Cezayir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cezayir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Şubat 2021 Pazar

LİBYAYI BUGÜNLERE KİM GETİRDİ.,

 LİBYAYI BUGÜNLERE KİM GETİRDİ.,


DEVRİM SONRASI TÜRKİYE NİN LİBYA POLİTİKASI: KIRILMALAR VE RİSKLER

FURKAN POLAT*


*FURKAN POLAT 
2014 yılında Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsünde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başlayan Furkan Polat, halen Ortadoğu Enstitüsünde Libya masasında çalışmalarını sürdürmektedir. Doktora adayı olan Polat’ın ilgi alanlarını iç savaşlardaki yerel aktörlerin güvenlik stratejileri, ittifaklar ve dış müdahale gibi güvenlik meseleleri oluşturmaktadır.

PERSPEKTİF
OCAK 2020 . 
SAYI 256

• Devrim sonrası Ankara’nın Libya politikası nasıl şekillendi? 
• Krizin yerel ve uluslararası dinamikleri açısından Türkiye’yi bekleyen riskler nelerdir?
• Libya’daki yerel ittifaklar nasıl bir görüntü sergilemekte ve kimlerden oluşmaktadır?

Libya’nın BM tarafından tanınan meşru hükümeti Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) Başkanı Faiz Serrac’ın 27 Kasım 2019’da Türkiye’ye yaptığı ziyarette iki ülke arasında “Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası" ile Türkiye ve Libya’nın uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarının muhafazasını hedefleyen 
“Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” imzalandı. Özelde iki ülke ilişkilerinde genelde ise Doğu Akdeniz’deki güç mücadelesinde tarihi bir kırılma olan bu iki anlaşmayla Libya krizi, bugüne dek hiç olmadığı kadar Türkiye açısından hayati bir mesele haline geldi. Bu bağlamda Ankara’nın Libya politikasının dünü ve bugününü krizin lokal ve uluslararası dinamikleriyle birlikte ele almak, Türkiye’nin atacağı yeni adımlara ışık tutmak açısından önemlidir.
Kaddafi rejimi sonrası Türkiye’nin Libya politikasını belirleyen en temel dinamik, ülkede istikrarı tesis edecek kurumları oluşturarak ve taraflar arasında yaşanan çatışmaları barışçıl girişimlerle sona erdirerek olası bir bölünmeye engel olmaktı. Türkiye, geçiş hükümetiyle yaptığı anlaşmalar kapsamında ordu ve kolluk 
kuvvetlerinin eğitiminde üstlendiği rolle Libya’nın modern devlet kurumlarına kavuşması için ciddi bir çaba sarf etti. Ancak yerel aktörler arasındaki rekabetin lokal dinamiklerin etkisiyle çatışmaya evrilmesi ve 2014 yılındaki tartışmalı seçimler sonucunda Libya’nın fiilen ikiye bölünmesi bu çabaların sekteye uğrasına 
yol açtı. Bu tarihten itibaren Türkiye’nin odak noktası, Libya krizinin barışçıl çözümüne yönelik atılan uluslararası adımları desteklemek ve yerel aktörleri bu süreçlere dâhil etmekti. Bu bağlamda 2014’te Libya’nın Gıdamis kentinde başlayan ve Aralık 2015’te Fas’ın Süheyrat kentinde Libya Siyasi Anlaşması’nın (LSA) imzalanmasıyla sonuçlanan süreçte Türkiye, özellikle Milli Genel Kongre’nin (MGK) görüşmelere katılması için büyük çaba sarf etti. 

LSA kapsamında başkentte göreve başlaması öngörülen Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile MGK bünyesindeki Ulusal Kurutuluş Hükümeti arasındaki krizde de yine Türkiye’nin yoğun diplomatik çabaları sonucunda anlaşmazlık, 
çatışmaya evrilmeden çözüldü. Son birkaç yıldır ise BM Libya Destek Misyonu’nun UMH ile Hafter arasındaki krizi çözmeye yönelik gerçekleştirdiği zirvelerde Türkiye mevcut pozisyonundan taviz vermeyerek barışçıl çözüm arayışlarını sürdürdü. 
Ancak geçtiğimiz yıl İtalya’nın Palermo kentinde düzenlenen zirvede yaşananlar Türkiye’nin söz konusu tavrının sonuç üretmeyeceğini açıkça gösterdi. 

İlk etapta Palermo zirvesine katılmama kararı alan Hafter’in talebi doğrultusunda UMH Başkanı Serrac, Mısır Cumhurbaşkanı Sisi, İtalya Başbakanı Conte, Fransa Dışişleri Bakanı Le-Drian, Rusya Başbakanı Medvedev ve Libya’ya komşu olan diğer ülke temsilcileri bir güvenlik zirvesi gerçekleştirmişti. Söz konusu görüşmelerde dikkat çeken husus Hafter muhalifi yerel aktörlerden katılım olmamasının yanı sıra Türkiye ve Katar gibi krizin çözümünde kritik rol oynayabilecek ülkelerin de görüşme dışında bırakılmasıydı. 

Hafter’in bu yaklaşımı Palermo Konferansı’nı Libya krizini sona erdirmeyi amaçlayan barışçıl bir girişimden ziyade uluslararası güç mücadelesinin sergilendiği bir platforma dönüşmesine yol açtı. 

KIRILMA NOKTASI: PALERMO KONFERANSI

Türkiye’nin Libya siyaseti açısından Palermo Konferansı’nın bir kırılma noktası olduğunu söylemek mümkündür. Zira Hafter cephesini destekleyen uluslararası aktörlerin konferans esnasındaki tavrı, krizin barışçıl yollarla değil güç kullanarak aşılmasının hedeflendiğini açıkça ortaya koyuyordu. Bu zirveden yaklaşık 
dört ay sonra söz konusu hedefin bir yansıması olarak Hafter liderliğindeki cephe başkent Trablus’u ele geçirmek için bir operasyon başlattı. Yaklaşık yedi aylık süre içerisinde UHM’ye bağlı gruplar önemli bir direniş sergilese de Wagner Grubu’na ait savaşçıların Trablus’taki cephe hattına intikali ve BAE/Mısır’a ait savaş uçaklarının hava saldırıları direncin kırılmasına neden oldu. Bu durum Türkiye’nin Libya siyasetinde yeni bir dönemin başlamasına ve daha fazla askeri angajmanın kaçınılmazlığına yol açtı. 

Libya krizi kendi iç bağlamının ötesinde Doğu Akdeniz’deki güç mücadelesi açısından oldukça önemlidir. 

Zira bu bölgede oluşturulmaya çalışılan Türkiye karşıtı fiili durumu bertaraf edebilmek Libya’da belirleyici aktörlerden biri olmaktan geçmektedir. Bölgede Libya dışındaki alternatiflerle benzer bir ilişki kurmak çok daha maliyetli ve kompleks olması nedeniyle gerçekçi değildir. Örneğin Doğu Akdeniz bağlamında 
Türkiye’nin Mısır’la masaya oturması için başta Sisi rejimiyle yaşanan siyasi krizler olmak üzere Katar krizi, 
BAE ve Suudi Arabistan gibi faktörleri dikkate almak zorunda kalacaktır. Bir başka seçenek olarak Yunanistan ve Güney Kıbrıs’la görüşerek Doğu Akdeniz’deki mevcut anlaşmazlıkları giderme yolunu tercih etse, Ege ve Kıbrıs sorunu gibi çok daha derinlikli meselelere dair çeşitli tavizler vermek zorunda kalacaktır. Benzer durum İtalya ve Fransa gibi AB üyesi devletlerle ilişkiler için de söylenebilir. Dolayısıyla mevcut konjonktürde Türkiye’nin Libya dışındaki seçenekleri değerlendirmeye alması köklü bir dış politika değişimini ve bu bağlamda bir takım tavizleri beraberinde getirecektir. 

Öte yandan uzun süredir iç savaş yaşayan Libya ise krizin iç ve dış dinamikleri nedeniyle Türkiye açsısından bazı riskler barındırmaktadır. 

     İlk olarak krizin iç dinamiklerine değinmek gerekirse, 2014’ten günümüze 
çeşitli aralıklarla devam eden savaşın iki farklı ittifak arasında cereyan ettiğini belirtmek gerekir. Çatışmanın tarafların biri olan ve UMH çatısı altındaki grupların başta Misrata ve başkent Trablus olmak üzere Zintan, Tacura ve Libya’nın batısındaki diğer kentlerden gelen milislerden oluştuğunu görmekteyiz. Bu ittifak açısından Hafter’in Trablus operasyonunun varoluşsal bir tehdit olması ittifakın en güçlü özelliği olarak zikredilebilir. 

Söz konusu gruplar arasında 4 Nisan öncesinde ciddi çatışmaları ve güvenlik ikilemlerinin yaşandığı göz önüne alındığında, Hafter tehdidinin bertaraf edilmesi sonrası bu ilişkinin barışçıl bir biçimde sürmesi konusunda sorunlar yaşanabilir. Özellikle başkenti uzun süre kontrol altında tutan gruplarla Türkiye ile yakın 
ilişkilere sahip Misratalı gruplar arasında 2018 yılında çatışmaya evrilen rekabetin yaşandığını düşünürsek, Hafter karşıtlarının bütüncül/hiyerarşik bir yapı altında bir araya geldiklerini söyleyemeyiz. Bu durumda Türkiye’nin UMH çatısı altındaki grupların bir arada tutulması konusunda çaba sarf etmesi gerekecektir.

   Hafter penceresinden Libya krizinin yerel dinamiklerine bakıldığında durumun bu ittifak için de farklı olmadığı söylenebilir. Hafter’in liderliğini yaptığı ittifak üç farklı bileşenden oluşmaktadır. 
    Bunlar; Hafter’e sadakatiyle öne çıkan ve genel itibarıyla Libya’nın doğusundan gelen silahlı gruplar, Batı Libya’daki güç ilişkilerinde belirleyici aktör olma potansiyelini kaybedenler veiç savaşın sunduğu ganimetlerden faydalanmaya çalışanyabancı paralı askerlerdir. 
    Başka bir ifadeyle, Hafter’inliderliğini yaptığı cephe, kimi grupların onun liderliğinde otoriter bir rejim kurma hayaliyle, kimilerinin 2011devrimi sonrasında kaybettiği güç pozisyonunu gerielde etme hevesiyle, kimilerinin ise ekonomik kazanç veaskeri kapasite devşirme arzusuyla bir araya geldiği birittifaktır. 

    Elbette UMH çatısı altındaki ittifakta olduğugibi bu cephenin de ciddi bir zafiyeti bulunmaktadır.

Özü itibariyle her biri farklı çıkar tanımlamalarına sahipaktörlerin bir araya gelerek oluşturduğu bu yapıyı ayakta tutan şey yayılmacılıktır. Bu yayılmacılık Trablus’tadurdurulduğu takdirde Hafter’in kazandıran aktör olduğuna 
dair inancın zayıflaması ve ittifakta kopmalarınyaşanması kuvvetle muhtemeldir.
    İkinci olarak, Libya krizi uluslararası dinamikler açısından değerlendirildiğinde Hafter cephesinin daha geniş bir desteğe sahip olduğu söylenebilir. Uzun süredir BAE, Fransa, Rusya, Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün gibi ülkeler Hafter’in askeri ve ekonomik kapasitesinin inşasında ve onun liderliğindeki mevcut ittifakın oluşumunda belirleyici roller üstlendiler. Öte yandan UMH ile Türkiye arasında imzalanan anlaşmalar sonrasında bu ülkelere Yunanistan gibi yenilerinin eklenmesi karşısında, Türkiye de Cezayir ve Tunus’u daha fazla sahaya çekerek Hafter blokunu dengelemeye çalışmaktadır. Ankara ayrıca, Moskova ile sorunun 
çözümü konusunda doğrudan temas kurmak suretiyle, çıkar farklılıklarına sahip olduğu karşı bloku ayrıştırmaya yönelik de politika izlemektedir. 

Gerek Libya krizinin geçtiğimiz yıllardaki seyri gerekse Doğu Akdeniz’de yaşananlar, yatıştırma stratejisinin saldırganlığı bertaraf etmediğini açıkça göstermektedir. Türkiye’nin kendi kapasiteyle orantılı bir biçimde kriz alanlarının yerel ve uluslararası dinamiklerini hesaba katarak caydırıcılığını ortaya koyması ulusal çıkarları ve güvenliği açısından elzemdir.

www.setav.org 
info@setav.org 
 @setavakfi

ANKARA • İSTANBUL • WASHINGTON D.C. • KAHİRE • BERLİN • BRÜKSEL

****

17 Ocak 2021 Pazar

Tunus seçim sonuçlarının yansımaları ve Türkiye

 Tunus seçim sonuçlarının yansımaları ve Türkiye
 


Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
DÜNYA
01.11.2014 09:35:25

Tunus seçim sonuçları, yansımaları , Türkiye, Feyzi Çelik, ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ,  KÜRDİSTAN, DÜNYA,Kuzey Afrika, Libya,  Cezayir,


Tunus,  Kuzey Afrika'da Libya ile Cezayir arasına sıkışmış küçük bir devlet. Aslında Tunus, Cezayir'in bir parçası. 20.Yüzyılda, Cezayir Fransa'ya karşı bağımsızlığını kazanırken, Tunus'un Fransa ile ilişkileri Cezayir'e göre daha iyiydi. Tunus, laik iktidarlar/diktatörler yönünden Batı ile hiçbir sorun yaşamıyordu. Ta ki Arap Baharının start aldığı 2010 yılına kadar. 

Tunus'ta ayaklanmanın en önemli sonucu cumhurbaşkanı Zeynel Bin Ali'nin Suudi Arabistan'a kaçmış olmasıdır. Bin Ali, ülkeyi terk ettikten sonra yapılan seçimleri Müslüman Kardeşlerden oluşan lideri Gannuşi olan Nahda Partisi kazanmasına rağmen siyasi istikrar sağlanamadı. Bazı muhaliflere suikast yapılması ayaklamanın seyrini değiştirerek Müslüman Kardeşler karşıtı bir doğrultuya girdi. Mısır'da askeri darbe ile Mursi'ye yapılanın bir benzeri Gannuşi'ye karşı seçimler yoluyla yapıldı. Yapılan seçimlerde Nahda yenilirken, çoğunluğu sağlamasa da laik bir parti seçimleri kazandı. Böylece Arap Baharının başladığı yerde yeniden eskiye dönülmüş oldu. Suudi Arabistan'a kaçmak zorunda kalan Bin Ali'nin halefleri yeniden iktidara gelme şansını yakaladı. Kimisi bundan hareketle Türkiye'de de AKP'ye karşı güçlü laik bir siyasi yönelimin çıkacağını söylüyor ise de bu gerçekçi değildir. Bu olsaydı 2014'te yapılan iki seçimde ortaya çıkacaktı. Kaldı ki, Tunus'ta yaşananların "laik bahar" olup olmadığı da belirsizdir. Toplumsal olarak Batıcı yaşamı tercih edenlerin yoğun yaşadığı Tunus'ta, Batı'nın ekonomik desteği böyle bir sonucun alınmasına neden olabilir. Batı'nın en büyük korkusu, Kuzey Afrika'da başlayan İsyanın Cezayir ve Fas gibi ülkelere sıçramasıdır. Henüz Arap Baharı diye bir durum ortada yokken, seçimlerle başa gelen İslami Partiye karşı yapılan silahlı bastırma hareketinin yapıldığı ülke de Cezayir'dir. Cezayir'in Orta Afrika'nın Akdeniz'e geçiş noktası olduğu düşünülürse Batı'nın Cezayir'e özel önem vermesinin ne anlama geldiğini kavrayabiliyoruz. 

Tunus'ta bunlar olurken, Libya'da siyasi kargaşa devam ediyor. Ülkede büyük bir iç savaş yaşanmaktadır. Kaddafi'nin öldürülmesi ile birlikte, özel ve yabancı güçlerden oluşan Libya Ordusunun dağılmasından sonra güvenliği sağlayacak merkezi bir savunma gücünden yoksunluk, alanı radikal islamcılara ve aşiretlere bırakmış durumdadır. Petrol bakımından zengin olan Libya'da bulunan her bir yabancı güç kendisine bağlı grupları silahlandırmakta tereddüt etmemektedir. Mısır'da darbe ile, Tunus'ta seçimlerle yapılanın benzerinin Libya'da olması mümkün değildir. Libya'nın bu durumda oluşu yanıbaşında bulunan Tunus'u da rahat bırakmayacaktır. Libya'da siyasal istikrarsızlığın sağlanması, radikal islami grupların etkinliğinin azalmasına bağlıdır. Bu da Libya'da Afganistan benzeri, BM ve NATO'yu merkeze alan bir yapının kurulması ile mümkün olabilir. ABD ve Batı şu anda tüm dikkatini Irak ve Suriye'ye vermiş durumdadır. Irak'ın Sünni Bölgesinde etkinlik kuran IŞİD'in Suriye'de de etkili olmaya başlaması, daha önceden temel tehlike olan Esad'ı temel tehlike olarak görmekten vazgeçmiştir. Buna en çok karşı çıkan da Türkiye'dir. Türkiye, Esad'ı temel tehlike olarak görürken, Batı ile çelişkiler yaşamaktadır. Ancak Türkiye'nin NATO anlaşmasının tarafı oluşu, bu konuda daha ileri gitmesine engeldir. Bu nedenle, diğer ülkelerde Müslüman Kardeşlerin başına gelenlerin AKP'nin başına geleceğini söylemek doğru değildir. AKP-Batı/Küresel Kapitalizme göbekten bağlılık derecesi Arap Baharı yaşanan ülkelerle benzersiz bir durumdadır. Batı'nın Türkiye eleştirisi, Türkiye'nin bölgesel rol oynamasına yöneliktir. Ortadoğu'nun reel politiğinde bölgesel güç olunamayacağını, yaşanan gelişmeleri Türkiye acı bir şekilde öğrenmiştir. Bu acıyı kendi içinde yaşayabileceğinin örnekleri ortada iken Türkiye Batı ile ilişkilerini fabrika ayarlarına geri döndürmek durumundadır. Bunun çokça işaretleri vardır. AKP, kendi islami anlayışını uygulamaya devam ederken, Türkiye'de laik baharı bekleyenler daha fazla hüsrana uğrayacaktır. Batı'nın işine gelen de bu olacaktır. 

***

28 Ekim 2018 Pazar

Gaddar Olursa Devlet

Gaddar Olursa Devlet




Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
24 Ocak 2011



Büyük şairimiz Abdülhak Hamid Tarhan: “ Gaddar olursa devlet, o millet eder kıyam Mağdur olursa millet, o devlet bulur hitam.” Beyti ile adeta Tunus’un tablosunu çiziyor. Tunus, Fas, Cezayir Osmanlı Devletimizin çok aziz topraklarıdır.  

   Osmanlı bu toprakları tam bir adaletle yönetti. Devletimiz iç gailelere boğulunca Fransızlar Tunus’u işgal ettiler. Tunus başta olmak üzere Fas’ın, Cezayir’in kaybı yürekleri dağladı. Hâlâ Anadolu’da,  evlenen kız baba evinden çıkarken yanık bir melodi ile uğurlanır. 

   Bu müzik parçasının adı Cezayir’dir. Tunus, Fransız diktatörlüğünün kurduğu zulüm düzeninden kurtuldu ama zalimlerden kurtulamadı.  Tunus ve diğer  eski sömürgeler bağımsızlığa geçerken emperyalist ülkeler aldığı mali ve ekonomik tedbirlerle  görünüşte tam bağımsız gerçekte  yarı bağımlı  devletler kurdular. Yeni devletin yönetici kadrosunun M.Kemal şuurundan uzak olduğu da bir diğer acı gerçektir. 

Hz. Ali şöyle buyuruyor: 

   “Bütün dünyayı verseler ve buna karşılık bir karıncanın ağzındaki daneyi almamı isteseler, bu zulmü yapmam.”  
İşte, devletin yönetiminde bulunanların riayet edeceği ölçü budur.
   Kanunun bittiği yerde zulüm başlar. Yaradanın ilahi sisteminde zulmün yeri yoktur. Tunus’ta bir diktatör vardı. 20 seneyi aşkın zaman kendisini alkışlamayanları susturdu, hapishanelerde çürüttü. İnsanlar ne suç işlediklerini, ne ile itham edildiklerini bilmeden aylarca, bazen yıllarca zindanlarda kaldılar.  Muhalefet hiçbir yerde sesini duyuramadı. Basına sansür uygulandı. Halkın ihtiyaçlarına ilgisiz, taleplerine karşı kör, merhametsiz  bir rejim hüküm sürdü. Tunus’ta bir genç adam kendisini yakarak isyanı başlattı. Ne polis, ne ordu halkı durduramıyor.

   Açlık, işsizlik, diplomalı aydın işsizliği, can güvenliğinin olmayışı Tunus’taki kazanı kızdırdı ve sonunda patlattı. Halk, zulüm döneminin isimlerini  artık başında görmek istemiyor. Onların kabineye alınmasına tahammülü yok.Suudi Arabistan’a kaçtığı ifade edilen eski devlet başkanı ve ailesiyle ilgili sayısız yolsuzluk söylentisi var. Eğer ülkede gerçek bir demokrasi  olsaydı bu iddiaların doğruluk derecesi  hemen tespit edilebilirdi.   Dileğimiz en kısa sürede Tunus sokaklarındaki heyecanın, yerini huzura, sükûnete ve akla terk etmesidir. 

  Aksi halde bu güzel memleket akıbeti belli olmayan bir felakete sürüklenebilir.  İkinci önemli konu Tunus örneğinin bütün diktatörlere ve tek adam olma rüyası görenlere ibret olmasıdır.  

   Değerli şairimiz Tevfik Fikret’in sanki aşağıdaki mısra’ı, ihtirasının zirvesine çıkmış ancak gafletinden, hakikati göremeyenler için söylemiştir: 

“Zulmün topu var, güllesi var, kal’asıvarsa, 
  Hakkın da bükülmez kolu, dönmezyüzü vardır ”  

Bu halk hareketi Tunus ile sınırlı kalacak gibi görünmüyor. 
Cezayir yine kaynıyor. Mısır’da  Mübarek aleyhtarı gösteriler yapılıyor. 
Lübnan karışık. 

   Son olarak Arnavutluk’ta ciddi muhalif hareketler başladı. Tunus’un komşularından başlayarak, halkın ezildiği, yoksulluk çektiği ülkelerde benzer hareketler başlaması, polis ve hatta ordu ile çatışmalara girilmesi sürpriz olmayacaktır. Bir devletin ekonomik  rakamları olumlu bir tablo çizse de eğer gelir adaletsiz bir biçimde dağılıyorsa, orada karışıklık yakındır. Esasen terörün, iç savaşların, kargaşanın sebebi  dünyanın her yerinde öncelikle “gelirin adaletsiz dağılımıdır. Bölgeler, sınıflar, zümreler arasında gelir dağılımındaki dengesizlik, artan işsizlik, yükselen yolsuzluklar neticesi  sosyal patlamalar kaçınılmaz olur. Her yönetim önce insanına bakmalı ve O’nun her türlü açlığını yürekten duymalıdır. Atalarımız: “ Zulm ile âbad olan, Akıbet berbat olur ” demişler. 
Olayları tarihin ve sosyolojinin şaşmayan metotlarıyla ele almak, sadece ben diyen diktatörlerin  kavramakta aciz kalacağı bir düşünce sağlamlığıdır. 

Kaynak Yeniçağ: Gaddar olursa devlet 
Agah Oktay GÜNER 

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/gaddar-olursa-devlet-16679yy.htm


***

11 Şubat 2018 Pazar

SURİYELİ MÜLTECİLERE GENEL BAKIŞ BÖLÜM 6

SURİYELİ MÜLTECİLERE GENEL BAKIŞ BÖLÜM 6

 Suriye ile yakın tarihi ve siyasi bağları olan Fransa’nın Esed rejimine karşı yaklaşımı da oldukça serttir. N. Sarkozy, açık bir biçimde Suriye Devlet Başkanını suçlayarak “Esed, utanmadan yalan söylüyor” demiş ve Kaddafi’nin Bingazi’yi yok etmek istediği gibi Esed’in de Humus’u yok etmek için çalıştığını şeklinde bir açıklama ile Suriye’ye yönelik askeri müdahale ihtimalini de akıllara getirmektedir. 

 Her ne kadar AB üyesi ülkelerin Suriye konusunda neredeyse hiç olmadığı kadar aynı görüşte olmalarına rağmen, AB’nin Suriye konusunda etkin ve ortak bir politika geliştirebildiği ise kesinlikle söylenemez. AB’nin aldığı tedbir ve yaptığı açıklamaların Esed’in politikalarını ve uygulamalarını engellemekten son derece uzak, sembolik çıkışlar olduğu da net biçimde ortaya çıkmıştır.1 BM ve Arap Birliği’nin Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan’ın çalışmalarını destekleyen AB’nin Suriye’ye silah satışını durdurması yönündeki karar belki de bu çerçevede 
yapılan en önemli girişim olarak kabul edilebilir. 

 Ancak Rusya’nın Suriye’nin silah tedarikçisi olması ve tedarike devam etmesi, bu kararın etkisini ciddi bir biçimde azaltmaktadır.57 

 SONUÇ 


 Sonuç olarak bir çok insanın evsiz ve vatansız kaldığı Suriye mülteci krizinde dikkat çeken en büyük sorunlardan biri sığınmacıların yaşama koşullarıdır. Suriyelilerin uzayan sığınma durumundan şikâyet etmeye başlayan ülkelerin zaman ilerledikçe mültecilerin geri dönmesi umudu azalıyor, Suriyelilerin yeni yerlerine adapte olmaları kaçınılmaz bir sosyal gerçekliğe dönüşüyor. Bu ise ev sahibi toplumlarla mülteciler arasında imkân paylaşımı alanında bir rekabete, dolayısıyla sosyo-ekonomik ırkçılığa ve “yabancı düşmanlığına” kapı aralıyor. 

 Mevcut Suriyeli mülteci sorunuyla yüz yüze olan ülkelerin işbirliği kurabilme kapasitesine ilişkin de ciddi şüpheler var. Bu nedenle Suriye insani krizini sona erdirebilecek bir güce erişebilmek de, yük paylaşımı mekanizmasını hayata geçirmek de -mevcut şartlar altında- imkân dâhilinde görünmüyor. Ancak en azından, maddi bir yük paylaşımı değilse bile, bölgesel bir ortak akıl alışverişini sürekli kılmak adına böylesi toplantılara ciddi ihtiyaç var. 

 Suriyeli mülteciler sorunu, reel politik Ortadoğu ülkelerinin mevcut krizi çözecek güçte olmadığını bir kez daha gösterdi, ancak her şeye rağmen insani yaraların daha da büyümesini engellemek, Suriye krizinden en fazla etkilenen komşu ülkeler arasındaki iletişim ve insani işbirliği kanallarının açık tutulmasına bağlı. 

 Mülteci krizi ev sahibi ülkelerin kendi başına altından kalkabileceği boyutu aşmıştır. Türkiye ve Irak Kürt Bölgesi, imkânları itibarıyla nispeten daha az risk altında olsa da ekonomik olarak zayıf, kaynakları sınırlı, hassas siyasal ve toplumsal yapıya sahip Lübnan ve Ürdün için mülteciler giderek bir güvenlik sorununa dönüşmektedir. Bu ülkelerde ortaya çıkacak istikrarsızlık tüm bölgeyi olumsuz etkileyecektir. Suriye’de iç savaş sonlanmadığı sürece yeni göç dalgaları yaşanmaya devam edecektir. Mülteci akınının engellenmesi hem insani bir sorumluluktur hem de Ortadoğu’nun güvenliği açısından kaçınılmazdır. Yeni göç dalgalarını engelleyecek ve evlerinden uzakta zor koşullarda yaşayan Suriyelilerin ülkesine dönmesini   sağlayacak tek faktör çatışmaların sona erdirilip istikrarlı bir ortama geçişin zemininin hazırlanmasıdır. 

DİPNOTLAR;

1 Ömer Aymalı, Suriye devleti nasıl kuruldu? Esad dönemi nasıl başladı ?, 27 Haziran 2012, 
http://www.dunyabulteni.net/haber/215973/suriye-devleti-nasil-kuruldu-esad-donemi-nasil-basladi- , 24 Mayıs 2016 
2 Prof. Dr. Birol AKGÜN, Suriye Krizi’nde Bölgesel ve Küresel Aktörler(Perspektifl er, Sorunlar ve Çözüm Önerileri), SDE ANALİZ Haziran 2012, ss.3 
3 Arap Baharı, https://tr.wikipedia.org/wiki/Arap_Bahar%C4%B1 , 17 Mayıs 2016’da girildi. 
4 Yücel ACER, İbrahim KAYA, Mahir GÜMÜŞ (2010), Küresel ve Bölgesel Perspektiften Türkiye’nin İltica Stratejisi, Ankara, UŞAK Yay., s.14 
5 1951 Sözleşmesi md. 1/AH2. 
6 STEINBOCK, Daniel J. (1998): “Interpreting The Refugee Definition”, Ucla Law Review, Vol. 45, s. 738 
7 İlknur Tunç, Uluslararası Göç ve Tükiye'de Uluslararası Göçe İlişkin Uygulamalar, 
https://www.academia.edu/5875580/Uluslararas%C4%B1_G%C3%B6%C3%A7_ve_T%C3%BCkiyede_Uluslararas%C4%B1_G%C3%B6%C3%A7e_%C4%B0li%C5%9Fkin_Uygulamalar , 24 Mayıs 2016 
8 Doç. Dr. Didem Danış, DEMOGRAFİ: Nüfus meselelerine sosyolojik bir bakış: göçler, 23 Mayıs 2016 
9 http://sorular.rightsagenda.org/soru-cevap/?g=2 (24.5.2016) 
10 Suna Gülfer Ihlamur-Öner, SURİYELİ SIĞINMACILAR VE SINIR İLLERİNDEKİ YANSIMALARI, 
ORTADOĞU ANALİZ, Mart-Nisan 2014, CİLT 6, SAYI 61 ss.43 
11 Doç. Dr. M. Murat ERDOĞAN, Dr. CAN ÜNVER, Türk İş Dünyasının Türkiye’deki Suriyeliler Konusundaki 
Görüş, Beklenti ve Önerileri, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, Yayın No: 353, 23 Kasım 2015 
12 Numan Kurtulmuş'tan önemli açıklamalar, 23 Eylül 2015, 
http://www.hurriyet.com.tr/numan-kurtulmustan-onemli-aciklamalar-30142371 , 22 Mayıs 2016’da girildi. 
13 Doç. Dr. M. Murat ERDOĞAN, Dr. CAN ÜNVER, Türk İş Dünyasının Türkiye’deki Suriyeliler Konusundaki 
Görüş, Beklenti ve Önerileri, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, Yayın No: 353, 23 Kasım 2015 ss.17 
14 Suna Gülfer Ihlamur-Öner, SURİYELİ SIĞINMACILAR VE SINIR İLLERİNDEKİ YANSIMALARI, 
ORTADOĞU ANALİZ, Mart-Nisan 2014, CİLT 6, SAYI 61 ss.44-45 
15 ORSAM Rapor No: 189 Nisan 2014 ss.11 
16 HAYATTA KALMA MÜCADELESİ, TÜRKİYE'DEKİ SURİYE'DEN GELEN MÜLTECİLER, Uluslararsı Af Örgütü, Kasım 2014 
17 Oytun Orhan, Suriyeli sığınmacıların Türkiye’ye etkileri, 13 Oca 2015, 
http://www.aljazeera.com.tr/gorus/suriyeli-siginmacilarin-turkiyeye-etkileri , 23 Mayıs 2016’da girildi. 
18 Ibid. 
19 Doç. Dr. Oğuzhan Ömer Demir, Göç Politikaları, Toplumsal Kaygılar ve Suriyeli Mülteciler, GLOBAL Politika Analizi 1, Nisan 2015, ss. 19-20 
20 Suna Gülfer Ihlamur-Öner, SURİYELİ SIĞINMACILAR VE SINIR İLLERİNDEKİ YANSIMALARI, ORTADOĞU ANALİZ, Mart-Nisan 2014, CİLT 6, SAYI 61, ss.45 
21 Suna Gülfer Ihlamur-Öner, SURİYELİ SIĞINMACILAR VE SINIR İLLERİNDEKİ YANSIMALARI, ORTADOĞU ANALİZ, Mart-Nisan 2014, CİLT 6, SAYI 61 ss.43-44 
22 ORSAM Rapor No: 189 Nisan 2014 ss.11 
23 IŞİD tehlikesi Lübnan'a da sıçradı, 4 Temmuz 2014, 
http://www.haber7.com/ortadogu/haber/1187273-isid-tehlikesi-lubnana-da-sicradi , 19 Mayıs 2016’da girildi. 
24 ORSAM Rapor No: 189 Nisan 2014 ss.33-34 
25 Ayşe SelcAn Özdemirci, SURİYE KRİZİ SONRASINDA LÜBNAN’DA MÜLTECİ SORUNU, ORMER 
PERSPEKTİF SERİLERİ, No:1, Mart 2014 
26 Suriyeli mültecilerin Lübnan’daki zorlu yaşamı, 4 Nisan 2014, 
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/04/140403_suriye_multecilubnan , 20 Mayıs 2016 
27 ORSAM Rapor No: 189 Nisan 2014 ss.37 
28 Ayşe SelcAn Özdemirci, SURİYE KRİZİ SONRASINDA LÜBNAN’DA MÜLTECİ SORUNU, ORMER 
PERSPEKTİF SERİLERİ, No:1, Mart 2014 
29 ORSAM Rapor No: 189 Nisan 2014 ss.40 
30 Ibid 
31 Ibid 
32 ORSAM Rapor No: 189 Nisan 2014 ss.34 
33 Suriye İç Savaşının İnsani Maliyeti: Mülteci Krizi, Oytun ORHAN, ORSAM, Sayı:61 Cilt: 6, Mart-Nisan 2014 .
34 Ürdün'deki Suriyelilerin Durumu Alarm Veriyor , 14 Ocak 2015 
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/01/150114_urdun_suriyeli_multeciler , 18 Mayıs 2016 
35 Ürdün’deki Suriyeli mülteciler nasıl yaşıyor? , 11 Kasım 2015 
http://tr.euronews.com/2015/11/11/urdun-deki-suriyeli-multeciler-nasil-yasiyor/ , 18 Mayıs 2016 
36 ORSAM Rapor No: 189 Nisan 2014 ss.27 
37 Ibid., ss.28 
38 ORSAM Rapor No: 189 Nisan 2014 ss.30 
39 Ibid., ss.30 
40 Ibid., ss.31 
41 Oytun ORHAN, Suriye İç Savaşı ve Ürdün, Ortadoğu Analiz, Cilt.8 Sayı.73 Mart-Nisan 2016, ss.56 
42 Ibid. 
43 ORSAM Rapor No: 189 Nisan 2014 ss.22-23 
44 ORSAM Rapor No: 189 Nisan 2014 ss.43-44 
45 http://data.unhcr.org/syrianrefugees/country.php?id=103 
46 ORSAM Rapor No: 189 Nisan 2014 ss.47 
47 Irak’ta 2 milyon iç sığınmacı yaşam mücadelesi veriyor, 
http://www.al-monitor.com/pulse/tr/originals/2014/12/fighting-iraq-creates-2-million-refugees.html , 2 Haziran 2016 
48 BM: Suriyeli Kürtler Kuzey Irak'a göç ediyor, 18 Ağustos 2013, 
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2013/08/130818_unhcr_suriye_irak , 2 Haziran 2016 
49 Oytun Orhan, Irak ve Suriye’de iç savaşın kazananı Kürtler, 
http://www.aljazeera.com.tr/gorus/irak-ve-suriyede-ic-savasin-kazanani-kurtler, 3 Haziran 2016 
50 ORSAM Rapor No: 189 Nisan 2014 ss.49 
51 ORSAM Rapor No: 189 Nisan 2014 ss.48 
52 Doç. Dr. M.Murat Erdoğan, Suriye Krizi’nde Bölgesel ve Küresel Aktörler (Perspektifl er, Sorunlar ve Çözüm 
Önerileri), SDE Uluslararası İlişkiler Programı Koordinatörlüğü, SDE ANALİZ, Haziran 2012 ss.16 
53 Göç ve Sığınma, http://avrupa.info.tr/tr/vize-hareketlilik-ve-goec/goec-ve-siginma.html , 29 Mayıs 2016 
54 Avrupa'da yaşayan Suriyeli sayısı yaklaşık 5 kat arttı, 16.11.2015, 
http://aa.com.tr/tr/dunya/avrupada-yasayan-suriyeli-sayisi-yaklasik-5-kat-artti/474251 , 29 Mayıs 2016 
55 Seven ERDOĞAN, BİR DIŞ POLİTİKA AKTÖRÜ OLARAK AVRUPA BİRLİĞİ VE SURİYE KRİZİ, Orta 
Doğu Analiz, Ocak-Şubat Cilt: 7 Sayı: 66, ss.17 
56 Cem Sey, Almanya: Mülteciler için herşey güllük gülistanlık değil, 7 Eylül 2015, 
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/09/150907_almanya_multeci_cemsey , 29 Mayıs 2016 
57 Doç. Dr. M.Murat Erdoğan, Suriye Krizi’nde Bölgesel ve Küresel Aktörler (Perspektifl er, Sorunlar ve Çözüm 
Önerileri), SDE Uluslararası İlişkiler Programı Koordinatörlüğü, SDE ANALİZ, Haziran 2012 ss.17-18 


KAYNAKÇA 


1951 Sözleşmesi md. 1/AH2. 
ACER Yücel, KAYA İbrahim, GÜMÜŞ Mahir, Küresel ve Bölgesel Perspektiften Türkiye’nin İltica Stratejisi, Ankara, Uşak Yayınları, 2010 
AKGÜN Prof. Dr. Birol, Suriye Krizi’nde Bölgesel ve Küresel Aktörler (Perspektifler, Sorunlar ve Çözüm Önerileri), SDE ANALİZ, Haziran 2012 
Arap Baharı, https://tr.wikipedia.org/wiki/Arap_Bahar%C4%B1 , (17 Mayıs 2016) 
Avrupa'da yaşayan Suriyeli sayısı yaklaşık 5 kat arttı, 16.11.2015, 
http://aa.com.tr/tr/dunya/avrupada-yasayan-suriyeli-sayisi-yaklasik-5-kat-artti/474251 , (29 Mayıs 2016) 
AYMALI Ömer, Suriye devleti nasıl kuruldu? Esad dönemi nasıl başladı?, 27 Haziran 2012, 
http://www.dunyabulteni.net/haber/215973/suriye-devleti-nasil-kuruldu-esad-donemi-nasil-basladi- (24 Mayıs 2016) 
BM: Suriyeli Kürtler Kuzey Irak'a göç ediyor, 18 Ağustos 2013, 
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2013/08/130818_unhcr_suriye_irak , (2 Haziran 2016) 
DANIŞ Doç. Dr. Didem, DEMOGRAFİ: Nüfus meselelerine sosyolojik bir bakış: Göçler, 23 
Mayıs 2016, http://sorular.rightsagenda.org/soru-cevap/?g=2 (24.5.2016) 
DEMİR Doç. Dr. Oğuzhan Ömer, Göç Politikaları, Toplumsal Kaygılar ve Suriyeli Mülteciler, 
Global Politika Analizi 1, Nisan 2015 
ERDOĞAN Doç. Dr. Murat, Suriye Krizi’nde Bölgesel ve Küresel Aktörler (Perspektifler, 
Sorunlar ve Çözüm Önerileri), SDE ANALİZ, Haziran 2012 
ERDOĞAN Doç. Dr. Murat, ÜNVER Dr. Can, Türk İş Dünyasının Türkiye’deki Suriyeliler Konusundaki Görüş, Beklenti ve Önerileri, 
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, Yayın No: 353, 23 Kasım 2015 
ERDOĞAN Seven, Bir Dış Politika Aktörü Olarak Avrupa Biriği ve Suriye Krizi, Orta Doğu Analiz Dergisi, Ocak-Şubat Cilt: 7 Sayı: 66 
Göç ve Sığınma, http://avrupa.info.tr/tr/vize-hareketlilik-ve-goec/goec-ve-siginma.html , (29 Mayıs 2016) 
Hayatta Kalma Mücadelesi, Türkiye'deki Suriye'den Gelen Mülteciler, Uluslararsı Af Örgütü, Kasım 2014 
Irak’ta 2 Milyon İç Sığınmacı Yaşam Mücadelesi Veriyor, 
http://www.al-monitor.com/pulse/tr/originals/2014/12/fighting-iraq-creates-2-million-
refugees.html , (2 Haziran 2016) 
IŞİD Tehlikesi Lübnan'a da Sıçradı, 4 Temmuz 2014, 
http://www.haber7.com/ortadogu/haber/1187273-isid-tehlikesi-lubnana-da-sicradi , (19 Mayıs 2016) 
Numan Kurtulmuş'tan önemli açıklamalar, 23 Eylül 2015, 
http://www.hurriyet.com.tr/numan-kurtulmustan-onemli-aciklamalar-30142371 (22 Mayıs 2016) 
ORHAN Oytun, Irak ve Suriye’de iç savaşın kazananı Kürtler, 
http://www.aljazeera.com.tr/gorus/irak-ve-suriyede-ic-savasin-kazanani-kurtler, (3 Haziran 2016) 
ORHAN Oytun, Suriyeli Sığınmacıların Türkiye’ye Etkileri, 13 Oca 2015, 
http://www.aljazeera.com.tr/gorus/suriyeli-siginmacilarin-turkiyeye-etkileri , (23 Mayıs 2016) 
ORHAN Oytun, Suriye İç Savaşının İnsani Maliyeti: Mülteci Krizi, ORSAM, Sayı:61 Cilt: 6, Mart-Nisan 2014 
ORHAN Oytun, Suriye İç Savaşı ve Ürdün, Ortadoğu Analiz Dergisi, Cilt.8 Sayı.73 Mart-Nisan 2016 
ORSAM Rapor No: 189, Nisan 2014 
ÖNER Suna Gülfer Ihlamur, Suriyeli Sığınmacılar ve Sınır İllerindeki Yansımaları, Ortadoğu Analiz Dergisi, Mart-Nisan 2014, CİLT 6, SAYI 61 
ÖZDEMİRCİ Ayşe Selcan, Suriye Krizi Sonrasında Lübnan’da Mülteci Sorunu, Ormer Perspektif Serileri, No:1, Mart 2014 
SEY Cem, Almanya: Mülteciler İçin Herşey Güllük Gülistanlık Değil, 7 Eylül 2015, 
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/09/150907_almanya_multeci_cemsey , (29 Mayıs 2016) 
STEINBOCK Daniel J., “Interpreting The Refugee Definition”, Vol. 45, Ucla Law Review, 1998 
Suriyeli Mültecilerin Lübnan’daki Zorlu Yaşamı, 4 Nisan 2014, 
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/04/140403_suriye_multecilubnan , (20 Mayıs 2016) 
Syria Regional Refugee Response, Inter-agency Information Sharing Portal 
http://data.unhcr.org/syrianrefugees/country.php?id=103 , (30.05.2016) 
TUNÇ İlknur, Uluslararası Göç ve Tükiye'de Uluslararası Göçe İlişkin Uygulamalar, 
https://www.academia.edu/5875580/Uluslararas%C4%B1_G%C3%B6%C3%A7_ve_T%C3%BCkiyede_Uluslararas%C4%B1_G%C3%B6%C3%A7e_%C4%B0li%C5%9Fkin_Uygulamalar , 
(24 Mayıs 2016) 
Ürdün'deki Suriyelilerin Durumu Alarm Veriyor, 14 Ocak 2015 
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/01/150114_urdun_suriyeli_multeciler , (18 Mayıs 2016) 
Ürdün’deki Suriyeli mülteciler nasıl yaşıyor? , 11 Kasım 2015 
http://tr.euronews.com/2015/11/11/urdun-deki-suriyeli-multeciler-nasil-yasiyor/ , (18 Mayıs 2016) 



***

SURİYELİ MÜLTECİLERE GENEL BAKIŞ BÖLÜM 5

SURİYELİ MÜLTECİLERE GENEL BAKIŞ BÖLÜM 5


 III. BÖLÜM 


SURİYE KRİZİ VE AVRUPA BİRLİĞİ 


A.AVRUPA BİRLİĞİNİN SURİYELİLERE YÖNELİK POLİTİKASI 


1. AB'nin Orta Doğu ve Suriye Politikası 

 Tunuslu Muhammed Buazizi’nin kendisini yakması ile Ortadoğu’da başlayan ve adına “Arap Baharı” / “Arap Uyanışı” denilen süreç sadece bölge ülkeleri için değil, aynı zamanda dünyaya şekil veren güçler bakımından da son derece önemli bir sınava dönüştü. AB bütün bu gelişmelerde hem kendi içinde birlik görüntüsü vermekten uzak oldu hem de özellikle Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya arasındaki ciddi politika farklılıkları çatışmalarla anıldı. Tunus’ta 
Buazizi’nin kendini yakması ile ilk hareketlenme başladığında, Fransa “isyancıların bastırılması için Tunus yönetimine destek verme” önerisinde bulunmuştu. Ancak olaylar kontrolden çıkıp Ortadoğu rejimleri teker teker bu dalganın karşısında sarsılınca, başta Fransa olmak üzere bütün AB ülkeleri politikalarında radikal değişiklik ihtiyacını hissettiler. Bu konuda en şaşırtıcı değişimlerden birisi de Libya krizinde yaşanmış, Kaddafi’nin “kazanamayacağını” farkeden Fransa, İngiltere ve İtalya önce muhalefeti örgütlemiş, ardından da BM’den çıkan müdahale kararının başaktörleri olmuşlardı. 

 Suriye’de yaşanan kriz, Ortadoğu’da yaşanan “uyanış” hareketinin son halkalarından birisi olarak aslında önemli bir tecrübe birikimi ile karşılandı. Suriye’nin başta petrol olmak üzere doğal kaynaklarının yeterince çekici olmaması, ülkede yaşanan isyan hareketine yönelik Beşşar Esed rejiminin aşırı güç kullanımı da belki de ilk kez AB içinde “daha ortak” bir yaklaşımla eleştirildi, reddedildi. AB’ye yön veren Fransa, Almanya, İngiltere ve diğer AB üyesi ülkeler 
Suriye’de yaşananlar konusunda ağız birliği içinde doğrudan Esed rejimini ve özellikle de Beşşar Esed’i eleştirdiler ve hatta suçlu ilan ettiler. Bu arada AB üyesi ülkeler, BM ve Arap Birliği’nin Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan tarafından yapılan çalışmalara da tam destek verdiklerini net bir biçimde ortaya koyarlarken, Rusya ve Çin’i de eleştirdiler.52 

 2. AB'nin Göçmenlere Yaklaşımı 


 Etkin göç yönetimi için AB, gerek göç veren gerekse AB'ye giriş için transit olarak kullanılan ülkelerle yakın işbirliği içindedir. İşbirliğine dayalı bu yaklaşım çerçevesinde AB, öncelikli üç hedefi arasında denge kurmayı amaçlamaktadır. Bunlar, yasal göçün daha iyi düzenlenmesi, düzensiz göçün engellenmesinin güçlendirilmesi ve kalkınma için göçün karşılıklı yararlarının azamiye çıkarılmasıdır. 

 Sınırların olmadığı bir serbest dolaşım bölgesi olan AB'de, ülkeler aynı temel değerleri paylaşmakta ve mültecilerin korunması konusunda yüksek standartların sağlanması amacıyla ortak bir yaklaşım benimsemektedir. Prosedürler AB'nin her yerinde adil ve etkin bir şekilde hayata geçirilmelidir. Bunu dikkate alarak, AB ülkeleri Avrupa Ortak Sığınma Sistemi'ni (CEAS) 
hayata geçirmeyi taahhüt etmişlerdir. 

 Avrupa Ortak Sığınma Sistemi , ilgili kişilerin adil ve etkin bir sığınma prosedürüne erişmeleri için ortak koruma normlarını belirleyen bir dizi kural getirmektedir. Bir dizi direktif ve düzenlemeden oluşan sistem zamanla tutarlılığını, etkinliğini ve tarafsızlığını daha da geliştiren bir dizi değişimden geçmiştir. Mevcut düzenlemenin çerçevesini belirleyen ilkeler, üye ülkelerin 
sığınmacılara onurlarını sarsmayacak şekilde ev sahipliği yapılmasında, eşit bir muameleye tabi tutulmalarında ve hangi ülkeye başvuruda bulunmuşlarsa bulunsunlar, durumlarının belirlenmiş standartlar çerçevesinde değerlendirilerek aynı sonuçlara ulaşılmasında eşit sorumlulukları olduğunu öngörür. 

 Bu ilkelerle uyum halen tüm üye ülkeler arasında tam anlamıyla sağlanamamıştır. Bazı üye ülkeler özellikle coğrafi konumları nedeniyle diğerlerine göre daha fazla baskıyla karşı karşıya kalmakta ve daha dengeli bir sorumluluk paylaşımı için çalışmalar yapılması ihtiyacı doğmaktadır. Buna ek olarak, sistemin ortaya konan çerçeve kapsamında işlemesi için uygun 
lojistik, kurumsal ve koordinasyona dayalı kapasitelerin geliştirilmesi gerekmektedir. Avrupa Komisyonu, kaydedilen gelişmelere rağmen, ortak sığınma sisteminin tam olarak başarıya ulaşmadığının altını çizmektedir. AB'de koruma ve dayanışmanın tam anlamıyla tahsis edilebilmesi için uygun sığınma mevzuatının ortaya konması çabalarının hızlandırılması gerekmektedir.53 

 a. Sayısal Veriler 


 Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) verilerine göre, Avrupa'da yaşayan Suriyeli sayısı geçen 2014 yılına oranla yaklaşık 5 kat arttı.UNHCR verilerine göre, 2014’te 137 bin 947 Suriyeli'nin yaşadığı Avrupa'da 2015 yılında sayı 681 bin 713'e yükseldi. 

 Avrupa'da en fazla Suriyeli, Sırbistan'da bulunuyor. Sırbistan'da toplam 205 bin 578 Suriyeli yaşıyor. Suriyelilerin en çok bulunduğu ikinci ülke Almanya ise 153 bin 655 kişiyi ağırlıyor. İsveç'te 93 bin 268, Macaristan'da 71 bin 845, Avusturya'da 27 bin 379, Hollanda'da 22 bin 159 Suriyeli bulunuyor. Letonya 89, Estonya 42 ve Litvanya 29 kişiyle, Suriyeli sayısı en az ülkeler olarak sıralanıyor. 

 Avrupa’ya göç etmek ve daha iyi koşullara kavuşmayı hayal eden göçmenlerden, Uluslararası Göç Örgütü verilerine göre 2011'den itibaren Akdeniz'de 9506 göçmen hayatını kaybetti.54 

 b. Temel Sorunlar ve Etkileri 


 Avrupa tarihsel süreçte her zaman Ortadoğu’ya ilgili duymuştur. AB’nin Ortadoğu’daki krizlere kayıtsız kalamamasının en önemli sebeplerinden biri, Avrupa’nın yakınında ortaya çıkan bu krizin Avrupa’daki güvenlik ortamına zarar vermesi ihtimali olmuştur. Suriye Krizi de AB tarafından hem güvenlik, hem de insani boyutu olan bir kriz olarak görülmüş ve bu nedenle de AB’nin bu krize müdahil olması zorunlu bir hal almıştır. AB tarafından Suriye’deki 
krizi bir yandan da kendi iç güvenliğini tehdit etme potansiyeline sahip bir kriz olarak görülmüştür. Bunun arkasında yatan faktörlerden en önemlisi, AB vatandaşlarının muhaliflere destek olmak üzere Suriye’ye savaşmaya gitmeleri olmuştur. Avrupa Komisyonu, bu kişilerin özellikle Suriye’de savaşıp geri dönmelerinin ardından AB üyesi ülkelerde güvenlik zaaflarının ortaya çıkmasına neden olacağına işaret ederek üye devletleri gereken önlemleri almaları 
konusunda defalarca uyarmıştır. AB hem Suriye’ye, hem de Suriye’deki kriz ortamından kaçan Suriyelilerin sığındıkları Türkiye, Lübnan ve Ürdün gibi komşu ülkelere insani yardımlarda bulunmuştur. Suriyelilerin yaşadıkları insanlık dramını azaltmak için oldukça yetersiz düzeyde olan bu yardımlar, aynı zamanda Suriye’deki kriz ortamından kaçanların AB ülkelerine yasal olmayan yollarla girmelerinin önüne geçmek üzere bir önlem olarak da görmek mümkündür. AB, Suriye Krizi sonrası dönemde yaptığı insani yardımlarla ülkelerinden kaçan Suriyelilerin AB üyesi ülkelere yasal olmayan yollardan girerek iç güvenlik ve huzuru tehdit etmesine engel olmaya da çalışmıştır. Arap ayaklanmaları AB tarafından ilk etapta Ortadoğu’nun gerekli ekonomik ve siyasi dönüşümleri yaşayarak uzun vadede istikrarlı bir bölge haline gelmesine imkân verecek bir süreç olarak görülmüştür. Buna ek olarak, Arap ayaklanmalarının bölge 
ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmek için bir fırsat sunacağına inanılmıştır. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, Suriye Krizi de dâhil olmak üzere tüm Arap ayaklanmalarının Avrupa’nın güvenlik ve refahına olumlu etkileri olacağı düşünülmüştür. 

 Suriye Krizi, AB de dâhil olmak üzere ilgili tüm aktörler açısından fırsatlar ve tehditler barındırmaktadır. AB bu tehditleri azaltabildiği ve fırsatlardan yararlanmayı bildiği ölçüde bu krizde etkili bir aktör olarak ortaya çıkabilir. Ne zaman biteceği henüz belli olmayan Suriye Krizi sonrasında tüm dünya farklı bir Suriye ile karşı karşıya kalacaktır. 
Bu zamana kadar ki performansı dikkate alındığında, AB’nin yeni Suriye’ye pek de hazırlıklı yakalanacağından bahsetmek mümkün değildir. 55 

 3.Üye Ülkelerin Politik Yaklaşımı 


 Avrupa'ya gelen ve bunun için Akdeniz'i yüksek riskli teknelerle geçen mültecilerin çoğunun hedefi Almanya. 2015 yılında AB çapında iltica başvurularının yüzde 43'ü Almanya'da yapıldı. Mülteci akınının son dalgasında Almanya'ya ulaşanlar, özellikle Macaristan'da yaşadıkları zorlukların ardından, güler yüzle karşılandıkları Almanya'ya güler yüzle, biraz da rahatlamış bir 
şekilde giriş yapmışlardır Alman hükümeti yılın ilk aylarında iltica başvurularını normal prosedüründe götürmeye çalıştı ama mülteci sayılarının hızla kabarması nedeniyle bunu başaramadı.Almanya Başbakanı Angela Merkel, mülteciler konusunun artık olağanüstü durum haline geldiğini belitti.Gelen mülteciler sadece Suriyeli değil. Irak, Afganistan, Yemen, Eritre, Somali, Nijerya ve daha birçok ülkeden kaçan insanlar güvenli buldukları Almanya'ya akıyor.56 
Bu nedenle Almanya Başbakanı Angela Merkel mülteci krizini tek başına çözemeyeceklerini ifade ederek diğer Avrupa Birliği ülkelerine de kendi paylarına düşen mültecilere kapılarını açmaları çağrısında bulundu. 

 AB politikalarına yön verme kabiliyetinde olan İngiltere, Fransa ve Almanya’nın Suriye politikalarına yakından bakıldığında, en azından söylem bazında önemli bir yakınlaşma olduğu dikkati çekmektedir. İngiltere’de Cameron hükümeti Esed yönetiminin kendi halkına uyguladığı şiddet politikasını derhal sonlandırması çağrısında bulunurken, Esed yönetimini şiddeti sona erdirmeye mecbur bırakacak yaptırımların bir an önce yürürlüğe girmesi konusunda da son 
derece istekli bir görüntü vermektedir. İngiliz Dışişleri Bakanı William Hague, Tunus’ta gerçekleşen Suriye’nin Dostları Toplantısı’nda Suriye’deki muhalefete desteklerini açıkça dile getirmiş, Güvenlik Konseyi’ne hitaben “Dünyanın büyük bir çoğunluğunun gözünde bu konsey Suriyelilere karşı sorumluluklarını yerine getirmekte başarısız olmuştur” diyerek, üyeleri birlik olmaya çağırmış, Suriyelilerin öncülük ettiği bir siyasi değişimi’ desteklerini ifade etmiştir. 
İngiliz hükümetinin Suriye’yerejiminin biran önce demokratikleşmesi ve muhaliflerin taleplerinin yerine getirilmesine dair beklentisi son dönemdeyerini Esed yönetiminin acilen tasfiyesi beklentisine bırakmıştır. İngiltere’nin Suriye’ye yönelik bir askeri müdahaleye sıcak bakmadığı da anlaşılmaktadır. 

6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



***

SURİYELİ MÜLTECİLERE GENEL BAKIŞ BÖLÜM 4

SURİYELİ MÜLTECİLERE GENEL BAKIŞ BÖLÜM 4


C.ÜRDÜN 

1.Ürdün'de Mültecilerin Genel Durumu 


 Ürdün siyasi ve güvenlik açısından genel anlamda Arap Baharı ve özellikle Suriye’de yaşanan iç savaştan kritik biçimde etkilenmiştir. 

 a.Sayısal Veriler 



Suriye’de yaşanan iç savaş nedeniyle Ürdün’de günümüzde UNHCR’a kayıtlı ve kamplarda yaşayan toplam 651.114 Suriyeli mülteci bulunmaktadır. Kayıt altına alınmamış çok sayıda Suriyelinin de ülkede yaşadığı tahmin edilmektedir. Esas sıkıntı Ürdün’ün tam bir “mülteciler ülkesine” dönmesi ve Ürdünlülerin azınlık durumunda kalmış olmasıdır. Yaklaşık 7 milyonluk nüfusun 3 milyondan fazlasını Filistinliler oluşturmaktadır. Irak işgalinden sonra Ürdün’e göç eden Iraklı mülteci sayısı 200 bin civarındadır. Dolayısıyla toplam nüfusun 4 milyondan fazlasını 
mülteci konumundaki Filistinli, Suriyeli ve Iraklılar oluşturmaktadır. Coğrafi yakınlık sebebiyle Suriyeli mültecilerin yarıya yakını Dera vilayetinden gelmektedir.33 

 b.Yaşadıkları Yerler ve Yaşama Koşulları 


 BM'nin 2014'te Ürdün'deki kampların dışında yaşayan yaklaşık 150 bin Suriyeli mültecinin evine yapılan ziyaretlerde elde edilen verilere dayanan raporuna göre, her altı mülteciden biri yoksulluk sınırının altında, günde bir dolarla yaşıyor.Aynı raporda araştırma için ziyaret edilen konutların yaklaşık yarısında ısıtma olmadığı, dörtte birinde elektiklerin kesintiye uğradığı, yüzde 20'sinde ise tuvaletlerin çalışmadığı belirtildi.34 

 Ürdün’de Suriye sınırından 10 kilometre uzaklıktaki Zaatari Mülteci Kampı yer alıyor. 2012 Temmuz ayında açılan bu kampta yaklaşık 79 bin Suriyeli mülteci yaşıyor. Çoğu Suriye’nin güney kesimindeki Dera bölgesinden geliyor. Suriye halkının direnişi Mart 2011’de burada başladı. Kamp Birleşmiş Milletler ve Ürdün hükümetinin idaresi altında. Burada binlerce çadır ve prefabrik evde yaşayan Suriyeliler, ülkelerindeki savaşın bitmesini umuyor.35 



Zaatari Kampı 


 Diğer bir mülteci kampı olan Emirates-Jordanian Kampı ise doğrudan Birleşik Arap Emirlikleri tarafından finanse edilmekte ve yönetilmektedir. UNHCR burada sadece koruma ve kayıt altına almadan sorumludur. Kampın yeri Ürdün hükümeti tarafından seçilmiş ve ücretsiz olarak Birleşik Arap Emirlikleri’ne verilmiştir. Kamp yerleşim yerlerinden uzak, izole bir konumdadır. Dışarıdan bakıldığında çölün ortasında bir yer görüntüsü içindedir. Kampla ilgili her 
şey Birleşik Arap Emirliği yetkililerinin onayından geçmektedir.36 

 c.Temel Sorunlar ve Etkiler 


 Suriyeli mültecilerin Ürdün’e etkisi ve Suriyelilerin sorunları dört ana başlıkta ele alınabilir; 

Ekonomik, eğitim, sağlık ve su sorunu. Suriyeli mültecilerin Ürdün ekonomisine etkisi olumlu ve olumsuz olmak üzere iki farklı perspektifte değerlendirilmekte dir.Olumsuz etkisi bağlamında, kırılgan ekonomiye sahip Ürdün’ün bir anda mevcut nüfusun %10’u kadar yeni bir nüfusu ağırlamak zorunda kalmasının ülke ekonomisi üzerinde yarattığı yük dile getirilmektedir. Bu görüşe göre Ürdün, sanayi üretimi zayıf, su ve petrol gibi doğal kaynaklara sahip olmayan ve 
topraklarının %80’i çöl olan bir ülkedir. Planlama Bakanlığı ve UNHCR yetkililerinin verdiği bilgiye göre, Suriyeli mülteciler ülke bütçesi üzerinde yüzde 10’luk bir baskı yaratmaktadır. 37 

 Suriyelilerin Ürdün’de karşılaştığı en önemli sorunlardan biri de eğitimdir. UNHCR yetkililerinin bilgilerine göre Ürdün’e gelen Suriyelilerin en az % 35’i ilk ve orta öğrenim çağındadır. Şehir merkezlerinde ve kampta yaşayan mülteciler eğitim hizmetlerinden ücretsiz yararlanmaktadır. Okullarda Ürdünlü hocalar tarafından Ürdün müfredatı kapsamında eğitim verilmektedir. Öğrenci sayısının artması öğretmenlerin iş yükünü arttırırken, eğitim kalitesini de olumsuz yönde etkilemektedir. Kamplarda verilen eğitim kalitesinin de iyi olduğunu söylemek 
mümkün değildir. Kamp gözlemlerine dayanarak derslere devam, kaliteli eğitim alma gibi konularda sıkıntı yaşandığını söylemek mümkündür. 38 

 Ürdün, Dünya’da kişi başına düşen su miktarı açısından değerlendirildiğinde ise en fakir üçüncü ülkedir. Son 10 yıldır devam eden kurak dönemle birlikte su sıkıntısı artmış ve tarım faaliyetleri olumsuz etkilenmiştir. Ürdün’de halk ile görüştüğünüzde Suriyeliler hakkındaki düşüncelerini sorduğunuzda size verecekleri ilk yanıt “ülkedeki su kaynaklarının zaten kısıtlı olduğu ve bunu 
şimdi paylaşmak durumunda kaldıkları” şeklinde olmaktadır. Dolayısıyla Ürdün’de Suriyeliler konusunu ele alırkan su problemi önemli bir nitelik kazanmaktadır.39 

 2. Ürdünün Mültecilere Yönelik Politik ve Genel Tutumu 


 Arap Baharı monarşi ile yönetilen ülkeleri her ne kadar derinden etkilememiş gibi görünse de, Suriye’de yaşanan kriz nedeniyle Ürdün hem içte hem de bölgede yaşanan sorunlar nedeniyle derinden etkilenmiştir. Ürdünlüler, Suriyeliler ile ortak dil, din, tarih gibi birçok değeri paylaşmaktadır. Buna rağmen mültecilerin ülkeye yerleşmesine tepki gösterilmektedir. Bu açıdan 
dile getirilen temel argümanlar Ürdün’ün zaten zengin bir ülke olmadığı, doğal kaynaklarının sınırlı olduğu ve bu denli bir yükü kaldırmalarının zor olduğu şeklindedir. 40 

 Yönetim Ürdün’de hem Suriye rejimi karşıtı ve hem de rejim yanlısı gösterilerin 
düzenlenmesine izin vermiştir. Bir taraftan Suriye’nin güneyindeki silahlı gruplar ile yakın ilişki geliştiren Ürdün, diğer taraftan içerde Suriye İç Savaşı’na katılan gençleri tutuklamıştır. Tüm bu açılardan, Ürdün’ün Suriye politikasında bir denge gözettiği söylenebilir. Ürdün’ün Suriye politikasında; iç savaşın doğrudan tarafı olmama, Suriye yönetimine eleştirel yaklaşma ve ülkesine gelen Suriyeli sivilleri kabul etme (açık kapı politikası) ilkelerinin öne çıktığı söylenebilir.41 

 Yönetimin tereddütlü yaklaşımına karşın Ürdün halkının çoğunluğu, Suriye muhalefetini destekleyen bir pozisyon almaktadır. Ürdün kamuoyunda Suriye krizine ilişkin iki temel yaklaşımın olduğu söylenebilir. Kamuoyunun çoğunluğu Suriye devrimi ve muhalefeti desteklemektedir. Ürdün’de Suriye muhalefetine destek gösterileri düzenlenmektedir. Bu kesim Ürdün’ü Suriye rejimine karşı daha sert bir tutum almaya davet etmektedir. Azınlıkta olmakla birlikte Arap milliyetçisi ve sol grupların içinde yer aldığı kesim ise Suriye rejiminden yana tavır almaktadır. Bu kesim de hükümeti Suriye’nin içişleri konusunda açık bir pozisyon almama konusunda yönlendirmeye çalışmaktadır. Ürdün kamuoyunun Suriye konusundaki bölünmüşlüğü de hükümetin daha dengeli tavır almasına neden olmaktadır. Suriye krizi konusunda izlenecek sert ve müdahaleci bir politikanın Ürdün kamuoyunun kendi içindeki kutuplaşmayı 
körükleyeceği endişesi söz konusudur.42 

 3. Mültecilerin Hukuksal Statüsü 


 Ürdün, Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1951 Cenevre Sözleşmesi’ni imzalamamıştır. 
Ürdün’de, Suriyeliler dahil tüm mülteciler Yabancı Kanunu çerçevesinde ele alınmaktadır. Bu kanun, uluslararası hukukun genel prensibi olan göçmenlerin yaşam ve özgürlüğünü tehdit eden yere geri gönderilmemesini temel almaktadır. Ayrıca Ürdün, İşkence ve Diğer Zalimane Gayri insani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne taraftır. Sözleşmenin 3. Maddesi de mültecileri tehlike ve işkence görme ihtimali olan ülkeye göndermeyi yasaklamıştır. Ürdün Suriyeli mültecilere ilişkin açık kapı politikası uygulamaktadır. Ürdün resmi ya da resmi olmayan yollarla gelen tüm Suriyeli mültecilerinin güvenliğini sağlamaktadır. Suriyelilerden, vize ve oturma izni talep edilmemektedir. Ürdün’e geçiş için pasaportlarının olması yeterlidir. 

 Ürdün’deki mülteciler 4 kategoriye ayrılmaktadır: UNHCR tarafından statüleri onaylanmış mülteciler, UNHCR’ın geçici koruma programı kapsamında kart sahibi olan sığınmacılar, 2003 öncesinde UNCHR tarafından mülteciliği reddedilmiş ancak savaştan dolayı en azından geçici koruma için ihtiyaç durumu değiştirilmiş kişiler ve son olarak UNHCR’a başvurmamış olduğu halde şiddetten ve işkenceden kaçmış kişiler. UNHCR tarafından statüsü onaylanmış mülteciler 
Ürdün yasaları önünde hiçbir belirli statüye sahip değildir ve çalışma hakkından ya da geçici dahi olsa oturma haklarından mahrumdur. 43 

 D.IRAK 


 1.Irak'da Mültecilerin Genel Durumu 


 Suriye iç savaşının etnik ve mezhepsel boyutunun öne çıkması ile Suriyeli mülteciler nüfusun çoğunluğunu kendi etnik veya mezhepsel grubunun oluşturduğu bölgelere göç etmiştir.Suriye’den Irak’a göç olgusu bu durum için açık bir örnektir. Suriye’den Irak’a göç edenlerin çok büyük bölümünü Kürt kökenliler oluşturmakta ve bunlar da IKB’ye (Irak Kürt Bölgesi) yerleşmektedir. 

 a. Sayısal Veriler 


 IKB’ye Suriyeli Kürt göçünde başlıca iki dalga yaşandığını söylemek mümkündür. Suriye’den Irak’a göç az sayıda da olsa 2012 yılının ilk aylarında başlamıştır. Temmuz 2012 başına kadar yaklaşık 6.000’e ulaşan mülteci sayısı bu tarihten itibaren hızlı bir artış göstermiştir. İlk göç dalgasının temel nedenleri şu şekildedir: Rejim ve muhalifler arasındaki çatışmaların yarattığı istikrarsızlık, ekonomik nedenler ve Kürt gençlerin zorunlu askerlik görevini yapmak istememesi. 

 Nisan 2016’dan itibaren Irak’ta UNHRC’ye kayıtlı olan toplam 246,589 Suriyeli mülteci bulunmaktadır. Suriyeli mültecilerin çok büyük bölümü IKBY topraklarına yönelmekte ve göç edenlerin neredeyse tamamını Kürt kökenliler oluşturmaktadır. IKBY sınırları dışına göç sadece Irak’ın Suriye sınırında yer alan Anbar Vilayeti’ne doğru gerçekleşmektedir Sınır bölgesinde kurulmuş olan El Ubaidi Kampı ve kamp dışında da (Anbar ve az sayıda Musul ve Kerkük’tekiler dahil olmak üzere) mülteciler yer almaktadır. Bu mülteciler Irak’taki 
toplam mülteciler içinde yüzde 2,2’ye tekabül etmektedir. Dolayısıyla Suriye’den Irak’a göçü Suriye Kürtlerinin IKB’ye göçü olarak değerlendirmek mümkündür44 




 b.Yaşadıkları Yerler ve Yaşama Koşulları 


 Suriyeli mültecileri ağırlayan her ülkede olduğu gibi Irak’taki mülteciler de kamplarda ve şehirlerde yaşayanlar olarak ikiye ayrılabilir. Irak, kamplarda yaşayan mülteci oranının yüksekliği açısından diğer üç komşu ülkeden (Türkiye, Lübnan ve Ürdün) farklılık göstermektedir. Kamplarda 95 bin civarında mülteci kalırken başta Duhok olmak üzere şehir merkezlerinde yaşamlarını sürdüren yaklaşık 129 bin mülteci bulunmaktadır. Orantısal olarak kamplarda yaşayanlar %42, kamp dışında yaşayanlar ise %58 civarındadır. 46 

 Dohuk vilayeti Irak’ta yerinden edilmiş kişilerin yaklaşık dörtte birine ev sahipliği yapıyor. Vilayetin dört ilçesinde -- Sümel, Zarko, Duhok ve Amedi – 450 bini aşkın insan yaşıyor Dohuk’u 400 bin kişiyle Erbil ve 160 bin kişiyle Süleymaniye takip ediyor. Yerinden edilen ailelerin en çaresiz olanları inşaat hâlindeki binalara ve okullara sığındı ki bu durum nedeniyle bu eğitim yılının başlaması gecikti. 

 Irak’ın iç bölgelerinde bulunan yerinden edilmiş insanların birçoğuna insani yardım kuruluşları ne yazık ki ulaşamıyor. Bunun yanında barınacak yer ve yardım bulmaya çalışan dini ve etnik azınlıklar ayrımcılığa uğrama korkusu yaşıyor. 

 Mülteci kamplarındaki yaşam da boş binalara yerleşen insanlarınkinden farklı değil. Hatta kamplardaki koşullar bazen daha da kötü olabiliyor. Irak’ın kışı da şartları iyice zorlaştırıyor. Dohuk’taki Hanke ve Erbil’deki Beherki gibi Kuzey Irak’taki büyük kampların bazıları çamur içinde ve temel altyapıdan yoksun.47 

 Suriye'de Kürtçe'de 'Batı' anlamına gelen ve 'Batı Kürdistan' olarak bilinen Rojava'da son dönemde Kürt birlikler ve rejim karşıtı El Kaide bağlantılı gruplar arasında şiddetli çatışmalar yaşandığına ilişkin haberler geliyordu. Bölgede bağımsız kaynakların bulunmaması, sağlıklı haber alınmasını da zorlaştırıyor.48 


Roj Mülteci Kampı & Dumiz Kampı 

 c.Temel Sorunlar ve Etkiler 

 IKBY, Birleşmiş Milletler ve çeşitli sivil toplum örgütlerinden yardım almakla birlikte kampları büyük ölçüde kendi imkanları ile idare etmektedir. Irak merkezi hükümeti gelenleri mülteci olarak kabul etmediği için herhangi bir yardımda bulunmamaktadır. Bu durum IKBY üzerinde giderek artan bir mali yük yaratmaktadır. Kamplara en fazla yardım götüren sivil toplum kuruluşlarının başında “Barzani Yardımlaşma Vakfı” gelmektedir. Irak’ta yaşayan mültecilerin 
en büyük sorunları olarak kalacak yer (kira yardımı), yiyecek ve iş öne çıkmaktadır. 

Bu sorunların yanı sıra Mart 2011’de Suriye’de başlayan halk ayaklanmasının zaman içinde merkezî otoritenin giderek güç kaybettiği bir iç savaşa dönüşmesiyle Suriyeli kürtlerin Irak!a olan göçünden ülke büyük ölçüde etkilenmiş ve bu gelişme, ülkede merkezkaç kuvvetlerinin güçlenmesini sağlamıştır. Bu anlamda en hazırlıklı toplumsal kesim, Kürtler ve siyasi hareket olarak PYD olmuştur. 

Suriye’deki iç savaşın uzamasına bağlı olarak El Kaide türevi Irak ve Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) ortaya çıkmasıydı. IŞİD, Suriye ve Irak’ta geniş alanları ve doğal kaynakları kontrol etmeyi başarmıştır. IŞİD’in güçlenmesi birkaç açıdan Kürtler adına fırsat yaratmış, Irak ve Suriye’de merkezî otoritelerin zayıflamasına zemin hazırlayarak yerel güçlerin öne çıkmasını sağlamıştır. 

Irak’ta merkezle bağı giderek zayıflayan Kürt Bölgesi’nde bağımsızlık söylemi ve zemini giderek güçlenmektedir. Ortadoğu’daki Kürtler arasında en zayıf halka olarak görülen Suriye Kürtleri ise fiili olarak kendi otonom bölgelerini kurarak siyasi statü sahibi olmaya çok yaklaşmıştır.49 

2. Irak’ın Mültecilere Yönelik Politik ve Genel Tutumu 


 Irak merkezi hükümeti ve IKBY mültecilere ilişkin farklı politikalar takip etmektedir. IKBY, genel olarak sınırlarını açık tutmakta ve mültecilere karşı esnek bir politika izlemektedir. Bu yaklaşımın temel nedeni, Suriyelilerin Irak Kürt Bölgesi halkı ile aynı etnik kökenden geliyor olması, toplumsal ve kültürel yakınlığın yanı sıra siyasi nedenlerdir. IKBY Suriyelilerin kendi istekleri doğrultusunda ister kamp isterse kendi imkanları ile şehir merkezlerinde barınmasına izin vermektedir. Şehir merkezlerinde yaşayan-lara ikamet izni verilmekte ve böylece bölgesel hükümetin kendi vatandaşlarına sunduğu hizmetlerden yararlanmaları sağlanmaktadır. Mülteciler kampta kalsalar dahi kampı terk ederek Kürt Bölgesindeki üç vilayette serbestçe yaşama hakkına 
sahiptir. Sadece tek başına göç etmiş genç erkeklerin şehir merkezlerinde ev kiralamasına izin verilmemektedir. Hem kampta hem de şehir merkezlerine yaşayan mültecilerin çalışma izinleri bulunmaktadır. İkamet izni bulunan tüm mülteciler Kürt Bölgesel Hükümeti’nin sunduğu sağlık, eğitim hizmetlerinden Irak vatandaşları gibi faydalanma hakkına sahip olmaktadır. 

   Irak merkezi hükümeti ise mültecilere karşı farklı bir yaklaşım sergilemektedir. Merkezi hükümet Temmuz 2012 tarihinde Suriyeli mültecilerin Rabia ve Al Kaim sınır kapısından alınarak inşa edilen kampa yerleştirilmesi kararı almıştır. Kampta yaşayan mültecilere temel hizmetler sunulmaktadır. Ağustos 2012 tarihinden itibaren ise acil insani durumlar istisna olmak üzere mültecilere sınırlar kapatılmıştır. Irak merkezi hükümetinin sorumluluk alanı olan Anbar’da 
yaşayan az sayıdaki Suriyeli mültecinin ülkeiçinde serbest dolaşım hakkı bulunmamaktadır. Kampta yaşayan Suriyelilerin kamp dışına çıkarak çalışma izinleri yoktur. Buna karşın tüm temel hizmetlerden faydalanabilmektedirler. Mülteciler karşılıksız olarak kamu hastaneleri ve okullarından faydalanabilmekte dir.50 

 3. Mültecilerin Hukuksal Statüsü 


 Irak’taki Suriyeli mültecilerin hukuki durumu ise tartışmalıdır. Irak, 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin Cenevre Sözleşmesi’ne taraf değildir. Buna karşın mültecilerin durumuna ilişkin ulusal hukuk sisteminde kabul edilmiş iki kanun bulunmaktadır. Bunlar 1971 tarihli “Siyasi Mülteciler Kanunu” ve 2009 tarihli “Göç ve Yer Değiştirme Bakanlığı 21 Numaralı Kanun”dur. 2009 tarihli kanun daha kapsamlı olmakla birlikte her ikisi de günümüz Suriyeli göçmenlerinin haklarını güvence altına alma konusunda eksik kalmaktadır. Genel anlamda Irak hukuk sisteminde mültecilere ilişkin yasal çerçeve açısından bir boşluk olduğunu söylemek mümkündür. Irak merkezi hükümetinin de mültecilere yönelik bir politika ya da stratejisinin olduğu söylenemez. Buna karşın otonom bir bölge olan IKBY Suriyeli mültecilere ilişkin kendi hukuk sistemi ve politikalarını bağımsız şekilde uygulayabilmektedir. Zaten belirtildiği üzere Irak’taki Suriyeli mültecilerin %95’e yakını Irak Kürt Bölgesi’ nde yaşamaktadır.51 

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



***