Hanefi Avcı nın Cem Ersever le karşılaşması, BÖLÜM 1
Hanefi Avcı, Cem Ersever, karşılaşması, Diyarbakır İl Başkanı, Vedat Aydın, Hüseyin Kocadağ, Derin Devlet, Güncel Hayat ve Siyaset,
Haliçte yaşayan Simonlar, Halkın Emek Partisi, Jitem, Kitaplık, MİT, Öteki Tarih,
cafrande.org -
12/10/2010
Hanefi Avcı’nın Cem Ersever’le karşılaşması, HEP* Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın’ın öldürülmesi
*HEP:Halkın Emek Partisi Vedat Aydın kimdir?.
Vedat Aydın, 1953 yılında Diyarbakır’ın Bismil İlçesi’ne bağlı Kürthacı Köyü’nde
dünyaya geldi. 1979′da Diyarbakır’daki Dicle Üniversitesi Eğitim Enstitüsü
Edebiyat Bölümü’nden mezun oldu. 12 Eylül harekatından sonra tutuklanıp 4 yıl
hapis yattıktan sonra 1990 yılında Diyarbakır’da İnsan Hakları Derneği’nin
kurucu üyesi oldu. 28 Ekim 1990′da İHD Genel Kurulu’nda yaptığı Kürtçe
konuşmadan dolayı tekrar tutuklandı. Kapatılan Devlet Güvenlik Mahkemesi’ndeki
duruşmada Türkçe konuşmayı reddetti. 5 ay tutuklu kaldıktan sonra serbest kalan Vedat Aydın, İHD Diyarbakır Şube Başkanlığı’na seçildi. 1991 yılı Haziran ayında HEP Diyarbakır İl Kongresi’nde başkanlığa seçildi. Başkan seçildikten 20 gün sonra kaçırılarak işkenceyle öldürüldü. Diyarbakır’da 10 Temmuz 1991 günü cenaze töreni düzenlendi. Aydın’ın Mardinkapı Mezarlığı’na defnedilmesi sırasında çıkan olaylarda mezarlık çevresindeki Surların üzerinden kalabalığa açılan ateş sonucu 3 kişi öldü, çok sayıda kişi yaralandı.
Hanefi Avcı itiraf ediyor…
Cem Ersever’in öldürülmesi Güneydoğu’daki olayları veya Türkiye’deki iç güvenlik
anlayışını (veya JİTEM anlayışını) birçok açıdan ibret alınacak şekilde gözler
önüne seren bir olaydı. Yalnızca bu olayın irdelenmesi ve tam manasıyla
aydınlatılması ve faillerinin yargılanması bile Türkiye’de Susurluk ve Ergenekon
anlayışının teşhiri ve ne olduğunun anlaşılması açısından yeterlidir.
Ama maalesef her şeyi ile açık ve net olmasına rağmen bu olay hala istenilen
seviyede soruşturulup, failleri yargılanamadı. Cem Ersever’in öldürülmesi ile
ilgili olarak Meclis Susurluk Araştırma Komisyonunda ve daha sonra adliyede
geniş olarak ifade verdim ama bu ifadeler hep resmi kalıplar içerisinde kaldığı
için belki şimdi olayı bir hikaye ya da bir film senaryosu içerisinde anlatmak
ve daha iyi anlaşılır hale getirmek gerekiyor.
seviyede soruşturulup, failleri yargılanamadı. Cem Ersever’in öldürülmesi ile
ilgili olarak Meclis Susurluk Araştırma Komisyonunda ve daha sonra adliyede
geniş olarak ifade verdim ama bu ifadeler hep resmi kalıplar içerisinde kaldığı
için belki şimdi olayı bir hikaye ya da bir film senaryosu içerisinde anlatmak
ve daha iyi anlaşılır hale getirmek gerekiyor.
Cem Ersever’i ne zaman tanıdım? Eruh ve Şemdinli ilçelerinin 15-16 Ağustos
1984’te PKK gerillaları tarafından basılmasından sonra Güneydoğu illerini
terörle mücadele ve istihbarat açısından desteklemek amacıyla yapılan
çalışmalarda, ben de çalıştığım Mersin Terörle Mücadele Şubesinde mimlenip önce
İstihbarat Daire Başkanlığının açtığı Yeraltı Yıkıcı Faaliyetlerle Mücadele
(YYFM) kursuna alındım.
1984’te PKK gerillaları tarafından basılmasından sonra Güneydoğu illerini
terörle mücadele ve istihbarat açısından desteklemek amacıyla yapılan
çalışmalarda, ben de çalıştığım Mersin Terörle Mücadele Şubesinde mimlenip önce
İstihbarat Daire Başkanlığının açtığı Yeraltı Yıkıcı Faaliyetlerle Mücadele
(YYFM) kursuna alındım.
Daha sonra, 1984 yılının son günlerinde de bir grup arkadaşımla birlikte tayinim Diyarbakır’a çıktı ve hemen gidip göreve başladım.
Yeni atanan grubun amiri bendim, ekip halinde hızlı bir şekilde Güneydoğu’daki
olayları öğrenmeye çalışıyorduk. Diyarbakır İstihbarat Şube Müdür Vekiliydim ama Diyarbakır’dan çok tüm Güneydoğu bölgesinde görev almak gereğini duyuyordum veya Genel Müdürlük de bana biraz böyle bir görev biçiyordu.
olayları öğrenmeye çalışıyorduk. Diyarbakır İstihbarat Şube Müdür Vekiliydim ama Diyarbakır’dan çok tüm Güneydoğu bölgesinde görev almak gereğini duyuyordum veya Genel Müdürlük de bana biraz böyle bir görev biçiyordu.
Tabi i sıkıyönetim komutanlığının Diyarbakır’da olması, bölgesel düzeyde bir görev olması ve bizim sıkıyönetim karargahında bulunmamız da böyle bir imkanı bize veriyordu. Göreve başlamamdan birkaç gün sonra, SASON operasyonu olmuş ve Ali Ozansoy isimli örgütün önemli kadrolarından Sason bölge komitesi sorumlusu, geniş bilgi birikimine sahip entelektüel bir örgüt yöneticisi yakalamıştı. Ali Ozansoy’un ilk sorgulanması sırasında PKK’nın kuruluşundan o güne kadarki (yani 1985 yılı itibariyle) geçmişini, varlığını, yurtdışı ve yurtiçi faaliyet ve hedefleri, bu
yeni çıkışının amacının ne olduğunu, ne yapömak istediğini bir bütünlük içerisinde kapsamlı olarak anlatan ifadesini bir videobanda kaydetmiştik. Sonra bu kaydı sistematik yazılı bir metin haline getirip, bölgedeki görevlilere dağıtarak herkesin PKK hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamıştık. Bu farklı bilgi alma yöntemi, PKK’yı gösteren faaliyetimiz bize önemli bir güç ve bilgi kazandırmış, aynı zamanda Sıkıyönetim Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü düzeyinde farklı bir bakış açısı edindirmişti.
O güne kadar bazı terör faaliyetleri gerçekleştirilmiş, Eruh ve Şemdinli
ilçelerinin basılmış olmasına karşın güvenlik kuvvetleri karşılarındaki grubun,
PKK’nın amacının ne olduğunu, ne yapmak istediğini bilmiyordu. Hatta birçoğu
Eruh ve Şemdinli baskınlarını Suriye’den gelen insanların yaptığını
zannediyordu.
Eruh Şemdinli baskınından sonra bölgeye gönderilen Güvenlik Kuvvetlerinin aldığı ilk ifadelerde çok ilginç noktalar vardı. İnanılmaz ve tuhaf bir biçimde ifade alınmıştı; olay bir türlü kavranamamış, olayın ne olduğu hakkında bir fikir sahibi olunamamıştı. Bu yüzden tüm yönleriyle almış olduğumuz Ali Ozansoy’un ifadesi, PKK’nın ne olduğunu, ne yapmak istediğini, gelecekte PKK’nın neler yapacağını, hedeflerinin ne olduğunu ortaya koyan çok önemli bir belgeye dönüşmüştü. PKK’nın yeni süreçteki çıkışı, o güne kadar daha derli toplu anlatılmamıştı.
yeni çıkışının amacının ne olduğunu, ne yapömak istediğini bir bütünlük içerisinde kapsamlı olarak anlatan ifadesini bir videobanda kaydetmiştik. Sonra bu kaydı sistematik yazılı bir metin haline getirip, bölgedeki görevlilere dağıtarak herkesin PKK hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamıştık. Bu farklı bilgi alma yöntemi, PKK’yı gösteren faaliyetimiz bize önemli bir güç ve bilgi kazandırmış, aynı zamanda Sıkıyönetim Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü düzeyinde farklı bir bakış açısı edindirmişti.
O güne kadar bazı terör faaliyetleri gerçekleştirilmiş, Eruh ve Şemdinli
ilçelerinin basılmış olmasına karşın güvenlik kuvvetleri karşılarındaki grubun,
PKK’nın amacının ne olduğunu, ne yapmak istediğini bilmiyordu. Hatta birçoğu
Eruh ve Şemdinli baskınlarını Suriye’den gelen insanların yaptığını
zannediyordu.
Eruh Şemdinli baskınından sonra bölgeye gönderilen Güvenlik Kuvvetlerinin aldığı ilk ifadelerde çok ilginç noktalar vardı. İnanılmaz ve tuhaf bir biçimde ifade alınmıştı; olay bir türlü kavranamamış, olayın ne olduğu hakkında bir fikir sahibi olunamamıştı. Bu yüzden tüm yönleriyle almış olduğumuz Ali Ozansoy’un ifadesi, PKK’nın ne olduğunu, ne yapmak istediğini, gelecekte PKK’nın neler yapacağını, hedeflerinin ne olduğunu ortaya koyan çok önemli bir belgeye dönüşmüştü. PKK’nın yeni süreçteki çıkışı, o güne kadar daha derli toplu anlatılmamıştı.
İlk yıllarda Diyarbakır’da fazla bir PKK varlığı yoktu, daha doğrusu Alaattin
Zuhurlu ve bölge halkından birkaç arkadaşından oluşan bir gerilla grubu vardı
ama onlar da pek fazla etkin değillerdi. Eylemsel olarak da fazla bir şey
yapmamışlardı, daha çok keşif, belki bölgeyi tanıma gibi faaliyetlerde
bulunuyorlardı. Bizim Genel Müdürlük adına PKK faaliyetlerinin daha yoğun olduğu birçok yere ( Siirt, Hakkari ve Şırnak bölgelerine ) gidip oralarda inceleme
yapma imkanlarımız vardı. Güneydoğu illerini gezip tanımaya ve oradaki
meslektaşlarımızla veya askeri yetkililerle ya da sıkıyönetim görevlileriyle
görüşerek PKK hakkında bilgi toplamaya yönelik bu tür inceleme çalışmalarının
birinde Siirt’e gittik. O zamanlar Siirt’te Emniyet Terörle Mücadele Şube
Müdürümüz Cafer Şahin’di. Bu konulara yatkın ve yetenekli biriydi. Zaten daha
önce Ankara Asayiş Cinayet Masasında çalışmış, siyasi örgütleri sorgulamış
olduğundan bu konuda oldukça donanımlı biriydi. Cafer Şahin’in örgüt mensupları, onların faaliyetleri, kod isimleri vs. hakkında tuttuğu küçük not defterinin bir fotokopisini almıştım. Bu defter bizim çok işimize yaramıştı.
Zuhurlu ve bölge halkından birkaç arkadaşından oluşan bir gerilla grubu vardı
ama onlar da pek fazla etkin değillerdi. Eylemsel olarak da fazla bir şey
yapmamışlardı, daha çok keşif, belki bölgeyi tanıma gibi faaliyetlerde
bulunuyorlardı. Bizim Genel Müdürlük adına PKK faaliyetlerinin daha yoğun olduğu birçok yere ( Siirt, Hakkari ve Şırnak bölgelerine ) gidip oralarda inceleme
yapma imkanlarımız vardı. Güneydoğu illerini gezip tanımaya ve oradaki
meslektaşlarımızla veya askeri yetkililerle ya da sıkıyönetim görevlileriyle
görüşerek PKK hakkında bilgi toplamaya yönelik bu tür inceleme çalışmalarının
birinde Siirt’e gittik. O zamanlar Siirt’te Emniyet Terörle Mücadele Şube
Müdürümüz Cafer Şahin’di. Bu konulara yatkın ve yetenekli biriydi. Zaten daha
önce Ankara Asayiş Cinayet Masasında çalışmış, siyasi örgütleri sorgulamış
olduğundan bu konuda oldukça donanımlı biriydi. Cafer Şahin’in örgüt mensupları, onların faaliyetleri, kod isimleri vs. hakkında tuttuğu küçük not defterinin bir fotokopisini almıştım. Bu defter bizim çok işimize yaramıştı.
İşte o arada birileriyle konuşurken, Siirt Jandarmasında sorgu operasyonları
işlerine bakan Cem Ersever’le karşılaştım. O zamanlar üsteğmen veya yüzbaşıydı.
Karşılaştığımızda, nereye gitse hep bizden bahsedildiğini söyledi. Genel Müdürlük adına yapılacak bazı görevler dolayısıyla defalarca Şırnak’a Hakkari’nin en ücra ilçesi Beytüşşebap’a gidiyor, buradaki meslektaşlarımızla ve halkla görüşerek bölgeyi ve insanları tanımaya, olayların iç yüzünü anlamaya çalışıyorduk. Biraz da belki Diyarbakır bölgesinde örgütün pek etkin olmamasından dolayı oradan gelmenin rahatlığıyla etrafta çekinmeden dolaşıyorduk. Birçok insan oralara gelip gittiğimizi ve adımızı biliyordu ama bizi polis değil de daha çok Milli İstihbarat Teşkilatının elemanı zannediyorlardı. Çünkü polisin oralarda dolaşması pek alışılmış bir şey değildi.
işlerine bakan Cem Ersever’le karşılaştım. O zamanlar üsteğmen veya yüzbaşıydı.
Karşılaştığımızda, nereye gitse hep bizden bahsedildiğini söyledi. Genel Müdürlük adına yapılacak bazı görevler dolayısıyla defalarca Şırnak’a Hakkari’nin en ücra ilçesi Beytüşşebap’a gidiyor, buradaki meslektaşlarımızla ve halkla görüşerek bölgeyi ve insanları tanımaya, olayların iç yüzünü anlamaya çalışıyorduk. Biraz da belki Diyarbakır bölgesinde örgütün pek etkin olmamasından dolayı oradan gelmenin rahatlığıyla etrafta çekinmeden dolaşıyorduk. Birçok insan oralara gelip gittiğimizi ve adımızı biliyordu ama bizi polis değil de daha çok Milli İstihbarat Teşkilatının elemanı zannediyorlardı. Çünkü polisin oralarda dolaşması pek alışılmış bir şey değildi.
Siirt İl Jandarma Alay Komutanlığı bölgesinde çalışan Cem yüzbaşı da tüm bölgeyi
dolaşan, bölgede olup biten her şeyi kontrol eden gözü kara biriydi. İşte
bölgede dolaşırken Siirt’teki bütün köylerde, mezralarda bizim adımızı duyduğunu
söyledi. Bir süre Cem’le sohbet ettik. Kısa süre içerisinde onun işine sarılan,
bütün mesaisini ve zamanını her şeyiyle canı gönülden işine adayan, sürekli işi
takip eden, olayları çok önemseyen ve bu davaya inanmış biri olduğu kanaatine
vardım.
O da belki bende belli şeyleri gözlemlemişti. İlk karşılamamızla birlikte
aramızda aynı inanç ve düşünceyi paylaşan insanların yakınlığı ve samimiyeti
oluşmuştu. Görevle ilgili her konuda rahat konuşabileceğim, derdimi rahat
anlatabileceğim, farklı konularda tartışıp fikir birliği kurabileceğim biri gibi
görünüyordu. Çünkü biz bütün varlığımızla, bütün mealimizle üzerinde olduğumuz
işe odaklanmamız gerektiğine inananlardandık. O da bu anlayıştaydı.
Daha sonraki dönemlerde çok sık görüşemedik. Çok nadiren birkaç defa karşı
karşıya gelmiştik. Ama kendimizi birbirimize çok yakın hissediyor, her
karşılaşmamızda kimseyle paylaşmadığımız sırlarımızı birbirimizle
paylaşabiliyorduk. Aradan epey bir zaman geçti. Bu arada Şırnak’ta bir iki defa
karşılaştık zannediyorum. O karşılaşmalarımızda çok daha kızgındı. Özellikle
askeri birimlerin şuurlu, makul ve mantıklı şekilde hareket edemediklerinden
bahsediyordu. Hatta ilginç denemeler yapıyordu, daha sonra uyguladığı bu
yöntemlerin bazılarından yazdığı kitaplarda da bahsetti.
O zamanlar Şırnak Uludere arasında gelip geçen herkes askerler tarafından
sürekli kontrol ediliyordu. Durdurup araçları arıyorlar, yolcuların nereden
gelip nereye gittikleri ve isimleri defterlere kayıt ediyorlardı. Ve tabii
herkesten kimlik soruyorlardı. Cem kendisi için, PKK’nın o zamanki en önemli
yöneticilerinden Duran Kalkan veya herkes tarafından Selim Hoca diye bilinen
Selahattin Çelik gibi birkaç insan adına sahte kimlikler hazırlamıştı. Bir gün
Cem otomobile sivil olarak binmiş, otomobil kontrol için durdurulduğunda
askerlere kendi kimliği yerine bir seferinde Duran Kalkan’ın, başka bir sefer de
Selahattin Çelik’in kimliğini göstermiş, kayıtlara da bu isimler geçmişti. Daha
sonra tugay yetkililerine gidip, Şırnak’taki kontrol noktalarından Selahattin
Çelik ve Duran Kalkan’ın geçtiğini söylemişti.
Bunun üzerine askerler Şırnak’ın giriş ve çıkışında gelip geçen herkesin
kimliklerinin yazıldığı defterleri getirip baktıklarında gerçekten Selahattin
Çelik ve Duran Kalkan’ın adları yazılıydı. Cem’in göstermek istediği durum da
buydu. Kontrol noktalarında bölgelere girip çıkanların adı yazılıyor, kimlikleri
kaydediliyordu fakat örgüt mensupları, yöneticileri hakkında hiç kimse bilgi
sahibi olmadığından örgütün yönetici kadrolarından ya da aranan bir kişi bile bu
kontrol noktalarından çok rahatça geçebiliyordu. İsimler hakkında bilgi sahibi
olmadan yapılan bu kontrol ya da kayıt tutmaların hiçbir işlevi olmuyordu. İşte
Cem bu türden denemeler yapmıştı, kendisi bana bunları anlatmıştı, hatta daha
sonra kitabında da benzeri şeyleri okumuştum. Kabına sığmayan sürekli koşturan biriydi.
Bu bölgedeki terör olayları nedeniyle hepimiz örgütün yeri ve faaliyetleri
hakkında istihbarat almaya çalışıyorduk. Bazı insanlar da bu durumdan istifade
etme gayretindeydi. Cem yüzbaşı (bir müddet sonra binbaşı olmuştu sanıyorum)
bunlardan bir kısmını deşifre etmişti. Bu insanlar önce Jandarma Emniyet veya
diğer istihbarat birimlerine gidip şu kişiler PKK’ya yardım ediyor, şu gün PKK
mensupları onların yanına geldi, şu olayda kavuzluk yaptılar, şu kişi şu olayda
PKK mensuplarına öncülük yaptı gibi ihbarlarda bulunuyorlardı. Sonra ihbar edip
yakalattığı kişilerin evlerini ziyaret ediyor, polis ve askerlere rüşvet vererek
onları kurtarabileceklerini söyleyip ailelerinden para alıyorlardı. Ardından
Jandarmaya ya da polise gidip, bu kişilerin devlete çalışarak PKKhakkında tekrar
bilgi aktaracaklarını söyleyerek onların salıverilmesini sağlıyorlardı. Masum
insanları örgütle irtibatlı oldukları iddiasıyla yakalatıp daha sonra onları
kurtarma vaadiyle yakınlarından para alan bu kişiler bu işi meslek haline
getirmişlerdi. Bu yöntem maalesef bu bölgede çok yaygındı. Kimileri de önce
jandarmaya gelip bir müddet bilgi vererek Jandarmayı oyalıyor, sonunda verdiği
bilgilerin yanlış olduğu ortaya çıkıyordu. Bu defa Emniyete gidiyor, bir süre
aynı şekilde emniyet mensuplarına bilgi veriyor, Emniyet bu kişilerin sahtekar
olduklarını fark edince bu kez Milli İstihbarat Teşkilatına yöneliyorlardı.
Orada da bu insanların üçkağıtçı oldukları anlaşılıncaya kadar epeyce bir zaman
geçiyordu. İşte Cem binbaşı bunlardan bazılarını ilçe merkezlerine götürüp,”
Sizi ihbar eden, hakkınızda iftira atan ve bize ihbar mektubu yazan üçkağıtçılar, sahtekarlar bunlar,” diyip onları kahvelerin orta yerinde teşhir etmişti.
dolaşan, bölgede olup biten her şeyi kontrol eden gözü kara biriydi. İşte
bölgede dolaşırken Siirt’teki bütün köylerde, mezralarda bizim adımızı duyduğunu
söyledi. Bir süre Cem’le sohbet ettik. Kısa süre içerisinde onun işine sarılan,
bütün mesaisini ve zamanını her şeyiyle canı gönülden işine adayan, sürekli işi
takip eden, olayları çok önemseyen ve bu davaya inanmış biri olduğu kanaatine
vardım.
O da belki bende belli şeyleri gözlemlemişti. İlk karşılamamızla birlikte
aramızda aynı inanç ve düşünceyi paylaşan insanların yakınlığı ve samimiyeti
oluşmuştu. Görevle ilgili her konuda rahat konuşabileceğim, derdimi rahat
anlatabileceğim, farklı konularda tartışıp fikir birliği kurabileceğim biri gibi
görünüyordu. Çünkü biz bütün varlığımızla, bütün mealimizle üzerinde olduğumuz
işe odaklanmamız gerektiğine inananlardandık. O da bu anlayıştaydı.
Daha sonraki dönemlerde çok sık görüşemedik. Çok nadiren birkaç defa karşı
karşıya gelmiştik. Ama kendimizi birbirimize çok yakın hissediyor, her
karşılaşmamızda kimseyle paylaşmadığımız sırlarımızı birbirimizle
paylaşabiliyorduk. Aradan epey bir zaman geçti. Bu arada Şırnak’ta bir iki defa
karşılaştık zannediyorum. O karşılaşmalarımızda çok daha kızgındı. Özellikle
askeri birimlerin şuurlu, makul ve mantıklı şekilde hareket edemediklerinden
bahsediyordu. Hatta ilginç denemeler yapıyordu, daha sonra uyguladığı bu
yöntemlerin bazılarından yazdığı kitaplarda da bahsetti.
O zamanlar Şırnak Uludere arasında gelip geçen herkes askerler tarafından
sürekli kontrol ediliyordu. Durdurup araçları arıyorlar, yolcuların nereden
gelip nereye gittikleri ve isimleri defterlere kayıt ediyorlardı. Ve tabii
herkesten kimlik soruyorlardı. Cem kendisi için, PKK’nın o zamanki en önemli
yöneticilerinden Duran Kalkan veya herkes tarafından Selim Hoca diye bilinen
Selahattin Çelik gibi birkaç insan adına sahte kimlikler hazırlamıştı. Bir gün
Cem otomobile sivil olarak binmiş, otomobil kontrol için durdurulduğunda
askerlere kendi kimliği yerine bir seferinde Duran Kalkan’ın, başka bir sefer de
Selahattin Çelik’in kimliğini göstermiş, kayıtlara da bu isimler geçmişti. Daha
sonra tugay yetkililerine gidip, Şırnak’taki kontrol noktalarından Selahattin
Çelik ve Duran Kalkan’ın geçtiğini söylemişti.
Bunun üzerine askerler Şırnak’ın giriş ve çıkışında gelip geçen herkesin
kimliklerinin yazıldığı defterleri getirip baktıklarında gerçekten Selahattin
Çelik ve Duran Kalkan’ın adları yazılıydı. Cem’in göstermek istediği durum da
buydu. Kontrol noktalarında bölgelere girip çıkanların adı yazılıyor, kimlikleri
kaydediliyordu fakat örgüt mensupları, yöneticileri hakkında hiç kimse bilgi
sahibi olmadığından örgütün yönetici kadrolarından ya da aranan bir kişi bile bu
kontrol noktalarından çok rahatça geçebiliyordu. İsimler hakkında bilgi sahibi
olmadan yapılan bu kontrol ya da kayıt tutmaların hiçbir işlevi olmuyordu. İşte
Cem bu türden denemeler yapmıştı, kendisi bana bunları anlatmıştı, hatta daha
sonra kitabında da benzeri şeyleri okumuştum. Kabına sığmayan sürekli koşturan biriydi.
Bu bölgedeki terör olayları nedeniyle hepimiz örgütün yeri ve faaliyetleri
hakkında istihbarat almaya çalışıyorduk. Bazı insanlar da bu durumdan istifade
etme gayretindeydi. Cem yüzbaşı (bir müddet sonra binbaşı olmuştu sanıyorum)
bunlardan bir kısmını deşifre etmişti. Bu insanlar önce Jandarma Emniyet veya
diğer istihbarat birimlerine gidip şu kişiler PKK’ya yardım ediyor, şu gün PKK
mensupları onların yanına geldi, şu olayda kavuzluk yaptılar, şu kişi şu olayda
PKK mensuplarına öncülük yaptı gibi ihbarlarda bulunuyorlardı. Sonra ihbar edip
yakalattığı kişilerin evlerini ziyaret ediyor, polis ve askerlere rüşvet vererek
onları kurtarabileceklerini söyleyip ailelerinden para alıyorlardı. Ardından
Jandarmaya ya da polise gidip, bu kişilerin devlete çalışarak PKKhakkında tekrar
bilgi aktaracaklarını söyleyerek onların salıverilmesini sağlıyorlardı. Masum
insanları örgütle irtibatlı oldukları iddiasıyla yakalatıp daha sonra onları
kurtarma vaadiyle yakınlarından para alan bu kişiler bu işi meslek haline
getirmişlerdi. Bu yöntem maalesef bu bölgede çok yaygındı. Kimileri de önce
jandarmaya gelip bir müddet bilgi vererek Jandarmayı oyalıyor, sonunda verdiği
bilgilerin yanlış olduğu ortaya çıkıyordu. Bu defa Emniyete gidiyor, bir süre
aynı şekilde emniyet mensuplarına bilgi veriyor, Emniyet bu kişilerin sahtekar
olduklarını fark edince bu kez Milli İstihbarat Teşkilatına yöneliyorlardı.
Orada da bu insanların üçkağıtçı oldukları anlaşılıncaya kadar epeyce bir zaman
geçiyordu. İşte Cem binbaşı bunlardan bazılarını ilçe merkezlerine götürüp,”
Sizi ihbar eden, hakkınızda iftira atan ve bize ihbar mektubu yazan üçkağıtçılar, sahtekarlar bunlar,” diyip onları kahvelerin orta yerinde teşhir etmişti.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder