Derin Devlet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Derin Devlet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Aralık 2020 Çarşamba

Hanefi Avcı nın Cem Ersever le karşılaşması, BÖLÜM 2

Hanefi Avcı nın Cem Ersever le karşılaşması, BÖLÜM 2



Hanefi Avcı, Cem Ersever, karşılaşması, Diyarbakır İl Başkanı, Vedat Aydın, Silopi, Cizre, Şırnak, Hüseyin Kocadağ, Derin Devlet, Güncel Hayat ve Siyaset, Haliçte yaşayan Simonlar, Halkın Emek Partisi, Jitem, Kitaplık, MİT, Öteki Tarih,


      Yine ” Ben ihbar etmeme rağmen kimse gitmiyor, Cudi Dağı x bölgesinde PKK’lılar var,” diyen bir köylüyü, söylediğinin yalan olduğunu bilmesine rağmen gece önüne katıp Cudi dağına operasyona tek başına gidecek kadar gözü kara idi. İşte Cem böyle biriydi. Bir müddet sonra JİTEM’in kurulmasıyla birlikte, Cem’in ve bazı subayların JİTEM’in bazı kurucuları arasında olduklarını duydum. Cem’in kendisi de bu faaliyetlerin içerisinde olduğunu söylemişti. O ilk başta Silopi 
bölgesindeydi, yanında Arif Doğan vardı. Muhtemelen o zaman Arif Doğan daha üst rütbedeydi. Cem ve yanındaki birkaç üsteğmen ve yüzbaşı beraber çalışıyorlardı. 

Kendilerine bir helikopter verilmişti. Kuzey Irak’taki yönetimlerle görüşerek 
PKK hakkında bilgi toplama faaliyetlerini organize etmeye çalışıyorlardı. Bir 
defasında Kuzey Irak’ta irtibat subayı gibi görev yaptıklarını da duymuştum. 
Bir süre sonra Cem binbaşının elemanlarının Silopi, Cizre ve Şırnak bölgesinde 
bulunduklarını ve faaliyet gösterdiğini duydum. Kimi zaman karşılaşıp 
konuşuyorduk.

 Bir müddet sonra Cem binbaşı Olağanüstü Hal Asayiş Kolordu Komutanlığının JİTEM 

Grup Komutanı olarak atandı ve bir yıla yakın burada görev yaptı. O süre içinde 
bir veya iki defa kendisini ziyarete gitmiştim. Yanında askeri personel olarak, 
daha sonra adı JİTEM faaliyetlerinde adı geçen bazı subayları farklı kod 
isimleriyle tanımıştım, ayrıca askerlik görevini yapan itirafçılar da bulunuyordu. Bunların bir kısmı daha sonra uzman olarak veya farklı görevlerle resmi kadrolar alarak Cem’in yanında çalışmaya devam etmişlerdi ama daha çok istihbarat toplama faaliyetlerinde bulunuyorlardı.O da bir veya iki kebzenim ziyaretime gelmişti, tabii bu karşılıklı görüşmelerimizde birbirimize itimat ettiğimizden her şeyi çok rahat konuşabiliyorduk. Cem bir gün bana illegal örgüt mensuplarının bazılarını gizli yakaladıklarını, sorguladıklarını söyleyerek onlardan aldığı silah ve malzemeleri gösterdi.Sorgulanan bu insanların akıbetlerinin ne olduğu konusuna açıklık getirilemiyordu, fakat dolaylı olarak sonucun ne olduğu tahmin edilebiliyordu.

 Cem PKK ile mücadele etmek için kanun dışı her türlü yöntemin kullanılması 
gerektiğini, normal yol ve yöntemlerle bu işin başarılamayacağını ima etmeye, 
anlatmaya çalışıyordu. PKK ile ancak böyle mücadele edilebileceğini çünkü bu 
kişilerin mahkemelerde ceza almadığını, korktukları için kimsenin onların 
aleyhine şahitlik yapmadığını ve davacı olamadığını, olaylar gece gerçekleştiği 
için kimsenin bir şey görmediğini, hatta onlara destek veren kişilerin 
suçlarının hukuki olarak ispatlanmasının ve cezalandırılmasının çok zor olduğunu 
ve bunun için bu kişilerin infaz edilmesi yöntemlerinin kullanılması 
gerektiğini, bu örgüt mensuplarının ancak bu tür yöntemlerle durdurulabileceğini 
çok hararetle savunuyordu. Bunun üzerine ben anlattığı yöntemlerin doğru yollar 
olmadığını söyledim. Çünkü bu bölgedeki PKK varlığının artmasında birçok kişinin 
olumsuz faaliyetinin payı olduğunu, bunun içerisinde bu bölgede çalışıp rüşvet 
yiyen, hatta koruculuk faaliyetlerinde bile silah dağıtılırken para alan kamu 
görevlileri olduğunu, PKK’nın bu açıkları kullanarak taraftar bulduğunu 
belirterek terör olaylarının artmasında etkili olan buna benzer yüzlerce başka 
olayı anlattım.
“Burada suçlu kim? PKK’ya ekmek veren, onlara yardım eden köylü mü, yoksa burada rüşvet mekanizmasını çalıştırmak suretiyle yanlış uygulamalar yaparak toprak ağalarına ya da nüfuzlu insanlara karşı köylüleri yanlız bırakıp PKK’nın 
kucağına atanlar mı?” diye sordum. Cem “Evet sen haklısın,” dedi ama sonra elini 
boynuna götürerek “Ben burama kadar bu işe battım, bana anlatma. Bu işe var 
mısın, yok musun?” dedi. Ben “yokum” demekle kalmadım, yine ısrarla bu 
yöntemlerin olayları daha da azdıracağını, bizim legal yöntemler dışına 
çıkmamamız gerektiğini kendisine epeyce anlattım ama o kanunsuz yöntemlere kesin inanıyordu.
 Bir müddet sonra iki itirafçı ve bir arkadaşıyla (bunlardan bir tanesi 
sanıyorum A.A. idi, önce itirafçı olup devlete sığındı, devlet içindeki 
yanlışları da gördükten sonra yurtdışına çıktı, orada PKK hem de bu olaylarla 
ilgili tarafsız ve kapsamlı bilgi ve gözlemlerini çeşitli gazetelere anlattı) 
yanımıza geldi; dört kişilerdi. O zamanki HEP adlı partinin binasında açlık 
grevleri yapılıyordu ve polis açlık grevlerinin olduğu yerde bekliyordu. Binanın 
yakınlarına patlayıcı madde koymayı düşündüklerini, herhangi bir polisin veya 
bir devlet görevlisinin zarar görmesini istemediklerinden oradaki polisin 
çekilmesini, bu konuda yardımcı olmamı istediler. O gün uzun uzun konuştuk, 
böyle bir şeyin olamayacağını, bu yolun doğru olmadığını kendisine dilimin 
döndüğünce anlattım. Cem hararetle bu tür şeylere taraftardı. Aslında o zamanlar 
yeni gerçekleştirilmiş bazı infazlar vardı ama onların yaptığını pek tahmin 
etmiyordum. PKK’nın legal yayını görünümündeki bir dergi yayınlanıyordu. 
Derginin bulunduğu binaya gidilerek dergi tahrip edilmiş ve buraya patlayıcı 
madde konmuştu. Bu arada o zamanki Baro Başkanı ve PKK’yı desteklediği söylenen bir kişinin, polis lojmanlarının hemen yakınında Ofis semtindeki arabasının altına patlayıcı konmuştu. Telsizlerle anonslar edildi. Şüpheli bir aracın 
plakası verilmişti. Bir iki dakika geçmeden telsizi dinlediğimde polis ekipleri 
plakası verilen aracı durdurmuş, aracın içerisinde Jandarma Asayiş Komutanlığı 
JİTEM ‘de çalışan itirafçılarla bazı asker ve subayların olduğu bilgisi verilmişti. Merkez aracı ve içindekilerin bırakılması talimatını verdi. 
    Bu olayla birlikte artık zihnimde olayları tek tek birleştirmeye, bu türden 
olayları gerçekleştirenlerin JİTEM’e mensup görevliler olduğunu düşünmeye 
başladım.
 Yine bir süre sonra HEP Diyarbakır il başkanı Vedat Aydın Diyarbakır Şehitlik 
semtindeki evinden polis görünümündeki kişiler tarafından Emniyete götürüleceği 
söylenerek kaçırılmıştı. O zamanlar Cem’in yanındaki bazı kişilere uyan bir 
eşkal tarif ediliyordu. Bu eşkallere göre faillerin Cem’in yanında çalışan 
insanlardan bazıları olabileceği kanaati bende de uyanmıştı ama tam olarak 
netleşmemişti. Olaylarla ilgili tahkikat yapılıyordu ve araştırmada Ankara’dan 
görevli olarak gelen insanlar da bulunuyordu. Diyarbakır’daki soruşturmanın 
başına o tarihte Emniyet Müdür Yardımcısı olan Hüseyin Kocadağ verilmişti. 

Bir gün polis evine gittiğimde bir kenarda çalışma yapıyor, kendi aralarında 
konuşuyorlardı. Ben de yanlarına gittim ve Hüseyin Kocadağ ortaya konan en ciddi buldukları şüpheyi anlattı:

Vedat Aydın’ın cesedi, Elazığ Maden ilçesi yakınlarında yani Diyarbakır’dan 
Ergani Maden istikametine giderken Maden ilçesi sınırları içerisinde bulundu. 
Cesedin bulunduğu yerle kaçırıldığı Diyarbakır arasındaki her yere sorup 
soruşturulurken yol üzerindeki trafik ekiplerine de sormuşlardı. O gün Ergani’de 
bulunan bölge trafik ekibi, Ergani Maden arasında hemen Ergani çıkışında Çimento fabrikasının az ilerisinde yolda trafik kontrolü yapıyormuş. Bu trafik kontrolü esnasında Ergani merkezden, Bölge Trafik İstasyonuna bir anons gelmiş, Ergani Dicle istikametinde (yani ters istikamette) bir trafik kazası olduğu, oraya 
bakmaları söylenmiş. Ekip yoldaki kontrolü bırakıp Ergani’ye gitmiş, Ergani’den 
Dicle istikametine dönmüş. Belirtilen yere vardıklarında herhangi bir kazanın 
olmadığını görmüşler ve tekrar kendi görev yerlerine dönmüşler. İşte ekibin 
verdiği bu ifade dikkat çekmişti. Olmayan bir kazanın kontrol edilmesi 
bahanesiyle ekip yoldan çekilmişti. Bunun üzerine Hüseyin Kocadağ ve araştırmayı yapan diğer görevliler bu anonsu geçen Ergani polis merkezine neden böyle bir anons yaptıklarını sorduğunda ihbarın İlçe Jandarma Komutanlığından geldiğini söylemişler. İlçe Jandarma Komutanlığına sorulduğunda, bu bilginin Jandarma Bölge Komutanlığından geldiğini anlatmışlar. Jandarma Bölge Komutanlığına sorulduğunda ise bilginin Jandarma Asayiş Kolordu Komutanı Harekat Merkezin den geçindiğini söylemişlerdi. İşte o safhadan sonrası sorulmamıştı veya bana anlatılmadı. Ama ban anlayacağımı anlamıştım. 
Bana göre Vedat Aydın’ı kaçıranlar, onu Elazığ Maden ilçesine götürürken yolda trafik ekipleri tarafından kontrol edilme ihtimaline karşı Asayiş Kolordu Komutanlığı ara kademeler üzerinden bilgi aktararak polis ekibinin oradan çekilmesi sağlanmıştı. 

Böylece olayın artık kimin tarafından gerçekleştirildiği net olarak 
anlaşılıyordu.

 Vedat Aydın, kaçırılmasından kısa bir süre sonra Diyarbakır’dan 70-80 km 
uzaktaki Maden ilçesi yakınlarında Diyarbakır-Elazığ karayolu üzerinde Maden 
çayının kenarında kalaşnikof makineli tüfekle ile taranarak öldürülmüş olarak 
bulundu. Cesedin bulunmasıyla birlikte de fırtına koptu.

 Vedat Aydın’ın cenaze töreni, Diyarbakır’da çok ciddi olaylara sahne olmuştu. 
İlk defa Diyarbakır’da geniş bir toplumsal tabana yayılan ciddi manadabir olay 
gerçekleşmişti. HEP için Türkiye’nin her yerinden binlerce insan Diyarbakır’a 
gelip cenaze törenine katılmış, bu olay büyük bir yürüyüşe ve ciddi tepkilere 
neden olmuştu. Bütün devlet kurumlarına (TRT’ye, polise vb.) saldırılmıştı. 
Cenaze, defnedileceği yere götürülürken surlarla Mardin Kapı Karakolu arasındaki 
dar yoldan geçen cenaze konvoyundaki bazı kişiler (özellikle kontrolden çıkan 
gençler ve çocuklar) Polis Karakolunu taşlamış ve karakola saldırmıştı. 
Karakoldaki görevlilerin kendilerini korumak için silah kullanması sonucunda 
(göstericilerin de silah atması iddiaları vardı) üç kişi ölmüş, 5-6 kişi 
yaralanmıştı. Cenazenin defnedilmesinin ardından ise aynı yerden tekrar geçmek 
isteyen kalabalık karakola daha yoğun bir şekilde saldırdığında,görevlilerin 
tekrar ateş açması sonucunda (bir kısmı düşerek, bir kısmı uçurumlara 
yuvarlanarak) on dokuza yakın kişi hayatını kaybetmişti. Yüzlerce de yaralı 
vardı. Böyle ağır bir olay daha önce hiç yaşanmamıştı. Aslında bana göre o 
cenaze töreni, tören sırasında o bölgede olup biten herşeyi ayrı bir skandaldı, 
çünkü cenazenin önce köye götürüleceği köyde defnedileceği belirtilmişti ama 
sonra şehir merkezine defnedilerek inanılmaz olaylara sebebiyet verilmişti. Bu 
cenaze töreninde HEP’lilerin ve valiliğin yaptığı yanlışlar başka bir kitaba 
konu olacak kadar çok ve ibretlik olaylardan oluşmaktadır. Sonuç olarak tüm 
tarafların hesapsız ve sorumsuz davranışları 23 kişinin ölümüne sebebiyet 
vermişti. İşte Cem aslında bu olayın baş planlayıcısı ve failiydi.

İlgili yazılar:

  Hanefi Avcı anlatıyor: Binbaşı Cem Ersever’i kim, neden, niçin ve nasıl öldürdü? ,
  Birkaç Kitapta Açık Olarak Anlatıldığı Halde 20 Yıldır Çözülmeyen Musa Anter     Cinayeti, 
  Hanefi Avcı: Devletin psikolojik harekât yöntemleri, insanların olayları anlamalarını imkansızlaştırıyor ,
  Hanefi Avcı açıklıyor: ABD Kimi Destekliyor? PKK’yi mi, Türkiye’yi mi?, 
  Hanefi Avcı anlatıyor: Cemaat Nasıl Yönetiyor, Kimler Yönetiyor?, 
  Fikret Başkaya: “Çağdaşlaşma, kalkınma… Paradigmasının iflas ettiğini kabullenmeliyiz, 
  Psikolojik savaş Stratejisi ve medyanın rolü – Şaban İba 
  Yılmaz Güney: Faşizm Bütün Halkların Düşmanıdır [Siyasal Yazılar, Konuşmalar] 
Başbakanın solcusu Doğan Tarkan, Zaman’a ifade verdi: “ Bütün Sol koyun gibidir”

Sonraki İçerik
Öykü | Dur Bakalım Ne Olacak – Aziz Nesin
cafrande.org

DIEGO ARMANDO MARADONA | FUTBOL, UYUŞTURUCU, POLİTİKA VE TANRI’NIN ELİ…
MÜDAHALE ETMEK KİMİN HAKKI? BARBARLIĞA KARŞI EVRENSEL DEĞERLER – IMMANUEL WAILLERSTEIN
“SİYASİ SUÇLU” AHLAKİ VE SOSYAL BAKIMDAN SUÇLU SAYILABİLİR Mİ? – CEMİL MERİÇ
KOMPLO TEORİLERİNİ ANLAMAK TEŞHİS ETMEK VE BAŞA ÇIKMAK
ERİCH REMARQUE: “ÇOCUKLAR!” DİYORUM, NE ÖĞRETEYİM SİZLERE? “EVLERİNİZE GİDİN. BUGÜN OKUL YOK.”
KİTLE VE İKTİDAR: ELE GEÇİRME VE İÇE ALMA – ELİAS CANETTİ
© www. cafrande.org 
Farklı fikirlere, renklere ve seslere yolculuk 
Kaynak 
gösterilmeden alıntı yapılamaz | iletişim: 
cafrande.org@gmail.com, 
bariskisin@gmail.com
İranlı gazeteci Pervin Ardalan uyardı: “ Herşey yavaş yavaş oluyor gözünüz açık... ''

https://www.cafrande.org/hanefi-avci-anlatiyor-binbasi-cem-erseveri-kim-neden-nicin-ve-nasil-oldurdu/

***

Hanefi Avcı nın Cem Ersever le karşılaşması, BÖLÜM 1

Hanefi Avcı nın Cem Ersever le karşılaşması, BÖLÜM 1


Hanefi Avcı, Cem Ersever, karşılaşması, Diyarbakır İl Başkanı, Vedat Aydın, Hüseyin Kocadağ, Derin Devlet, Güncel Hayat ve Siyaset, 
Haliçte yaşayan Simonlar, Halkın Emek Partisi, Jitem, Kitaplık, MİT, Öteki Tarih,

cafrande.org -
12/10/2010
Hanefi Avcı’nın Cem Ersever’le karşılaşması, HEP* Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın’ın öldürülmesi

*HEP:Halkın Emek Partisi Vedat Aydın kimdir?.

Vedat Aydın, 1953 yılında Diyarbakır’ın Bismil İlçesi’ne bağlı Kürthacı Köyü’nde 
dünyaya geldi. 1979′da Diyarbakır’daki Dicle Üniversitesi Eğitim Enstitüsü 
Edebiyat Bölümü’nden mezun oldu. 12 Eylül harekatından sonra tutuklanıp 4 yıl 
hapis yattıktan sonra 1990 yılında Diyarbakır’da İnsan Hakları Derneği’nin 
kurucu üyesi oldu. 28 Ekim 1990′da İHD Genel Kurulu’nda yaptığı Kürtçe 
konuşmadan dolayı tekrar tutuklandı. Kapatılan Devlet Güvenlik Mahkemesi’ndeki 
duruşmada Türkçe konuşmayı reddetti. 5 ay tutuklu kaldıktan sonra serbest kalan Vedat Aydın, İHD Diyarbakır Şube Başkanlığı’na seçildi. 1991 yılı Haziran ayında HEP Diyarbakır İl Kongresi’nde başkanlığa seçildi. Başkan seçildikten 20 gün sonra kaçırılarak işkenceyle öldürüldü. Diyarbakır’da 10 Temmuz 1991 günü cenaze töreni düzenlendi. Aydın’ın Mardinkapı Mezarlığı’na defnedilmesi sırasında çıkan olaylarda mezarlık çevresindeki Surların üzerinden kalabalığa açılan ateş sonucu 3 kişi öldü, çok sayıda kişi yaralandı.

Hanefi Avcı itiraf ediyor…
Cem Ersever’in öldürülmesi Güneydoğu’daki olayları veya Türkiye’deki iç güvenlik 
anlayışını (veya JİTEM anlayışını) birçok açıdan ibret alınacak şekilde gözler 
önüne seren bir olaydı. Yalnızca bu olayın irdelenmesi ve tam manasıyla 
aydınlatılması ve faillerinin yargılanması bile Türkiye’de Susurluk ve Ergenekon 
anlayışının teşhiri ve ne olduğunun anlaşılması açısından yeterlidir. 

Ama maalesef her şeyi ile açık ve net olmasına rağmen bu olay hala istenilen 
seviyede soruşturulup, failleri yargılanamadı. Cem Ersever’in öldürülmesi ile 
ilgili olarak Meclis Susurluk Araştırma Komisyonunda ve daha sonra adliyede 
geniş olarak ifade verdim ama bu ifadeler hep resmi kalıplar içerisinde kaldığı 
için belki şimdi olayı bir hikaye ya da bir film senaryosu içerisinde anlatmak 
ve daha iyi anlaşılır hale getirmek gerekiyor.

Cem Ersever’i ne zaman tanıdım? Eruh ve Şemdinli ilçelerinin 15-16 Ağustos 
1984’te PKK gerillaları tarafından basılmasından sonra Güneydoğu illerini 
terörle mücadele ve istihbarat açısından desteklemek amacıyla yapılan 
çalışmalarda, ben de çalıştığım Mersin Terörle Mücadele Şubesinde mimlenip önce 
İstihbarat Daire Başkanlığının açtığı Yeraltı Yıkıcı Faaliyetlerle Mücadele 
(YYFM) kursuna alındım. 

   Daha sonra, 1984 yılının son günlerinde de bir grup arkadaşımla birlikte tayinim Diyarbakır’a çıktı ve hemen gidip göreve başladım. 

Yeni atanan grubun amiri bendim, ekip halinde hızlı bir şekilde Güneydoğu’daki 
olayları öğrenmeye çalışıyorduk. Diyarbakır İstihbarat Şube Müdür Vekiliydim ama Diyarbakır’dan çok tüm Güneydoğu bölgesinde görev almak gereğini duyuyordum veya Genel Müdürlük de bana biraz böyle bir görev biçiyordu. 

Tabi i sıkıyönetim komutanlığının Diyarbakır’da olması, bölgesel düzeyde bir görev olması ve bizim sıkıyönetim karargahında bulunmamız da böyle bir imkanı bize veriyordu. Göreve başlamamdan birkaç gün sonra, SASON operasyonu olmuş ve Ali Ozansoy isimli örgütün önemli kadrolarından Sason bölge komitesi sorumlusu, geniş bilgi birikimine sahip entelektüel bir örgüt yöneticisi yakalamıştı. Ali Ozansoy’un ilk sorgulanması sırasında PKK’nın kuruluşundan o güne kadarki (yani 1985 yılı itibariyle) geçmişini, varlığını, yurtdışı ve yurtiçi faaliyet ve hedefleri, bu 
yeni çıkışının amacının ne olduğunu, ne yapömak istediğini bir bütünlük içerisinde kapsamlı olarak anlatan ifadesini bir videobanda kaydetmiştik. Sonra bu kaydı sistematik yazılı bir metin haline getirip, bölgedeki görevlilere dağıtarak herkesin PKK hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamıştık. Bu farklı bilgi alma yöntemi, PKK’yı gösteren faaliyetimiz bize önemli bir güç ve bilgi kazandırmış, aynı zamanda Sıkıyönetim Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü düzeyinde farklı bir bakış açısı edindirmişti.
   O güne kadar bazı terör faaliyetleri gerçekleştirilmiş, Eruh ve Şemdinli 
ilçelerinin basılmış olmasına karşın güvenlik kuvvetleri karşılarındaki grubun, 
PKK’nın amacının ne olduğunu, ne yapmak istediğini bilmiyordu. Hatta birçoğu 
Eruh ve Şemdinli baskınlarını Suriye’den gelen insanların yaptığını 
zannediyordu. 
    Eruh Şemdinli baskınından sonra bölgeye gönderilen Güvenlik Kuvvetlerinin aldığı ilk ifadelerde çok ilginç noktalar vardı. İnanılmaz ve tuhaf bir biçimde ifade alınmıştı; olay bir türlü kavranamamış, olayın ne olduğu hakkında bir fikir sahibi olunamamıştı. Bu yüzden tüm yönleriyle almış olduğumuz Ali Ozansoy’un ifadesi, PKK’nın ne olduğunu, ne yapmak istediğini, gelecekte PKK’nın neler yapacağını, hedeflerinin ne olduğunu ortaya koyan çok önemli bir belgeye dönüşmüştü. PKK’nın yeni süreçteki çıkışı, o güne kadar daha derli toplu anlatılmamıştı.

İlk yıllarda Diyarbakır’da fazla bir PKK varlığı yoktu, daha doğrusu Alaattin 
Zuhurlu ve bölge halkından birkaç arkadaşından oluşan bir gerilla grubu vardı 
ama onlar da pek fazla etkin değillerdi. Eylemsel olarak da fazla bir şey 
yapmamışlardı, daha çok keşif, belki bölgeyi tanıma gibi faaliyetlerde 
bulunuyorlardı. Bizim Genel Müdürlük adına PKK faaliyetlerinin daha yoğun olduğu birçok yere ( Siirt, Hakkari ve Şırnak bölgelerine ) gidip oralarda inceleme 
yapma imkanlarımız vardı. Güneydoğu illerini gezip tanımaya ve oradaki 
meslektaşlarımızla veya askeri yetkililerle ya da sıkıyönetim görevlileriyle 
görüşerek PKK hakkında bilgi toplamaya yönelik bu tür inceleme çalışmalarının 
birinde Siirt’e gittik. O zamanlar Siirt’te Emniyet Terörle Mücadele Şube 
Müdürümüz Cafer Şahin’di. Bu konulara yatkın ve yetenekli biriydi. Zaten daha 
önce Ankara Asayiş Cinayet Masasında çalışmış, siyasi örgütleri sorgulamış 
olduğundan bu konuda oldukça donanımlı biriydi. Cafer Şahin’in örgüt mensupları, onların faaliyetleri, kod isimleri vs. hakkında tuttuğu küçük not defterinin bir fotokopisini almıştım. Bu defter bizim çok işimize yaramıştı.

İşte o arada birileriyle konuşurken, Siirt Jandarmasında sorgu operasyonları 
işlerine bakan Cem Ersever’le karşılaştım. O zamanlar üsteğmen veya yüzbaşıydı. 
Karşılaştığımızda, nereye gitse hep bizden bahsedildiğini söyledi. Genel Müdürlük adına yapılacak bazı görevler dolayısıyla defalarca Şırnak’a Hakkari’nin en ücra ilçesi Beytüşşebap’a gidiyor, buradaki meslektaşlarımızla ve halkla görüşerek bölgeyi ve insanları tanımaya, olayların iç yüzünü anlamaya çalışıyorduk. Biraz da belki Diyarbakır bölgesinde örgütün pek etkin olmamasından dolayı oradan gelmenin rahatlığıyla etrafta çekinmeden dolaşıyorduk. Birçok insan oralara gelip gittiğimizi ve adımızı biliyordu ama bizi polis değil de daha çok Milli İstihbarat Teşkilatının elemanı zannediyorlardı. Çünkü polisin oralarda dolaşması pek alışılmış bir şey değildi. 

Siirt İl Jandarma Alay Komutanlığı bölgesinde çalışan Cem yüzbaşı da tüm bölgeyi 
dolaşan, bölgede olup biten her şeyi kontrol eden gözü kara biriydi. İşte 
bölgede dolaşırken Siirt’teki bütün köylerde, mezralarda bizim adımızı duyduğunu 
söyledi. Bir süre Cem’le sohbet ettik. Kısa süre içerisinde onun işine sarılan, 
bütün mesaisini ve zamanını her şeyiyle canı gönülden işine adayan, sürekli işi 
takip eden, olayları çok önemseyen ve bu davaya inanmış biri olduğu kanaatine 
vardım.
 O da belki bende belli şeyleri gözlemlemişti. İlk karşılamamızla birlikte 
aramızda aynı inanç ve düşünceyi paylaşan insanların yakınlığı ve samimiyeti 
oluşmuştu. Görevle ilgili her konuda rahat konuşabileceğim, derdimi rahat 
anlatabileceğim, farklı konularda tartışıp fikir birliği kurabileceğim biri gibi 
görünüyordu. Çünkü biz bütün varlığımızla, bütün mealimizle üzerinde olduğumuz 
işe odaklanmamız gerektiğine inananlardandık. O da bu anlayıştaydı.
Daha sonraki dönemlerde çok sık görüşemedik. Çok nadiren birkaç defa karşı 
karşıya gelmiştik. Ama kendimizi birbirimize çok yakın hissediyor, her 
karşılaşmamızda kimseyle paylaşmadığımız sırlarımızı birbirimizle 
paylaşabiliyorduk. Aradan epey bir zaman geçti. Bu arada Şırnak’ta bir iki defa 
karşılaştık zannediyorum. O karşılaşmalarımızda çok daha kızgındı. Özellikle 
askeri birimlerin şuurlu, makul ve mantıklı şekilde hareket edemediklerinden 
bahsediyordu. Hatta ilginç denemeler yapıyordu, daha sonra uyguladığı bu 
yöntemlerin bazılarından yazdığı kitaplarda da bahsetti.
 O zamanlar Şırnak Uludere arasında gelip geçen herkes askerler tarafından 
sürekli kontrol ediliyordu. Durdurup araçları arıyorlar, yolcuların nereden 
gelip nereye gittikleri ve isimleri defterlere kayıt ediyorlardı. Ve tabii 
herkesten kimlik soruyorlardı. Cem kendisi için, PKK’nın o zamanki en önemli 
yöneticilerinden Duran Kalkan veya herkes tarafından Selim Hoca diye bilinen 
Selahattin Çelik gibi birkaç insan adına sahte kimlikler hazırlamıştı. Bir gün 
Cem otomobile sivil olarak binmiş, otomobil kontrol için durdurulduğunda 
askerlere kendi kimliği yerine bir seferinde Duran Kalkan’ın, başka bir sefer de 
Selahattin Çelik’in kimliğini göstermiş, kayıtlara da bu isimler geçmişti. Daha 
sonra tugay yetkililerine gidip, Şırnak’taki kontrol noktalarından Selahattin 
Çelik ve Duran Kalkan’ın geçtiğini söylemişti.
Bunun üzerine askerler Şırnak’ın giriş ve çıkışında gelip geçen herkesin 
kimliklerinin yazıldığı defterleri getirip baktıklarında gerçekten Selahattin 
Çelik ve Duran Kalkan’ın adları yazılıydı. Cem’in göstermek istediği durum da 
buydu. Kontrol noktalarında bölgelere girip çıkanların adı yazılıyor, kimlikleri 
kaydediliyordu fakat örgüt mensupları, yöneticileri hakkında hiç kimse bilgi 
sahibi olmadığından örgütün yönetici kadrolarından ya da aranan bir kişi bile bu 
kontrol noktalarından çok rahatça geçebiliyordu. İsimler hakkında bilgi sahibi 
olmadan yapılan bu kontrol ya da kayıt tutmaların hiçbir işlevi olmuyordu. İşte 
Cem bu türden denemeler yapmıştı, kendisi bana bunları anlatmıştı, hatta daha 
sonra kitabında da benzeri şeyleri okumuştum. Kabına sığmayan sürekli koşturan biriydi.
 Bu bölgedeki terör olayları nedeniyle hepimiz örgütün yeri ve faaliyetleri 
hakkında istihbarat almaya çalışıyorduk. Bazı insanlar da bu durumdan istifade 
etme gayretindeydi. Cem yüzbaşı (bir müddet sonra binbaşı olmuştu sanıyorum) 
bunlardan bir kısmını deşifre etmişti. Bu insanlar önce Jandarma Emniyet veya 
diğer istihbarat birimlerine gidip şu kişiler PKK’ya yardım ediyor, şu gün PKK 
mensupları onların yanına geldi, şu olayda kavuzluk yaptılar, şu kişi şu olayda 
PKK mensuplarına öncülük yaptı gibi ihbarlarda bulunuyorlardı. Sonra ihbar edip 
yakalattığı kişilerin evlerini ziyaret ediyor, polis ve askerlere rüşvet vererek 
onları kurtarabileceklerini söyleyip ailelerinden para alıyorlardı. Ardından 
Jandarmaya ya da polise gidip, bu kişilerin devlete çalışarak PKKhakkında tekrar 
bilgi aktaracaklarını söyleyerek onların salıverilmesini sağlıyorlardı. Masum 
insanları örgütle irtibatlı oldukları iddiasıyla yakalatıp daha sonra onları 
kurtarma vaadiyle yakınlarından para alan bu kişiler bu işi meslek haline 
getirmişlerdi. Bu yöntem maalesef bu bölgede çok yaygındı. Kimileri de önce 
jandarmaya gelip bir müddet bilgi vererek Jandarmayı oyalıyor, sonunda verdiği 
bilgilerin yanlış olduğu ortaya çıkıyordu. Bu defa Emniyete gidiyor, bir süre 
aynı şekilde emniyet mensuplarına bilgi veriyor, Emniyet bu kişilerin sahtekar 
olduklarını fark edince bu kez Milli İstihbarat Teşkilatına yöneliyorlardı. 
Orada da bu insanların üçkağıtçı oldukları anlaşılıncaya kadar epeyce bir zaman 
geçiyordu. İşte Cem binbaşı bunlardan bazılarını ilçe merkezlerine götürüp,” 
Sizi ihbar eden, hakkınızda iftira atan ve bize ihbar mektubu yazan üçkağıtçılar, sahtekarlar bunlar,” diyip onları kahvelerin orta yerinde teşhir etmişti.


***

12 Ağustos 2019 Pazartesi

1960 Öncesi, 1980 Sonrası, Faşizme Karşı Dilekçeler. BÖLÜM 37

1960 Öncesi, 1980 Sonrası, Faşizme Karşı Dilekçeler. BÖLÜM 37


Suphi Karaman (Devamla): Sayın arkadaşlarım, 50 yılını dolduran Cumhuriyet yönetimimizin hiçbir döneminde, iç isyanlarda ve İstiklal Mahkemelerinde olanlar
da dahil, 12 Marttan bu tarafa sıkıyönetim mahkemeleri soruşturmalarında olduğu gibi yaygın baskı ve işkence iddiaları ileri sürülmemiş, basına yansımamıştır.
Mehmet Sırrı Turanlı (Adıyaman): Sizin devrenizde oldu.
Suphi Karaman (Devamla): Yok efendim, hayır efendim, (AP sıralarında
gürültüler) onu ayrıca tartışırız sayın arkadaşlarım.
Başkan: Lütfen müdahale buyurmayınız efendim, sükunet içinde takip edelim.
Edip Somunoğlu (Erzurum): Zorluk yapanlar sizin döneminizdeydi.
Suphi Karaman (Devamla): Yani siz şimdi bunu…
Başkan: Müsaade buyurun, cevap vermeyiniz sayın Karaman, rica ediyorum efendim.
Suphi Karaman (Devamla): Peki efendim.
Mehmet Sırrı Turanlı (Adıyaman): Canlı misali burada.
Suphi Karaman (Devamla): Pek çok sanığın hakim önüne duruşmaya çıkışında ilk soruşturmalarındaki ifadelerini reddettiği, yeni ve farklı ifadeler vermekte
olduğu görülmektedir. Neden bu sanıklar duruşmaları sırasında hakim önündeki bu ifadelerini ilk soruşturmalarda vermemekte, kendileri ve çevreleri aleyhinde
beyanda bulunmaktadırlar. Bunun bir sebebi olması lazımdır. Demek ki, kapalı soruşturma yerlerinde, açık olmayan bir tarzda alınan ilk ifadelerinde sanıklar hür iradelerine sahip değillerdir. Yani açıkçası, ortada insan haklarının ihlal edildiği, kanun ve hukuk dışı baskıların yapıldığı, zor ve işkence kullanılarak anayasanın 33. maddesinin dördüncü fıkrasında yazılı “Kimse, kendisini veya kanunun gösterdiği yakınlarını suçlandırma sonucu doğuracak beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz.” Hükmünün ihlal edildiği gibi durumlar vardır.
Bu ilk soruşturmalarda bir kısım sanıkların işlemedikleri suçları kabule zorlandıkları mahkeme tutanaklarına geçen iddialarından da anlaşılmaktadır.
Örnekleri çoğaltılabilen bu iddialara rağmen yetkili mercilerce kanuni kovuşturmaya gidilmemiştir. Bu iddiaların basına yansıması karşısında da
sorumlu hükümetler bugüne kadar bu konuda araştırma yapmamışlar, soruşturma açtırmamışlar ve buna dayanarak da kamuoyunu tatmin edecek bir
açıklama yapamamışlardır.

Bu sorumsuz ekipler tutukluları Sıkıyönetim Tutuk Evlerinden gözleri bağlı olarak kapalı bir arabaya bindirmekte ve bilinmeyen bir semte götürmektedirler. 
Sanıklar burada yine gözleri bağlı olarak özel hazırlanmış işkence aletleriyle işkence yapılarak işlemedikleri suçları kabule zorlanmaktadırlar. Sorgusu yapılanın mukavemeti kırılıp kendisine atfedilen suçlar kendi sesiyle banda alınmak, el yazılarıyla yazdırılmak ve imzalattırılmak suretiyle sonuç alınmaktadır.
Mehmet Sırrı Turanlı (Adıyaman): Sizin yaptığınız o.
Suphi Karaman (Devamla): Evet, siz öyle zannedin.
Başkan: Devam buyurun efendim.
Nurettin Ertürk (Sivas): Öyle idi değil, öyle.
Başkan: Lütfen müdahale buyurmayınız efendim.
Devam ediniz sayın hatip. Devam ediniz ve bitiriniz lütfen.
Suphi Karaman (Devamla): Vücutlarındaki işkence izleri kayıp oluncaya kadar ne avukatlarına, ne yakınlarına gösterilmekte ve ne de mahkeme önüne
çıkarılmaktadır lar. Her zaman basınımızda ve daha birkaç gün önce radyo programlarında kötülenen, dikta rejimlerinde uygulanan ve demokratik rejimlerde uygulanmadığı birçok kez tekrar edilen bu tür işkencelerin bizde de uygulanmadığı intibaının verilmesi ve bunun yetkililer ve sorumlular tarafından
enerjik davranışlarla yok edilemeyişi bir hukuk devleti olan ülkemizi küçük düşürmektedir.

Bu işkence olayları üzerinde başta Sayın Başbakan olarak bütün ilgili sorumluları dikkate, konu üzerinde ciddiyetle eğilmeye, işkence örgütünün mahiyetini,
kimlerden emir aldığını ortaya çıkarmaya davet ediyorum. 
Bu örgüt mensuplarının bu yerlerden geçirilen sanıklara kendilerinin bir kotr-gerilla örgütü mensubu oldukları izlenimini özellikle vermeye çalıştıkları dikkat çekicidir. Daha da dikkati çeken nokta, mensuplarının asker kişiler olduğu kanısını vermek için gösterdikleri gayrettir. Bu suretle Silahlı Kuvvetlerimiz, zulüm ve işkence aracı gösterilerek, tarih ve milet önünde küçük düşürülmeye çalışılmaktadır. Tarih boyunca, yabancı esirlere bile insanca davranma gereğine dünyaca saygı duyulan Türk Silahlı Kuvvetlerini bu türlü lekelendirmelerden arındırmak başta gelen bir görev olmuştur. Aslında zulüm ve işkence yapılan bir kimse hiçbir zaman Türk Silahlı Kuvvetlerinin mensubu değildir ve olamaz.

Sayın Senatörler, bu baskı ve işkenceler hakkındaki iddiaların yaygınlığını demokratik rejimin kaderi için son derecede tehlikeli bulduğumu huzurlarınızda
belirtmek isterim. Özgürlüklere dayalı demokrasi ile idare edilen ülkelerde herhangi bir nedenle, bir geçiş dönemine bir ara rejimine girilince, yönetimin
yumuşak tutulması, hukuk dışına taşmaması, geride tortu ve birikim bırakmaması demokratik rejime dönebilmek için son derece önemlidir, tıpkı 27 Mayısta yapıldığı gibi (AP sıralarından “Yaşa, Varol” sesleri) hınç alma eğilimi bu konuda geçerli ve yararlı bir metot olamayacağı gibi, demokratik rejim bakımından da gayeden uzaklaştırıcı bir nitelik taşımaktadır.

Sayın Senatörler, uzun zamandan beri içte ve dışta yurdumuzdaki işkence iddiaları tekrarlanmaktadır. Mahkeme tutanaklarına bu işkence iddiaları
geçmekte ve fakat resmi ağızlar her defasında yalanlamaktadırlar.
Mehmet Sırrı Turanlı (Adıyaman): Bunların hepsi komünist iddialardır.
Başkan: Müsaade buyurun efendim, lütfen konuşmayı sükunetle takip edelim efendim.

Mehmet Sırrı Turanlı (Adıyaman): Bu mudur anayasaya hürmet Sayın Başkan.
Başkan: Sayın Karaman, lütfen cevap vermeden sükunet içinde konuşmanızı tamamlamanızı rica ediyorum.
Suphi Karaman (Devamla): Cevap vermiyorum, bir hukuk devleti içerisinde ibretle izliyorum. Evet ibretle izliyorum. Herkesin ne dereceye kadar hukuk devleti ilkelerine, insan haklarına saygılı olduğu anlaşılmaktadır. (AP sıralarından gürültüler, anlaşılamayan müdahaleler)
Başkan: Sayın Karaman, konuşmanızı lütfen tamamlamanızı rica ediyorum efendim.
İskender Cenap Ege (Aydın): Sayın Karaman, bunları başkaları konuşsun.
Başkan: Devam buyurun Sayın Hatip.
Suphi Karaman (Devamla): Mahkeme tutanaklarına bu işkence iddiaları geçmekte ve fakat resmi ağızlar her defasında yalanlamaktadırlar. Ortada bir
bulanıklık vardır. Hükümet konuyu sorumluluğu içinde ciddiyetle ele almalı, yapacağı araştırmayla gerçeği ortaya çıkarmalı ve varsa önce bu işkence
mekanizmasının işlemesi durdurulmalı, sonra sorumluları adalete teslim edilmek üzere haklarında kovuşturma açılmalıdır.
Yüce Senatoya saygılarımı sunarım.
Başkan: Hükümet adına Başbakan Yardımcısı Sayın Kemal Satır, buyurun efendim.

Başbakan Yardımcısı Kemal Satır (M. Meclisi Adana Üyesi): Sayın Başkan, Yüce Senatonun değerli üyeleri;
Suphi Karaman arkadaşımızın gündem dışı konuşmalarına cevap vermek üzere huzurunuzda bulunuyorum. Sayın arkadaşımızın müsterih olmasını açıkça
belirtmek isterim. Hiçbir devlet sorumlusu suç icat ederek, icat ettiği suça uydurma suçlu aramaya çalışmaz. Bu, medeni bir devletin temel ilkesidir. Şüphe
yok ki, Cumhuriyet Hükümeti de uydurma bir suçlu icat ederek, suç icat ederek uydurma suçlular bulmaya çalışan bir idare değildir. Biz hepimiz aynı milletin
çocukları olarak kanundışı ve insanlığa aykırı bir hareketin sorumluluğuna asla iştirak edemeyiz.
Sıkıyönetim Komutanlarımız kendilerine intikal eden konuları, işkence isnadı konularını derhal yetkili uzman doktorlara intikal ettirerek isnatların sıhhat
derecesini hemen aramakta ve onları raporlara bağlamak suretiyle neticelendirmektedirler.
Bugüne kadar bize hükümet olarak Ankara’da bir babanın müracaatı oldu. Baba, Ankara Sıkıyönetim Mahkemesinde oğlunun sorgusu sırasında işkence
yapıldığını, elektriğe tutulduğunu ve bu yüzden de elinin kötürüm olarak tutmadığını ifade etti. Olaya Hükümet olarak hemen vaziyet ettik. Yetkililere
konuyu intikal ettirmek suretiyle araştırma yaptık. Mütehassıs heyet doktorları önünde yapılan bu araştırma ve tahkikatta, muayene neticesinde iddiaların 
varit olmadığı meydana çıktı.

Bize intikal etmeyen İstanbul olayı ise, Sıkıyönetim Komutanlığımızca tahkik edilmiş ve üç kişiden teşekkül eden bir mütehassıs doktor heyeti tarafından
isnatların doğru olmadığı raporla tespit edilmiştir. (AP sıralarından “ne oldu şimdi” sesleri.)

Haydar Tunçkanat (Tabii Üye): Kaç gün sonra yapıldı bu tahkikat?

Başkan: Müdahale buyurmayınız lütfen efendim. Devam ediniz Sayın Bakan.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Kemal Satır (Devamla): Sayın arkadaşlarımızın elinde bunun dışında işkence yapıldığı iddialarını ispatlayacak
herhangi bir delili Hükümet olarak bize intikal ettirecek olursa, konunun üzerine memnuniyetle eğilip, meseleyi ciddi olarak tahkik edeceğimizden hiç şüpheleri
olmasın.

Sayın arkadaşımızın da belirttiği gibi, sözlerinin sonunda “şayet varsa” diye ifade buyurdular; “şayet varsa” ile böyle bir isnadın yapılması şüphesiz ki doğru
değildir. Bunun dışında olarak ifade etmek isterim; bu işkence isnatları aslında iki hedefe yönelmiş olarak ifade edilmektedir, öne sürülmektedir, iddia 
edilmektedir.
Bunlardan birisi hüsnüniyetle yapılan iddialardır. Bu doğrudan doğruya müdafaada kolaylığı sağlamak için kullanılan bir silahtır. İşkence iddiası yapılıyor
ve bu bir müdafaa silahı olarak müvekkillerin savunulmasında kullanılıyor.
Diğeri, birtakım rejim düşmanları milli varlığımızı ortadan kaldırmaya teşebbüs eden bedbahtların, yurt dışında memleketimizi müttefik devletlere jurnal etmeleri şeklinde tecelli etmektedir. Bu bizim memleketimiz içinde hiçbir arkadaşımızın ne uygulamayı düşündüğü, ne de aklından geçirdiği bir metot değildir. 
Bu memleketimizi Avrupa Konseyinden çıkararak arzuladıkları rejime kavuşma iddiasında olan birtakım zavallı insanların öne sürdükleri mesnetsiz iddialardan
ibarettir.

Bugün Sayın Karaman arkadaşımızın ifade ettiği meselelerin içerisinde kendisinin de ifade buyurdukları gibi “sigayı şartiye vardır” şayet varsa…”
denilmektedir. Bize intikal etmiş ve ciddi olarak delile dayanan hiçbir ihbar bugüne kadar vaki olmamıştır. Arkadaşımızın bugün gazetelerde intikal eden
yazılara dayanarak ifade ettiği işkence isnatlarının üzerinde ciddi olarak durup, tahkikat yapacağız. Aslında Türk Silahlı Kuvvetlerine kendi mensuplarına, ne de
Türk Milletinin herhangi bir ferdine kanundışı, İnsanlık dışı herhangi bir işkence yapmayı aklından geçirmez. Türk Silahlı Kuvvetlerinin dostu olmayan çevrelerin
bu güce ve sıkıyönetime yönelmiş olan iftiraların ciddi olarak ele alıp incelemeyi hükümet olarak kendimize vazife bilmekteyiz. Şayet ben de “şayet” olarak ifade
ediyorum; kanundışı bir hareket varsa, bu kanundışı hareket komutanların bilgisi dışında, henüz mahkemelere intikal etmeyen vakalarda eğer vuku buluyorsa,
bunların da suçlularını arayıp bulmak Hükümet olarak, sıkıyönetim olarak hepimize düşen görevdir.

Arz eder, saygılar sunarım efendim. (AP ve Cumhuriyetçi Güven Partisi sıralarından alkışlar)

Başkan: Sayın senatörler, gündemimiz müsait olduğu zaman, gündem dışı konuşma istemlerinin hepsini karşılamaya gayret sarfetmekteyiz. Bugün
gündemimiz yüklüdür. Ancak, iki sayın üyeye söz vermek gibi bir imkan içindeyiz.
Daha üç sayın üyenin gündem dışı konuşma istemi vardır. Sayın Özmen, kalifiye işçilerimizin dışarıya gitmesini önleyecek tedbirlerin alınmasına mütedair.
Sayın Hüseyin Kalpaklıoğlu, İncesu ilçesindeki sel olayları nedeniyle gündem dışı konuşma talep etmektedir.

Sayın Delivelioğlu, örfi idare makamlarınca yürütülen muameleler ve işkence iddiaları üzerinde konuşma talep etmektedir. Bu istemlere imkân verme
durumunda değiliz. Direnme olursa Yüce Senatonun oylarına müracaat edeceğiz.

Mustafa Deliveli (Hatay): Tutumunuz hakkında söz istiyorum.
Başkan: Efendim.
Mustafa Deliveli (Hatay): Konuşma hususunda direneceğim Sayın Başkan.
Başkan: Direnme istemleri olup olmadığını sordum.
Mustafa Deliveli (Hatay): Sormadınız Sayın Başkan.
Başkan: Evet efendim öyle dedim. Direniyor musunuz efendim?
Mustafa Deliveli (Hatay): Evet.
Başkan: Hay hay efendim, müsaade buyurun.
Sayın Deliveli’nin gündem dışı konuşma istemini okuyup, direnişini oylarınıza arz ederim.

Sayın Başkanlığa,

Örfi idare makamlarınca yürütülen muameleler ve işkence iddiaları hususunda gündem dışı konuşmak istiyorum. Müsaadelerinizi rica ederim.
Hatay

Mustafa Deliveli Başkan: Bu istemin yerine getirilmesini isteyenler lütfen işaret buyursunlar…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Buyurunuz. Sayın Deliveli. Konuşmalarımız 10 dakika ile kayıtlıdır Sayın Deliveli.
Mustafa Deliveli (Hatay): Sayın Başkan, muhterem arkadaşlar
Bu mevzuda konuşmama imkan verdiğiniz için teşekkürlerimi sunarım.
Eğer biz şu memlekette hukuk devleti içinde olduğumuzu eden anayasası ile, mevzuatı ile, tatbikatı ile hukuk devletinin hüküm sürdüğü bir memlekette işkence yapıldığını katıksız, düşünen mücerret bir işkencenin karşısına çıkan bir arkadaşımı şu kürsüde hem alkışlamak hem de aşağıda sarılıp öpmek isterim.
Bu memlekette işkencelere karşı bağırma bir kişiye değil, ve hepimize düşen bir vazifedir. Yalnız gazetelerde okudum, Sayın Milli Birlik Grubu üyelerinin toplantı
yaptığını, yazılı sual sorduğunu ve ayrıca gündem dışı bir konuşma ile de bu mevzuu kürsüye getireceklerini ifade eden yazıyı okudum. Düşündüm. İşkence
için bu kürsüye getirsinler. Olur ya şöyledir veya böyledir. Bir işkencenin yapılmamasını isteyen bir konuşmanın aleyhine ne için Deliveli çıkıyor?
Duramadım, onun için çıktım.

Sayın arkadaşlarım, bu memlekette Jandarma Genel Komutanına silah atıldığı gün çıkmadınız, bu memlekette Emniyet Kuvvetlerine, polislere silah çekilip…
Suphi Karaman (Tabii üye): Söz istiyorum.

Başkan: Müdahale etmeyiniz lütfen efendim.

(...)

Talat Turhan Hakkında

1924 yılında Elazığ’da doğdu. O tarihte babası Elazığ Müdde-i Umumisi (Savcı) idi. Baba tarafı Rize ilinin Çayeli ilçesinin tanınmış ailelerinden Şerifoğulları’na
mensuptur. Anne tarafı Elazığ Harput’un tanınmış ailelerinden Efendigiller’ dendir. Babasının görevi nedeniyle yurdun çeşitli yörelerinde öğrenim hayatını sürdürdü. Örneğin, 1929 yılında Ardahan’da başladığı ilkokulu 1935 yılında Zonguldak Gazi Mustafa Kemal İlkokulunda tamamladı. Zonguldak’ta başladığı ortaokul yaşamını 1939 yılında Elazığ’da bitirdi.
Daha sonra 1940 yılında İstanbul Çengelköy’de bulunan Kuleli Askeri Lisesi’nde öğrenimini sürdürdü. II. Dünya Savaşı’nın başlaması nedeniyle İstanbul’un
seyrekleştirilmesi planı çerçevesinde okulu Konya’ya taşındı, devam eden öğrenimini 1942 yılında orada tamamladı. Mezuniyetinde tarih dersi birinciliği
nedeniyle ödüle layık görüldü. O dönemde Askeri Liseyi bitirdikten sonra Samsun’da 15. Topçu Alayı’nda askerlik stajını tamamladı.

(1944 yılında Harp Okulu mezuniyet sonrasında başarı durumuna göre meslek seçimi yapabildiği için Topçu sınıfına ayrıldı.)

Staj sonrası 1942/1944 yılları arasında Ankara’da Harp Okulu’nda öğrenimini tamamladı ve 30 Ağustos 1944’te Asteğmen rütbesiyle Türk Silahlı Kuvvetleri’ne
katıldı. Daha sonra 1944/1946 yılları arasında Polatlı’da bulunan Topçu Okulu’nda mesleki öğrenim gördü. Asteğmenliğinden 6 ay sonra Teğmenliğe
yükseldi. Okulu bitirdiğinde Adapazarı’nda bulunan 17. Tümen’e bağlı 17. Koşulu Topçu Alayı’na (Atlı) atandı. Bu arada bir süre Kandıra’da görevini sürdürdü. 
Bir yıl orada görev yaptıktan sonra şark (doğu) hizmeti için 156. Ağır Topçu Taburu Müstakil Takım Komutanı olarak Erzurum Tafta köyüne atandı ve sırasıyla;  1948 Topçu Okulu emrinde Müstakil Topçu Takım Komutanı (kıta ile naklen) Polatlı; 1948/1950 Topçu Üsteğmen Erzurum Gez köyü ve Aziziye Tabyası 13’ncü Uçaksavar Alayı Topçu Takım Komutanlığı ve Batarya Komutanlığı (vekaleten); 1948/1949 Kursiyer Uçaksavar Okulu Ağır Uçaksavar M-8 Komuta Aleti ve SCR 584 Radarı Kursu Tuzla; 1950 1. Uçaksavar Alayı Topçu Takım Komutanı; İstanbul–Rami, Bandırma (kıta ile naklen); 1950 Yedek Subay Taburu Takım Komutanı Tuzla Uçaksavar Okulu; 1950 Kursiyer (Kurs Birincisi) İzmir Gaziemir Ulaştırma Okulu Motor ve Bakım Kursu; 1950/1951 Üçüncü Bakım Kademesi Komutanı, Öğretmen Subay Kursu Tuzla; 1951-1953 Genel Konular Bölümü Motor Öğretmeni– Tuzla Uçaksavar Okulu (orada Motor bölümü kürsüsünü kurarak ilk bölümün öğretmenliğini yaptı); 1953 yılı Kara Harp Akademisi Sınavı Giriş Birincisi İstanbul-Yıldız; 1953/1954 5’nci Kore Tugayı Uçaksavar Batarya Komutan mv. Ankara ve Seferihisar (Türkiye’de hazırlık); 1954-1955 5’nci Kore Tugayı Uçaksavar Batarya Komutanı mv. (Batarya Birleşmiş Milletler Birincisi) Topçu Yüzbaşı Kore 1955/1956 Uçaksavar Alayı 187’nci Hafif Uçaksavar Batarya Komutanı İstanbul Orhaniye Kışlası; 1955 Kursiyer Polatlı Topçu Tekamül Kursu; 1958/1959 2’nci Ordu Karargah Harekat Başkanlığı Kurmay Stajyeri Topçu Binbaşı Konya; 1959/1960 39’ncu Tümen Topçu Komutanlığı Ağır Topçu Tabur Komutanlığı mv. – Kurmay Binbaşı Dörtyol; 1959/1960 39’ncu Tümen Harekat ve Eğitim Şube Müdür vk. İskenderun; 1960 Genel Kurmay Harekat Başkanlığı Plan Harekat Dairesi Plan Kısım Amiri Ankara; 1960/1962 Milli Savunma Bakanlığı Kara Emir Subayı Topçu Kurmay Yarbay Ankara (1960 Yılında atandığı bu görevinde 30 Ağustos 1962 yılında Yarbaylığa terfi etmiştir); 1960/1962 Milli Savunma Bakanlığı Özel Kalem Müdür vk. Ankara; 1961/1962 Ordu Dil Okulu İngilizce bölümü (9 ay süreli bu kurs devam ederken 22 Şubat 1962 başkaldırı girişimi meydana gelmiş, bu olay nedeniyle kursu tamamlamadan ilişkisi kesilerek Afyon Batı Menzil Komutanlığı Plan ve Prensipler Şubesi Kısım Amirliğine sürgün edilmiştir. Daha sonra Danıştay’da
dava açarak, dil kursunda bıraktığı yerden devam etme hakkını geri kazanmıştır.

27 Mayıs 1960’tan sonra Ankara’da Milli Savunma Bakanlığı (MSB) Özel Kalem Müdürlüğü görevinde bulunduğu evrede Silahlı Kuvvetler içindeki
dalgalanmalarda yer aldı. O dönemden itibaren ülkemizin yakın tarihine ilişkin olaylara devrimci inançları doğrultusunda doğrudan ya da dolaylı olarak katıldı.
Silahlı Kuvvetler Birliği’ne üye oldu.
Özellikle Ankara’daki görevi sırasında ABD emperyalizminin güdümüne sokulan ülke düzeninin kokuşmuşluğunu algıladı. Bu tavrı düzene egemen olan güçler
tarafından gözden kaçırılmadığı için, 22 Şubat 1962 olaylarına katılmış olma bahanesiyle Afyon’a sürgün edildi.

Daha sonra Genç Kemalistler Ordusu adlı bir dava nedeniyle Mamak Askeri Ceza ve Tutukevi’nde 1963 yılında 4 ay 17 gün tutuklu kaldı ve üç buçuk yıl
askeri yargıda yargılandı. Dava devam ederken hiçbir gerekçe gösterilmeksizin 42 sayılı yasayla emekliye ayrıldı. Emekli edildiğinde devresinde bulunan 
kurmay subaylar arasında kıdem bakımından birinci konumda bulunuyordu.
Kurmay Yarbay rütbesiyle emekliye ayrıldığı 1964 yılından bu yana kendisine yapılan tüm iş önerilerini reddedip düzen dışında kalmayı yeğledi ve 1965 yılında
yazın yaşamına başladı.

Egemen güçler peşini bırakmadılar. 1972/1974 yılında Bomba Davası adlı üst düzey cuntacı generallerin birbirleriyle olan makam ve çıkar çatışmaları üzerine
düzenlenen komplo bir davanın baş sanığı olarak Ziverbey İşkence Köşkü’nde bir ay işkence gördü ve iki yılını Selimiye Askeri Ceza ve Tutukevi’nde geçirdi. 

  İdam istemiyle yargılandığı bu davada af kabul etmemesine karşın, politik durumdaki değişime uyarlı olarak davası örtbas edildi. 
1973 yılında cezaevinde yatarken kontrgerilla işkencecileri hakkında TBMM araştırması isteyerek bu konuyu ülke gündemine soktu.

1990 yılında İtalya’da patlak veren Gladio gizli örgütü, öne sürdüğü tüm savları doğrulamasına karşın, TBMM’de bu konudaki tüm girişimler bugüne kadar
sonuçsuz kalmıştır. Susurluk kazasıyla da daha önce öne sürdüğü savlar Türkiye yönünden doğrulandı.

37 yıldan bu yana çeşitli gazete ve dergilerde politik, stratejik, istihbarat ve güvenlik örgütleri, insan hakları, olağanüstü yargı, kontrgerilla, terörizm ve
emperyalizmin örgütleri vb. yakın konularda araştırma ve inceleme türü dizi yazıları yayınlandı.

Özellikle 1990’dan beri ilgi alanı içine giren konularda 17’si yurtdışında olmak üzere 120’ye yakın konferans, açıkoturum, panel vb. gibi etkinliklere katıldı. 

Bazı Özel TV Kanallarındaki belgesel ve söyleşilerde yer aldı. Basın toplantıları düzenledi.


***

1960 Öncesi, 1980 Sonrası, Faşizme Karşı Dilekçeler. BÖLÜM 36

1960 Öncesi, 1980 Sonrası, Faşizme Karşı Dilekçeler. BÖLÜM 36



Ek 56


Ön Anayasa Taslağı Eleştirisi
İstanbul, 5 Kasım 1974
1. Ordu Komutanlığı 3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başkanlığına,
Dosya No: 1973/89
Sanık: M. Talat Turhan.
Konusu: “Ön Anayasa” iddiasının eleştirisi.

İlgi:

(a) İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığının; Sayı: 1973/5, Esas No:
1973/79, İddia No: 1973/33 ve 3 Nisan 1973 tarihli iddianamesi,
(b) 13 Aralık 1973 tarihinde mahkemeye sunduğum, 3 sahifelik dilekçe, (Du. Tu. Sh. 389)
(c) 7 Aralık 1973 tarihinde mahkemeye sunduğum, 3 sahifelik dilekçe, (Du. Tu. Sh. 389)
(d) İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığının; Sayı 1973/5, 1973/79, 1973/33 ve 7.6.1973 tarihli Ek İddianamesi,
(f) İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığının; Sayı: 1973/5, Esas No: 1973/79, İd. No: 1973/47 ve 22 Mayıs 1973 tarihli Ek İddianamesi,
(g) İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığının; Sayı: 1973/5, Esas No: 1973/79, İddia No: 1973/53 ve 25 Mayıs 1973 tarihli Ek İddianamesi.

Konunun eleştirisi:

1- a- İlgi(a)’daki iddianamme’nin 14. sahifesinde, “Ön Anayasa Taslağı’nın hazırlanması çalışmalarından uzak kalmamakla” suçlanmaktayım.
b- 15 Ekim 1974 günkü duruşmada okunan, Emin Değer’in ifadesi ile bu konu benim açımdan tam bir açıklığa kavuşmuş bulunmaktadır. Nitekim bu ifadenin
okunmasından sonra söz alarak (Du. Tu. Sh. 575, Satır 19:23)’te, şu beyanda bulunduğum anlaşılmaktadır. “Sanık Talat Turhan söz isteyerek, okunan ifade
beni ilzam etmemektedir, ön anayasa meselesi o zaman Silahlı Kuvvetlerde görev yapmış olan kişileri ilgilendirmektedir, bazı komplolar hazırlanmıştı, bu
ifadeye (karşı) anayasa taslağı ile ilgili hususları ilerde yazılı olarak detaylı şekilde eleştirip mahkemeye bildireceğim” dedi.
c- 353 Sayılı Yasanın, 159. maddesinin bana sağladığı haktan yararlanarak, bu iddianın benimle ilişkisini eleştirerek mahkemeye sunuyorum. (Du. Tu. Sh. 575,
Satır 19:23 e bakınız.)
2- a- İddianame sahife 14’teki, benimle ilgili, “Ön Anayasa Taslağ”ı hazırlığı iddiasının kaynağı, sadece Atamer Erol’un, Dosya Sıra No: 691/9, Satır 26-
38’deki Kontr-Gerilla ifadesindeki beyanlarıdır. (İfade tarihi 27.10.1972)
b- Atamer Erol’un bu beyanları, Dosya Sıra No: 693/3, P.1 ve 2 deki Askeri Savcılık ifadesindeki beyanları ile doğrulanmakta ise de, nakli bir beyan haline
dönüşmektedir. Bu beyanda mealen: “Benim de dahil olduğum, Ön Anayasa hazırlama çalışmalarına katılan kişilerin isimlerini Memduh Eren’den duyduğu”
ifade edilmektedir. (İfade tarihi 30.10.1972)
c- Atamer Erol hücrede ve ihtilattan men durumunda iken, 17.11.1972 tarihinde verdiği bir dilekçede ise, (Dosya Sıra No: 834/3) “Ön Anayasa Taslağı”nı
hazırlayanın yalnız Mehmet Çınar olduğunu beyan etmektedir.
d- Atamer Erol, bu konudaki Kontr-Gerilla ve Askeri Savcılık ifadelerinin gerçekdışı olduğunu, sorgusunda beyan etmiştir.

(1) Duruşma Tutanağı Sahife 406 Satır 10-14
(2) Duruşma Tutanağı Sahife 407 Satır 47-50
(3) Duruşma Tutanağı Sahife 407 Satır 55-57
(4) Duruşma Tutanağı Sahife 408 Satır 1-3
(5) Duruşma Tutanağı Sahife 408 Satır 12-15
(6) Duruşma Tutanağı Sahife 408 Satır 18-21
(7) Duruşma Tutanağı Sahife 409 Satır 36-37
(8) Duruşma Tutanağı Sahife 410 Satır 48-50
(9) Duruşma Tutanağı Sahife 413 Satır 32-37
(10) Duruşma Tutanağı Sahife 413 Satır 38-46
(11) Duruşma Tutanağı Sahife 414 Satır 11-15

3- a- Atamer Erol’un ifadelerinde, “Ön Anayasa Taslağı” hazırlamak gibi önemli bir iddia ile suçlanan kişilerden, (Talat Turhan, Memduh Eren, Salim Yavuz)
sanık olanların Kontr-Gerilla ve Askeri Savcılık ifadelerinde bu iddianın karşılığı olan herhangi bir beyanları yoktur.
b- Anılan ifadede, aynı suçla suçlanan kişilerden bir kısmı, (Saim Deliismailoğlu, Osman Deniz, Numan Esin, Mehmet Çınar) Atamer Erol’dan 8 ay sonra
gözaltına alınmışlardır.
c- Diğer bir kısım kişiler hakkında ise hiçbir soruşturma yapılmamıştır.
d- Anayasa gereğince, kanunlar önünde kişiler eşit olduğuna göre, böyle bir uygulamayı, hak, hukuk ve adelet ile açıklama olanağı elbette bulunamaz. Fakat
bu davayı düzenleyen çevre ve kişiler, hukuka entrika ve politika karıştırmaktan çekinmemişlerdir.
4- a- Atamer Erol’un ifadesinin benimle ilgili İlgi (b)’deki dilekçemle eleştirmiş bulunuyorum.
b- Özellikle, “Ön Anayasa Taslağı” hazırlamak iddiası İlgi (b) dilekçemin 13-16. sahifelerinde eleştirilmiştir. (Du. Tu. Sh. 416)
5- a- Gerçekte, delil yetersizliği içinde bulunan Askeri Savcı Nevzat Çizmeci, (İlgi
(a) sahife 2’ye bakınız) önce, ön yargı ile kişileri suçlamış daha sonra bu yönde, yeni gözaltına almalar ve ikrarlarla politik durumun müsaadesi nispetinde davayı
yürütmeye çalışmıştır.
b- (1) Bu anlayışın bir sonucu olarak, benimle ilgili “Ön Anayasa Taslağı” hazırlama iddiasının yetersizliğnin farkına varan Askeri Savcı Nevzat Çizmeci,
soruşturmayı yürütenlerle irtibatlı bulunmuş olmalı ki, ilk atfı cürüm sahibi Atamer Erol’tan 7 ay sonra gözaltına alınan, Saim Deliismailoğlu’nun Kontr-Gerilla ifadesinin 4. sahifesinde mealen: “Memduh Eren’in evinde “Ön Anayasa Taslağı” okunması toplantısına benim de katıldığım” suçlamasına ve bu “Anayasa
Taslağı”nı hazırlayanların Yalçın Küçük ve Salim Yavuz olduğu şeklinde bir beyana yer verilmiştir. (İfade tarihi: 8 Mayıs 1973)
(2) Saim Deliismailoğlu, Askeri Savcılık ifadesinin 1. ve 2. sahifesinde, Kontr- Gerilla ifadesinin bir bölümünü doğrulamış ve benim Memduh Eren’in evinde,
“Ön Anayasa Taslağı”nın okunduğu bir toplantıya katıldığıma dair beyana yer verilmiş ve “Talat turhan’ın toplantıda konuşma yapıp yapmadığı hatırımda
kalmadığı” denildikten sonra, aynı ifadenin 2. ve 3. sahifelerinde de başka hiçbir sanık tarafından doğrulanmayan Atamer Erol’un, Ankara, Küçükesat’ta
yapıldığını beyan etitği, “Ön Anayasa Taslağı” toplantısı reddedilmiştir.
(3) Saim Deliismailoğlu sorgusunda, bu konudaki Kontr-Gerilla ve Askeri Savcılık ifadelerinin gerçekdışı olduğunu beyan etmiştir.
(a) Duruşma Tutanağı Sahife 386, Satır 30-35.
Bazı isimleri tanımadığımı söyledim. Bir de Talat Turhan’ı Memduh Eren’in evinde görmüş olduğum hususunu kabul ettirmek istediler. Oysa ben Talat
Turhan’ı hiç tanımam, ismini dahi duymamıştım… Ancak Talat Turhan’ı ısrar üzerine tutanağa geçirdiler.
(b) Duruşma Tutanağı Sahife 386, satır 45:49, “…Ayrıca son gidişim bir toplantı haline sokuldu… Talat Turhan’ı ben orada görmediğim gibi…”
(c) Duruşma Tutanağı Sahife 387, satır 33-41
(d) Duruşma Tutanağı Sahife 388, satır 10-11
c- (1) Yukarıda açıkça görüldüğü gibi, hiç tanımadığım bir kişi olan Saim Deliismailoğlu’ndan, tertipçilerce düzenlenen Atamer Erol’un ifadelerindeki “Ön
Anayas Taslağı” hazırlama suçlamasını kuvvetlendirmek için yararlanılmış ve bu suretle benim üzerimdeki tertibe devam edilmeye çalışılmıştır.
(2) Saim Deliismailoğlu’nun ifadesindeki “Ön Anayasa Taslağı” hazırlama suçlamasını, İlgi (b) dilekçemle (Du. Tu. Sh. 389) eleştirmiş bulunuyorum.
6- a- Ön Anayasa Konusu’nda Numan Esin’in, Kontr-Gerilla ifadesinin 9. sahifesinin, 4. paragrafında Atamer Erol ve Saim Deliismailoğlu’nun aynı konuya
ilişkin suçlamalarından farklı bir beyan yer almış ve “Ön Anayasa Taslağı” hazırlayıcıları olarak başka kişiler gösterilmiştir.
b- Numan Esin’in bu konuya ilişkin beyanları Askeri Savcılık ifadesinin 4. sahifesinin 2. paragrafına intikal etmiştir.
c- Numan Esin sorgusunda bu suçlama ile ilgili olarak:
(1) Memduh Eren’in evindeki “Ön Anayas Taslağı” toplantısını reddetmiş (Du. Tu. Sh. 377, satır 1-3) ve
(2) Du. Tu. Sh. 378, satır 2-4’de: “Ön Anayasa çalışmaları… iddiaları ile herhangi bir ilgim yoktur. Ve çalışma yapılmış olsa bile kimler katılmıştır bilemem.”
Şeklinde beyanda bulunmuştur.
d- (1) Numan Esin’in sorgusunu İlgi (c)’deki dilekçemle cevaplandırmış bulunuyorum.
(2) Özellikle “Ön Anayasa Taslağı” iddiasını İlgi (b) dilekçemin 17. sahifesinde eleştirmiş bulunuyorum.
7- a- İlgi (b) dilekçemin 17. ve 18. sahifelerinde de açıklandığı gibi bu iddiaya ilişkin suçlamaları bulunan kişilerin beyanları; zaman, yer ve Ön Anayasa’yı
hazırlayan kişiler açısından çelişkiler içindedir.
b- Atamer Erol, Saim Deliismailoğlu ve Numan Esin’in ifadelerine göre “ Ön Anayasa Taslağı ”nı hazırlayan kişiler birbirinden farklıdır.
8- a- Yüksek Mahkemeniz, Atamer Erol ve Saim Deliismailoğlu ifadelerinin bu konuya ilişkin suçlamalarını gayri ciddi bulmuş olmalı ki; Ön Anayasa
Toplantısı’na katılmak ve Ön Anayasa Hazırlamak gibi suçlamalarla suçlanan birtakım kişileri, (Şuayıp Dilmen, Yalçın Küçük) tanık olarak dahi dinlemeye gerek görmemiştir.
b- Buna karşılık, Numan Esin’in, “Ön Anayasa Taslağı” hazırlanmasına ilişkin beyanlarının mahiyetinin incelenmesine gerek görülmüş olmalı ki, İlyas Albayrak
ve Emir Değer’in dinlenilmesine karar verilmiştir.
c- Bilindiği gibi, bu konuyla ilgili olarak dinlenen tanıkların (1) Fakih Özfakih, (Du. Tu. Sh. 497, Satır 50:55)
(Du. Tu. Sh. 468, Satır 1)
(2) Celil Gürkan, (Du. Su. Sh. 520:523) de yer alan beyanları da suçlama ile ilişkimin olmadığını göstermektedir.
9-a- Tanık olarak dinlenen İlyas Albayrak ifadesinde de görüldüğü gibi (Du. Tu. Sh. 560 ve 561) “Ön Anayasa Taslağı” hazırlama iddiası, tamamen Türk Silahlı
Kuvvetlerinin 12 Mart öncesi kendi bünyesi içindeki çabalarına dayalıdır.
b- İlyas Albayrak’ın ifadesinde, hiyerarşi içinde ve Komutanlarından aldıkları emir üzerine, “Ön Anayasa Taslağı” hazırlama girişiminde bulunan kişiler içinde,
Kemal Tunusluoğlu ile 5 General, 5 Albay’dan bahsedilmekte ve dosyanın Hava Kuvvetlerinden, Genel Kurmay’a sunulduğundan söz edilmektedir.
c- Eğer, Yüksek Mahkeme bu konuda daha da aydınlanmak isterse, yukarda adı geçen kişilerle, zamanın Hava Kuvvetleri Komutanını ve Genel kurmay
Başkanlarını tanık olarak dinleyebilir.
d- Du. Tu. Sh. 561, Satır 18:22 de İlyas Albayrak’ın beyanlarını cevaplandırmış bulunuyorum.
10- a- Aynı konuda dinlenen diğer tanık, Emin Değer’dir. (Du. Tu. Sh. 575)
b- Emir Değer’in ifadesi de İlyas Albayrak’ın beyanlarını doğrulamaktadır.
11-a- Yukarıdaki eleştirilerimide açıkça görüldüğü gibi, benim açımdan, “Ön Anayasa Taslağı” suçlamasının kaynağını teşkil eden Atamer Erol suçlamaları
Dosya Sıra No: 384/2 deki 17.11.1973 tarihli rücu dilekçesi ile kaldırılmıştır. (Du. Tu. Sh. 417)
b- Atamer Erol’dan 7 ay sonra gözaltına alınıp aynı konuda beni suçlamak için tertipçicilerce kendisinden yararlanılan kişi, Saim Deliismailoğlu’dur. Bu kişi,
sorgusunda beni tanımadığını beyan etmiştir. Doğal olarak, bir kişinin tanımadığı bir kişiyle aynı toplantıda bulunması olanaksızdır. (du. Tu. Sh. 386:388)
c- (1) Aynı konuda, Numan Esin’in ifadelerinde adı geçen kişiler, tanık olarak dinlenilmiş, (Fakih Özfakih, Celil Gürkan, İlyas Albayrak, Emir Değer) suçlamanın benimle ilgisi olmadığını ve Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki çalışmalar cümlesinden olduğunu beyan etmişlerdir.
12- a- Atamer Erol’un beyanına göre, “Ön Anayasa Taslağı”nı hazırlayan Mehmet Çınar’dır. (Dosya Sıra No: 384/3)
b- Saim Deliismailoğlu’nun ifadesine göre, “Ön Anayasa Taslağı”nı hazırlayan: Yalçın Küçük ve Salim Yavuz’dur. (Em. İf. Sh. 4, Sav. İf. Sh. 2)
c- Numan Esin’in ifadesine göre, “Ön Anayasa Taslağı”nı hazırlayan: Emin Değer, Hidayet Ilgar, Fakih Özfakih, İlyas Albayrak’tır. (Emniyet İfadesi Sahife-9, Askeri Savcılık İfadesi-4)
d- İlyas Albayrak’ın ifadesine göre, “Ön Anayasa Taslağı”nı hazırlayan ve bilgisi olan kişiler yukarda adı geçenlerden başka, 5 Alb ve 5 Generalden kurulu bir
komite ve Genel Kurmay Başkanıdır.
13-a- Askeri Savcı, İlgi (a) iddianamesindeki iddilarla çeliştiği halde, hiçbir inceleme yapmaksınız, ilgi (e) Ek iddianame Sh. 4 ve İlgi (f) Ek İddianamesi Sh.
4-5’deki iddiaları serdedebilmiş ve adeta bu tavrı ile gizli örgütlerce hazırlanan tertip senaryolarına göre alınan emniyet ve Kontr-Gerilla ifadelerini
meşrulaştırma çabasına düşmüştür.
b- Tek dayanağının, sanıkların birbirine yaptıkları atfı cürümler olduğunu beyan eden Askeri Savcı Nevzat Çizmeci’nin, (İlgi (a) Sahife 2) Duruşma Tutanağı Sh.
303’te yer alan “Emniyet beyanının tam anlamı ile doğru olduğu şeklinde kendimizi angaje etmek istemeyiz.” Diyebilmesi ibret verici bir örnek olup, yüksek heyetinizce elbette değerlendirilecektir.

Sonuç:

1- Yukardaki eleştirilerden kolaylıkla anlaşılacağı gibi “Ön Anayasa Taslağı” hazırlama çalışmalaı ile uzaktan yakından hiçbir ilgim yoktur.
2- Diğer tanıklarca da doğrulanan İlyas Albayrak’ın ifadesinde de açıkça görüldüğü gibi “Ön Anayasa Taslağı” hazırlama çalışmaları Türk Silahlı
Kuvvetlerinin yetkili Komutanlarının müsaadesi ile oluşturulmuş girişimlerden ibarettir.
3- 
a- Bomba Davası, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde iktidar olma kavgası içinde bulunan, Sunay-Tağmaç-Türün kliğinin, Gürler-Batur-Kayacan kliğini
bertaraf etmek için düzenlediği bir provokasyon sonucu huzurunuza getirilmiştir.
b- Politik durum ve iç ve dış koşullar Sunay-Tağmaç-Türün kliğinin ve onların gizli tertip örgütlerinin planları doğrultusunda gelişmediğinden, bu davadaki çelişkiler iddianamelere yansımıştır.
c- Örneğin; Gürler’in bazı zorlamalar sonucu, Genel Kurmay Başkanı olduğunu bilmeyen kalmamıştır. Bu nedenle 1972 Haziran, Temmuz, Ağustos aylarında
Gürler-Batur-Kayacan aleyhinde alınan Kontr-Gerilla ifadelerinin bir kısmı hasır altı edilmesine rağmen Türün’ün müsaadesi ile, Selahattin Fırat ve Nevzat
Çizmeci 404/2’deki ifadeyle daha 5 Ağustos 1972’de Gürler-Batur-Kayacan’ı cuntacı olarak ilan eden ifadeyi alabilmişlerdir. Bu ifadeden 10 gün sonra, bilinen
şekilde, Gürler Genel Kurmay Başkanı olunca, adı geçen ifadenin bir bölümü görülmemiş ve dava açılmışıtr. Ne zaman ki Faruk Gürler Cumhurbaşkanı
seçilememiş, yeni gözaltına alınmalar ve yeni Kontr-Gerilla ifadeleri ile 5 Ağustos 1972’deki tertibe kalındığı yerden devam edilmiştir. 
İlgi (g) Ek İddianame ile 25 Mayıs 1973 te Faruk Gürler, Cuntabaşı olarak ilan edilmiş ve fakat bu iddianamenin kaynaklandığı ifadede yer alan, Kemal Kayacan ve Muhsin Batur’un cuntadan olduklarına dair beyanlar görmemezlikten gelinmiştir.
4- Doğal olarak, bu kadar tertibi ve provakasyonu hukuk kalıpları içine sığdırmaya olanak yoktur. Bu nedenle, tertibi düzenleyenler daha bugünden
kamu vicdanında mahkum olmuşlardır.
5- İlyas Albayrak’ın ifadesine göre, “Ön Anayasa Taslağı”, 13 Mart 1971 de Genel Kurmay’a sunulmuştur. (Du. Tu. Sh. 561, Satır 3-4) Eğer bu girişimler bir
suç ise, böyle bir girişime müsaade veren ve olanak sağlayan, zamanın Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç, “Ön Anayasa Taslağı” suçlamasının baş
sanığı olarak huzurunuza getirilmelidir.

Saygılarımla.
M. Talat Turhan

Ek 57

Bomba Davası Sanıklarına İşkence Yapıldığı İddialarıyla İlgili Cumhuriyet Senatosu Görüşmeleri Cumhuriyet Senatosu Başkanlığına,
Gazetelerde Sıkıyönetim Mahkemelerinde yargılanan sanıklara hakim önüne çıkarılmadan önce özel sorgulamalarda işkence yapıldığına dair haberler yeniden
yer almıştır.
Cumhuriyet Senatosunun 13 Haziran 1973 Çarşamba günü yapılacak oturumunda bu konuda görüşlerimi belirtmek için 10 dakikayı geçmemek üzere
gündem dışı söz verilmesini saygılarımla rica ederim.

Suphi Karaman, Tabii Üye

Mustafa Deliveli (Hatay): Bu mevzuda benim de söz talebim var.
Refet Rendeci (Samsun): Mahkemede bulunan işler için açıklama yapılır mı
Sayın Başkan.
Başkanlık: Başkanlık divanına intikal etmiş bir isteminiz var mı?
Mustafa Deliveli (Hatay): var efendim.
Başkan: Mahkemede bulunan işler için Başkanlık Divanı gereken hassasiyeti gösterecektir efendim. Emin olmanızı istirham ederim. Buyurun Sayın Karaman.
Suphi Karaman (Tabii Üye): Sayın Başkan, Sayın Senatörler, bu kutsal çatı altında bulunan ayrıntısız hepimiz insan haklarına dayalı demokratik hukuk
devletinin korunması ve yaşatılması için namus ve şeref yemini yapmış kimseleriz. Bu yeminimizin gereğini hayatımız pahasına da olsa yerine getirmek
azim ve imanı içerisindeyiz. Demokrasimizin bu geçiş döneminden arızasız geçmesi, Ekim ayında yapılacak genel seçim gününe huzurla kavuşması ve
ondan sonra da gene başarı ile gelişmesi emel ve arzusu içerisindeyiz.
9 Haziran 1973 tarihli gazeteler İstanbul 3 No.lu Sıkıyönetim Mahkemesinde görülmekte olan “Bomba Olayı Davası” ile ilgili duruşmada bazı sanıkların hakim
önüne çıkarılmadan önce kendilerine hukuken yetkisi olmayan kişiler tarafından yapılan özel sorgulamalarda baskılar yapıldığını, işkenceye maruz kaldıklarını
bunun sonucunda kendilerine bazı suçları işlediklerinin kabul ettirilmiş olduğunu beyan ettiklerini yazmışlardır. Bu haberi veren gazeteler şu veya bu eğilimdeki 
bir iki gazete değildir. Her birinin çeşitli görüşleri yansıttıkları bilinen bütün gazeteler bu baskı ve işkence haberlerini vermişlerdir. Hem de İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığının bu konuda daha önce koymuş olduğu yayın yasağına rağmen.
Sıkıyönetim Komutanlığı Mahkemelerinde yargılanan sanıklara özel sorgulama ekipleri tarafından, gözleri bağlı olarak, baskı ve işkence yapıldığı ve ifadelerinin
alındığı haberleri duruşmalardaki sanık ifadelerine dayanılarak birçok defalar Türk basınında yer almıştır. Bunun dışında herkes gibi bizim de işkenceler ve
örnekleri üzerinde bazı özel duyuşlarımız olmuştur. Fakat resmiyet kazanmadıkları için bunlara inansak bile, bugünedek bu tür bilgilerimizi bu
kürsülerden açıklamamış ve bunlara dayalı yorumlarda bulunmamışızdır. Ancak, özel duyuşlara dayalı bu tür işkence haberlerini sivil ve asker sorumlu kişilere
zamanında ve resmen aktarmışızdır. Duruşmalardaki sanık ifadelerine dayalı ve basına yansıyan baskı ve işkence olaylarını yasama faaliyetleri içinde bulunan ve
bu kürsülerde dile getirmek hukuk devleti ilkesine bağlı bir yasama meclisi üyesi için kaçınılmaz görevdir.

Nitekim, bu cümleden olarak daha önceleri de gene basına akseden bu tip işkence olayları için grup arkadaşlarımızdan Sayın Sami Küçük 8 Kasım 1971
tarihinde, Başbakan tarafından cevaplandırılmak üzere, bir yazılı soru önergesini Cumhuriyet Senatosu Başkanına sunmuşlar ve altı ay sonra 10 Mayıs 1972
tarihinde de bu soru İçişleri Bakanı tarafından cevaplandırılmıştır. Bu gayret ve uyarılarımızla yetkisiz kişilerin kanundışı davranışları ile sorumlu makamları
müşkül duruma sokmalarını önlemeyi amaç edinmişizdir. İşte şimdi de 9 Haziran 1973 tarihli gazetelerde ve bugünkü gazetelerde de yer alan bu tür haberlerden
ötürü konuyu gündem dışı bir konuşma ile huzurlarınıza getirmiş bulunuyorum.
Bomba olayı ile ilgili olarak ilk defa hakim önüne çıkarılan bir sanığın maruz kaldığı baskı ve işkenceyi mahkeme önünde şu sözlerle anlattığı basında yer
almıştır. Bu sanık demiştir ki; “Emniyette maddi ve manevi zor durumda bırakılarak ifadem alınmıştır. Bu hareketin vücudumda etkilerini taşıyorum.
Hastaneye sevkimi ve bir bilirkişi marifetiyle bunların tespitini istiyorum. ” Bu sanık ayrıca şunları da söylemiştir:

“Bu iddianame hukuk dışı, anayasa ve kanundışı bir malzeme ile hazırlanmıştır.
Söz konusu ikrar baskı ürünüdür. Savcının bu işkenceleri bilmemesine imkan yoktur. Bu ifadeler savcıya niyabeten alınmıştır. Tabanımda ve vücudumda baskı
izlerini taşımaktayım, göstermek istiyorum.” Sanık ayrıca duruşma heyetine verdiği bir dilekçe ile 353 Sayılı Yasanın 122. ve müteakip maddelerine göre
kendisinin bildireceği üç doktor tarafından muayene edilip işkence izlerinin tespit ettirilmesini savunma delili olarak mahkemeden istemiştir. 
Bazı gazetelerde bu sanığın çıplak ayağını duruşma hakimlerine gösterirken çekilmiş resmi de vardır.
Bilirkişiye sevk isteği üzerine duruşma hakiminin bu sanığa verdiği cevap ilginçtir.
“Burada basın mensupları var diye ayakkabınızı çıkarıyorsunuz.” Diyerek onu şantaj yapmış gibi gösterme gayreti içinde bir ithamın altında tutuyor ve fakat bu ithamını pekiştirmek için sanığın iddiası doğrultusunda kanun hükümlerinin gereğini yapmaktan çekiniyor. Üzerinde işkence izleri bulunan bir çıplak ayağın
görüntüsüne rağmen bu ayağın sahibinin bilirkişiye ve o anda muayeneye sevk isteğini reddediyor.
Oysa sanığın bu isteği yasalara aykırı işlem yaparak kendisine işkence edip suç işleyen kimselerin cezalandırılmasını temin için yapılmış bir ihbar sayılıp işleme
konulması gerekli idi. Bugünkü gazetelerden anlaşılıyor ki, mahkemenin yapması gereken bu görevi, bir gün sonra olsa bile, Komutanlık yapmış, iddia sahibini
hastaneye sevk etmiştir.
Ayrıca söz konusu ifadelerin işkence ile alınmış olup olmadığının mahkemece araştırılması, ifadelerin hukuki değerinin tayini için de gerekli idi.
Başkan: Sayın Karaman, bir dakikanızı istirham ediyorum mahkeme işlemlerinin eleştirilmesi şeklinde olmamasını istirham ediyorum.
Mustafa Deliveli (Hatay): Bu konuşma mahkemelere tesiridir.
Başkan: Mahkeme işlemleri konusunda, o işlemlerin eleştirilmesi sahasına intikal ettirilmemesini bilhassa istirham ediyorum.
Suphi Karaman (Devamla): Efendim, bir cümlem var burada müsaade ederseniz bitireyim. Nitekim Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 17.4.1963 gün ve 892/1434 karar
sayılı kararında ikrarın zorlanmaya dayandığı iddiasının mahkemece tetkik ve tespiti gerektiğini kabul etmiştir. Bu konu ile ilgili olarak bugünkü Cumhuriyet
gazetesinde Türkiye Barolar Birliği Başkanı Faruk Eren’in yazdıkları makale ve ortaya koyduğu görüşler ilginçtir.
Diğer taraftan, sanık hakkındaki davanın açıldığı tarihin iddianamenin mahkemeye verildiği 7.6.1973 günü olduğu ve davanın ilk duruşma gününün de
ertesi günü, yani 8.6.1973 günü olduğu göz önüne alınırsa bu duruşma hazırlığı safhası fiilen ortadan kaldırılmış ve sanığın 353 Sayılı Kanunun 122. ve müteakip
maddelerinden yararlanma olanağı yok edilmiştir.
Sayın arkadaşlarım, 50 yılını dolduran Cumhuriyet yönetimimizin hiçbir döneminde iç isyanlarda…
O. Mecdi Agün (Rize): Anayasaya aykırı konuşma yapılıyor Sayın Başkan.
Başkan: Efendim, müsaade buyurun, ben takip ediyorum.

Devam buyurun efendim.


37. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***