları patlak vermiş, üniversitelerde kargaşalar ortaya çıkmış ve bu olaylar artık sokağa dökülmeye başlamış idi. Üniversitelerde ki bu olaylar ve öğrenci gösterileri zaman içerisinde artmaya başlamış ve devlet ise bu yaşanan olaylar karşısında sert tedbirler alma yoluna gitmiştir. 

Özellikle bu dönemde Adnan Menderes’in yapmış olduğu faaliyetler ordunun tepkisini çekmiş ve askeri içten içe kızdırmıştır. Özellikle bu dönem içerisinde 
1959 yılında Cemal Gürsel Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes’e ülkenin içinde bulunduğu durumu özetleyen 13 maddelik bir mektup/bildiri vermiş ve 
bu yaşanan gelişme ülkede bir “ Muhtıra ” olarak yorumlanmıştır. Bu yaşanan olaylarla beraber artık ülkedeki durum daha da ciddi bir konuma gelmiş, öğrenci 
olayları daha da artmış, çeşitli üniversiteler de olaylara destek verme yoluna gitmiştir. Yaşanan bütün bu gelişmeler artık “ Menderes istifa, yuh! ” 
protestolarını gündeme getirmiş, ülkenin içinde bulunduğu bu dönem 27 Mayıs 1960 tarihinde ordunun yönetime el koyması ve DP’li siyasilerin tutuklanması 
ile son bulmuştur (Aktaş, 2011, s.3). 

Devlet yönetimine ve siyasi yaşama el koyan ordu Cemal Gürsel önderliğinde kısa süre içerisinde teşkilatlanmış ve MBK’i (Milli Birlik Komitesi) kurmuştur. 
Ordu 27 Mayıs’ın sadece görünen yüzüdür. Basın, Anayasa Hukukçuları ve Yüksek yargı mensuplarının büyük bir kısmı ise, darbenin arkasındaki asıl zinde 
güçlerdir. Darbeciler yönetimi ele geçirinceye kadar yalnızdır; 27 Mayıs'tan sonra askeriyeyle kent soylu elitler birlikte hareket ederek 27 Mayıs’ın oluşumunda 
etkin bir rol üstlenmişlerdir (Özgan, 2008, s.25). 

Darbe sonrasında tutuklanan devlet adamlarının yargılanma sürecine 14 Ekim 1960’ta Yassıada Yüksek Adalet Divanı’nda başlanmış, Salim Başol 
başkanlığındaki Yüksek Adalet Divanı tarafından, Adnan Menderes ve öteki DP’li yöneticilerinin yargılanma (Özgan,2008, s.26) süreci sonucunda duruşmalar 
15 Eylül 1961’de sona ermiştir. Duruşmalarda toplam 287 celse gerçekleşmiş ve bu celselerden 5 tanesi gizli olarak yapılmıştı ve toplamda 502 sanık yer 
almıştır. DP’lilerin yargılanma sürecine girildiğinde dikkat çeken önemli bir husus göze çarpmıştı ki o da Yassıada Mahkemeleri’nin ‘adilliği’ idi. 
Kurulan mahkemelerin tarafsız ve bağımsız olmadığı, darbeyi yapanların etkisinde kaldığı, yargılamanın 11.05.1961 tarihli celsesinde Mahkeme Başkanı 
Salim Başol’un, savunma yapan Milletvekili Samet Ağaoğlu’na hitaben “Niçin, sizi alıp Yassıada’ya tıkan kudret böyle istemiş, onu biz bilemeyiz.” 
şeklindeki sözlerinden açıkça anlaşılmaktadır. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı 
Hasan Polatkan’a idam cezası verilmişti. Bunlardan Celal Bayar’ın cezası yaş haddinden dolayı müebbet hapse çevrilirken Adnan Menderes ve iki bakanı 
İmralı’da idam edilmişlerdi. İki bakan 16 Eylül’de sabaha karşı idam edilirken, 15 Eylül’de hap içip intihara kalkıştığı doktor raporu ile tespit edilen 
Adnan Menderes ise iyileştirildikten sonra 17 Eylül’de İmralı’ya götürülerek, öğlenden sonra idam edilmişti (Aktaş, 2011, s.4). 

Cumhuriyet tarihinin önemli bir dönüm noktasını teşkil eden 27 Mayıs 1960 Askeri darbesi bir başbakan ve iki bakanın canına mal olmuş ve bundan sonraki 
dönem “İkinci Cumhuriyet” dönemi olarak anılmaya başlanmıştır. 27 Mayıs 1960 Askeri darbesinde TBMM kapatılarak, darbecilerden oluşan MBK’si idareyi ele 
almış; darbeciler tarafından hazırlanan 1961 Anayasasına istinaden yürürlüğe konulan 211 sayılı İç Hizmet Kanunuyla, orduya “Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi” verilmiştir. Askeri alanda bunlar yaşanırken, siyaset ve ekonominin tek bir merkezden, (başkent Ankara’dan) “merkezi planlama” prensibi temelinde yönetilebileceği varsayımına dayalı olarak, “iç ve dış siyaseti yönlendirmek” üzere Milli Güvenlik Kurulu; iktisadi kalkınmayı planlamak üzere DPT; (Devlet Planlama Teşkilatı) Anayasal çerçeveyi gözetmek için ise Anayasa Mahkemesi ihdas edilmiştir (Komisyon, 2012, s.11). 27 Mayıs 1960 Askeri darbesi Türkiye’ de insan hakları ve özgürlükleri açısından büyük bir öneme sahip olan 1961 Anayasa’sını oluşturmuş bu anayasa 12 Eylül Askeri darbesi ve 1982 Anayasası ile ortadan kalkmıştır. Darbeciler yönetimi 15 Ekim 1961 tarihinde gerçekleştirilen seçimler sonucunda sivillere teslim etmişlerdir. 

Ancak darbe geleneği yeniden zihinlere kazınmıştır (Aktaş, 2011, s.4). 27 Mayıs 1960 sonrasında ise Türkiye’nin siyasi yaşamına baktığımızda her on yıl da 
bir darbe ve siyasi müdahaleler ile karşı karşıya kalındığı bilinmektedir. 

27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi’nden sonra kapatılan DP’nin yerine onun halefi olarak bilinen AP (Adalet Partisi) kurulmuş ve Ekim 1961 seçimlerinde 178 
milletvekilliği ve 70 senatörlükle ikinci sırada yer almıştır (Aktaş, 2011, s.4). 25 Ekim’de açılan TBMM, 26 Ekim’de Cemal Gürsel’i Cumhurbaşkanı olarak seçmiştir. İlerleyen yıllarla beraber AP’nin başına siyasette uzun yıllar etkili olacak ve bir döneme yön verecek olan Süleyman Demirel geçmiş, CHP ise “milli şef” İsmet İnönü ile siyaset yaşamına devam edecektir. Özellikle bu dönem sonrasında oluşan sol düşünce hareketleri, yayın hayatına çeşitli dergiler ve 
gazeteler sokmaları 12 Mart 1971 Askeri müdahalesinin oluşumunda önemli etkileri olacaktır. Bununla beraber yine ‘İslami kadroların’ faaliyetleri, devlet 
olanaklarının kullanılması ile iktidarların güçlendirilmesi, 1961 Anayasası’nın getirmiş olduğu hak ve özgürlüklerin başka menfaatler için kullanılması ve en 
önemlisi de Süleyman Demirel’in “Anayasa bize bol geliyorsöylemi” yine bununla beraber anarşi sorunu ve kimlik kökenli sorunlar, ağır ekonomik 
bunalımlar ve siyasi sorunlar vb. 1970’li yılların başında, “sağ-sol çatışması” bahanesiyle TSK tarafından verilen 12 Mart 1971 Muhtırasıyla, ülke bir kez 
daha askeri yönetim altına girmiş; 1961 Anayasası’yla kazanılan demokratik hak ve hürriyetlerin önemli bir kısmı darbeciler tarafından geri alınmıştır 
(Komisyon, 2012, s.11). Gelişen bu olaylar beraberinde askeri muhtırayı getirmiştir. Tarihe 12 Mart 1971 Muhtırası olarak geçen bu muhtıra ile asker 27 Mayıs’taki gibi doğrudan yönetime hâkim olmamıştı (Aktaş, 2011, s.5). Ancak baskı ve sindirme yolu ile halka istekler kabul ettirilmiştir. Yaşanan bu muhtıra sonrasında Süleyman Demirel hükümeti istifaya zorlanmış ve partiler üstü oluşan Nihat Erim Başkanlığında hükümet kurulmuş ve yeni bir dönem başlamıştır. 27 Mayıs 1960 Askeri darbesinde olduğu gibi 12 Mart döneminde de yine yürekleri burkan idam cezaları gündeme gelmiş, THKO’nun (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) başkanı ve lideri olan Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Arslan 1972 yılında idam edilmiştir. 

1970’li yıllar Türkiye için yine demokrasinin sekteye uğratıldığı ve çalkantıların yoğunlaştığı yıllardı (Aktaş, 2011, s.5). 1973 yılında yapılan seçimlerde siyaset 
ortamı normalleşmiş olmakla beraber tam olarak düzelmemişti. Siyasi partiler tek başına iktidar olma yolundan ziyade daha çok koalisyon hükümetleri kurma 
yönünde önemli adımlar atmış ve siyaset yaşamı tekrardan normalleşme yoluna girmiştir. Türkiye’nin içinde bulunduğu bu durumla beraber dış politikada 
Kıbrıs Adası gündeme gelmiş ve Bülent Ecevit 1974’te Kıbrıs Barış Hareketi ile büyük bir toplumsal nüfuz kazanmıştır. 

Türkiye’nin içinde bulunduğu bu durumla beraber 1960 ve 1970’li yıllarda ki olduğu gibi tekrardan öğrenci olaylarının patlak vermesi, düzgün gitmeyen siyasi istikrarsızlık, artan ekonomik bunalımlar, çeşitli üniversitelerin faaliyetleri ve öğrenci olaylarını tetiklemeleri, sokaklarda etkili olan marjinal grupların gösterileri, Kahramanmaraş, Çorum ve Malatya’da ortaya çıkan ve Türkiye’nin yarınlarına darbe vuran olaylar-gösteri hareketleri ve ekonomik açıdan dar boğazda olan ülkede bazı tüketim maddelerinin bulunmaması vb. faktörlerden ötürü 12 Eylül 1980 Askeri darbesi kaçınılmaz olmuştu. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


***

28 Temmuz 2017 Cuma

ALBAY TALAT AYDEMİR’İN DARBE GİRİŞİMLERİ BÖLÜM 3

ALBAY TALAT AYDEMİR’İN DARBE GİRİŞİMLERİ  BÖLÜM 3


22 Şubatçılar, hızla hazırlık yapıyorlardı. Artık son bir iş kalmıştı o da çengel atmış oldukları muvazzaf subayların isteği olan ordu içinden yüksek rütbeli bir subay idi. Fakat Aydemir liderliği elinden kaçırmak istemiyordu. Bu nedenle ordu içinden lider isteyenlere Üçüncü Ordu Komutanı olarak Korgeneral Refik Tulga gösterilmişti. 
Ayrıca harekât planında da Üçüncü Ordu, destekleyici kuvvet olarak yer almıştı. 

Aydemir, aslında ihtilal günü olarak 19 Mayıs 1963’ü düşünmüştü ama Atatürk’le yarışa çıkmış olacağı şeklinde yorumlanabilir diye 21 Mayıs’a karar 
vermişti 74. Fethi Gürcan, Cevat Kırca ile Ankara’da ki harekâtın başladığını telefonla bildirmek üzere aralarında “Hastanız İyidir, Merak Etmeyin” parolasını belirlemişlerdi 75. 

22 Şubat Darbe Girişimi'nde Ne Olmuştu?

İhtilal girişimi kan dökülmeden sona erdirilmiş ve askerler kışlalarına gitmişti.


22 Şubatçıların ihtilal yapacağını 14’lerin lideri Alparslan Türkeş, emekli Binbaşı İzzet Köz’den öğrendikten sonra İsmet İnönü’ye haber vermişti76. İsmet 
İnönü’nün Türkeş’in ihbarına karşılık “Olmaz öyle şey!” demesinden üç buçuk saat sonra 23.30’da ihtilal fiilen başlamıştı 77. 

22 Şubatçılar Harb Okulu’na girerek alarm vermişlerdi. Turgut Alpagut, Alay Komutanlığı görevini aldıktan sonra okuldaki nöbetçi subay heyetini tutuklatıp 
başlarına öğrencilerden bir grup nöbetçi dikerek Harb Okulu’na hâkim olmuşlardı 78. 

Radyo ihtilalciler tarafından ele geçirilip anonsa başlayınca hükümet durumun ciddiliğini anlamış ve tedbirler almaya başlamıştı79. Sabaha karşı Genelkurmay 
Başkanı’nın ültimatomu yayımlandı. Bu ültimatomdan sonra, ihtilalcilerin karargâhı olan Harb Okulu iyice karıştı. Öğrenciler şaşkınlık içindeydi. Hava Kuvvetleri binasına girmek isteyen öğrenciler geri çekilmiş, CMC’lere bindirerek okula götürülmüştü. Harb Okulu, hükümet kuvvetleri tarafından sarılmıştı 80. 

İhtilalci kuvvetler içinde yer alan 229. Piyade Alayı’ndaki bölüklerin komutanları tutuklanınca bu bölükler, Hükümet kuvveti olarak görevlendirilmişlerdi. 
İhtilal girişiminin başarısız olacağı ihtimali güçlendikçe ihtilali destekleyen birliklerde çözülmeler de artıyordu 81. 

Saat 05.30’da Mürted Üssü’nden kalkan iki jet uçağına, ihtilalcilerin mevzilerine ateş açma emri verilmiş ve jetler, Harb Okulu’nun yollarına ateş açmışlardı. 
Bu sırada Harb Okulu’na doğru ilerleyen Muhafız Alayı’nın ileri hattaki birlikleri jetlerin yaylım ateşi açması sonucu dağılmışlardı. Birliğin başında bulunan 
Binbaşı Cafer Atilla ile iki er şehit olmuşlardı. İhtilalciler de artık her şeyin bittiğine inanmışlardı. 

Olay sonunda Talat Aydemir, Mustafa Pakoba’nın Küçükesat’taki evine gitmiş; ihtilalin öncülerinden Fethi Gürcan da Batı Almanya Elçiliği’ne sığınmıştı. 
Gürcan ve Karazeybek elçilik mensuplarından “ Siyasi mülteci ” olarak kabul edilmelerini istemişlerdi. Fakat bu talepleri reddedilmişti. Talat Aydemir ve diğer sanıklar tutuklanarak Mamak Muharebe Okulu’na götürülmüş ve Mamak’taki taş binanın koğuşlarına yerleştirilmişlerdi. 

21 Mayıs olaylarında 8 kişi ölmüş, 26 kişi yaralanmıştı. Birçok askeri araç hasara uğramış, depolardan alınan mermilerin bir kısmı kullanılmıştı. İhtilale 
katılanlardan toplanan silahlarda noksan çıkmıştı 82. Bahtiyar Yalta, 20- 21 Mayıs 1963 başarılı olsaydı neler yapacaklarını şöyle anlatmıştı: “20- 21 Mayıs başarılı olsaydı tüm partiler kapatılacaktı yani radikal olunacaktı. 

22 Şubat Darbe Girişimi'nde Ne Olmuştu?
Şubat'taki darbe girişimi böylelikle engellenmiş oldu. Ama Talat Aydemir tümüyle pes etmemişti... Bu önderlik elbette yeni bir darbe ve alan kazanmak içindi. Hatta onu Atatürk'e benzetenler bile oluyordu, gazetelerde çarşaf çarşaf haberleri çıkıyordu.



İlk Faaliyetler şunlar olacaktı. 

1- Bütün nüfus kayıtlarını yakacaktık. Adli sicil kayıtlarını, şahsa ait olanlar hariç, devlet ve mahkeme ile ilgili her şey yakılacaktı. Yarın gidin yeni nüfus kâğıdı alın. Sistem sizi suçlu yaptı. Bundan sonra kirletmeyin, bundan sonra af yok. 
2- Bölge kalkınmacılığına gidecektik. Üç dört ili birleştirecektik. Başına vali yanına da planlama kurulu oluşturulacaktı. Planlama kurulu 15- 20 kişiden oluşturulacak içinde öğretmen, filozof, pedegog, din adamı, mühendis, maliyeci bulunacaktı.”83 

Talat Aydemir’in çantasında yakalanan 44/A Sayılı belgede de; reformları gerçekleştirmek için, biri geçici olmak üzere A ve B diye 2 plan hazırlanmıştı. 
A planı geçicidir. Asker ve sivillerden oluşan 26 kişilik bir konsey kurulacaktı. 6 tabii üyesi olan teşrii vazife yapacak bir güvenlik kurulu oluşacak ve 18 kişiden 
oluşan icra organı görevini yapacak Bakanlar Kurulu’nu seçecektir. Bu plan gerekli reformları yaptıktan sonra dar bölge sistemi ile seçim yapılarak daimi olan B planına geçilecekti 84. 

22 Şubat Darbe Girişimi'nde Ne Olmuştu?
20 Mayıs 1963'te tekrar düğmeye bastı ve çıkardığı eski üniformasını giyerek beklemeye başladı. Aynı gece radyodan ihtilal bildirisi okundu.


Bahtiyar Yalta, parti kurma konusunda yapacakları için de, ‘‘Bizim partimiz ekol olacaktı. Diğer partiler ekolleşememişti. Biz üniversitelerden, işçilerden, memurlardan vb. gruplardan özellikle üniversite öğrencilerinden 4- 5 kişi ile görüşecek, onlar da yakınları ile görüşecekti. Eğer ilk önce görüştüğümüz kişiler yeteri kadar üye kaydedebilirse onu başarılı sayıp dosyaları ile Genel 
Kurul’a gönderecektik. Stadyumda kongre toplanacak ve delegeler gelecekti. Kitleler kaynaşacak ve bunun %50’si kadın olacak. Burada dernek tüzüğü görüşülecek. İşçi, köylü kendi arasında konuları tartışarak komisyona katkıda veya eleştiride bulunacak. Köylü partinin haysiyetini kendisinde görecek’’ demiştir 85. 

Harekâtın bastırılmasından sonra toplanan Milli Güvenlik Kurulu ile Bakanlar Kurulu, Ankara, İstanbul ve İzmir’ de bir ay süreli “Sıkıyönetim” ilan etmişti86. 

Ankara Sıkı Yönetim Komutanlığı, sanıklar için üç ayrı mahkeme kurmuştu. 1 Numaralı Sıkı Yönetim Mahkemesi ihtilalin asıl sanıklarını, 2 Numaralı Sıkı Yönetim Mahkemesi Harb Okulu öğrencilerini, 3 Numaralı Sıkı Yönetim Mahkemesi ise, ihtilalden sonra ihtilalciler lehine teşebbüste bulunanları yargılayacaktı 87. 

İlk duruşma 7 Haziran 1963’te Mamak Muharebe Okulu’nun sinema salonunda başlamıştı. Talat Aydemir de, Fethi Gürcan da idam edilebileceklerini 
düşünmüyordu. İdam cezası alan ihtilalcilerin avukatları, TBMM Dilekçe Karma Komisyonu’na başvurarak ölüm cezalarının müebbet hapse çevrilmesi için özel af isteğinde bulunmuşlar ancak reddedilmişti88. Bu konu ile ilgili olarak Bahtiyar Yalta’nın cezaevindeyken Talat Aydemir’e “ Eğer af olur dışarı çıkarsak yeni bir ihtilale girişecek misiniz?” sorusuna, Aydemir, “Ben şerefli bir askerim. Beni kurtaran, hayatımı bağışlayan meclise el kaldıramam” demiştir 89. 

Karar verildikten sonra Mamak Askeri Cezaevinde, 26 Haziran 1964’te sabaha karşı 03.30’da Fethi Gürcan’ın idam hükmü infaz edilmiştir. Fethi Gürcan’ın 
Aydemir’den bir hafta önce idam edilmesinin nedenini Ömer Gürcan şöyle anlatmaktadır: “Hükümet, her an cezaevinin basılıp Fethi Gürcan’ın kurtarılacağını düşünüyordu. Bu arada cezaevinde bulunan Kürtler de Gürcan’ı Barzani tarafına kaçırmaya çalışıyordu. Bu yüzden bekletmek istemiyorlardı.”90 Saat 03.00’da Talat Aydemir’in de infazının gerçekleştirilmesi kararı, Talat Aydemir’in avukatının son anda yaptığı müracaatla durdurulmuştu. Avukatın yaptığı itirazı, 1 Numaralı Sıkı Yönetim Mahkemesi reddetmişti 91. 

İhtilal sanıklarının yargılanmaya başladığı gün Prof. Perihan Çembel, 21 Mayısçıların kurtarılması için beyanname dağıttığı ve teşkilat kurmaya çalıştığı gerekçesi ile 3 Numaralı Sıkı Yönetim Mahkemesi tarafından üç yıl ağır hapse mahkûm edilmişti 92. 

20- 21 Mayıs olaylarından sanık olan 1459 Harb Okulu öğrencisinin yargılanmasına 13 Haziran 1963’te Harb Okulu sinema salonunda, Ankara 2 Numaralı Sıkı Yönetim Mahkemesi’nde başlanmıştır93. Harb Okulu öğrencisi 1459 sanıktan 75’i 4 yıl 2 ay, 91’i 3 aya mahkûm edilmişti 94. 

On gün okulda tutuklu kaldıktan sonra, 11 Eylül 1963’te beraat eden 1293 öğrenciye aynı gün izin kâğıtları verilerek, askeri araçlarla grup grup şehre sevk 
edilmişlerdi. İstanbul, Ankara ve çevresindeki Harbiyeliler, eğitimlerine devam imkânı sağlayabilmek için bir yandan üniversite çevresinde yöneticilerle görüşmüş; bir yandan da, okula dönebilmek için Danıştay’a başvurmuşlardı95. 

Talat Aydemir’in bu girişimleri başarılı olamamıştır. Çünkü ihtilal girişimi gerektirecek bir durum olmadığı gibi iddia ettikleri şekilde Atatürk ilkelerinden 
herhangi bir sapma da yoktu. Bu girişimler hiyerarşik düzen içinde olmamış sadece belirli bir grup ile sınırlı kalmıştır. 

 DİPNOTLAR;

1 “Ortadoğu’da”, Yarın, s.s.10–24, (29 Mayıs – 7 Ağustos 1963), s.14. 
2 Metin Öztürk, Ordu ve Politika, Gündoğan yay., Ankara, 1993, s.174. 
3 Ali Fuat Başgil, 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri, İstanbul, 1966, s.s.153–154. 
4 Kurtuluş Kayalı, Ordu ve Siyaset (27 Mayıs – 12 Mart), İletişim yay., İstanbul, 1994, s.s.59-61. 
5 Şaban İba, Ordu Devlet Siyaset, İstanbul, 1998, s.s.186–187. 
6 A.g.e.,s.s.185-186. 
7 Sıtkı Ulay, Harbiye Silah Başına, İstanbul, 1968, s.165. 
8 Can Kaya İsen, 22 Şubat–21 Mayıs: Geliyorum Diyen İhtilal, İstanbul, 1964, s.15. 
9 Erdoğan Örtülü, Üç İhtilalin Hikayesi, Milli Ülkü yay., 5.basım, Konya, 1979, s.s.5-7. 
10 Ekrem Serim, Türkiye’de Anayasa Hukuku Yönünden 27 Mayıs Devriminden Bu yana Siyasal İktidar Ordu İlişkileri, Ankara, 1974, s.42. 
11 Talat Aydemir, Talat Aydemir’in Hatıraları, May matb., İstanbul, 1968, s.s.89-90. 
12 Akis, XXIII/ 400, 26 Şubat 1962, s.7. 
13 Yılmaz Öztuna ve Ayvaz Gökdemir, Türkiye’de Askeri Müdahaleler, İstanbul, 1987, s.139. 
14 Osman Doğru, ‘‘27 Mayıs, İktidar ve S.K.B.’’, Tarih ve Toplum XII/71, (Kasım,1989), İletişim yay., İstanbul, 1989, s.54. 
15 Öztuna ve Gökdemir, a.g.e., s.s.140-141. 
16 A.g.e.,s.145. 
17 Aydemir, a.g.e., s.104. 
18 Sadi Koçaş, Atatürk’ ten 12 Mart’ a (Anılar), III, Tomurcuk matb., İstanbul, 1977, s.1091. 
19 Eminsu(Emekli İnkılâp Subayları),27 Mayıs 1960’tan sonra MBK tarafından emekli edilen 7000 kadar subay adına, 20 kişi tarafından 6 Eylül 1960’ta kurulan 
bir dernek. Eminsu, 12 Eylül 1980’e kadar varlığını sürdürmüştür. 
20 Rıfkı Salim Burçak, Türkiye’de Askeri Müdahalelerin Düşündürdükleri, Gazi Üniv. Basın Yayın Yüksekokulu Matb., Ankara, 1987, s.s.41-42. 
21 27 Mayıs İhtilali’nden sonra 28 Ekim 1960’de aşırı solcu, partizan ve ahlaki zaafları olduğu gerekçesiyle 147 öğretim görevlisi üniversitelerden uzaklaştırılmıştı. MBK tarafından orduda yapılan tasfiyelere günün 
şartları çerçevesinde önemli bir tepki gösterilmezken, üniversitelerde yapılan tasfiyelere önemli tepkiler olmuş ve üniversite rektörleri Turhan Feyzioğlu, Sıdık Sami Onar, Fikret Narter ve Suat Kemal Yetkin 
istifa ederek durumu protesto etmişlerdi. 28 Mart 1962’de çıkarılan kanun ile 147’lere üniversitelere dönme imkânı sağlanmıştır. 
22 İba, a.g.e., s.188. 
23 Burçak, a.g.e., s. 42; Örsan Öymen, “ Bir İhtilal Daha Var”, Milliyet, 3 Eylül 1986, s.3. 
24 Aydemir, a.g.e., s.s.110-111. 
25 Örtülü, a.g.e. ,s.s.200–201. 
26 Forum, XIV/191, 15 Mart 1962, s.2. 
27 İba, a.g.e., s.193. 
28 Yazgülü Aldoğan, “İhtilalci Bolluğu”, Hürriyet, 24 Mayıs 1986, s.3. 
29 Adalet Partisi’nin kurucularından olan Nuri Beşer, 1961 seçimlerinde Zonguldak’tan milletvekili seçilerek meclise girmişti. Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları’nın ordu içindeki huzursuzlukları 
yatıştırmak ve ihtilal teşebbüslerini önlemek için büyük çaba gösterdikleri günlerde, 27 Ocak 1962’de Nuri Beşer, Ankara’daki Anadolu Kulübü’nde subay aileleri için ağır küfürler etmesi ile gerginlik daha da 
artmıştı. Adalet Partisi, bu zor durumdan kurtulmak amacıyla, 31 Ocak 1962’de Nuri Beşer’i partiden ihraç etmişti. Savcılığın olaya el koyması üzerine, dokunulmazlığı kaldırılan Nuri Beşer,5 Haziran 1962’de 
bir yıl ağır hapse ve dört ay Tatvan’da sürgüne mahkûm edilmişti. 
30 Örtülü, a.g.e., s.209. 
31 Cumhuriyet, 2 Şubat 1962; Metin Toker, İsmet Paşayla 10 yıl (1961-1964), IV, Akis yay., Ankara, 1967, s.44. 
32 Örtülü, a.g.e., s.210. 
33 Toker, a.g.e.,s.45. 
34 Koçaş, a.g.e., s.1095. 
35 Ahmet Emin Yalman, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim (1922–1971), II, 2.basım, İstanbul, 1997, s.1718. 
36 Nazlı Ilıcak, 15 Yıl Sonra 27 Mayıs Yargılanıyor, Kervan yay., İstanbul, 1975, s.s.290-291. 
37 Örtülü, a.g.e., s.s.215-216. 
38 A.g.e., s.s.217-218. 
39 Cüneyt Akalın, Askerler ve Dış Güçler ‘‘Amerikan Belgeleri İle 27 Mayıs Olayı’’, İstanbul, 2000, s. 271; Cüneyt Arcayürek, Darbeler ve Gizli Servisler (1950-1988), Bilgi yay., 3.basım, Ankara, 1989, s.72. 
40 Vatan, 22 Haziran 1962; Son Havadis, 17 Eylül 1964. 
41 Aydemir, a.g.e., s.s.130-133; Örtülü, a.g.e., s.s.224-226; İsen, a.g.e., s.s.32-35. 
42 İsen, a.g.e., s.s.37-38; Örtülü, a.g.e., s.s.236-238; Ulus, 24 Şubat 1962. 
43 Örtülü, a.g.e., s.s.238-240; İsen, a.g.e., s.s.40-41. 
44 Cumhuriyet, 23 Şubat 1962. 
45 Yazgülü Aldoğan, “22 Şubat Hareketi”, Hürriyet, 25 Mayıs 1986, s.3. 
46 İsen, a.g.e., s.47. 
47 A.g.e., s.s.58-59. 
48 Son Havadis, 24 Şubat 1962. 
49 İsen, a.g.e., s.s.60-63; Dünya, 24 Şubat 1962. 
50 Örtülü, a.g.e., s.271. 
51 Müşerref Hekimoğlu, 27 Mayıs Romanı, Çağdaş yay., İstanbul, 1975, s.12. 
52 İsen, a.g.e., s.s.60-63; Dünya, 24 Şubat 1962. 
53 Hürriyet, 28 Şubat 1962. 
54 Son Havadis, 24 Şubat 1962; Ulus, 24 Şubat 1962. 
55 Toker, a.g.e., s.66. 
56 Örtülü, a.g.e., s.s.288-289. 
57 A.g.e., s. 291. 
58 A.g.e., s.s.299-300. 
59 İsen, a.g.e., s.85. 
60 Örtülü, a.g.e., s.s.304-306. 
61 İsen, a.g.e., s.77. 
62 Örtülü, a.g.e., s.316. 
63 İsen, a.g.e., s.77. 
64 Bedii Faik, İhtilalciler Arasında Bir Gazeteci , Dünya yay., İstanbul, 1967, s.s.271- 276. 
65 Örtülü, a.g.e., s.343. 
66 Dünya, 27 Temmuz 1963. 
67 Örtülü, a.g.e., s.s.355-357. 
68 Son Havadis, 6 Ekim 1964. 
69 Dünya, 27 Temmuz 1963; Erdoğan Örtülü, a.g.e., s.s.357-361. 
70 Yan kuvvetler, 11’ler ve 14’lerden oluşmaktaydı. 11’ler, Milli Birlik Komitesi içinde oluşan gruplardan birisi ve 27 Mayıs İhtilali’nin hedefine ulaştığını, 
seçimlerin en kısa zamanda yapılması gerektiği görüşüne sahipti. 
71 Son Havadis, 18 Ekim 1964. 
72 Örtülü, a.g.e., s.371. 
73 18.04.2003’te Ömer Gürcan İle Yapılan Görüşme. 
74 Örtülü, a.g.e., s.s.377-378. 
75 Dünya, 27 Temmuz 1963- 28 Temmuz 1963. 
76 Son Havadis, 29 Ekim 1964. 
77 Örtülü, a.g.e.,s.390. 
78 A.g.e., s.397. 
79 A.g.e., s.442. 
80 İsen, a.g.e., s.s.168-169. 
81 Örtülü, a.g.e., s.s.457-458. 
82 İsen, a.g.e., s.s.168-173. 
83 11.04.2003’te Bahtiyar Yalta ile Yapılan Görüşme. 
84 Dünya, 27 Temmuz 1963; Hürriyet, 8 Haziran 1963. 
85 11.04.2003’te Bahtiyar Yalta İle Yapılan Görüşme. 
86 TBMM Tutanak Dergisi, Dönem 1, C.2, Toplantı 2, Birleşim 6, 19/05/1963, s.s.104–105. 
87 Örtülü, a.g.e., s.471. 
88 A.g.e., s.522. 
89 11.04.2003’te Bahtiyar Yalta ile Yapılan Görüşme. 
90 18.04.2003’te Ömer Gürcan İle Yapılan Görüşme. 
91 Vatan, 2 Temmuz 1964. 
92 Örtülü, a.g.e., s.s.496. 
93 Cumhuriyet, 14 Haziran 1963; Son Havadis, 14 Haziran 1963. 
94 Vatan, 12 Eylül 1963. 
95 İsen, ‘‘Aydemir İsyanı’nın İçyüzü’’, Son Havadis, 2 Aralık 1964, s.3. 

KAYNAKÇA 

I- Resmi Yayınlar 
TBMM Tutanak Dergisi 

 II- Gazete ve Dergiler 

Akis, XXIII/400 
Cumhuriyet 
Dünya 
Forum, XIV/191 
Hürriyet 
Son Havadis 
Ulus 
Vatan 
Yarın Dergisi 

III- Kitaplar 

AKALIN, Cüneyt, Askerler ve Dış Güçler: ‘‘Amerikan Belgeleri İle 27 Mayıs Olayı’, İstanbul, 2000. 
ARCAYÜREK, Cüneyt, Darbeler ve Gizli Servisler (1950-1988), Bilgi yay., 3. basım, Ankara, 1989. 
AYDEMİR, Talat, Talat Aydemir’in Hatıraları, May matbaa., İstanbul, 1968. 
BAŞGİL, Ali Fuat, 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri, İstanbul, 1966. 
BURÇAK, Rıfkı Salim, Türkiye’ de Askeri Müdahalelerin Düşündürdükleri, Gazi Üniv. Basın Yayın Yüksekokulu Matb., Ankara, 1987. 
FAİK, Bedii, İhtilalciler Arasında Bir Gazeteci , Dünya yay., İstanbul, 1967. 
HEKİMOĞLU, Müşerref, 27 Mayıs Romanı, Çağdaş yay., İstanbul, 1975. 
ILICAK, Nazlı, 15 Yıl Sonra 27 Mayıs Yargılanıyor, Kervan yay., İstanbul, 1975. 
İBA, Şaban, Ordu Devlet Siyaset, Chivi Yazıları yay., İstanbul, 1998. 
İSEN, Can Kaya, 22 Şubat–21 Mayıs: Geliyorum Diyen İhtilal, İstanbul, 1964. 
KAYALI, Kurtuluş, Ordu ve Siyaset (27 Mayıs – 12 Mart), İletişim yay., İstanbul, 1994. 
KOÇAŞ, Sadi, Atatürk’ ten 12 Mart’ a (Anılar), III, Tomurcuk Matb., İstanbul, 1977. 
ÖRTÜLÜ, Erdoğan, Üç İhtilalin Hikayesi, Milli Ülkü yay., 5. Basım, Konya. 
ÖZTUNA, Yılmaz, Ayvaz Gökdemir, Türkiye’de Askeri Müdahaleler, İstanbul, 1987. 
ÖZTÜRK, Metin, Ordu ve Politika, Gündoğan yay., Ankara, 1993. 
SERİM, Ekrem, Türkiye’de Anayasa Hukuku Yönünden 27 Mayıs Devriminden Bu yana Siyasal İktidar Ordu İlişkileri, Ankara, 1974. 
TOKER, Metin, İsmet Paşayla 10 yıl (1961-1964), IV, Akis yay., Ankara, 1967. 
ULAY, Sıtkı, Harbiye Silah Başına, Kitapçılık Tic. Basın yay., İstanbul 1968. 
YALMAN, Ahmet Emin, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim (1922–1971), II, 2. Basım, İstanbul, 1997. 

 IV- Makaleler 

DOĞRU, Osman, ‘‘27 Mayıs, İktidar ve S.K.B.’’, Tarih ve Toplum XII/71, (Kasım 1989), İletişim yay., İstanbul, 1989. 
 V- Röportajlar 

18.04.2003’te Ömer Gürcan İle Yapılan Görüşme. 
11.04.2003’te Bahtiyar Yalta ile Yapılan Görüşme. 


***


ALBAY TALAT AYDEMİR’İN DARBE GİRİŞİMLERİ BÖLÜM 2



ALBAY TALAT AYDEMİR’İN DARBE GİRİŞİMLERİ  BÖLÜM 2

Talat Aydemir’e göre 22 Şubat’ı doğuran gerçek sebepler şunlardı: 
1- 27 Mayıs ihtilalinin hedefine ulaşmamış olması, 
2- 27 Mayıs 1960’tan önceki durumda olduğu gibi halkın 2 gruba ayrılmış olması ve “Milli Birlik” ruhunun yaratılamamış olması, 
3- Parlamento içinde bir kısım siyasilerin maksatlı tutumları ile silahlı kuvvetlerin halk ile karşı karşıya getirilmiş olması, 
4- Seçim sonrası, siyasi ortamda istikrarlı ve dinamik bir hükümet kurulmayışı yüzünden ülkenin asıl temel davası olan reformların ele alınmayışı40. 

22 Şubat Darbe Girişimi'nde Ne Olmuştu?
TBMM ve Genelkurmay'ı koruması için Ankara çevresinden çağrılan birliklerin çoğunun Aydemir'in safına geçmesiyle ikinci şok dalgası başladı. Haberciler vasıtasıyla geçen görüşmelerde İnönü; eğer isyancı askerler silah bırakıp kışlasına dönerse ertesi gün kimseye zarar gelmeden hepsini emekliye sevk edeceğinin garantisini verdi.


Talat Aydemir ve arkadaşlarının 20-21 Şubat gecesi harekete geçecekleri söylentisi yayılmaya başlamıştı. Haber, Ankara’daki ordu çevrelerinde yayılmış; 
Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu Birinci Zırhlı Tümen Tank Taburu’nda bazı subaylar birliklerini alarma geçirmişlerdi. 229. Piyade alayı ve muhafız alayı süvari grubuna da havacıların alarmını bildiren tankçılar bunların da harekete geçmesini söylemişlerdi. Böylece, Türkiye’de yeni bir ihtilal hareketi başlamış bulunuyordu. 

Sabaha karşı Talat Aydemir’in olup bitenlerden habersiz olduğunu öğrenen Kurmay Binbaşı Bahtiyar Yalta, tank taburu ile temasa geçmiş “Bir yanlışlık var” 
diyerek alarmı kaldırmıştır. Sabahın erken saatlerinde makamına gelen Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay, gece olup bitenleri işitince hiddetlenmiş, Talat Aydemir, Selçuk Atakan ve Necati Ünsalan’ı acele olarak Genelkurmay’a çağırmıştı. Sunay, sert bir ifade ile gece cereyan eden olaylardan albayları sorumlu tutmuş ve sözlerine şöyle devam etmiştir: ‘‘Birliklerinize alarm verdiğiniz için nakiller yapılacaktır. Bu şartlarda sizleri himaye ettiğimi bilmenizi isterim.’’ 

Aydemir, olup bitenlerle hiçbir alakaları bulunmadığını söyleyerek suçu reddetmiş ve “ Yanlış haberler ve dedikodularla bir kuvvet diğer kuvvet karşısında kullanılmak isteniyor” demiştir41. 

21 Şubat gecesi Genelkurmay Başkanlığı’nda toplantı yapılmış ve ordu içinde huzursuzluk yaratan bazı subayların Doğudaki birliklere tayin emirleri verilmişti. 
Bunun üzerine Talat Aydemir, olayları bir rapor halinde Harp Akademileri Kurmay Başkanı Emin Aytekin’e bildirdikten sonra Genelkurmay Başkanlığı’na 3 maddeden oluşan bir muhtıra göndermişti. Muhtıra şöyleydi: 

1- Resmi elbiselerini giyerek harekâta geçen Mucip Ataklı ve Haydar Tunçkanat hakkında kanuni işlem yapılması, 
2- Subaylara silahlı olarak göreve gelme emri veren Genelkurmay 2. Başkanı Memduh Tağmaç’ın durumunun gözden geçirilmesi, 
3- Tayinleri yapılan subayların tayinlerinin durdurulması. 

İstanbul’daki komutanların çoğunun bu hareketi benimsemeyeceklerini ve hükümete bağlı kalacaklarını bildirmeleri üzerine Genelkurmay Başkanı muhtırayı reddetmiş ve tayinler gerçekleşmişti42. 

Aydemir tayin haberini alınca, subay taburuna çıkmış ve yeni mezun olmuş 600 Asteğmen’e hitaben konuşma yaparak saat 15.00’te Harb Okulu’nu alarma 
geçirmişti. Binanın alt katında bulunan cephane açılmış ve mermi dağıtımı başlamıştı. Zaten Hava Kuvvetleri’ne 19 Şubat’ta alarm verilmişti.
   Aydemir yanlısı 229. Piyade Alayı alarma katılmamış, yeni komutan duruma hâkim olmuştu. Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’na tayin edilen yeni komutan 
birliğe tam hâkim değildi ve alaydaki subaylar arasında birtakım kıpırdanmalar vardı. 

22 Şubat Darbe Girişimi'nde Ne Olmuştu?
Görüşmeler sürerken Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı da Aydemir'in safına geçmiş ve Köşk'ün etrafını kuşatmıştı. Cuntanın isteği TBMM'nin dağıtılması, hükümetin istifası ve Anayasa'nın askıya alınması yoluyla yönetimin kendilerine geçmesiydi. Devletin bütün askeri ve sivil yetkilileri Köşk'teyken Aydemir'in emriyle hepsi rahatça ablukadan çıktılar ve bu girişimin kırılma noktası oldu.
Akşam olduğunda Hava Kuvvetleri'ne bağlı jetler, Harp Okulu üstünde alçak uçuş yapmaya başladılar.


Ayrıca hükümet tarafından, Çubuk’tan 230. Piyade Alayı, Polatlı’dan Topçu Birlikleri getirilmişti ama bunların komutanları Harb Okulu’na giderek Talat 
Aydemir’in emrine girdiklerini bildirmişlerdi. Aydemir bu duruma güvenerek43 Cumhurbaşkanı’ndan şu şartların gerçekleştirilmesini istemişti: 

1- Kendisi ile birlikte emekliye sevk edilen arkadaşlarının yerlerine dönmesi, 
2- 200 milletvekilinin milletvekilliği düşürülecek, eğer olamazsa Meclis’in feshi, 
3- Anayasanın bazı maddelerinin düzeltilmesi, 

Aksi takdirde alarmı durdurmayacaklardı 44. 

  Olayları izleyen Başbakan, Bakanlar, Parti liderleri, Genelkurmay Başkanı Çankaya’da toplantı halindeydi. Bu arada Fethi Gürcan, Talat Aydemir’i arayarak köşktekileri enterne etmeye hazır olduğunu söylemiş; Aydemir ise, hepsinin serbest bırakılmasını emrederek; “Bırak gitsinler” demiştir. İnönü Köşk’ten çıkarken; “İşte şimdi kaybettiler” diye gülümsemiştir 45. 

Aydemir ve diğer komutanlar görevlerine iade edilmeleri şartıyla harekâta son vereceklerini belirtmişlerdi46. Cumhurbaşkanı, Hükümet ve Genelkurmay Başkanı teklifi kabul etmemiştir. Bu gelişmeler üzerine İnönü, şunları söylemiştir: “Bu milletin haysiyetine, ordunun şerefine tecavüz edilmiştir. Sonuna kadar mücadele edeceğiz. Silahlı çatışmaya yol açmazlarsa affedebiliriz. Aslında cezaları kurşuna dizilmektir. Kendilerini emekliye sevk edeceğim.” Harb Okulu karargâhından, Hükümete gelen son mesaj da, Genelkurmay’a 
“Cezai müeyyideler tatbik edilmediği takdirde teslim olunacağı” bildirilmişti47. 

Sabaha karşı okula dönme emri alan Harb Okulu öğrencilerine Genelkurmay’dan verilen emir üzerine, yarıyıl tatilinin de yaklaşması nedeniyle 20 
günlük tatil verilmişti. Çubuk’tan gelen Piyade Alayı da, Harb Okulu öğrencilerinden boşalan yerlere yerleştirilmişti48. Yine aynı gün akşam saatlerinde Talat Aydemir, Harb Okulu Alay Komutanı Kurmay Albay Turgut Alpagut, Genelkurmay Harekât Dairesi’nden Kurmay Albay Dündar Seyhan ve Kurmay Albay Emin Arat gözaltına alınmıştı 49. 

Başbakan İsmet İnönü’nün, Talat Aydemir’in serbest bırakıldığı 26 Şubat 1962 günü, 22 Şubat Olaylarını değerlendirdiği konuşmasında Harb Okulu öğrencilerinin aldatıldığını belirtmesi sonucunda yeni olaylar çıkmış ve bazı öğrenciler üzerinde ‘‘Harbiyeli Aldanmaz’’ sözleri yazılı bir çelengi Taksim’deki Atatürk Anıtı’na koymuşlardı. Bu sözler, daha sonra 21 Mayıs’ın parolası olarak kullanılmıştır. Bu gelişmeler sonucu Harbiyeli öğrenciler hakkında soruşturma açıldı ve mahkemeye verildi 50. 

Avrupa’daki 14’lerden Orhan Kabibay, 22 Şubat Olayı başarısızlığa uğrayınca şöyle demiştir: “Biz olsaydık, bu ihtilali ısmarlama bir elbise gibi toplumun sırtına geçirirdik !..” 51 

22 Şubat sonrası, Meclis bütçe görüşmelerine devam edilmiş ve bu sırada verilen bir önerge kabul edilerek Meclis’in, orduya şükran ve takdir duyguları 
iletilmişti52. Dört partinin liderleri tarafından devrimlerin korunması amacıyla 9 maddeden oluşan “Milli Huzuru Bozan Fiiller Hakkında Kanun” çıkarılması 
kararlaştırılmıştı53. Ankara’da bulunan gençlik örgütleri de Türk Ordusu’na ve komutanlarına bağlılıklarını bildiren birer bildiri yayınlamışlardı 54. 


22 Şubat Darbe Girişimi'nde Ne Olmuştu?
Gecenin ilerleyen saatlerinde pazarlıklarda son noktaya gelindi. Aydemir; kendisinin Harp Okulu'nun başında kalması ve diğer katılan subayların da istediklere yerlere tayin edilmesi karşılığında harekatı durduracağını söyledi. İsmet İnönü, bu teklifi kat'i suretle kabul edilemez buldu.


22 Şubat Olaylarından sonra, af tartışmaları başlamış; AP, YTP ve CKMP 22 Şubat Olaylarına karışanların affına karşılık Kayseri’dekiler için de kısmi af istiyordu55. 

22 Şubat Olayı’nın bastırılmasının ardından, bir yanda 22 Şubatçıların mevcut siyasi kadro ile demokrasi kurulamayacağı açıklamaları; bir yanda da, AP Grubu’nun siyasi af konusunda aldığı kararı açık bulmayan İsmet İnönü, 30 Mayıs 1962’de istifa etmiştir. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, hükümetin düşmesinin sorumlusu olarak Adalet Partisi’ni görmekteydi. Cumhurbaşkanı, hükümet buhranını çözmek amacıyla yeni hükümeti kurma görevini İsmet İnönü’ye verdi. 18 Haziran 1962’de İnönü’nün, hükümeti kurmaktan vazgeçmesiyle hükümet buhranı giderek artmış ve ordunun tekrar yönetime el koyacağı yönünde söylentiler yayılmaya başlamıştı56. 
Bu gelişmeler sonucu, 24 Haziran 1962’de CHP- CKMP -YTP Koalisyon Hükümeti kuruldu. 

Hükümet kurulduktan sonra, 1 Temmuz 1962’de 14’lerden Orhan Kabibay ve Rıfat Baykal yurda dönmüştü. İnönü, 22 Şubatçıların hareketlerini izliyor, 14’lerle görüşmelerine dikkat ediyordu57. 

İnönü, kurduğu ikinci koalisyon hükümetinin güvenoyu alması ve Meclis’in tatile girmek üzere olması nedeniyle 27 Mayıs sonrasındaki olaylarla ilgili bir konuşma 
yapmıştı. Bu konuşmaya cevap olarak Talat Aydemir’de bir demeç vermiş; demecin gazetelerde yayınlandığı gün Aydemir savcılığa çağrılarak, “ Kanunun suç saydığı bir cürmü övdüğü” iddiasıyla 2. Sulh Ceza Mahkemesi’ne sevk edilmiş ve orada tutuklanıp cezaevine yollanmış58; ancak 18 Temmuz 1962’de kefaletle serbest bırakılmıştı59. 

21 Mayıs’a giden süreç içinde, 22 Şubatçılar kendilerini iki sorunla karşı karşıya bulmuştu: Birincisi, politika alanında işlevleri ne olacaktı; ikincisi ise, kendilerine 
emeklilik hakkı tanınmadan ordudan atılan arkadaşlarına ne şekilde yardım yapacaklardı. 22 Şubatçılar arkadaşlarına yardım konusunu yoluna koyduktan sonra diğer sorunu gidermeye çalışmaktaydılar. Bu sırada, 14’lerden Orhan Kabibay Grubu’nun Atatürkçü Parti kurmak için İstanbul’da yapılacak toplantıya 22 Şubatçıların da bir temsilci göndermesi isteği, 22 Şubatçıların harekete geçmesinde etken olmuş60 ve Albay Talat Aydemir, Albay Emin Arat, Albay Asım Mutludoğan, Albay Necati Ünsalan, Albay Turgut Alpagut, Emekli Binbaşı Fethi Gürcan, Binbaşı Bahtiyar Yalta, Binbaşı Kadir Çıtak, Emekli Yarbay Mustafa Ok ve 22 Şubat’tan önce ordudan ayrılmış olan Deniz Yüksek Mühendis Albay Galip Gültekin’in katıldığı bir toplantı ve görev dağılımı yapılmıştı 61. 22 Şubatçılar bütün amaçlarını gerçekleştirmek için “çengel sistemi” ile özellikle Ankara’daki birlikler arasında teşkilatlanmaya başlamıştı 62. 

22 Şubat Darbe Girişimi'nde Ne Olmuştu?
Köşeye sıkışan Aydemir, son çare olarak emekli edilmeyecekleri ve yargılanmayacakları konusunda yazılı taahhüt istedi.


22 Şubatçılar yapacakları harekâtı “Kemalizm Doktrini” üzerine oturtmak istiyorlardı. Kemalizm, kişisel hâkimiyetin yerine milli hâkimiyetin sağlanması idi. Aydemir’e göre, Türkiye’de şahıs ve şahıslar hâkimiyeti vardı. Atatürk’ün, Türkiye’nin kalkınması için şart koyduğu birlik ve beraberlik prensibinden uzaklaşılmıştı 63. Ayrıca, halkın da intikamcı partiler aracılığı ile bir halk ihtilaline hazırlandığı düşüncesi harekete geçiş gerekçesi olarak kullanılmaktaydı. Kendilerini halkın dışında, halkın isteği doğrultusunda hareket ettiklerini belirtiyorlardı. Bunun için de geçici bir aydın demokrasisinden yana olduklarını söylemekteydiler 64. 

Ülkedeki istikrarsızlık, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın hareketli olduğu ve 14’lerin lideri Alparslan Türkeş’in yurda dönerek, ‘‘Türkiye Huzur ve Kalkınma Derneği’’ kurmaya çalıştığı günlerde, ihtilal hazırlıkları son safhaya getirilmişti65. 22 Şubatçıların oluşturduğu Türk Silahlı Kuvvetler Birliği’nin fikir karargâhı, 1963 yılının Mart ayında düzenlediği toplantıda kuvvetleri gözden geçirmişti. Fethi Gürcan’ın bizzat yönlendirdiği Tank Okulu’ndaki Tank ve Süvari subaylarının kursu, Nisan’ın ilk haftalarında biteceği endişesi ile 20 Mart- 20 Nisan tarihleri arasında bir gün ihtilal yapılması uygun görülmüştü66. Bu ihtilal hareketi, 20 Mart günü Emniyet tarafından öğrenilince bir süre durdurulmuştur. İhtilal girişiminin durmasının diğer nedenleri ise, 

— Celal Bayar’ın Kayseri Cezaevi’nden tahliye edilmesi ve bu olay bahane edilerek girişilen “ Gençlik Hareketi” teşebbüsünün başarısızlığa uğraması, 
— Ankara Belediyesi’nin, 31 Mart’ı 1 Nisan’a bağlayan gece şehir elektriklerinin kesileceğini ilan etmesi. 

İhtilalciler, bu hava içerisinde bir askeri harekâta girişirlerse AP lehine yorumlanacağı endişesi nedeniyle bir süre ertelemişlerdir. Ayrıca hükümetin, ihtilal gününden haberdar olmasıyla Ankara’daki askeri birliklere alarm verilmişti67. 

Birçok kesim, Talat Aydemir’in bu şartlar altında bir harekete girişmeyeceğini sanıyordu. İlgililer de aynı fikirdeydi. Bu nedenle, ihtilal ihbarında olağanüstü tedbirler alınmasına ihtiyaç duyulmamıştı; ama Genelkurmay, birliklere yolladığı gizli bir emirle dikkatli olmalarını istemişti 68. 

22 Şubat Darbe Girişimi'nde Ne Olmuştu?
İsmet İnönü bu isteği kabul etti ve yazılı beyanını talat Aydemir'e aracılar vasıtasıyla ulaştırdı. 

İhtilalden vazgeçildi; ancak bilgi verilmediği için İstanbul’da çengel atılan Deniz Harb Okulu Teğmenleri, 31 Mart- 1 Nisan gecesi harekete geçmişler ve bu sırada tutuklanmışlardı. Bu olay 22 Şubatçıları olumsuz etkilemiş ve çalışmalarına devam etmekten alıkoymuştu 69. 

Bundan sonra 22 Şubatçılar, kendilerine destek sağlamak için yan kuvvetlerle 70, 

Lale Apartmanı, I. ve II. Söğütözü, Dikmen Zirve ve Piyer Loti Oteli toplantıları nı yapmışlardı. Bu toplantılarda birleşme çabaları boşa çıkınca 22 Şubatçılar kendi çabalarıyla hazırlıklara başlamıştı 71. 

İnönü, bu gelişmelerden iyice kuşkulanmıştı. Bu nedenle, Mayıs ayında İstanbul’a giderek askeri birlikleri teftiş etti. Bu sırada 22 Şubatçılar ihtilal gününü tespit etmişlerdi. İnönü’nün, partisinin Meclis Grubu’nda yaptığı konuşma, ‘‘Vaziyet çok vahimdir… Üç gün içinde her şey olabilir. Dikkatli olunuz… Ankara dışına çıkmayınız…’’ ülkede önemli ses getirmişti72. Ömer Gürcan, İnönü’nün üç gün içinde her şey olabilir sözünü şöyle açıklamakta: “Herkes, İnönü’nün Talat Aydemir ve arkadaşlarının hareketlerinden haberdar olduğunu sanıyordu. Oysa ki Paşalar bir harekât yaparak Aydemir ve arkadaşlarını içeri almak istiyordu.”73 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDİLECEKTİR.



***