Başbakan Erdoğanın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Başbakan Erdoğanın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ekim 2019 Pazartesi

AK Parti Gülen Hareketi Çekişmesi., İslamiyete Zararları.,



AK Parti Gülen Hareketi Çekişmesi.,
İslamiyete  Zararları.,





BU YAZI 21 ARALIK 2013 TARİHİNDE ENGİN ÖZPINAR TARAFINDAN YAZILMIŞTIR.

AK Parti Gülen Hareketi Çekişmesi

Türkiye’de, Yolsuzluk Operasyonuyla tırmanan siyasi gerilim dışarıda da büyük yankı uyandırdı.

AK Parti-Gülen Hareketi (Cemaat) arasındaki iktidar mücadelesi” algısı Avrupa basınındaki ortak kanı…

İngiliz basınındaki yorumlarda hükümetle cemaat çatışmasına dikkat çekiliyor ve yetkililerin Gülen Hareketi’ni “ Devlet içinde Devlet” olarak gördükleri belirtiliyor.

Guardian, gözaltı dalgasının Başbakan Erdoğan’ın üzerindeki baskıyı artırdığını ve yerel seçimlere aylar kala hükümette şok etkisi yarattığını yazıyor.

Financial Times, Başbakan Erdoğan’ın operasyonla ilgili olarak “içeride ve dışarıdaki karanlık odaklar tarafından kurulmuş bir tuzak” değerlendirmesine vurgu yapıyor.

Times, Türkiye’den bir yazarın, Cengiz Çandar’ın görüşünü aktarıyor:

“Yargı, yanına bazı Emniyet güçlerini de katarak iktidarın kalbini hedef aldı. Bunun geçmişte bir emsali yok.”

Almanya’dan Frankfurter Allgemeine Zeitung da yaklaşan yerel seçimi anımsatarak şöyle diyor:

“Türkiye’nin en güçlü iki Müslüman reformist [Grubu] arasındaki kırılmanın önümüzdeki yıl mart ayında yapılacak yerel seçimlere etkisinin ne olacağı tartışmalı hale geldi. (…) Ancak kırılma kısa vadede Erdoğan’ın gücünü tehlikeye atamaz.”

Berlin merkezli Tageszeitung yorumuysa oldukça ilginç:

“Gülen cemaati AKP’nin yükselişini 10 yıldan fazla bir süredir güçlü bir şekilde destekliyordu. Laiklerin cezaevlerine gönderilmesinde birlikte savaşmışlardı. Ancak şimdi İslamcı devrim, kendi çocuklarını yiyor.”

Bu arada Batı medyasında ortak bir kuşkuya, “siyasi istikrarsızlık” olasılığına dikkat çekildiğini belirtmekte yarar var.

Örneğin diyorlar ki, “Ekonomisi düşünüldüğünde Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu en son şey politik risklerin artmasıdır.”

Yabancı bakışıyla Türkiye’de gidişat böyle, kuşkular ve uyarılar bu şekilde…

İsrail’den Uçuşlar başlıyor…

İsrail havayolu şirketleri 5 yıllık aradan sonra 2014 yazında Türkiye’ye yeniden uçmaya hazırlanıyorlar.

İsrail Ulaştırma Bakanı İsrael Katz, Türkiye ile imzalanan anlaşmanın ardından uçuşların başlayacağını açıkladı.

Bakan Katz, anlaşmayı İsrail havayolu şirketleri açısından önemli bir mesaj olarak değerlendirdi.

İki ülke arasındaki ilişkilerin iyi olduğu yıllarda binlerce İsrailli Türkiye’ye seyahat ediyordu. (Kaynak: DW)

AİHM kararı, Perinçek ve Hollande,

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi “Ermeni soykırımı” inkârının cezalandırılmasına yönelik çabalara “Doğu Perinçek” kararıyla ağır bir darbe indirdi.

Bilindiği gibi, İşçi Partisi lideri Perinçek soykırımı reddeden bir konuşması nedeniyle İsviçre’de mahkûm edilmişti. Perinçek de bunun üzerine AİHM’de İsviçre aleyhinde dava açmıştı.
5 yıl sonra sonuçlanan davada AİHM Ermeni soykırımını inkârın ifade özgürlüğü kapsamında olduğuna karar verdi. Tersine, ifade özgürlüğünü asıl ihlal eden İsviçre’ydi.

İsviçre’nin üç ay içinde AİHM kararına itiraz hakkı var.
Karar kesinleştiğindeyse benzer davalarda emsal oluşturma niteliği kazanmış olacak.
Öte yandan Fransa Cumhurbaşkanı Françoise Hollande, Sarkozy döneminde reddedilen inkâr yasasını yeniden canlandırma çabasında…
Fransa’da Ermeni soykırımını inkâr edenlerin cezalandırılmasını amaçlayan yasa Anayasa Konseyi tarafından Fransız Anayasası’na aykırı bulunmuştu.

Şimdi bunun üzerine bir de AİHM kararı eklenmiş oluyor.

Ne var ki, Hollande’ın, 2014 Mayıs’ında Erivan’a yapacağı ziyaretten önce yasayı çıkarmak istediği bildiriliyor.


http://politikakademi.org/2013/12/yabanci-bakisi-ak-parti-gulen-hareketi-cekismesi/

***



AK Parti Cemaat Çekişmesi.,

Z. Abidin KIYMAZ
E-posta: zakolay@hotmail.com
18 Aralık 2013 Çarşamba 12:38




AK Parti Cemaat Çekişmesi.,

Önümüzdeki bir buçuk yıl boyunca cemaat-hizmet-Fethullah Gülen hareketi gibi değişik isimlerle anılan ve anlamaya çalıştığımız olguyu tartışarak geçireceğiz. Cemaat AK Parti ile yollarını ayırdıktan sonra kimlerle yoluna devam edecek, İstanbul'dan Mustafa Sarıgül'ü destekleyecek mi,  İdris Bal ve Hakan Şükür'ün istifalarını başkaları izleyecek mi, bir parti ile anlaşacaklar mı?

Perşembe akşamı cemaate ait BUGÜN Kanalında yayınlanan "Büyük Takip" programının takip konusu "Hizmet Hareketi" idi. Cemaat mi hareket mi bir çeşit parti mi başka bir şey mi diye yaşadığımız kafa karışıklığı Büyük Takip programı ile yerini anlaşılır bir tanıma bıraktı. Cemaate mensup ne kadar kurum, kuruluş, yayın organı var ise o programda ortak bir ses etrafında buluşmuşlardı.

Cemaat AK Parti ile yaşadığı çatışmayı hukuk ve destek vermiş olmak referansları üzerinden meşrulaştırıp gücü ve pozisyonunu korumaya, AK Partiyi bu güç ile caydırma mücadelesi veriyor. Dahası mevcudiyetinin ne kadar oya tekabül ettiğini de test etmek istiyor. Arzuladığı gibi bir netice elde ederse cemaat başka bir strateji izleyecek.

AK Parti için askerle ve vesayet sistemi ile olan mücadelesinden daha zorlu bir etap başladı. AK Parti bu sefer müzmin muhalifleri ile değil bir iç hesaplaşma ile mücadele veriyor. Cemaat'in bıraktığı boşluğu diğer cemaat ve tarikatların saflarını sıklaştırarak aşmaya çalışıyor.

Siyaseten öğretici bir süreçten geçiyoruz. Zira Türk siyaseti bugüne kadar Fethullah Gülen hareketi benzeri bir oluşumla muhatap olmadı ve daha da ötesi İslam tarihi boyunca bu tip bir yapılanmanın olduğu vaki değil. Okul, mektep, medrese diye başlayan sonra finans kurumları, spor takımlarını sahiplenmeye kadar uzanan, başbakanı yargıya teslim etmek gibi bir kudrete erişen ikinci bir örnek bulunmuyor.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin takipçiliğinden, "siyasetin ve şeytanın şerrinden Allah'a sığınırım" diyen âlim ve Allah dostu Zat'ın hassasiyetini bir kenara alarak " Nurculuk " iddiası ile cemaatin geldiği bu nokta tek kelime ile hazindir.

Cemaatin çerçevesi bu denli hırpalandığında, ilgili ilgisiz her şey bu cemaat oluşumuna konmak istendiğinde Saidi Nursi Hazretlerinin neden siyaset ile şeytanı aynı kefeye koyduğu daha iyi anlaşılıyor.

Cemaat bazı siyasilere yönelik seks kasetlerini elinde bulundurmakla itham ediliyor bugün. Bir sohbetinde "üst düzey bir devlet görevlisinin bir otelde bir kadınla beraber olacağı bilgisi geldi, zaman kaybetmeden o zatı arayıp uyardım" diyen Fethullah Gülen var.

Mektep, medrese diye başlayan, "kendim için bir şey istemiyorum" diye devam eden bir cemaat olmak iddiasının geldiği noktaya bakın. Ne kadar üzüntü verici, değerlerin dejenere edilmesi bakımından ne kadar ağır bir vebal.

AK Parti-cemaat kavgası siyasete nasıl yansır, AK Parti, cemaat desteği olmaksızın oy oranlarında bir düşüş olur mu, cemaat bir başka parti ile yoluna devam eder mi sorularının benim için bir anlamı yok neticesinin nasıl çıkacağı ile de ilgili değilim. Tarih bize bir kez daha o şaşmaz hakikati öğretmiş bulunuyor. Amacınızı gerçekleştirmek için kullanacağınız vasıtalar da meşru olmak zorunda.

https://www.marasgundem.com.tr/makale/ak-parti-cemaat-cekismesi-12990

***



Gülen ve Erdoğan’ın İslami Çekişmesi ve Sonuçları.,




Aralık 3, 2018
Alon Ben Meir ve Arbana Xharra

Beş yıl öncesine kadar, Fethullah Gülen ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan birbirlerine destek veren müttefiklerdi. Her ikisi de İslam’ı, doktrinlerinin temeli olarak kullanmaktadır ve bu da onları 1923’te yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran devrimci laik devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk’ten ideolojik olarak farklı kılmaktadır.

Bununla birlikte, tarihsel olarak, Erdoğan ve Gülen’in İslami yönelimleri birbiriyle çelişmektedir. Gülen’den ilham alan Hizmet hareketi, İslam’ın diğer dinlerle diyaloğa açık olan Tasavvuf versiyonunu kabul ederek uygulamakta ve eğitim yoluyla aşağıdan yukarıya değişime inanmaktadır. Oysaki Erdoğan ve onun Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) otoriteyi gasp ederek ve halkı devlet güçleriyle değişmeye zorlayarak gerçekleştirebileceklerine inandıkları yukarıdan aşağıya değişime destek vermekte ve çoğunlukla ilk olarak Sünni Müslüman Kardeşler’in temsil ettiği siyasal İslam’ı benimsemektedir.

Erdoğan AK Parti’yi 2001 yılında kurdu. 

Parti bir sonraki yılın seçimlerinde nisbi çoğunluğu kazandı ve Erdoğan Başbakan oldu. Erdoğan’ın, Türkiye’yi ekonomik kalkınma ve sosyo-politik reformlarla bir İslami demokrasi modeli haline getirme taahhüdü, ona, Gülen’in takipçileri de dahil olmak üzere, Türk halkı nezdinde büyük bir destek kazandırdı. Sonraki yedi yıl boyunca, Erdoğan, ilk olarak, Türkiye nüfusunun yaklaşık yarısını oluşturan yoksul ve daha az eğitimli insanların yoğun olduğu seçim bölgelerinin acil ihtiyaçlarını karşılamak için kapsayıcı ekonomik kalkınmaya odaklandı.

Bir yandan ekonomik gelişme devam ederken, diğer yandan Erdoğan, ordunun sivil otoriteye tabi kılınmasını ve Türkiye Kürtlerinin de dâhil olduğu azınlık haklarının tanınmasını içeren sosyal ve demokratik reformlara başladı. Bu hassas alanlara hitap etme yeteneği, onun iktidarını sağlamlaştırmasına ve İslami gündemini yaymak için bir sonraki aşamaya geçmesine imkân tanıdı.

İlk zamanlarda gerçekleştirilen bu atılım ve reformlar, AK Parti’nin ülkedeki yolsuzluğu dizginleyeceği ve daha önceki Türk hükümetlerinin reddettiği demokratik reformları gerçekleştireceği beklentisi oluşturarak, Hizmet hareketi ile birlikte Türk halkı arasında AK Parti yönetimine karşı yüksek bir güven ve itimat tesis ettirdi.

Erdoğan için, kendisi de belirttiği gibi, “ Demokrasi bir tren gibidir; Hedefinize ulaştıktan sonra İnersiniz.” 

   Erdoğan’ın kendi gündemini saklayan en iyi kılıfı, Türkiye’nin AB üye ülkesi haline geleceği yönünde bir beklenti olmasa da, AB ile devam eden üyelik müzakereleriydi. 

    Erdoğan İslami gündemiyle uyuşmayacağını bildiği için bu müzakerelerde iyi niyetli değildi.

Diğer taraftan, Hizmet hareketinin resmi bir yapısı, görünür bir örgütü ve resmi üyeliği yoktur. Ancak dünyanın en büyük Müslüman yapılanmasına dönüşmüş tür. Hizmet, kendini kamu yararı için kalkınma projelerini ve eğitimi teşvik etmeye adamıştır. Gülen’in destekçileri, onun mesajlarından esinlenerek gevşek bir ittifak içinde birlikte çalıştıklarını savunmaktadır.

1999 yılından beri kendi rızası ile sürgün hayatı yaşayan Gülen, etkileyici bir iş imparatorluğu kurdu. Deutsche Welle, “Türkiye ve yurt dışındaki medya kuruluşları ağı giderek güçlendi; okulları gelecek nesli eğitip yetiştiriyordu… bankaları, Batı ülkeleri ile bazıları İslami prensiplerle yönetilen Ortadoğu ülkeleri arasında fonların hareketini ve transferini kolaylaştırdı.” diye yazdı.

Erdoğan’ın Gülen’in finans yapısı üzerinde baskı kurmasına rağmen, yüz binlerce takipçinin yanı sıra Türkiye’de ve dışarıda binlerce şirket, Hizmet’in finansmanına katkıda bulunmaya devam ediyor. Fethullah Gülen, o dönemlerde hala Türkiye’nin laik elitlerinin sıkı kontrolünde olan ve askeriye tarafından desteklenen, Türk hükümetini çökertmeye yönelik soruşturma altında olduğu 1999 yılında Türkiye’den ayrıldı.

2000 yılında, çeşitli devlet dairelerine sempatizan memurlarını yerleştirerek hükümeti devirmeyi planlamak suçundan gıyabında suçlu bulundu. Gülen bu iddiaları şiddetle reddetmektedir. Aynı iddianame bugünün Erdoğan döneminde de Gülen’in peşini bırakmamaktadır.

1999’dan önce Gülen, Anayasal olarak Laik bir Türkiye içinde faaliyet gösterdi ve takipçileri, son 40 yıldır Türkiye’nin kurumlarında yer buldular. 

   Savunucuları, onun insani yönüne vurgu yaparak ve kendi ideolojisini Türkiye’de ve 140’ı aşkın ülkede başarılı bir okullar ağı aracılığıyla teşvik etmesine atıfta bulunarak, Gülen’i “ılımlı İslam’ın gurusu” olarak adlandırmaktadır. Gülen, gençleri fen bilimleri ve yabancı dillerle eğitirken, Erdoğan, çoğunlukla fakir ve daha az eğitimli olan insanlara dayalı temelini yansıtan bir bakış açısıyla eğitim konusunda çok hevesli değildir.

Erdoğan hiçbir zaman Gülen’e güvenmemişti, ancak başlangıçta Gülen sempatizanlarının desteğini kazanmak için onunla işbirliği yapmaya karar verdi. Fakat arkasını sağlamlaştırıp, istediği diktatöryal güçleri anayasa değişiklikleri yoluyla kademeli olarak elde ettikten sonra, Osmanlı İmparatorluğu’nun unsurlarını diriltmek ve uzun süredir peşinde koştuğu “Hilafet” rüyasını gerçekleştirmek için, aralarında en başta Gülen’in olduğu rakiplerini ortadan kaldıracak bir konuma ulaştı.

Erdoğan’ın niyeti, başta Afrika ve Orta Asya olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki hükümetlere, kendi ülkelerindeki Gülen’le ilişkili okulları kapatma yönünde baskıda bulunmaktır. ABD merkezli Zaman Amerika muhabirlerinden Sıtkı Özcan, “Erdoğan’ın kendi ifadelerine ve son yıllarda ortaya atılan belgelere baktığımızda, Erdoğan’ın Gülen’i hiç bir zaman sevmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz…” diyor.

Türkiye’den araştırmacı gazeteci Aydoğan Vatandaş, Gülen hareketinin önderliğinin Erdoğan’ın asıl hırslarını görememesinin temel sebebinin, onların ordunun sivil otoriteye tabi kılınmasının ve yargının etkisinin sınırlandırılmasının Türk demokrasisi üzerinde önemli menfi etki oluşturmayacağı hatta demokrasiyi güçlendireceği inancından kaynaklandığını söyledi. “Bu kurumları zayıflatmanın demokrasinin ortaya çıkmasına yol açacağına inanmak yanlıştı.” Ona göre Erdoğan, toplumu yeniden şekillendirmek için gücünü pekiştirdi ve bu da Gülen hareketinin Türk toplumundan tamamen silinmesine yol açtı.

Temmuz 2016’daki başarısız askeri darbeden bu yana, yargıçlar, öğretmenler, polis memurları ve gazeteciler de dâhil olmak üzere yaklaşık 445.000 kişi hakkında Gülen hareketine yönelik düzmece suçlamalarla yasal dava açıldı. Diğer ülkelerden 100’den fazla Gülen hareketi mensubu kaçırıldı ya da Türkiye’ye iade ettirildi.

Gülen hareketinin Kosova’daki temsilcisi Nazmi Ulus, hareketinin okullarının (Mehmet Akif Kolejleri) eğitim-öğretimi sürdürmesine ve ülkedeki faaliyetlerin devam ettirilmesine rağmen, özellikle Mart ayında Erdoğan’ın Kosova’da yaşayan altı Türk’ü kaçırttırmasından sonra artık kendilerini güvende hissetmediklerini söyledi. “Kosova halkı söz konusu olduğunda, evet güvende olduğumuzu söyleyebiliriz, ama yine de Erdoğan’ın benlik davası… ve aynı zamanda [Erdoğan’ın Şantaj] kabiliyeti… bölgede faaliyet göstermesi göz önüne alındığında, evet güvendeyiz demek imkansız. ”.

Erdoğan, Türkiye’deki Hizmet hareketini neredeyse yok edebilmesine rağmen, yüzbinlerce Hizmet mensubu hâlâ tam anlamıyla ancak sessiz bir şekilde özel ve devlet kurumlarında yerleşmiş durumda. ABD’nin de dahil olduğu Erdoğan’ın elinin pek uzanamadığı bir çok ülkede Hizmet mensupları varlıklarını sürdürüyorlar.

Erdoğan ile Gülen arasındaki rekabet, Hizmet’i bitirme çabalarına rağmen, Erdoğan’ın kaybeden taraf olacağını işaret ediyor. Türk nüfusun çoğunluğu, tasfiye ve ağır insan hakları ihlallerinden büyük ölçüde acı çekti; Bunlara ilaveten ekonomide ortaya çıkan endişe verici bozulma ile birlikte, Erdoğan giderek popülaritesini kaybediyor.

Ancak tarihin hayırla yad etmeyeceği Erdoğan’dan farklı olarak, Fethullah Gülen seçilmediği bir konuma sahiptir ve yaşadığı süre boyunca takipçileri tarafından derinden saygı görmeye devam edecektir. Gülen’in sosyal yönelimli İslami felsefesi ve insani yardım hizmetleri, Erdoğan’ın siyaset sahnesini terk etmesinden sonra iyice azalacak siyasi İslam ideolojisinden kesinlikle daha uzun soluklu olacaktır.

 http://alonben-meir.com/writing/gulen-ve-erdoganin-islami-cekismesi-ve-sonuclari/?lang=tr

***




Erdoğan Ve AB Balkanlar’da Çarpışma Rotasındalar.,






Ağustos 3, 2018

Alon Ben-Meir ve Arbana Xharra 

Avrupa Birliği’nde tehlikeli İslami gündemini yayması yasaklanan Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, şimdi de Balkanlar’da artan nüfuzunu Batı ülkelerine karşı kullanmak istiyor. Erdoğan’ın Balkanlara yönelik agresif yönelimi, iddialı politikalar peşinde koştuğu ve İslamcı milliyetçiliğini cami ve dini kurumlar ağı aracılığıyla stratejik olarak yaymaya çalıştığı bölge olan Güneydoğu Avrupa’daki Erdoğan muhalifleri arasında kaygıları artırdı.

AB ülkeleri, Erdoğan’ın İslami planından kaynaklanan tehlikeyi fark etmeye başladılar. Bunun bir sonucu olarak, Avusturya, Hollanda ve Almanya, Erdoğan’ın, ülkelerinde seçim kampanyaları düzenlemesini yasakladılar. Ayrıca, iki ay önce, Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz yedi caminin kapatılmasını emretti ve Türkiye’nin finanse ettiği imamları sınır dışı ettirdi. Ülkedeki onlarca diğer Türk imam sıkı gözetim ve denetim altına alındı. New York Times gazetesi Kurz’un , “Paralel toplumlar, siyasallaşmış İslam ya da radikal eğilimlerin ülkemizde yeri yoktur” dediğini aktardı.

Avusturya’nın camileri kapatmasına oldukça sert tepki veren Erdoğan, kararı İslamofobik olarak niteleyerek, misilleme yapılacağı sözünü verdi. Erdoğan, Bosna’da bir miting düzenleyerek Batı ülkelerine meydan okuma konusundaki eğilimini iyice belli etti. 12.000’den fazla destekçiden oluşan bir kalabalığın önünde yaptığı konuşmada: “ Demokrasinin beşiği olduğunu iddia eden anlı şanlı Avrupa ülkelerinin sınıfta kaldığı bir dönemde, Bosna Hersek bizlere burada bir araya gelme imkânı sağlayarak, sözde değil özde demokrat olduğunu göstermiştir ” dedi.

Balkanlarda Erdoğan’ın sadık yandaşlarına sağladığı genişlik ve rahatlığın yıllardır keyfini süren birçok yozlaşmış politikacı, imam, STK temsilcisi ve akademisyen, Erdoğan adına kampanya yapma konusunda kararlı bir şekilde birleşmiş durumdalar. Bu yolla Erdoğan, özellikle bölgenin Müslüman nüfusu içinde kalpleri ve zihinleri kazanmayı başardı.

Arnavutluk parlamentosundaki en büyük ikinci grup olan Demokrat Parti temsilcisi Grida Duma bize, “ Arnavutluk Başbakanı Rama’nın Erdoğan’ın gönlünü hoş tutarak AB’ye karşı meydan okuması tehlikeli… ve ciddi sonuçlar doğuracak… Rama ile Erdoğan arasındaki yakınlık Arnavutluk’un jeostratejik çıkarlarına hizmet etmiyor. ” dedi.

Balkan ülkelerinden gazeteciler ve sivil toplum temsilcileri, özellikle Erdoğan’a daha önce benzeri görülmemiş bir güç veren Türk anayasasındaki değişiklik ve sonrasında Erdoğan’ın yeniden seçilmesinin ardından, bir sonraki aşamada neler olacağı konusunda derinden endişe duyuyorlar.

Arnavutluk’tan bir gazeteci ve yayıncı olan Andi Bushati, Duma’nın gözlemlerini doğrulayarak, “Bu yakınlık kendini, yalnızca Rama’ın Erdoğan’ın ‘Kosova Türkiye’dir ve Türkiye Kosova’dır’ şeklindeki ifadesini alkışlaması gibi sembolik hareketlerle değil, aynı zamanda örneğin, Erdoğan’ın, Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etmesini kınamasını desteklemek gibi siyasi eylemlerle de kendini göstermektedir” dedi.

Sırp, Makedon, Kosovalı, Arnavut ve Bosnalı liderler Erdoğan’ın yeniden seçilmesini memnuniyetle karşılayıp, dayanışmalarının bir göstergesi olarak onun için düzenlenen yemin törenine katılarak bu otoriter lidere hayranlıklarını ifade ettiler.

Bu arada, Kosova’nın Erdoğan’ın İslami gündemine boyun eğmesi giderek daha da belirgin hale geliyor. Birkaç hafta önce yüzlerce Kosovalı, Türkiye’nin Kosova’daki Büyükelçisi Kıvılcım Kılıç’ın önderliğinde “Türk demokrasisi ”ne destek amacıyla yürüdü.

Kosovalı tecrübeli bir gazeteci olan Bekim Kupina, Kosovalı liderlerinin Erdoğan’ın, ülkelerini Avrupa’ ya bir sıçrama tahtası olarak kullanmalarına izin vermemesi gerektiğini ifade ederek, “ Kosova’nın Türkiye’nin inşa ettiği dini kurumlara değil okullara, ana okullarına ve iş imkanlarına ihtiyacı var.” dedi.

AB, Balkanlar’daki nüfuzunu artırmaya çalışırken, Rusya ve Türkiye de bölgeyle olan bağlarını güçlendirmek için çok çaba sarf ediyor. AB’nin güneyindeki arka bahçesine olan ilgisinin artması, Moskova’nın Balkanlar’da yükselen etkisinden duyulan korkudan da kaynaklanmaktadır.

Belgrad’daki Avrupa-Atlantik Çalışmaları Merkezi başkanı Jelena Miliç, Erdoğan ve Sırp cumhurbaşkanı Aleksandar Vuciç’in gittikçe artan güçlü bağlar geliştirdiğini doğruladı. Miliç, “Sırbistan’ın hükümet kontrolündeki medyası Erdoğan’ın sicilini eleştirmedi. Erdoğan ve Vuciç, Bosnak Müslüman nüfuslu Sırbistan eyaleti Sancak’ı ziyaret ettiler, ancak Erdoğan bu ziyarette, yalnızca ekonomik ilişkileri ve yatırım fırsatlarını vurgulama konusunda çok dikkatli davrandı” diye konuştu. Miliç’e göre, Türkiye’nin bölgedeki etkisi endişe verici bir hızla büyümekte.

Ürdün, Hırvatistan, Irak, Suriye ve Lübnan’da büyükelçi olarak görev yapan, eski Bosnalı diplomat Zlatko Dizdarević, Türkiye’yi, Bosna’daki iç bölünmeleri derinleştirerek daha da güçleştiren bir “tehdit” olarak tarif ediyor.

Bosna-Hersek Cumhurbaşkanlığı konseyinin Boşnak üyesi Bakir İzetbegović yeniden seçilmesinin gecesinde, Erdoğan’ı zaferinden dolayı kutlayarak, “Siz sadece Türkiye’nin cumhurbaşkanı değil, hepimizin başkanısınız” dedi. Bosnalı gazeteci Sead Numanoviç, bu türden açıklamaların Saraybosna’da son zamanlarda bir AKP ofisi açmış olan Erdoğan’ı, Bosna’daki müdahalelerini yoğunlaştırma konusunda daha da teşvik ettiğini ifade etti.

Numanovic,Erdoğan, Saraybosna, Novi Pazar ve Belgrad’ı birbirine bağlayan bir otoyol ve hızlı yol inşa etme sözü verdi. Bu iki projenin tek başına maliyeti 3 milyar avronun üzerinde” dedi. Numanoviç, Turkiye’de yapılan son seçimlerin sonuçlarının Balkanlar’daki siyasi etkisini artırmak için kendi gücünü ve itibarını kullanan Erdoğan’ı cesaretlendirdiğine inanıyor.

Erdoğan, mali imkânlar ve yatırımlar yoluyla bu amacını gerçekleştirmeye çalışıyor. Onu bu hedefinden alıkoyabilecek çok az şey var, çünkü Erdoğan, fazla riske girmeden AB ile tartışmaya girebileceğine inanıyor.

Grida Duma, “ Ana projeler Türk şirketlerine verilirken, son zamanlarda Arnavutluk’a yatırım yapan bir Amerikan şirketi yok ” dedi. Arnavutluk Başbakanı Rama ile Erdoğan arasındaki yakınlık konusunda hiçbir kuşku yok. Dostluk ilişkilerinin yanı sıra, birbirlerini seçimlerde de destekliyorlar.

Erdoğan, Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun ihtişamlı günlerindeki kadar güçlü ve etkili bir ülke olacağını ifade ederek, ilkelerden yoksun pozisyonunu Batılı güçlere açıkça beyan etmiş oldu. Erdoğan’ın, Osmanlı dönemine ait unsurları yeniden yapılandırma isteği, aktif ikili ilişkiler geliştirmek istediği her ülkede ürpertici bir etki yaratmalı.

Özellikle Sırbistan ve Makedonya’nın üyelik için aday olarak kabul edildiği ve Balkanlar’daki ülkelerin çoğunun Avrupa Birliği’ne giriş müzakereleri sürecinde olduğu göz önüne alındığında, Erdoğan’ın, bölge ülkeleri ile dostane ilişkiler geliştirme siyaseti arkasında sinsi niyetleri olduğu anlaşılmaktadır.

Türkiye’nin AB üyesi olma kapısı her bakımdan kapandığı bir dönemde, Balkanlar, özellikle İslami gündemini AB ülkelerinde yaymaktan alıkonan Erdoğan için AB’ye karşı kullanabileceği bir koz kartı niteliğindedir.

Batı Balkan ülkeleri AB ile uzun süreli ilişkiler arayışında olduklarından, AB, bu ülkelerde bir taraftan sosyal, politik ve ekonomik reformları teşvik etmeye devam ederken, diğer taraftan maddi destek sağlayarak ve büyük projelere yatırım yaparak Balkan ülkeleriyle ilişkilerini daha da güçlendirmelidir.

Bununla birlikte, Brexit, göç ve şiddet yanlısı aşırılıklar gibi mevzularla meşgul olmalarına rağmen, AB’nin Batı Balkan ülkelerinin entegrasyonuna yönelik istikrarlı bir ilerleme kaydetmesi gerekiyor. AB, Avrupa komisyonuna göre katılıma hazır olan Makedonya ve Arnavutluk ile katılım müzakerelerini başlatmakla, diğer Balkan ülkelerine muhtemel üyeliklerinin ciddiye alındığı konusunda açık bir mesaj gönderecektir.

Bu, Balkan liderlerine AB üyeliği yolunun açık olduğu konusunda ciddi bir mesaj verecektir. Bu hedefi gerçekleştirebilmeleri için, Balkan liderleri, AB’nin kurucu ilkelerine ihanet eden ve bölge ülkelerini İslamcı milliyetçi yörüngesine çekmeye çalışan Erdoğan’a karşı çıkmak zorunda kalacaklardır.


http://alonben-meir.com/writing/erdogan-ve-ab-balkanlarda-carpisma-rotasindalar/?lang=tr


*******





Diyanet: Erdoğan’ın Balkanlardaki İslami Aracı.,




Ekim 22, 2018

Alon Ben-Meir ve Arbana Xharra

Bugünlerde Kosova’nın başkenti Priştine’nin merkezinde bulunan bir inşaat alanına, dört minareli Osmanlı tarzı bir cami ve Türkiye bayrağı fotoğrafı içeren bir pano dikildi. Nüfusu 2 milyondan az olan Kosova 2008 yılında Sırbistan’dan bağımsızlığını ilan etmişti. Ülke 800’den fazla cami barındırmakta. Kosova İslam Toplumu’nun inşa ettirmekte olduğu ve Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı (Diyanet) tarafından finanse edilen “Merkez Camii”nin proje maliyetinin 35-40 milyon dolar olduğu tahmin ediliyor.

Diyanet ayrıca, komşu ülkelerdeki onlarca başka cami ile birlikte, Arnavutluk’un Tiran kentinde, George W. Bush Caddesi üzerindeki 10.000 metrekarelik bir arazi üzerinde Balkanlar’ın en büyük camisi olan benzer bir caminin inşaatını da finanse etti. Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, ülkesinin Balkanlar’daki İslami nüfuzunu artırmak amacıyla iki devlet örgütü; Diyanet ve Türk Kalkınma Ajansı’nı (TİKA), bir araç olarak sahaya sürdü.

Diyanet, görevi “inanç, ibadet ve İslam ahlakı ile ilgili çalışmaları yürütmek, halkı dinleri hakkında aydınlatmak ve kutsal ibadet yerlerini yönetmek” olan resmi devlet kurumudur. Bu kurum ayrıca Türk diasporasının dini işlerinden de sorumludur. Sadece Almanya’da, kurum tarafından eğitilen imamların görevlendirildiği 970 cami Diyanet tarafından yönetilmektedir.

Erdoğan’ın Parasıyla inşa edilen camilerin.,  İslami gündemi desteklemek amacıyla siyasi hedefler için kullanıldığını fark eden ilk ülke Avusturya olmuştur. Haziran 2018’de Şansölye Sebastian Kurz, Diyanet’in inşa ettiği yedi caminin kapatılmasını emretti ve Türkiye ile bağlantıları olan 60 imamı ve ailelerini “siyasi İslam’a karşı savaş”ın bir parçası olarak Sınır dışı ettirdi.

Şubat 2016’da, Alman yasa uygulayıcısı, Diyanete bağlı din adamlarının Gülen’in takipçilerine karşı casusluğa karıştığını ortaya koydu. İki yıl önce, bağımsız bir Türk gazetesi olan Cumhuriyet, Almanya ve Balkanlar dâhil olmak üzere Avrupa’daki 38 ülkede Diyanet’in özellikle Gülen sempatizanlarının faaliyetleri hakkında istihbarat toplamada çok aktif olduğunu bildirmişti. 1990’lardan beri Diyanet örgütü hakkında casusluk suçlamaları bulunmaktadır, ancak bu yeni bulgular örgütün daha önce düşünülenden çok daha kapsamlı operasyonlar içinde bulunduğuna işaret etmektedir.

Bu arada Diyanet, Türkiye dışında 100’den fazla cami inşa ederek, dini programını, Osmanlı tarihi ile bağlantısı zayıf olan ülkelere de genişletti. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Balkan ülkeleri ile son derece güçlü ilişkilere sahip olduklarını ve bu işbirliğinin gelecekte özellikle din eğitimi, hizmetler ve yayınlarla ilgili olarak devam edeceğini vurguladı. Türkiye’nin Balkanlar’a gösterdiği önemi ve ilgiyi vurgulayan Erbaş, “Balkanlar’ın bizim için özel bir yeri var. Tarihsel bağlarımız geçmişte olduğu gibi devam edecek.” dedi.

Balkan ülkelerinin çoğu işsizlik, yabancı yatırım eksikliği ve yaygın yoksulluktan mustarip olmasına rağmen, işsizlik oranının %30 olduğu Kosova’da, Erdoğan’ın yatırımları, ironik olarak, cami ve dini eğitim kurumlarına odaklanıyor.

Kosova’nın eski İsveç Büyükelçisi ve Kosova Politika Araştırma ve Geliştirme Enstitüsü (KIPRED) Genel Müdürü Lulzim Peci, Erdoğan’ın siyasi İslam planına karşı Kosova’daki en kritik muhalif seslerden biri. Kosova’da inşa edilen camilerin Erdoğan’ın İslamcı vizyonunu yayma amaçlı siyasi kurumlar olduğunu kabul eden Peçi, “Kosova ve Arnavutluk’ta, cami inşa etmek için on milyonlarca dolarlık yatırım yapmak, Türkiye’nin üstünlüğünün ve nüfuzunun sadece dini değil, aynı zamanda politik olarak da sembolü anlamına geliyor” diyor.

Erdoğan’ın Osmanlı sembolizmine yönelik muazzam yatırımları, Kosova’daki nüfusun zihniyetini etkilemek ve mevcut ve müstakbel nesiller üzerinde Türk-İslam yanlısı duyguları arttırmak için bilinçli olarak tasarlanmıştır. Diyanet’in desteklediği İslami ideoloji, Türkiye’de bile geniş çaplı infiale ve tepkiye neden olmaktadır. Örneğin, Diyanet, kızların 9 yaşında hamile kalabileceklerini ve dolayısı ile bu yaşta evlenebileceklerini, erkelerin ise 12 yaşında evlenebileceğini görüşünü açıkladı. Bu nedenle, Diyanetin faaliyetleri üzerindeki kaygılar, cami inşaatları ile sınırlı değil, aynı zamanda bu kurumun radikal İslam’a dayanan kültürel ve toplumsal etkisi ile de ilgilidir.

Türkiye’deki başarısız darbe girişiminden bir gün sonra, Arnavut ve Boşnaklar kalabalık gruplar halinde Makedonya, Bosna, Arnavutluk ve Kosova’da Erdoğan ve hükümetine destek gösterileri yaptılar. Tarihçi ve Güneydoğu Avrupa meseleleri uzmanı olan Kemal Ahmeti, “Bu, Erdoğan’ın Balkanlar’da ve diasporada istediği zaman kullandığı potansiyeli ve mekanizmaları açıkça ortaya koydu” diyor.

Ahmeti, “Arnavut camilerinin mevcut durumu, İsviçreli İslamcı Saida Keller-Messahli’nin Islamic Centrifuge in Switzerland adlı kitabında ileri sürdüğü ‘Arnavut camilerinin aslında Arnavut Müslümanların Erdoğan lehine radikalleşmesi için bu türden İslami gündemlere hizmet eden radikal merkezler olduğu’ tezini, ne yazık ki, teyit ediyor” diyor.

Din işlerinde uzmanlaşmış bir Kosovalı gazeteci olan Visar Duriki, Türkiye’nin finanse ettiği cami inşaatı projeleri vasıtasıyla Erdoğan, bu bölge üzerinde kontrol sahibi olduğu yönünde net bir siyasi mesaj gönderiyor dedi. Duriki “Kosova, Erdoğan tarafından finanse edilen daha fazla dini binaya kesinlikle ihtiyaç duymayan, bir ülke” diyor.

Camiler gittikçe artan bir yoğunlukla Siyasi İslam ideolojilerini yaymak için kullanılıyor ve bu da camilerde gerçek ibadet için çok sınırlı bir alan bırakıyor. Makedonyalı deneyimli bir araştırmacı gazeteci olan Xhelal Neziri, “Artık soru bu kuruluşların gerekli olup olmadığı değil, çünkü hedef mümkün olduğu kadar çok kurum inşa ederek bunlar vasıtasıyla Ortadoğu ülkelerinin ve Erdoğan Türkiye’sinin bölgedeki siyasi nüfuzunu güçlendirmek” diyor.

Türkiye, nüfusun çoğunluğu Hıristiyan olan Sırbistan, Makedonya ve Hırvatistan gibi Balkan ülkelerinde büyük kalkınma projelerine yatırım yapıyorken, Arnavutluk’taki Türk yatırımları ağırlıklı olarak İslami dini kurumlar oluşturmaya yöneliyor. Neziri, “Bu bölgede, özellikle Arnavutlar arasında, en güçlü ve sürdürülebilir etkinin, dinin araçsallaştırılmasıyla tam olarak oluşturulduğu görülmüştür” diyor.

Erdoğan’ın Balkanlar’daki emellerini az da olsa takip eden herhangi bir kimse bile, Türk liderin kendine özgü İslami gündemini, camiler inşa ederek ve buralara onun doktrinine bağlı imamlar atayarak Balkan halklarının ruhuna yerleştirmeye kararlı olduğu sonucuna kaçınılmaz olarak varacaktır. Bu, Erdoğan’ın, bölgede Osmanlı İmparatorluğu’nun unsurlarını kendi önderliğinde yeniden kurma vizyonunun bir parçasıdır.

Erdoğan’ın bizzat kendisi ve diğer birçok Türk yetkili, modern Türkiye’nin yüzüncü yılı olan 2023 yılına kadar, ülkenin bir zamanlar Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu genişlikte nüfuz ve etkiye sahip olacağı hayallerini açıkça dile getirdiler. Erdoğan, Diyanet’i bu hedefi için ana araçlarından biri olarak kullanıyor.

Bu durum, Balkan devletleri İslam’ı kendi uzun vadeli tehlikeli planına araç olarak kullanan Erdoğan’ın onları Allah adına istismar etmesini ve önlemedikleri sürece, bölge ülkelerinin kesinlikle en büyük kâbusuna dönüşecektir.


http://alonben-meir.com/writing/diyanet-erdoganin-balkanlardaki-islami-araci/?lang=tr

***

26 Eylül 2016 Pazartesi

Başbakan Erdoğan’ın üç büyük halifesi kimdi?




Başbakan Erdoğan’ın üç büyük halifesi kimdi? Cemaat bu işe çok şaşıracak…


22 Ocak 2014, 16:37
Başbakan Erdoğan’ın en büyük halifesi Mevlana Halid-i Bağdadi’dir.
Çünkü kendileri “Mevlana” mahlasını kullanan Halid-i Bağdadi’ye bağlı Türkiye’de dört büyük Nakşibendi tekkesinden biri olan Gümüşhanevi Tekkesi’ne bağlıdır.
Gümüşhanevi Tekkesi: Kurucusu Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi’dir. Turgut Özal, Necmettin Erbakan, Recai Kutan, Ömer Dinçer, Bülent Arınç, Kemal Unakıtan, Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül gibi onlarca siyasi isim bu tekkedendir.
Said-i Kürdi (Nursi) Van’da Nakşibendi Arvasi tekkesinde eğitim almıştır[1].
 Başbakan Erdoğan’ın diğer iki büyük halifesi ise Şeyh 1’nci Abdusselam Barzani ile Seyit Taha’dır…
Önce Nakşibendiliğe bir bakalım…
Nakşibendilik Türk. Kurucusu da Türk’tür:
“Nakşibendi, 1300’lü yıllarda Buhara kenti yakınlarındaki Kasrı Arifan’ın Nakşibent köyünden Mehmet Bahattin-ül-Üveys-ül Nakşibendi adlı bir Türk’ün öncülüğünde kurulan bir İslam tarikatıdır” [2].
 Konumuz açısından bizi de yakından ilgilendiren Nakşibendiliğin Halidiye koludur. 
Halidiye Cemaati Nakşibendi miydi?
 Bu soruya, Halidiye Risalesi bakınız nasıl bir cevap veriyor;
“Halid, Nakşibendi yolunun esaslarına sadık kalmış, icazet almış olduğu diğer Kadiriyye, Çiştiyye, Seühverdiyye ve Kübreviyye yolunun bir takım esasları ile Nakşibendi esaslarını birleştirerek Halidiye kolunun esaslarını belirlemiştir.”[3]
Bu çerçevede, Halidiye kolunun, başta kurulmuş ve Türkler arasında önemli bir yer almış olan Nakşibendi Tarikatı olduğunu söylemek çok zor, bu Nakşibendiliğin dışında ayrı bir dini yapılanma olarak görülebiliyor.
 Bu bilgileri bir yana koyalım, devam edelim…
Mevlana Halid Hindistan’a gider ve  Abdullah Dıhlevi’den icazet alır. Nakşibendiliğin Son Halifesi Abdullah Dıhlevi hazretleri der ki;
“Hz. Mevlana Halid, memleketinden yüce Nakşibendi tarikatı için, bu fakirin yanına geldi… Bundan sonra taliplerin terbiyesine seçilmiş biri olarak kendisine halifelik icazeti verdim. Yine Kadiriyye, Çiştiyye, Sühreverdiyye ve Kübreviyye gibi tarikatlarından da icazet verdim. Bu tarikatlarda onun eli benim elimdir ve o benim vekilimdir. Benim pirlerimin halifesidir.”[4]
Süleymaniyeli Halid, beş tarikat bir yana, benzer inanç öğretilerinin de tek vekili tayin edilmiştir, üstelik on ayda…
 Araştırmacı yazar Soner Yalçın Halid’in tekkelerini sayıyor:
“Günümüzde, Mevlana Halid-i Bağdadi Nakşibendi’nin Türkiye’de dört büyük tekkesi var, bunlar; Gümüşhanevi, İsmet Efendi, Kelami ve Kaşgari tekkesidir 1925 isyanını çıkaran Şeyh Said, Said-i Kürdi( Nursi) Van’da, Nakşibendi Arvasi Tekkesi’nde eğitim almıştır. Bu ana dört kol dışında, Erzincan’daki Abdurrahim Reyhani’den, Adıyaman’daki Mehmet Raşit Erol’a kadar onlarca Halid-i Bağdadi tekkeleri vardır[5].
 Mevlana Halid-i Bağdadi’yi biraz olsun tanıdık yani Başbakan’ın en büyük halifesini…
Şimdi diğer iki Halife’ye bakalım…
Şeyh Halid’in ilk halifesi Şeyh 1’nci Abdusselam Barzani’dir yani Mesud Barzani’nin dedesi. Şeyh Barzani kuzey Irak’taki Barzan köyündendir.
İkinci Halifesi Seyit Taha’dır.
Seyit Taha, Hakkari Şemdinli ilçesi Nehri(Bağlar) köyündendir.
Seyit Taha Türk değildir, Kürt değildir. Peki kimdi?
 
1880 Kürt isyanını çıkartan Şeyh Ubeydullah Seyit Taha’nın oğludur. Ubeydullah’ın oğlu ise Seyit Abdulkadir. Ama oğlu diyor ki “Ben Kürt değilim”, işte belgesi;
 “Abdulgani Geylani ahvadındanım. Aslen Kürt değilim, Kürdistan’da yerleşmişim”[6]…
Oğlu Kürt değilse, demek ki babası da değil.Peki, Kürt olmayan biri nasıl olmuştu da Kürt isyanı çıkarmıştı?
 Bu soru aklımızda dursun, şimdi Tahazadelere bir bakalım…
Tahazade Ubeydullah 1880’de Osmanlı isyan etti. İsyan bastırıldı, Girit’e sürgün edildi.
Tahazade Ubeydullah oğlu Seyit Abdulkadir 1908-1918 arasında adının başında Kürt ve Kürtçe olan tüm örgütleri ya o kurdu ya da o yönetti.
 Abdulkadir, 1920 Koçgiri isyanını çıkardı, isyan bastırıldı.
Abdulkadir 1925 Şeyh Sait isyanını destekledi, yakalandı, yargılandı ve idama mahkum edildi.
Abdulkadir kardeşi Şeyh Abdullah 1925 Şemdinli isyanını çıkardı, isyan bastırıldı, o ise kaçtı.
İşte Başbakan Erdoğan’ın ikinci büyük halifesi olan Seyit Taha oğullarının yaptıkları bunlar…
 Geçelim Barzanilere…
Şeyh Abdusselam Mesud Barzani’nin dedesidir. Barzan tekkesini işletir.
Halid-i Nakşibendi’nin sadık bir kuludur, üstelik halifesidir.
Ailesi, bu Şeyh’i Mehdi ilan eder;
“Seyyid Taha’nın oğlu ve yeni şeyhi Ubeydullah, “Abdüsselâm ve müritlerinin delirdiklerini, şeytanın kurbanları olduğunu” ileri sürerek, ona savaş açtı. Şeyhlerinin yenilmesine rağmen Abdüsselâm’ın müritleri onu mehdi ilan ettiler.”[7]
 Mesud Barzani Seyit Taha-Şeyh 1’nci Abdusselam’ın halifeliklerini şöyle açıklıyor;
“Mevlana Halid Nakşibendi, tekkelere yaptığı ziyaretlerden birinde Barzan Tekkesi’ne uğrar ve Şeyh 1’nci Abdulselam’ı halifesi olarak atar.  Barzan medresesi bir Halid-i Bağdadi Nakşibendi okuluna dönüşür. Ve birlikte, daha sonra Mevlana Halid’in halifelerinden biri olacak Seyyid Taha’yı ziyaret ederler”[8].
 Devam edelim…
Şeyh Muhammed Şeyh 1’nci Abdusselam’ın oğludur yani Mesud Barzani’nin dedesi.
Tarihçi Ahmet Uçar’ın araştırmalarına göre, Şeyh Muhammed Barzanilerin ikinci mehdisiydi. Uçar,” İkinci Barzan Mehdisi” tezini Rus Kürdoloğ Bazil Nikin’e dayandırıyor. Rus Kürdolog  Nikin’e göre Barzaniler şudur;
“Bundan sonra o da babası 1’nci Abdüsselâm gibi mehdiliğini ilân etti. Mehdiliğini ilân etmekle kalmadı, Musul’a ve dolayısıyla Osmanlı’ya “cihad-ı mukaddes”(!) ilân etti. Mehdiliğini ve cihad çağrısını kabul etmeyenleri acı bir son, feci ölümler bekliyordu. Zibar aşireti liderlerinden Molla Perisey’in başına gelenler korkunç ve tüyler ürpertici idi. Molla parça-parça edilerek öldürülmüş, bu parçalar oyulmuş yaşlı bir ceviz ağacının gövdesine konarak yakılmıştı. 
Barzanîlere bağlı Becil Şeyhi Nehrili Şeyh Muhammed Sıddık’a yazdığı bir mektupta, “Burada adlarını bile ağza almak istemediğim bu rezil aşiretin ve bu kötü ruhlu ailenin bana ettikleri namussuzca işler, onur kırıcı işler de var ayrıca. Burada senin tarafsız kararını istiyorum. Bilirsin ki, onlar Kur’an-ı Kerim’e bile acımamış ve onun sayfalarını çöpe atmışlardır. Benim mescidimi kirletmişlerdir” diyordu.”[9]
Şeyh Ahmed, Şeyh Muhammed Barzani’nin beş oğlundan biridir. Bir diğer oğlu Molla Mustafa Barzani’dir yani Mesud Barzani’nin amcası…
 Tarihçi Ahmet Uçar da, Şeyh Ahmed’i yakından izliyor ve bu dönemi kalemine şöyle yansıtıyor; Şeyh Ahmed, 1961’den 1969’a kadar Şeyh Ahmed, Barzan köyünde oturarak Irak rejimine bağlı bir şekilde yaşadı. Şeyh Ahmed, ömrünün son yıllarında belki de gizli kitabın gereği olarak Peygamberliğini ilan etmiş, ibadeti yasaklamıştı. Kendine bağlı imamlara gönderdiği talimatta söyle diyordu: 
“Camiler kapansın! Kur’an-ı Kerim okumak, namaz kılmak yasak. Radyo dinlemek kâfir işidir. Bütün radyolar evden kalksın. Gök Tanrısı Allah, yer Tanrısı benim! Sizin manevî huzurunuzu ancak ben sağlarım. Gösterdiğim yoldan gidin. Benim için ağlayın. Emirlerim ilahî bir emirdir. Ben size emretmekle kutsal görevinizi yapmanız için ikazda bulunmuş oluyorum.” 
Peki bu Barzaniler ne yapmıştı?
Halid’in Halifesi Şeyh Abdusselam’ın torunu Küçük Abdusselam 1907’de Osmanlı’ya isyan etti, yakalandı, yargılandı, idama mahkum edildi.
Küçük Abdusselam’ın kardeşi Molla Mustafa Barzani yine Küçük Seyit Taha ile birlikte Hoybun Ermeni ittifakını 1927’de Lübnan’da kurdu.
1930’da, Ermenilerle işbirliğine giderek Ağrı isyanını çıkardı, 1930’da.
Yine 1930’da, Ermeni isyanına destek vermek için Hakkari bölgesinde ayaklanma çıkardı, Dağlıca’daki bölüğümüze saldırdı, dört askerimizi şehit etti.
1947-1958 arasında Rusya’da gerilla eğitimi aldı. Önce Irak’ı sonra Türkiye’yi karıştırdı, Devrimci Doğu Kültür Ocakları üzerinden PKK’yı yapılandırdı.
Türkiye hala bu Barzanilerle uğraşmaya devam etmektedir.
 İşte Başbakan’ın iki halifesi Seyit Taha ile Şeyh 1’nci Abdusselam’ın soy ağaçları bunlar…
 Türk tarihinin derinliklerinde yer alan bu gerçekleri artık hepimiz biliyoruz…
 Erdal Sarızeybek
 Kaynak: Cemaat ve Barzani
 KAYNAKÇA;
[1] Hürriyet Gazetesi, Türk Nakşi, Kürt Nakşi makalesi, Soner Yalçın, 4 Kasım 2007.
[2] Uğur Mumcu, Kürt-İslam ayaklanmaları, s. 45, UM;AG yayınları, 2010.
[3] Halidiye Risalesi, s. 42. Semerkand Yayınları, 2011.
[4] El-Hac Hasan Şükrü, Şemsü’ş Şumüs, s. 156, Semerkand Yayınları, 2011.
[5] Siz Kimi Kandırıyorsunuz, Soner Yalçın, s. 50, 59. Doğan Kitap, 2013.
[6] Uğur Mumcu, Kürt-İslam ayaklanması, s. 99, UM;AG yayınları, 2010.
[7] Ahmet Uçar, Tarih ve Düşünce Dergisi, Aralık 2002.
[8] Mesud Barzani, Barzaniler ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi, s. 23.
[9] Ahmet Uçar, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, Tarih Düşünce Dergisi Aralık 2002.

..