Prof.Dr. Sait Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Prof.Dr. Sait Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Mart 2021 Pazartesi

Kanal Projesi; Üç İstanbul’a yol açar mı?

Kanal Projesi; Üç İstanbul’a yol açar mı? 



Prof.Dr. Sait Yılmaz 
18 Aralık 2019 

 

Giriş.. 

Türkiye konumu göz önünde bulundurulduğunda, Avrupa kıtası ile dünya petrol 
rezervlerinin yaklaşık her birinde %45 petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip Ortadoğu, petrol rezervlerinin % 8,8‟ine, doğalgaz rezervlerinin % 28,7‟sine sahip Kafkasya arasında enerji köprüsü olan bir ülkedir. Türk Boğazları, ülkemizin olduğu kadar, Karadeniz'e kıyıdaş ülkelerin de gerek ekonomisi, gerek askeri güvenliği açısından hayati önem taşımaktadır. 
Boğazlar, Karadeniz ülkelerini dünya piyasalarına bağlayan ana ticaret güzergâhı dır. Yeni gündemimiz İstanbul Kanalı Projesi.. Bu makalede de İstanbul Kanalı Projesi ile ilgili düşüncelerimizi bilimin gözü ile tartışmaya çalışacağız.. Ancak, proje pek bilimsel değil, bu yüzden uluslararası tecrübelerimiz devreye girecek, gene stratejilerden ve geri plandaki şüphelerden bahsedeceğiz.. 

 İstanbul Kanal projesi güvenlik ve gelir sağlar mı?. 

İstanbul Boğazına paralel olarak açılması planlanan İstanbul Kanalı‟nın uzunluğu 40-45 km.; genişliği yüzeyde 145-150 m., tabanda yaklaşık 125 m., suyun derinliği ise 25 m. olacaktır. Kanal İstanbul normal şartlarda ulusal bir kanal olacaktır ancak finansman yapısı, krediler ve kredi anlaşmaları bilinmiyor. 
 Kanal İstanbul Projesi‟ni savunanlar temel olarak iki gerekçe öne sürmektedirler; 
boğazlardaki deniz ulaşımında güvenlik ve gelir sağlamak. Projeye olumlu bakanlar; İstanbul Boğazı'nın gemi trafiğini rahatlatmak ve boğazdan geçen nükleer bomba eşdeğerindeki yılda 10 bin tankere buradan geçiş sağlamak iddiasındadır. Rakamlara göre; İstanbul Boğazı‟ndan yılda ortalama 43 bin gemi geçmekte, bunların 3 bin kadarı kimyasal yük ya da gaz taşıyan tanker dir 
(Tablo 1). 

Tablo 1: İstanbul Boğazı'ndan Geçen Gemilerin Tipleri Ve Yıllarına Göre Dağılımı 

Öte yandan, boğazı geçen gemilerin transit geçiş hakları olduğu için kılavuzluk ve bazı vergiler dışında gelir seviyesi oldukça düşüktür. Tablo 2‟de görüleceği gibi yıllık gelir Süveyş ve Panama Kanalı‟nda milyarlarca dolar iken, İstanbul Boğazı‟ndan 180 milyon dolar civarındadır. 

Tablo 2: Süveyş ve Panama Kanalı ile İstanbul Boğazı Yıllık Gelirleri (2015). 
 
 Kanal Projesi‟nin hem ticari hem de turizm etkinliklerini artıracağı söylenmektedir. 
Kanal İstanbul‟a destek daha çok reel sektörden gelmektedir. Projeye inşaat ve iş makineleri sektörü Türkiye ekonomisinin büyümesine büyük katkı sağlayacak sektör olarak bakmaktadır. 
Bu projede ele alınması gereken bir diğer önemli ekonomik konu ise arazi rantıdır. Ancak, bu konuya girmek istemiyoruz. 
 Projenin kendi kendisini finanse edebilecek bir proje olduğu iddia edilse de etüdü 
henüz yapılmış değildir. 50 milyar dolara mal olması beklenen projeden 7-15 bin kişilik istihdam sağlanacağı düşünülmektedir. Yetkililer bu proje sayesinde yıllık 6-8 milyar dolar gelir beklemektedir. Projenin tamamlanması ile birlikte her gün 150-160 geminin geçmesi düşünülen Kanal İstanbul‟un Boğaz‟ın yükünü ciddi derecede azaltacağı öngörülmektedir. 

İstanbul Boğazı‟ndan yılda geçen 44 bin ticari geminin tamamı Kanal İstanbul‟dan geçmiş olsa ve gemi başına kaba bir hesapla 136 bin dolar geçiş ücreti alınsa ancak yıllık 6 milyar dolara ulaşılır1. 
 Kanal İstanbul projesinin başarılı olabilmesi için gemilerin ve özellikle tehlikeli yük taşıyan gemilerin İstanbul Boğazı‟nı değil Kanal İstanbul‟u kullanmaları gerekir. Montrö Antlaşması'na göre Türkiye'nin Boğaz'ı trafiğe kapatması ve isteği doğrultusunda trafiği Kanal'a aktarması mümkün değildir. Ülkemiz hem Montrö Sözleşmesine, hem de uluslararası hukuka göre, gemileri Kanal İstanbul‟u kullanmaya zorlayamayacaktır. 
Günümüz küresel ekonomik şartları bağlamında bir değerlendirme yapıldığında, geçiş yapmak isteyen gemilerin maliyet ve zaman açısından zorunda kalmadıkları sürece Kanal İstanbul‟u tercih etmeyecekleri tahmin edilmektedir 2. 
Kısaca, Kanal Projesi‟nin iki önemli argümanı da geçersizdir yani bilimsel değildir. 
Öncelikle İstanbul Boğazından gemi başına verilen hizmet karşılığı yaklaşık 90 dolara geçmek var iken ticaret gemilerini Kanal İstanbul‟dan geçişe nasıl zorlayabilirsiniz? 

 Güvenlik yani tanker tehlikesine gelince; Kanal Projesi‟nde de hemen hemen aynı tehlikeler yaşanacaktır. Kanalın 25 m. derinliği olup 20 m. su altı derinliği olan gemileri geçirme durumunda gemilerin hareket alanını kontrol etmek mümkün olmayacak belki boğazlardan daha fazla kaza riski ile yüz yüze kalınacaktır 3. Derine indikçe özellikle su kaynakları olmak üzere doğal felaketle ile tehlikeler artacaktır. 

 Kanal Projesi’nin olumsuz yanları.. 

İstanbul Kanal Projesi‟nin olumsuz yanları ile ilgili elimizde aşağıda özetlediğimiz 
uzun bir liste var. Bu olumsuzlukların başında genel olarak Montrö Sözleşmesinin tekrar gündeme gelmesi öne sürülse de asıl mesele yol açacağı çevre felaketine odaklanmaktadır. 

Karadeniz ve Akdeniz arasındaki biyolojik, kimyasal ve fiziksel farklılıklar, 
Çanakkale ve İstanbul Boğazları ile Marmara Denizi‟nden oluşan Türk Boğazlar Sistemi aracılığı ile dengelenmektedir. Birbirinden farklı sıcaklık ve tuzluluk oranlarına sahip olan Akdeniz ve Karadeniz, türbülans ile aralarında ısı, madde ve su değişimi sağlayarak birbirine karışmaktadır. Bu sisteme yapılacak olan bir müdahale sonucunda sistem tamamen çökecek ve Marmara Denizi‟nin felaketi gerçekleşecektir. 
Proje‟nin, Küçükçekmece Gölü ve Sazlıdere Barajı‟nı kapsayan bir rotada inşa 
edileceği ileri sürülmektedir. Günümüzde gerekse insan hayatı için gerekse kuşlar ve yaban hayatı yaşamsal öneme sahip olan bu su kaynakları, Kanal İstanbul ile devreden çıkarılacaktır. 

Orman ekosistemi ve iklim değişikliği üzerine de tahribata neden olacak etkilerinin bulunduğu Proje‟nin inşasıyla beraber ekolojik sistem tamamen çökecek, İstanbul‟un doğal yaşamı altüst olacaktır. 

Harita 1: İstanbul Kanalı Projesi İçin Seçilen Güzergah 
 
Uzmanlar Karadeniz‟i dev bir havuza benzetmektedir. Uzmanlara göre, derinliği 25 metre olan ikinci bir musluk açıldığında Karadeniz'in suyu Marmara‟ya daha hızlı akacak, bol besinli üst tabaka zaten çan çekişen alt tabakaya baskı yaparak oksijenin hızla azalmasına neden olacaktır. Karadeniz‟in suyunun Marmara Denizi‟ne boşalacağını ve çevrenin çılgınca tahrip edileceği öngörülmektedirler. Projenin tamamlanmasıyla birlikte Terkos, Küçükçekmece ve Büyükçekmece gölleri kuruyacak, Marmara Denizindeki su ürünlerine zarar verecektir 4. 
İstanbul‟un yer altı su damarları kesilmiş olacaktır. Karadeniz‟in tuzlanma süreci daha da hızlanacaktır. Oksijen oranının azalması, milyonlarca yıldır oluşan doğal dengede oluşan tuzluluk oranının değişmesi, balık cinslerinin olumsuz etkilenmesi, Marmara‟dan gelecek dip akıntılarıyla Karadeniz‟in kirliliğinin artması, Karadeniz ‟in renginin ve veya kokusunun değişmesi vs. görülecektir. 
 Olumsuz yanları saymakla bitmiyor, biz özetlemeye devam edelim; 
 - İstanbul, bugüne kadar yapılan bütün planlarda doğu-batı istikametinde gelişmesi gereken ve kuzeye asla gelişmemesi gereken bir coğrafyada bulunmakta dır. İstanbul'un su havzaları ve ormanları kuzeyde olduğundan kuzeye doğru büyümesi sakıncalıdır. İstanbul ormanları yüksek miktarda karbon depolamaktadır ve tüm bu nedenlerden dolayı kuzey ormanları yaşamsal önem taşımaktadır5.Yeni yerleşim bölgelerinin açılması bu anlamda risk teşkil etmektedir. 
 - Proje öz itibariyle kentte hava kirliliğine ve sağlık sorunlarına neden olacak, gemi kazası/patlama vb. tehlikeler İstanbul Boğaz kıyısından, Kanal İstanbul kıyısına taşınmış olacaktır. 
- Proje kapsamında E-5, TEM ve tren yolu için inşa edilecek en az üç yüksek köprü, İstanbul‟un batıyla olan ulaşımını zorlaştıracaktır. Doğal ulaşım ağı köprülü ve sınırlı sayıda geçişe izin veren kapasiteli geçiş ile Trakya ve Avrupa‟ya açılan güzergâhı sınırlandırmış olacaktır. 

Halen kullanılmakta olan ancak kanal için deplase edilmesi gereken İstanbul-Trakya demiryolu, TEM Otoyolu, E5 Otoyolu, onlarca önemli karayolu, Terkos-Alibey tarihi su galerisi, içme suyu isale hatları, atık su kolektör leri gibi sayısız büyük yapıyı da unutmamak gerekir. 

- Proje kapsamında ulaşım, enerji ve çevre uygulamalarının yanı sıra kanal çevresinde modern bir yaşam alanı oluşturulması hedefleniyor. Dolayısıyla bölge yoğun bir yapılaşma baskısı altında kalacaktır. 
- Proje deniz canlılarının, su havzalarının, verimli tarım alanlarının ve ormanların ciddi şekilde olumsuz etkileneceğini bir gerçektir. Milyonlarca yıldır buraya uyum sağlamış balık popülasyonlarının çok ciddi şekilde etkilenmesi, bunun sonucuna balık popülasyonlarında ciddi düşüşler yaşanmasına neden olacaktır. 
 - Proje, İstanbul‟un uluslararası öneme sahip deniz ve kıyıları, doğal ormanları, nadir fundalıkları, kumul alanları ve sulak alanlarının geri dönülmez bir şekilde gözden çıkarılması anlamına geliyor. 
 - Kanal İstanbul Projesi‟nin gerçekleşmesi halinde zarar görecek diğer bir alan ise tarım arazileridir. İstanbul sınırları içerisinde genel olarak 5 bin hektar sulu tarım arazisi yer almaktadır. Fakat sulama olanaklarının yetersizliği ile bu alanın yaklaşık 3 bin hektarlık kısmı devlet yatırımlarıyla gerçekleşmiştir. Denizden ormanlara, bitkilerden tarım arazilerine bölge ciddi bir çevre tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır. Proje ile kilometrekarelerce memleket toprağı suların altında kalacaktır. 
 - Kuş göçü üzerine etkileri; önemli bitki alanı olmasının yanı sıra Terkos Gölü‟nü de içinde barındıran Terkos Havzası, sahip olduğu fauna türleri (memeli, kuş sürüngen, vs.) ve bu türlerin yaşamasına olanak veren doğal yaşam alanları (habitatlar), biyolojik çeşitlilik açısından İstanbul‟un arda kalan son doğal alanlarından birisidir. Kış aylarında 10 binden fazla su kuşu türünün barındığı ve üreyiş gösterdiği Terkos Gölü ile çevresi Doğal Hayatı Koruma Derneği tarafından belirlenmiş olan “Önemli Kuş Alanları” içerisinde yer almaktadır. 
Tüm bu canlıların yaşamı, 3. Havaalanı‟nın Terkos Gölü koruma kuşakları içerisinde yer almasından dolayı projeden doğrudan etkilenecektir 6. 
- İklim değişikliği; ilk olarak küçük ölçekli iklimi; sonrasında ise bölgesel iklimi etkileyebilecek güce sahiptir. 

 Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve Kanal Projesi ile ilgili stratejik meseleler.. 
 Tarihi olarak Ruslar tarafından Türk boğazlarının ele geçirilmesi, kontrolü veya 
serbest geçiş hakkı beka konusu olarak görüldü. Coğrafya ülkelerin kaderini belirlemektedir. 
Dün olduğu gibi bugün de Ruslar, Baltık ve Pasifik‟e açılmak yerine ticari ve askeri maksatlar için çok daha önemli olan sıcak denizlere yani Akdeniz‟e ulaşmak, Türk Boğazları‟ndan geçmek zorundadır. Tarihte Ruslar ile olan savaşlarımızın ve İngilizlerle olan müttefikliğimizin ardında hep boğazlar meselesi vardı. Kırım Savaşı‟nın sebebi de buydu, 1. Dünya Savaşı‟na girmemizin nedeni de. Soğuk Savaş boyunca da boğazlar üzerindeki kontrolümüzün korunması hayati idi. Sovyetler Birliği başkanı Josef Stalin, II. Dünya Savaşı esnasında tarafsız olan 
Türkiye‟nin Montrö Boğazlar Sözleşmesi gereği boğazları savaşan taraflara kapatmasının en çok kendilerine zarar verdiğini düşünüyordu. Bu yüzden, Türkiye‟yi boğazların kontrolü ve toprak talepleri ile tehdit edince, Batı kampının yanında yer almaktan başka şansımız yoktu. 

Montrö Sözleşmesi‟ne göre, esas itibarıyla gemilerin Boğazlardan “geçiş ve ulaşım serbestisi” ilkesi ortaya konulmuş, ancak, savaş gemilerinin barışta ve savaşta geçiş rejimi, Karadeniz‟de kıyısı bulunan devletler ile bulunmayanlara göre değişiklik göstermek üzere düzenlenerek tonaj, zaman ve geçiş kısıtlaması gibi çeşitli sınırlamalara tâbi tutulmuştur. 

Sözleşmesinin 2. maddesine göre; barış zamanında, ticaret gemileri, gündüz ve gece, bayrak ve yük ne olursa olsun, a 3. Madde hükümleri saklı kalmak üzere, hiçbir işlem olmaksızın, Boğazlar'dan geçiş ve gidiş-geliş tam serbestisinden yararlanacaklardır. Bu gemiler, Boğazların bir limanına uğramaksızın transit geçerlerken, Türk makamlarınca, alınması Sözleşme‟nin I sayılı Ek'inde öngörülen vergilerden ve harçlardan başka, bu gemilerden hiçbir vergi ya da harç alınmayacaktır. 

Sözleşmenin 14. Maddesine göre; Boğazlar‟dan geçiş halinde bulunabilecek bütün 
yabancı deniz kuvvetlerinin en yüksek toplam tonajı 15.000 tonu aşmayacak ve bu kuvvetler dokuz gemiden fazla gemi içermeyeceklerdir. Karadeniz‟e kıyıdaş olmayan devletlerin barış zamanında bu denizde bulundurabilecekleri gemilerin toplam tonajı 30.000 tonu aşmayacaktır. Ayrıca, Karadeniz‟de bulunmalarının amacı ne olursa olsun, kıyıdaş olmayan devletlerin savaş gemileri bu denizde 21 günden fazla kalamayacaktır. 
Eğer sözleşmede belirtilen şartlar konusunda tarafında değişiklik talebinde 
bulunulursa, oybirliğinin sağlanması gerekir. Bununla birlikte 14. ve 18. maddelerin değiştirilebilmesinde Türkiye‟nin muhakkak içinde bulunduğu Karadeniz‟e kıyıdaş devletlerin dörtte üçünü içermek şartıyla sözleşmeye taraf devletlerin dörtte üçünün olumlu oyu aranmaktadır. 

Montrö Sözleşmesi uyarınca “Boğazlar” deyimiyle ulaşım açısından Çanakkale 
Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı kastedilmektedir. Kanal ise sadece İstanbul Boğazı‟na seçenek oluşturacaktır. Gemilerin Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi‟nden geçiş rejimi ise Montrö Sözleşmesi kapsamında aynı kalacaktır. 
Kanal İstanbul için en güzel örnek Corinth Kanalı‟dır. Mora‟nın etrafından gemilerin transit geçiş hakkı vardır ama isteyenler para ödeyip Corinth Boğazı‟nı kullanırlar. Corinth Boğazı da uluslararası statüde değil Yunanistan kontrolündedir. 

Kanal Projesi‟nin arka plânında Orta Asya, Orta Doğu ve Karadeniz arasında bir enerji bağı tesis etme eğilimini yansıtan bir dış politikanın bulunduğu ve Rusya, Ukrayna, Kazakistan ve Gürcistan‟dan taşınan petrolün önemli bir bölümünün Akdeniz‟den dünyanın en büyük petrol şirketlerine dağıtılacağı değerlendirmeleri de söz konusudur. 
Bazıları Çin‟in yeni „İpek Yol‟ ya da „Tek Yol Tek Kuşak‟ projesinin de bu proje ile 
alakalandırmakta ve bu ülkenin projeye yatırım yapma niyetinden bahsetmektedir. 
Rusya, Kanal‟ın mevcut boru hattı projelerinde zayıflatıcı bir etkiye sahip olmasından da endişe duymaktadır. Bu sebeple, proje duyurulur duyurulmaz, Rusya‟dan derhal olumsuz bir tepki gelmiştir. Bu proje, yukarıda da belirttiğimiz gibi sadece Rusya için değil, Karadeniz‟e kıyıdaş olsun olmasın pek çok ülkenin geleceği için önemli sonuçları olabilir ve her biri kendine göre bazı sakıncalar öne sürebilir ya da engel olmaya çalışabilir. 

Bu kapsamda, özellikle NATO‟nun ve özelde ABD‟nin girişimlerini gözden geçirmekte yarar vardır. 

 NATO ve ABD’nin Karadeniz’den beklentileri Üç İstanbul’a çıkar mı?.. 
11 Eylül sonrası terörle mücadele konseptinde değişikliğe giden ABD, 2003 yılında 
yapılan Irak Savaşı öncesi ABD ile Türkiye arasındaki mutabakat görüşmelerinde Samsun ve Trabzon limanlarının istenmesi hepimizi şaşırtmıştı. ABD, Trabzon'da büyük bir üs kurmak talebinde de bulunmuştu. 

Daha sonra, Akdeniz‟de başlatılan “Etkin Çaba Harekatı‟nı Karadeniz‟e genişletmeye çalıştı, ardından 2004 yılında Romanya ve Bulgaristan‟ı NATO‟ya alarak, bölgedeki gerginliğin fitilini ateşledi. 
 2006 da ABD Kongresinde 1936 tarihli Montrö Sözleşmesi‟nin günün şartlarına göre yeniden düzenlenmesi gerektiği gündeme getirildi. 

ABD, 2008 yılında Gürcistan'ı Rusya'ya karşı kışkırtıp savaş çıkarmıştı ama 
Karadeniz‟de daha fazla tonajlı gemi bulundurma isteği Türkiye‟den kabul görmemişti. ABD, Bulgaristan ve Romanya'dan sonra Gürcistan'ı da NATO'ya alarak Karadeniz'i bir NATO gölü haline getirmek istiyordu. 

NATO‟nun Standing Naval Force in the Black Sea adlı deniz gücü varlığını giderek 
artırmakta, NATO‟nun Bulgaristan ve Romanya‟yı destekleme planında, Kanada, Fransa, Almanya, Macaristan, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Polonya, Portekiz, İspanya, Birleşik Krallık ve ABD yer almaktadır. İlginç olan Karadeniz‟de Rus hassasiyetinin farkında olarak bir denge politikası güden Türkiye, NATO‟nun Rusya‟yı Karadeniz‟de çevrelemesini amaçlayan bu planı onaylamıştır. 

2014 yılında Rusya‟nın Ukrayna‟nın doğusundaki örtülü işgali ve Kırım‟ı ilhak 
etmesi, Rusların Karadeniz‟e hapsedilmesi ya da yumuşak karnına daha çok sokulma stratejisini daha da önemli hale getirdi. 
 2018 Şubatında toplanan NATO Savunma Bakanları, İttifak‟ın Karadeniz‟deki askeri varlığını güçlendirmeye yönelik yeni bir tedbir paketi hazırladı. Temmuz ayındaki Brüksel Zirvesi‟nde, NATO‟nun Karadeniz‟deki askeri varlığını artırması kararı alındı. Bu kapsamda, devriye ve tatbikat sayısı yükseltildi. 2018 içinde Sea Breeze ve Sea Shield gibi isimlerle çok sayıda tatbikat düzenlendi. 

 Soğuk Savaş sonrası ilk kez bir İngiliz muhribi, HMS Diamond, Karadeniz‟e girdi. 
Romanya‟ya 5 bin kişilik bir NATO gücü ile gözetleme uçaklarının yerleştirilmesi 
kararlaştırıldı. Bulgaristan, Novo Selo‟da ABD‟ye yeni bir üs tahsis ederken, ABD 
Donanması‟na ait güdümlü füze destroyerleri ile casus uçaklar Karadeniz üzerindeki faaliyetlerini yoğunlaştırdı7. 

Kanal İstanbul Projesi üzerinden Montrö Sözleşmesi‟nin değiştirilmesi, ABD‟nin NATO gücü ile Karadeniz‟i kontrol etmesini ve Rusya‟yı çevrelemesini kolaylaştıracaktır. 
ABD‟nin hayali budur. Ancak, Türkiye‟nin güvenliğinin önemli bir parçası boğazların güvenliğidir ve kanal projesi fantezisinden tüm Anadolu‟nun güvenliği etkilenebilir. 
Montrö‟nün kurduğu dengenin korunması kadar başka bir Batı hayaline karşı da dikkatli olmalıyız; Üç İstanbul. 
Fener Rum Patrikhanesi‟ni Vatikan benzeri bir devletçik haline getirme çabalarının bir ayağı da toprak kazandırma projeleridir. Bu projelerden en büyüğü ise, ABD Başkanı Clinton‟un, Nisan 1994‟te dönemin Başbakanı Tansu Çiller‟e tavsiye niteliğinde sunduğu “Üç İstanbul Planı”dır. Özellikle 2002-2003‟teki düzenlemelerden sonra, bazı Türk ve Rum işadamlarının Sultanahmet bölgesinde aldıkları gayrimenkuller, bir müddet sonra Rum vakıflarına hibe yoluyla devredilmeye başlanmıştır. Özellikle, “Sur İçi”, 1950‟li yıllardan itibaren kademeli olarak iş merkezlerine dönüşmekte ve meskun nüfus “Sur Dışı”ndaki semtlere kaymaktadır8. 
İşte, bu durumla bağlantılı olduğu açıkça ortada olan ABD Başkanı‟nın Planı, 
İstanbul‟u üçe bölmeyi amaçlamıştır. Plana göre, kentin nüfus ağırlığı Anadolu Yakası‟na kaydırılacak, Haliç‟in doğusunda kalan ve “Pera” (Beyoğlu) diye anılan bölüm, finans, ticaret, sanayi ve yerleşime ayrılacaktır. Haliç'in batısında surlar içinde kalan en eski kesim ise, ABD, Avrupa Birliği, Avrupa ülkeleri, Dünya Bankası, Dünya Kiliseler Birliği ve UNESCO'nun maddi ve siyasi desteğiyle “dünya kültür kenti”ne dönüştürülecektir. Bu amaçla surların içi aşamalı olarak tamamen boşaltılacak ve “Bizans özelliği” öne çıkarılan bir açık hava müzesi olacaktır 9. 

ABD planına göre, uzun vadede devlet içinde ayrı bir devlet haline gelecek olan 
Patrikhane, “egemenlik alanını”, surların dışına bütün Trakya'ya taşıracaktır. O dönemde Milli Güvenlik Kurulu‟nun müdahalesi ve Türkiye‟nin seçim atmosferine girmesi sebebiyle proje rafa kaldırılmış, ancak bu sefer de “Fener ve Balat‟ı Güzelleştirme Projesi” devreye girmiştir. 150 evin restorasyonunun planlandığı projeye Avrupa Komisyonu 7 milyon Euro‟luk kaynak tahsis etmiştir. Proje ile Hıristiyan bir merkez oluşturulmaya çalışıldığı, bu yüzden özellikle İstanbul‟un Bizans dokusunu ön plana çıkarabilecek olan Fener-Balat semtlerinin seçildiği, nihai amacın Balat‟ta ikinci bir Vatikan oluşturmak olduğu yönünde tartışmalar yaşanmaktadır. Bu tartışmalar sebebi ile semt sakinleri de projeye temkinli 
yaklaşmış, restorasyon sonrasında buraların Yunanistan‟dan gelecek Rumlara verileceği korkusu yaşanmıştır10. Son yıllarda iyice azan Rumların metropolit açma ve önü açılan vakıf faaliyetleri bu endişeleri gündemde tutmaktadır. 

Sonuç.. 

Kanal İstanbul Projesi bölgesel denizlerin kimyasının, tuzluluk oranlarının 
değişmesinden tutun da İstanbul'a su sağlayan su havzalarının ortasından kanal geçirilerek bütün su rejiminin hidrolojisinin bozulmasına kadar, bu bölgede bulunan bitki örtülerinin ortadan kalkmasına yol açacaktır. İki deniz arasındaki 57 cm‟lik kot farkı pek tabii ki çevresel sorunlara neden olacak, önce Marmara sonra Ege ve Akdeniz oksijensiz kalacaktır. 

İstanbul‟dan Trakya Bölgesine geçiş yeni yapılacak 6-7 köprüye bağımlı hale gelecek, trafik keşmekeşi yanında bunun savunma planlarımıza da olumsuz etkisi olacaktır. 
Aynı zamanda proje hinterlandı içerisinde bulunan Trakya'da son derece azalan 
verimli tarım arazilerinin yapılaşmaya açılmasına sebebiyet verecek ve yeni kentleşme dürtüsüyle birlikte İstanbul beklenmedik göç alacaktır. Kanal projesi gerçekleşir ise bölgede çevreye verilebilecek zararın geri dönüşü mümkün olmayacaktır. 
Montrö ile tesis edilmiş bölgesel barış süreci tekrar gerilecek, Karadeniz kıyısındaki devletler ile olan ilişkilerimiz kesintiye uğrayacaktır. Kanal projesinin bir süre sonra kanalın yönetimi konusunda tartışmalara neden olacağı açıktır. Ticari boyuttan çok askeri ve stratejik boyut her zaman ulusal ölçekte kapımızı çalan bir gündem olacaktır. Başlangıçta ekonomik ve ticari nedenlerle inşa edilen Süveyş Kanalı benzeri bir durumla karşı karşıya kalabiliriz. 
   Eğer illa da yapılacak ise Montrö Sözleşmesi‟ne aykırı olmayacak ve varlığının 
tartışılmasına yol açmayacak bir hassasiyet içinde hareket edilmesi gerekmektedir. Kanal geçiş rejimlerinin düzenlenmesi, Montrö Sözleşmesi‟ne aykırılığın olmaması ve anlaşmanın varlığının tartışılmasına yol açmaması hassasiyetine dayanarak gerçekleştirilmelidir. Kanal‟ın Türkiye tarafından sadece ticaret gemilerine açılması ve Karadeniz‟e kıyıdaş olan ve olmayan devletlerin savaş gemilerinin tümünün Montrö Sözleşmesi‟ne göre boğazlardan geçişinin hukuken süreceğinin bildirilmesi uygun olacaktır. Mümküne projeye kıyıdaş ülkeleri ortak etmek akıllıca olacaktır. 
Şahsi kanaatim, Kanal‟ın hiç yapılmaması yönündedir. 

Bu projenin ne karlı bir yatırım ne de stratejik bir hamle olmadığı görülmektedir. 

Karar için, halk oylamasına gidilmesi de bir fikir olabilir. Son olarak, Ekonomik krizleri İstanbul ve benzeri rantı yüksek kentlerde inşaat sektörü ile finanse etmek ülke çıkarları açısından düşünülmemesi gereken bir Politika olmalı, bu anlayıştan vazgeçilmelidir. 

DİPNOTLAR:

1 İhsan Sefa, Kanal İstanbul Çılgın Proje mi, Çılgınlık mı? Aydınlık, (13 Aralık 2019). 
2 Ali Şahin, Kanal İstanbul Projesi ve uluslararası ticarete etkisi, Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 
İstanbul Gedik Üniversitesi, (2017), 56-57. 
3 Cavid Abdullahzade, Gemilerden Kaynaklanan Petrol Kirliliği: Türk Hukukundaki Son Gelişmelerin 
Değerlendirilmesi, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt. 58, Sayı. 4, 2009. 12. 
4 Cemal Saydam, Çılgın Proje Kanal İstanbul, Kaynak Yayınları, (İstanbul, 2014), 13. 
5 Doğanay Tolunay, İstanbul’da yapılması planlanan projelerin orman ekosistemi ve endemik türler üzerindeki 
etkileri, Kanal İstanbul‟un Geleceğini Etkileyecek Üç Proje, TEMA Vakfı, (İstanbul, 2014), 24. 
6 Fikret Adaman, Ya Kanal ya İstanbul-Kanal İstanbul Projesinin ekolojik, sosyal ve ekonomik 
değerlendirilmesi, WWF Rapor, (İstanbul, 2015), 69. 
7 Tevfik Kadan, Montrö, Türkiye’nin güvenliğini sağlıyor, Aydınlık, (16 Aralık 2019). 
8 Mehmet Çelik, Fener Patrikhanesi’nin Ökümeniklik İddiasının Tarihi Seyri, Akademi Kitabevi, (İzmir, 2000), 146. 
9 Uğur Yıldırım, Dünden Bugüne Patrikhane, Kaynak Yayınları, (İstanbul, 2004), 143. 
10 Yeniçağ, Fener-Balat’ta Vatikan Masalı, (30 Mayıs 2005). 

https://www.academia.edu/41348479/Kanal_Projesi_%C3%9C%C3%A7_%C4%B0stanbula_yol_a%C3%A7ar_m%C4%B1

***

15 Kasım 2020 Pazar

Libya, Suriye, Irak ve PKK.. BÖLÜM 1

Libya, Suriye, Irak ve PKK.. BÖLÜM 1 



Prof.Dr. Sait Yılmaz 
25 Mayıs 2020 


Giriş 


Uluslararası ilişkilerde tesadüf yoktur. Krizler genellikle iyi düşünülmüş ve dikkatli 
hazırlık isteyen bir mühendislik işidir. Ama işler genellikle planlandığı gibi gitmez. 

Bir kriz yönetim uzmanı olarak aklımızda hep şu vardır; ciddi bir krizi asla boşa harcamamalı, daha önce yapamadığın şeyler için bir fırsat olarak görmelisin. Afganistan, Irak ve Suriye‟de olduğu gibi köprünün altından çok sular aktı, ittifaklar değişti, yeni fırsatlar ortaya çıktı ve şimdi yeni oyunlar tezgâhlanıyor. 

Her savaşın arkasında pek çok devlet gözükse de önemli olan oyun kurucuyu bilmek ve izlemektir. Akıllıca olan oyunu kazanacak olanın yanında yer almak, çok çaba harcamadan pastadan pay kapmaktır. Buna “göreceli kazanç” denir ama 
Ortadoğu‟da ilişkiler öyle sıfır toplamlı ki kendi bacağınızdan asılmak zorundasınız. 
Şu anda Yemen, Suriye ve Libya‟da çöl kumu içinde pek çok masum insan iç savaşta öldürülürken, bu ülkelerin halkları satılmış savaşçılar, ajanlar ve hainlerin insafına kalmış durumda. Bu insanlara; Allah için savaş, demokrasi, diktatörden kurtulma, özgürlük, egemenlik, kendi kaderini tayin hakkı yalanı söyleniyor. 

Bir ülkeden diğerine taşınan aynı tip savaşçılar, yerel işbirlikçiler ve arkasındaki devletler, bu ülkelerin topraklarını savaş alanına çevirmiş durumda. Paralı askerler, hackerlar, suikastçılar, intihar bombacıları güç peşindeki liderlerin istihbarat örgütleri ile iç içe. On yıllardır bu izleri takip ediyoruz. Yeni bir ülkede 
daha iç savaş ve aynı oyun başladığında kimse şaşırmayacak. Bu makalede Libya, Suriye ve Irak‟ta planlanan yeni oyunlara ve bekleyen tehlikelere odaklanırken, PKK terör örgütünün durumunu da sorgulayacağız. 

Libya’da bildiklerinizi unutun.. 

Suriye‟de Türkiye‟nin Rusya‟dan uzaklaşması İdlib‟teki çatışmalar öncesi başlamıştı. 

İşin içinde geçen yıl Berlin‟de Libya için yaşanan anlaşmalıklar vardı. Türkiye‟yi Rusya‟nın elinden almak isteyen ABD bunu bir şekilde başardı. Ankara‟nın Esat takıntısını bilen ABD, Suriye ve Libya‟da ortak bir anlayış içinde gibi gözüküyor hatta işin içinde bilmediğimiz bazı gizli pazarlıklar da olabilir. Çünkü bazı şeyler hiçte mantıklı gelmiyor. ABD, Suriye ve Irak‟taki Kürtleri birleştirme kılıfı içinde PKK‟yı bohçalamak oyunu peşinde ve sanki Türkiye de buna razı olmuş gibi. Bunun detaylarına Suriye ile ilgili bölümde değineceğiz. 

Libya‟daki Serrac hükümetinin arkasında sadece Türkiye ve Katar var. Hafter‟in 
arkasında ise Fransa, Mısır, Suudi Arabistan, BAE ve Ürdün gibi ülkeler. Fransızlar Total şirketi ile Hafter ‟in en güçlü destekçisi. Rusların Wagner özel askeri şirketi Hafter‟in yanında. 

ABD Suriye özel temsilcisi James Jeffrey, “Rusya’nın işini Suriye ve Libya’da güçleştirmeye çalışıyoruz” dedi. Bu aslında Türkiye ile aynı yolda olduklarını göstermek için bir mesaj. 
Nitekim ABD, Libya‟da da taraf değiştirdi. Son aylarda ABD, Libya‟da Hafter‟i 
desteklemekten vazgeçmiş rolü oynamaya başladı. ABD, gerçekte resmi olarak artık Serrac hükümetini destekliyor gözükse de Hafter‟i ile de arka planda işleri devam ediyor. Nasıl devam etmesin? Hafter, eski CIA ajanı ve ABD vatandaşı. Libya‟daki BM Temsilcisi de ABD vatandaşı. 

ABD ve diğer ülkeler Hafter‟e büyük yatırım yaptı ve herkes onun işgal ettiği 
bölgelerdeki petrolün peşinde. Hafter‟in askeri olarak işleri bir ay öncesine kadar iyi gidiyordu. Önce Ruslar, Hafter‟e desteği kesti. BM ambargosu neticesi parasız kalan Hafter zor duruma düşünce askeri olarak durum kilitlendi. Üstelik Hafter, kanser hastası ve ömrü çok uzun değil. Başta Almanya ve İtalya olmak üzere Avrupa Birliği ülkeleri (Fransa hariç) ve Rusya, Hafter ve Serrac‟ın yerine Libya‟nın başına ülkeyi bir arada tutacak yeni bir aday aramaya başladılar. 

Ruslar bir ay süren bir saha çalışması ile yeni adayı buldu; Hafter tarafındaki Libya Temsilciler Meclisi (HOR) başkanı Akile Salih. Bu arada şunu not düşelim; her ne kadar Ankara, şimdiye kadar Serrac yönetimini BM‟nin tanıdığı tek hükümet olarak lanse etse de, BM; Serrac hükümetini yürütme, HOR‟u ise yasama organı olarak tanıyor. Salih‟e gelince; aslında Hafter‟in arkasındaki adamdı. Şimdi yeni bir formülle ortaya çıktı ve dedi ki; “Biz yanlış yaptık, yeni bir yapıda taraflar birleşmeli.” Salih‟e göre; Libya Başkanlık Konseyi ve ortak hükümetin başındaki kişiler aynı taraftan olmamalı ve iki organda da taraflardan üyeler bulunmalı. Bunlar teşkil edildikten sonra Anayasa yapılmalı. 
Salih‟i ortaya çıkaran güçler bu düşünceleri hemen desteklediler. Sadece Hafter karşı çıktı. Ancak, Rusya desteği çekince ve Serrac hükümeti de Türkiye‟nin desteği ile daha güçlü saldırınca sahada denge değişmeye başlamıştı. Hafter, 29 Nisan‟da ateşkes ilan etti. Hafter‟in yenilmesini istemeyen Rus tarafı resmen doğrulamasa da 8 adet (MİG 29 ve SU-24) savaş uçağı takviye gönderdi. Libya‟daki bu denklem içinde; 

- Ruslar; Akile Salih ve Hafter tarafında. 
- ABD; Türkiye‟nin yanında gözükmek için Serrac ve Salih yanında ama Hafter ile de arasını bozmadı. 
- Fransa hariç Avrupa Birliği (daha çok Almanya ve İtalya) ise Akile Salih‟in yanında. 

Gelinen aşamada Libya‟da bayram sonrası gelişmeler bekleniyor. 

Türkiye‟nin anlamadığı şey şu; Hafter yenilse bile Libya ikiye bölünecek ve petrolün bulunduğu bölgeler karşı tarafta kalacak. Trablus‟ta kalacak Serrac, parasız uzun süre dayanamaz ve Türkiye‟nin yaptığı anlaşma için karşı taraftaki Parlamento‟nun onayı lazım. 

Özetle, artık Türkiye – diğer ülkeler gibi, her iki taraf için de oynamalı ve bir an önce yeni oyuncu Akile Salih‟e de destek vermeli. 
Libya ile ilgili diğer önemli bir husus petrol oyununa dâhil olmamız. 

Kıbrıs‟ın çevresi için aldığımız, atıl kalmış sondaj gemilerinden bazılarını buraya kiralayarak, belirli bir yüzde için anlaşabiliriz. Bu arada şunları not edelim; sondaj gemimiz var ama çalışanlar yabancı ve sismik analizler yurt dışında yapılıyor. Diğer yandan, petrol ya da doğal gazı bulsak bile çıkarma kabiliyetimiz yok. Doğu Akdeniz‟de bunu yapmak pahalı ve çıkardığın enerjinin fiyatı piyasada rekabet edemez. 

Suriye’de yeni oyunlar.. 

Suriye ile ilgili son dönemde Rusya‟nın Esat‟tan memnun olmadığı ve değiştireceği haberleri ortaya çıktı. Bu daha çok Türkiye‟de belli bir medya tarafında propaganda malzemesi olarak kullanılıyor ama haberin doğru tarafı uzun zamandır tarafların anlaşamadıkları konular var. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz; 
(1) Ruslar, Kürtleri yanına çekmek için onlara kültürel özerklik verme konusunda Esat‟ı ikna edemiyor. 
(2) Ruslar, Suriye‟nin güneyinde Lübnan sınırında bulunan iki çatışmasızlık bölgesindeki muhalifleri barıştırmak istemişti ama Esat onlara da terörist muamelesi yaptı. 
(3) Ruslar, Esat‟ın eski Suriye topraklarının bütünlüğünü sağlamak için yeterli gayreti göstermediğini hatta Suriye‟nin batısında elinde tuttuğu topraklarla ve kendi tebaası ile yaşamayı seçtiğini düşünüyor. 

Ruslar, Suriye‟deki rejimin yolsuzluklarından da memnun değil. Suriye ekonomisinin %60-70‟ini bazı Sünni ve Alevi aileler kontrol diyor. Rus mali yardımları da boşa gidiyor. 
Yolsuzlukla uzman Ruslar, Esat‟ın yolsuzluklara karşı müsamahakâr olduğunu düşünüyorlar. 
Türkiye ise şu sıralar ABD ile birlikte Rusya‟ya karşı pozisyonunu güçlendirmeye 
çalışıyor. Gelinen aşamada Türkiye ile Rusya arasında 5 Mart‟ta yapılan sözleşmeye göre, Türkiye‟ye İdlib‟teki cihatçıları tasfiye için altı ay süre tanınmıştı. Türkiye İdlib‟te cihatçılar ile ilgili henüz bir şey yapmış değil. Cihatçıların bir kısmının Libya‟ya gönderilmesi Rusları kızdırdı. Araplar ve İran‟dan destek alan Esat, İdlib bölgesine saldırmak ve cihatçıları kendisi temizlemek istiyor. Ruslar şimdilik izin vermedi ama durumdan çok rahatsız olsalar da 
Türkiye‟nin sözünde durmasını bekliyorlar. 

ABD‟ye gelince, şu anda Suriye‟de üç şey yapmak istiyor; 

(1) Türkiye‟nin derdinin rejimi dolayısıyla Esat‟ı değiştirmek olduğunu bildiği için 
buna oynuyorlar; Ruslara karşı Suriye ve Libya‟da sözde yanımızda duruyorlar. 
(2) İkinci oyun el koydukları Deyrizor‟da topladıkları muhalif ve Irak‟a kaçıp geri 
dönen Kürtleri ve Fırat‟ın doğusundaki YPG/PKK unsurlarını bir arada Cenevre‟de muhalif grupların içinde masaya oturtmak istiyorlar. Böylece Kürtleri Ruslar ve Esat‟ın elinden alacağını hesaplıyorlar. 
(3) ABD, bir yandan, Irak‟ın kuzeyindeki Barzani ile Suriye‟deki YPG/PKK arasında bir ilişki kurma peşinde. ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, Suriye ve Irak‟taki Barzani etkisindeki Kürt grupları, Suriye Kürt Ulusal Konseyi ENKS altında topluyor. 
Neler olduğunu anlamamız için Fırat‟ın doğusundaki gelişmeler ile ilgili biraz geriye gitmemiz gerekiyor. 

ABD’nin yeni Kürt planı.. 

2015 yılında Kürtler, ABD‟nin kucağına düşene kadar önce Rusya ve Türkiye ile 
pazarlık yaptılar. Ruslar, Kürtlere kültürel özerlik ve Esat ordusu içinde ayrı bir kolordu benzeri birlik olma sözü verdiler. Ancak, Esat kabul etmedi. Esat, Suriye‟deki Kürtlerin Irak‟ın kuzeyindeki gibi bir yapıda olmasını tehlikeli görüyor ve Irak‟taki yapı ile birleşebileceğini hesaplıyordu. 

Türkiye ise 2015 yılında Salih Müslim‟i Çırağan Sarayı‟nda kırmızı halılar ile 
karşıladığı dönemde Suriye‟de Türkiye yanlısı Kürtler olduğu varsayımından hareket ediyordu. Türkiye‟ye göre buradaki Kürtler zaten Şeyh Sait İsyanından kaçıp gelenlerdi ve Salih Müslim‟de İTÜ mezunu idi. Suriye‟deki Süleyman Şah Türbesi‟nin taşınmasını bizzat PYD Başkanı olarak Salih Müslim idare etmişti. Ankara‟dan PYD‟ye verilen söz, Özgür Suriye Ordusu‟na katılmaları ve Esat‟ın devrilmesine yardımcı olmaları karşılığı onların tıpkı Irak‟ın kuzeyinde olduğu gibi refah ve müreffeh bir hayat sürmelerinin sağlanacak olması idi. 

Ancak, Kandil buna razı olmadı. 

Rusların ve Türkiye‟nin kontrolünden çıkan Kürtler, o sırada sahada kendisi için vekil güç arayan ABD‟nin eline düştü. Hikâyenin bundan sonra daha da ilginç. ABD, YPG‟yi kurunca, der ki; “Türkiye sizin PKK olduğunuzu düşünüyor isminizi değiştirin”. Bunun üzerine, 12 Kürt Partisi ve Araplardan Suriye Demokratik Güçleri denen yapıyı icat ederler. 

Şimdi ABD, Fırat‟ın doğusundaki Kürtleri; sözde Türkiye‟ye yakın olanlar, 
YPG/PKK‟dan kalanlar ve Irak‟tan dönenler ile birlikte paketleyip, Türkiye‟nin tanıyacağı bir yapılanmaya sokmak istiyor. Barzani‟nin grupları da Suriye tarafına katılınca sözde Ankara‟nın tavrı yumuşayacak. Barzani de sözde bunlara ağabeylik yapacak. Ancak, göz olanı akıl olacağı görür; muhtemelen ABD, Suriye‟nin kuzeyi ile Irak‟ın kuzeyinin entegre olması için yeni bir oyun tezgahlıyor. Hem Kürtler birleşecek hem de Ankara‟ya bak gördünüz mü PKK değil denecek. Ancak, Barzani ve PKK tarafı birbirine sempatik gelse de pratikte biri diğerinin işleri karıştırdığını düşünüyor. Neler olacak göreceğiz. 

Muhtemelen Türk istihbaratı da bu işin içinde ya da onların bilgisi dâhilinde. Bunların hiçbiri Türkiye için hayırlı şeyler değil. Ama devlete kim nasıl bilgi veriyor, yönlendiriyor ise ABD bunda başarı sağlıyor. Asıl tehlike Suriye ve Irak arasındaki Kürt kuşağının Türkmen bölgesini yutması ve Türkiye‟nin güneyini kapatması. Buna Türkmenler ilgili bölümde değineceğiz. 

Ruslar ise Kürtleri ABD‟nin elinden almak için Fırat‟ın doğusunda devriye gezdiği 
yerlerde onları paralı asker yani kendi YPG/PKK‟sı yapmaya çalışıyor. Ancak, Kürtler daha iyi maddi destek ve daha somut planları olduğu için ABD tarafını seçiyor. 
Özetle, Ruslar Türkiye‟yi Kürtlerle korkutmaya, Amerikalılar ise barıştırmaya (!) çalışıyor. 
PKK terör örgütü ne durumda? 
PKK‟ya gelecek olursak; genel olarak pek mutlu sayılmazlar. Hem Suriye hem Irak‟ta 
2017 sonrası önemli terörist ve alan kaybı yaşadılar. Hâlihazırda; 
- Türkiye içinde insansız hava araçları teknolojisi nedeni ile hareket edemiyor, 
- Irak‟ın kuzeyindeki Türk askeri varlığı örgütü güneye inmeye zorluyor, 
- Suriye‟de bir yıl öncesini çok arıyor; ana üsleri Afrin‟i kaybettikten sonra Fırat‟ın doğusundaki unsurları da bölündü. Suriye‟de sadece alan kaybetmedi, 12 bin civarında terörist kaybetti. Türkiye, Barış Pınarı Harekâtı‟nda kendisine gösterilen boş alana girmek yerine doğrudan YPG/PKK‟yı hedef alsa idi belki de bitirmiştik, tarihi bir fırsat kaçtı. 

Şu anda YPG/PKK, parasını ödeyen ABD‟nin korumasına sığınarak Suriye‟nin 
yeniden yapılanmasında kendine iyi bir pozisyon bulmayı umuyor. 
Suriye Demokratik Güçleri denilen ucube içinde YPG/PKK ve Araplar anlaşamıyor. 
YPG/PKK, diğerlerini domine etmeye çalışıyor. ABD‟nin zoru ile bir aradalar. 
Irak tarafına gelecek olursak; PKK, 2017‟den sonra Irak‟ın içinde de geriledi, yeraltına indi. Ancak, Talabani Partisi içinden bir kadın milletvekilini Irak Parlamentosu‟na soktu. 

Talabani ve Barzani, Bağdat‟tan ortak para almak için işbirliği yapıyor ve bu maksatla merkezi yönetim ile görüşmelerde PKK‟nın öne çıkmasını istemiyorlar. 
PKK‟nın hala Kandil‟de 1000 kadar elemanı var, çoğu eleman yer değiştirmek 
zorunda kaldı. İran sınırına yakın yerlerde gizleniyorlar. Ayrıca Suriye sınırındaki Sincar bölgesinde de kendilerine bir bölge kurdular. Kendilerini gizlemek için sürekli isim değiştiriyorlar ve asıl desteği İran‟dan alıyorlar. İran‟ın vekil gücü Haşdi Şabi gibi örgütlerle işbirliği yaptıkları biliniyor. PKK şu anda Irak ve Suriye‟de alan kontrolüne çalışıyor. 

Türkiye‟nin operasyonları PKK‟nın manevra alanlarını daralttı ancak bu operasyonlar geçici olduğundan geri geliyorlar. Türkiye, Irak‟ın kuzeyine yerleşmeli, Suriye ve Irak arasında sürekli bir tampon bölge kurmalı. 
Irak’ta ABD hareketliliği.. 

Ocak ayında Irak hükümeti, ABD kuvvetlerini resmen ülkeden kovarken, kalmalarının herhangi bir yasaya ya da anlaşmaya dayanmadığını açıklamıştı. Trump ise Irak‟ı ABD‟deki petrol gelirlerinden gelen paralarına el koymakla tehdit etti. 
ABD, Irak‟ta çevre ülkelere komplolar düzenleyeceği üsler olmadan ayrılmak 
istemiyor. Bu yüzden, Irak‟ın kuzeyindeki Kürt Yönetimi Bölgesi‟nde (KYB) İran‟a yakın bir yerde Harir askeri üssünü kuruyor. ABD‟nin Irak rejimine verdiği mesaj, siz (Bağdat yönetimi) istemeseniz de biz kalacak yer buluruz. Bu aslında, ABD‟nin neden Irak‟ı parça parça ettiğinin ve hala etmek istediğinin de bir açıklaması. Kuzeye çekilmesi aynı zamanda güneyi istediği zaman bombalama imkânını daha da umursamaz hale getirecek. Kuzeye Suriye‟den istediği kadar terörist taşıyabilecek. Ancak, buraya gelmesi işleri çözmüyor, merkezi hükümet ile de arası iyi olmalı ki, ikmal ve irtibat devam edebilsin. 

ABD ve BAE, Barzani‟nin en büyük destekçisi ve sürekli silah gönderiyorlar. Yakın 
bir zaman önce Erbil‟e dört kargo uçağı silah getirdiler 1

Bu silahlar, sözde Türkiye‟den çok güneydeki merkezi rejime karşı savunma amaçlı veriliyor. Suriye‟nin kuzeyindeki Kürt bölgesini de destekleyen ABD‟nin bu iki bölgeyi birleştirme planı için de bir hazırlık olarak görülmelidir. 

ABD, şu an Suriye‟nin Deyrizor‟daki petrolünü çalıyor ve Barzani bölgesindeki petrol kuyularına yani Musul ve Kerkük‟ün üzerine de oturacaklar. Bu planda, İsrail‟in de önemli rolü var. Iraklılar ABD‟ye “Joker” lakabı takmışlar çünkü Irak ile ilgili her uğursuzluğun arkasından onlar çıkıyor. ABD‟nin gündeminde şimdi KYB bölgesinin bağımsızlığı var ve Barzani yönetimi de Irak Parlamentosuna her konuda kafa tutmaya başladı. Irak‟ı bölme planlarına aşağıda yer vereceğiz. 
Amerikalılar hala IŞİD‟in büyük tehlike olduğu ve kendileri olmazsa Ortadoğu‟da 
yeniden canlanacakları korkusuna oynuyor. Öte yandan ABD, son aylarda binlerce IŞİD teröristini Suriye‟den Irak‟a taşıdı ve yeni komplolar için hazırlıyorlar. 



Harita 1: ABD’ye Göre IŞİD’in Hala Aktif Olduğu Yerler (Mayıs 2020) 
Thomas Abi-Hanna, Rumblings of Islamic State Resurgence in Iraq, Stratfor, (May 19, 2020). 


Ekim 2019‟da El Bağdadi öldürülmüş olmasına rağmen hala 20 bin IŞİD teröristinin olduğu iddia ediliyor. Mart 2020‟de ABD, sözde IŞİD‟a karşı yeni bir konumlanma ile Musul, Kerkük, Anbar ve Nineveh bölgelerine asker kaydırdı 2. 
Irak‟tan Mart 2020 içinde Çekya, Fransa, Hollanda ve İspanya COVİD-19 neden ile geçici olarak kuvvetlerini çekerken, Almanya ve İngiltere ise kuvvet azalttı. 
Irak’ta işler iyi gitmiyor.. Irak‟ta para çoktan bitti. Irak‟ın gelirlerinin %90‟ı petrol ve doğal gazdan geliyor. COVİD-19 ortaya çıkmadan önce 2020 yılında 42 milyar dolar bütçe açığı olan Irak, petrol fiyatlarının 30 doların altına düşmesi ile çok daha zor durumda kaldı. Irak‟ın petrol satışı varil başına 52 dolar olduğunda bütçe denklik sağlıyordu 3

Kuzeydeki Kürt özerk bölgesi de Bağdat‟ın payını göndermeyince başka bir sorun 
kaynağı daha ortaya çıktı. Kendi başına petrol satıp, üzerine konmaya çalışan kuzeydeki Barzani ile araları değil, çünkü güneye ödemesi gereken payı ödemiyorlar. Barzani tayfası, Türkiye‟nin himmeti ile yaşıyor; aldığı yardımlar, izin verilen petrol taşıması ve ticaret. Şu anda Irak içinde ABD ve İran‟ın çekişmesi var. Buna İsrail istihbaratı da katılmış durumda yani ajan savaşları had safhada. Irak‟ta önceki istihbarat direktörü başbakan Mustafa el-Kadimi‟nin başbakanlığa getirilmesi; İran ve ABD arasında bir anlaşmanın sonucu olarak görülüyor. Irak‟ta sıkışan ABD, İran‟a maksimum baskıya devam edecek ama gizli (!) anlaşmaya göre, İran‟ın Lüksemburg‟daki 1.6 milyar dolarını serbest bırakacak 4
Hâlbuki Kadimi, Ocak ayında Kasım Süleymani‟ye yapılan drone saldırısında ABD ile işbirliği yapmakla suçlanmıştı. 

 Mustafa el-Kadimi (gerçek ismi Abd-el Latif), iyi bilinen bir CIA ajanı; Ahmet Çelebi döneminden beri Amerikalılara çalışıyor ve söylentilere göre, 2003 yılında Bush yönetimine Saddam‟ın kitle imha silahları olduğu yalanını anlatan kişi. Son on yıldır Irak yönetimi içinde İran etkisini azaltmak için CIA ve Suudi İstihbaratı ile işbirliği yapıyordu. Birlikte eski başbakan ve İran‟ın desteklediği Abadi‟ye karşı 2018‟de bir darbe yapmak istediler ama başarılı olamadılar. Kadimi‟nin başbakanlığına ilk tebrik Suudi Arabistan‟dan geldi. 

Bazı yorumcular ise ABD ve İran arasında genel bir yumuşama ihtimalinden 
bahsediyor. ABD‟nin Suudi Arabistan‟dan Patriot füzelerini çekmesini buna delil olarak gösteriyorlar. Obama dönemindeki yumuşama, Umman‟ın aracılığıyla İran‟daki bir Amerikalı mahkûmun serbest bırakılması ile başlamıştı. ABD‟nin Salman‟a Katar‟a üç yıldır süren ambargoyu kaldırması için baskı yaptığı, Kuveyt‟in de Katar‟la ilişki kurmak için bir bakan gönderdiği iddia ediliyor. 

  Bunun anlamı, ABD hala İran‟a maksimum baskı dese de ABD‟nin Yemen‟de Suudilere artık destek verecek halinin kalmaması. İran gibi ABD ve Suudiler de parasız. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

16 Mart 2019 Cumartesi

Suriye’de Şimdi neler olacak?

Suriye’de Şimdi neler olacak? 


Prof.Dr. Sait Yılmaz 

17 Nisan 2018 




ABD, İngiltere ve Fransa tarafından 13 Nisan tarihinde Suriye’ye yönelik olarak 
gerçekleştirilen hava ve füze saldırılarının ardından bir değerlendirme yapma zamanıdır. 
Rusya ile bir savaşa yol açmaması için saldırının çapı kadar süresi ve hedefleri de çok sınırlı tutuldu. Fransa Savunma Bakanı Florence Parly, Ruslara saldırıyı önceden haber verdiklerini ve ateş sahasının dışına çıkmasını sağladıklarını açıkladı. 

ABD gerçekten Esat’ın savaş gücüne zarar vermek istese idi onun hava gücünü, en azından kimyasal silah kullandığını iddia ettiği Mi-8 helikopterlerini hedef alırdı. Dünyanın en fazla kimyasal silahına sahip olan ABD’nin, kimyasal silah kullanmayı caydırmak adına, müttefikleri ile giriştiği son kovboyculuk oyunu iyi ki bunlarla sınırlı kaldı. Irak’ta 2003 yılında Saddam’a yapılan hava saldırılarını bir fırtına kabul edersek, son saldırılar yaz esintisi bile sayılmazdı. 

Saldırının sonuçları 

70 saatlik bu askeri gösterinin arkasında ABD, İngiltere ve Fransa’nın kendi 
kamuoylarına yönelik ayrı ayrı beklentileri vardı. ABD’de başı belada olan Trump, bu saldırılar ile iç gündemi unutturmaya çalışırken, ekonomik kriz nedeni ile ayaklanmaların sırada olduğu İngiltere ve Fransa da aynı şekilde iç politikada dikkat değiştirmeye çalışmıştır. 
Ancak, ne ülkeleri adına ne de barış adına kazanılan hiçbir şey yoktur. 

Bu saldırılar hem NATO’nun hem de Avrupa Birliği’nin prestijini bir kez daha 
sarsmıştır. Harekâta sadece ABD, İngiltere ve Fransa’nın katılması bu örgütlerdeki dayanışmanın artık asgari düzeye indiğini göstermiştir. Öte yandan harekâtın uluslararası hukuk alanında hiçbir gerekçeye dayanmaması da BM’nin yetersizliğinin bir kez daha gözler önüne serilmesini sağlamıştır. 

ABD Savunma Bakanı James Mattis’e göre, saldırıların hukuki dayanağı kendi 
Anayasalarının II. Maddesinde yer alan ülke çıkarlarını korumak için askeri güç kullanma gereğinde saklıdır. Ama bırakın uluslararası hukukun gereklerini yerine getirmeyi, kuvvet kullanımı için kendi Kongrelerinden izin almayı dahi unutmuşlardır. ABD, kendi anayasasında bulduğu bu ‘açık çek’ ile yarın başka ülkeleri de bombalayabilir. 

 Son Suriye saldırıları Rusya ile ilgili düşüncelerimiz için de ilginç bir test oldu. 
Rusya’nın son saldırılara askeri bir cevap vermesi için acelesi yok ve önünde seçenekler var. Bundan sonra en azından İsrail’in Suriye hava sahasına girmesine bir set çekebilir. Rus seçenekleri muhtemelen kendini en az riske sokacak soğuk kazançlar olacaktır. Bundan sonra Suriye kadar İran ve Kuzey Kore’yi de silahlandıracak ve Amerikan saldırıları eskisi gibi kolay olmayacaktır. İran ise başta Hizbullah olmak üzere ABD ve İsrail’e vurmak için yeni 
fırsatlar arayışında olacaktır. 

 Şimdi neler olacak? 

 Suriye’de önümüzdeki dönemde özellikle iki önemli bölge hala çatışmaların tekrar alevlenmesi için büyük risk taşımaktadır. 

 - İdlib bölgesi; Ruslar, İdlib bölgesinin temizlenmesini Türkiye’ye havale etti. Bu temizlik yapılmadığı takdirde, İdlib bölgesinde rejim güçleri ile Sünni cihatçılar yeniden bir çatışma dönemine girmesi Rusya ile ilişkilerimizi bozabilir. 


 - Münbiç ve Fırat’ın doğusu; Ruslar, YPG/PKK ile ABD’nin arasının bozulması için Türkiye’nin Afrin harekâtının önünü açmışlardı. Şimdi aynı desteği diğer tarafta da sunacaklar. Türkiye için Fırat’ın doğusundaki gelişmeler gerek ABD ve Rusya ile ilişkilerinde gerekse PKK ile mücadelesinde sıcak bir yaz vaat etmektedir. 

 Hâlbuki Moskova ve Ankara iki temel konuda çelişki içindeler. Öncelikle Türkiye, Esat olmadan Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanmayacağını kabul etmek istemiyor. İkinci olarak, Ankara, rejim düşmanı Sünni cihatçıları hala müttefik görüyor. Hatta son saldırılarda Rusya’nın değil, ABD’nin yanında yer aldı. 

 ABD ne yapmaya çalışıyor? 

ABD’nin Suriye politikası müttefikleri ve pek çok bölge ülkesi gibi günlük iç siyasi çekişmelerin taktik oyunları içinde şekilleniyor gibi gözükse de, gerisinde ABD’nin Afrika’dan Orta Doğu ve Güney Asya’ya kadar uzanan kaos stratejisi var. 

ABD’ye göre doğu Suriye ve batı Irak’ta hala 1.000-1.300 kadar IŞİD savaşçısı var. ABD bunları kendi varlık gerekçesi olarak sahnede tutuyor. Diğerleri ise ölmediler, sakladıkları ülkelerde örtülü yapılar içine entegre oldular. IŞİD’tan ele geçirilen Deyri Zor gibi bölgelerde Esat ve İran bir kısım kontrolü sağlamış olsa da çıkan petrolün %80’ini ABD kontrol ediyor. 

Batılılar Suriye’de şu anda ne barış için çalışıyor ne de terörle mücadele ediyor. ABD kısa dönemde İran bahanesi ile Kürt bölgesinin bekçiliğini yapmak, uzun vade de ise burada ikinci bir İsrail kurmak istiyor. ABD’nin Suriye politikası sadece Suriye ile alakalı değil İran’a yönelik projeksiyon da var. Bu projeksiyon içinde Türkiye ile ABD’nin çıkarlarının örtüşmesi mümkün değil. 

Sonuç 

 Moskova, bundan sonra Suriye’nin geri kalan bölgelerinde ayaklanmacıların elinde olan bölgeleri Esat rejiminin ele geçirmesi için daha fazla destek olacaktır. Önümüzdeki dönem gerek İdlib, gerekse Fırat Kalkanı’nın doğusunda Türkiye, Rusya ve ABD ilişkileri için iyi bir test olacaktır. Aradaki çıkar çatışmalarının diplomasi ile çözülmesi kolay gözükmüyor. Akıllıca olan Rusya’nın desteğini sahada da askeri olarak sağlayacak seçeneklerdedir. Umarız taraflar, Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruyan bir siyasi plan üzerinde bir an önce anlaşırlar ve askeri seçeneklere gerek kalmaz. 


https://21yyte.org/tr/merkezler/bolgesel-arastirma-merkezleri/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-merkezi/suriyede-simdi-neler-olacak

***