Tunus etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tunus etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ekim 2021 Cuma

5.YILINDA ARAP BAHARI - ARAP UYANIŞI MI YOKSA BÖLGESEL BİR KAOS MU? BÖLÜM 2

 5.YILINDA ARAP BAHARI - ARAP UYANIŞI MI YOKSA BÖLGESEL BİR KAOS MU?  BÖLÜM 2



Yrd. Doç. Dr. Yiğit Anıl Güzelipek, Arap Baharı, Demokrasi, Sivil Kültür, Kaos, Prof. Dr. Rabia Karakaya Polat, Hüsnü Mübarek,Zeynel Abidin Bin Ali, Muammer Kaddafi , Suriye, Libya, Mısır, Tunus, Maslak Kampüsü,


Böylesi durumlarda hedeflenen dönüşümün sağlanamamasının en temel sebebi ortaya çıkan güç boşluğu sonrasında gücün yeniden paylaşımında aktörler arası asgari uzlaşmaya gidilememesidir. Bir diğer ifadeyle aktörler ekonomik yapının yeniden şekillendirilmesinden güvenlik ve dış politika konularına kadar ortak bir konsensüsün sağlanmasından ziyade bireysel güçlerini maksimize etme yolunu seçmektedirler. (Asseburg ve Wimmen,2016:6) 

Bu nedenden ötürü Suriye başta olmak üzere Arap Baharı’nı tecrübe eden ülkelerin çok büyük bir kısmında muhalif hareketler tek bir merkezden yürütülememiş ve muhalif cepheler içerisinde de gerek etnisite, gerek mezhep gerekse de ideoloji odaklı çok sayıda fraksiyon türemiştir. Sadece Suriye özelinden hareket edecek olursak, sayıları yaklaşık 100.000’i bulan silahlı direnişçiler yaklaşık 25 alt gruba bölünmüştür.

( http://t24.com.tr/haber/suriyede-muhalifler-bin-parca-hangi-grup-ne-istiyor,242860 )

Enflasyon, işsizlik ve sosyal gelir adaletsizliği gibi nedenlerin yanında siyaset özelinde toplumsal sisteme katılım eksikliği de Arap Baharı’nın meydana gelmesindeki en önemli nedenlerden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. En temel haliyle otokratik rejimlerin, uygulamalarına veya kendilerine karşı muhalif hareketleri gerek kolluk kuvvetleri gerekse devletin istihbarat birimleri tarafından bastırılmasının neticesinde en temel insan haklarından birisi olan ifade özgürlüğü Arap toplumlarının birçoğunda gelişme imkanı dahi bulamamıştır. Bu bağlamda siyasetin neden olmuş olduğu toplumsal baskılar ilk fırsatta rejimleri devirmeye yönelik silahlı mücadele hareketine dönüşmüştür. 2011 yılında Libyalı hukukçu ve insan hakları aktivisti Fathi Terbil’in iktidarı hedef alan muhalif açıklamalarının neticesinde tutuklanmasının ardından ülkedeki ilk geniş kapsamlı hükümet karşıtı protestolar başlamıştır.( http://outernationalist.net/?p=1927&page=4 ) Burada üzerinde durulması gereken

önemli noktalardan birisi de siyasal katılım kültürünün eksikliğinin Arap Baharı sürecine olan etkisidir. Her ne kadar demokratik haklar bağlamında siyasi katılım, ifade özgürlüğü gibi talepler bu hareketin doğuşundaki temel etkenler olsa da siyasi katılım kültürünün Arap toplumlarındaki eksikliği yeni düzenin kurulması aşamasında da kendini göstermiştir ve eski düzende muhalif olunan değerlerin ve uygulamaların benzerleri de yeni düzende kendini göstermeye başlamıştır. Bu durum ise en azından Arap Baharı hareketinin gelişim sürecinindemokratikleşme talepleri doğrultusunda ortaya çıkan bir taban hareketi olmadığı, tam aksine tamamen iktidar ve güç paylaşımı olduğu yönündeki düşünme eğilimini arttırmaktadır. Bir başka ifadeyle son 5 yıldır Arap toplumlarında devam eden bu güç boşalmasının temel sebebi eski düzenin uygulamaları değil; uygulamaların kimler tarafından tatbik edildiği sorunsalıdır.

Son olarak ise basın sansürü ve sosyal medya yasaklarının Arap Baharı sürecinin başlamasındaki en önemli etkenlerden birisi olduğunu söyleyebiliriz. Küreselleşme süreciyle beraber uluslararası sistemdeki etkileşimin önemli bir kısmının sosyal medyaya kaydığını iddia etmek mümkündür. Özellikle genç neslin kendini gerçekleştirmesinde ve dış dünyaya açılmasında sosyal medyanın oynamış olduğu rol yadsınamaz.

Aslına bakılacak olursa internet kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte ortaya çıkan sanal toplumun da klasik topluma benzeyen ortak yanları mevcuttur. Tıpkı klasik toplumlarda olduğu gibi sanal dünyada da bir birlikteliğe ait olma duygusu ve ortak bir hedefi gerçekleştirme eğilimi vardır.(Szajkowski, 2011) Bu bağlamda Arap ülkelerinde gelenekselleşmiş basın sansürlerinin yanında bir de Mısır’ın ve Suriye’nin devrimci hareketler öncesinde ve esnasında sosyal medyayı yasaklaması özellikle genç nüfusun Arap Baharı’na büyük oranda destek vermesine sebebiyet vermiştir. Öyle ki süreç boyunca toplu gösterilerde halkın bir araya gelebilmesi, muhalif grupların aralarındaki iletişimi ve yardımlaşmayı sağlayabilmesi çok büyük oranda sosyal medya üzerinden gerçekleştirilmiştir.

Arap Baharı’nı ortaya çıkaran temel dinamikler analiz edildikten sonra ortaya çıkan temel soru şu olmalıdır: “Arap toplumlarının sosyal ve siyasal dinamikleri Arap Baharı’nın öngörmüş olduğu demokratik yeni yapılanmayı kabul etmeye müsait midir?” Bu noktada, bahsedilen uyumluluk analizi Gabriel Almond ve Sidney Verba’nın Sivil Kültür çerçevesine oturtularak sunulmaya çalışılacaktır.

3. Politik Kültür Kuramı Bağlamında Arap Baharı’nın Analizi


Uluslararası sistem toplumsal ve siyasal dönüşümler üzerinden açıklanmaya çalışıldığında ilk akla gelen kırılma noktası şüphesiz ki Fransız İhtilali’dir. İdeolojik yönü son derece baskın olan Fransız Devrimi’nin sonrasında Sanayi Devrimi yaşanmış ve bu endüstriyel dönüşümün neticesinde çok uluslu imparatorlukların sonunu hazırlayan 1. Dünya Savaşı yaşanmıştır. 

1. Dünya Savaşı sonrasının hazırlamış olduğu dünya düzeninde Avrupa’da faşizm etkisi göstermeye başlamış ve 1945 sonrası oluşan yeni dünya düzeninde batılı değerler ve komünizm ön plana çıkmıştır. Nihayetinde 1991 sonrası Doğu Bloğu’nun yıkılmasıyla beraber demokrasi ve liberal değerler en güçlü halka mantığıyla uluslararası sistemdeki üstünlüğünü ilan etmiştir. Uluslararası sistemde yaklaşık iki asırlık bir süre içerisinde meydana gelen bu yıkıcı dönüşümler toplumsal ve siyasal yapıları birtakım yeni kavramlarla açıklamayı zorunlu kılmıştır.

Bu hızlı değişim sürecinde politik kültür kavramı pek çok ülkenin yaşamış olduğu sorunların nedenleri ve çözümleri bağlamında ortaya sunulan bir kavram olmuştur. Günümüzde genellikle politik kültür kavramı toplumsal değişimi, sisteme yönelen desteği, bireylerin sistemle ilişki kurma biçimlerini anlamakta ve politikanın yapım ve uygulama aşamalarını analiz etmede son derece yararlı bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.(Akt. Sitem bölükbaşı, 1997) Aslına bakılacak olursa politik kültür kavramını açıklayan en güzel örnek Şaban Sitembölükbaşı’nın aktarımıyla David Elkins’in Manipulation and Consent isimli eserinden verilmektedir:

“Kanada’da adaylar seçimi kaybettiklerinde bazı tercihlerle karşı karşıya kalırlar: Yeniden sayım istemek, sonucu kabul eden öfkeli bir konuşma yapmak, en iyi kişinin kazandığını kabul etmek, tekrar aday olmak vs. bu tercihler arasında sayılabilir. Kanada’da yenilen hiçbir aday rakip bir kimseye suikast yapmayı düşünmez. Yenilen hükümetler de orduyu ve polisi hukuk dışı yollardan iktidarı ele geçirmeye davet etmez.

Bununla birlikte bunlar düşünülebilir mantıklı ihtimallerdir ve bazı kültürlerde sık sık gerçekleşen tercihlerdir.

Önceki ihtimallerin ortaya çıkması ve sonrakilerin akla bile gelmemesi Kanada siyasi kültürünün doğasını yansıtmaktadır.” (Akt. Sitembölükbaşı, 1997)

Almond ve Verba 1963 yılında Sivil Kültür adını vermiş oldukları çalışmalarında yukarıda Kanada siyaseti özelinde tartışılan ideal siyaset kültürünü katılımcı politik kültür olarak tanımlamıştır. Yine yapılan çalışmaya göre bu katılımcı siyaset kültürünün işleyebilmesinin en önemli şartı siyaset kültürü ve siyaset kurumları arasındaki uyumdur. Buna ek olarak katılımcı politik kültürün oluşturulabilmesi için devlete önemli yükümlülükler düşmektedir. Bu bağlamda Almond ve Verba’ya göre devlet vatandaşlarını kamusal olaylara daha fazla dahil olma konusunda desteklemeli ve sosyal gruplar arasındaki farklıları tolere etmede daha hassas olmalarını sağlamalıdır.(Andrews, vd.,2011) Almond ve Verba’nın üzerinde durmuş oldukları dinamikler esasen yönetenlerle yönetilenler arasındaki ayrımın mümkün olduğunca ortadan kaldırıldığı bir siyaset kültürünü işaret etmektedir. Bu sayede kurumlar, devletin halk üzerindeki baskıyı arttırma aracı olmaktan çıkıp, tam tersine katılımcı politik kültürün işleyişini sağlayan mekanizmalar haline gelmektedir. Son tahlilde, Sivil Kültür Kuramı demokratik rejimlere dönüşümün gerçekleşmesinde sadece ortak iradenin varlığını yeterli görmeyip, bunun yanında gerek toplumsal gerek kurumsal anlamda modernize edilmiş ve olgunlaşmış moral değerlerin varlığını da elzem olarak görmektedir.

Tam bu noktada üzerinde düşünülmesi gereken soru Arap Baharı’nı tecrübe eden toplumların sahip olmuş olduğu sosyo-politik ve ekonomik dinamiklerin Almond ve Verba’nın Politik Kültür Kuramı’na ne kadar uyduğudur. Şüphesiz ki daha önceki bölümde değinildiği üzere sosyal adaletsizlik, siyasi katılım eksikliği, devletin halk üzerindeki baskıları ve sansür uygulamaları Arap Baharı’nı başlatan temel sebepler arasındadır ancak sosyo-politik anlamda modernize olamamış toplumlardaki siyasi katılım arzusu kısa bir süre içerisinde iktidarı paylaşma çabasından çok, gücü tekeline alma mücadelesine dönüşmektedir. İçerisinde çok fazla dinsel ve etnik çeşitliliği barındıran Arap toplumlarında bu güç mücadelesi maalesef kolayca iç savaşa dönüşmektedir.

4. Sonuç

2010 yılında Tunus’ta başlayan ve kendini uluslararası kamuoyuna demokratikleşme hareketi olarak tanıtan Arap Baharı 5. yılında bizlere önceki dönemlere nazaran çok daha kaotik ve çatışmacı bir Ortadoğu coğrafyası profili sunmaktadır. Özellikle Arap Baharı hareketinin varisleri konumundaki Mısır’da ve Suriye’de durum gün geçtikçe kötüleşmektedir ve meydana gelen mülteci krizinin etkisiyle Arap Baharı küresel bir sorun haline dönüşmüştür. Hareket demokratikleşme faydası doğrultusunda başlatılmış olsa da Arap toplumlarının demokrasi geleneği konusundaki yetersizlikleri ve tecrübesizlikleri radikalizmle birleşince ortaya çıkan yeni düzen, düzensizlikten ibaret kalmıştır.

Uluslararası aktörlerin de soruna angaje olmasıyla beraber özellikle Suriye Krizi büyük güçlerin kuvvetlerini test ettikleri bir deneme tahtasına dönüşmüştür. Arap Baharı süreciyle ilgili en karamsar tablo ise yaşanan can kayıplarının yanında çöken ulusal ekonomilerin ve işlemez hale gelen devlet kurumlarının ne şekilde yeniden inşa edileceği sorunsalıdır. Son tahlilde, kısa vadede Ortadoğu coğrafyası için iyimser tahminlerde bulunmak mümkün görünmemektedir. Hareketi Arap uyanışı olarak nitelendirmekten ziyade Arap kaosu olarak nitelendirmek mevcut durumla daha çok uyuşmaktadır.

Kaynakça

Altunışık, Meliha, Benli. (2013) “Ortadoğu’da Bölgesel Düzen ve Arap Baharı”, Ortadoğu Analiz, 5(53):73

Andews, Rhys. vd., (2011) “Promoting Civic Culture by Supporting Citizenship: What Difference Can Local Government Made?”, Public Administration, 89(2): 596

Asseburg, Muriel. ve Wimmen, Heiko.(2016) “Dynamics of Transformation: Elite Change and New Social Mobilization in the Arab World”, Mediterranean Politics, 21(1): .6

Szajkowski, Bogdan. (2011) “Social Media Tools and the Arab Revolt”, Alternative Politics, 3(3): 422

Turan, İlber. (?) “Türkiye’de Siyaset, Süreklilik ve Değişim”, İstanbul: Der, Aktaran: Sitembölükbaşı, Şaban. (1997) “Siyasal

Kültürün Kavramsallaştırılmasında Karşılaşılan Bazı Güçlükler”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2(?): 250

Yousif, Tarik M., (2004) “Development Growth and Policy Reform in the Middle East and North Africa Since 1950”,

Journal of Economic Perspectives, 18(3),: 92-94 ve El-Ghonemy M.Riad (1998), Affluence and Poverty in the Middle East,

Routledge: 71-151, aktaran Winckler, Onn (2013), “The Arab Spring: SocioEconomic Aspects”, Middle East Policy, 20(4),: 68

Arap Baharı’nın Ekonomik Maliyeti 833 Milyar Dolar, http://www.trthaber.com/haber/dunya/arap-baharinin-ekonomikmaliyeti-833-milyar-dolar-222944.html,   Erişim tarihi 23.02.2016

Suriye’de Muhalifler Bin Parça: Hangi Grup Ne İstiyor?: 

http://t24.com.tr/haber/suriyede-muhalifler-bin-parca-hangi-grupne-istiyor,242860,  Erişim tarihi 17.03.2016

http://outernationalist.net/?p=1927&page=4,  Erişim tarihi 17.03.2016


***


5.YILINDA ARAP BAHARI - ARAP UYANIŞI MI YOKSA BÖLGESEL BİR KAOS MU? BÖLÜM 1

5.YILINDA ARAP BAHARI - ARAP UYANIŞI MI YOKSA BÖLGESEL BİR KAOS MU?  BÖLÜM 1



Yrd. Doç. Dr. Yiğit Anıl Güzelipek, Arap Baharı, Demokrasi, Sivil Kültür, Kaos, Suriye, Libya, Mısır, Tunus, Prof. Dr. Rabia Karakaya Polat, 



    5.YILINDA ARAP BAHARI: ARAP UYANIŞI MI YOKSA BÖLGESEL BİR KAOS MU?

Yrd. Doç. Dr. Yiğit Anıl Güzelipek

Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, guzelipek@gmail.com

Yeni Ortadoğu: Toplum, Siyaset ve Ekonomi Ortadoğu asırlar boyu uluslararası siyasetin merkezinde yer almış, araştırmacı ve siyaset yapıcıların ilgi odağı olmuştur. 

Bu ilgiye rağmen, 2010 yılında başlayan ve ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan halk ayaklanmaları ve bu çerçevede yaşanan siyasal, ekonomik ve sosyal dönüşümler siyasetçiler ve sosyal bilimciler tarafından öngörülememiş ve mevcut varsayımları derinden sarsmıştır. 

Bir yandan demokratikleşme hareketleri ve ekonomik bir dönüşüm yaşayan bölge, diğer yandan iç çatışmaların, darbelerin ve vekalet savaşlarının merkezi haline gelmiş, ve tüm bu gelişmeler yeni yaklaşımları ve analizleri gerekli kılmıştır. 

Bu çerçevede Işık Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, Arap Baharı’yla başlayan süreçte bölgede gözlemlenen yeni toplumsal, ekonomik, iç ve dış siyasal dinamikleri akademik alanda tartışmaya açmak amacıyla ‘Yeni Ortadoğu’ başlıklı bir konferans düzenledi. Bu konferans çerçevesinde 24-25 Mart 2016 tarihlerinde Maslak Kampüsü’nde bizzat sunulan ve tam metin olarak bize iletilen bildirilerden bu kitabı oluşturduk. 

Konferansa emeği geçen herkese teşekkür eder, konferans ve Bildiri Kitabı’nın Ortadoğu çalışmalarına katkı yapmasını dilerim. 

Düzenleme Kurulu adına, 

Prof. Dr. Rabia Karakaya Polat 

Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı 

FMV Işık Üniversitesi 

İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü 

ISBN 978-605-66181-1-6 (e-Kitap) 

FMV Işık Üniversitesi Yayınları 

FMV Işık Araştırma ve Danışmanlık Tic. A.Ş. 


Adres: FMV Işık Üniversitesi, Maslak Kampüsü, Büyükdere Cad. No: 2/220 

Maslak/Sarıyer/İSTANBUL Telefon: +90 (216) 528 70 50 Sertifika No: 33007 

ÖZET

Ortadoğu’da 17 Aralık 2010 tarihinde başlayan ve domino etkisi gösteren sosyo-politik hareketin 5. yılına girilmiş olmasına rağmen halen Arap Baharı’nın amacına ulaşmış başarılı bir hareket mi olduğu yoksa Ortadoğu’yu tümden kaosa sürükleyecek tarihsel bir hata mı olduğu üzerinde mutabık olunamayan bir tartışma olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tartışmanın en önemli sebeplerinden birisi hareketin, gerçekleşmiş olduğu her ülkede aynı sonucu doğurmamış olmasıdır. Bir başka ifadeyle sayısı oldukça az olmak beraber bazı ülkelerde bu süreç demokratik reform mücadelesinin ilk adımını oluşturmuş, Suriye, Libya ve Mısır örneklerinden hareketle bazı ülkelerde de uzun yıllar devam etmesi beklenen bir kaosa dönüşmüştür. Bu çalışma Arap Baharı’nın amaçları ve sonuçları arasındaki uyumu tartışmayı amaçlamaktadır. Çalışmada yöntem olarak Almond ve Verba’nın Politik Kültür Kuramı kullanılmıştır. Çalışmadan elde edilen sonuçlara göre Ortadoğu toplumları siyaset kültürü bağlamında Arap Baharı’nın beklenen en önemli çıktısı olan demokrasiye uygun değildir. Arap

Baharı’nın gerçekleşmiş olduğu farklı ülkelerin birçoğunda değiştirilmesi planlanan düzenden çok daha kaotik bir yapıya sebebiyet vermesi bu durumu kanıtlar niteliktedir. Son tahlilde Ortadoğu coğrafyasını ilerleyen dönemlerde 2010 öncesine nazaran çok daha kaotik bir konjonktür beklemektedir.

1. Giriş

Hiç şüphesiz ki 2010 yılında Tunuslu Muhammed Buazizi’nin toplumsal bir bunalımın kişisel bir bunalıma dönüşmesi sonucu kendini ateşe vererek başlatmış olduğu Arap Baharı pek çok insanın tahmin dahi edemeyeceği bir yapıya bürünmüştür. İşsizlik ve kötü yaşam şartları temelli bu hareket aslına bakılacak olursa Arap toplumlarının geleneksel diktatöryal yönetim yapısına karşı başlatmış oldukları bir isyan hareketi niteliğini taşımaktadır.

Öte yandan, Arap Baharı hareketinin bu kadar öngörülemez bir yapıya sahip olması iki farklı dinamikten kaynaklanmaktadır. Tunus orijinli bu hareketin, bunalım dönemlerinde vatandaşın hükümete karşı yapmış olduğu münferit protestolardan birisi olmasının ötesinde domino etkisi şeklinde son derece geniş coğrafyalara yayılan bir halk hareketi olması her şeyden önce Arap toplumlarının benzer konulardaki geçmiş tecrübelerine ters bir durumdur. Bir başka ifadeyle modern dönemde Arap toplumlarının demokratikleşme faydası doğrultusunda yönetime karşı isyanvari bir harekete girişmiş oldukları kayda değer bir örnek yoktur.

İkinci olarak ise başta Tunus Eski Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali, Libya Eski Lideri Muammer Kaddafi ve Mısır Eski Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek olmak üzere güçleri ve halk üzerindeki sahip oldukları kontrol ve etkiyle ün salmış diktatörlerin muhalif bir hareket sonucunda devrilecekleri de pek çok kişi tarafından beklenmedik bir olay olarak nitelendirilmiştir. Pek çok askeri darbe veya halk hareketinde olduğu gibi yönetim sınıfının iktidardan indirilmesiyle beraber yeni yönetici sınıfın ne şekilde oluşturulacağı sorusu farklı ülkeler özelinde Arap toplumunun ortak politik kaygısına dönüşmüştür. Genellikle geçici hükümet konseyleri şeklinde üretilen geçici çözümlerin neticesinde Arap Baharı’nı tecrübe eden hemen hemen bütün ülkelerde halen devam eden bu süreç bütün bu ülkeleri eskisinden çok daha kaotik bir yapıya dönüştürmüştür.

Bu nedenle, oldukça fazla bilinmezliğin bir arada yaşandığı kanlı bir süreç olan Arap Baharı, başlangıcından kısa bir süre sonra hem içsel hem de dışsal dinamikler tarafından sorgulanmaya başlanmıştır.

Arap Baharı’nın sorgulanması süreci en basit ifadeyle “Başlatılan bu hareket elde edilen sonuçlara tercih edilebilir mi?” sorusuna bağlı olarak işlemektedir. Bu bağlamda Arap Strateji Formu sadece 2010-2014 yılları arasında yaşanan gelişmelerin ekonomik maliyetinin 833.7 milyar Dolar, iç ve dış göç nedeniyle meydana gelen mülteci krizinin dış ülkelere maliyetinin 48,7 milyar Dolar; daha da önemlisi meydana gelen çatışmalar ve terör eylemleri nedeniyle hayatını kaybeden ve yaralanan insan sayısının da 1.34 milyon olduğu bilgisini vermiştir.

( http://www.trthaber.com/haber/dunya/arap-baharinin-ekonomik-maliyeti-833-milyar-dolar-222944.html )

Yukarıda verilen bu bilgiler ışığında siyasette ve toplumsal yaşamda demokratikleşme ve insan haklarına daha saygılı rejimler arzusuyla başlayan bu süreç ulaşılan mevcut durumda hedeflenen gelişmelerden hiçbirisini sağlayamamıştır. Tam aksine altyapı, üstyapı, insan gücü, siyasi gelenekler ve ekonomik yapılarının da çökmesi sebebiyle hedeflenen gelişmelerin sağlanması çok uzun bir süre boyunca da mümkün görünmemektedir.

Çalışmanın bu bölümünde öncelikle Arap Baharı’nı ortaya çıkaran dinamikler tartışılacak daha sonra ise Almond ve Verba’nın Politik Kültür Kuramı, Arap Baharı’na uyarlanacaktır.

2. Arap Baharı’nı Meydana Getiren Sosyo ekonomik ve Dışsal Dinamikler

1950’li yıllardan itibaren askeri darbelerle yönetime gelen Arap liderler idare etmiş oldukları halklarla aşağıdaki hususlarda adeta yazısız bir anlaşma yapmıştır.

1) Sosyal hizmetler, sağlık ve eğitim hizmetlerinin sağlanabilmesi için güçlü bir bürokrasi geleneğininkurulması;

2) Başta İsrail’le yaşanan sorunlar kaynaklı, genişletilmiş bir güvenlik paradigmasının ve güçlü bir askeriyapının oluşturulması;

3) Devlet sektörüne ait çok sayıda fabrika ve firmanın kurulması;

4) Temel gıdaların ve enerjinin devlet tarafından sübvanse edilmesi (Wincker, 2013)

Görüldüğü üzere Soğuk Savaş’ın başlamasıyla beraber uluslararası sistemde kendini gösteren ideolojik kamplaşmalar kendini Ortadoğu’da da göstermiş ve Mısır, Libya ve Suriye’nin de içinde bulunduğu birçok ülke sosyalist ideolojiyi ve uygulamalarını benimsemiştir. Yukarıda özetlenen dört maddenin ikincisi hariç hepsi halk ile yönetici sınıf arasındaki bağları güçlendirerek rejimlerin meşruiyetini arttırırken, genişletilmiş güvenlik paradigması zamanla toplumsal özgürlükleri bastırarak sadece itaat eden halk kitleleri oluşmasını sağlamıştır. Bir başka ifadeyle Arap toplumları yaşamsal ihtiyaçları devlet tarafından karşılanarak tebaalaştırılmıştır. Tüm komünist geçmişe sahip ülkelerde olduğu gibi Arap Baharı’nı tecrübe eden ülkelerde de her ne kadar halkın, asgari yaşamsal ekonomik ihtiyaçlarının karşılanmasından ötürü tatmin olması beklense de sistemin yapısı gereği gelişime ve değişime kapalı olması nedeniyle başta Libya, Mısır ve Suriye örnekleri olmak üzere ekonomik sistem yıllar içerisinde kendini yenileyememiş ve liberal kapitalist dalgaya karşı koyamamıştır.

Bu yolla ekonomik açıdan halk yanlısı görünen rejimler ilerleyen süreçlerde korku imparatorluğuna dönüşerek içsel meşruiyetlerini arttırma yoluna gitmişlerdir. Bu rejimlerin dışsal meşruiyetlerini ortadan kaldıran olay ise 11 Eylül 2001 saldırıları olmuştur. 

Bu tarihten sonra ABD’nin Ortadoğu politikası salt jeostratejik çıkarların ötesinde ideolojik kaygılarla şekillenmeye başlamıştır. Ortadoğu’daki otokratik rejimlerin liberal rejimlere dönüştürülmesini hedefleyen proje kısa ve orta vadede bölge ülkelerinin de en büyük korkusu olan İslamcıları iktidara taşıma riskini beraberinde getirmiştir. (Altunışık, 2013) Bu durumun sebep olması mümkün en büyük risk ise Arap Baharı’nın bir demokratikleşme hareketi olamayıp sadece otokratik iktidarları teokratik iktidarla dönüştüren siyasal bir hareket olma tehlikesidir.

2. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***


21 Şubat 2021 Pazar

LİBYAYI BUGÜNLERE KİM GETİRDİ.,

 LİBYAYI BUGÜNLERE KİM GETİRDİ.,


DEVRİM SONRASI TÜRKİYE NİN LİBYA POLİTİKASI: KIRILMALAR VE RİSKLER

FURKAN POLAT*


*FURKAN POLAT 
2014 yılında Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsünde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başlayan Furkan Polat, halen Ortadoğu Enstitüsünde Libya masasında çalışmalarını sürdürmektedir. Doktora adayı olan Polat’ın ilgi alanlarını iç savaşlardaki yerel aktörlerin güvenlik stratejileri, ittifaklar ve dış müdahale gibi güvenlik meseleleri oluşturmaktadır.

PERSPEKTİF
OCAK 2020 . 
SAYI 256

• Devrim sonrası Ankara’nın Libya politikası nasıl şekillendi? 
• Krizin yerel ve uluslararası dinamikleri açısından Türkiye’yi bekleyen riskler nelerdir?
• Libya’daki yerel ittifaklar nasıl bir görüntü sergilemekte ve kimlerden oluşmaktadır?

Libya’nın BM tarafından tanınan meşru hükümeti Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) Başkanı Faiz Serrac’ın 27 Kasım 2019’da Türkiye’ye yaptığı ziyarette iki ülke arasında “Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası" ile Türkiye ve Libya’nın uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarının muhafazasını hedefleyen 
“Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” imzalandı. Özelde iki ülke ilişkilerinde genelde ise Doğu Akdeniz’deki güç mücadelesinde tarihi bir kırılma olan bu iki anlaşmayla Libya krizi, bugüne dek hiç olmadığı kadar Türkiye açısından hayati bir mesele haline geldi. Bu bağlamda Ankara’nın Libya politikasının dünü ve bugününü krizin lokal ve uluslararası dinamikleriyle birlikte ele almak, Türkiye’nin atacağı yeni adımlara ışık tutmak açısından önemlidir.
Kaddafi rejimi sonrası Türkiye’nin Libya politikasını belirleyen en temel dinamik, ülkede istikrarı tesis edecek kurumları oluşturarak ve taraflar arasında yaşanan çatışmaları barışçıl girişimlerle sona erdirerek olası bir bölünmeye engel olmaktı. Türkiye, geçiş hükümetiyle yaptığı anlaşmalar kapsamında ordu ve kolluk 
kuvvetlerinin eğitiminde üstlendiği rolle Libya’nın modern devlet kurumlarına kavuşması için ciddi bir çaba sarf etti. Ancak yerel aktörler arasındaki rekabetin lokal dinamiklerin etkisiyle çatışmaya evrilmesi ve 2014 yılındaki tartışmalı seçimler sonucunda Libya’nın fiilen ikiye bölünmesi bu çabaların sekteye uğrasına 
yol açtı. Bu tarihten itibaren Türkiye’nin odak noktası, Libya krizinin barışçıl çözümüne yönelik atılan uluslararası adımları desteklemek ve yerel aktörleri bu süreçlere dâhil etmekti. Bu bağlamda 2014’te Libya’nın Gıdamis kentinde başlayan ve Aralık 2015’te Fas’ın Süheyrat kentinde Libya Siyasi Anlaşması’nın (LSA) imzalanmasıyla sonuçlanan süreçte Türkiye, özellikle Milli Genel Kongre’nin (MGK) görüşmelere katılması için büyük çaba sarf etti. 

LSA kapsamında başkentte göreve başlaması öngörülen Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile MGK bünyesindeki Ulusal Kurutuluş Hükümeti arasındaki krizde de yine Türkiye’nin yoğun diplomatik çabaları sonucunda anlaşmazlık, 
çatışmaya evrilmeden çözüldü. Son birkaç yıldır ise BM Libya Destek Misyonu’nun UMH ile Hafter arasındaki krizi çözmeye yönelik gerçekleştirdiği zirvelerde Türkiye mevcut pozisyonundan taviz vermeyerek barışçıl çözüm arayışlarını sürdürdü. 
Ancak geçtiğimiz yıl İtalya’nın Palermo kentinde düzenlenen zirvede yaşananlar Türkiye’nin söz konusu tavrının sonuç üretmeyeceğini açıkça gösterdi. 

İlk etapta Palermo zirvesine katılmama kararı alan Hafter’in talebi doğrultusunda UMH Başkanı Serrac, Mısır Cumhurbaşkanı Sisi, İtalya Başbakanı Conte, Fransa Dışişleri Bakanı Le-Drian, Rusya Başbakanı Medvedev ve Libya’ya komşu olan diğer ülke temsilcileri bir güvenlik zirvesi gerçekleştirmişti. Söz konusu görüşmelerde dikkat çeken husus Hafter muhalifi yerel aktörlerden katılım olmamasının yanı sıra Türkiye ve Katar gibi krizin çözümünde kritik rol oynayabilecek ülkelerin de görüşme dışında bırakılmasıydı. 

Hafter’in bu yaklaşımı Palermo Konferansı’nı Libya krizini sona erdirmeyi amaçlayan barışçıl bir girişimden ziyade uluslararası güç mücadelesinin sergilendiği bir platforma dönüşmesine yol açtı. 

KIRILMA NOKTASI: PALERMO KONFERANSI

Türkiye’nin Libya siyaseti açısından Palermo Konferansı’nın bir kırılma noktası olduğunu söylemek mümkündür. Zira Hafter cephesini destekleyen uluslararası aktörlerin konferans esnasındaki tavrı, krizin barışçıl yollarla değil güç kullanarak aşılmasının hedeflendiğini açıkça ortaya koyuyordu. Bu zirveden yaklaşık 
dört ay sonra söz konusu hedefin bir yansıması olarak Hafter liderliğindeki cephe başkent Trablus’u ele geçirmek için bir operasyon başlattı. Yaklaşık yedi aylık süre içerisinde UHM’ye bağlı gruplar önemli bir direniş sergilese de Wagner Grubu’na ait savaşçıların Trablus’taki cephe hattına intikali ve BAE/Mısır’a ait savaş uçaklarının hava saldırıları direncin kırılmasına neden oldu. Bu durum Türkiye’nin Libya siyasetinde yeni bir dönemin başlamasına ve daha fazla askeri angajmanın kaçınılmazlığına yol açtı. 

Libya krizi kendi iç bağlamının ötesinde Doğu Akdeniz’deki güç mücadelesi açısından oldukça önemlidir. 

Zira bu bölgede oluşturulmaya çalışılan Türkiye karşıtı fiili durumu bertaraf edebilmek Libya’da belirleyici aktörlerden biri olmaktan geçmektedir. Bölgede Libya dışındaki alternatiflerle benzer bir ilişki kurmak çok daha maliyetli ve kompleks olması nedeniyle gerçekçi değildir. Örneğin Doğu Akdeniz bağlamında 
Türkiye’nin Mısır’la masaya oturması için başta Sisi rejimiyle yaşanan siyasi krizler olmak üzere Katar krizi, 
BAE ve Suudi Arabistan gibi faktörleri dikkate almak zorunda kalacaktır. Bir başka seçenek olarak Yunanistan ve Güney Kıbrıs’la görüşerek Doğu Akdeniz’deki mevcut anlaşmazlıkları giderme yolunu tercih etse, Ege ve Kıbrıs sorunu gibi çok daha derinlikli meselelere dair çeşitli tavizler vermek zorunda kalacaktır. Benzer durum İtalya ve Fransa gibi AB üyesi devletlerle ilişkiler için de söylenebilir. Dolayısıyla mevcut konjonktürde Türkiye’nin Libya dışındaki seçenekleri değerlendirmeye alması köklü bir dış politika değişimini ve bu bağlamda bir takım tavizleri beraberinde getirecektir. 

Öte yandan uzun süredir iç savaş yaşayan Libya ise krizin iç ve dış dinamikleri nedeniyle Türkiye açsısından bazı riskler barındırmaktadır. 

     İlk olarak krizin iç dinamiklerine değinmek gerekirse, 2014’ten günümüze 
çeşitli aralıklarla devam eden savaşın iki farklı ittifak arasında cereyan ettiğini belirtmek gerekir. Çatışmanın tarafların biri olan ve UMH çatısı altındaki grupların başta Misrata ve başkent Trablus olmak üzere Zintan, Tacura ve Libya’nın batısındaki diğer kentlerden gelen milislerden oluştuğunu görmekteyiz. Bu ittifak açısından Hafter’in Trablus operasyonunun varoluşsal bir tehdit olması ittifakın en güçlü özelliği olarak zikredilebilir. 

Söz konusu gruplar arasında 4 Nisan öncesinde ciddi çatışmaları ve güvenlik ikilemlerinin yaşandığı göz önüne alındığında, Hafter tehdidinin bertaraf edilmesi sonrası bu ilişkinin barışçıl bir biçimde sürmesi konusunda sorunlar yaşanabilir. Özellikle başkenti uzun süre kontrol altında tutan gruplarla Türkiye ile yakın 
ilişkilere sahip Misratalı gruplar arasında 2018 yılında çatışmaya evrilen rekabetin yaşandığını düşünürsek, Hafter karşıtlarının bütüncül/hiyerarşik bir yapı altında bir araya geldiklerini söyleyemeyiz. Bu durumda Türkiye’nin UMH çatısı altındaki grupların bir arada tutulması konusunda çaba sarf etmesi gerekecektir.

   Hafter penceresinden Libya krizinin yerel dinamiklerine bakıldığında durumun bu ittifak için de farklı olmadığı söylenebilir. Hafter’in liderliğini yaptığı ittifak üç farklı bileşenden oluşmaktadır. 
    Bunlar; Hafter’e sadakatiyle öne çıkan ve genel itibarıyla Libya’nın doğusundan gelen silahlı gruplar, Batı Libya’daki güç ilişkilerinde belirleyici aktör olma potansiyelini kaybedenler veiç savaşın sunduğu ganimetlerden faydalanmaya çalışanyabancı paralı askerlerdir. 
    Başka bir ifadeyle, Hafter’inliderliğini yaptığı cephe, kimi grupların onun liderliğinde otoriter bir rejim kurma hayaliyle, kimilerinin 2011devrimi sonrasında kaybettiği güç pozisyonunu gerielde etme hevesiyle, kimilerinin ise ekonomik kazanç veaskeri kapasite devşirme arzusuyla bir araya geldiği birittifaktır. 

    Elbette UMH çatısı altındaki ittifakta olduğugibi bu cephenin de ciddi bir zafiyeti bulunmaktadır.

Özü itibariyle her biri farklı çıkar tanımlamalarına sahipaktörlerin bir araya gelerek oluşturduğu bu yapıyı ayakta tutan şey yayılmacılıktır. Bu yayılmacılık Trablus’tadurdurulduğu takdirde Hafter’in kazandıran aktör olduğuna 
dair inancın zayıflaması ve ittifakta kopmalarınyaşanması kuvvetle muhtemeldir.
    İkinci olarak, Libya krizi uluslararası dinamikler açısından değerlendirildiğinde Hafter cephesinin daha geniş bir desteğe sahip olduğu söylenebilir. Uzun süredir BAE, Fransa, Rusya, Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün gibi ülkeler Hafter’in askeri ve ekonomik kapasitesinin inşasında ve onun liderliğindeki mevcut ittifakın oluşumunda belirleyici roller üstlendiler. Öte yandan UMH ile Türkiye arasında imzalanan anlaşmalar sonrasında bu ülkelere Yunanistan gibi yenilerinin eklenmesi karşısında, Türkiye de Cezayir ve Tunus’u daha fazla sahaya çekerek Hafter blokunu dengelemeye çalışmaktadır. Ankara ayrıca, Moskova ile sorunun 
çözümü konusunda doğrudan temas kurmak suretiyle, çıkar farklılıklarına sahip olduğu karşı bloku ayrıştırmaya yönelik de politika izlemektedir. 

Gerek Libya krizinin geçtiğimiz yıllardaki seyri gerekse Doğu Akdeniz’de yaşananlar, yatıştırma stratejisinin saldırganlığı bertaraf etmediğini açıkça göstermektedir. Türkiye’nin kendi kapasiteyle orantılı bir biçimde kriz alanlarının yerel ve uluslararası dinamiklerini hesaba katarak caydırıcılığını ortaya koyması ulusal çıkarları ve güvenliği açısından elzemdir.

www.setav.org 
info@setav.org 
 @setavakfi

ANKARA • İSTANBUL • WASHINGTON D.C. • KAHİRE • BERLİN • BRÜKSEL

****

3 Ocak 2020 Cuma

TÜRKİYE ARAP KIŞI SAVAŞININ İÇİNE SOKULUYOR

TÜRKİYE ARAP KIŞI SAVAŞININ İÇİNE SOKULUYOR


Türkiye Arap Kışının İçine Sokuluyor
Cahit Armağan Dilek 
03 Ocak 2020
21 Yüz Yıl. Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi.,


Türkiye'nin gündemi "bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete" sözünü aratmıyor.

Daha bir ay öncesinde Türkiye'nin gündeminde olmayan Libya konusu, bir numaralı gündem konusu oldu. Bırakın gündem maddesi olmasını neredeyse bir numaralı güvenlik tehdidi haline getirildi.

Ve Libya'ya asker gönderme tezkeresi TBMM'de dün görüşüldü. Bu yazı yazıldığında henüz tezkere görüşmesi sonuçlanmamıştı. Sayısal çoğunluk evete işaret ediyor. Ona göre yazıldı.

      Bizi bu tezkereye getiren her şey 27 Kasım 2019'da Libya ile imzalanan iki mutabakat muhtırasıyla başladı.

Hâlbuki o tarihte son bir yıldan bu yana Fırat'ın doğusuyla yatıp kalkıyorduk. Fırat doğusundaki Barış Pınarı Harekâtını konuşuyorduk. İktidar, Fırat doğusuna iki milyon Suriyeli gönderecek bir güvenli bölge ve TOKİ projesini içeride dışarıda tüm toplantılarda anlatıyordu. Kimseyi ikna edemedi.

ABD'ye, PKK/YPG'ye gönderdiği 30 bin TIR hatırlatılıyor, S400 alacağız diye sert (!) çıkıyorduk. ABD yaptırım kararı alırsa aynen karşılık veririz gerekirse İncirlik ve Kürecik'i kapatırız diyorduk. ABD yaptırımı Kongre'den geçti, Trump onayladı. F-35 uçaklarını alamayacağımız kesinleşti ama Türk üsleri ABD'ye kapatılmadığı gibi İncirlik'te ABD tesislerinin modernizasyonu ve genişletilmesi projeleri ihale edildi.

     İç Politikada ekonomik kriz derinlemesine hissediliyordu, halk artık mırıldanmaya başlamıştı. İktidar partisi içinden yavru partiler çıkmaya başlamıştı.

İşte tam da bu sırada adeta gökten zembille inen Libya konusu tüm gündemi işgal etti. İktidar, Libya ile birlikte Kanal İstanbul konusunu da aniden gündeme soktu. Libya gibi Türkiye için deniz aşırı sayılacak bir yerde askeri harekâtını sürdürebilmesi ekonomik açıdan mümkün gözükmektedir. Aynı ekonomik gerekçeyle Kanal İstanbul'un yapılması da mümkün gözükmüyor.

Hal böyle olunca bu iki konu adeta dışarıdan Türkiye'ye dayatılmış bir konu gözüküyor.  İçeride iktidarın iç politikada durumunu konsolide edecek bu konular, konuları dayatan dış aktörler hedeflerinin gerçekleşmesinin önünü açıyor.

     Kanal İstanbul Konusuyla Montrö'nün tartışmaya açılmasıyla ABD'nin dünyada sürekli varlık gösteremediği tek deniz olan Karadeniz'in çatışma alanına dönüştürülmesi, Türkiye'nin kuzeyden kuşatılmasının önü açılıyor.

Türkiye Libya'ya angaje edilerek Irak ve Suriye'de olup bitenlere, Türkiye'ye en yakın ve en büyük tehdidin görmezden gelinmesi isteniyor. Daha dün Cumhurbaşkanı 250 binden fazla bir göç dalgasının İdlib sınırına dayandığını belirtip sınırı açacaklarını ima etmiştir. Eğer açılırsa bunun 250 binde kalmayacağını herkes biliyor. BM'ye göre 2 milyon kişi gelebilir.

     Türkiye'ye Suriyeli Arap göçü katlanarak artıp Türkiye Türksüzleştirilirken, Suriye ve Irak'ın bölünmesi senaryosu hızlanırken Libya'ya asker göndermek kimin aklı? Bir ay önce Türkiye'de konuşulmayan konu nasıl bir numaralı güvenlik tehdidi oldu da Türkiye oraya asker gönderip oradaki iç savaşın parçası olacak?

Önceki gün yazdık. Libya'ya asker gönderme kararının siyasi hedefi net değildir ve afaki hayali Türkiye'nin imkân ve kabiliyetlerini aşan, Türkiye'nin bekasıyla yakından uzaktan ilgili olmayacak şekilde "Libya'da barış ve istikrarı sağlamak" olarak belirlenmiş gözüküyor.

Bu ifade ABD'nin Irak'a özgürlük, demokrasi ve barışı getireceğiz hedefiyle benzerlik gösteriyor. ABD bile oluşturduğu büyük koalisyonla Irak'ta bırakın barışı getiremediği gibi Irak'ın parçalanmasının önünü açtı, Irak devletini dağıttı, milyonlarca insanın hayatına mal oldu.

Trablus'taki Ulusal Mutabakat Hükümetine (UMH) destek sağlayacak tek ülke olacak Türkiye, Libya'da barış ve istikrarı sağlayabilir mi? Bu önü açık ve hayali bir hedeftir. DİB Çavuşoğlu'nun CHP ve İYİ Parti yetkililerine söyledikleri de Libya'daki senaryonun önü açık olduğunu, belirsizlik ve bilinmezliklerle dolu bir yere yani bir maceraya Türk askerinin gönderileceğini teyit ediyor.

Türkiye'nin Libya'ya asker göndermenin bahanesi olarak da deniz sınır mutabakatına karşılık olarak UMH'yi askeri olarak destekleme denkleminin büyük bir hata ve Türkiye'ye tuzak olduğunu söyleyelim.

Elma ile Armudu toplamak gibi birbirinden bağımsız iki konudan kurulan bu denklem Türkiye'nin çıkarlarına hizmet etmez. Yani illaki Libya'ya asker gönderelim ki mavi vatanda haklarımızı koruyalım söylemi doğru değildir.

Daha önce defalarca uyardık. Libya'daki durum Irak ve Suriye'dekinden çok farklı. Oralarda haklı bir sınır ötesi terör operasyonu için asker göndermişken, Libya'da bir iç savaşta taraf oluyoruz. Bildiğiniz savaşa giriyoruz. Hem de bizim savaşımız olmayan bir savaşa giriyoruz.

2011'de Tunus ve Libya'dan başlayan Arap Baharı kışa felakete dönüştü. Bahar vaad edilen ülkeler insanlar kışın içinde kaldı.  Yeniden alevlenen iç çatışmalarla birlikte, küresel ve bölgesel güçlerinde dahliyle Suriye'deki mini dünya savaşından sonra yeni bir mini dünya savaşının Libya'da yaşandığını görüyoruz.

Suriyeli göç dalgalarıyla ve iklim değişikliğinin yanında iç çatışmalar nedeniyle Ortadoğu'dan gelecek yeni Arap göç dalgalarıyla Türkiye Türksüzleştirilirken Türkiye'yi ve Türk askerini de Arap Kışının içine göndermenin sorumluluğu ve maliyeti büyük olacak.

https://www.21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/turkiye-arap-kisinin-icine-sokuluyor

***

18 Ekim 2019 Cuma

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE., BÖLÜM 10

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE., BÖLÜM 10



Sonuç

Arap uyanışı sürecinde Türkiye’nin güney sınırında ortaya çıkan Suriye kriziyle ilgilenmesi doğaldır. Başta sığınmacılar meselesi olmak üzere krizin 
doğurduğu sonuçlar Türkiye’yi doğrudan ve dolaylı olarak etkilemektedir. 
Ankara’nın krizin çözümüne yönelik irade göstermesi ve Arap devletleriyle birlikte diplomatik girişimlerde bulunması makul bir hareket tarzıdır. Ancak 
Suriye krizinin başladığı dönemden bu yana geçen zaman içinde Türkiye söylem ve eylemleriyle çözüm sürecinin değil sorunun tarafı haline gelmiştir. 
Orta Doğu’da krizle birlikte belirginleşen Şii-Sünni geriliminde Türkiye’nin Sünni blokta yer aldığı yönünde bir izlenim ortaya çıkmıştır. Türk karar mercileri 
Suriye krizinin bölgesel ve küresel bir anlaşmazlığa dönüşebileceğini öngörememiş, Esed rejiminin güçlü bir dış destek alarak mukavemet gösterebileceğini değerlendirememiştir.

Suriye krizi Suriye ile sınırlı kalmamış, bölgesel ve küresel düzeyde bir mücadeleye yol açmıştır. Ulusal ölçekte iç savaş halini alan kriz, Orta Doğu’da 
İran liderliğindeki Şii unsurlarla Körfez ülkelerinin öncülüğündeki Arap devletleri arasında rekabete yol açarken, küresel ölçekte demokratikleşme hareketlerini 
destekleyen Batılı aktörlerle Rusya ve Çin gibi otoriter yönetimleri müdafaa eden devletler arasında anlaşmazlığa dönüşmüştür. Arap Birliği ve Birleşmiş Milletler vasıtasıyla başlatılan çözüm girişimleri sonuçsuz kalmış, Suriye’ye uygulanan yaptırımlara karşı Esed rejimi Rusya, Çin, İran, Irak ve 
Hizbullah’ın desteğini alarak direnç göstermiştir.

Türkiye, Suriye krizini değerlendirirken krizin sadece Suriye ile sınırlı bir mesele olmadığını dikkate almalıdır. Türkiye, krize yönelik politika geliştirirken 
ve uygularken Suriye üzerindeki 6 temel parametreyi göz önünde bulundurmalıdır. 
Birinci parametre Türkiye/Suriye eksenindedir. Türkiye/Suriye ekseninde iki ülkenin tarihi ve akrabalık bağları, komşuluk münasebetleri, ekonomik ilişkileri ve PKK-PYD sorunu hesaba katılmalıdır. İkinci parametre Türkiye/Suriye/ABD-İsrail eksenindeki siyasi ve askeri boyuttur. ABD’nin Orta Doğu politikasında İsrail’in güvenliğinin oldukça önemli olduğu hatırda tutulmalıdır. Üçüncü parametre Türkiye/Suriye/NATO-ABD-Fransa eksenindedir ve siyasidir. Türkiye krizde Batılı müttefikleri ve NATO ile eşgüdüm sağlamalıdır. Dördüncü parametre Türkiye/Suriye/Rusya hattındadır. Bu parametrenin siyasi ve güvenlik boyutları vardır. Beşinci parametre Türkiye/Suriye/Birleşmiş Milletler (Rusya ve Çin) ekseninde siyasidir. Altıncı parametre Türkiye/Suriye/İran hattındadır ve siyasi, güvenlik ve ekonomik boyutlar ihtiva etmektedir.

Türkiye Suriye krizindeki konumunu bu altı parametreyi dikkate alarak belirlemelidir. Türkiye, mevcut yeteneklerinin üzerinde sorumluluk almaktan 
çekinmeli, krizin yönetiminde Batılı müttefikleri ve NATO ile birlikte hareket etmelidir. Suriye ile sıcak bir savaşa girmekten uzak durulmalıdır. Esed rejiminin devrilmesine yönelik bir dış müdahale durumunda ise Türkiye harekâta sadece lojistik destek ve insani yardım konusunda destek vermelidir.

Türkiye’deki sığınmacı sayısının artışını yavaşlatabilmek amacıyla, Suriye toprakları içinde oluşturulacak kamplarda barınma imkânları oluşturulabilmesi 
için BM’nin harekete geçirilmesine yönelik girişimler sürdürülmelidir. Esed rejiminin elindeki füze sistemleri ve kimyasal silahlar ile Türkiye’nin 
orta ve uzun menzilli hava savunma füze sistemlerindeki hassasiyet dikkate alınarak Patriot füzelerinin NATO’dan talep edilmesi ve Türkiye’de konuşlandırılması gerekmektedir.

Türkiye’deki sığınmacıların kaldığı konteynerkent ve çadırkentlerde güvenlik denetimi sıkı tutulmalı, kamplarda sürekli asayiş sağlanmalıdır. Türkiye, sığınmacıların bulunduğu illerin sınırlarındaki denetimi artırmalı, Esed rejimine bağlı istihbarat unsurlarının kamplara girmesini engellemeye yönelik tedbirler almalıdır.

Türkiye, PKK/KCK terör örgütü ve PYD’nin Suriye’nin kuzeydoğusundaki faaliyetlerini teyakkuzla takip etmeli ancak Suriyeli Kürtleri karşısına almamalıdır. 

Ankara Suriye’nin toprak bütünlüğü yanında Suriyeli Kürtlerin demokratik hak ve özgürlük taleplerini ve muhalefette temsilini desteklemelidir. Türkiye, Suriyeli Kürtler ile iyi ilişkiler içinde olmalıdır.

Türkiye, Suriye muhalefetinin birleştirilmesine yönelik girişimleri desteklemeli, Doha Kongresi’nde kurulan Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal 
Koalisyonu’nun diplomatik etkinliğine katkıda bulunmalıdır. Türkiye, kriz sürecinde altyapı sistemleri ve kamu kurumları tahrip olan Suriye’nin yeniden 
inşasına odaklanmalı, enerjisini bu doğrultuda sarf etmelidir.

Kaynakça

“Ahrar El-Şam Tugayları”, Erişim tarihi: 15 Eylül 2012, 
http://www.ahraralsham.com/?page=pages&id=3.

Akyürek, Salih ve Cengiz Yılmaz, Suriye Sorunu ve Türk Dış Politikasına Toplumsal Bakış. Ankara: BİLGESAM, 2012.
“Al-Watani Sury Ya-len Heykeliye El-Cedide” (Suriye Ulusal Konseyi Yeni Teşkilatını İlan Etti), Al Jazeera, 6 Kasım 2012, Erişim tarihi: 10 Kasım 2012, 
http://www.aljazeera.net/news/pages/46fe127f-8c7c-433c-8ac4-46c2a2b5ab66.

“Beşşar Esed’in 16.04.2011 tarihinde Yeni Hükümetin Kabine Toplantısında Yaptığı Konuşma Metni”, 
http://www.syria-news.com/readnews.php?sy_seq=131477.

“Cevad El-Beşiti, El-Beşiti, Cevad, Surye Yu-hadr el-Tadahurat Be-Mucab Elgah El-Tawary”, (Suriye Gösterileri Olağanüstü Hali Kaldırarak Yasaklıyor), 
Middle East,18 Nisan 2011, Erişim tarihi: 25 Haziran 2011, 
http://www.middle-east-online. com/?id=108817.

“El-Jamia El-Arabiye Taduu Le-Muatemar Hiwar Beynel El-Nidam-UL Surywel-Muarada Hilal 15 Yawum” (Arap Birliği Suriye Rejimini ve Muhalefeti 
15 Gün İçerisinde Diyaloga Çağırdı), Radyo SAWA,16 Ekim 2011, Erişim tarihi: 15 Mart 2012, 
http://www.radiosawa.com/content/article/21379.html.

“El-Jeyshel Sury El-Hur” (Özgür Suriye Ordusu), Wikipedia, Erişim tarihi: 15 Temmuz 2012, 
http://ar.wikipedia.org.

“El-Meclis El-Watany Kurdy Fi-Surye” (Suriye Kürt Ulusal Konseyi), Carnegie Middle East Center, 20 Haziran 2012, 20 Mayıs 2012, 
http://carnegie-mec.org/publications/?fa=48504.

“El-Şami, Esad, Hel Neşhat Tahali Rusya An Nidam El-Sury” (Rusya’nın Suriye Rejiminden Vazgeçtiğini Görebilir miyiz?), 15 Temmuz 2007, Odabasham,10.07.2012,
http://www.odabasham.net/show. php?sid=56448.

“Emir Katary Şeyh Hamed Le-Kanat CBS Yaktarih İrsal Kuwat El-Arabiye İla Surye” (Katar Emiri Şeyh Hamed, CBS Kanalında Arap Gücünün 
Suriye’ye Gönderilmesini Öneriyor), Jaridatak,10 Şubat 2012, Erişim tarihi: 24 Şubat 2012, 
http://www.jaridatak.com/ChildPages/Political/elnashra/Ar5324.htm.

“Esed Yakbal Estekalet El-Hukuma El-Suriye We Alef Yeddaherun Damen Lahu” (Esed Suriye Hükümetinin İstifasını Kabul Etti ve Binlerce Kişi 
Esed’e Destek İçin Gösteri Düzenledi), Al Arabiya, 29 Mart 2011, Erişim tarihi: 12 Temmuz 2012, 
http://www.alarabiya.net/articles/2011/03/29/143407.html.

Gordon, R. Michael, “Iran Supplying Syrian Military Via Iraqi Airspace”, 4 Eylül 2012, Erişim tarihi: 29 Ekim 2012, 
http://www.nytimes.com/2012/09/05/world/middleeast/iran-supplying-syrian-military-via-iraq-airspace.html?pagewanted=all&_r=0.

Gündüz, Rahmi, “Baskı Artırılsın Çağrısı”, Anadolu Ajansı, 6 Temmuz 2012, Erişim tarihi: 10 Temmuz 2012, 
http://www.aa.com.tr/tr/dunya/62915---quot-suriye-halkinin-dostlari-quot--toplandi.

“Heykeliye El- Meclis El-Watany El-Sury” (Suriye Ulusal Konseyi’nin Oluşumu), Syrian Council, Erişim tarihi: 15 Temmuz 2012, 
http://ar.syriancouncil.org/structure.html.

“Interview With Syrian President Bashar al-Assad”, The Wall Street Journal, 31 Ocak 2011, Erişim tarihi: 10 Ağustos 2012, 
http://online.wsj.com/news/articles/SB10001424052748703833204576114712441122894.

“Iran Confirms It Has Forces in Syria and Will Take Military Action If Pushed”, The Guardian, 16 Eylül 2012, Erişim tarihi: 8 Kasım 2012, 
http://www.theguardian.com/world/2012/sep/16/iran-middleeast.

“İtilaful-Muaraza El-Suryye Kad Yahdar El-İctima Al-Arabi” (Suriye Muhalefeti Koalisyonu Arap Birliği Toplantısında Hazır Bulunacak), CNN, 12 
Kasım 2011, Erişim tarihi: 12 Kasım 2012, 
http://arabic.cnn.com/2012/syria.2011/11/12/syria.newCouncil/index.html.

“Koalisyon Sözcüsü Bunni: Gassan Hito Bize Dayatıldı,” Yakın Doğu Haber, 20 Mart 2013, Erişim tarihi: 25 Mart 2013, 
http://www.ydh.com.tr/HD11621_koalisyon-sozcusu-bunni--gassan-hito-bize-dayatildi.html.

“Men Hiye El-Camaat El-Musllaha Ellety Tukateel Fi Surye” (Suriye’de Savaşan Silahlı Gruplar Kimdir), Russia Today, Erişim tarihi: 18 Eylül 2012, 
http://arabic.rt.com/news_all_news/analytics/69084/.

“Müdahale Pahalı ve Riskli Bırakalım Suriye Bölünsün”, Hürriyet, 24 Temmuz 2013, Erişim tarihi: 25 Temmuz 2013, 
http://www.hurriyet.com.tr/planet/24091795.asp.

“Nas İttifak El-Doha Lİ-İnşaa El-İtilaf El-Watani Li-Kuwa EL-Tawre Wel-Muarada El-Suryye” (Doha’da Kurulan Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri 
Ulusal Koalisyonu’nun Anlaşma Metni), New Syria, 11 Şubat 2012, Erişim tarihi: 12 Kasım 2012, 
http://new-syria.com/formainpage/analytics/15665.

“Obama, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın Gitmesini İstedi”, Cihan, 18 Ağustos 2011, Erişim tarihi: 11 Mayıs 2012, 
http://www.cihan.com.tr/caption/-CHMzk0ODQ2LzA= .

“Russia Supplying Arms to Syria Under Old Contracts- Lavrov”, Ahram Online, 5 Kasım 2012, Erişim tarihi: 8 Kasım 2012, 
http://english.ahram.org.eg/NewsContent/2/8/57187/World/Region/Russia-supplying-arms-to-Syria-under-old-contracts.aspx.

“Suriye’den Flaş Karar”, Sabah, 27 Mart 2012, Erişim tarihi: 25 Mayıs 
2012, http://www.sabah.com.tr/Dunya/2012/03/27/suriyeden-flas-karar.

“Suriye Türkmen Ordusunun Halep’teki Türkmen Komutanları Birleştirmeleri”, Youtube, 12 Eylül 2012, Erişim tarihi: 25 Eylül 2012, 
http://www.youtube.com/watch?v=ON3zcwQUTEg.

“Suriyeli Muhaliflere 45 Milyon Dolar Yardım”, Ntvmsnbc, 29 Eylül 2012, Erişim tarihi: 29 Eylül 2012, 
http://www.ntvmsnbc.com/id/25386004/.

“Suriye-Türkiye İlişkileri”, Wikipedia, Erişim tarihi: 11 Ağustos 2012, 
http://tr.wikipedia.org/wiki/Suriye-T%C3%BCrkiye_ili%C5%9Fkileri.

Semin, Ali, “Suriye’deki Olaylar ve Esad’ın Reform Planı”, Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM), 19 Nisan 2011, Erişim tarihi: 25 Kasım 2012, 
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1021:suriyedeki-olaylar-ve-esadn-reform-plan&catid=77:ortadogu-analizler&Itemid=150.

Semin, Ali, “Türkiye-Suriye İlişkisi ve Kürt Açılımı”, Stratejik Düşünce Enstitüsü, 9 Kasım 2009, Erişim tarihi: 8 Ağustos 2012, 
http://www.sde.org.tr/tr/haberler/183/turkiye-suriye-iliskisi-ve-kurt-acilimi.aspx.

“Suriyeli Sığınmacı Sayısı 500 Bini Geçti”, TRT Haber, 22 Temmuz 2013, Erişim tarihi: 25 Temmuz 2013, 
http://www.trthaber.com/haber/turkiye/suriyeli-siginmaci-sayisi-500-bini-gecti-94602.html.

“Tanklar Hama’ya Girdi”, CNN Türk, 31 Temmuz 2011, Erişim tarihi: 10 Ekim 2011, 
http://video.cnnturk.com/2011/haber/7/31/tanklar-hamaya-girdi.

“Tawkii Ale Balag İttifakiye Beyne Meclis Watani El-Kurdi El-Suriye Wel-
Meclis El-Şaab Garb Kurdustani” (Suriye Kürt Ulusal Konseyi ile Batı 
Kürdistan Halk Meclisi Arasında Anlaşma İmzalandı), Kurdistan Regional 
Government, 11 Temmuz 2012, Erişim tarihi: 11 Temmuz 2012, 
http://www.krg.org/articles/detail.asp?lngnr=14&smap=01010100&rnr=81&anr=44646.

“Türkiye-Suriye Siyasi İlişkileri”, T.C. Dışişleri Bakanlığı, Erişim tarihi: 10 Eylül 2012, 
http://www.mfa.gov.tr/turkiye-suriye-siyasi- iliskileri-.tr.mfa.

“Türkiye-Suriye YDSİK 1. Toplantısı Ortak Bildirisi”, T.C. Dışişleri Bakanlığı, 
23 Aralık 2009, Erişim tarihi: 11 Kasım 2012, 
http://www.mfa.gov.tr/turkiye---suriye-ydsik-1_-toplantisi-ortak-bildirisi_-22-23- aralik_-sam.tr.mfa.

“Türkmen Muhaliflerden Birleşme Çağrısı”, Haber7, 15 Ağustos 2012, Erişim tarihi: 1 Kasım 2012, 
http://www.haber7.com/dunya/haber/915003-turkmen-muhaliflerden-birlesme-cagrisi.

DİPNOTLAR;

1 Interview With Syrian President Bashar al-Assad, Wall Street Journal, 
   http://online. wsj.com/article/SB10001424052748703833204576114712441122894.html,    Erişim: 10.08.2012
2 Cevad El-Beşiti, Surye Yu-hadr el-Tadahurat Be-Mucab Elgah El-Tawary, (Suriye Gösterileri Olağanüstü Hali Kaldırarak Yasaklıyor), 
   http://www.middle-east-online. com/?id=108817, Erişim: 25.06.2012 
3 Esed Yakbal Estekalet El-Hukuma El-Suriye We Alef Yeddaherun Damen Lahu (Esed Suriye Hükümetinin İstifasını Kabul Etti ve Binlerce Kişi Esed’e Destek 
   İçin Gösteri Düzenledi), 
   http://www.alarabiya.net/articles/2011/03/29/143407.html, Erişim: 12.07.2012
4 Beşşar Esed’in 16.04.2011 tarihinde Yeni Hükümetin Kabine Toplantısında Yaptığı Konuşma Metni için bakınız: 
   http://www.syria-news.com/readnews.php?sy_seq=131477
5 “Russia Supplying Arms to Syria Under Old Contracts- Lavrov”, Ahram Online, 5 Kasım 2012, 
    http://english.ahram.org.eg/NewsContent/2/8/57187/World/Region/Russia-supplying-arms-to-Syria-under-old-contracts.aspx ,  Erişim: 08.11.2012
6 “Iran Confirms It Has Forces in Syria and Will Take Military Action If Pushed”, The Guardian, 16 Eylül 2012, 
    http://www.guardian.co.uk/world/2012/sep/16/iran-middleeast,   Erişim: 08.11.2012 
7 Baskı Artırılsın Çağrısı, Anadolu Ajansı, 
   http://www.aa.com.tr/tr/tag/62915---quot- suriye-halkinin-dostlari-quot--toplandi 
8 Heykeliye El- Meclis El-Watany El-Sury (Suriye Ulusal Konseyi’nin Oluşumu), 
   http://ar.syriancouncil.org/structure.html, Erişim: 15.07.2012
9 İtilaful-Muaraza El-Suryye Kad Yahdar El-İctima Al-Arabi (Suriye Muhalefeti Koalisyonu Arap Birliği Toplantısında Hazır Bulunacak), 
   http://arabic.cnn. com/2012/syria.2011/11/12/syria.newCouncil/index.html, Erişim: 12.11.2012
10 Al-Watani Sury Ya-len Heykeliye El-Cedide (Suriye Ulusal Konseyi Yeni Teşkilatını İlan Etti), 
   http://www.aljazeera.net/news/pages/46fe127f-8c7c-433c-8ac4-46c2a2b5ab66 , Erişim: 10.11.2012
11 Nas İttifak El-Doha Lİ-İnşaa El-İtilaf El-Watani Li-Kuwa EL-Tawre Wel- Muarada El-Suryye (Doha’da Kurulan Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal 
    Koalisyonu’nun Anlaşma Metni), 
    http://new-syria.com/formainpage/ analytics/15665, Erişim: 12.11.2012
12 “Koalisyon Sözcüsü Bunni: Gassan Hito Bize Dayatıldı,” 
    http://www.ydh.com.tr/HD11621_koalisyon-sozcusu-bunni--gassan-hito-bize-dayatildi.html 
13 El-Meclis El-Watany Kurdy Fi-Surye (Suriye Kürt Ulusal Konseyi), 
    http://carnegie-mec.org/publications/?fa=48504 , Erişim: 20.05.2012
14 A.g.e.
15 El-Jeyshel Sury El-Hur (Özgür Suriye Ordusu), http://ar.wikipedia.org , Erişim: 15.07.2012
16 Kendilerini genelde Tabur veya Tugay olarak tanıtan bu silahlı birliklerin milis sayılarında bir standart yoktur. Silahlı birliklerin milis sayıları 10-15 ile 
    1000 arasında değişmektedir.
17 Men Hiye El-Camaat El-Musllaha Ellety Tukateel Fi Surye (Suriye’de Savaşan Silahlı Gruplar Kimdir), 
    http://arabic.rt.com/news_all_news/analytics/69084/ 
18 Türkmen Muhaliflerden Birleşme Çağrısı, 
     http://www.haber7.com/dunya/haber/915003-turkmen-muhaliflerden-birlesme-cagrisi,Erişim, Erişim: 01.11.2012
19 Suriye Türkmen Ordusu Halep’teki Türkmen Komutanları Birleştirmeleri, 
    http://www.youtube.com/watch?v=ON3zcwQUTEg , Erişim: 25.09.2012
20 Ahrar El-Şam Tugayları , http://www.ahraralsham.com/?page=pages&id=3 , Erişim:15.09.2012
21 Sukurul-Şam Tugayı’nın Resmi Sitesi, 
     http://www.shamfalcons.net/ar/page/about- sham-falcons.php, Erişim: 23.09.2012
22 Michael R. Gordon, Iran Supplying Syrian Military via Iraqi Airspace, 4 Eylül 2012, 
    http://www.nytimes.com/2012/09/05/world/middleeast/iran-supplying-syrian-military-via-iraq-airspace.html?pagewanted=all&_r=0, Erişim: 29.10.2012
23 Tanklar Hama’ya Girdi, 
     http://video.cnnturk.com/2011/haber/7/31/tanklar- hamaya-girdi , Erişim: 10.10.2011
24 Emir Katary Şeyh Hamed Le-Kanat CBS Yaktarih İrsal Kuwat El-Arabiye İla Surye (Katar Emiri Şeyh Hamed, CBS Kanalında Arap Gücünün Suriye’ye 
     Gönderilmesini Öneriyor), 
     http://www.jaridatak.com/ChildPages/Political/elnashra/ Ar5324.htm, Erişim: 24.02.2012
25 El-Jamia EL-Arabiye Taduu Le-Muatemar Hiwar Beynel El-Nidam-UL Sury wel-Muarada Hilal 15 Yawum (Arap Birliği Suriye Rejimini ve Muhalefeti 15 Gün 
    İçerisinde Diyaloga Çağırdı), 
    http://www.radiosawa.com/content/article/21379.html , Erişim: 15.03.2012
26 Suriye’den Flaş Karar, http://www.sabah.com.tr/Dunya/2012/03/27/suriyeden- flas-karar, Erişim: 25.05.2012
27 ABD Başkanı Barack Obama, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın Gitmesini İstedi, 
     http://www.cihan.com.tr/caption/-CHMzk0ODQ2LzA= , Erişim: 11.05.2012
28 Suriyeli Muhaliflere 45 Milyon Dolar Yardım, 
     http://www.ntvmsnbc.com/id/25386004/ , Erişim: 29.09.2012
29 “Müdahale Pahalı ve Riskli Bırakalım Suriye Bölünsün”, 
     http://www.hurriyet.com.tr/planet/24091795.asp, Erişim: 25.07.2013.
30 Esad El-Şami, Hel Neşhat Tahali Rusya An Nidam El-Sury (Rusya’nın Suriye Rejiminden Vazgeçtiğini Görebilir miyiz?), 
http://www.odabasham.net/show. php?sid=56448, Erişim: 15.07.2012
31 Suriye-Türkiye İlişkileri, 
    http://tr.wikipedia.org/wiki/Suriye-T%C3%BCrkiye_ili%C5%9Fkileri , Erişim: 11.08.2012
32 Türkiye-Suriye YDSİK 1. Toplantısı Ortak Bildirisi, 22-23 Aralık, Şam 
    http://www.mfa.gov.tr/turkiye---suriye-ydsik-1_-toplantisi-ortak-bildirisi_-22-23- aralik_-sam.tr.mfa , Erişim: 11.11.2012
33 Ali Semin, Suriye’deki Olaylar ve Esad’ın Reform Planı, 19 Nisan 2011, BİLGESAM, 
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1021:suriyedeki-olaylar-ve-esadn-reform-plan&catid=77:ortadogu- analizler&Itemid=150, 
    Erişim: 25.11.2012
34 Suriyeli Sığınmacı Sayısı 500 bini geçti, http://www.trthaber.com/haber/turkiye/suriyeli-siginmaci-sayisi-500-bini-gecti-94602.html, Erişim: 25.07.2013.
35 Tawkii Ale Balag İttifakiye Beyne Meclis Watani El-Kurdi El-Suriye Wel-Meclis El-Şaab Garb Kurdustani (Suriye Kürt Ulusal Konseyi ile 
     Batı Kürdistan Halk Meclisi Arasında Anlaşma İmzalandı), 
     http://www.krg.org/articles/detail.asp?lngnr=14&smap=01010100&rnr=81&anr=44646, Erişim: 11.07.2012
36 Ali Semin, Türkiye-Suriye İlişkisi ve Kürt Açılımı, 
http://www.sde.org.tr/tr/haberler/183/turkiye-suriye-iliskisi-ve-kurt-acilimi.aspx , Erişim: 8.08.2012
37 Türkiye-Suriye Siyasi İlişkileri, 
http://www.mfa.gov.tr/turkiye-suriye-siyasi- iliskileri-.tr.mfa, Erişim: 10.09.2012
38 Salih Akyürek ve Cengiz Yılmaz, “Suriye Sorunu ve Türk Dış Politikasına Toplumsal Bakış”, (Ankara: BİLGESAM, 2012), 8, 12, 10.


***

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE., BÖLÜM 9

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE., BÖLÜM 9




5.2. Muhtemel Senaryolar

Suriye krizinin seyrine ilişkin dört muhtemel senaryodan bahsedilebilir. 

Birincisi Suriye’de kurulabilecek bir geçiş hükümeti ile krizin aşılmasıdır. 
İkincisi Esed rejiminin ağır silah sistemleriyle takviye edilecek Özgür Suriye Ordusu veya uluslararası bir müdahale ile devrilmesidir. 
Üçüncü muhtemel senaryo Suriye krizinin sürüncemede kalmaya devam etmesi ve ülkenin parçalanma sürecine girmesidir. 
Dördüncüsü ise iç çatışmaların devam etmesine rağmen Baas rejiminin mukavemetini sürdürmesi ve konumunu muhafaza etmesidir.

Suriye krizindeki ilk muhtemel senaryo, ülkedeki çatışmalara son verebilecek bir geçiş hükümetinin kurulmasıdır. Suriye’de Esed rejimi içinden katliamlara 
doğrudan bulaşmamış Baas yöneticilerinin katılacağı, ülkedeki farklı etnik ve dini unsurların temsil edildiği bir geçiş hükümeti kurulabilir. Bu nitelikteki bir geçiş hükümeti ile Suriye krizi yumuşak bir geçişle çözüme kavuşturulabilir. 
Geçiş hükümeti seçeneği Rusya’nın girişimiyle gündeme gelmiş, 30 Haziran 2012 tarihinde İsviçre’nin Cenevre kentinde Suriye sorunu üzerine gerçekleştirilen toplantıda katılımcı devletler tarafından değerlendirilmiştir. 
BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinin yanında Türkiye, Irak, Kuveyt ve Katar’ın katılımıyla gerçekleştirilen Cenevre toplantısında, Suriye’de kurulacak 
ulusal birlik hükümeti ile krizin çözüme kavuşturulabileceği kanaati öne çıkmıştır.

Batılı devletler ve Rusya arasında Beşşar Esed’in iktidardaki konumu ile ilgili anlaşmazlık devam etse de geçiş hükümeti konusunda bir mutabakat ortaya 
çıktığı fark edilmiştir. Türkiye, Rusya’nın desteklediği bu çözümü onaylamıştır. 
Geçiş hükümeti seçeneğinin uygulanabilir bir öneri olduğunu kabul eden Türkiye, Cenevre’deki görüşmelerde geçiş hükümetinin oluşturulmasına dönük ortaya konan yol haritasının önemli olduğunu vurgulamıştır. Nitekim Suriye Ulusal Konseyi de geçiş hükümeti önerisine sıcak baktığını, katliamlara karışmamış Baas Partisi mensuplarının geçiş hükümetinde yer alabileceğini beyan etmiştir.

Taraflar arasındaki mutabakata zarar vermeyecek başarılı bir geçiş hükümeti tesis edilebilirse Suriye krizi yumuşak bir geçişle çözüme kavuşturulabilir. 
Başarılı bir geçiş hükümeti, Beşşar Esed ve yakınlarının iktidardan uzaklaştırılması ve insan hakları ihlallerine bulaşmamış Baas rejimi mensuplarının Suriye’de tesis edilecek çoğulcu sistemin bir parçası olarak kalmasıyla gerçekleştirilebilir. Ancak geçiş hükümeti seçeneği aynı zamanda bazı olumsuz sonuçlar doğurabilecek dinamikler ihtiva etmektedir. Geçiş hükümetinin muhalefetin yeterince temsil edilmediği, Baas yöneticilerinin ağırlıkta olduğu ve 
katliamlara iştirak etmiş isimlerin yer aldığı bir yapı arz etmesi ihtimali vardır. 

Bu ihtimalin gerçekleşmesi durumunda geçiş hükümeti otoriter eğilimlerini muhafaza eden Baas rejiminin ayakta kalmasına hizmet edebilir. Böylece geçiş 
sürecinde Suriye krizine son verebilecek ulusal uzlaşı akamete uğrayabilir ve taraflar arası çatışmalar tekrar başlayabilir.

Başlangıçta Rusya’nın tutumu nedeniyle ön plana çıkan, Türkiye ve Suriye Ulusal Konseyi tarafından da uygulanabilir olarak değerlendirilen geçiş hükümeti senaryosunun gerçekleşme ihtimali Suriyeli muhaliflerin Doha Kongresi’nde aldığı kararlarla zayıflamıştır. Bu senaryo, Doha Kongresi’nin ardından Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun Esed rejimiyle hiçbir şekilde diyaloga girilmeyeceği ve müzakere edilmeyeceği yönündeki açıklamalarıyla gündemdeki önceliğini yitirmiştir.

Suriye krizinde ikinci muhtemel senaryo, Esed rejiminin silahlı kuvvetle devrilmesidir. Esed rejiminin silahlı kuvvetle devrilmesinin ise iki farklı şekilde 
gerçekleşebileceği beklenmektedir. Birincisi ülkede devam eden iç savaşta Esed rejiminin daha iyi teşkilatlanmış bir Suriye muhalefeti ve daha güçlü bir Özgür Suriye Ordusu tarafından iktidardan uzaklaştırılmasıdır. Artan dış yardımlarla Özgür Suriye Ordusu’nun Baas rejimine bağlı güvenlik güçlerini dengeleyebilecek ölçüde desteklenmesi ile böyle bir netice sağlanabilir. Esed rejimi, Suriye’ye doğrudan bir dış müdahale olmadan ağır silah sistemlerine sahip Özgür Suriye Ordusu tarafından devrilebilir.

Baas rejiminin, askeri donanımı daha güçlü muhalif unsurlarca devrilmesi Esed sonrası Suriye’nin istikrarını zedeleyebilecek gelişmelere yol açabilir. 
Suriye’ye sokulacak ağır silah sistemlerinin denetimi ve takibindeki zorluklar, bu silahların kullanımıyla ilgili sorunlar doğurabilir. Suriye genelinde Baas rejimine karşı Özgür Suriye Ordusu’na bağlı faaliyet gösteren silahlı gruplar daha fazla silahlandırılırsa Esed’in devrilmesinden sonra birbiriyle mücadeleye girişebilir. Muhalif silahlı gruplar arasında iktidara nüfuz etme noktasında ortaya çıkabilecek anlaşmazlıklar ülkede iç çatışmalara neden olabilir. 
İç çatışmaların İsrail’e tehdit oluşturabilecek şekle dönüşmesi durumunda ise Batılı devletlerin Suriye’deki yeniden yapılanma sürecine verdiği destek kesilebilir.

Esed rejiminin daha fazla silahlandırılmış bir Özgür Suriye Ordusu tarafından devrilmesi aynı zamanda Suriye’deki devlet sisteminin çökmesi anlamına gelecektir. 
Rejimin devrilmesi bir süre daha devam edecek çatışmalar sonucunda gerçekleşebilecek, Suriye’nin kamu idaresi, kamu hizmetleri ve güvenlik 
altyapısı tahrip edilmiş olacaktır. Muhalif silahlı grupların silahsızlandırılması Suriye’deki yeni iktidarın önünde ciddi bir problem olarak kalacak, devlet 
sisteminin yeniden tesisi, siyasi ve ekonomik istikrarın sağlanması uzun süre alacaktır. Muhalefetin artırılan dış yardımlarla ve daha fazla silahlandırılmasıyla 
Esed rejimini bertaraf edebilecek düzeyde güçlendirilmesi neticede Suriye’nin geleceğini olumsuz etkileyebilecektir.

Esed rejiminin silahlı kuvvetle devrilmesinin ikinci şekli ise Özgür Suriye Ordusu daha fazla silahlandırılmadan uluslararası bir dış müdahale yapılmasıdır. 
Suriye’de Esed rejimini devirebilecek dış müdahale BM kararıyla ya da Kosova’da olduğu gibi katliamı engelleme hedefiyle oluşturulan uluslararası koalisyon kuvvetlerince icra edilebilir. Müdahale, oluşturulacak uluslararası koalisyon kuvvetlerinin Suriye’de bir kara harekâtına girişmeden Esed rejimine 
bağlı hava unsurlarını, füze sistemlerini ve zırhlı birliklerini etkisiz hale getirmesi şeklinde yürütülebilir. Libya’dakine benzer biçimde tasarlanabilecek 
Suriye’ye müdahale görevi sonucunda Esed iktidarına bağlı güvenlik güçleri büyük ölçüde tahrip edilecek, psikolojik üstünlüğü elde eden Özgür Suriye 
Ordusu Baas rejimini devirebilecektir.

Kapsamlı bir hava harekâtı niteliğinde icra edilecek müdahale ile Suriye’deki kriz daha az can kaybı ile nihayete erecek, muhalif grupların ağır silahlarla 
teçhiz edilmesine gerek kalmaksızın krizin çözümü istikametinde mesafe alınabilecektir. Bu nitelikteki bir dış müdahalenin muhalif silahlı grupların 
silahlandırılmasından daha az maliyetli olabileceği ve daha kısa sürede sonuca gidilmesini sağlayacağı da değerlendirilebilir. Nitekim hava kuvvetleri ve 
savunma sistemleri yok edilen Esed rejimi karşısında Özgür Suriye Ordusu kısa zamanda üstünlüğü ele geçirebilecektir. Özgür Suriye Ordusu’nun daha 
fazla silahlandırılmasına gerek kalmadan Baas rejiminin devrilmesi ise Esed sonrası Suriye’de istikrarın teminini kolaylaştıracaktır.

Baas rejiminin dış müdahale neticesinde devrilmesi, Esed sonrası Suriye’deki yeni iktidarı mutedil hareket etmeye teşvik edecektir. Uluslararası sistemin 
desteğiyle iktidara gelen unsurlar, Suriye’de azınlık konumundaki unsurların temsilinde demokratik normların işletilmesi yönünde irade gösterecektir.

Suriye krizinde üçüncü muhtemel senaryo, iç savaştaki tarafların birbirine üstünlük sağlayamaması ve krizin uzamasıdır. Krizin uzaması, Suriye’de fiili 
parçalanma sürecini hazırlayabilecek şartları ortaya çıkarabilir. Suriye, Sünni çoğunluğun dâhil olduğu ayrı bir yönetim, kuzeyde Kürt yönetimi ve batıda 
Lazkiye merkezli bir Nusayri yönetimi olmak üzere üç bölgeye parçalanma riskiyle karşı karşıya kalabilir. Sünni çoğunluğun idaresinde kalacak bölgede 
Müslüman Kardeşler ve Selefi unsurların iktidarda yer alabileceği tahmin edilmektedir. Mısır’ın desteklediği Müslüman Kardeşler’le Suudi Arabistan’ın 
desteklediği Selefi unsurlar arasında iktidar mücadelesi de yaşanabilir.

Nusayri azınlığın batıda kuracağı devlette Nusayri-Hıristiyan birlikteliği oluşması beklenebilir. Ancak böyle bir devletin Sünni çoğunlukla mücadele etmek 
durumunda kalacağı, uluslararası düzeyde tanınma sorunu yaşayabileceği ve uzun vadede ayakta kalma olasılığının düşük olduğu değerlendirilmektedir. 
Suriye’nin parçalanması ile kuzeyde ise Kamışlı merkezli bir Kürt bölgesinin ortaya çıkma ihtimali vardır. PKK/KCK terör örgütü ve PYD ekseninde 
kurulabilecek bir yönetim Türkiye’ye tehdit teşkil edebilir. Suriye’nin kuzeyi ikinci Kandil konumuna gelebilir ve Türkiye hem Irak hem de Suriye sınırında 
aynı anda terörle mücadele etmek mecburiyetinde kalabilir. Kuzeyde böyle bir devletleşme süreci Talabani, Barzani ve PKK/KCK arasında da Suriye 
Kürtleri üzerinde nüfuz mücadelesine yol açabilir.

Dördüncü muhtemel senaryo uzayan çatışmalara rağmen Baas rejiminin varlığını sürdürmesidir. Baas rejimi bölgesel ölçekte İran, Irak ve Hizbullah’tan, 
küresel ölçekte ise Rusya ve Çin’den aldığı destekle ayakta kalabilir. Özgür Suriye Ordusu’na gerekli donanım ve silah sistemleri sağlanmazsa ve uluslararası müdahale seçeneği uygulamaya dönüşmezse bu ihtimal gerçekleşebilir. Esed rejiminin ayakta kalması durumunda Türkiye-Suriye ilişkilerinin oldukça problemli bir sürece girebileceği değerlendirilebilir. Tahran-Şam-Bağdat-Hizbullah eksenindeki Şii bloğu belirginleşebilir ve bölgede Sünni-Şii gerilimi temayüz edebilir.

Bütün senaryolar dikkate alındığında Türkiye için en uygun hareket tarzı Batılı müttefikleri ve NATO ile birlikte hareket etmektir. Esed rejimine bağlı hareket 
eden güvenlik güçlerine karşı uluslararası bir hava harekâtının icrası durumunda Türkiye sıcak çatışmaya girmeden harekâta lojistik destek sağlamakla 
yetinmelidir. Türk diplomasisinin sıklet merkezi Suriye halkına ulaştırılacak insani yardım olmalıdır. Türkiye daha çok Suriye’nin yeniden yapılandırılması 
alanında ön plana çıkmalıdır.

Krizin geleceğine ilişkin dört muhtemel senaryo arasında Türkiye açısından en olumsuz sonucu doğurabilecek süreçler Suriye’nin parçalanması şeklinde öngörülen üçüncü senaryo ve Baas rejiminin ayakta kalması olarak değerlendirilen dördüncü senaryodur. Üçüncü muhtemel senaryonun gerçekleşmesi Orta Doğu’da Kürt meselesini bölgeselleştirebilir. Türkiye, Kürt meselesi ve PKK/KCK terör örgütüyle mücadelede teyakkuzda kalmalı, örgütün Suriye’nin kuzeyine yerleşmesini engelleyecek tedbirleri almalıdır. Gerek üçüncü gerekse dördüncü muhtemel senaryonun gerçekleşmesi ise Orta Doğu’da Sünni-Şii gerilimine zemin hazırlayabilir. İran liderliğindeki Şii blok karşısında Suudi Arabistan ve Katar öncülüğünde bir Sünni blok belirebilir. Türkiye böyle bir 
durumda Sünni-Şii geriliminde taraf olmaktan kaçınmalı, Sünni blok içinde Şii bloğa karşı bir duruş sergilemekten uzak durmalıdır.


10. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***