ÇÖZÜM SÜRECİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ÇÖZÜM SÜRECİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ocak 2021 Pazar

OLİGARŞİK BİR TEHLİKE OLARAK "ÇÖZÜM SÜRECİ" BÜROKRASİSİ

OLİGARŞİK BİR TEHLİKE OLARAK "ÇÖZÜM SÜRECİ" BÜROKRASİSİ




Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
17.01.2015 10:58:23

HDP ve ondan önceki partiler sağlam, kitle ile bağı sıkı ve onu algılayabilecek ideolojik yapılanma yerine, hep örgütlülüğü ve örgütlemeyi esas aldı. 
Elbette, örgütlenme önemli ve vazgeçilmezdir ancak ne kadar mükemmel bir örgütlemeniz olsa da onu anlamlı kılabilecek, canlandıracak ideolojik 
canlanmadan yoksunsanız, sahip olduğunuz örgütsel yapı, kendi iç oligarşisini giderek lobileşmeyi yaratarak aşırı merkeziyetçilikle sonuçlanabilir. 
Şu anda HDP'de yaşanan tam da budur. Kuruluş ve örgütlemesini Kürtlerin sorunlarını çözmekten alan bu harekette yer alanlar, Kürtlerin örgütlülük 
olanaklarını kendi denetimlerine aldıkça, bunu kendi içinde oluşturdukları dar lobici gruplaşmalar aracılığıyla kendileri için kullanmaya başlarlar. 
Bu da denetlenmesi mümkün olmayan kendine özgü merkezi bir yapının oluşmasını beraberinde getirir. Oluşan bu merkezi yapıya yerel dinamiklerin 
etkisi yok gibidir. Mücadele dinamiğini sürdürenler dahi bunu denetlemekte zorlanırlar. Örgütlülüğün olanakları, bu görünmez merkezi yapı için seferberlik 
halindedir. 
Son yıllarda Kürtlerin sorunlarını çözmenin önüne çıkarılmış bulunan "çözüm süreci bürokrasisi" bunun en tipik örneğidir. Öcalan'la etiketlenen ancak 
Öcalan'ın öz etkisinin minimum düzeyde olduğu bu bürokratik yapının devletle konuştuklarının son dönemlerde topluma açıklanmayışı kararı oluşan 
bürokratik yapının sadece Kürtlerin haklarının kazanılması açısından değil, toplumun genel kazanımlarını da tehlikeye atmaktadır. 
   Toplumun Demokratikleşme ve Barış konusundaki sabrı ve umudunun tükenmesine neden olacak serzenişlerin, ani ve radikal bir şekilde çıkışına 
neden olabilir.(*) 

(*)Terzi Ve Dokumacı Tilki:

Önce, Lice'de sonrasında Yüksekova'da en sonunda Cizre'de olan tam da budur. Buradaki isyan ve başkaldırıyı sadece devlet karşıtı görmek gerçekleri 
de görmemektir. Çözüm bulacağım diye ortaya çıkanların, çözüm getirmedikleri, oyalamaya araç oldukları görüldükçe, büyük beklentilerinin hiçbirinin 
gerçekleşmediğini gören toplumsal güçlerin harekete geçişi söz konusudur. 
Dikkat edilecek olursa, Lice'den bu yana özellikle 6-8 Kobani'ye destek eylemlerinden sonra "Çözüm süreci bürokrasisi" hep "Kürt tepkisinin" sınırlanması 
ve sönümlenmesi için rol oynadı. Devletin şiddetinden hiçbir geri adım atılmadığı halde, çözüm süreci yürütücülerinin devlete bu konuda ciddi bir çağrısı 
oldu mu? 
Devlet, oyalamanın basit bir bürokratik ayağı haline gelen çözüm süreci bürokrasisne Hatip Dicle'yi eklemekten başka ne yaptı ki? Onu da hem hapisten 
çıkarmak hem de çözüm süreci heyetine dahil etmek için çirkin pazarlıklar yapmadı mı? Devletin çirkin, dayatmacı, tehdit dolu pazarlıkçı anlayışını 
görmek için sadece Hatip Dicle'ye yapılanlara bakmak yeterlidir. Tüm bunlara rağmen, Hatip Dicle'nin heyete dahil olmasından sonra gizliliğin esas hale 
gelmesi ve bunun da onun aracılığıyla kamuoyuna deklare edilmesi çirkin pazarlıkların Kürtlerin aleyhine yürütülmeye devam ettiğini gösteriyor. 
Burada uygulanan ince siyaseti görmek gerekiyor; o da Kürt toplumunun çok önem verdiği iki ismin(Öcalan-Dicle) Kürt toplumu ile karşı karşıya getirmek. 
Kendi çözümsüzlüklerine, Kürt liderliklerini alet etmektir. Kürt liderliklerinin bu ince siyaseti anlamaları gerekir. Bunu anlamak ve karşı koymak Öcalan ve 
Dicle'den çok Kürt Siyasal Hareketinin(KSH) legal yapılanmasının kilit noktasında yer alanlara düşmektedir. Öcalan ve Dicle, her ne kadar KSH'nin örgütsel 
yapısının olmazsa olmazları gibi görünüyor iseler de, onların oluşan bürokratik/lobileşmedeki rolleri göstermeliktir. Bürokratik yapı, kendisini meşru kılmak 
için onları "etiket" olarak kullanıyor. Seçimlere az bir süre kalınca, bu şekildeki devamlılık onların da işine geliyor. O yüzden, "çözüm süreci bürokrasinin" 
arkasında en çok da duracaklar onlar olacaktır. 
Cizre'de 12 yaşındaki Nihat'ın öldürülmesinden sonra KCK'nin yapmış olduğu, “AKP devletinin, Kürt Halk Önderi Reber Apo'yla yaptığı görüşmelerin amacı 
Kürdistan'da sömürgeci sistem istikrarını sağlamaktır." açıklaması, Kürt toplumunun genel duyarlılığını da ortaya çıkarıyor ise de, çözüm süreci bürokratik 
yapısı onu da sınırlamış durumdadır. O da söylediğiyle kalmaktan öte bir şey yapamamaktadır. Demokratik olmayacak şeklindeki "İrade devri ve teslimi" 
onu da sınırlamaktadır. Hatta bunun sonuçları, uluslar arası alanda Kürtler arası birlikteliğin avantajlarını kullanmalarını da engellemektedir. 
Bunun bedeli de "Kürtleri, radikal İslam'la savaştırmak" şeklinde olmaktadır. Bu soruyu sormak zorundayız: Kürtlerin normal bir yaşamı olmayacak mı? 
Hep savaşacaklar mı? 
KSH'nin nerede olursa olsun(Irak, Türkiye, İran, Suriye, Diyaspora) bulunduğu yerlerdeki siyasal/idari yapılardan çok oradaki toplumsal dinamiklerle hareket 
etmesi gereklidir. Oradaki toplumsal dinamiklerin, kendi siyasal/idari yapılanmalarıyla daha sıkı ilişkilere geçişlerine imkan tanımamalıdır. 
Etnik ve inanç temelli yaklaşımlardan uzak durduğu müddetçe, oradaki toplumsal dinamikler de etnik ve inanç temelli yaklaşımlardan uzak duracaklardır. 
Önümüzdeki aylarda yapılacak milletvekili seçimleri bunun olanaklarıyla dolu olduğu halde, tartışma ve gündem HDP'nin seçimlerde yaygın bir şekilde 
uygulayacağı ideolojik/politik söylemden çok kimlerin aday gösterilecekleri noktasında düğümlenmiştir. HDP'nin genel olarak Ortadoğu'da özel olarak da 
Türkiye'de oluşan etnik/inanç/kimlik/kişisel başarı/tanınırlık olgusu üzerinden oluşan politikayı ön plana aldığı görülüyor. Daha öncesinde, toplumsallık 
ve sınıfsallığı esas alan HDK'nin başarısızlığı, HDP'ye başka bir yol bırakmamış gibi görünüyor. 2011 seçimlerinde olduğu gibi "sembolik aday" gösterme 
anlayışı devam edecek gibi görünüyor. "Çözüm süreci bürokrasisini" koruma önceliği, ilkelerin önüne geçmiş durumdadır. Çünkü, yapılanma "çözüm süreci 
heyetinin" devamı üzerindedir. Bu heyetin devamlılığının sağlanması için ileriki dönemde "yeniden bağımsız adaylarla seçime girme seçeneği" gündeme 
gelirse şaşırmamak gerekiyor. 
Sonuç olarak, Kürtlerin sorunlarını çözemeyen ancak onların örgütlü olanaklarından, bu örgütlenmenin, önemli yerlerinde yer alanların bu olanakları kendi gelecekleri için kullanmaları ne yazık ki, uzaklaşmak istediğimiz ancak hiçbir zaman uzaklaşmayı beceremediğimiz "oligarşik" tuzağa bir daha düşürüyor. 
Örnek mi istiyorsanız, uzun yıllar milletvekili olanlar, sonrasında da hayatlarını belediye eş başkanı olarak sürdürenler...

Bir zamanlar aynı yerde bir kurt ile bir tilki yaşıyordu. Günün birinde ormanda karşılaştılar. Ve kurt tilkiye: Mesleğin nedir, yaşamını nasıl kazanıyorsun?" 
diye sordu. Tilki: "Terzilk ve kumaş dokurum' diye cevap verdi." Kurt dedi ki: "Benim güzel bir elbiseye ihtiyacim var, bana dikiver" 
    Tilki: "Bana yirmibeş koyun getirirsen olur. Onlarin yününden sana çok güzel bir elbise yapacağım" dedi. Kurt kabul etti. 
    Tilki, ona bir ay sonra elbisesinin hazır olacağına dair söz verdi. 
Kurt sözünde durarak gün koyunu yirmibeş koyunu getirdi. 
Tiki ise elbiseye henüz başlamamıştı. 
Bunun yerine o ve ailesi koyunları bir iştahla yediler. 
Bir ay kadar sonra kurt gelip tilkiye elbiseyi sordu. 
Korkan Tilki: 

"Ah diktim. Pantolonlar hazır,  ama cekete yün yetmedi. evet Tümü için yirmi koyuna daha ihtiyaç var ve şu andan elbisenin hazır olması sonra da bir 
ay zamana ihtiyacim var." dedi. Kurt kabul etti ve yimi koyun daha getirdi Tilki yine onları da iştahla yedi ve bir ay daha keyfine baktı. 
Kurt, ikinci ayin sonunda geldi ve elbiseyi sordu Tilki yine çok korkmuştu. Elbisenin nasıl dikileceği ve kumaşin nasıl dokunacagını gerçekten hiç bilmiyordu. 
Kurda şimdi ne söyleseydi acaba? 
Tilki, hemen kafasında bir plan kurarak karısına ve küçük çocuklanna söyledi: 
"Kurt geldiğinde hep birlikte inimizden çıkıp ona hoş geldin diyeceğiz Sonra en küçük oğluma, oğlum git kurt amcanin elbiselerini getir.' diyeceğim. 
Küçük oğlum elbiseyi getirmek için ine girecek. Fakat gidip gelmeyecek. Sonra ortanca oglum, kurt amcanın elbiselerini almak için ine girecek. 
Ancak sende geri gelmeyeceksin. Sonra eşimi elbiseleri almak için ine göndereceğim. O da inde kalarak dişan çikmayacak. Sonra ben kendim elbiseyi 
alip getirmeye gideceğin ve ben de inde saklanacağım. 
Ve aynen böyle oldu. 
Kurt, Tilkinin ailesinin ortadan kaybolduğunu daha doğrusu hepisinin ine girip dışarı çıkmadıklarını görünce inde doymak bilmeyen bir vahşi hayvanın 
oturduğunu ve içeri girerse, vahşi hayvanın kendisini de yiyeceğini düşündüğü için çok korktu. 
Kurt ne mi yapti? 
Orayı terketti ve eve elbisesiz döndü Tilki ve Ailesi kendine mükellef bir sofra kurmuşlardı. 

***

28 Aralık 2020 Pazartesi

IRAK KÜRDİSTAN’INDAKİ GELİŞMELER VE ÇÖZÜM SÜRECİNİN GELECEĞİ ÜZERİNE SİYASAL BİR ANALİZ

IRAK KÜRDİSTAN’INDAKİ GELİŞMELER VE ÇÖZÜM SÜRECİNİN GELECEĞİ ÜZERİNE SİYASAL BİR ANALİZ

Feyzi Çelik ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN 21.04.2014 Bu imkan Türkiye'nin lehine görünse bile Türkiye'nin Ortadoğu'da sürekli kaybedişi Irak Kürdistan'ında da kendisini gösterecektir. Bu kaybın sonuçları Barzani açısından görülmeye başlamıştır. Irak'ta 30 Nisan'da yapılacak merkezi seçimler de bunu değiştirmeye yetmeyecektir. Büyük olasılıkla İran'a yakın duruşu ABD'nin desteğiyle Maliki'nin başbakanlığı devam edecektir. Talabani'nin Irak siyasetinde yarattığı boşluk giderek daha fazla Kürtlerin aleyhine işleyecektir. Barzani'nin Türkiye ile ilişkileri nedeniyle Irak merkezi hükümetiyle yaşadığı çelişkiler bir sonraki cumhurbaşkanlığına bir Kürd'ün seçilmesi de zora girecektir. Petrol satışı nedeni ile karşı karşıya gelen KBY ile Irak Merkezi yönetimi arasında ki ilişkiyi sağlayan Cumhurbaşkanının Kürtlerin dışında biri olursa bağlar giderek zayıflayacaktır. Kürtler aleyhine olduğunda Anayasa'dan söz eden Maliki, Kürtler lehine olduğunda Anayasa yokmuş gibi davranıyor. Bunun en bariz örneği Anayasa gereği yapılması gereken Kerkük Referandumunun sürekli ertelenmesidir. Barzani'nin Irak merkezi hükümetinin Kürtlere yönelik bu olumsuz tavırlarına karşı "Bağımsız Kürdistan Devleti" restine karşı Maliki'nin bunu tehdit olarak niteleyip karşı çıkışı Irak'ta Kürt-Arap savaşı mı çıkacak? Sorusunun sorulmasına neden oluyor. Arapların yaşadığı bölgelerde dahi güvenliği sağlayamayan Maliki'nin Kürtler söz konusu olunca Kürtlere yönelik tehditlerde bulunmasında Maliki'nin İran ve ABD'den aldığı cesaret etkili olmuştur. Bu duruma gelişinde Barzani'nin uyguladığı yanlış politikaların özellikle Türkiye ile iyi ilişkiler kurmak adına kendi dışındaki Kürtlerle yaşadığı çelişkiler de buna katkı sunmuştur. Özellikle Barzani'nin Rojava'ya yönelik uyguladığı yanlış politikalar bunun tuzu biberi olmuştur.
Süreç, BDP üzerinden yürütülecekti. Yeni sürecin karakteri gereği Öcalan-BDP birlikteliği olacaktı. Kürt hareketinin ideolojik-önderliği ile kitlesel yönünü temsil eden BDP arasında oluşan doğrudan ilişki, KSH'indeki denklemde Qandil'in rolünü ikinci plana atıyordu. Qandil'le ilişki kanalları da BDP'nin eline geçiyordu. Bu Qandil'in istediği bir şey değildi. Bu isteksizliğini Öcalan'a yönelik olarak dile getirmesi de mümkün değildi. Qandil, eleştirilerini BDP'ye yönelik olarak yapıyordu. Bu da BDP/Öcalan, BDP/Qandil ilişkilerinde sarsıntıya neden oluyordu. Dengeleme kaygısının ilk firesi BDP Eş genel başkanının heyetten ayrılışı oldu. Bir anlamda Demirtaş bu dönemin günah keçisi haline getirildi. Süreç devam etsin diye gerektiğinde hükümeti savunmak zorunda kaldı gerektiğinde Cemil Bayık'a itiraz etti. Yaptıklarıyla süreci ayakta tuttu ancak kendisi de çok enerji kaybetti. İşte böyle bir süreç sonunda gelinen nokta, döneme uygun Kürt siyasetinin yeniden yapılandırılmasıdır. Tıpkı 2010 yılında BDP yapılanmasına benzer bir süreç HDP şeklinde geliştirilecektir. Ancak öz olarak değişen bir şey olmayacaktır. Milletvekilleri nasıl ki, BDP'ye geçtilerse HDP'ye de aynı şekilde geçecektir. Büyük olasılıkla HDP Eş genel başkanlıklarına Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan getirilecektir. Dönemin karakterindeki değişim bu boyutla yaşamakla yetinecektir.
Irak'ın İran'la yakın oluşuna rağmen ABD'nin Irak merkezi hükümetine destek vermesinin en önemli nedeni Irak'ın Rusya'nın etkisi altına girmesini önlemek içindir. Rusya'nın Suriye ve İran'la ilişkileri dikkate alındığında Rusya'nın etkisine girecek bir Irak'ın Ortadoğu'da düz bir hat üzerinde ABD'nin etkisiz hale geleceği bir Ortadoğu demektir. ABD, Irak'ta varlığını sürdürmek adına Irak'ı işgali sırasında en önemli mütefiki olan Kürtleri böylece yüzüstü bırakması akıllara Kürtlerin 1974 bozgununu getiriyor. Bozgun ihtimali, KBY'ni Türkiye'ye daha fazla yaklaştırıyor. Irak Kürdistanının bağımsızlığa da sürekli karşı çıkan Türkiye'nin Kuzey Kıbrıs'a benzer bir statü karşılığında Irak Kürdistanının bağımsızlığını(?) tanıyabilir. Bu da Kürtlerin ulusal birliği için iyi değildir. Rojava'da olduğu gibi Türkiye ile birlikte eş zamanlı hendek/duvar gibi uygulamalarla Kürtler arası çatışmalara da neden olabilir. Nerede olursa olsun, Barzani'nin Türkiye ile gerçekleştirmek istediği bu politikaya karşı Kürt halkının uyanık olması gerekir. Özellikle Goran ve YNK'nin KDP ile kuracakları hükümete bu koşulla katılacaklarını deklare etmelidirler. Irak Kürdistan’ındaki bu gelişmeler, çözüm sürecinin geleceğini de doğrudan doğruya etkilemektedir. Barzani'nin Erdoğan'ı adım atması için uyarma gereği duymazken sürekli olarak KCK'den adım atmasını istemesi başlangıçta Kürtler arası bir hakem olarak görülen Barzani'nin giderek yıpranmasını beraberinde getirmiştir. Barzani'nin hakem konumunda oluşu, çözüm sürecinin devamını sağlıyordu. Ancak aradan uzun zaman geçmesine rağmen Türkiye'nin gerekli Anayasal ve yasal düzenlemeler yapmayışı "çözüm süreci halen var mı?" sorusunun haklı olarak sorulmasına neden oluyor. Öcalan'la BDP'li milletvekillerinin rutin görüşmesinde yaşanan engelleme/erteleme yaşanan sıkıntının en önemli belirtisidir. Başbakan Erdoğan, kendisine göre Öcalan üzerinde baskı kurarak Barzani'nin Kürtlerin geneli üzerinde etkili bir aktör yapmak için uğraşıyor. Barzani'nin "elimde olsa Öcalan'ı bir günde özgürleştiririm" şeklindeki mesajını da bununla birlikte değerlendirmek gerekiyor. Nerede olursa olsun Kürtlerin öncelikli olarak kendi aralarında barışı sağlamaları gerekiyor. Kendi dışındaki güçlerle ilişkilerin Kürtler arası barışı yok etmemesinin yolu Kürtler arası etkili ulusal birlik düşüncesi ve örgütlülüğünden geçtiği unutulmamalıdır. ***

ÇÖZÜM SÜRECİNE GÜVENMEK NEREYE KADAR?

ÇÖZÜM SÜRECİNE GÜVENMEK NEREYE KADAR?


Feyzi Çelik ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN 14.04.2014
Türkiye-Irak/Irak Kürdistan’ı/ABD ilişkileri 2010 yılına kadar uyum içindeydi. ABD'nin Irak'tan askerini çekmesiyle birlikte bölgesel güçlerin etkinliği ABD'ye göre arttı. Irak üzerinde İran, Türkiye ve Suudi Arabistan'ın etkisi görülmeye başlandı. ABD, gittikten sonra Irak'ın İran'ın kontrolüne girmesini önlemek için Iraklı ılımlı şii ve Sünnileri esas alacak bir yönetim kurması için Türkiye ve Suudi ile birlikte hareket etti. Buna göre içinde Maliki'nin başbakan, Kürtlerin de cumhurbaşkanı olmadığı bir yönetim planlandı. Buna göre başbakan ılımlı Şii İyad Alavi, cumhurbaşkanı da Sünni Haşimi olacaktı. Kürtlere ise meclis başkanlığı bırakılacaktı. O dönemde Talabani henüz hastalanmamıştı. Kürtlerin Irak'taki kazanımlarını yok sayan bu plana karşı Kürtler İran'ın desteğini alarak Maliki ile birlikte hareket etme kararı aldılar. Bunun sonucunda Maliki yeniden başbakan, Talabani de cumhurbaşkanlığına devam etti. Aslında Türkiye'nin Ortadoğu'da yaptığı hamlelerde ilk başarısızlık da burada görüldü. Müslüman Kardeşlere de yakın olan Haşimi'nin Irak'taki başarısızlığı Türkiye'nin başarısızlığıydı. Daha sonra bu başarısızlık Suriye, Mısır ve Filistin'de kendisini gösterdi. Türkiye ve Türkiye'nin destek verdiği hiç bir güç başarılı olamadı. Ahmet Davutoğlu'nun Stratejik Derinlik politikası iflas etti. Kürtler açısından en büyük şanssızlık ise Talabani'nin hastalanıp siyaset sahnesinden gitmiş olmasıdır. Ortadoğu'da dengeli bir politika yapan aynı zamanda KDP ve KCK ve TC arasındaki dengeyi sağlayan Talabani'nin yokluğu ve bunun sonucunda KYB'inde yaşanan düşüş KDP ve Barzani'nin ulusal Kürt birliğine aykırı politikalara savrulmasını beraberinde getirdi. Kuşkusuz bunun en büyük nedeni, onca olumsuzluklarına rağmen KDP'nin Türkiye'ye yakınlaşmış olmasıdır. ABD açısından ise yenilgili durumu kabul etmekten başka bir yol kalmamıştı. ABD'nin bundan sonraki politikası Irak'ın İran'ın etkisine girmesini önlemek üzerineydi. Bundan sonraki süreçte ABD ile Türkiye ilişkileri de eskisi gibi olmayacaktı. Bu da haliyle Türkiye ile ilişki geliştiren Barzani ile ilişkilerin bozulması anlamına geliyordu. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetiminin(IKBY) kendi bölgesindeki petrolü, Irak merkezi yönetiminin itirazına rağmen Türkiye üzerinden satmaya çalışması IKBY ile Irak arasını iyice bozdu. ABD'nin bu tartışmada Irak merkezi hükümetinden yana tavır alışı Barzani'yi zora soktu. Barzani'nin statüsünü borçlu olduğu ABD ile çelişkiye düşüşü, statü kazanmasında sürekli engel oluşturan Türkiye ile iyi ilişkiler kurması aslında Barzani'nin en büyük açmazıydı. Kürt ulusal birliği ve Kürdistan ulusal kongresinin toplanacağı bir dönemde Türkiye için önemli bir fırsat doğmuştu. Türkiye, Barzani'yi rehin alacak şekilde onu hem Türkiye Kürdistanında hem de Rojava'daki Kürt kazanımlarının karşısına çıkartma imkanı elde etmişti.

Çözüm koşulları oluşmadan çözüme yönelik adımlar atmak çok tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Çözüm olacak diye bir tarafın kendisini çok rahat hissetmesi ortama güven duyarak bazı etkinliklere girmesi karşısında diğer tarafın güçlü taraf olmasının avantajlarını kullanarak bu durumu tespit ve fişleme amaçlı kullanması ve sonrasında çözümün tıkanması halinde bir kimsenin rehine olarak alınmasına beraberinde getirmiştir. Bu aynı zamanda devlet adına çözüme aracılık edenleri de tehlikeye atmaktadır. Siyasi sorumluların desteğini çektikleri anda meydana gelecek sonuçlar her iki taraf açısından yıkıcı olacaktır. Bu nedenle yalancı bahar gibi sonuçlar ortaya çıkacaktır. Nasıl ki, erken bahar gelince ona güvenerek ağaçlar çiçek açıyor sonradan fırtına ve soğuklar başlayıp çiçekler dökülüyor ve o yıl ürün verilmiyorsa burada olan da budur. Kürtlerin yalancı bahar yaşadıkları ortaya çıktıkça vereceği ürünü bir yıl daha da gecikeceği ortada. Çözüme oturacakların gücü gerçekten de olmalıdır. Kendi içinde belirli bir politika yaratamayanlar sırf bu nedenle güçsüz sayılırlar. Ve bu durumda bulunanlardan bir grup diğer grubun teklemesini bekler. Başarısızlık onunda hemen devreye girip krizden güçlü bir şekilde çıkarlar. Depremde yıkılan/zayıflayan binaların ekonomik değeri iyice dibe vururken ayakta kalan binaların değeri bir anda artar. Ancak o binalar sağlam oldukları için değil diğerlerine göre daha az hasar gördükleri için değer kazanırlar. İşte bu şekilde henüz deprem olmadan önlemini almak gerekiyor. Şimdilik ayakta kalan ayakta kalmanın ona verdiği öz güvenle kendisini kamburlar ülkesinin kralı ilan eder. Yeni bir değişim düzeni ayağa kaldırma amacı olmaz. O zayıfın düşüşü karşısında mevcut gücünü şişirmekle övünür durur. ***

21 Aralık 2020 Pazartesi

ÇÖZÜM SÜRECİ VE BİR KAÇ SORU İŞARETİ

ÇÖZÜM SÜRECİ VE BİR KAÇ SORU İŞARETİ


Feyzi Çelik 
İstanbul. 2017
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ
01.06.2013 


Kişilikli,  kendi farklılığını ifade eden ve farklılığı kabul edilen ilişkilerin olması gerekiyor. Eğer bir taraf diğer tarafı baskı vs yoluyla veya ona başka bir yol bırakmamak şeklinde hareket ediyorsa kendi iradesini ona kabul ettirme çabası olduğundan dolayı bu ilişki biçimi eşit bir ilişki biçimi değildir. Bunu bu şekilde kabul edenler de eşit ilişki içinde olmadıklarının farkındalar. O nedenle onun istemlerinden çok ona bahşedilenden söz etmek daha doğru olacaktır. Beşir Atalay barış sürecini tek taraflı yaptıklarını söylemekten çekinmekle kalmıyor BDP’yi kendileri tarafından atanmış siyasi bir muhatap olduğu şeklinde sözler sarf ediyor Bunun anlamı devlet tarafını üstün görme anlayışının devam etmesidir. Bu da eşitliğe dayalı ilişkiyi dışlayan bir tavırdır. Bu şekildeki tavırlar siyasi ilişki geliştirmek o ilişkiyi başından beri sancılı hale getirir, gelecekte ilişkilerin yürümemesi riskini kendi içinde taşır. Bu şekilde hareket etmenin bir başka olumsuz tarafı da bu tarz ilişkilerin zamana yayılarak farkına vardırmadan onu etki altına almak, bunu bu şekilde tasfiye yöntemi olduğunun anlaşılması durumunda karşısında muhatap olarak yer alanların kandırılmışlık konumuna düşürüldüğünün anlaşılması durumudur. Bu aynı zamanda iki toplum arasında güvensizlik bunalımına yol açar ki gelecek yıllarda çatışma riskini daha fazla içinde taşımasına neden olur. Bu nedenle eşit ilişki temeline dayanılmadığı durumda muhatap olarak kabul ettiğinizi bir taraf olarak da görmekten uzaklaşırsınız bu da sağlıklı ilişki ve iletişimin temeli olan samimiyetin de olmadığını ifade eder.

Beşir Atalay, süreci ayakta tutmak için büyük çaba sarf ediyor. Ancak etrafında dönen oyunları engelleyecek gücü de yoktur,  önemli istihbarat birimleri kendisine bağlı olmasına rağmen bunları etkili bir şekilde kullanamıyor, pratik yönü oldukça zayıf; en önemlisi siyaseti de iyi bilen birisi değil. Bilindiği gibi KCK Operasyonları soruşturması 2007 yılında start aldı. Bir söylentiye göre bu operasyonlarda gözaltına almaları o dönemde Beşir Atalay’ın engellediği söyleniyor ancak bunun doğru olmadığını söyleyebiliriz. Durdurma, yavaşlatma olmuşsa da bu taktiksel bir durdurma, yavaşlatma olduğu söylenebilir. Yerel seçimlerin sorunsuz atlatılması hedeflenmiş olabilir. Nitekim seçimlerden hemen sonra gözaltıların başlamış olması bunun seçimlere dönük bir yavaşlatma olduğunu ortaya koyuyor ayrıca soruşturmanın geniş kapsamlı oluşu da dikkate alınırsa bir yavaşlama ya da durdurmadan söz etmek de mümkün değildir. Böyle bir soruşturma için geçen süre o kadar uzun bir süre de sayılmaz. 

Beşir Atalay’ın yumuşak söylemlerine kanmamak, hükümetin yumuşak yüzü şeklinde bakmak bizi yanıltıcı sonuçlara götürebilir. Onun söylemlerine inanılarak Kürtler üzerinde rehavete de yola açabilir. Bu kadar KCK adı altında operasyonlar yapılırken bunda yer alan aktörlere hiçbir şey olmadan onlar kendi konumlarını devam ediyorlarsa politik olarak farklı bir yönelimin olmadığını bize gösteriyor. Ya da somut adım atılıp bu davaların doğrudan düşmesini sağlamaları gerekiyor madem ki bu operasyonların yapılmasının yanlış olduğu söyleniyorsa o zaman bunca insan neden mağdur edilmeye devam ediliyor, normal yargılama sürecinde dahi tutukluluğun bu kadar uzun sürmesi mümkün değilken, açılımın konuşulduğu bir dönemde hiçbir eyleme karışmamış insanların bu kadar uzun süre tutuklu kalmalar burada bir oyalamanın, zamana yayarak unutturma, onların içerde oluşunu normalmiş gibi topluma yedirme anlayışının hakim olduğu görülüyor. Devlet, bir anlamda Kürt siyasi kadrolarını dizayn etmeye çalışıyor, adeta birilerinin önü kapatılırken birilerinin önü açılıyor benzeri bir durum var. Kürt siyasetinin bir bölümünde çözüm olsun da ne olursa olsun anlayışının giderek etkisini gösterdiği, AKP’nin kendisini egemen güç haline getirip her şeye hükmedebileceği anlayışının kabulüne benzer eğilimlerin Kürtlerin devrimci mücadelesiyle çelişmektedir. Kürtler bulundukları konum, mücadele dinamikleri, dört ayrı ülke içinde etkili siyaset yürütebilmeleri siyasetin Kürtlerin konumuna göre yapılmasını gerektiriyor. Zaten Kürtler bu konuda kararlı bir duruş sergilerse diğer güçlerin Kürtlerin konumuna göre siyaset yapacakları belli olmasına rağmen Kürtlerin bu güçlerinin farkında olmayışları, geçmişin acı olaylarının yarattığı izler nedeniyle kendilerine olan güvenlerini kaybetmeleri konusundaki psikolojileri de bunda etkili olabiliyor. Yapılması gereken en önemli husus birliktelikten ve birlikteliğe dayalı örgütlülüğü daha da geliştirmektir. Geçmişte AKP’ye sonuna kadar kapıyı sonuna kadar kapalı tutmaları nasıl normal değilse AKP’ye kapıların tamamen açık tutulması da normal değildir. Geçmişten bir dakika durun, AKP’yi anlamaya çalışın denildiğinde içinde AKP geçen ne varsa elinin tersi ile geri çeviriyorlardı. Şimdi Reyhanlı olayında dahi AKP’ye yönelik ciddi bir eleştiri yapılmayışı bu söylemle ilgili olabilir. 

Bu Kürt siyaseti için tehlikelidir çünkü kendi içinde tartışmayı ve şeffaflığı da ortadan kaldıran bir durumdur. Eleştirilmesi gereken bir husus da “biz Öcalan’a güveniyoruz, geri çekiliyoruz, Öcalan’a güveniyoruz demokratik siyaset yapıyoruz” söylemidir. Bunu Kürt halkına anlatmak kolay ancak başkalarına bunu inandırmak o kadar kolay olmamaktadır. Onlara da “bu sürecin arkasında Öcalan var, ondan dolayı herkes rahat olsun” diyemiyoruz. Onlar daha somut belirtiler görmek istiyorlar ve bunda da haklılar. İşte böyle bir durumda daha önce Kürtlere yakın durmuş devrimci demokratik çevreler giderek Kürt siyasal hareketinin giderek AKP’yle aynı zemine geldiklerini düşüneceklerinden dolayı Kürtlerin sürekli yaratmak istedikleri birlikteliklere de zarar verecektir. Zarar vermekle kalmayacak bu çevrelerin AKP’nin oluşturmak istediği muhafazakar otoriter yapı karşısında ulusalcı güçlerin yanına savrulmasını da beraberinde getirmektedir. Kürt siyasal hareketi ile AKP arasındaki ilişkilerde eşitlik temelinde gelişmediği için bunun Kürtlerin siyasal varlığına zarar vermeye başladığını görmek gerekiyor.
< Kürdistan Ortadoğu’nun yıldızı veya Kürt sorununu çözen Türkiye Ortadoğu’da güç olacak gibi görüşlerin yoksul Kürde bir faydası yoktur. Kürtler kendi çabasıyla neden Türkiye’yi güç haline getirsinler ki Kürtler neden göbeklerini Türkiye’den koparmıyorlar Türkiye’yi büyüten Kürtlere Türkler ne verecek? >

Verecekleri özgürlük olmayacağı kesin. Verebilecekleri bahşişten öte bir şey olmaz Kürtler, Türklere Anadolu topraklarını açtıkları zaman kazançları ne oldu güçlü bir devlet haline gelen Selçukluların karşısında Bisans gerilemiş oldu daha sonraki aşamalarda Selçuklu çökünce Kürtlerin de çöküşü oluyor ancak Türkler Osmanlı’yı kuruyorlar. Osmanlı zayıf Bisans’ı kolayca yeniyor önünde en büyük engel İran’dı İran’a karşı Osmanlı birlikteliği Osmanlı’nın egemenliğini sağlamakla kalmıyor, Osmanlı İran’ı da arkasına alacak şekilde genişlemesine devam ediyor. 

Ondan sonraki tarihi süreç içersinde Osmanlı ile İran’ın savaşmayışı Osmanlı’nın genişlemesi üzerindeki etkisindendir. Bu şekilde İran siyasi varlığını devam ettirmiştir. Bu kadar önemli siyasal sonuçların oluşmasını sağlayan Kürt-Osmanlı anlaşmasından Kürtler lehine siyasal/tarihsel bir kazanımın çıkmayışı üzerinde Kürtlerin iyi düşünmesi gerekiyor.  Kürtlerin kalıcı bir başarısı yok sadece kendi bölgesinde özerklik(beylik)  benzeri bir durum var. İran’la birlikte olmuş olsalardı daha büyük imkanlar elde edebilecekler miydi? Bunun cevabını vermenin bir anlamı yoktur. Önemli olan bunun bilincine varabilmektir.  Osmanlı’nın son dönemi de Ermeni vs. gelişmelere de bu kapsamda bakmakta fayda vardır. Unutulmaması gereken bir şey varsa o da  yoksul halka dayalı bir hareketi getirip egemenlerin hizmetine koymanın halkların kalıcı barışına bir katkı sunmadığıdır.
Başbakan Erdoğan, 2009 yerel seçimlerinden önce Diyarbakır için Ortadoğu’nun parlayan yıldızı demişti. 

Diyarbakır demek Kürdistan demek olduğu için Demirtaş’ın sözleriyle Erdoğan’ın sözlerinin benzerliği ikisinin hedeflerindeki benzerliği ortaya koyuyor. 

PKK'nin 2004 yılında getirilmek istendiği duruma geldiği görülüyor o dönem ki koşulların uygun olmayışı nedeniyle Öcalan buna karşı durmuştu ya da bundan haberdar edilmemişti yani örgüt bölünürken Öcalan haberdar edilmemişti. 

Bu da yapılmak istenilenin yapılmayışı anlamına geliyordu. Kürdistan konumu ile dünyanın yıldızı durumu da olduğu için rahat yüzü görmüyor Kürdistan’ın suyu, petrolü ve çıkarılmayı bekleyen yer altı zenginlikleri ve uranyumu onu başlı başına yıldız yapıyor. Bu aynı zamanda Kürdistan’ın şanssızlığıdır herkesin Kürdistan’a el atmasının da yolunu açıyor Kürdistan’ın bölünmesinin en önemli nedenlerinden biri de budur. Kürtlerin yapması gereken onları bölenlerden uzak durup bölgenin yoksul ezilen halklarıyla birlikte mücadele edebilmektir. Yoksul Kürdün kanını dökerek mücadeleyi getirdiği aşamayı birine teslim edip onların koruyuculuğuna girmenin Kürtlerin ve Kürdistan’ın kurtuluşu ile ilgisi yoktur. Öteden beri yapılmak istenen, istenilene katılma söz konusudur. Ortadoğu’daki mevcut güçlere yapılan müdahalenin siyasi biçimi Kürtlere ve onun örgütlerine uygulanmıştır, dayatma ile karşı karşıyalar. Ne yazık ki bu dayatma karşılığını bulmuş sivri uçlar törpülenmiş, yumuşak uçların önü açılmıştır. Öcalan da buna ikna olmuştur şimdi yapılmak istenilen 2004'te yapılmak iste istenilenin gerçekleşmiş halidir.

Suriye konusunda Türkiye ile ABD aynı düşünmüyor görünürde he ikisi de Esad’ın gitmesi konusunda görüş birliği içinde ancak ABD, Esad sonrası Suriye’de etkili olacak radikal İslam’dan dolayı endişeli İsrail’in radikal İslam’ın denetiminde güvenliğinin ne olacağı ABD için önemli bir kaygı. Türkiye-İsrail ilişkilerindeki gerginlik de dikkate alındığında Türkiye’nin denetleyebileceği bu şekildeki Suriye’nin güvenliği için olası zorluklar ABD’nin Türkiye’nin istekleri doğrultusunda hareket etmesini önlüyor. ABD’nin öncülüğü Türkiye ile İsrail’in ilişkilerini düzeltmektir. Ondan sonra çözüm de kolay olacaktır. Türkiye’nin radikal unsurlarla ilişkisini kesmesini istiyorlar aynı şekilde Mısır’ın da mübarek dönemine dönmesini istiyorlar kendi başına hareket eden bir Filistin’i istemiyorlar. Bunun ilk adımı HAMAS’ın Şam’ı terk etmesiyle atılmıştı. Böylece Filistin’i koruyucu gücü haline gelen Lübnan Hizbullah’ının etkisi kırılmaya çalışılıyor. Filistin konusunda mezhepçi yönelimlerden uzak kalan Hizbullah mezhep batağına çekilerek etkinliği ve saygınlığı sıfırlanmaya çalışılıyor. Hizbullah bu halde Suriye’ye girip savaşırsa karşısında Sünni güçleri bulacaktır. HAMAS’ın ve FKÖ’nün de Sünni olduğu dikkate alındığında Filistin davası için meydana gelen birlikteliğin mezhep temelli ayrışması ve çatışması büyük bir kaos demektir böylece saflar giderek derinleşirken İsrail kendisini daha fazla güvence altına alacaktır. Kürtlerin Ortadoğu devriminde öncü rolü vardır. Bunu saptırmanın başkaca güçlerin hizmetine koşturmanın bir anlamı yoktur. Aynı şekilde Arap baharındaki halklara verilen devrim umudunun tüketilmesi de bununla bağlantılıdır. Kürtler kendi devrimlerinin Arap baharı gibi amacından saptırılmasına izin vermemelidirler. Kürtler bunu Türkiye Ortadoğu’nun bir gücü haline gelsin diye bu mücadeleyi vermediler. Güçlü bir ülke haline geldikçe Türkiye’nin Kürtlere yaptıklarını hiç bir zaman unutmamaları gerekir. Güçlü bir devlet haline gelecek bir Türkiye Kürtlere ne verecek Kürtlerin güçlü bir Türkiye’den alacağı bir bahşişten öteye geçmeyecek tir. Bu da ulusal olmayacaktır geçmişte devletle işbirliğine giren ağa ve şeyhlerin konumuna düşülecektir. Belki özerklik benzeri uygulamalara geçiş olsa bile bunun üzerindeki etkili idari ve mali vesayetle kendisine bağımlı hale getirmeye devam edecek.

“Kürtler İstanbul’dan, İzmir’den, Adana’dan neden vazgeçip de Hakkari’ye mahkum olsunlar.” şeklindeki görüşlerin Kürtler tarafından dillendirilmesinin Kürt toplumunun toplumsal-tarih bilinci üzerindeki olumsuz etkileri üzerinde de durulması gereklidir.  Neden bir Kürt başkasının ülkesini kendi ülkesinden daha çok sevsin ki eğer Kürdistan bu kadar kötü veya geri ise TC neden orayı terk etmiyor ki! Kendi askeri gücünün yarısını orada tutuyor ki o zaman Kürdistan bu kadar geri ve kötüyse neden devlet orada kalıyor ki, onlar Kürtlerin kaşı gözü için mi orada kalıyorlar durum böyle iken Kürtler aptal mı ki İstanbul’u bırakıp Hakkari ile yetinsinler demenin bir anlamı var mı? Kürtler acaba İstanbul’da hangi şartlarda yaşıyorlar? Ekonomik imkanları nedir? Nasıl bir eğitim görüyorlar? 
Bunu biliyorlar mı? Böyle diyenler gönüllü asimilasyona razı olanlardır.

***

6 Ekim 2019 Pazar

ERDOĞAN ÇÖZÜM SÜRECİNİ BUZDOLABINA KOYDU