IRAK KÜRTLERİ VE BÖLGE BARIŞI., BÖLÜM 1
Dr. Ahmet Emin Dağ,
Gözlem, Saha
Irak’ı oluşturan etnik unsurlar bu ülkedeki çatışma dinamiklerinin önemli bir boyutunu meydana getirmektedir. Irak etnik olarak çoğunlukla Araplardan oluşsa da ülkede hatırı sayılır oranda Kürt, Türkmen ve Asuri gibi diğer küçük topluluklar da yaşamaktadır. Ülkenin sosyal dokusunu oluşturan etnik unsurların birbirleriyle ve rejimle ilişkileri Irak’taki yöneticilerin baskıcı ve ayrıştırıcı niteliklerine göre kimi zaman gergin kimi zaman da daha bütünleştirici bir tarihsel süreçten geçmiştir. Ancak Irak’taki çatışma tarihinde etnik unsurları öne çıkaran nokta daha çok uluslararası ve bölgesel güçlerin bu gruplarla ilişkileri olmuştur. Merkezî hükümetin Araplaştırma politikaları değişik etnisiteleri
yabancılaştırırken, bu süreç söz konusu etnik grupları dış güçlerle ittifak kurmaya yöneltmiştir.
Irak’taki etnik unsurlar içinde Kürtler önemli bir gücü temsil etmektedir. Irak nüfusunun %10’unu oluşturan Kürtler, ağırlıklı olarak Erbil, Süleymaniye ve Kerkük kentlerinde olmak üzere hemen tüm kuzey kentlerinde ve Bağdat’ta yaşamaktadır.
Kürtler,
Kürt azınlık ile merkezî Arap idarenin ilişkileri Osmanlı sonrasında inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir. Irak’ı sömürge idaresi olarak kuran İngilizlerin temel amacı, bir yandan Arap milliyetçisi rejim üzerinden kendi çıkarlarını savunurken bir yandan da kuzeydeki Kürt azınlığın petrol bölgelerindeki İngiliz çıkarlarına tehdit oluşturmasını önlemek olmuştur. İngilizlerin bölgede yürüttüğü bu siyasetin yanı sıra Kürt azınlık da yeni kurulan rejim karşısında ikiye bölünmüştür. Toprak ağalarının başını çektiği ve feodal yapının ağırlıkta bulunduğu bir grup, Faysal bin Hüseyin liderliğindeki Arap rejimiyle iş birliği tarafını tutarken, Şeyh Mahmut Berzenci liderliğindeki başka bir grup da bağımsız bir Kürt devleti olma eğiliminde olmuştur.
Irak’ta Kürt azınlık kaynaklı ilk gerilim 1920’lerin başında ortaya çıkmıştır. Faysal rejimi, Şii çoğunluğa karşı Sünni Kürtleri kendi yanına çekip bir denge oluşturmaya çalışırken Şii isyanlarıyla başa çıkmaya çalışan İngilizler de Faysal’ın bu politikasını desteklemiştir. Ancak İngilizler - her ihtimale karşı- Kürt grupları da kendilerinden uzaklaştırmak istemediklerinden, Milletler Cemiyeti’nde Kürt azınlığın kendi bölgelerinde tanınmış bir statüye sahip olacağına dair söz vermiştir. Bölgesel düzlemde ise Osmanlı’nın sorunlu mirası üzerine yükselen cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Türkiye’nin homojen tek bir ulus yaratma projesi yürürlüğe konmuştur.
Bu dönemde Ankara, komşu Irak’ta bir Kürt bağımsızlığının kendisinin de başa çıkmaya çalıştığı Türkiye içindeki Kürtler için teşvik edici olacağını düşünmüştür. Bu nedenle 1920’lerdeki gerilimlerde Faysal’ın entegrasyon siyasetine sıcak bakmış ve Kürtlerin Bağdat’taki merkezî hükümete bağlanmasını kendi çıkarlarına daha uygun görmüştür.
1930’lara gelindiğinde İngiltere’nin temel amacı, (Almanya gibi) Avrupalı güçlere karşı kendisi için daha stratejik hale gelen petrolle ilgili çıkarlarını garantilemek için Kürtlere ilişkin siyasetinde ufak revizyonlar yapmak olmuştur. Irak’ta merkezî otoriteyi daha da güçlendirmeye dayalı bu değişim, 1932 yılında Irak’ın bağımsız olmasından sonraki etnik yapı ile ilgili politikalara doğrudan yansımıştır. Merkezî Irak yönetiminin Kürt bölgelerine karşı artan güvensizliği ve ardından gelen baskı politikaları, 2. Dünya Savaşı yıllarında milliyetçi duyguları daha da alevlendirmiştir.
Nihayetinde Ortadoğu’nun yeni bağımsız ülkelerle sınırlarının baştan çizildiği 1946 yılından itibaren Mollo Mustafa Barzani’nin liderliğinde bir silahlı
muhalefet doğmuştur.
Kürt azınlık kendi içinde bir bütünlüğe sahip olmadığından bölgedeki yerel dinamikler ve alt etnik faktörler 1964 yılında Celal Talabani öncülüğünde
yeni bir bölünmeyi getirmiştir. Barzani’nin Kürdistan Demokratik Partisi’ne (KDP) karşı Talabani’nin Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB), bir yanda rejimle
çekişme yaşarken, diğer yanda Kürt azınlık içindeki en önemli gerilim kaynağı haline gelmişlerdir.
Kürt azınlığın maruz kaldığı baskılar ve asimilasyon uygulamaları, Irak’taki Baasçı rejimin karakteriyle doğrudan bağlantılıdır. Bundan dolayı, Irak’taki Baas Partisi ile rekabet halindeki İran ve Suriye rejimleri kendi ülkelerindeki Kürtlere göstermedikleri cömertlik ve hoşgörüyü Irak’ı zayıflatma hedefiyle Irak’taki Kürtlere göstermeye başlamışlardır. Saddam Hüseyin’in iktidara gelişi sürecinde ise Kürtler için daha gergin bir dönem başlamıştır. 1974-75 yıllarında merkezî hükümet ile Barzani peşmergeleri arasında yaşanan çatışmalardan Kürtler adına hiçbir kazanım sağlanamamış, aksine İran ile Irak arasında varılan anlaşma ile 1975’te süreç tamamen Kürt azınlık aleyhine gelişmiştir. Bu tarihten sonra yarım milyonu aşkın kişinin yeri değiştirilmiş ve 500 Kürt köyü boşaltılmıştır.
1980 yılında başlayan İran-Irak Savaşı etnik politikalardaki dengeleri de etkilemiştir. Irak’taki baskıcı rejimden bıkmış olan Kürt muhalefetin savaş boyunca İran’a yakın durması, Bağdat’la olan ilişkileri gerilmiş bir ok gibi hızla kontrolden çıkacak bir aşamaya getirmiştir. Türkiye’deki PKK terörünün de bu ülkeden lojistik destek bulması, Kuzey Irak’taki Kürtleri bölgesel gerilimin merkezine oturtmuştur.
Savaş boyunca bulduğu her fırsatta Irak’taki Kürtlere baskısını hissettiren Saddam, asıl hamlesini 1988 yılında İran’la savaşın sona ermesinden sonra gerçekleşmiştir. Bu tarihte başlayan Enfal Operasyonu, kimyasal silahların da kullanıldığı büyük bir katliama dönüşmüş ve toplamda 200.000’e yakın Kürt sivil öldürülmüştür. Uygulanan bu etnik temizlik Kürt muhalefetini daha da radikalleştirirken, bölgede ABD’nin çok daha aktif olduğu yeni bir dönem başlamıştır. Saddam Hüseyin’in 1990 yılında işgal ettiği Kuveyt’ten çıkarılması için yapılan operasyondan hemen sonra başlayan Kürt isyanı, bölgeyle ilgili yeni bir gerçekliği gündeme getirmiştir. Batılı ülkelerin 36. paralelin kuzeyini, yani Kürt etnik azınlığın yoğun olarak yaşadığı Kuzey Irak topraklarını Saddam’ın müdahalesine kapatan uçuşa yasak bölge uygulaması, söz konusu bölgede yarı
özerk bir yapı ortaya koymuştur. Türkiye’nin de kendi çıkarlarını korumak amacıyla farklı araçlarla aktif olarak içinde bulunduğu bu süreç, Irak’taki Kürt krizini uluslararası bir sorun haline dönüştürmüştür.
Bu dönemde dikkat çeken bir diğer gerilim alanı, sağlanan bu özerklik ortamını paylaşmada rakip iki Kürt partisinin kendi aralarında yaşadığı rekabet olmuştur.
Barzani ve Talabani grupları, yer yer silahlı çatışmaya dönen iç gerilime ancak Amerika’nın arabuluculuğunda son verebilmiştir.
2003 yılında gelen Irak işgali Kürt özerk yönetiminden tam destek alırken sonrasında kurulan Irak rejimlerinde iç politik gerilimler olsa da Kürt azınlık için etnik nedenlerle ezildikleri dönem sona ermiş görünüyordu. Ancak bu kez gerilim Kerkük’ün statüsüne ilişkin yapılan tartışmalar sonrasında gelmiştir. Irkçı hedefleri olan her yapı gibi kuzey Irak Kürt yönetimi de kendisi dışındaki grupları ezme pahasına genişleme siyaseti izlemiştir. Kendisine nüfuz alanı olarak petrol zengini Kerkük kentini seçen Erbil yönetimi, sadece Bağdat’taki yönetimle değil petrol güzergâhı üzerinde bulunan Türkiye ile de gerilim yaşamıştır. Bu nedenle bölgedeki Türkmen varlığını güçlendirmeye çalışan Türkiye, Kürt yöneticilere
kimi zaman sert uyarılarla yön vermeye çalışsa da, ABD’nin tam desteği ile güçlenen yeni Kürt oluşumu konusunda en iyi politikanın Erbil ile uzlaşmak olduğu sonucuna varılmıştır.
Irak’taki iç siyasi sürecin İran nüfuzu altında Bağdat’ta sekteryan bir hükümeti güçlendirmesi Kuzey Irak ile merkezî hükümetin ilişkilerini önemli ölçüde etkilemiştir. Nuri el-Maliki hükümetleri 2010 yılından itibaren baskıcı bir rejim ortaya koyarken, Kürt otonom bölgesi tam bağımsızlığa doğru ciddi adımlar atmaya yönelmiştir.
Bağdat’taki siyasi dengelerde yaşanan bu değişim, Türkiye ile Kuzey Irak Kürtlerini birbirine yaklaştırmış ve iki taraf arasında gerek ekonomik gerekse siyasi iş birliği gelişme sürecine girmiş ve Kerkük gerilimi azalmıştır. Sadece Türkiye ile değil, 2014 yılı sonunda Maliki’nin yerine gelen Başbakan Haydar el-İbadi yönetimi altında Kürt yönetimi ile de yeni bir dönemin temelleri atılırken, petrol ihracından elde edilecek gelirin paylaşımı, peşmerge gücünün Irak ordu birliklerine entegrasyonu ve yarı özerk yapının sınırları gibi birçok hayati konuda daha ılımlı bir dönem başlamıştır.
Dış Güçler ve Kürtler
Irak, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, 1958 yılına kadar, Anglo-Amerikan politikalara destek veren krallık rejimiyle yönetildiği için Batılılar buradaki merkezî otoriteyi müttefik veya en azından ılımlı bir yönetim olarak görmekteydi. Doğal olarak söz konusu döneme kadar Irak
içindeki Kürt meselesi Batı için henüz merkezî otoriteye karşı potansiyel bir unsur olarak değerlendirilmemekteydi. Hatta Bağdat rejimine
karşı savaş¬mak üzere Moskova’dan destek alan Mustafa Barzani liderliğindeki Kürt muhalefeti (KDP), İngiltere ve ABD için ciddi bir baş ağrısı
bile sayılabilirdi.
1958 yılına gelindiğinde sol eğilimli Arap milliyetçisi General Kasım’ın yapmış olduğu askerî darbe, Irak’taki dengeleri tamamen tersine çevirmiştir.
İngiltere-ABD ikilisi Kürtlere yakınlaşırken, merkezî hükümet ise Sovyet Bloğu’na yakın durmaya başlamıştır. Bu yakınlığa güvenen Kasım yönetimi, önceki yıllardan Barzani’ye destek veren Moskova’nın baskı yaparak Kürt muhalefetinin Irak hükümeti aleyhine herhangi bir tertip içine girmeyeceği yö-nünde bir beklenti geliştirmiştir. Ancak bu defa Kürt silahlı hareketi ile ABD’nin yolu birleştiğinden Bağdat’ın bu konuda yapabileceği çok şey kalmamıştır.
Bir yanda ABD tarafından desteklenen İran’daki Pehlevi Hane¬danlığı bölgede Washington adına nüfuz savaşı verirken, diğer tarafta Sovyet desteğindeki Irak, Batı’nın bölgesel gündemine karşıtlık rolünü üstlenmiştir. ABD’nin dikkatlerini Irak’taki Kürtlere yoğunlaştırmaya başlaması da bu döneme denk gelmektedir. Ortadoğu’da Sovyet nüfuzunun artmasından rahatsız olan ABD; İran ve İsrail aracılığıyla yardım gönderdiği Kuzey Irak’taki Kürtlerin 1960’lı yılların sonunda ayaklanmasına ze¬min hazırlamıştır. Sovyet etkisindeki Irak’ı zayıflatma aracı olarak Irak’taki etnik Kürt nüfusunu kullanan ABD yönetimi, 1970’li yılların ilk yarısına kadar bu politikasını devam ettirmiştir.
1975 yılında İran ile Irak arasında imzalanan ve iki ülke arasındaki toprak anlaşmazlıklarıyla birlikte etnik ve mezhebî sıkıntıları da çözmeyi amaçlayan
Cezayir Anlaşması, birçok açıdan dönüm noktası olmuştur. Anlaşmaya Irak’taki Sovyet nüfuzunu kıracak bir anlam yükledikleri için destek veren Batılılar, binlerce insanın öldürüleceği, yüz binlercesinin mülteci konumuna düşeceği baskı dönemi boyunca Kürtleri görmezden gelmiş, onlara iltica hakkı dahi vermemiştir.
İran’ın 1979 yılından sonra ABD’nin bölgedeki çıkarları için öncelikli tehdit haline gelmesi üzerine, Irak’ın güçlendirilmesi zorunluluğu daha bir önem kazanmıştır. Batı, bu dönemde Kürtlerin Bağdat hükümeti için herhangi bir tehdit oluşturması na izin verme niyetinde olmadığından Kürtlerin 1980’li yıllar boyunca baskı altında tutulmalarına göz yummuştur. Ancak İran-Irak Savaşı’nın bittiği 1988 yılından sonra, Sovyetler Birliği’nin Kürtlerin hamiliğini üstlenerek bölgeye nüfuz etmesinden kaygı duyan Batılı ülkeler, politik bir kart olarak yeniden Kürt haklarını sahiplenme gereğini hissetmiş ve bölgesel dengeleri etkilemek için bu kartı uzun yıllar bir daha bırakmamak üzere yoğun biçimde kullanmaya başlamıştır. Bu politikalarını şekillendirirken, başlarda Bağdat’taki merkezî hükümetle arayı bozacak girişimlerin sınırlarını koruyan Batılı ülkeler, 1988 yılında yapılan Halepçe Katliamı’nı dahi ancak sembolik birkaç kınama cümlesi ile geçiştirmişlerdir.
1990 yılında Kuveyt’in işgal edilmesi, başka bir dönüm noktası olmuştur. Saddam Hüseyin’in Kuveyt’ten çıkarılması sonrasında Irak’ın istikrarsızlaştırılması sürecinde Kürt gruplar araçsallaştırılarak Batı’nın yoğun ilgisine maruz kalmıştır. Washington, 1991 yılındaki Körfez Savaşı’ndan
sonra Kuzey Irak’taki Kürt bölgelerini Bağdat’taki rejimin denetiminden çıkararak -oluşturduğu siyasal boşluk ortamıyla- özerk bir Kürt devletine kapı aralamıştır. Söz konusu otorite boşluğunda Kürt etnik yapısının güçlenmesi sadece Irak’taki rejim için değil, tüm çevre ülkeler için endişe kaynağı olmuştur.
2003 yılında Saddam rejiminin yıkılması sürecinde uluslararası koalisyona destek veren Kürt gruplar, Saddam sonrası merkezî yönetimin oluşmasında ayrıcalıklı bir yer edinmiştir. Kürtlerin haddinden fazla güçlenmesini önlemek isteyen veya en azından aradaki dengenin bozulmasından hoşlanmayan bölgesel güçler de kendilerine yakın hissettikleri diğer etnik ve mezhebî unsurları kullanarak Bağdat’taki siyasi pazarlıklara dâhil olmaya çalışmıştır.
Etnik çekişmede Iraklı Kürtlerle komşu ülkelerin ilişkileri tarihsel süreçte her zaman inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir. Örneğin Suriye’nin Irak’taki Kürtlere ilgisi 1960’lı yıllara dayanmaktadır. Suriye Baası’nın 1963 yılında ikiye bölünmesinden sonra, diğer grubun Irak’a sürülmesiyle Irak ile Suriye arasında şiddetlenen rekabette, her iki ülke de birbirlerini yıpratma konusunda diğerinin sınırları içindeki etnik unsurları bulunmaz bir fırsat olarak görmüştür. Bu konuda seçenekleri Irak’a göre her zaman daha sınırlı kalan Suriye’nin Irak Kürtleri konusundaki manevra alanı 1980’li yıllarda genişlemiştir. Bu gecikmede, Kürtlerin güçlü bir aktör olarak gördükleri ABD’ye yakın durmaları ve Sovyet müttefiki Suriye yönetimine soğuk bakmaları önemli rol oynamıştır.
Ancak tüm komşu ülkeler gibi, Kürtler konusunda Suriye’nin politikaları da Irak’ta otoritenin zayıfladığı 1991 Körfez Savaşı’ndan sonra pratik
uygulamalara dönüşmüştür.
1979 yılındaki İran Devrimi’nden sonra Tahran yönetimiyle büyük bir yakınlaşma içine giren Suriye, rakip Baas yönetimindeki Irak’ı zayıflatmak için Irak muhalif gruplarına kapısını açmıştır. (Birçok Kürt grubu ve yapılanması ile birlikte Türkiye’den PKK terör örgütü de Suriye içinde yer bulan örgütlerden biriydi.) Bu dönemden sonra Tahran ve Şam yönetimleri âdeta Irak’taki Kürtlerin hamiliğine soyunarak, Kürtleri Saddam Hüseyin yönetimine karşı bir güç olarak desteklemişlerdir.
Ancak kendisi de kalabalık bir Kürt nüfusa sahip olan Suriye, bu hamilik rolünü dengeli tutarak, 1991 yılından sonra Kuzey Irak’ta yaşanan de facto bağımsızlık sürecine kuşkuyla bakmıştır. Özellikle 1992 yılında yapılan Kuzey Irak Parlamentosu seçimleri bütün bölge ülkeleri gibi Suriye’de de derin bir kuşkuyla karşılanmıştır. Bu seçimlerin ileride kurulacak olan Kürt devletinin ilk nüvesi olmasından kaygı duyan Suriye, bu gelişmeyle kendi ülkesindeki %10 Kürt azınlığın da benzer taleplerle ortaya çıkmasından endişe etmiştir. Suriye yönetimi, Kuzey Irak’ta çatışan Kürt grupları arasında 1995 yılı sonbaharında Dublin’de yapılan görüşmelerin başarısızlığa uğramasından sonra atağa geçerek bölgedeki barış sürecinin şekillenmesi yolunda anahtar ülke olmaya dönük bir hamle yapmıştır. Sorunun bölgesel bir mesele olmaktan çıkarak bu şekilde
uluslararasılaştırılmasına muhalefet eden Şam yönetimi, Kuzey Irak’ta Amerikan izi taşıyan bir anlaşmaya karşı tetikte olmuştur.
2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***