Hafter etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hafter etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Şubat 2021 Pazar

LİBYAYI BUGÜNLERE KİM GETİRDİ.,

 LİBYAYI BUGÜNLERE KİM GETİRDİ.,


DEVRİM SONRASI TÜRKİYE NİN LİBYA POLİTİKASI: KIRILMALAR VE RİSKLER

FURKAN POLAT*


*FURKAN POLAT 
2014 yılında Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsünde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başlayan Furkan Polat, halen Ortadoğu Enstitüsünde Libya masasında çalışmalarını sürdürmektedir. Doktora adayı olan Polat’ın ilgi alanlarını iç savaşlardaki yerel aktörlerin güvenlik stratejileri, ittifaklar ve dış müdahale gibi güvenlik meseleleri oluşturmaktadır.

PERSPEKTİF
OCAK 2020 . 
SAYI 256

• Devrim sonrası Ankara’nın Libya politikası nasıl şekillendi? 
• Krizin yerel ve uluslararası dinamikleri açısından Türkiye’yi bekleyen riskler nelerdir?
• Libya’daki yerel ittifaklar nasıl bir görüntü sergilemekte ve kimlerden oluşmaktadır?

Libya’nın BM tarafından tanınan meşru hükümeti Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) Başkanı Faiz Serrac’ın 27 Kasım 2019’da Türkiye’ye yaptığı ziyarette iki ülke arasında “Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası" ile Türkiye ve Libya’nın uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarının muhafazasını hedefleyen 
“Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” imzalandı. Özelde iki ülke ilişkilerinde genelde ise Doğu Akdeniz’deki güç mücadelesinde tarihi bir kırılma olan bu iki anlaşmayla Libya krizi, bugüne dek hiç olmadığı kadar Türkiye açısından hayati bir mesele haline geldi. Bu bağlamda Ankara’nın Libya politikasının dünü ve bugününü krizin lokal ve uluslararası dinamikleriyle birlikte ele almak, Türkiye’nin atacağı yeni adımlara ışık tutmak açısından önemlidir.
Kaddafi rejimi sonrası Türkiye’nin Libya politikasını belirleyen en temel dinamik, ülkede istikrarı tesis edecek kurumları oluşturarak ve taraflar arasında yaşanan çatışmaları barışçıl girişimlerle sona erdirerek olası bir bölünmeye engel olmaktı. Türkiye, geçiş hükümetiyle yaptığı anlaşmalar kapsamında ordu ve kolluk 
kuvvetlerinin eğitiminde üstlendiği rolle Libya’nın modern devlet kurumlarına kavuşması için ciddi bir çaba sarf etti. Ancak yerel aktörler arasındaki rekabetin lokal dinamiklerin etkisiyle çatışmaya evrilmesi ve 2014 yılındaki tartışmalı seçimler sonucunda Libya’nın fiilen ikiye bölünmesi bu çabaların sekteye uğrasına 
yol açtı. Bu tarihten itibaren Türkiye’nin odak noktası, Libya krizinin barışçıl çözümüne yönelik atılan uluslararası adımları desteklemek ve yerel aktörleri bu süreçlere dâhil etmekti. Bu bağlamda 2014’te Libya’nın Gıdamis kentinde başlayan ve Aralık 2015’te Fas’ın Süheyrat kentinde Libya Siyasi Anlaşması’nın (LSA) imzalanmasıyla sonuçlanan süreçte Türkiye, özellikle Milli Genel Kongre’nin (MGK) görüşmelere katılması için büyük çaba sarf etti. 

LSA kapsamında başkentte göreve başlaması öngörülen Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile MGK bünyesindeki Ulusal Kurutuluş Hükümeti arasındaki krizde de yine Türkiye’nin yoğun diplomatik çabaları sonucunda anlaşmazlık, 
çatışmaya evrilmeden çözüldü. Son birkaç yıldır ise BM Libya Destek Misyonu’nun UMH ile Hafter arasındaki krizi çözmeye yönelik gerçekleştirdiği zirvelerde Türkiye mevcut pozisyonundan taviz vermeyerek barışçıl çözüm arayışlarını sürdürdü. 
Ancak geçtiğimiz yıl İtalya’nın Palermo kentinde düzenlenen zirvede yaşananlar Türkiye’nin söz konusu tavrının sonuç üretmeyeceğini açıkça gösterdi. 

İlk etapta Palermo zirvesine katılmama kararı alan Hafter’in talebi doğrultusunda UMH Başkanı Serrac, Mısır Cumhurbaşkanı Sisi, İtalya Başbakanı Conte, Fransa Dışişleri Bakanı Le-Drian, Rusya Başbakanı Medvedev ve Libya’ya komşu olan diğer ülke temsilcileri bir güvenlik zirvesi gerçekleştirmişti. Söz konusu görüşmelerde dikkat çeken husus Hafter muhalifi yerel aktörlerden katılım olmamasının yanı sıra Türkiye ve Katar gibi krizin çözümünde kritik rol oynayabilecek ülkelerin de görüşme dışında bırakılmasıydı. 

Hafter’in bu yaklaşımı Palermo Konferansı’nı Libya krizini sona erdirmeyi amaçlayan barışçıl bir girişimden ziyade uluslararası güç mücadelesinin sergilendiği bir platforma dönüşmesine yol açtı. 

KIRILMA NOKTASI: PALERMO KONFERANSI

Türkiye’nin Libya siyaseti açısından Palermo Konferansı’nın bir kırılma noktası olduğunu söylemek mümkündür. Zira Hafter cephesini destekleyen uluslararası aktörlerin konferans esnasındaki tavrı, krizin barışçıl yollarla değil güç kullanarak aşılmasının hedeflendiğini açıkça ortaya koyuyordu. Bu zirveden yaklaşık 
dört ay sonra söz konusu hedefin bir yansıması olarak Hafter liderliğindeki cephe başkent Trablus’u ele geçirmek için bir operasyon başlattı. Yaklaşık yedi aylık süre içerisinde UHM’ye bağlı gruplar önemli bir direniş sergilese de Wagner Grubu’na ait savaşçıların Trablus’taki cephe hattına intikali ve BAE/Mısır’a ait savaş uçaklarının hava saldırıları direncin kırılmasına neden oldu. Bu durum Türkiye’nin Libya siyasetinde yeni bir dönemin başlamasına ve daha fazla askeri angajmanın kaçınılmazlığına yol açtı. 

Libya krizi kendi iç bağlamının ötesinde Doğu Akdeniz’deki güç mücadelesi açısından oldukça önemlidir. 

Zira bu bölgede oluşturulmaya çalışılan Türkiye karşıtı fiili durumu bertaraf edebilmek Libya’da belirleyici aktörlerden biri olmaktan geçmektedir. Bölgede Libya dışındaki alternatiflerle benzer bir ilişki kurmak çok daha maliyetli ve kompleks olması nedeniyle gerçekçi değildir. Örneğin Doğu Akdeniz bağlamında 
Türkiye’nin Mısır’la masaya oturması için başta Sisi rejimiyle yaşanan siyasi krizler olmak üzere Katar krizi, 
BAE ve Suudi Arabistan gibi faktörleri dikkate almak zorunda kalacaktır. Bir başka seçenek olarak Yunanistan ve Güney Kıbrıs’la görüşerek Doğu Akdeniz’deki mevcut anlaşmazlıkları giderme yolunu tercih etse, Ege ve Kıbrıs sorunu gibi çok daha derinlikli meselelere dair çeşitli tavizler vermek zorunda kalacaktır. Benzer durum İtalya ve Fransa gibi AB üyesi devletlerle ilişkiler için de söylenebilir. Dolayısıyla mevcut konjonktürde Türkiye’nin Libya dışındaki seçenekleri değerlendirmeye alması köklü bir dış politika değişimini ve bu bağlamda bir takım tavizleri beraberinde getirecektir. 

Öte yandan uzun süredir iç savaş yaşayan Libya ise krizin iç ve dış dinamikleri nedeniyle Türkiye açsısından bazı riskler barındırmaktadır. 

     İlk olarak krizin iç dinamiklerine değinmek gerekirse, 2014’ten günümüze 
çeşitli aralıklarla devam eden savaşın iki farklı ittifak arasında cereyan ettiğini belirtmek gerekir. Çatışmanın tarafların biri olan ve UMH çatısı altındaki grupların başta Misrata ve başkent Trablus olmak üzere Zintan, Tacura ve Libya’nın batısındaki diğer kentlerden gelen milislerden oluştuğunu görmekteyiz. Bu ittifak açısından Hafter’in Trablus operasyonunun varoluşsal bir tehdit olması ittifakın en güçlü özelliği olarak zikredilebilir. 

Söz konusu gruplar arasında 4 Nisan öncesinde ciddi çatışmaları ve güvenlik ikilemlerinin yaşandığı göz önüne alındığında, Hafter tehdidinin bertaraf edilmesi sonrası bu ilişkinin barışçıl bir biçimde sürmesi konusunda sorunlar yaşanabilir. Özellikle başkenti uzun süre kontrol altında tutan gruplarla Türkiye ile yakın 
ilişkilere sahip Misratalı gruplar arasında 2018 yılında çatışmaya evrilen rekabetin yaşandığını düşünürsek, Hafter karşıtlarının bütüncül/hiyerarşik bir yapı altında bir araya geldiklerini söyleyemeyiz. Bu durumda Türkiye’nin UMH çatısı altındaki grupların bir arada tutulması konusunda çaba sarf etmesi gerekecektir.

   Hafter penceresinden Libya krizinin yerel dinamiklerine bakıldığında durumun bu ittifak için de farklı olmadığı söylenebilir. Hafter’in liderliğini yaptığı ittifak üç farklı bileşenden oluşmaktadır. 
    Bunlar; Hafter’e sadakatiyle öne çıkan ve genel itibarıyla Libya’nın doğusundan gelen silahlı gruplar, Batı Libya’daki güç ilişkilerinde belirleyici aktör olma potansiyelini kaybedenler veiç savaşın sunduğu ganimetlerden faydalanmaya çalışanyabancı paralı askerlerdir. 
    Başka bir ifadeyle, Hafter’inliderliğini yaptığı cephe, kimi grupların onun liderliğinde otoriter bir rejim kurma hayaliyle, kimilerinin 2011devrimi sonrasında kaybettiği güç pozisyonunu gerielde etme hevesiyle, kimilerinin ise ekonomik kazanç veaskeri kapasite devşirme arzusuyla bir araya geldiği birittifaktır. 

    Elbette UMH çatısı altındaki ittifakta olduğugibi bu cephenin de ciddi bir zafiyeti bulunmaktadır.

Özü itibariyle her biri farklı çıkar tanımlamalarına sahipaktörlerin bir araya gelerek oluşturduğu bu yapıyı ayakta tutan şey yayılmacılıktır. Bu yayılmacılık Trablus’tadurdurulduğu takdirde Hafter’in kazandıran aktör olduğuna 
dair inancın zayıflaması ve ittifakta kopmalarınyaşanması kuvvetle muhtemeldir.
    İkinci olarak, Libya krizi uluslararası dinamikler açısından değerlendirildiğinde Hafter cephesinin daha geniş bir desteğe sahip olduğu söylenebilir. Uzun süredir BAE, Fransa, Rusya, Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün gibi ülkeler Hafter’in askeri ve ekonomik kapasitesinin inşasında ve onun liderliğindeki mevcut ittifakın oluşumunda belirleyici roller üstlendiler. Öte yandan UMH ile Türkiye arasında imzalanan anlaşmalar sonrasında bu ülkelere Yunanistan gibi yenilerinin eklenmesi karşısında, Türkiye de Cezayir ve Tunus’u daha fazla sahaya çekerek Hafter blokunu dengelemeye çalışmaktadır. Ankara ayrıca, Moskova ile sorunun 
çözümü konusunda doğrudan temas kurmak suretiyle, çıkar farklılıklarına sahip olduğu karşı bloku ayrıştırmaya yönelik de politika izlemektedir. 

Gerek Libya krizinin geçtiğimiz yıllardaki seyri gerekse Doğu Akdeniz’de yaşananlar, yatıştırma stratejisinin saldırganlığı bertaraf etmediğini açıkça göstermektedir. Türkiye’nin kendi kapasiteyle orantılı bir biçimde kriz alanlarının yerel ve uluslararası dinamiklerini hesaba katarak caydırıcılığını ortaya koyması ulusal çıkarları ve güvenliği açısından elzemdir.

www.setav.org 
info@setav.org 
 @setavakfi

ANKARA • İSTANBUL • WASHINGTON D.C. • KAHİRE • BERLİN • BRÜKSEL

****

15 Kasım 2020 Pazar

Libya, Suriye, Irak ve PKK.. BÖLÜM 1

Libya, Suriye, Irak ve PKK.. BÖLÜM 1 



Prof.Dr. Sait Yılmaz 
25 Mayıs 2020 


Giriş 


Uluslararası ilişkilerde tesadüf yoktur. Krizler genellikle iyi düşünülmüş ve dikkatli 
hazırlık isteyen bir mühendislik işidir. Ama işler genellikle planlandığı gibi gitmez. 

Bir kriz yönetim uzmanı olarak aklımızda hep şu vardır; ciddi bir krizi asla boşa harcamamalı, daha önce yapamadığın şeyler için bir fırsat olarak görmelisin. Afganistan, Irak ve Suriye‟de olduğu gibi köprünün altından çok sular aktı, ittifaklar değişti, yeni fırsatlar ortaya çıktı ve şimdi yeni oyunlar tezgâhlanıyor. 

Her savaşın arkasında pek çok devlet gözükse de önemli olan oyun kurucuyu bilmek ve izlemektir. Akıllıca olan oyunu kazanacak olanın yanında yer almak, çok çaba harcamadan pastadan pay kapmaktır. Buna “göreceli kazanç” denir ama 
Ortadoğu‟da ilişkiler öyle sıfır toplamlı ki kendi bacağınızdan asılmak zorundasınız. 
Şu anda Yemen, Suriye ve Libya‟da çöl kumu içinde pek çok masum insan iç savaşta öldürülürken, bu ülkelerin halkları satılmış savaşçılar, ajanlar ve hainlerin insafına kalmış durumda. Bu insanlara; Allah için savaş, demokrasi, diktatörden kurtulma, özgürlük, egemenlik, kendi kaderini tayin hakkı yalanı söyleniyor. 

Bir ülkeden diğerine taşınan aynı tip savaşçılar, yerel işbirlikçiler ve arkasındaki devletler, bu ülkelerin topraklarını savaş alanına çevirmiş durumda. Paralı askerler, hackerlar, suikastçılar, intihar bombacıları güç peşindeki liderlerin istihbarat örgütleri ile iç içe. On yıllardır bu izleri takip ediyoruz. Yeni bir ülkede 
daha iç savaş ve aynı oyun başladığında kimse şaşırmayacak. Bu makalede Libya, Suriye ve Irak‟ta planlanan yeni oyunlara ve bekleyen tehlikelere odaklanırken, PKK terör örgütünün durumunu da sorgulayacağız. 

Libya’da bildiklerinizi unutun.. 

Suriye‟de Türkiye‟nin Rusya‟dan uzaklaşması İdlib‟teki çatışmalar öncesi başlamıştı. 

İşin içinde geçen yıl Berlin‟de Libya için yaşanan anlaşmalıklar vardı. Türkiye‟yi Rusya‟nın elinden almak isteyen ABD bunu bir şekilde başardı. Ankara‟nın Esat takıntısını bilen ABD, Suriye ve Libya‟da ortak bir anlayış içinde gibi gözüküyor hatta işin içinde bilmediğimiz bazı gizli pazarlıklar da olabilir. Çünkü bazı şeyler hiçte mantıklı gelmiyor. ABD, Suriye ve Irak‟taki Kürtleri birleştirme kılıfı içinde PKK‟yı bohçalamak oyunu peşinde ve sanki Türkiye de buna razı olmuş gibi. Bunun detaylarına Suriye ile ilgili bölümde değineceğiz. 

Libya‟daki Serrac hükümetinin arkasında sadece Türkiye ve Katar var. Hafter‟in 
arkasında ise Fransa, Mısır, Suudi Arabistan, BAE ve Ürdün gibi ülkeler. Fransızlar Total şirketi ile Hafter ‟in en güçlü destekçisi. Rusların Wagner özel askeri şirketi Hafter‟in yanında. 

ABD Suriye özel temsilcisi James Jeffrey, “Rusya’nın işini Suriye ve Libya’da güçleştirmeye çalışıyoruz” dedi. Bu aslında Türkiye ile aynı yolda olduklarını göstermek için bir mesaj. 
Nitekim ABD, Libya‟da da taraf değiştirdi. Son aylarda ABD, Libya‟da Hafter‟i 
desteklemekten vazgeçmiş rolü oynamaya başladı. ABD, gerçekte resmi olarak artık Serrac hükümetini destekliyor gözükse de Hafter‟i ile de arka planda işleri devam ediyor. Nasıl devam etmesin? Hafter, eski CIA ajanı ve ABD vatandaşı. Libya‟daki BM Temsilcisi de ABD vatandaşı. 

ABD ve diğer ülkeler Hafter‟e büyük yatırım yaptı ve herkes onun işgal ettiği 
bölgelerdeki petrolün peşinde. Hafter‟in askeri olarak işleri bir ay öncesine kadar iyi gidiyordu. Önce Ruslar, Hafter‟e desteği kesti. BM ambargosu neticesi parasız kalan Hafter zor duruma düşünce askeri olarak durum kilitlendi. Üstelik Hafter, kanser hastası ve ömrü çok uzun değil. Başta Almanya ve İtalya olmak üzere Avrupa Birliği ülkeleri (Fransa hariç) ve Rusya, Hafter ve Serrac‟ın yerine Libya‟nın başına ülkeyi bir arada tutacak yeni bir aday aramaya başladılar. 

Ruslar bir ay süren bir saha çalışması ile yeni adayı buldu; Hafter tarafındaki Libya Temsilciler Meclisi (HOR) başkanı Akile Salih. Bu arada şunu not düşelim; her ne kadar Ankara, şimdiye kadar Serrac yönetimini BM‟nin tanıdığı tek hükümet olarak lanse etse de, BM; Serrac hükümetini yürütme, HOR‟u ise yasama organı olarak tanıyor. Salih‟e gelince; aslında Hafter‟in arkasındaki adamdı. Şimdi yeni bir formülle ortaya çıktı ve dedi ki; “Biz yanlış yaptık, yeni bir yapıda taraflar birleşmeli.” Salih‟e göre; Libya Başkanlık Konseyi ve ortak hükümetin başındaki kişiler aynı taraftan olmamalı ve iki organda da taraflardan üyeler bulunmalı. Bunlar teşkil edildikten sonra Anayasa yapılmalı. 
Salih‟i ortaya çıkaran güçler bu düşünceleri hemen desteklediler. Sadece Hafter karşı çıktı. Ancak, Rusya desteği çekince ve Serrac hükümeti de Türkiye‟nin desteği ile daha güçlü saldırınca sahada denge değişmeye başlamıştı. Hafter, 29 Nisan‟da ateşkes ilan etti. Hafter‟in yenilmesini istemeyen Rus tarafı resmen doğrulamasa da 8 adet (MİG 29 ve SU-24) savaş uçağı takviye gönderdi. Libya‟daki bu denklem içinde; 

- Ruslar; Akile Salih ve Hafter tarafında. 
- ABD; Türkiye‟nin yanında gözükmek için Serrac ve Salih yanında ama Hafter ile de arasını bozmadı. 
- Fransa hariç Avrupa Birliği (daha çok Almanya ve İtalya) ise Akile Salih‟in yanında. 

Gelinen aşamada Libya‟da bayram sonrası gelişmeler bekleniyor. 

Türkiye‟nin anlamadığı şey şu; Hafter yenilse bile Libya ikiye bölünecek ve petrolün bulunduğu bölgeler karşı tarafta kalacak. Trablus‟ta kalacak Serrac, parasız uzun süre dayanamaz ve Türkiye‟nin yaptığı anlaşma için karşı taraftaki Parlamento‟nun onayı lazım. 

Özetle, artık Türkiye – diğer ülkeler gibi, her iki taraf için de oynamalı ve bir an önce yeni oyuncu Akile Salih‟e de destek vermeli. 
Libya ile ilgili diğer önemli bir husus petrol oyununa dâhil olmamız. 

Kıbrıs‟ın çevresi için aldığımız, atıl kalmış sondaj gemilerinden bazılarını buraya kiralayarak, belirli bir yüzde için anlaşabiliriz. Bu arada şunları not edelim; sondaj gemimiz var ama çalışanlar yabancı ve sismik analizler yurt dışında yapılıyor. Diğer yandan, petrol ya da doğal gazı bulsak bile çıkarma kabiliyetimiz yok. Doğu Akdeniz‟de bunu yapmak pahalı ve çıkardığın enerjinin fiyatı piyasada rekabet edemez. 

Suriye’de yeni oyunlar.. 

Suriye ile ilgili son dönemde Rusya‟nın Esat‟tan memnun olmadığı ve değiştireceği haberleri ortaya çıktı. Bu daha çok Türkiye‟de belli bir medya tarafında propaganda malzemesi olarak kullanılıyor ama haberin doğru tarafı uzun zamandır tarafların anlaşamadıkları konular var. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz; 
(1) Ruslar, Kürtleri yanına çekmek için onlara kültürel özerklik verme konusunda Esat‟ı ikna edemiyor. 
(2) Ruslar, Suriye‟nin güneyinde Lübnan sınırında bulunan iki çatışmasızlık bölgesindeki muhalifleri barıştırmak istemişti ama Esat onlara da terörist muamelesi yaptı. 
(3) Ruslar, Esat‟ın eski Suriye topraklarının bütünlüğünü sağlamak için yeterli gayreti göstermediğini hatta Suriye‟nin batısında elinde tuttuğu topraklarla ve kendi tebaası ile yaşamayı seçtiğini düşünüyor. 

Ruslar, Suriye‟deki rejimin yolsuzluklarından da memnun değil. Suriye ekonomisinin %60-70‟ini bazı Sünni ve Alevi aileler kontrol diyor. Rus mali yardımları da boşa gidiyor. 
Yolsuzlukla uzman Ruslar, Esat‟ın yolsuzluklara karşı müsamahakâr olduğunu düşünüyorlar. 
Türkiye ise şu sıralar ABD ile birlikte Rusya‟ya karşı pozisyonunu güçlendirmeye 
çalışıyor. Gelinen aşamada Türkiye ile Rusya arasında 5 Mart‟ta yapılan sözleşmeye göre, Türkiye‟ye İdlib‟teki cihatçıları tasfiye için altı ay süre tanınmıştı. Türkiye İdlib‟te cihatçılar ile ilgili henüz bir şey yapmış değil. Cihatçıların bir kısmının Libya‟ya gönderilmesi Rusları kızdırdı. Araplar ve İran‟dan destek alan Esat, İdlib bölgesine saldırmak ve cihatçıları kendisi temizlemek istiyor. Ruslar şimdilik izin vermedi ama durumdan çok rahatsız olsalar da 
Türkiye‟nin sözünde durmasını bekliyorlar. 

ABD‟ye gelince, şu anda Suriye‟de üç şey yapmak istiyor; 

(1) Türkiye‟nin derdinin rejimi dolayısıyla Esat‟ı değiştirmek olduğunu bildiği için 
buna oynuyorlar; Ruslara karşı Suriye ve Libya‟da sözde yanımızda duruyorlar. 
(2) İkinci oyun el koydukları Deyrizor‟da topladıkları muhalif ve Irak‟a kaçıp geri 
dönen Kürtleri ve Fırat‟ın doğusundaki YPG/PKK unsurlarını bir arada Cenevre‟de muhalif grupların içinde masaya oturtmak istiyorlar. Böylece Kürtleri Ruslar ve Esat‟ın elinden alacağını hesaplıyorlar. 
(3) ABD, bir yandan, Irak‟ın kuzeyindeki Barzani ile Suriye‟deki YPG/PKK arasında bir ilişki kurma peşinde. ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, Suriye ve Irak‟taki Barzani etkisindeki Kürt grupları, Suriye Kürt Ulusal Konseyi ENKS altında topluyor. 
Neler olduğunu anlamamız için Fırat‟ın doğusundaki gelişmeler ile ilgili biraz geriye gitmemiz gerekiyor. 

ABD’nin yeni Kürt planı.. 

2015 yılında Kürtler, ABD‟nin kucağına düşene kadar önce Rusya ve Türkiye ile 
pazarlık yaptılar. Ruslar, Kürtlere kültürel özerlik ve Esat ordusu içinde ayrı bir kolordu benzeri birlik olma sözü verdiler. Ancak, Esat kabul etmedi. Esat, Suriye‟deki Kürtlerin Irak‟ın kuzeyindeki gibi bir yapıda olmasını tehlikeli görüyor ve Irak‟taki yapı ile birleşebileceğini hesaplıyordu. 

Türkiye ise 2015 yılında Salih Müslim‟i Çırağan Sarayı‟nda kırmızı halılar ile 
karşıladığı dönemde Suriye‟de Türkiye yanlısı Kürtler olduğu varsayımından hareket ediyordu. Türkiye‟ye göre buradaki Kürtler zaten Şeyh Sait İsyanından kaçıp gelenlerdi ve Salih Müslim‟de İTÜ mezunu idi. Suriye‟deki Süleyman Şah Türbesi‟nin taşınmasını bizzat PYD Başkanı olarak Salih Müslim idare etmişti. Ankara‟dan PYD‟ye verilen söz, Özgür Suriye Ordusu‟na katılmaları ve Esat‟ın devrilmesine yardımcı olmaları karşılığı onların tıpkı Irak‟ın kuzeyinde olduğu gibi refah ve müreffeh bir hayat sürmelerinin sağlanacak olması idi. 

Ancak, Kandil buna razı olmadı. 

Rusların ve Türkiye‟nin kontrolünden çıkan Kürtler, o sırada sahada kendisi için vekil güç arayan ABD‟nin eline düştü. Hikâyenin bundan sonra daha da ilginç. ABD, YPG‟yi kurunca, der ki; “Türkiye sizin PKK olduğunuzu düşünüyor isminizi değiştirin”. Bunun üzerine, 12 Kürt Partisi ve Araplardan Suriye Demokratik Güçleri denen yapıyı icat ederler. 

Şimdi ABD, Fırat‟ın doğusundaki Kürtleri; sözde Türkiye‟ye yakın olanlar, 
YPG/PKK‟dan kalanlar ve Irak‟tan dönenler ile birlikte paketleyip, Türkiye‟nin tanıyacağı bir yapılanmaya sokmak istiyor. Barzani‟nin grupları da Suriye tarafına katılınca sözde Ankara‟nın tavrı yumuşayacak. Barzani de sözde bunlara ağabeylik yapacak. Ancak, göz olanı akıl olacağı görür; muhtemelen ABD, Suriye‟nin kuzeyi ile Irak‟ın kuzeyinin entegre olması için yeni bir oyun tezgahlıyor. Hem Kürtler birleşecek hem de Ankara‟ya bak gördünüz mü PKK değil denecek. Ancak, Barzani ve PKK tarafı birbirine sempatik gelse de pratikte biri diğerinin işleri karıştırdığını düşünüyor. Neler olacak göreceğiz. 

Muhtemelen Türk istihbaratı da bu işin içinde ya da onların bilgisi dâhilinde. Bunların hiçbiri Türkiye için hayırlı şeyler değil. Ama devlete kim nasıl bilgi veriyor, yönlendiriyor ise ABD bunda başarı sağlıyor. Asıl tehlike Suriye ve Irak arasındaki Kürt kuşağının Türkmen bölgesini yutması ve Türkiye‟nin güneyini kapatması. Buna Türkmenler ilgili bölümde değineceğiz. 

Ruslar ise Kürtleri ABD‟nin elinden almak için Fırat‟ın doğusunda devriye gezdiği 
yerlerde onları paralı asker yani kendi YPG/PKK‟sı yapmaya çalışıyor. Ancak, Kürtler daha iyi maddi destek ve daha somut planları olduğu için ABD tarafını seçiyor. 
Özetle, Ruslar Türkiye‟yi Kürtlerle korkutmaya, Amerikalılar ise barıştırmaya (!) çalışıyor. 
PKK terör örgütü ne durumda? 
PKK‟ya gelecek olursak; genel olarak pek mutlu sayılmazlar. Hem Suriye hem Irak‟ta 
2017 sonrası önemli terörist ve alan kaybı yaşadılar. Hâlihazırda; 
- Türkiye içinde insansız hava araçları teknolojisi nedeni ile hareket edemiyor, 
- Irak‟ın kuzeyindeki Türk askeri varlığı örgütü güneye inmeye zorluyor, 
- Suriye‟de bir yıl öncesini çok arıyor; ana üsleri Afrin‟i kaybettikten sonra Fırat‟ın doğusundaki unsurları da bölündü. Suriye‟de sadece alan kaybetmedi, 12 bin civarında terörist kaybetti. Türkiye, Barış Pınarı Harekâtı‟nda kendisine gösterilen boş alana girmek yerine doğrudan YPG/PKK‟yı hedef alsa idi belki de bitirmiştik, tarihi bir fırsat kaçtı. 

Şu anda YPG/PKK, parasını ödeyen ABD‟nin korumasına sığınarak Suriye‟nin 
yeniden yapılanmasında kendine iyi bir pozisyon bulmayı umuyor. 
Suriye Demokratik Güçleri denilen ucube içinde YPG/PKK ve Araplar anlaşamıyor. 
YPG/PKK, diğerlerini domine etmeye çalışıyor. ABD‟nin zoru ile bir aradalar. 
Irak tarafına gelecek olursak; PKK, 2017‟den sonra Irak‟ın içinde de geriledi, yeraltına indi. Ancak, Talabani Partisi içinden bir kadın milletvekilini Irak Parlamentosu‟na soktu. 

Talabani ve Barzani, Bağdat‟tan ortak para almak için işbirliği yapıyor ve bu maksatla merkezi yönetim ile görüşmelerde PKK‟nın öne çıkmasını istemiyorlar. 
PKK‟nın hala Kandil‟de 1000 kadar elemanı var, çoğu eleman yer değiştirmek 
zorunda kaldı. İran sınırına yakın yerlerde gizleniyorlar. Ayrıca Suriye sınırındaki Sincar bölgesinde de kendilerine bir bölge kurdular. Kendilerini gizlemek için sürekli isim değiştiriyorlar ve asıl desteği İran‟dan alıyorlar. İran‟ın vekil gücü Haşdi Şabi gibi örgütlerle işbirliği yaptıkları biliniyor. PKK şu anda Irak ve Suriye‟de alan kontrolüne çalışıyor. 

Türkiye‟nin operasyonları PKK‟nın manevra alanlarını daralttı ancak bu operasyonlar geçici olduğundan geri geliyorlar. Türkiye, Irak‟ın kuzeyine yerleşmeli, Suriye ve Irak arasında sürekli bir tampon bölge kurmalı. 
Irak’ta ABD hareketliliği.. 

Ocak ayında Irak hükümeti, ABD kuvvetlerini resmen ülkeden kovarken, kalmalarının herhangi bir yasaya ya da anlaşmaya dayanmadığını açıklamıştı. Trump ise Irak‟ı ABD‟deki petrol gelirlerinden gelen paralarına el koymakla tehdit etti. 
ABD, Irak‟ta çevre ülkelere komplolar düzenleyeceği üsler olmadan ayrılmak 
istemiyor. Bu yüzden, Irak‟ın kuzeyindeki Kürt Yönetimi Bölgesi‟nde (KYB) İran‟a yakın bir yerde Harir askeri üssünü kuruyor. ABD‟nin Irak rejimine verdiği mesaj, siz (Bağdat yönetimi) istemeseniz de biz kalacak yer buluruz. Bu aslında, ABD‟nin neden Irak‟ı parça parça ettiğinin ve hala etmek istediğinin de bir açıklaması. Kuzeye çekilmesi aynı zamanda güneyi istediği zaman bombalama imkânını daha da umursamaz hale getirecek. Kuzeye Suriye‟den istediği kadar terörist taşıyabilecek. Ancak, buraya gelmesi işleri çözmüyor, merkezi hükümet ile de arası iyi olmalı ki, ikmal ve irtibat devam edebilsin. 

ABD ve BAE, Barzani‟nin en büyük destekçisi ve sürekli silah gönderiyorlar. Yakın 
bir zaman önce Erbil‟e dört kargo uçağı silah getirdiler 1

Bu silahlar, sözde Türkiye‟den çok güneydeki merkezi rejime karşı savunma amaçlı veriliyor. Suriye‟nin kuzeyindeki Kürt bölgesini de destekleyen ABD‟nin bu iki bölgeyi birleştirme planı için de bir hazırlık olarak görülmelidir. 

ABD, şu an Suriye‟nin Deyrizor‟daki petrolünü çalıyor ve Barzani bölgesindeki petrol kuyularına yani Musul ve Kerkük‟ün üzerine de oturacaklar. Bu planda, İsrail‟in de önemli rolü var. Iraklılar ABD‟ye “Joker” lakabı takmışlar çünkü Irak ile ilgili her uğursuzluğun arkasından onlar çıkıyor. ABD‟nin gündeminde şimdi KYB bölgesinin bağımsızlığı var ve Barzani yönetimi de Irak Parlamentosuna her konuda kafa tutmaya başladı. Irak‟ı bölme planlarına aşağıda yer vereceğiz. 
Amerikalılar hala IŞİD‟in büyük tehlike olduğu ve kendileri olmazsa Ortadoğu‟da 
yeniden canlanacakları korkusuna oynuyor. Öte yandan ABD, son aylarda binlerce IŞİD teröristini Suriye‟den Irak‟a taşıdı ve yeni komplolar için hazırlıyorlar. 



Harita 1: ABD’ye Göre IŞİD’in Hala Aktif Olduğu Yerler (Mayıs 2020) 
Thomas Abi-Hanna, Rumblings of Islamic State Resurgence in Iraq, Stratfor, (May 19, 2020). 


Ekim 2019‟da El Bağdadi öldürülmüş olmasına rağmen hala 20 bin IŞİD teröristinin olduğu iddia ediliyor. Mart 2020‟de ABD, sözde IŞİD‟a karşı yeni bir konumlanma ile Musul, Kerkük, Anbar ve Nineveh bölgelerine asker kaydırdı 2. 
Irak‟tan Mart 2020 içinde Çekya, Fransa, Hollanda ve İspanya COVİD-19 neden ile geçici olarak kuvvetlerini çekerken, Almanya ve İngiltere ise kuvvet azalttı. 
Irak’ta işler iyi gitmiyor.. Irak‟ta para çoktan bitti. Irak‟ın gelirlerinin %90‟ı petrol ve doğal gazdan geliyor. COVİD-19 ortaya çıkmadan önce 2020 yılında 42 milyar dolar bütçe açığı olan Irak, petrol fiyatlarının 30 doların altına düşmesi ile çok daha zor durumda kaldı. Irak‟ın petrol satışı varil başına 52 dolar olduğunda bütçe denklik sağlıyordu 3

Kuzeydeki Kürt özerk bölgesi de Bağdat‟ın payını göndermeyince başka bir sorun 
kaynağı daha ortaya çıktı. Kendi başına petrol satıp, üzerine konmaya çalışan kuzeydeki Barzani ile araları değil, çünkü güneye ödemesi gereken payı ödemiyorlar. Barzani tayfası, Türkiye‟nin himmeti ile yaşıyor; aldığı yardımlar, izin verilen petrol taşıması ve ticaret. Şu anda Irak içinde ABD ve İran‟ın çekişmesi var. Buna İsrail istihbaratı da katılmış durumda yani ajan savaşları had safhada. Irak‟ta önceki istihbarat direktörü başbakan Mustafa el-Kadimi‟nin başbakanlığa getirilmesi; İran ve ABD arasında bir anlaşmanın sonucu olarak görülüyor. Irak‟ta sıkışan ABD, İran‟a maksimum baskıya devam edecek ama gizli (!) anlaşmaya göre, İran‟ın Lüksemburg‟daki 1.6 milyar dolarını serbest bırakacak 4
Hâlbuki Kadimi, Ocak ayında Kasım Süleymani‟ye yapılan drone saldırısında ABD ile işbirliği yapmakla suçlanmıştı. 

 Mustafa el-Kadimi (gerçek ismi Abd-el Latif), iyi bilinen bir CIA ajanı; Ahmet Çelebi döneminden beri Amerikalılara çalışıyor ve söylentilere göre, 2003 yılında Bush yönetimine Saddam‟ın kitle imha silahları olduğu yalanını anlatan kişi. Son on yıldır Irak yönetimi içinde İran etkisini azaltmak için CIA ve Suudi İstihbaratı ile işbirliği yapıyordu. Birlikte eski başbakan ve İran‟ın desteklediği Abadi‟ye karşı 2018‟de bir darbe yapmak istediler ama başarılı olamadılar. Kadimi‟nin başbakanlığına ilk tebrik Suudi Arabistan‟dan geldi. 

Bazı yorumcular ise ABD ve İran arasında genel bir yumuşama ihtimalinden 
bahsediyor. ABD‟nin Suudi Arabistan‟dan Patriot füzelerini çekmesini buna delil olarak gösteriyorlar. Obama dönemindeki yumuşama, Umman‟ın aracılığıyla İran‟daki bir Amerikalı mahkûmun serbest bırakılması ile başlamıştı. ABD‟nin Salman‟a Katar‟a üç yıldır süren ambargoyu kaldırması için baskı yaptığı, Kuveyt‟in de Katar‟la ilişki kurmak için bir bakan gönderdiği iddia ediliyor. 

  Bunun anlamı, ABD hala İran‟a maksimum baskı dese de ABD‟nin Yemen‟de Suudilere artık destek verecek halinin kalmaması. İran gibi ABD ve Suudiler de parasız. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***