Talat Turhan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Talat Turhan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Aralık 2020 Perşembe

CIA NIN CHP Yİ TASFİYE PLANI

 
CIA NIN CHP Yİ TASFİYE PLANI

TÜRKSOLU – SAYI:74 – 24 OCAK 2005
TALAT TURHAN
Talat Turhan’ın CIA-MİT ilişkisi, işkence, anarşik olaylar ve siyasi cinayetlerle ilgili olarak CHP’ye verdiği rapor / 1 Mayıs 1976 (İlk kez yayınlanıyor)
Talat Turhan Bomba Davası’nda savunmasını yaparken.CIA’nın CHP’yi tasfiye planı
Giriş
Ziverbey Köşkü işkencecilerinin CHP’yi suçlamak için özel bir çaba içinde olduklarını algılamam, sorunun daha da üzerine gitmeye zorladı beni.
Bu nedenle 12 Mart döneminin onbinlerce sayfa tutan dava dosyalarını araştırdım. Özet bir sonuca vardım ve bunu 1975 yılında savunmamla birlikte Sıkıyönetim Mahkemesi’nde açıkladım. Kanıma göre ABD emperyalizmini 12 Mart yarı askeri darbesi tatmin etmemişti. İlerde bir dönem gelecek; 27 Mayıs tam tasfiye edilecek, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin radikal kesimi tam tasfiye edilecek, CHP kapatılacak, Atatürkçü demokratik sol görüş tasfiye edilecek ve faşist bir düzen kurulacaktı.
Nitekim beş yıl sonra 1980 askeri darbesi tahminimi bütünüyle doğruladı.
Neden CHP düşman seçilmişti? Çünkü, antikomünist görüşle beyinleri yıkananlar için, sosyalizm ile sosyaldemokrasi koşuttu. Bu nedenle Ecevit ve CHP’nin üzerine gidiliyordu.
Nitekim ÖHD’de görev yapmış emekli Yarbay Hüseyin Yakış bir gazeteye yaptığı açıklamada “ÖHD Türk toplumunun ÖHD’si olma vasfını kaybetti. Çünkü kuruluşunda sağcı bir temel üzerine kuruldu. Mukavemet personeline dersler verilirken bazı sözler söylenmiştir. Örneğin, komünist mihraklar vardır, bunlar dernekler, sendikalar, siyasi partilerdir, hatta bunlar içinde Atatürk’ün kurduğu parti de var. Böylece belirli bir siyasi görüşün ideolojisine sahip çıkmış görünmektedir.”
Yakış, örgütün içinden gelen çok önemli bir tanıktır. CHP’yi suçlayıcı dersler verildiğini açıklamaktadır. Buna karşın örgüt elemanlarına benimsetilmeye çalışılan ideoloji faşizm ile bağdaştırılabilir. Demokrasi ile yönetildiği iddia edilen ülkelerde, faşist anlayışla yetiştirilen örgütlere yer verilmesi nasıl açıklanabilir?
Bu anlayışın benimsetildiği paramiliter örgütler, partiler ve militanlar CHP’yi ve CHP’lileri Gayrinizami Savaş kapsamında “İç Komünistler” olarak kabul etmiş ve onlarla mücadele etmeyi “vatanseverlik” saymışlardır. AP’nin de bu anlayışa, o dönemde, destek verdiğini görüyoruz. Emekli olduktan sonra AP tarafından İstanbul’dan Senatör adayı gösterilen Org. Türün seçilemeyince, daha sonra Manisa milletvekili adayı gösterildi. Bu kişi yaptığı seçim konuşmasında CHP’yi “komünizm ve anarşinin destekçisi ve teşvikçisi olmak”la suçladı. Türün’ün açıklaması, 1975 yılında öne sürdüğüm “CHP kapatılacak” savımın iki yıl sonra doğrulanması anlamına geldiği gibi, Ziverbey İşkence Köşkü’nün ne amaçla kurulduğunu gösterecek bir denek taşı kabul edilmelidir.
Kuşkusuz bu görüşte Türün yalnız değildi. Nitekim Demirel de aynı dönemde “Cumhuriyet Halk Partisi’ni anarşi ve komünizmi sessizce teşvik etmekle” suçlamakta ve Türün’ü savunmaktadır: “Halk Partisi Genel Başkanı devletin verdiği görevi şerefle yapan İstanbul eski Sıkıyönetim Komutanını faşist ilan ediyor, böylece Halk Partisi Genel Başkanı’nın maskesi bir defa daha düşmüştür. Faşist dediği general ne yapmıştır? Ülkeyi rahatsız edenleri, görev gereği tesirsiz hale getirmek için kanunların verdiği yetkiyi kullanarak hizmet yapmıştır.”
Demirel bu sözleriyle sırf Türün’e değil, onun üzerinde yoğunlaşan Ziverbey İşkence Köşkü uygulamalarına dolaylı da olsa arka çıkıyor. Aynı anlayışın bir uzantısı olarak AP milletvekili Müfit Bayraktar “Komünistlere karşı Türk devletini korumak için mücadele unsuru olan bir kuruluş ise Kontrgerilla teşkilâtı mubahtır” diye açıklama yapıyordu.
Ziverbey İşkence Köşkü’ndeki Kontrgerillacıların katkısı ile CHP’nin kapatılmasına çalışanlar, günün birinde kendi partilerinin de kapatıldığını gördüklerinde şaşkına dönmüşlerdir. Ama iş işten geçmiştir. Bugün geçmişin bu olumsuz tavırlarından ders alınmış olduğu görülüyor. Demokrasi adına bu gelişmeyi saygı ile karşılıyoruz. AP ile CHP arasında her konuda olduğu gibi Kontrgerilla konusunda da kısır çekişmelerin sürdüğü bir dönemde Ankara’ya giderek Ecevit ile görüşüp bilgilendirmek istedim. Bu amaçla ilk önce özel kalem müdürü Galip Uzun ile görüştüm. Kendisine Özel Savaş, Gayrinizami Savaş ve Kontrgerilla Harekatı’na ilişkin bazı resmî ABD ve Türk belge ve yapıtlarını gösterdim. Bana yanıt olarak, Ecevit’in ertesi gün akşam Libya’ya gideceğini, bütün gününün dolu olduğunu, bu nedenle Libya dönüşünü bekleyip bekleyemeyeceğimi sordu. Dönmek zorunda olduğumu söyledim.
Ertesi gün Ecevit’e göstermek üzere belgeleri benden istedi. Memnuniyetle verdim. Ertesi akşam buluştuğumuzda benden özür dileyerek, fotokopi çektiklerini söyledi. İlaveten, Ecevit adına Deniz Baykal ile görüşüp görüşemeyeceğimi sorunca kuşkusuz kabul ettim.
Ecevit’in önerisi üzerine Baykal ile, Baykal’ın önerisi ile de Süleyman Genç ile birkaç saat görüşerek, bu konuda bildiğim gerçekleri kendilerine aktardım. Bir kopyası Ecevit’e sunulmak üzere benden yazılı bir rapor istediler. İsteklerini yerine getirdim.
Ecevit, Libya dönüşünde Cumhurbaşkanı Korutürk’ü ziyaret etti. O günkü radyo ve TV haberlerinde Ecevit’in Korutürk’e ‘özel istihbarat’ verdiğinden söz ediliyordu.
Ecevit bugüne kadar yaptığı açıklamalarda benim ismimi özenle gizlemeye çalışmıştır. Bu nedenle özel istihbaratın benim belgelerimin fotokopisi olup olmadığını bilmiyorum. Gerçi Ecevit’e 1974 yılında ÖHD konusunda bir brifing verilmişti ama, bu brifingde kendisine ÖHD’nin sivil uzantısı “vatanseverler”den oluşan örgütün şemasının gösterilmiş olduğunu sanmıyorum. Benim özel kalem müdürüne verdiğim belgeler arasında ST 31-15 Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekât Talimnamesi de bulunuyordu. Anılan talimnamede Yeraltı Örgütü’nün şeması gösteriliyor ve bu örgütün “yasalara bağımlı olmadığı” da açıklanıyordu.
CHP’ye sunduğum raporun bir kopyasını da Uğur Mumcu’ya vermiştim. Mumcu ve İlhan Selçuk geçen yıl yazdıkları makalelelerde anılan rapordan söz ettiler.
Turhan, Mumcu ile birlikte işkence merkezi Ziverbey Köşkü’nün önünde.Rapor:
Genellikle kamu kuruluşları legal örgütlerden oluşurlar. Buna karşın bu örgütlerin felsefesinin, devletin temel politika ve felsefesini yansıtmak durumunda ve zorunluluğunda olacağı da bir gerçektir. Tarih boyunca her konuda, belirli sistemler içinde dahi sapmaların olabileceği görülmüş, bu nedenle de bir yandan iktidar güçleri birbirlerinden bağımsız organlar arasında bölüştürülürken, bir yandan da söz konusu sapmaları önlemek için kuvvetler arasındaki dengeler anayasalarla kurulmaya çalışılmış, bunun organları ve yaptırımları beraberinde getirilmeye çalışılmıştır.
Bir Kurtuluş Savaşı ürünü olan 1921 ve 1924 Anayasalarının “kuvvetler birliği” ilkesini benimsemiş olmalarına karşın, özellikle çok partili dönemde liberal ekonomiye aşırı teslimiyetin doğal sonucu olarak Türkiye’yi “küçük Amerika” yapma özlemleri kuvvetler birliği sistemi içinde millî irade kavramının yanlış bir değerlendirmeye tabî tutulması ve o dönem iktidarlarını bir parlamenter diktaya gitmesi olgusu 27 Mayıs 1960’la noktalandı. Bir tepki anayasası olan 1961 Anayasası, 27 Mayıs öncesi anayasal düzenin tam karşıtı ve Montesqiue’dan bu yana benimsenen kuvvetler ayrılığı ilkesini getirmiş olmasına karşın, Türk kamuoyunun yüzde 68 onayını almıştı.
1960’dan bu yana olan gelişmeler Türkiye’yi küçük Amerika yapma özlemi içindeki politik güçlere daha da etkenlik kazandıracak bir oluşum göstermesi ve daha önemlisi 1961 Anayasasının getirdiği göreceli özgürlük ortamının devrimci sınıfları bilinçlendirmiş olması, özellikle 1965’den sonraki iktidarların uzun vadeli politik çıkar ve hedeflerini gerçekleştirme çabaları 1961 anayasasını tebdil, tağyir ve tahribe yöneldi. Söz konusu politik güçler ilk etapta anayasa değişikliklerini maşalar kullanarak gerçekleştirmeyi başardılar.
Türkiye’nin başarılı Kıbrıs harekatından sonra devrilen CIA uşağı Yunan generalleri çeşitli suçlardan yargılanmış, Yunan gizli servisi KYP’nin CIA ile ilişkileri yanında, Yunan kontrgerillası ESA örgütünün de CIA ile ilişkileri ortaya çıkmıştır. Bu örgütlerin de tıpkı Türkiye’de olduğu gibi ‘sosyal uyanışı önlemek’ ve ABD yanlısı düzeni yaşatmak amacıyla işkence yaptıklarını ve her türlü kışkırtıcılığı teşvik ettikleri yargılama sonucu anlaşılmıştır. Eski Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in CIA ile MİT ilişkisi konusunda yaptığı açıklama, Türkiye’de devrimciler tarafından uzun süredir öne sürülen aynı doğrultudaki iddialara yeni boyutlar kazandırmış, konunun Meclis’e aktarılmasını zorunlu kılmıştır.
Türkiye’nin bugün içine itilmek istendiği siyasal cinayetler dönemi dünyanın diğer ülkelerinde de yaşanmaktadır. Genellikle böyle bir döneme itilen ülkeyi Amerikan yanlısı bir düzen değişikliği izlemektedir. Bunun en somut örneği, bugün Arjantin’de görülmektedir. Bir yıllık gazete koleksiyonları karıştırıldığında, ABD devlet başkanının, dışişleri bakanının ve CIA başkanlarının müdahale girişimlerini açıkça dile getirdiklerini görmekteyiz. Sağ terörist örgütlenme ve buna bağlı siyasal cinayetlerin ABD açısından başka alternatifler kalmadığı ülkelerde düzen değişikliğinin ön hazırlıkları olduğu bilinmektedir.
Doğal olarak ABD bir yandan Yunan cuntası deneyi, bir yandan da 12 Mart sonrası uygulamalarından yararlanmak suretiyle iktidara aday görülen CHP’nin iktidarını önlemeye çalışmaktadır. Bunun için ABD yanlısı MC iktidarının CHP’yi parçalamak ve solun değişik fraksiyonları arasındaki çelişkileri abartmak, partiye ajan sokmak gibi yöntemleri denemektedir.
Bütün bunlardan daha önemlisi, bir sureti tarafımdan 3 No’lu İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesine verilen 1965 yılında Genelkurmay Başkanlığı’nca 1779 adet basılarak kendi örgütüne dağıtılan, “Ayaklanmaları Bastırma Harekâtı” adlı kitapta yazılı olanlardır. Bu kitap Frederick A. Praeger Inc. yayınevince ABD’de basılmıştır. Bu yayınevinin CIA tarafından kurulup finanse edildiği saptanarak belgeleri mahkemeye sunulmuştur. Aslında, kitabın birinci sayfasında CIA’dan “Beynelmilel İşler Merkezi” diye bahsedildiğinden, kitabın bir CIA yayını olduğu ilk bakışta anlaşılmaktadır.
Bu kitap 12 Mart sonrası tüm uygulamaların (anayasa ve yasa değişiklikleri, muhbirlerden yararlanma, ajan sağlama ve kullanma, parti kapatma, özel sorgulama yöntemleri, siyasi polisin güvenilir kişilerden yeniden örgütlenmesi, vb.) ortaya koyarak adeta 12 Mart sonrası uygulamaların teorisini içermektedir. Bunun yanında ABD’nin az gelişmiş ülkelere müdahalesinin nedenlerini de açıklamakta daha da önemlisi “gerektiğinde seçimlere hile katılarak ABD yanlısı bir iktidarın oluşturulması” önerilmektedir. Bunun yanında, ‘temizlik harekâtı’ olarak nitelediği devrimci ilerici akımların boğulması için tek çiçeğin (tek fikrin) varlığına izin verilmesi önerilmek suretiyle bir çeşit bugün tezgahlanan faşizmin nedenleri gösterilmektedir. Demokratik hukuk devletinde Başbakanlığın emrinde olan bir örgüt CIA kaynaklı böyle bir kitabı neden çevirterek Silahlı Kuvvetler’ce yayımlanmasının nedenleri saptanmalıdır.
– O dönemdeki Genelkurmay Başkanı kimdir, bu konudaki sorumluluğu nedir?
– 12 Mart’tan sonra bu kitap doğrultusundaki önerileri uygulamak için devlet çapında provokasyon düzenleyen legal ve illegal örgütler hangileridir? Bu örgütlerin sorumlulukları saptanmalıdır.
– CIA önerisi olan seçimlere hile katmayı benimseyerek örgütüne yayan ve 12 Mart’tan sonra da bu önerilerin uygulanması için büyük çaba gösteren Cevdet Sunay’ın sorumluluğu saptanmalıdır.
– Pratikte seçimlere hile katmak nasıl yapılacaktır? 1975 seçimleri sırasında kütüklerdeki geniş ölçüdeki aksamalar bu hile önerisinin bir gereği midir?
– CIA’nın ve ÇUŞ’ların ABD ve kendi çıkarlarını koruyan politik örgütleri dolarla beslediği ABD belgeleriyle saptandığına göre, aynı dolardan Türkiye açısından seçimleri etkilemenin bir aracı olarak yararlanılmayacağını düşünmek olanaksızdır.
– Ayaklanmaları Bastırma Harekâtı adlı CIA kaynaklı kitapta bir ülkenin düzenine egemen olabilmek için, o ülkede dört güce egemen olmak gerektiği belirtilmektedir:
1) Politik güçler,
2) İdari bürokrasi,
3) Silahlı Kuvvetler,
4) Polis.
1) Politik güçler
CIA-politik örgütler ilişkisine yukarıda yeteri kadar değinilmiştir. Yalnız, şunu belirtmek gerekir ki, dünyadaki tüm terörist sağ örgüt ve partilerin finansmanının CIA kaynaklı olduğu ABD ve dünya basınınca bir yıldır sürekli olarak açıklanmaktadır. Örneğin, Arjantin’deki AAA örgütü idam mangaları kurmaya kadar sağ terörizmi geliştirmiş ve bunu ABD dolarları ile sürdürmüştür. Uruguay gibi diğer Latin Amerika ülkelerinde de benzerlerine rastlanmaktadır. Bu gerçeklerle Türkiye’deki olaylar arasındaki paralelliği görmezden gelmek gaflet olur.
2) İdari bürokrasi
ABD idari bürokrasisinin kilit noktalarının kendi eğitim sisteminden gelmiş, elektronik araçlarla çeşitli değerlendirmelere tabi tutulmuş, kendilerince yararlı olduğuna kanaat getirilmiş kişileri az gelişmiş ülkelerde bürokrasinin kilit noktalarına yerleştirmek suretiyle idari bürokrasiyi kontrol altına almaktadır. 1975’te, Cumhuriyet Gazetesi’nde Richard Podol adlı bir AID uzmanının Türk bürokrasisi hakkındaki raporuna bir göz atmak, bu konuda gerçeklerin saptanmasına ışık tutabilir. Richard Podol özetle, Türk bürokratının özelliklerini saydıktan sonra, ABD’de eğitim görmüş kişilerin bürokrasi içinde “elit içinde elit” olduklarını belirtmekte ve bu kişilerin halen Türkiye’de müdür düzeyinde bulunduklarını, önümüzdeki aşamada genel müdür ve müsteşar yapılmalarının hedefleri olduğunu açıklamaktadır. CIA paravanası AID’ın bir uzmanı herhalde Türk milliyetçiliği ve ulusal çıkarlarının gereğini yerine getirmek için bu öneride bulunmamaktadır.
3) Silahlı Kuvvetler
ABD, Silahlı Kuvvetler ile askeri ikili anlaşmalar, siyasal paktlar, silah araç ve gereçlerini sağlamak ve doğal olarak Silahlı Kuvvetlerin eğitim sistemine egemen olmak suretiyle ilişkilere girişmektedir. Bu konunun ayrıntılarına girmeksizin özellikle gayri nizami harp yöntemleri ve kontrgerillanın 12 Mart’tan sonraki kullanılışından aşağıda söz edeceğiz.
4) Polis
Bu konuya genel hatlarıyla yukarıda değinmiş bulunuyoruz. Bu bölümde CIA ajanı Philipe Agee’in, CIA’nın az gelişmiş ülkelerle ilk önce emniyet örgütünde ilişki kurduğunu, polisi çeşitli yöntemlerle ele geçirdiğini ve satın aldığını yazdığı anılarının okunmasında yarar görüyoruz. Bunun yanında, 12 Mart’tan sonra Yeni Ortam’da anılarını yayımlayan, halen bir bahane ile mahkum edilerek Çubuk hapishanesine konulan Mehmet Pekşen adlı polis; “Ben bir işkenceciydim” adlı anılarından “12 Mart’tan sonra işkenceci polislere ‘gıcırtı’ olarak tanımlanan açıktan paralar dağıtıldığını, Ankara Emniyet Müdürlüğü ile ABD Büyükelçiliği arasında niteliği bilinmeyen paketler alınıp verildiğini ve hatta Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün birtakım kırtasiyelerinin ABD büyükelçiliğince sağlandığını” öğreniyoruz.
Yasalarımıza göre ABD Büyükelçiliği’nin muhatabı Dışişleri Bakanlığı olduğuna göre, bağımsız olduğu iddia edilen ülkemizde polis-ABD diplomatik misyonu arasındaki bu ilişkinin sorumlularının saptanması kaçınılmaz bir görevdir.
Mehmet Pekşen’in anılarından, bu kişinin yıkıcı faaliyetlerle mücadele kursundan geçirildikten sonra işkenceci yapıldığını da öğreniyoruz. Bu noktada akla yeni bir soru gelmektedir. Türkiye’deki polis okullarında, enstitülerde yıkıcı faaliyetlerle mücadele adı altında ve benzeri kurslarda okutulan derslerin kaynağı neresidir? Bu öğretim kurumlarında eğitim görevi yapanlar hangi dış kaynaklı kurslardan geçirilmişlerdir?
12 Mart sonrası işkencecileri genellikle siyasi polis kadroları içinden seçildiklerine göre, o dönemde siyasi polis örgütünde görev almış kişiler kimlerdir? Bu kişiler hangi dış ve iç kurslardan geçirilmişlerdir? Aynı kişilerin mal varlıklarının ve yaşam tarzlarının saptanması olanaklı mıdır?
Emniyet Genel Müdürlüğü’nde “Önemli İşler Şube Müdürlüğü” adı altında bir şube bulunmaktadır. Bu bölüm hangi yılda kurulmuştur? Hangi görevleri yerine getirmektedir? Kimler bu şubenin müdürlüğünü yapmıştır? Bunlar hangi dış kaynaklı kurs ve eğitimden geçirilmişlerdir?
Bu örgütün hizmete özel ve diğer gizlilik dereceli bir çok yayınını Emniyet teşkilatının yayımladığını biliyoruz. Belirlemelerimize göre, bu yayınların çoğu doğrudan doğruya FBI ve CIA kaynaklı yayınlardan olduğu gibi çevrilerek yayımlanmıştır.
Önemli İşler Müdürlüğü’nün çıkardığı yayınlar nedir? Kaç tanedir? Nereden çevrilmiştir? Amerikan doğruları ile Türk doğruları, Amerikan ulusal çıkarları ile Türk ulusal çıkarlarının kesin bir karşıtlık içinde olduğu özellikle silah ambargosundan sonra ortaya çıktığına göre, ABD doğrularını Türk doğruları olarak Emniyet örgütüne empoze etmeye çalışan, çoğunlukla ABD’de eğitildikleri bilinen Önemli İşler Şube Müdürlerinin ve bunların hiyerarşik olarak bağlı bulundukları Başbakanlar, İçişleri Bakanları, Emniyet Genel Müdürlerinin bu konudaki sorumluluklarının saptanması; anarşiye son verilmesi yönünden zorunludur. Özellikle 15-16 Haziran olaylarından sonra özel sektör ile siyasi polis arasında organik bağların sıklaştırıldığını görmekteyiz. Siyasi Şubede görevli polisler büyük fabrikalara sokularak işçiler arasındaki bölünmeyi sağlamak için profesyonel kışkırtıcılık eylemlerine girişmişlerdir. Gerçek bir araştırmayla bu girişimlerin boyutları saptanabilir. Doğal olarak aynı sorun öğretim kurumlarımıza, üniversitelerimize, öğrenci derneklerine, yurtlara ve diğer tüm devrimci ilerici örgütlere sokulan siyasi polis, MİT, kontrgerilla ajanlarının kışkırtıcı eylemleri için de söz konusudur.1

Kaynakça ve açıklamalar:

1. Yerli Gladio Kontrgerilla, Milliyet, 15 Kasım 1990
2. Türün: AP Milletin Son Çaresidir dedi. Milliyet, 21 Mayıs 1977
3. Demirel: Ecevit’in Faşist Dediği Türün Yasaların Verdiği Yetkiyi Kullanarak Görev Yaptı, Cumhuriyet, 31 Mayıs 1977
4. AP’li Bayraktar: Kontrgerilla Komünistlere karşıysa mubahtır, Milliyet, Şubat 1978
5. Ecevit’in Libya Seyahatı: 16 Mart 1976
6. Talat Turhan’ın CHP Yetkililerine Verdiği Rapor (10 sayfa), 1 Mayıs 1976
7. Uğur Mumcu, Cumhuriyet – 6 Kasım 1991
8. İlhan Selçuk: “Talat Turhan 12 Mart döneminde işkence tezgahından geçmiş emekli kurmay yarbaydır. Terörü kapsayan kitaplarında şimdi Batı’da Süper NATO diye anılan örgütün incelemesi de var. 1970’lerde Talat Turhan Türkiye’deki Gladio’yu zamanın CHP hükümetine bir yazıyla iletmişti, Ecevit bu örgütün üzerine gidemedi, gücü yetmedi; ama sonuçta Türkiye 12 Eylül’e gitti. Eğer devletin içinde yarı-resmi bir terör örgütü yaşıyorsa, ülkede her şey soru işaretidir.” Cumhuriyet-Hafta (Almanya Baskısı), 23-29 Kasım 1990
Not: O dönemdeki CHP iktidarının gücü ‘derin devlet’ örgütlenmesinin (Gladio) gücünü aşabilseydi, 1980 darbesi olmazdı ve bugünlerde AB ile yaşanan ‘demokratikleşmeye ilişkin’ sorunların niteliği değişirdi.

http://talatturhan.com.tr/cianin-chpyi-tasfiye-plani/


***

12 Aralık 2019 Perşembe

DERİN DEVLETİN PEŞİNDE,

DERİN DEVLETİN PEŞİNDE

Destek Yayınları Birinci Basım NİSAN 2013 SUNUŞ 26 Haziran 2012 günü ‘ Dolmabahçe Sarayı’nda ‘TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’ iki saat kadar görüşlerime başvurdu. Sayın Heyete, özel arşivimde bulunan 50 yıllık 20-25 klasörle yüzlerce (Lehte Aleyhte) kitaplarımdan yararlanma önerisi getirdim. Bu önerim yaşama geçmedi. Konuşma başlarken kendilerine yanımda götürdüğüm TBMM Faili Meçhul Siyasi Cinayetleri Araştırma Komisyonu Raporu’nun (12.10.1995 S.Sayısı897) 176’ncı sayfasını gösterdim. Bu sayfada komisyon çözüme ulaşabilmek için: Sayın Talat Turhan’ın Bomba Davası-1 Bomba Davası-2 Doruk Operasyonu Kontrgerilla Cumhuriyeti yapıtlarıma ek olarak 6 yazarın yapıtlarının konuta ışık tuttuğu, açıklanıyordu. Sayın Heyete 19995 yılında TBMM, Faili Meçhul Siyasi Cinayetler Araştırma Komisyonu raporundaki bu öneriyi dikkate alıp kitaplarımı okuyup okumadıklarını sordum. Sadece Afyon Milletvekili saygıdeğer Ahmet Toptaş önünde duran ATATÜRK’ÜN YARBAYI adlı kitabı gösterdi. Amacım heyetin F.M.C.A.R’da olduğu gibi çözümsüz kalmasına katkıda bulunmaktı. Kaldı ki 40 yıllık süreç içinde resmi belgelerle ve olayla doğrulanmış 12’li Faşist Darbeler, ‘Derin Devlet’ ve onların ardındaki güçleri deşifre eden onlarca kitap yazmış, 100’ün üzerinde konferans vermiş, 30 kadar TV ve radyo söyleşisine katılıp, 12’li, darbelerin ipliğini pazara çıkarmış, 40 yıl süreyle demokrasi mücadelesi verirken her türlü baskı, zulüm, işkence ve haksızlığın muhattabı olmuş, 48 yıldan beri sürekli yargılanan3 kez AİHM’de dava kazanan deneyimli bir kişiden darbe komisyonu yararlanmalıydı. Daha sonra üç aylık bir süre içinde Türkiye’ni 50 yıllık tarihinin yazılmayacağını, seçkin tarihçilerden kurulu bir heyetin bile 3 yılda bu görevi başaramayacağını açıkladım. Devam eden darbeleri araştırmak için NATO, PENTEGON, CIA, AID ve ABD Derin Devleti’nin sorgulanması gerektiğini işaret ettim. Özellikle ABD güdümündeki ‘Darbe Okullarını’ sorgulamadan, bu okullardan mezun olanları saptamadan bu sorunun çözülemeyeceğini belirttim. Özellikle Darbe Okullarında yetiştirilen Özel Harpçi, İstihbaratçı, Emniyetçi ve Jandarmaların darbe öncesi istikrar operasyonu döneminde yaşadığımız kuşkulu eylemler ve faili Meçhul Cinayetlerin aydınlanamayacağını açıkladım. Tam bu sırada heyette bulunan bir sayın Milletvekili Almanya Oberammergau’daki NATO’ya bağlı İstihbarat (Darbe) okulundan geçtiğini açıkladı. Komisyon kanımca saptadığı 152 kişiyle konuşup benimsediklerini kes yapıştır yöntemiyle yöntemiyle rapora yansıtmaya çalışmış, özellikle de ‘’8 Şubat Davası’na katkı vermek için delil üretmeye çalışmış. TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu Raporunda (Kasım 2012 S.Sayısı 376) umduğumun ötesinde değerde bir çalışma yapılmış olmasına karşın kitaplarımdan yeterince yararlanılmamış, raporda yalnız 3 kitabıma yer verilmeye çalışılmış, oysa ki tüm kitaplarım bir anlamda ‘DARBE SAVAR’ niteliğinde olup tecimsel çıkarlar sonucunda yazılmamıştır. Komisyon raporu, iki saatlik görüşmenin bir kısmını değerlendirmiş, referans gösterdiği kitaplarımı bile yeterince değerlendirmemiştir. Sonuçta çözüme ulaşmamıştır. TBMM Sayın Başkanı Cemil Çiçek Komisyon Raporunda yer alan bu noksanlıktan en fazla rahatsız olması gereken bir kişi olduğu için bu yanlışı düzelmelidir. Çünkü, raporda en güç koşullarda 40 yıldan beri sürdürdüğüm ‘Demokrasi Mücadelesi’ gözardı edilip benim mücadeleye başladığım tarihten (1973) 34 yıl sonra tecimsel anlamda kitap yazan bir kişi öne çıkarılmıştır. 88 yaşındayım, yaşamın boyunca bir beklentim olmadı. Ancak gerçeklerin aydınlatılması pahasına 40 yıllık mücadelemin göz ardı edilmesine de göz yumamam. 40 yıllık mücadelemi yazarak, konferans vererek, TV ve Radyo programlarına katılarak sürdürüyorum. Ama gelin görün ki TV programları ve konferanslar çabuk tüketildiği için unutulup gidiyor. Unutulmanın felç edici sonuçları var. Örneğin TBMM Araştırma Komisyonu faili meçhul cinayetleri araştırıyor bir sonuç alamıyor. Darbeleri araştırıyor, derin devletin izini bulamıyor. Her iki komisyon raporunda kitaplarıma gönderme yapıldığı halde, sonuç bölümlerinde göz önüne alınmadığı için bir yere ulaşılamıyor. Bu nedenle Devrimci Mücadeleme katkıda bulunmak için TV konuşmalarının bir kısmını seçtim ve okuyucularımla paylaşmayı uygun buldum. Aranan ne, saklanan ne, karar verin diye… ÖNERİ: TBMM Başkanı Cemil Çiçek ek bir komisyon kurup 4283 sahifelik Bomba Davası’ndaki savunmamı tüm kitaplarımı ve çalışmalarımı inceletmeli ‘TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu Raporu’nda benim açımdan kalan yerleri tamamlatmalı yakın tarihin saptırılmasına göz yummamalıdır. NİSAN 2013 Talat TURHAN Yenigün Sok. No. 11 81200 KUZGUNCUK-İSTANBUL

12 Ağustos 2019 Pazartesi

1960 Öncesi, 1980 Sonrası, Faşizme Karşı Dilekçeler. BÖLÜM 37

1960 Öncesi, 1980 Sonrası, Faşizme Karşı Dilekçeler. BÖLÜM 37


Suphi Karaman (Devamla): Sayın arkadaşlarım, 50 yılını dolduran Cumhuriyet yönetimimizin hiçbir döneminde, iç isyanlarda ve İstiklal Mahkemelerinde olanlar
da dahil, 12 Marttan bu tarafa sıkıyönetim mahkemeleri soruşturmalarında olduğu gibi yaygın baskı ve işkence iddiaları ileri sürülmemiş, basına yansımamıştır.
Mehmet Sırrı Turanlı (Adıyaman): Sizin devrenizde oldu.
Suphi Karaman (Devamla): Yok efendim, hayır efendim, (AP sıralarında
gürültüler) onu ayrıca tartışırız sayın arkadaşlarım.
Başkan: Lütfen müdahale buyurmayınız efendim, sükunet içinde takip edelim.
Edip Somunoğlu (Erzurum): Zorluk yapanlar sizin döneminizdeydi.
Suphi Karaman (Devamla): Yani siz şimdi bunu…
Başkan: Müsaade buyurun, cevap vermeyiniz sayın Karaman, rica ediyorum efendim.
Suphi Karaman (Devamla): Peki efendim.
Mehmet Sırrı Turanlı (Adıyaman): Canlı misali burada.
Suphi Karaman (Devamla): Pek çok sanığın hakim önüne duruşmaya çıkışında ilk soruşturmalarındaki ifadelerini reddettiği, yeni ve farklı ifadeler vermekte
olduğu görülmektedir. Neden bu sanıklar duruşmaları sırasında hakim önündeki bu ifadelerini ilk soruşturmalarda vermemekte, kendileri ve çevreleri aleyhinde
beyanda bulunmaktadırlar. Bunun bir sebebi olması lazımdır. Demek ki, kapalı soruşturma yerlerinde, açık olmayan bir tarzda alınan ilk ifadelerinde sanıklar hür iradelerine sahip değillerdir. Yani açıkçası, ortada insan haklarının ihlal edildiği, kanun ve hukuk dışı baskıların yapıldığı, zor ve işkence kullanılarak anayasanın 33. maddesinin dördüncü fıkrasında yazılı “Kimse, kendisini veya kanunun gösterdiği yakınlarını suçlandırma sonucu doğuracak beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz.” Hükmünün ihlal edildiği gibi durumlar vardır.
Bu ilk soruşturmalarda bir kısım sanıkların işlemedikleri suçları kabule zorlandıkları mahkeme tutanaklarına geçen iddialarından da anlaşılmaktadır.
Örnekleri çoğaltılabilen bu iddialara rağmen yetkili mercilerce kanuni kovuşturmaya gidilmemiştir. Bu iddiaların basına yansıması karşısında da
sorumlu hükümetler bugüne kadar bu konuda araştırma yapmamışlar, soruşturma açtırmamışlar ve buna dayanarak da kamuoyunu tatmin edecek bir
açıklama yapamamışlardır.

Bu sorumsuz ekipler tutukluları Sıkıyönetim Tutuk Evlerinden gözleri bağlı olarak kapalı bir arabaya bindirmekte ve bilinmeyen bir semte götürmektedirler. 
Sanıklar burada yine gözleri bağlı olarak özel hazırlanmış işkence aletleriyle işkence yapılarak işlemedikleri suçları kabule zorlanmaktadırlar. Sorgusu yapılanın mukavemeti kırılıp kendisine atfedilen suçlar kendi sesiyle banda alınmak, el yazılarıyla yazdırılmak ve imzalattırılmak suretiyle sonuç alınmaktadır.
Mehmet Sırrı Turanlı (Adıyaman): Sizin yaptığınız o.
Suphi Karaman (Devamla): Evet, siz öyle zannedin.
Başkan: Devam buyurun efendim.
Nurettin Ertürk (Sivas): Öyle idi değil, öyle.
Başkan: Lütfen müdahale buyurmayınız efendim.
Devam ediniz sayın hatip. Devam ediniz ve bitiriniz lütfen.
Suphi Karaman (Devamla): Vücutlarındaki işkence izleri kayıp oluncaya kadar ne avukatlarına, ne yakınlarına gösterilmekte ve ne de mahkeme önüne
çıkarılmaktadır lar. Her zaman basınımızda ve daha birkaç gün önce radyo programlarında kötülenen, dikta rejimlerinde uygulanan ve demokratik rejimlerde uygulanmadığı birçok kez tekrar edilen bu tür işkencelerin bizde de uygulanmadığı intibaının verilmesi ve bunun yetkililer ve sorumlular tarafından
enerjik davranışlarla yok edilemeyişi bir hukuk devleti olan ülkemizi küçük düşürmektedir.

Bu işkence olayları üzerinde başta Sayın Başbakan olarak bütün ilgili sorumluları dikkate, konu üzerinde ciddiyetle eğilmeye, işkence örgütünün mahiyetini,
kimlerden emir aldığını ortaya çıkarmaya davet ediyorum. 
Bu örgüt mensuplarının bu yerlerden geçirilen sanıklara kendilerinin bir kotr-gerilla örgütü mensubu oldukları izlenimini özellikle vermeye çalıştıkları dikkat çekicidir. Daha da dikkati çeken nokta, mensuplarının asker kişiler olduğu kanısını vermek için gösterdikleri gayrettir. Bu suretle Silahlı Kuvvetlerimiz, zulüm ve işkence aracı gösterilerek, tarih ve milet önünde küçük düşürülmeye çalışılmaktadır. Tarih boyunca, yabancı esirlere bile insanca davranma gereğine dünyaca saygı duyulan Türk Silahlı Kuvvetlerini bu türlü lekelendirmelerden arındırmak başta gelen bir görev olmuştur. Aslında zulüm ve işkence yapılan bir kimse hiçbir zaman Türk Silahlı Kuvvetlerinin mensubu değildir ve olamaz.

Sayın Senatörler, bu baskı ve işkenceler hakkındaki iddiaların yaygınlığını demokratik rejimin kaderi için son derecede tehlikeli bulduğumu huzurlarınızda
belirtmek isterim. Özgürlüklere dayalı demokrasi ile idare edilen ülkelerde herhangi bir nedenle, bir geçiş dönemine bir ara rejimine girilince, yönetimin
yumuşak tutulması, hukuk dışına taşmaması, geride tortu ve birikim bırakmaması demokratik rejime dönebilmek için son derece önemlidir, tıpkı 27 Mayısta yapıldığı gibi (AP sıralarından “Yaşa, Varol” sesleri) hınç alma eğilimi bu konuda geçerli ve yararlı bir metot olamayacağı gibi, demokratik rejim bakımından da gayeden uzaklaştırıcı bir nitelik taşımaktadır.

Sayın Senatörler, uzun zamandan beri içte ve dışta yurdumuzdaki işkence iddiaları tekrarlanmaktadır. Mahkeme tutanaklarına bu işkence iddiaları
geçmekte ve fakat resmi ağızlar her defasında yalanlamaktadırlar.
Mehmet Sırrı Turanlı (Adıyaman): Bunların hepsi komünist iddialardır.
Başkan: Müsaade buyurun efendim, lütfen konuşmayı sükunetle takip edelim efendim.

Mehmet Sırrı Turanlı (Adıyaman): Bu mudur anayasaya hürmet Sayın Başkan.
Başkan: Sayın Karaman, lütfen cevap vermeden sükunet içinde konuşmanızı tamamlamanızı rica ediyorum.
Suphi Karaman (Devamla): Cevap vermiyorum, bir hukuk devleti içerisinde ibretle izliyorum. Evet ibretle izliyorum. Herkesin ne dereceye kadar hukuk devleti ilkelerine, insan haklarına saygılı olduğu anlaşılmaktadır. (AP sıralarından gürültüler, anlaşılamayan müdahaleler)
Başkan: Sayın Karaman, konuşmanızı lütfen tamamlamanızı rica ediyorum efendim.
İskender Cenap Ege (Aydın): Sayın Karaman, bunları başkaları konuşsun.
Başkan: Devam buyurun Sayın Hatip.
Suphi Karaman (Devamla): Mahkeme tutanaklarına bu işkence iddiaları geçmekte ve fakat resmi ağızlar her defasında yalanlamaktadırlar. Ortada bir
bulanıklık vardır. Hükümet konuyu sorumluluğu içinde ciddiyetle ele almalı, yapacağı araştırmayla gerçeği ortaya çıkarmalı ve varsa önce bu işkence
mekanizmasının işlemesi durdurulmalı, sonra sorumluları adalete teslim edilmek üzere haklarında kovuşturma açılmalıdır.
Yüce Senatoya saygılarımı sunarım.
Başkan: Hükümet adına Başbakan Yardımcısı Sayın Kemal Satır, buyurun efendim.

Başbakan Yardımcısı Kemal Satır (M. Meclisi Adana Üyesi): Sayın Başkan, Yüce Senatonun değerli üyeleri;
Suphi Karaman arkadaşımızın gündem dışı konuşmalarına cevap vermek üzere huzurunuzda bulunuyorum. Sayın arkadaşımızın müsterih olmasını açıkça
belirtmek isterim. Hiçbir devlet sorumlusu suç icat ederek, icat ettiği suça uydurma suçlu aramaya çalışmaz. Bu, medeni bir devletin temel ilkesidir. Şüphe
yok ki, Cumhuriyet Hükümeti de uydurma bir suçlu icat ederek, suç icat ederek uydurma suçlular bulmaya çalışan bir idare değildir. Biz hepimiz aynı milletin
çocukları olarak kanundışı ve insanlığa aykırı bir hareketin sorumluluğuna asla iştirak edemeyiz.
Sıkıyönetim Komutanlarımız kendilerine intikal eden konuları, işkence isnadı konularını derhal yetkili uzman doktorlara intikal ettirerek isnatların sıhhat
derecesini hemen aramakta ve onları raporlara bağlamak suretiyle neticelendirmektedirler.
Bugüne kadar bize hükümet olarak Ankara’da bir babanın müracaatı oldu. Baba, Ankara Sıkıyönetim Mahkemesinde oğlunun sorgusu sırasında işkence
yapıldığını, elektriğe tutulduğunu ve bu yüzden de elinin kötürüm olarak tutmadığını ifade etti. Olaya Hükümet olarak hemen vaziyet ettik. Yetkililere
konuyu intikal ettirmek suretiyle araştırma yaptık. Mütehassıs heyet doktorları önünde yapılan bu araştırma ve tahkikatta, muayene neticesinde iddiaların 
varit olmadığı meydana çıktı.

Bize intikal etmeyen İstanbul olayı ise, Sıkıyönetim Komutanlığımızca tahkik edilmiş ve üç kişiden teşekkül eden bir mütehassıs doktor heyeti tarafından
isnatların doğru olmadığı raporla tespit edilmiştir. (AP sıralarından “ne oldu şimdi” sesleri.)

Haydar Tunçkanat (Tabii Üye): Kaç gün sonra yapıldı bu tahkikat?

Başkan: Müdahale buyurmayınız lütfen efendim. Devam ediniz Sayın Bakan.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Kemal Satır (Devamla): Sayın arkadaşlarımızın elinde bunun dışında işkence yapıldığı iddialarını ispatlayacak
herhangi bir delili Hükümet olarak bize intikal ettirecek olursa, konunun üzerine memnuniyetle eğilip, meseleyi ciddi olarak tahkik edeceğimizden hiç şüpheleri
olmasın.

Sayın arkadaşımızın da belirttiği gibi, sözlerinin sonunda “şayet varsa” diye ifade buyurdular; “şayet varsa” ile böyle bir isnadın yapılması şüphesiz ki doğru
değildir. Bunun dışında olarak ifade etmek isterim; bu işkence isnatları aslında iki hedefe yönelmiş olarak ifade edilmektedir, öne sürülmektedir, iddia 
edilmektedir.
Bunlardan birisi hüsnüniyetle yapılan iddialardır. Bu doğrudan doğruya müdafaada kolaylığı sağlamak için kullanılan bir silahtır. İşkence iddiası yapılıyor
ve bu bir müdafaa silahı olarak müvekkillerin savunulmasında kullanılıyor.
Diğeri, birtakım rejim düşmanları milli varlığımızı ortadan kaldırmaya teşebbüs eden bedbahtların, yurt dışında memleketimizi müttefik devletlere jurnal etmeleri şeklinde tecelli etmektedir. Bu bizim memleketimiz içinde hiçbir arkadaşımızın ne uygulamayı düşündüğü, ne de aklından geçirdiği bir metot değildir. 
Bu memleketimizi Avrupa Konseyinden çıkararak arzuladıkları rejime kavuşma iddiasında olan birtakım zavallı insanların öne sürdükleri mesnetsiz iddialardan
ibarettir.

Bugün Sayın Karaman arkadaşımızın ifade ettiği meselelerin içerisinde kendisinin de ifade buyurdukları gibi “sigayı şartiye vardır” şayet varsa…”
denilmektedir. Bize intikal etmiş ve ciddi olarak delile dayanan hiçbir ihbar bugüne kadar vaki olmamıştır. Arkadaşımızın bugün gazetelerde intikal eden
yazılara dayanarak ifade ettiği işkence isnatlarının üzerinde ciddi olarak durup, tahkikat yapacağız. Aslında Türk Silahlı Kuvvetlerine kendi mensuplarına, ne de
Türk Milletinin herhangi bir ferdine kanundışı, İnsanlık dışı herhangi bir işkence yapmayı aklından geçirmez. Türk Silahlı Kuvvetlerinin dostu olmayan çevrelerin
bu güce ve sıkıyönetime yönelmiş olan iftiraların ciddi olarak ele alıp incelemeyi hükümet olarak kendimize vazife bilmekteyiz. Şayet ben de “şayet” olarak ifade
ediyorum; kanundışı bir hareket varsa, bu kanundışı hareket komutanların bilgisi dışında, henüz mahkemelere intikal etmeyen vakalarda eğer vuku buluyorsa,
bunların da suçlularını arayıp bulmak Hükümet olarak, sıkıyönetim olarak hepimize düşen görevdir.

Arz eder, saygılar sunarım efendim. (AP ve Cumhuriyetçi Güven Partisi sıralarından alkışlar)

Başkan: Sayın senatörler, gündemimiz müsait olduğu zaman, gündem dışı konuşma istemlerinin hepsini karşılamaya gayret sarfetmekteyiz. Bugün
gündemimiz yüklüdür. Ancak, iki sayın üyeye söz vermek gibi bir imkan içindeyiz.
Daha üç sayın üyenin gündem dışı konuşma istemi vardır. Sayın Özmen, kalifiye işçilerimizin dışarıya gitmesini önleyecek tedbirlerin alınmasına mütedair.
Sayın Hüseyin Kalpaklıoğlu, İncesu ilçesindeki sel olayları nedeniyle gündem dışı konuşma talep etmektedir.

Sayın Delivelioğlu, örfi idare makamlarınca yürütülen muameleler ve işkence iddiaları üzerinde konuşma talep etmektedir. Bu istemlere imkân verme
durumunda değiliz. Direnme olursa Yüce Senatonun oylarına müracaat edeceğiz.

Mustafa Deliveli (Hatay): Tutumunuz hakkında söz istiyorum.
Başkan: Efendim.
Mustafa Deliveli (Hatay): Konuşma hususunda direneceğim Sayın Başkan.
Başkan: Direnme istemleri olup olmadığını sordum.
Mustafa Deliveli (Hatay): Sormadınız Sayın Başkan.
Başkan: Evet efendim öyle dedim. Direniyor musunuz efendim?
Mustafa Deliveli (Hatay): Evet.
Başkan: Hay hay efendim, müsaade buyurun.
Sayın Deliveli’nin gündem dışı konuşma istemini okuyup, direnişini oylarınıza arz ederim.

Sayın Başkanlığa,

Örfi idare makamlarınca yürütülen muameleler ve işkence iddiaları hususunda gündem dışı konuşmak istiyorum. Müsaadelerinizi rica ederim.
Hatay

Mustafa Deliveli Başkan: Bu istemin yerine getirilmesini isteyenler lütfen işaret buyursunlar…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Buyurunuz. Sayın Deliveli. Konuşmalarımız 10 dakika ile kayıtlıdır Sayın Deliveli.
Mustafa Deliveli (Hatay): Sayın Başkan, muhterem arkadaşlar
Bu mevzuda konuşmama imkan verdiğiniz için teşekkürlerimi sunarım.
Eğer biz şu memlekette hukuk devleti içinde olduğumuzu eden anayasası ile, mevzuatı ile, tatbikatı ile hukuk devletinin hüküm sürdüğü bir memlekette işkence yapıldığını katıksız, düşünen mücerret bir işkencenin karşısına çıkan bir arkadaşımı şu kürsüde hem alkışlamak hem de aşağıda sarılıp öpmek isterim.
Bu memlekette işkencelere karşı bağırma bir kişiye değil, ve hepimize düşen bir vazifedir. Yalnız gazetelerde okudum, Sayın Milli Birlik Grubu üyelerinin toplantı
yaptığını, yazılı sual sorduğunu ve ayrıca gündem dışı bir konuşma ile de bu mevzuu kürsüye getireceklerini ifade eden yazıyı okudum. Düşündüm. İşkence
için bu kürsüye getirsinler. Olur ya şöyledir veya böyledir. Bir işkencenin yapılmamasını isteyen bir konuşmanın aleyhine ne için Deliveli çıkıyor?
Duramadım, onun için çıktım.

Sayın arkadaşlarım, bu memlekette Jandarma Genel Komutanına silah atıldığı gün çıkmadınız, bu memlekette Emniyet Kuvvetlerine, polislere silah çekilip…
Suphi Karaman (Tabii üye): Söz istiyorum.

Başkan: Müdahale etmeyiniz lütfen efendim.

(...)

Talat Turhan Hakkında

1924 yılında Elazığ’da doğdu. O tarihte babası Elazığ Müdde-i Umumisi (Savcı) idi. Baba tarafı Rize ilinin Çayeli ilçesinin tanınmış ailelerinden Şerifoğulları’na
mensuptur. Anne tarafı Elazığ Harput’un tanınmış ailelerinden Efendigiller’ dendir. Babasının görevi nedeniyle yurdun çeşitli yörelerinde öğrenim hayatını sürdürdü. Örneğin, 1929 yılında Ardahan’da başladığı ilkokulu 1935 yılında Zonguldak Gazi Mustafa Kemal İlkokulunda tamamladı. Zonguldak’ta başladığı ortaokul yaşamını 1939 yılında Elazığ’da bitirdi.
Daha sonra 1940 yılında İstanbul Çengelköy’de bulunan Kuleli Askeri Lisesi’nde öğrenimini sürdürdü. II. Dünya Savaşı’nın başlaması nedeniyle İstanbul’un
seyrekleştirilmesi planı çerçevesinde okulu Konya’ya taşındı, devam eden öğrenimini 1942 yılında orada tamamladı. Mezuniyetinde tarih dersi birinciliği
nedeniyle ödüle layık görüldü. O dönemde Askeri Liseyi bitirdikten sonra Samsun’da 15. Topçu Alayı’nda askerlik stajını tamamladı.

(1944 yılında Harp Okulu mezuniyet sonrasında başarı durumuna göre meslek seçimi yapabildiği için Topçu sınıfına ayrıldı.)

Staj sonrası 1942/1944 yılları arasında Ankara’da Harp Okulu’nda öğrenimini tamamladı ve 30 Ağustos 1944’te Asteğmen rütbesiyle Türk Silahlı Kuvvetleri’ne
katıldı. Daha sonra 1944/1946 yılları arasında Polatlı’da bulunan Topçu Okulu’nda mesleki öğrenim gördü. Asteğmenliğinden 6 ay sonra Teğmenliğe
yükseldi. Okulu bitirdiğinde Adapazarı’nda bulunan 17. Tümen’e bağlı 17. Koşulu Topçu Alayı’na (Atlı) atandı. Bu arada bir süre Kandıra’da görevini sürdürdü. 
Bir yıl orada görev yaptıktan sonra şark (doğu) hizmeti için 156. Ağır Topçu Taburu Müstakil Takım Komutanı olarak Erzurum Tafta köyüne atandı ve sırasıyla;  1948 Topçu Okulu emrinde Müstakil Topçu Takım Komutanı (kıta ile naklen) Polatlı; 1948/1950 Topçu Üsteğmen Erzurum Gez köyü ve Aziziye Tabyası 13’ncü Uçaksavar Alayı Topçu Takım Komutanlığı ve Batarya Komutanlığı (vekaleten); 1948/1949 Kursiyer Uçaksavar Okulu Ağır Uçaksavar M-8 Komuta Aleti ve SCR 584 Radarı Kursu Tuzla; 1950 1. Uçaksavar Alayı Topçu Takım Komutanı; İstanbul–Rami, Bandırma (kıta ile naklen); 1950 Yedek Subay Taburu Takım Komutanı Tuzla Uçaksavar Okulu; 1950 Kursiyer (Kurs Birincisi) İzmir Gaziemir Ulaştırma Okulu Motor ve Bakım Kursu; 1950/1951 Üçüncü Bakım Kademesi Komutanı, Öğretmen Subay Kursu Tuzla; 1951-1953 Genel Konular Bölümü Motor Öğretmeni– Tuzla Uçaksavar Okulu (orada Motor bölümü kürsüsünü kurarak ilk bölümün öğretmenliğini yaptı); 1953 yılı Kara Harp Akademisi Sınavı Giriş Birincisi İstanbul-Yıldız; 1953/1954 5’nci Kore Tugayı Uçaksavar Batarya Komutan mv. Ankara ve Seferihisar (Türkiye’de hazırlık); 1954-1955 5’nci Kore Tugayı Uçaksavar Batarya Komutanı mv. (Batarya Birleşmiş Milletler Birincisi) Topçu Yüzbaşı Kore 1955/1956 Uçaksavar Alayı 187’nci Hafif Uçaksavar Batarya Komutanı İstanbul Orhaniye Kışlası; 1955 Kursiyer Polatlı Topçu Tekamül Kursu; 1958/1959 2’nci Ordu Karargah Harekat Başkanlığı Kurmay Stajyeri Topçu Binbaşı Konya; 1959/1960 39’ncu Tümen Topçu Komutanlığı Ağır Topçu Tabur Komutanlığı mv. – Kurmay Binbaşı Dörtyol; 1959/1960 39’ncu Tümen Harekat ve Eğitim Şube Müdür vk. İskenderun; 1960 Genel Kurmay Harekat Başkanlığı Plan Harekat Dairesi Plan Kısım Amiri Ankara; 1960/1962 Milli Savunma Bakanlığı Kara Emir Subayı Topçu Kurmay Yarbay Ankara (1960 Yılında atandığı bu görevinde 30 Ağustos 1962 yılında Yarbaylığa terfi etmiştir); 1960/1962 Milli Savunma Bakanlığı Özel Kalem Müdür vk. Ankara; 1961/1962 Ordu Dil Okulu İngilizce bölümü (9 ay süreli bu kurs devam ederken 22 Şubat 1962 başkaldırı girişimi meydana gelmiş, bu olay nedeniyle kursu tamamlamadan ilişkisi kesilerek Afyon Batı Menzil Komutanlığı Plan ve Prensipler Şubesi Kısım Amirliğine sürgün edilmiştir. Daha sonra Danıştay’da
dava açarak, dil kursunda bıraktığı yerden devam etme hakkını geri kazanmıştır.

27 Mayıs 1960’tan sonra Ankara’da Milli Savunma Bakanlığı (MSB) Özel Kalem Müdürlüğü görevinde bulunduğu evrede Silahlı Kuvvetler içindeki
dalgalanmalarda yer aldı. O dönemden itibaren ülkemizin yakın tarihine ilişkin olaylara devrimci inançları doğrultusunda doğrudan ya da dolaylı olarak katıldı.
Silahlı Kuvvetler Birliği’ne üye oldu.
Özellikle Ankara’daki görevi sırasında ABD emperyalizminin güdümüne sokulan ülke düzeninin kokuşmuşluğunu algıladı. Bu tavrı düzene egemen olan güçler
tarafından gözden kaçırılmadığı için, 22 Şubat 1962 olaylarına katılmış olma bahanesiyle Afyon’a sürgün edildi.

Daha sonra Genç Kemalistler Ordusu adlı bir dava nedeniyle Mamak Askeri Ceza ve Tutukevi’nde 1963 yılında 4 ay 17 gün tutuklu kaldı ve üç buçuk yıl
askeri yargıda yargılandı. Dava devam ederken hiçbir gerekçe gösterilmeksizin 42 sayılı yasayla emekliye ayrıldı. Emekli edildiğinde devresinde bulunan 
kurmay subaylar arasında kıdem bakımından birinci konumda bulunuyordu.
Kurmay Yarbay rütbesiyle emekliye ayrıldığı 1964 yılından bu yana kendisine yapılan tüm iş önerilerini reddedip düzen dışında kalmayı yeğledi ve 1965 yılında
yazın yaşamına başladı.

Egemen güçler peşini bırakmadılar. 1972/1974 yılında Bomba Davası adlı üst düzey cuntacı generallerin birbirleriyle olan makam ve çıkar çatışmaları üzerine
düzenlenen komplo bir davanın baş sanığı olarak Ziverbey İşkence Köşkü’nde bir ay işkence gördü ve iki yılını Selimiye Askeri Ceza ve Tutukevi’nde geçirdi. 

  İdam istemiyle yargılandığı bu davada af kabul etmemesine karşın, politik durumdaki değişime uyarlı olarak davası örtbas edildi. 
1973 yılında cezaevinde yatarken kontrgerilla işkencecileri hakkında TBMM araştırması isteyerek bu konuyu ülke gündemine soktu.

1990 yılında İtalya’da patlak veren Gladio gizli örgütü, öne sürdüğü tüm savları doğrulamasına karşın, TBMM’de bu konudaki tüm girişimler bugüne kadar
sonuçsuz kalmıştır. Susurluk kazasıyla da daha önce öne sürdüğü savlar Türkiye yönünden doğrulandı.

37 yıldan bu yana çeşitli gazete ve dergilerde politik, stratejik, istihbarat ve güvenlik örgütleri, insan hakları, olağanüstü yargı, kontrgerilla, terörizm ve
emperyalizmin örgütleri vb. yakın konularda araştırma ve inceleme türü dizi yazıları yayınlandı.

Özellikle 1990’dan beri ilgi alanı içine giren konularda 17’si yurtdışında olmak üzere 120’ye yakın konferans, açıkoturum, panel vb. gibi etkinliklere katıldı. 

Bazı Özel TV Kanallarındaki belgesel ve söyleşilerde yer aldı. Basın toplantıları düzenledi.


***

1960 Öncesi, 1980 Sonrası, Faşizme Karşı Dilekçeler. BÖLÜM 36

1960 Öncesi, 1980 Sonrası, Faşizme Karşı Dilekçeler. BÖLÜM 36



Ek 56


Ön Anayasa Taslağı Eleştirisi
İstanbul, 5 Kasım 1974
1. Ordu Komutanlığı 3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başkanlığına,
Dosya No: 1973/89
Sanık: M. Talat Turhan.
Konusu: “Ön Anayasa” iddiasının eleştirisi.

İlgi:

(a) İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığının; Sayı: 1973/5, Esas No:
1973/79, İddia No: 1973/33 ve 3 Nisan 1973 tarihli iddianamesi,
(b) 13 Aralık 1973 tarihinde mahkemeye sunduğum, 3 sahifelik dilekçe, (Du. Tu. Sh. 389)
(c) 7 Aralık 1973 tarihinde mahkemeye sunduğum, 3 sahifelik dilekçe, (Du. Tu. Sh. 389)
(d) İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığının; Sayı 1973/5, 1973/79, 1973/33 ve 7.6.1973 tarihli Ek İddianamesi,
(f) İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığının; Sayı: 1973/5, Esas No: 1973/79, İd. No: 1973/47 ve 22 Mayıs 1973 tarihli Ek İddianamesi,
(g) İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığının; Sayı: 1973/5, Esas No: 1973/79, İddia No: 1973/53 ve 25 Mayıs 1973 tarihli Ek İddianamesi.

Konunun eleştirisi:

1- a- İlgi(a)’daki iddianamme’nin 14. sahifesinde, “Ön Anayasa Taslağı’nın hazırlanması çalışmalarından uzak kalmamakla” suçlanmaktayım.
b- 15 Ekim 1974 günkü duruşmada okunan, Emin Değer’in ifadesi ile bu konu benim açımdan tam bir açıklığa kavuşmuş bulunmaktadır. Nitekim bu ifadenin
okunmasından sonra söz alarak (Du. Tu. Sh. 575, Satır 19:23)’te, şu beyanda bulunduğum anlaşılmaktadır. “Sanık Talat Turhan söz isteyerek, okunan ifade
beni ilzam etmemektedir, ön anayasa meselesi o zaman Silahlı Kuvvetlerde görev yapmış olan kişileri ilgilendirmektedir, bazı komplolar hazırlanmıştı, bu
ifadeye (karşı) anayasa taslağı ile ilgili hususları ilerde yazılı olarak detaylı şekilde eleştirip mahkemeye bildireceğim” dedi.
c- 353 Sayılı Yasanın, 159. maddesinin bana sağladığı haktan yararlanarak, bu iddianın benimle ilişkisini eleştirerek mahkemeye sunuyorum. (Du. Tu. Sh. 575,
Satır 19:23 e bakınız.)
2- a- İddianame sahife 14’teki, benimle ilgili, “Ön Anayasa Taslağ”ı hazırlığı iddiasının kaynağı, sadece Atamer Erol’un, Dosya Sıra No: 691/9, Satır 26-
38’deki Kontr-Gerilla ifadesindeki beyanlarıdır. (İfade tarihi 27.10.1972)
b- Atamer Erol’un bu beyanları, Dosya Sıra No: 693/3, P.1 ve 2 deki Askeri Savcılık ifadesindeki beyanları ile doğrulanmakta ise de, nakli bir beyan haline
dönüşmektedir. Bu beyanda mealen: “Benim de dahil olduğum, Ön Anayasa hazırlama çalışmalarına katılan kişilerin isimlerini Memduh Eren’den duyduğu”
ifade edilmektedir. (İfade tarihi 30.10.1972)
c- Atamer Erol hücrede ve ihtilattan men durumunda iken, 17.11.1972 tarihinde verdiği bir dilekçede ise, (Dosya Sıra No: 834/3) “Ön Anayasa Taslağı”nı
hazırlayanın yalnız Mehmet Çınar olduğunu beyan etmektedir.
d- Atamer Erol, bu konudaki Kontr-Gerilla ve Askeri Savcılık ifadelerinin gerçekdışı olduğunu, sorgusunda beyan etmiştir.

(1) Duruşma Tutanağı Sahife 406 Satır 10-14
(2) Duruşma Tutanağı Sahife 407 Satır 47-50
(3) Duruşma Tutanağı Sahife 407 Satır 55-57
(4) Duruşma Tutanağı Sahife 408 Satır 1-3
(5) Duruşma Tutanağı Sahife 408 Satır 12-15
(6) Duruşma Tutanağı Sahife 408 Satır 18-21
(7) Duruşma Tutanağı Sahife 409 Satır 36-37
(8) Duruşma Tutanağı Sahife 410 Satır 48-50
(9) Duruşma Tutanağı Sahife 413 Satır 32-37
(10) Duruşma Tutanağı Sahife 413 Satır 38-46
(11) Duruşma Tutanağı Sahife 414 Satır 11-15

3- a- Atamer Erol’un ifadelerinde, “Ön Anayasa Taslağı” hazırlamak gibi önemli bir iddia ile suçlanan kişilerden, (Talat Turhan, Memduh Eren, Salim Yavuz)
sanık olanların Kontr-Gerilla ve Askeri Savcılık ifadelerinde bu iddianın karşılığı olan herhangi bir beyanları yoktur.
b- Anılan ifadede, aynı suçla suçlanan kişilerden bir kısmı, (Saim Deliismailoğlu, Osman Deniz, Numan Esin, Mehmet Çınar) Atamer Erol’dan 8 ay sonra
gözaltına alınmışlardır.
c- Diğer bir kısım kişiler hakkında ise hiçbir soruşturma yapılmamıştır.
d- Anayasa gereğince, kanunlar önünde kişiler eşit olduğuna göre, böyle bir uygulamayı, hak, hukuk ve adelet ile açıklama olanağı elbette bulunamaz. Fakat
bu davayı düzenleyen çevre ve kişiler, hukuka entrika ve politika karıştırmaktan çekinmemişlerdir.
4- a- Atamer Erol’un ifadesinin benimle ilgili İlgi (b)’deki dilekçemle eleştirmiş bulunuyorum.
b- Özellikle, “Ön Anayasa Taslağı” hazırlamak iddiası İlgi (b) dilekçemin 13-16. sahifelerinde eleştirilmiştir. (Du. Tu. Sh. 416)
5- a- Gerçekte, delil yetersizliği içinde bulunan Askeri Savcı Nevzat Çizmeci, (İlgi
(a) sahife 2’ye bakınız) önce, ön yargı ile kişileri suçlamış daha sonra bu yönde, yeni gözaltına almalar ve ikrarlarla politik durumun müsaadesi nispetinde davayı
yürütmeye çalışmıştır.
b- (1) Bu anlayışın bir sonucu olarak, benimle ilgili “Ön Anayasa Taslağı” hazırlama iddiasının yetersizliğnin farkına varan Askeri Savcı Nevzat Çizmeci,
soruşturmayı yürütenlerle irtibatlı bulunmuş olmalı ki, ilk atfı cürüm sahibi Atamer Erol’tan 7 ay sonra gözaltına alınan, Saim Deliismailoğlu’nun Kontr-Gerilla ifadesinin 4. sahifesinde mealen: “Memduh Eren’in evinde “Ön Anayasa Taslağı” okunması toplantısına benim de katıldığım” suçlamasına ve bu “Anayasa
Taslağı”nı hazırlayanların Yalçın Küçük ve Salim Yavuz olduğu şeklinde bir beyana yer verilmiştir. (İfade tarihi: 8 Mayıs 1973)
(2) Saim Deliismailoğlu, Askeri Savcılık ifadesinin 1. ve 2. sahifesinde, Kontr- Gerilla ifadesinin bir bölümünü doğrulamış ve benim Memduh Eren’in evinde,
“Ön Anayasa Taslağı”nın okunduğu bir toplantıya katıldığıma dair beyana yer verilmiş ve “Talat turhan’ın toplantıda konuşma yapıp yapmadığı hatırımda
kalmadığı” denildikten sonra, aynı ifadenin 2. ve 3. sahifelerinde de başka hiçbir sanık tarafından doğrulanmayan Atamer Erol’un, Ankara, Küçükesat’ta
yapıldığını beyan etitği, “Ön Anayasa Taslağı” toplantısı reddedilmiştir.
(3) Saim Deliismailoğlu sorgusunda, bu konudaki Kontr-Gerilla ve Askeri Savcılık ifadelerinin gerçekdışı olduğunu beyan etmiştir.
(a) Duruşma Tutanağı Sahife 386, Satır 30-35.
Bazı isimleri tanımadığımı söyledim. Bir de Talat Turhan’ı Memduh Eren’in evinde görmüş olduğum hususunu kabul ettirmek istediler. Oysa ben Talat
Turhan’ı hiç tanımam, ismini dahi duymamıştım… Ancak Talat Turhan’ı ısrar üzerine tutanağa geçirdiler.
(b) Duruşma Tutanağı Sahife 386, satır 45:49, “…Ayrıca son gidişim bir toplantı haline sokuldu… Talat Turhan’ı ben orada görmediğim gibi…”
(c) Duruşma Tutanağı Sahife 387, satır 33-41
(d) Duruşma Tutanağı Sahife 388, satır 10-11
c- (1) Yukarıda açıkça görüldüğü gibi, hiç tanımadığım bir kişi olan Saim Deliismailoğlu’ndan, tertipçilerce düzenlenen Atamer Erol’un ifadelerindeki “Ön
Anayas Taslağı” hazırlama suçlamasını kuvvetlendirmek için yararlanılmış ve bu suretle benim üzerimdeki tertibe devam edilmeye çalışılmıştır.
(2) Saim Deliismailoğlu’nun ifadesindeki “Ön Anayasa Taslağı” hazırlama suçlamasını, İlgi (b) dilekçemle (Du. Tu. Sh. 389) eleştirmiş bulunuyorum.
6- a- Ön Anayasa Konusu’nda Numan Esin’in, Kontr-Gerilla ifadesinin 9. sahifesinin, 4. paragrafında Atamer Erol ve Saim Deliismailoğlu’nun aynı konuya
ilişkin suçlamalarından farklı bir beyan yer almış ve “Ön Anayasa Taslağı” hazırlayıcıları olarak başka kişiler gösterilmiştir.
b- Numan Esin’in bu konuya ilişkin beyanları Askeri Savcılık ifadesinin 4. sahifesinin 2. paragrafına intikal etmiştir.
c- Numan Esin sorgusunda bu suçlama ile ilgili olarak:
(1) Memduh Eren’in evindeki “Ön Anayas Taslağı” toplantısını reddetmiş (Du. Tu. Sh. 377, satır 1-3) ve
(2) Du. Tu. Sh. 378, satır 2-4’de: “Ön Anayasa çalışmaları… iddiaları ile herhangi bir ilgim yoktur. Ve çalışma yapılmış olsa bile kimler katılmıştır bilemem.”
Şeklinde beyanda bulunmuştur.
d- (1) Numan Esin’in sorgusunu İlgi (c)’deki dilekçemle cevaplandırmış bulunuyorum.
(2) Özellikle “Ön Anayasa Taslağı” iddiasını İlgi (b) dilekçemin 17. sahifesinde eleştirmiş bulunuyorum.
7- a- İlgi (b) dilekçemin 17. ve 18. sahifelerinde de açıklandığı gibi bu iddiaya ilişkin suçlamaları bulunan kişilerin beyanları; zaman, yer ve Ön Anayasa’yı
hazırlayan kişiler açısından çelişkiler içindedir.
b- Atamer Erol, Saim Deliismailoğlu ve Numan Esin’in ifadelerine göre “ Ön Anayasa Taslağı ”nı hazırlayan kişiler birbirinden farklıdır.
8- a- Yüksek Mahkemeniz, Atamer Erol ve Saim Deliismailoğlu ifadelerinin bu konuya ilişkin suçlamalarını gayri ciddi bulmuş olmalı ki; Ön Anayasa
Toplantısı’na katılmak ve Ön Anayasa Hazırlamak gibi suçlamalarla suçlanan birtakım kişileri, (Şuayıp Dilmen, Yalçın Küçük) tanık olarak dahi dinlemeye gerek görmemiştir.
b- Buna karşılık, Numan Esin’in, “Ön Anayasa Taslağı” hazırlanmasına ilişkin beyanlarının mahiyetinin incelenmesine gerek görülmüş olmalı ki, İlyas Albayrak
ve Emir Değer’in dinlenilmesine karar verilmiştir.
c- Bilindiği gibi, bu konuyla ilgili olarak dinlenen tanıkların (1) Fakih Özfakih, (Du. Tu. Sh. 497, Satır 50:55)
(Du. Tu. Sh. 468, Satır 1)
(2) Celil Gürkan, (Du. Su. Sh. 520:523) de yer alan beyanları da suçlama ile ilişkimin olmadığını göstermektedir.
9-a- Tanık olarak dinlenen İlyas Albayrak ifadesinde de görüldüğü gibi (Du. Tu. Sh. 560 ve 561) “Ön Anayasa Taslağı” hazırlama iddiası, tamamen Türk Silahlı
Kuvvetlerinin 12 Mart öncesi kendi bünyesi içindeki çabalarına dayalıdır.
b- İlyas Albayrak’ın ifadesinde, hiyerarşi içinde ve Komutanlarından aldıkları emir üzerine, “Ön Anayasa Taslağı” hazırlama girişiminde bulunan kişiler içinde,
Kemal Tunusluoğlu ile 5 General, 5 Albay’dan bahsedilmekte ve dosyanın Hava Kuvvetlerinden, Genel Kurmay’a sunulduğundan söz edilmektedir.
c- Eğer, Yüksek Mahkeme bu konuda daha da aydınlanmak isterse, yukarda adı geçen kişilerle, zamanın Hava Kuvvetleri Komutanını ve Genel kurmay
Başkanlarını tanık olarak dinleyebilir.
d- Du. Tu. Sh. 561, Satır 18:22 de İlyas Albayrak’ın beyanlarını cevaplandırmış bulunuyorum.
10- a- Aynı konuda dinlenen diğer tanık, Emin Değer’dir. (Du. Tu. Sh. 575)
b- Emir Değer’in ifadesi de İlyas Albayrak’ın beyanlarını doğrulamaktadır.
11-a- Yukarıdaki eleştirilerimide açıkça görüldüğü gibi, benim açımdan, “Ön Anayasa Taslağı” suçlamasının kaynağını teşkil eden Atamer Erol suçlamaları
Dosya Sıra No: 384/2 deki 17.11.1973 tarihli rücu dilekçesi ile kaldırılmıştır. (Du. Tu. Sh. 417)
b- Atamer Erol’dan 7 ay sonra gözaltına alınıp aynı konuda beni suçlamak için tertipçicilerce kendisinden yararlanılan kişi, Saim Deliismailoğlu’dur. Bu kişi,
sorgusunda beni tanımadığını beyan etmiştir. Doğal olarak, bir kişinin tanımadığı bir kişiyle aynı toplantıda bulunması olanaksızdır. (du. Tu. Sh. 386:388)
c- (1) Aynı konuda, Numan Esin’in ifadelerinde adı geçen kişiler, tanık olarak dinlenilmiş, (Fakih Özfakih, Celil Gürkan, İlyas Albayrak, Emir Değer) suçlamanın benimle ilgisi olmadığını ve Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki çalışmalar cümlesinden olduğunu beyan etmişlerdir.
12- a- Atamer Erol’un beyanına göre, “Ön Anayasa Taslağı”nı hazırlayan Mehmet Çınar’dır. (Dosya Sıra No: 384/3)
b- Saim Deliismailoğlu’nun ifadesine göre, “Ön Anayasa Taslağı”nı hazırlayan: Yalçın Küçük ve Salim Yavuz’dur. (Em. İf. Sh. 4, Sav. İf. Sh. 2)
c- Numan Esin’in ifadesine göre, “Ön Anayasa Taslağı”nı hazırlayan: Emin Değer, Hidayet Ilgar, Fakih Özfakih, İlyas Albayrak’tır. (Emniyet İfadesi Sahife-9, Askeri Savcılık İfadesi-4)
d- İlyas Albayrak’ın ifadesine göre, “Ön Anayasa Taslağı”nı hazırlayan ve bilgisi olan kişiler yukarda adı geçenlerden başka, 5 Alb ve 5 Generalden kurulu bir
komite ve Genel Kurmay Başkanıdır.
13-a- Askeri Savcı, İlgi (a) iddianamesindeki iddilarla çeliştiği halde, hiçbir inceleme yapmaksınız, ilgi (e) Ek iddianame Sh. 4 ve İlgi (f) Ek İddianamesi Sh.
4-5’deki iddiaları serdedebilmiş ve adeta bu tavrı ile gizli örgütlerce hazırlanan tertip senaryolarına göre alınan emniyet ve Kontr-Gerilla ifadelerini
meşrulaştırma çabasına düşmüştür.
b- Tek dayanağının, sanıkların birbirine yaptıkları atfı cürümler olduğunu beyan eden Askeri Savcı Nevzat Çizmeci’nin, (İlgi (a) Sahife 2) Duruşma Tutanağı Sh.
303’te yer alan “Emniyet beyanının tam anlamı ile doğru olduğu şeklinde kendimizi angaje etmek istemeyiz.” Diyebilmesi ibret verici bir örnek olup, yüksek heyetinizce elbette değerlendirilecektir.

Sonuç:

1- Yukardaki eleştirilerden kolaylıkla anlaşılacağı gibi “Ön Anayasa Taslağı” hazırlama çalışmalaı ile uzaktan yakından hiçbir ilgim yoktur.
2- Diğer tanıklarca da doğrulanan İlyas Albayrak’ın ifadesinde de açıkça görüldüğü gibi “Ön Anayasa Taslağı” hazırlama çalışmaları Türk Silahlı
Kuvvetlerinin yetkili Komutanlarının müsaadesi ile oluşturulmuş girişimlerden ibarettir.
3- 
a- Bomba Davası, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde iktidar olma kavgası içinde bulunan, Sunay-Tağmaç-Türün kliğinin, Gürler-Batur-Kayacan kliğini
bertaraf etmek için düzenlediği bir provokasyon sonucu huzurunuza getirilmiştir.
b- Politik durum ve iç ve dış koşullar Sunay-Tağmaç-Türün kliğinin ve onların gizli tertip örgütlerinin planları doğrultusunda gelişmediğinden, bu davadaki çelişkiler iddianamelere yansımıştır.
c- Örneğin; Gürler’in bazı zorlamalar sonucu, Genel Kurmay Başkanı olduğunu bilmeyen kalmamıştır. Bu nedenle 1972 Haziran, Temmuz, Ağustos aylarında
Gürler-Batur-Kayacan aleyhinde alınan Kontr-Gerilla ifadelerinin bir kısmı hasır altı edilmesine rağmen Türün’ün müsaadesi ile, Selahattin Fırat ve Nevzat
Çizmeci 404/2’deki ifadeyle daha 5 Ağustos 1972’de Gürler-Batur-Kayacan’ı cuntacı olarak ilan eden ifadeyi alabilmişlerdir. Bu ifadeden 10 gün sonra, bilinen
şekilde, Gürler Genel Kurmay Başkanı olunca, adı geçen ifadenin bir bölümü görülmemiş ve dava açılmışıtr. Ne zaman ki Faruk Gürler Cumhurbaşkanı
seçilememiş, yeni gözaltına alınmalar ve yeni Kontr-Gerilla ifadeleri ile 5 Ağustos 1972’deki tertibe kalındığı yerden devam edilmiştir. 
İlgi (g) Ek İddianame ile 25 Mayıs 1973 te Faruk Gürler, Cuntabaşı olarak ilan edilmiş ve fakat bu iddianamenin kaynaklandığı ifadede yer alan, Kemal Kayacan ve Muhsin Batur’un cuntadan olduklarına dair beyanlar görmemezlikten gelinmiştir.
4- Doğal olarak, bu kadar tertibi ve provakasyonu hukuk kalıpları içine sığdırmaya olanak yoktur. Bu nedenle, tertibi düzenleyenler daha bugünden
kamu vicdanında mahkum olmuşlardır.
5- İlyas Albayrak’ın ifadesine göre, “Ön Anayasa Taslağı”, 13 Mart 1971 de Genel Kurmay’a sunulmuştur. (Du. Tu. Sh. 561, Satır 3-4) Eğer bu girişimler bir
suç ise, böyle bir girişime müsaade veren ve olanak sağlayan, zamanın Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç, “Ön Anayasa Taslağı” suçlamasının baş
sanığı olarak huzurunuza getirilmelidir.

Saygılarımla.
M. Talat Turhan

Ek 57

Bomba Davası Sanıklarına İşkence Yapıldığı İddialarıyla İlgili Cumhuriyet Senatosu Görüşmeleri Cumhuriyet Senatosu Başkanlığına,
Gazetelerde Sıkıyönetim Mahkemelerinde yargılanan sanıklara hakim önüne çıkarılmadan önce özel sorgulamalarda işkence yapıldığına dair haberler yeniden
yer almıştır.
Cumhuriyet Senatosunun 13 Haziran 1973 Çarşamba günü yapılacak oturumunda bu konuda görüşlerimi belirtmek için 10 dakikayı geçmemek üzere
gündem dışı söz verilmesini saygılarımla rica ederim.

Suphi Karaman, Tabii Üye

Mustafa Deliveli (Hatay): Bu mevzuda benim de söz talebim var.
Refet Rendeci (Samsun): Mahkemede bulunan işler için açıklama yapılır mı
Sayın Başkan.
Başkanlık: Başkanlık divanına intikal etmiş bir isteminiz var mı?
Mustafa Deliveli (Hatay): var efendim.
Başkan: Mahkemede bulunan işler için Başkanlık Divanı gereken hassasiyeti gösterecektir efendim. Emin olmanızı istirham ederim. Buyurun Sayın Karaman.
Suphi Karaman (Tabii Üye): Sayın Başkan, Sayın Senatörler, bu kutsal çatı altında bulunan ayrıntısız hepimiz insan haklarına dayalı demokratik hukuk
devletinin korunması ve yaşatılması için namus ve şeref yemini yapmış kimseleriz. Bu yeminimizin gereğini hayatımız pahasına da olsa yerine getirmek
azim ve imanı içerisindeyiz. Demokrasimizin bu geçiş döneminden arızasız geçmesi, Ekim ayında yapılacak genel seçim gününe huzurla kavuşması ve
ondan sonra da gene başarı ile gelişmesi emel ve arzusu içerisindeyiz.
9 Haziran 1973 tarihli gazeteler İstanbul 3 No.lu Sıkıyönetim Mahkemesinde görülmekte olan “Bomba Olayı Davası” ile ilgili duruşmada bazı sanıkların hakim
önüne çıkarılmadan önce kendilerine hukuken yetkisi olmayan kişiler tarafından yapılan özel sorgulamalarda baskılar yapıldığını, işkenceye maruz kaldıklarını
bunun sonucunda kendilerine bazı suçları işlediklerinin kabul ettirilmiş olduğunu beyan ettiklerini yazmışlardır. Bu haberi veren gazeteler şu veya bu eğilimdeki 
bir iki gazete değildir. Her birinin çeşitli görüşleri yansıttıkları bilinen bütün gazeteler bu baskı ve işkence haberlerini vermişlerdir. Hem de İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığının bu konuda daha önce koymuş olduğu yayın yasağına rağmen.
Sıkıyönetim Komutanlığı Mahkemelerinde yargılanan sanıklara özel sorgulama ekipleri tarafından, gözleri bağlı olarak, baskı ve işkence yapıldığı ve ifadelerinin
alındığı haberleri duruşmalardaki sanık ifadelerine dayanılarak birçok defalar Türk basınında yer almıştır. Bunun dışında herkes gibi bizim de işkenceler ve
örnekleri üzerinde bazı özel duyuşlarımız olmuştur. Fakat resmiyet kazanmadıkları için bunlara inansak bile, bugünedek bu tür bilgilerimizi bu
kürsülerden açıklamamış ve bunlara dayalı yorumlarda bulunmamışızdır. Ancak, özel duyuşlara dayalı bu tür işkence haberlerini sivil ve asker sorumlu kişilere
zamanında ve resmen aktarmışızdır. Duruşmalardaki sanık ifadelerine dayalı ve basına yansıyan baskı ve işkence olaylarını yasama faaliyetleri içinde bulunan ve
bu kürsülerde dile getirmek hukuk devleti ilkesine bağlı bir yasama meclisi üyesi için kaçınılmaz görevdir.

Nitekim, bu cümleden olarak daha önceleri de gene basına akseden bu tip işkence olayları için grup arkadaşlarımızdan Sayın Sami Küçük 8 Kasım 1971
tarihinde, Başbakan tarafından cevaplandırılmak üzere, bir yazılı soru önergesini Cumhuriyet Senatosu Başkanına sunmuşlar ve altı ay sonra 10 Mayıs 1972
tarihinde de bu soru İçişleri Bakanı tarafından cevaplandırılmıştır. Bu gayret ve uyarılarımızla yetkisiz kişilerin kanundışı davranışları ile sorumlu makamları
müşkül duruma sokmalarını önlemeyi amaç edinmişizdir. İşte şimdi de 9 Haziran 1973 tarihli gazetelerde ve bugünkü gazetelerde de yer alan bu tür haberlerden
ötürü konuyu gündem dışı bir konuşma ile huzurlarınıza getirmiş bulunuyorum.
Bomba olayı ile ilgili olarak ilk defa hakim önüne çıkarılan bir sanığın maruz kaldığı baskı ve işkenceyi mahkeme önünde şu sözlerle anlattığı basında yer
almıştır. Bu sanık demiştir ki; “Emniyette maddi ve manevi zor durumda bırakılarak ifadem alınmıştır. Bu hareketin vücudumda etkilerini taşıyorum.
Hastaneye sevkimi ve bir bilirkişi marifetiyle bunların tespitini istiyorum. ” Bu sanık ayrıca şunları da söylemiştir:

“Bu iddianame hukuk dışı, anayasa ve kanundışı bir malzeme ile hazırlanmıştır.
Söz konusu ikrar baskı ürünüdür. Savcının bu işkenceleri bilmemesine imkan yoktur. Bu ifadeler savcıya niyabeten alınmıştır. Tabanımda ve vücudumda baskı
izlerini taşımaktayım, göstermek istiyorum.” Sanık ayrıca duruşma heyetine verdiği bir dilekçe ile 353 Sayılı Yasanın 122. ve müteakip maddelerine göre
kendisinin bildireceği üç doktor tarafından muayene edilip işkence izlerinin tespit ettirilmesini savunma delili olarak mahkemeden istemiştir. 
Bazı gazetelerde bu sanığın çıplak ayağını duruşma hakimlerine gösterirken çekilmiş resmi de vardır.
Bilirkişiye sevk isteği üzerine duruşma hakiminin bu sanığa verdiği cevap ilginçtir.
“Burada basın mensupları var diye ayakkabınızı çıkarıyorsunuz.” Diyerek onu şantaj yapmış gibi gösterme gayreti içinde bir ithamın altında tutuyor ve fakat bu ithamını pekiştirmek için sanığın iddiası doğrultusunda kanun hükümlerinin gereğini yapmaktan çekiniyor. Üzerinde işkence izleri bulunan bir çıplak ayağın
görüntüsüne rağmen bu ayağın sahibinin bilirkişiye ve o anda muayeneye sevk isteğini reddediyor.
Oysa sanığın bu isteği yasalara aykırı işlem yaparak kendisine işkence edip suç işleyen kimselerin cezalandırılmasını temin için yapılmış bir ihbar sayılıp işleme
konulması gerekli idi. Bugünkü gazetelerden anlaşılıyor ki, mahkemenin yapması gereken bu görevi, bir gün sonra olsa bile, Komutanlık yapmış, iddia sahibini
hastaneye sevk etmiştir.
Ayrıca söz konusu ifadelerin işkence ile alınmış olup olmadığının mahkemece araştırılması, ifadelerin hukuki değerinin tayini için de gerekli idi.
Başkan: Sayın Karaman, bir dakikanızı istirham ediyorum mahkeme işlemlerinin eleştirilmesi şeklinde olmamasını istirham ediyorum.
Mustafa Deliveli (Hatay): Bu konuşma mahkemelere tesiridir.
Başkan: Mahkeme işlemleri konusunda, o işlemlerin eleştirilmesi sahasına intikal ettirilmemesini bilhassa istirham ediyorum.
Suphi Karaman (Devamla): Efendim, bir cümlem var burada müsaade ederseniz bitireyim. Nitekim Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 17.4.1963 gün ve 892/1434 karar
sayılı kararında ikrarın zorlanmaya dayandığı iddiasının mahkemece tetkik ve tespiti gerektiğini kabul etmiştir. Bu konu ile ilgili olarak bugünkü Cumhuriyet
gazetesinde Türkiye Barolar Birliği Başkanı Faruk Eren’in yazdıkları makale ve ortaya koyduğu görüşler ilginçtir.
Diğer taraftan, sanık hakkındaki davanın açıldığı tarihin iddianamenin mahkemeye verildiği 7.6.1973 günü olduğu ve davanın ilk duruşma gününün de
ertesi günü, yani 8.6.1973 günü olduğu göz önüne alınırsa bu duruşma hazırlığı safhası fiilen ortadan kaldırılmış ve sanığın 353 Sayılı Kanunun 122. ve müteakip
maddelerinden yararlanma olanağı yok edilmiştir.
Sayın arkadaşlarım, 50 yılını dolduran Cumhuriyet yönetimimizin hiçbir döneminde iç isyanlarda…
O. Mecdi Agün (Rize): Anayasaya aykırı konuşma yapılıyor Sayın Başkan.
Başkan: Efendim, müsaade buyurun, ben takip ediyorum.

Devam buyurun efendim.


37. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***