17 Eylül 2020 Perşembe

Oy Kullanmanın Bedelini mi ödüyoruz.

Oy Kullanmanın Bedelini mi ödüyoruz.  



Murat Aksoy,

Artı Gerçek

06 NİSAN 2019


Oy kullanmanın bedelini mi ödüyoruz?

Bu haliyle şu çok açık ki, demokrasinin verdiği ilk temel hak olan oyumuza göz dikildi. Özellikle İstanbul’da.

Yerel yönetimlerde klasik demokrasi, yerini katılımcı demokrasiye bırakalı epey zaman oldu. Yani insanlar için artık sadece oy kullanmak yeterli gelmiyor.

Çünkü oy kullanmak, en sıradan hak olarak demokrasinin olmazsa olmazı. İnsanlar artık sadece yöneticiyi seçmiyor. Yöneticilerin kendilerini ilgilendirenkararlara, bu kararların uygulanmasına, uygulamaların denetlenmesine ve varsa eksik, hataların düzletilmesi talebinde de bulunuyorlar.

Geçtiğimiz pazar günü vatandaşlar olarak yerel yöneticilerimizi seçmek için sandık başına gittik. Klasik demokrasiden kaynaklanan en temel, en basit ve tek hakkımız olan oyumuzu kullandık.

Normal şartlarda kullanılan oylar, ilgililer tarafından sayılır, sayım sonuçları denetlenir ve en çok oyu alan kişi, sonraki seçime kadar seçildiği görevi yerine getirir.

Elbette seçilen kişi, görevi sırasında sorumsuz değildir. Seçen vatandaşlar olarak aldığı kararları ve uygulamaları denetleyemezsek de, devletin ilgili kurumları, belediyeleri ilgili yasalara göre bizim adımıza denetler. İşleyişte idari ve hukuki sorunlar varsa gereğini yerine getirirler.

YEREL DEMOKRASİ: BİR ŞANS

Türkiye’de merkezi yönetimin iyice merkezileştiği yeni sistemde doğal olarak demokratik teamüller de azaldı.

24 Haziran’da hayata geçen yeni yönetim sistemi, asgari demokrasi gereklerini dahi yerine getirmekten hayli uzak. Usuli oy verme dışında, güçler ayrılığının

ortadan kalktığı bir sisteme, asgari düzeyde demokratik demek de kolay değil. Bu yüzden yerel seçimler, demokrasinin varlığı, işleyiş için hâlâ anlamlı ve değerli.

Ve şunu da hemen ekleyelim ki, var olan sistem içinde yerel yönetim seçimlerindeki işleyiş ve demokrasi standardı bağlamında genel idareden çok daha güçlüdür.

Genel idare yapılanması ve işleyişiyle kıyaslandığında daha demokratiktir. En azından şimdilik.

Belki bu yüzden seçim gecesi Devlet Bahçeli yaptığı ilk değerlendirmede; muhalefet partilerinin kazandığı belediyelerden bahsederken, seçilen belediye başkanlarından yeni geçilen sisteme uyum sağlamaları gerektiğine özellikle vurgu yapma ihtiyacı duydu.

Bu uyum iktidar için önemli. Uyumsuzluk, genel idarenin anti-demokratik pratiklerini daha çok ortaya çıkaracağı için, iktidarın beklentisi sadece uyum değil aynı zamanda itaatdir de.

OLMAYACAK ŞEYLER OLMUŞ GİBİ

31 Mart’ta sandığa gittik oyumuzu kullandık. Elbette beklentimiz, sayımların sonunda çıkacak sonucun kabullenilmesi idi. Ama öyle olmadı. Özellikle İstanbul’da.

Hukuki olarak, olabilecek her hataya karşı tüm partiler tarafından seçim sonuçlarına itiraz edilmesi, ilgili kurulların gerektiği gördüğü halde sayımıntekrarlanması mümkün.

Ama olan bu değil. Yine özellikle İstanbul’da.

Bu haliyle şu çok açık ki, demokrasinin verdiği ilk temel hak olan oyumuza göz dikildi. Özellikle İstanbul’da.

Sandık başkanlarının devlet memuru olduğu, her partiden sandık görevlilerinin olduğu sayımda, iktidar partisinin oyunun eksik sayılması, insanın aklının kolay alabileceği bir şey değil. Ama iktidarın iddiası bu. Yine özellikle İstanbul’da.

Süreç işliyor, sonucu hep birlikte göreceğiz.

SUÇ: OY KULLANMAK

Ancak bu hukuki sürecin işleyişini beklemeden, sonucun ne olacağını bilmeden (ya da bildikleri için) medyada yazılanlara, ekranda söylenenlere bakınca insan gerçekten şaşırıyor.

Özellikle iktidardan çok iktidar, kraldan çok kralcı olan seçim sonuçlarını “darbe” olarak sunuyor. Normal bir insanın hayal etmesi güç düşünceleri, “gerçekmiş” gibi yazıyorlar.

Birbirinden farklı saiklerle oy kullanan milyonlarca vatandaşın hepsi, çıkan sonuçtan bağımsız olarak hedefe konuyor. Sadece demokrasinin en temel hakkı olan oy kullandıkları için suçlu ilan ediliyorlar. Bunu yapanların normal olduğunu söylemek de normal olmaz kanaatindeyim.

Verilen bu tür tepkilerin, akılla bağdaşmadığı ölçüde, bir açıklaması var; o da adı konulmamış bir çıkar ortaklığıdır.

MEDYANIN KENDİNİ TÜKETİŞİ

Verilen bu tepkilerin kaynağı yazılı ve görsel medya.

Kendileri dahil olmak üzere hepimiz biliyoruz ki, iktidara yakın medya, iktidarın yaşadığından daha ağır bir büzüşme yaşıyor. Bunu gazete satışlarından,

TV izlenme oranlarının düşmesinden görüyoruz.

Bu bir sonuç. Çünkü bu kurumlar, siyasi iktidarla kurdukları ideolojik ve ekonomik ilişkinin sonucu olarak; bağımsızlıklarını yitirdikleri ölçüde, gazetecilikten uzaklaştılar.

O yüzden olsa gerek, habercilik değil iktidar adına düşünen, onlar adına fikir geliştiren ve bunu topluma sunan organik kurum ve organik aydınlara dönüştüler.

Bu ise sadece kendilerine değil meslek adına da hazin bir durum.

***


İmamoğlu bu kayığa binmez.

 İmamoğlu bu kayığa binmez. 



Miyase İlknur,

CUMHURİYET

06 NİSAN 2019

Seçim gecesinden beri medyamızın muhterem temsilcileri gerek köşe yazılarında gerekse ekranlarda daha mazbatasını almadan İmamoğlu için “Türkiye bir lider kazandı”, “İşte CHP’nin başına geçecek adam”, “CHP aradığı lideri buldu”, “2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde İmamoğlu CHP’nin adayı olmalı” türünden abartılı pohpohlamalar da başladı.

 Bayılıyorum bizim bu mahallenin sakinlerine. Kadim alışkanlığımızdır huyumuz kurusun. Çok kolay lider yaratır, üç günde de en ufak bir hatasında diri diri mezara gömeriz. Yahu bu millet İmamoğlu’nu İstanbul’a belediye başkanı seçti CHP’ye genel başkan değil. Hele bir makamına otursun, icraatlarını görelim, gelecekte ne olacağını kim bilebilir? Ne kadar meraklıyız siyaseti dizayn etmeye...

 Yakın tarihimize şöyle bir dönüp bakalım, medyamız kimlere gaz verip lider adayı, iktidarın alternatifi olarak göstermedi ki? Basının pohpohlamasına kendini kaptıran nice isim yok olup gitti. Mehmet Ali Bayar, Cem Boyner, Kemal Derviş, Bedrettin Dalan, Ali Müfit Gürtuna ve daha niceleri. Belediye başkanı olup da liderlik rüyaları görenleri ve medyanın desteğiyle boş havuza atlayan nicesinin kafası gözü yarıldı unuttunuz mu? 

Belediye başkanlığından geliep siyasette tutunabilen tek isim Tayyip Erdoğan. Ancak onun başarısının arka planında, bölgesel ve küresel bir projenin olduğu da unutulmamalı.

Belediye başkanları medyaya iplerini kaptırınca oturdukları koltukları da bir süre sonra kaptırıveriyorlar. Çünkü belediye işlerinden çok siyasetle haşır neşir olunca başarılı olamıyor ve altlarındaki koltuk da gidiyor. Oysa o koltukta bir değil birkaç dönem başarılı işler yapınca seçmen de, mensubu bulunduğu partinin üyeleri de zaten kendisini ödüllendiriyor.

İmamoğlu, medyanın siyasette yeni parlayan ya da seçim kazanmış her ismi, bindirip açık denize saldığı kayığa binmez, binmemeli. Yaşı çok genç. Siyasette de eğer halk ve partisinin tabanı isterse elbette başka görevlere de gelebilir. Neden olmasın? Ama o konu, bugün, bu yıl, bu dönem konuşulacak iş mi Allah aşkına? 

Bakın Eskişehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’e; dört dönemden beri görevini başarıyla sürdürüyor. Hem de belediye meclisinde AKP ağırlığına rağmen.

DSP, 2002’de baraj altında kalınca kendisine genel başkan adayı olması konusunda onca baskıya karşın, liderlik hayallerine kapılmayıp görevini sürdürdü.

Bugün Türkiye’de Yılmaz Büyükerşen’i tanımayan ve hangi partiden olursa olsun takdir etmeyen bir kişi var mı?

İlk gün İmamoğlu’nu göklere çıkarıp CHP’ye lider yapan, hatta hızını alamayıp 2023’te potansiyel Cumhurbaşkanı adayı yapanlar Anıtkabir ziyareti ve “mazbatamı verin” diye haklı çıkış yaptığında bir günde itibarsızlaştırma yarışına girdiler. Seçim gecesi “Hakkımı yedirtmem” dediğinde dirayetli ilan ettiğiniz,

Muharrem İnce’ye örnek gösterdiğiniz İmamoğlu, bu tavrını sürdürünce neden yanlış yapmış olsun ki? 

YSK verilerine göre “Adam sandıktan birinci çıkmış” ve hakkının teslimini istiyor. 

Ne var bunda? 

Yok, bir günde göklere çıkarır, bir günde de ipini çekeriz biz. Sadece siyasete özgü de değildir bu yanlış tavrımız. Sporda, sanatta da benzer yanlışları yaparız. Doğulu toplumlara özgü oryantalist bir davranış biçimidir bu. Acımızı da, sevincimizi de, başarı ve başarısızlığımızı da aynı davranış kalıplarına uygun abartılı göstermeye bayılırız. 

Medyanın mümtaz temsilcileri, adam öğütme makinelerinde İnşallah İmamoğlu’nu da kısa sürede kıyma haline getirip bir kenara atmazlar. Gerçi bu İmamoğlu’nun elinde biraz. İzlediğimiz kadarıyla bu kıyma makinelerine kolunu kaptırmayacak ferasette bir kişilik. Umarım yanılmayız.

***


MHP’nin Anadolu’daki yükselişi dikkat çekici.

MHP’nin Anadolu’daki yükselişi dikkat çekici. 



Sedat ERGİN

HÜRRİYET

06 NİSAN 2019


Yerel seçime ittifaklarla girilmesinin partilerin tek başına siyasi gücünü ölçmeyi zorlaştırdığı  aşikâr. İttifak yapılan yerlerde oylar sandıklarda ortak adaylar ve ortak listeler üzerinde iç içe geçtiğinden partilerin performansını tek başına ayrıştırabilmek güç. Ancak partilerin ittifak yapmayıp rakip olarak yarışa girdikleri yerlerde rekabetin nasıl seyrettiğini okuyabilmek pekâlâ mümkün.

Bugünkü yazımızda AK Parti ile MHP’nin bu seçimde ittifaka girmedikleri 30 ilde aralarındaki rekabetin geçen pazar günü nasıl sonuçlandığını okumaya çalışalım.

Bunu yapmak için iki partinin söz konusu 30 ilde 24 Haziran 2018 genel seçiminde aldıkları oy miktarlarıyla 31 Mart yerel seçiminde aynı merkezlerde il genel meclisi sandıklarında kendilerine çıkan oyları kıyaslamamız bize gerçekçi bir karşılaştırma imkânı sağlayacaktır.

Bu verileri incelediğimizde karşımıza çıkan tablo 30 ilin çoğunluğunda AK Parti oyları gerilerken MHP oylarının belirgin bir şekilde yükselmiş olmasıdır.

İki partinin oyunun da yerinde saydığı ya da gerilediği istisnalar olmakla birlikte, tablodaki başat yöneliş bu doğrultudadır.

*

Anlattığımız bu durumu iller bazında somut örnekler üzerinden açıklamaya çalışalım. Kaynak olarak 24 Haziran seçimleri için Yüksek Seçim Kurulu’nun web sitesini, son yerel seçim için Anadolu Ajansı’nı kullanacağız.

Önce Doğu Anadolu Bölgesi’nden Elazığ ile başlayalım. Bu ilde AK Parti’nin 24 Haziran genel seçimi ile 31 Mart yerel seçimi arasında uğradığı oy kaybı

-Rakamı yuvarlarsak- 48 binin üzerindedir. Buna karşılık MHP’nin geçen genel seçimde Elazığ’da 47 bine yaklaşan oyu, bu seçimde 91 binin üzerine çıkmıştır.

MHP’nin neredeyse iki katına yaklaşan 44 binin üzerinde bir oy artışı söz konusudur. Tabloda görüleceği gibi CHP ve HDP’nin oyları da gerilerken, İYİ Parti ve SP sandıkta oylarını arttırmıştır.

Elazığ’dan söz ederken katılımın oranındaki düşüş ve ayrıca geçersiz oyların da 15 bin dolayında artmış olması da yine bu ilde sandıktaki dip akıntıları anlamak bakımından hesaba katılmalıdır.

*

Bir başka örneği Karadeniz Bölgesi’nde Kastamonu’dan verelim. Bu ilde katılım oranı hemen hemen aynı kalırken, AK Parti’nin oyunda dokuz ay öncesine kıyasla

20 bin kadar bir gerileme meydana gelmiştir. MHP ise oyunu 34 binin üzerinde artırmıştır. Buradaki çarpıcı nokta, CHP ve İYİ Parti’nin de oy kaybına uğramış  olmalarıdır. İlginç olan, AK Parti, CHP ile İyi Parti’nin kayıplarının toplamının MHP’deki artışı eşitlemesidir. Bu durumda MHP’nin Kastamonu’da her üç partiden de oy aldığı ortaya çıkıyor.

İç Ege Bölgesi’nde AK Parti’nin 50 bin civarında oy kaybettiği Afyon’daki seçim denklemi özellikle dikkat çekiyor. AK Parti’nin oyu 248 binden 198 bine inerken, MHP oyunu 33 bin dolayında yükseltip 63 binden 96 bine çıkmıştır.

Aynı bölgeden Kütahya üzerinde durmamız gereken bir başka çarpıcı örnektir. Bu ilimizde katılım oranı 91.33’ten 89.19’a düşmüştür. AK Parti, geçen yıl

genel seçimde Kütahya’da 207 bin oy alırken, geçen pazar günü oyu 162 bine düşmüştür. Aradaki fark 45 bindir. MHP ise aynı dönemde oyunu yaklaşık 71 binden 93 bine yaklaştırmıştır. CHP’nin 4 bin, SP’nin de 12 bin dolayında artışları söz konusudur. Kütahya’nın il merkezinde belediye seçimini MHP kazanmıştır.

Keza Aksaray’da AK Parti’nin oyu 127 binden yaklaşık 99 bine inerken, MHP’nin oyu 45 binden 75 bine yükselmiştir. Yine İç Anadolu’da Tokat’ta AK Parti

cephesinde bir düşüş göze çarpıyor. İktidar partisinin Tokat’taki oyu 186 binden 160 bine düşerken, MHP’nin oyu kayda değer bir artışla 62 binden 102 bine gelmiştir.

AK Parti’nin son seçimdeki İstanbul büyükşehir belediye başkan adayı Binali Yıldırım’ın memleketi Erzincan’da AK Parti 64 binden yaklaşık 49 bine düşerken,

MHP 27 binden 41 bine yükselmiştir. AKP 15 bin düşmüş, MHP ise 14 bin çıkmıştır.

*

Tabii bütün illerde aynı kalıbın geçerli olduğunu söyleyemeyiz, istisnalar da var. Örneğin, Sivas’ta bir önceki seçime kıyasla hem AK Parti hem de MHP’nin oyları  birlikte düşmüştür. AK Parti’de 47 bin kadar bir kayıp görünüyor. MHP deki kayıp ise 22 bin dolayındadır. Geçen yıl AK Parti ile ittifak yapan

BBP bu kez seçime tek başına girmiş ve Sivas’ta il genel meclisi için 81 binin üzerinde oy alarak her iki rakibinde de ciddi bir kayba yol açmıştır. Güneydoğu’daki Adıyaman da benzer şekilde hem AK Parti hem MHP’nin gerilediği bir ildir. Birincisi 17 bin, diğeri 4 bin kadar gerilemiştir. Bu ilde HDP’nin oyunun da 51 binden 18 bine inmesi dikkat çekicidir. Bu ilde kazançlı çıkan parti ise oyunu 5 binden 46 bine tırmandıran SP’dir.

Ancak bu gibi istisnalar Türkiye genelinde ittifak yapılmayan merkezlerde ölçülebilir bir şekilde gözlenen şu kalıbı değiştirmiyor: Anadolu’nun önemli bir kesiminde AK Parti azımsanmayacak bir oy kaybına uğrarken, bu durumdan büyük ölçüde yararlanıp zemin kazanan parti MHP’dir.

Ekonomik koşullar kuşkusuz bu tablonun ortaya çıkmasında rol oynayan belirleyici faktörlerden biridir. Bununla birlikte milliyetçilik rüzgârının kuvvetlenmesi ve beka söyleminin ön plana çıkmasının Anadolu’da MHP’nin yelkenlerini doldurduğunu söylemek mümkündür.

MHP’nin Anadolu’daki yükselişi dikkat çekici.,


***


Lise., Neden Önemli.

Lise.,  Neden Önemli. 


ABBAS GÜÇLÜ

MİLLİYET

06 NİSAN 2019


   Liselere Giriş Sınavı (LGS) için başvurular yoğun bir şekilde devam ediyor.

Neden? Çünkü “İyi bir üniversitenin yolu, iyi bir liseden geçiyor! Eğer iyi bir liseye giremezseniz, iyi bir üniversiteye giremez, iyi bir meslek edinemez ve bu yüzden hayata havlu atmak zorunda kalırsınız gibi bir algı söz konusu.

Bu yüzden de hemen herkes popülaritesi en yüksek liselere girmek istiyor.

Peki, doğru olan bu mu?

Tartışılır ama çok daha önemli olan, başta öğrenciler olmak üzere, ailelerin beklentileri!

40 yıllık meslek hayatı tecrübem, iyi okul yoktur, iyi öğrenci vardır. İyi öğrenci de nerede olursa olsun, bir şekilde yoluna devam eder, zirveye tırmanır.

Eğer sınavlar ve okullar bu kadar etkili olsaydı, sadece ülkemizin değil, dünyanın vitrininde sınav şampiyonları ve belli okulların mezunları olurdu. Ama vitrin öylesine renkli ki her liseden, her üniversiteden mezunlar var. Hatta eğitimini yarıda bırakıp da kendi alanlarında dünyanın en tepesine çıkanları  görmek mümkün!..

Yani, eğitim, okul elbette çok önemli ama o liselere, o üniversitelere girip bitirdiğinizde, istediğiniz mesleği seçtiğinizde, hayat, size her şeyi sunmuyor.

Anlayacağınız, diplomayla her şey olunmuyor. O sadece bir anahtar, hangi kapıları açacağınıza siz karar verecek ve o açılan kapıdan girdikten sonra da mücadeleye hep devam edeceksiniz. Bu yüzden tüm enerjinizi, tıpkı maratonda olduğu gibi yarışın en başında bitirmemelisiniz. Daha kat edilecek çok yol var!..

Zor karar!

Yüz binlerce aile için şu günlerde çok zor soru şu:

LGS’ye başvuralım mı yoksa hiç gereği yok mu?

LGS’ye başvursalar kendilerini bir anda sınav stresinin göbeğinde bulacaklar, yok eğer vazgeçerlerse, ileride büyük pişmanlıklar yaşayabilirler!

Peki, doğru olan ne?..

Hedefler çok önemli.

“Nasıl bir lise, nasıl bir meslek, daha da önemlisi nasıl gelecek?” sorularının cevabını bulmadan lise seçmek, dolayısıyla sınava girip girmemeye karar vermek yanlışların en büyüğü olur...

Şu yaştaki bir öğrenci böylesi çok önemli sorulara nasıl cevap bulabilir diyenleriniz elbette olacaktır.

İşte bu noktada anne, baba ve öğretmenlere çok önemli görevler düşüyor.

Herhangi bir dayatma ya da yönlendirmede bulunmadan, öğrencinin kendisi için en doğru yol haritasını çizmelerine yardımcı olmaları gerekiyor.

Bu noktada başvuracakları en önemli referans, öğrencinin, ilgi ve yetenekleri ile hayattan beklentileri olacaktır...

Okulla arası çok da iyi olmayan ama zorunlu eğitim nedeniyle liseye devam etmek durumunda olan ve bir an önce işe atılmak isteyen bir öğrenciyi meslek liseleri dururken fen ya da Anadolu liselerine yönlendirmek ne kadar hatalıysa, hedefi belli öğrencilere, “Bir de şu seçeneği denemelisin” demek de bir o kadar yanlıştır.

Evet, herkes sınava girmek zorunda değil ama ortada öylesine çok belirsizlik var ki, “Girsem ne kaybederim ki?” diyen öğrencilere, “Hayır, girme” telkininde bulunmayı hiç kimse göze alamaz. Çünkü ileride yaşanabilecek bir mağduriyetin sorumluluğunu kimse almak istemez...

Sınavları ya tutarsa mantığı üzerine oturttuğumuz ve tercih edilebilecek okullar listesine her türden okul aldığımız için başvuru sayısı bu yıl da tahminlerin çok üzerinde olacaktır.

Velilere önerimiz, rahat olmaları. Çünkü o kadar fazla değişken var ki ne kadar başarılı olursa olsunlar, bazen istedikleri sonuca ulaşamayabilirler. Ve bu durum asla dünyanın sonu değildir!..

Özetin Özeti: Hani bu sınav belasından kurtulacaktık!..

***

İKİ ARADA BİR DEREDE..,,

 İKİ ARADA BİR DEREDE..,,


MELİH AŞIK.

06 NİSAN 2019


ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence, Rusya’dan alınacak S-400 füzeleri konusunda açıklama yaptı:

- Türkiye kararını vermeli. Ya tarihteki en başarılı askeri ittifakta önemli bir ortak olarak kalacak ya da umursamaz bir kararla ittifakımıza zarar verecek” dedi.

Pence üstü kapalı olarak NATO üyeliğimizin de son bulabileceğini anımsatıyor. E. Gen. Nejat Eslen bu tehdit üzerine:

- Sanırım Mike Pence NATO antlaşmasını iyi bilmiyor, diyor...

- Neden?

- Çünkü Amerika hatta tüm üyeler istese de bir üyeyi NATO’dan çıkaramazlar. Kuzey Atlantik Antlaşması’nın 13. maddesine göre bir üye ayrılmayı ancak kendi

isteyebilir. Diğer üyeler bir üyenin ayrılmasına karar veremezler.  ABD’nin hücumları yalnızca S-400’lerden ibaret değil. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü

Robert Palladino, “Kuzey Suriye’de Türkiye’nin tek taraflı harekâtının yıkıcı sonuçları olacağını” söyledi önceki gün. Bu konuda Trump da çarpıcı bir açıklama  yapmış: “Kürtlere dokunursanız ekonominizi mahvederim” yollu bir tehdit savurmuştu. Türkiye S-400’lerden vazgeçemeyecek bir noktada bulunuyor. Bir yandan da Batı’nın finansal desteğine ihtiyaç duyuyor. Sonuçta ABD ile Rusya arasına sıkışmış durumdayız.

AVUKAT

5 Nisan yani dün “Avukatlar Günü” idi... Bir hak arama ve savunma mesleği olan avukatlık, adaletten uzaklaşıldığı için, bu ülkenin en zorlu uğraşlarından biri haline geldi. Avukat aynı zamanda insanların yalnızlığını paylaştığı kişidir. 

Bakınız ömrünün 12 yılını hapiste geçiren şair Nâzım Hikmet, avukatı

İrfan Emin’e astokrişle (adını şiirin baş harfleriyle yazarak), nasıl sesleniyor:

İyi günlerimde çok eller uzanır ellerime

Resmimi suratımı başköşeye asarlar

Fakat demir kapıların her kapanışında üzerime

Ardında taş duvarlarım her kaldığım zaman

Ne arayan beni ne soran

Eeeehh daha iyi be, bunun böyle olduğu

Minnetin ve borçluluğum yalnız sana kalsın

İyi günlerimde benim unuttuğum insan eli

Nasılsın?

ÇAKMA

Bodrum Belediye Başkanı CHP’li Ahmet Aras mazbatasını alıp göreve başladı.

Ahmet Aras bir albay emeklisi. Bodrum’un yerli ailelerinden. Emekli olduktan sonra Ortakent’te otel işletmeye başlamış. Çevresinde sevilen bir isim. Yaptığı  toplantılarda iki vaadi özellikle dikkati çekiyor. Birincisi, iki yıldır kapalı olan kaleyi tekrar turizme açacak. İkincisi, Bodrum’da çakma mal satışına son verecek. Bodrum’da sadece çakma saat satan 5-6 mağaza mevcut. Çakma giysiler, çantalar, ayakkabılar baştan başa caddeleri kaplıyor. 

Yeni Başkan çakmayla mücadelede başarılı olursa, Bodrum’a biraz daha kalite getirecektir.

SİFTAH

Bolu Belediye Başkanlığı’nı 30 yıl sonra yeniden CHP’ye kazandıran milletvekili Tanju Özcan dün görevine cuma namazının ardından Kuran-ı Kerim ve Türk  bayrağı üzerine yemin ederek başladı. CHP’nin ulusalcı kanadında yer alan Özcan’ın bu başlangıcı elbet her kesimde tartışmaya yol açtı. AKP Bolu İl Başkanı

Nurettin Doğanay tepkisini “Laiklik elden gidiyor, diyenler Kuran’a el basma noktasına geldi. Tanju Özcan, samimi ol, dürüst ol” sözleriyle dile getirdi. 

Haklıydı.

ERSEK

Kadıköy’deki Siyami Hersek Hastanesi’ni telefonla aradınız diyelim...

0216 542 44 44 numarayı derhal beklemeye alıyor ve Sağlık Bakanlığı’nın gereksiz antibiyotik kullanımının zararlarını anlatan anonsunu dinliyorsunuz. Ne kadar süreyle mi? Üç dakika, beş dakika, on dakika. Sonra kızıp kapatıyorsunuz. 

Deneyiniz...


***


Anlamsız Sorular, Anlamsız Anılar.

 Anlamsız Sorular,  Anlamsız Anılar. 


Fatih Altaylı.  

HABERTÜRK

06.04.2019 - 10:53 

Güncelleme: 06.04.2019 - 10:53

31 Mart seçimlerinden önce Teke Tek’e gelen Ekrem İmamoğlu ile program öncesi sohbet ediyorduk. 

Kendisine şöyle bir sual sordum sohbet sırasında: 

“Ekrem Bey, seçimlerde daha çok oy alıp, seçimi kazanmanız halinde İstanbul’un Büyükşehir belediye başkanlığının size verileceğini düşünüyor musunuz?” 

İmamoğlu’nun ifadesinden soruyu anlamsız bulduğu ortadaydı. 

O gün için de anlamsız bir soruydu gerçekten. 

“Elbette ki!” dedi. 

Ben de ona, “Kusura bakmayın ben bazen böyle manasız sorular sorarım” diyerek kapadım konuyu. 

Diyeceğim o ki, bugün olan bitenler arasında beni şaşırtan hiçbir şey yok. 

Beklemediğim, ummadığım hiçbir şey olmuyor. 

Dün ilginç bir de gelişme oldu. Büyükçekmece’de seçmen kütüklerinde hatalar olduğu iddiası ile AK Parti ilçede seçimin iptali ve yenilenmesiyle ilgili bir başvuru yaptı. 

İlçe Seçim Kurulu başvuruyu reddetti. 

Sonrası ne olur bilemem. 

Tabii Türkiye’de ilk defa olmuyor bir seçimin iptali veya tekrarı. 

Küçük yerleşim yerlerinde çok örneği var ama il seviyesinde benim hatırladığım çok önemli, tarihe geçmiş bir örnek var. 

Konya Belediye Başkanlık seçimi.

11 Aralık 1977 günü yapılan Konya Belediye Başkanlığı seçimi sonucunda sandıktan 1. Sırada Mehmet Keçeciler çıktı. 27 bin 556 oy almıştı. 

İkinci sırada ise CHP adayı Adnan Ertanık vardı ve 21 bin 927 oy almıştı. Adalet Partisi’nden Mehmet Ortaer’in oyu ise 17 bin 683 idi. Bazı sandıklarda itiraz edildi. 

Oydu, buydu derken süreç uzadıkça uzadı. 

Adalet Partisi ve CHP, YSK’ya itiraz ettiler ama bambaşka bir gerekçe ile. 

Keçeciler’in adaylık başvurusunun il başkanı değil, ilçe başkanı tarafından yapıldığı gerekçesi ile. 

İtiraz aslında geçersizdi çünkü seçimden önce yapılmış olması gerekiyordu. 

Ama YSK kazanan adayın hakkını yiyerek usulsüz biçimde seçimleri iptal etti. 

19 Mart 1978 günü seçimler yenilendi.

Mehmet Keçeciler bu kez 34 bin oy alarak ve farkı itiraz edilmeyecek biçimde açarak seçimi kazandı. 

Seçmen mağdur edilen siyasetçiye sahip çıkmıştı. Ancak Belediye Meclisi seçimleri yenilenmediği için orada AP ve CHP çoğunlukta idi. 

Belediye Başkanının maaşını düşürdüler, her türlü zorluğu çıkardılar. 

Ama Konyalılar seçtikleri başkana sahip çıktılar.

Sonuna kadar arkasında durdular. 

Bunu niye mi yazdım şimdi. 

Ne bileyim, bazen tarihi hatırlamakta fayda var.


***

Helal sana Ahmet Güneştekin

Sanatçı dostumuz Ahmet Güneştekin bir süre önce yaptığı İskoçya gezisinden sonra geziden aldığı esinle, “İskoçya’nın 85 lezzeti” adlı bir eser yazdı ve bunu da Çırağan Sarayı’nda verdiği büyük bir davetle tanıttı. 

Her ne kadar bu konuda kalem oynatmaya çekinmeyen meslektaşlarımın pek büyük bölümünden daha fazla bu tarz sanat ile hayır neşir olsam da, bir sanat eleştirisi yapacak düzeyde olmadığım için Ahmet’in eseri ile ilgili bir sanatsal yorumda bulunamam.

Ama sevdiğim bir arkadaşımın eseri benim için güzeldir. Çünkü ben onda arkadaşımı görürüm. 

Neyse konumuz o değil. 

Konumuz davet. 

Ahmet’in davetine çok geniş bir katılım varmış. Ben yurt dışında olduğum için gidemedim ama sosyal medyadan katılanları gördüm. 

O yüzden de başlığımı “Helal sana Ahmet Güneştekin” diye attım. 

Çünkü düne kadar Ahmet Güneştekin’e burun kıvıran, beğenmeyen, arkasından konuşan, hakkında eleştiri ötesi hakaretler sallayan kim varsa hepsi Ahmet’in  davetine koşa koşa gitmişler. 

Davetten selfieler paylaşmışlar. 

Bu nedenle helal sana Ahmet. 

Bin kere helal.

***

TAV’a tav olmuştuk

İstanbul Atatürk Havalimanı’na ilk ne zaman gittiğimi ya da bu meydanı ilk ne zaman kullandığımı hatırlamıyorum. 

Herhalde 1 ya da bilemedin 2 yaşında olmalıyım. 

Gerçi o zaman adı “Atatürk Havalimanı” değildi. 

Yeşilköy Havalimanı olarak bilinirdi. 

Küçük bir iç hatlar, hemen yanında az daha büyük bir dış hatlar terminali vardı. 

Demek ki, orayı en az 55 yıl kullanmışım. 

Karga sekmez diye bir garip terminal ile büyümeye çalıştı önce. Sonra şimdi iç hatlar olarak kullanılan bölüm yapıldı, dış hatlar olsun diye. 

Eski dış hatlar içi hatlar oldu. 

Bir kaç denemeden sonra yap işlet devret modeli ile TAV’a ihale edildi ve 20 yıl önce bugünkü meydana kavuştuk. 

TAV sayesinde Atatürk Havalimanı dünyanın en pratik, en sevimli, en iyi işletilen havalimanı olarak büyüdü büyüdü büyüdü. 

Yetmez hale geldi.

Onu büyütmek yerine, daha büyüğünü başka bir yere yapmaya karar verildi ve yapıldı. 

Şimdilik Atatürk’ten yüzde 25 daha yüksek kapasiteye sahip ama büyümeye daha müsait ve 20 yıl içinde 200 milyon yolcu kapasitesine ulaşabilecek bir hava limanımız var artık. 

Ben yine de Atatürk Hava limanını çok özleyeceğim. 

Kızım bile, “Bence bu hava limanı, dünyanın en güzel hava limanı” diye üzgündü geçen hafta son kez kullandığımızda Atatürk Hava limanını.

Ben ondan daha da üzgünüm. 

Yine de TAV’a ve TAV’ı TAV yapan Sani Şener’e çok teşekkür ediyoruz. 

Dünya ölçeğinde havacılık yapan bir Türk firması olmayı başardıkları ve bizi yıllardır Atatürk Havalimanı’nda mutlu ettikleri için.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

" Demokrasinin, Sandıkla gelme kadar Sandıkla gitme rejimi olduğunu da hatırladığımız zaman."



***

15 TEMMUZ DEVLET YALANI ÇÖKTÜ.,

 15 TEMMUZ DEVLET YALANI ÇÖKTÜ.,




RED BOOK SİLİNEN TÜRKİYE TEMMUZ 2019 SOYKIRIM KONSORSİYUMU YARGILANMALI. 

15 TEMMUZ DEVLET YALANI ÇÖKTÜ.,
3 Yıllık iftira başlarına çöktü. 15 Temmuz… TSK'daki ve Bürokrasideki tasfiyeler… 
Tüm Darbelerden daha yıkıcı oldu… 
358 Generalden 240'ı nasıl ' Cemaat'ten oldu. ?
 15 Temmuz'a İki Ana çerçevede yaklaşılabilir. 

Bunlardan Birincisi, Darbe girişiminin gerçekleşme hedefinin dir. 
İkincisi ise, sonuçlarının analiz edildiğidir. 

Kanımca Birincisi konusunda çok yararlı incelemeler mevcut. Adem Yavuz Arslan'ın 358 Generalden 240'ı nasıl “Cemaat'ten” oldu? Başlıklı yazısı dikkat 
çekicidir ve mutlaka okunabilir. Yine gazeteci-yazar Ahmet Nesin, internet TV- Programlarıyla gerek yok, 15 Temmuz'u ele alıyor. Bu bakımdan mutlaka 
takip edilmeli. Odaklı iki politika var, 15 Temmuz'u analiz eden. ilki, 15 Temmuz'un gerçek bir darbe girişimi oldugunu ve bastırıldığını kabul eden anlayışı. 

    İkincisi, 15 Temmuz'un gerçek kurbanlaştırması ve tümüyle kurgulanmış, kurbanlaştırılmış, reddetmek meşruiyet devruhlama devşirme bağlantısının 
üstlenmiş bir kalkmayı olduğu. Hangi kavramsalın tarihi gerçekçiğe tekabül kavramsal öğrenmemiz zaman alacak. Bu tür siyasi olaylar meydanaştikten 
onlarca yıl sonra netleşir. Bu belirsizlik bir süre daha devam ediyor. Fakat buna çok takılmamak lazım. İşin aslı şudur ki, hangisi olursa olsun olsun, 
sonuçları öyle bir şey değişmez. Bence Darbe Girişimi'nde, uzaklarda, genel olarak içten izahı, zor durumda olay, 15 Temmuz'un ardından en uzak yerlerde 
bir darbe yönlendirerek yapıyor. TSK içerisindeki korkunç tasfiye operasyonu, TSK içerisindeki korkunç tasfiye operasyonu, 15 Temmuz girişiminin ardından 
TSK'da bu değişim yapmayı hedeflediğini ortaya koyuyor. 15 Temmuz'a dair cevapsız sorulardan birisi de şu; İfadelerden de görüldüğü gibi, TSK'daki uzun 
yıllara dayanan bir tane 'Cemaatçi' fişlemesi yapıldı. Normalde fişleme seçeneklerininde olanları terfi etmemesi, kızak göreve çekilmesi ya da ihracı beklenir. 
Ancak 2015 ve 2016 yıllarında enteresan bir şey oluyor. Tabur komutanı atamaları Kara Kuvvetleri Komutanlığı personel başkanı Tümg Şevki Gençtürk’de MİT ile koordineli yapıldığı, gizli tanık Abdullah’ın 2014 başında başında bir listeyi MİT'e hazır biliniyor.
 
Ancak bu listede olan isimlerden bilgisayarda çok kritik görevlere atanmış. Doğal olarak '15 Temmuz da kritik görev görevlisi, haklarında cemaatçi olduklarına dair duyum, bilgi ve ihbar olanlarda olması mı amaçlandı? ' sorusu akıllara geliyor. Hatta gizli tanık Abdullah'ın isimleri de aynı yıl yapıldı, YAŞ'ta çok kritik görevlere atanıyor. mesela; Ünsal Coşkun; 2015 YAŞ'ında genel yapıldı, Kara Havacılık Okulu'na atandı, Ekrem Çağlar; 2015 yılında general yapıldı, Erzincan 3.Ordu Harekat Kurmay Başkanı olarak atandı Enver Topal; 2015'te Kara Harp Okulu alay komutanı Kutsi Barış; 2015 yılında Cumhurbaşkanlığı muhafız alay komutanı olarak atandı Ali Yazıcı; 2015'te Cumhurbaşkanı Başyaveri oldu. 

Murat Dağlı; 2016 yılında İzmir 3. Hava Alay Komutanı Deniz Aldemir; 2016 yılında Kara Havacılık'taki taburtan komutanı oldu Özcan Karacan; 2016 yılında yine Kara Havacılıkta tabur komutanı oldu. 

Atamalara ve fişleme dosyalarına bakıldığında sanki bir elin, 15 Temmuz Akşamı kritik rollere soyunacak birliklerin başında bir fişleme dosyalarında adı Cemaatle anılanlarda atanıyor organize ediliyor görünüyor. Bu durum sizce de tuhaf değil mi? 

DARBEDEN ÖNCE ' FETÖCÜ ASKERLER NASIL TUTUKLANACAK ' TOPLANTISI., 

    Geçelim bir başka tuhaflığa. Malumun bulunduğu güvenlik Terör Dairesi Başkanı Turgut Aslan koruma ve şoförüyle 15 Temmuz akşamı 22: 16'da Jandarma Genel Komutanlığı'na gitti. İçeriye girmesine izin verilmeyince Jandarma Harekat Başkanı Tümg. Arif Çetin'le görüşmeye geldiğini söyledi ve içeri aldı. 
Polisin operasyonu sırasında çıkan çatışmada ağır yaralandı. Koruması ise hayatını kaybetti. Ankara 23. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yapılan yargılamada mülaştı olarak ifade verdi. 5 Aralık 2018 tarihinde dilekçesinde “Darbe girişiminin başladığı gün, Jandarma Genel Komutanlığı'nda, emniyetin üst düzeyinde  isimleriyle gizli bir toplantı düzenledi. Fetöcü askerlerin gözaltına alma planlarının yapıldığı bir toplantıydı. Toplantıdan çıkarken bilgisayarda hareketlilik üzerine Tümgeneral Arif Çetin'i aradım. Arif Çetin olanlara henüz vakıf olduğunu ve siber saldırı olabileceğini söyledi. 

   Arif Çetin ile Jandarma karargahında Buluşmak üzere Sözleştik. “ Aslan'ın ifadesi ' Nasıl Yani ' dedirtiyor. 

Çünkü henüz darbe girişimi başlatdan gizli bir şekilde 'FETÖcü askerlerin tutuklanmasına dair planlama toplantısı' yapıyorlar. 
Üstelik terör daire başkanının böyle bir olayda yetkisi de yok. Tuhaflıklar burada da bitmiyor; 

TSK ya da TSK'da bir grup darbeye gidiyor, ancak TEM dairelerini yönetiyor iki polisle darbenin merkezlerinden birine gidiyor. Tıpkı Fidan'ın 'darbe ihbarını' 
tedavi sonra Genelkurmay Karargahı'na gidişi gibi tuhaf bir durum. Ayrıca Tümg.Arif Çetin de karargahta değil. Hem toplantı hem de Aslan'ın Jandarma 
Genel Komutanlığı'na gidişi hayli şüpheli. Ancak konu önemli ve mahkeme evrakları arasında altı çizilmesi gereken çok detay var. Mesela fişleme hazırini 
hazırlayan, bunların sayısı 15 15 Temmuz sonrası ' Ödüllendirilmiş '. Ayrıca Erdoğan ve AKP kurmaylarının 15 Temmuz'dan çok önce fişleme hazırlığından 
bahsediyorsanız emineye yer bırakmayacak şekilde netleşti. Erdoğan'ın 15 Temmuz'u eniştesinin telefonuyla duyduğu yer açıksa kimseyi etmemişti ancak 
bu mahkeme tutanakları orada ki Erdoğan sadece bilgiyi temizledi, aynı zamanda yönetin, aktif rolünü yönet. Ne hikmetse 15 Temmuz'dan çok önce 
binlerce kişiyi ayarla fişleme listeleri yapılıyor, TSK içerisine ve Havuz Medyası'nda topluma “FETÖcüler darbe yapacak” algısı pompalanıyor, Perinçek'in 
tabiriyle siyasetin köpeği olan yargı süreci tetiklemek için 'FETÖ Operasyonu' yapıyor ve tam da Erdoğan'ın beklediği bir grup asker ve harp okulu 
öğrencisi bir şeridini ulaşıma kapatıyor! Erdoğan ' Allah'ın Lütfosu ' demesin de ne desin? Hulusi Akar'ın İmzaladığı 15 Temmuz kumpasının belgesi 
Nordic Monitor'de yayınlandı. 

Hizmet'e yıkmaya çalıştıkları darbe suçu Akarcı Konsorsiyumla MİT ve Karargah üstünde kaldı. 
Erdoğan'ın ve ETÖ'nün, Perinçekcilerle hesap vereceği günleri iple çekiyorsunuz. 
NATO ve Rusya'yı kumpası tek tek döküyor. 
MİT Soykırım rejimi, hala algı peşinde aldatıyor! 
Katar'dan El Nusracı Süfyan ordusuna suç işleme özgürlüğü! 

SİNCAN; RANT'IN MERKEZ ÜSSÜ 

1-) Türkiye'de herşeyin bir rantı olduğu gibi, Sincan Cezaevi kampüsünde sayısı Darbe Davalarının da Rantı çoktan oluşmuş vaziyette. 
İnanamayacaksınız, bu biri Küfürbazlar'dan biri başı kapalı, 60 yaşlarında bir kadın. 
Bu Yaratığın, Yb.Gülşen Torunoğlu Aslan, Yzb.Burcu Doğan, Lale ve Merve Teğmen'lere sarfettiği küfürleri duyduğumda bir erkek olarak yerin dibine girmiştim. 
Kahraman kadın Subaylarımız işte bu hayasızların linçleri altında günlerini geçiriyorlar. Türkiye'de her şeyin bir rantı olduğu gibi, Sincan Cezaevi kampüsünde görüntülenen Darbe Davalarının da Rantı çoktan oluşmuş vaziyette. 
BOOMERANG @ BOOMERANG1357 

   17 Haziran Üstelik bu rantın yolu, Kahraman Silah Arkadaşlarımızı ve Ailelerini linç etmekten geçiyor. Akıncı üssü davası bu Rantçı avantacıların istilası altında. 
Bu Rantçılar için Akıncı Davası; kimine göre basamak atlamak, kimine göre kendini parlatmak, kimine göre ihale kapmak, kimine göre çoluk çocuğu çalışıyor 
sokmak, kimine göre günlük 80 TL alıyorum, kimine göre Döner-Ekmek yemek, kimine göre bedava otobüse binmek olmuş olduğu. Üstelik, ne yapıyorsun 
vatan millet için yapıyoruz diyecek kadar da pervasız bu Avantacılar. Arbedeler onu her seferinde salon boşaltılmış, salon dışına çıkan Avantacı Namussuzlar, 

Emre'nin başını okşayıp kahkahalarla “ Aferin Emre, işte böyle ” diyorlardı. Akıncı'nın Avantacılarını olursak gruplayacak; 

a) Milletvekilleri ve Bakanlar Belediye Başkanıları, 
b) Müşteki liman avukatlık yapıp, bir de vekillik, bir başkanlık, bir ihale içerisinde mi hesabındaki avukatlar. 
c) Hergün öğle yemeği akşam yemeği sırasında Türkiye'nin farklı il ve ilçelerinden salona taşınıp, binanın fotoğraflarında döner-ekmek yiyip ayrılan şu 
anda yığınlar. 
d) Son olarak; Davanın Kadrolu Küfürbazları ve Provakatörleri. 

6-) Rant ekibini sözlerle anlatmak mümkün değil. 

AKINCI'DAN HABERİNİZ OLSUN! 

Yb. Özcan Murat DOĞAN'ın sıramada çapraz sorgusu vardır,  Akp'li Avukatlar tarafından sergilenen bütün hasmane tavırlara, nezaketinden ve beyefendi üslubundan bir an olsun ödün vermeden sormuşumuzda 
sanatın tuzak sorulara ait olanın kimseye ait. Akp'li avukat boyunca geçen diyalog'dan bahsetmek istiyorum; Önce biri diğerine ” Bu adam şerefsiz yaa ” diyor, Diğeri ise ” YAPACAK BİŞEY YOK ABİ ADAMLAR ÇOK ZEKİ ” diye çaresiz bir cevap veriyor. Yiğitlerimiz karşında çok acınası haldeler, çook. Bu haksız 
davalarda ortaya çıkıyor ve net karelerden biri de şu ki; o kürsüye çoktan masumların gözlerinin içine bakamayan bir heyetin var oluşu .. 
Sanırım onu ?? Anlatıyordur. 

15 TEMMUZ SOYKIRIM KONSORSİYUMU  YARGILANMALIDIR ... 

***

16 Eylül 2020 Çarşamba

CUMHUR İTTİFAKI YÜZDE 50 NİN ALTINDA.,

CUMHUR İTTİFAKI YÜZDE 50 NİN ALTINDA.,


DENİZ YILDIRIM.,

06 NİSAN 2019

   Çoğu yorumcu AKP ile MHP’nin genel oylarını toplayıp Cumhur İttifakı’nın oyların yüzde 51.6’sını aldığını söylüyor. Hatalı; çünkü ittifak oyu, ittifak yapılan seçim bölgelerindeki kaymalarla ölçülür. İki parti tüm ülkede değil, 30 büyükşehir ve 21 ilde ittifak yaparak ortak aday çıkardı. Kaldı ki 31 Mart’tageçerli sayılan her 100 oydan 84’ünün sahibi bu şehirlerde yaşıyor. Örneklem olma potansiyeli de büyüktür. 

İkincisi, ittifak yapılmayan şehirlerde hem AKP hem de MHP adayı yarıştı. Ve MHP adayları AKP adaylarına karşı müttefik gibi değil, muhalefet gibi kampanya yaptı; AKP karşısında en güçlü aday görüldükleri kimi yerlerde CHP ve İYİ Parti seçmeninden de oy aldı. Öyleyse ittifak oyu gibi değerlendirilemez. 

Bu gerekçelerden sonra verilere bakalım. 24 Haziran verileriyle de karşılaştırarak incelediğimde ilginç sonuçlara ulaştım. 

Önce 30 büyükşehir. AKP ile MHP’nin 24 Haziran milletvekili seçimlerinde 30 büyükşehirdeki toplam oyları yüzde 52.1’di. Yani genel ittifak oyuna oldukçayakın. Ve bu pasta içinde AKP oyu yüzde 41.6, MHP oyu ise yüzde 10.5’ti. Yine bu oranlar da iki partinin ülke genelindeki oy oranlarına yakındı. 

31 Mart’ta bu 30 büyükşehirde AKP ile MHP yine ittifaka gitti. MHP birçok şehirde aday çıkarmadığı ve belediye meclis pusulasında yer almadığı için, MHP oylarının büyük bölümü AKP içinde temsil edildi. Bu çerçevede 31 Mart yerel seçimlerinde, belediye meclis oy toplamları bakımından AKP ile MHP’nin oyu yüzde 52.1’den yüzde 48.8’e gerilemiş. Bunun 43.9’u AKP oyu. Ama dikkat; içinde bu kez önemli ölçüde MHP oyu da var. 

Hesabıma göre, 30 şehirden 27’sinde MHP’li büyükşehir adayı, 17’sinde de pusulada MHP’li belediye meclis üyesi tercihi yoktu. 17 şehri baz alalım. 

   Bu 17 şehirde MHP’nin 24 Haziran oyu yaklaşık 2 buçuk milyon. 

   Bu da 24 Haziran’da bu 30 şehirde MHP’ye oy veren her 11 seçmenden 5’i demek. Yani AKP’nin yüzd 43.9’luk ittifak oyu içinde yaklaşık 5 puanlık MHP oyu bulunma olasılığı yüksek. Elbette sandığa gitmeyen ya da muhalefete oy veren MHP seçmenleriyle birlikte düşünmek gerekiyor. Tam veri elde etmek, mevcut ittifak sisteminde epey zor. Ancak bu verilere bakarak bile AKP’nin 24 Haziran’daki yüzde 42’lik genel oy oranının gerisine düştüğünü söylemek abartılı olmaz.

İşin içine büyükşehirler dışında ittifak yapılan 21 ilin il genel meclis verilerini kattığımızda da durum değişmiyor. AKP ile MHP’nin 31 Mart’ta Türkiye genelinde ittifak yaptığı 51 şehirde 24 Haziran oyu yüzde 51.7’ydi. Bugün ittifak yapılan 51 ilde ittifak oyu yüzde 49’a inmiş. Birçok şehirde MHP, AKP listesinden yarışa girmesine rağmen AKP oyu yüzde 43.4’te kalmış toplamda. Oysa MHP oyu bu şehirlerde yüzde 10’un üstündeydi. 

Diğer yandan ittifak yapılan 51 şehirdeki belediye sonuçlarına bakalım. AKP ve MHP 2014 seçimlerinde 30 büyükşehrin 21’ini kazanmıştı, bu sayı şimdi 16’ya düştü. 51 şehirdeyse toplam sayı 30’dan 23’e geriledi. İttifak yapılan 51 şehirde büyükşehir ya da il belediyelerinin yüzde 45’i Cumhur İttifakı partilerine ait. Bu oran 2014’te yüzde 59’du. Yani AKP ile MHP’nin bu şehirlerde ittifakla girmeleri, muhalefete yaramış. 

En ilginç verilerse, AKP ile MHP’nin ittifak yapmadığı 29 şehirde. Bu şehirlerde iki parti de aday çıkardı. İl Genel Meclisi seçim sonuçlarıyla 24 Haziran’da bu partilerin aldığı oyları karşılaştırdığımızda görünen şu: 24 Haziran’da bu şehirlerde AKP oyu yüzde 51.2’ydi; 31 Mart’ta yüzde 43.8’e inmiş. Yani ittifaksız yerlerde de AKP’nin 7.4 puanlık düşüşü var. MHP oyu ise yüzde 16’dan 23.6’ya yükselmiş. MHP ittifak yapılmayan, yani AKP’ye muhalif kampanya yürüttüğü

yerlerde AKP’den ciddi oranda oy koparmış. İkincisi, başta da belirttim, MHP’nin AKP’ye karşı muhalif kampanya yürüttüğü yerlerde MHP adaylarının AKP karşısındaki en güçlü ihtimal olarak görülmesine bağlı olarak, CHP veya İYİ Parti seçmeninin bir bölümü de buraya yönelmiş. İlçe bazlı incelemelerde bu kaymaları açıklıkla görebiliyoruz.

Özetle tablo, seçime ortak girilen yerlerde Cumhur İttifakı’nın oy kaybederek yüzde 50’nin altına indiğine işaret ediyor. Ancak yine de iki ittifak arası geçişlilikten daha çok ittifak içi geçişlilik lerin olduğunu ve hangi taraf öne geçerse geçsin, yüzde 51-49 yarılmasının mevcut tabloda yine de kırılamadığını görmekte yarar var. Bu denklemi çözen, Türkiye siyasetinin geleceğini belirleyecek.


***

DEĞİŞEN DÜNYAYI KAVRAMAK.

 DEĞİŞEN DÜNYAYI KAVRAMAK.,


SONER POLAT,

06 NİSAN 2019

Dünya sadece jeopolitik, siyaset ve strateji alanlarında değil, yaşamın neredeyse her alanında büyük değişimlere sahne oluyor. Bu değişim ve dönüşümü kavrayanlar siyasette öne çıkmaya, yeni siyasi oluşumlar güçlenmeye başladı. Geleneksel tüketim alışkanlıkları tepeden tırnağa değişiyor. Özellikle 18-35 yaşları arasındaki kesimin davranışları belirgin ölçüde farklılaşıyor. Dünyaya başka bir açıdan bakan yeni bir kesim belki geleceğimizi de şekillendirecek...

YENİ BİR EKONOMİK YAKLAŞIM

Bu kesim sosyal sorumluluk projelerinde görev üstlenmeyi benimsiyor. Çok hızlı öğreniyor ve bilgilerini yaptıkları işlere mükemmel düzeyde yansıtıyor.

Kariyer planlaması onlar için vazgeçilmez bir uğraş alanı! Bu nedenle üst kademelere tırmanabilecekleri ve yeteneklerini sergileyebilecekleri iş kollarını tercih ediyorlar. Günlük mesai ile sınırlanan işler onlara cazip gelmiyor. Bu çerçevede çokuluslu şirketler ya da çeşitli ülkelerde çalışma alanları olan

firmalar onlar için bir cazibe merkezi niteliğinde! Konut alarak ömür boyu ev kredisi ödemek istemiyorlar. Kiralamayı bir özgürlük olarak algılıyorlar.

Pahalı arabalar alıp uzun süre borç ödemekten kaçınıyorlar. Bisiklet ve motosikleti daha fazla tercih ediyorlar. Metro sistemlerini yaygın olarak kullanıyorlar.

Çevreye ve insan haklarına son kerte duyarlı bu kesim hayvanların korunup kollanmasına da özel bir önem atfediyor. Dünya vatandaşı olmayı hedefleyen bu

kesim dinlere ve ideolojilere uzak duruyor.

TÜKETİCİNİN DOĞASI DEĞİŞİYOR...

Bütçeleri markalı şık kıyafetlere yetse de spor ve rahat kıyafetler giymek onlara cazip geliyor. Bazı dünya markaları bu eğilimi fark ederek şimdiden onlar

için daha düşük ücretlerle satılan yeni kıyafetler hazırlamış! Pahalı ürünlerin satışındaki ciddi düşüş bu firmalar için kalk borusu niteliğinde! Yeme-içme

ve seyahat için para harcamaktan kaçınmıyorlar. Sınırsızca para harcadıkları tek alan teknoloji ve iletişim! Çünkü geleceklerini orada görüyorlar. Yatırım

yapmak yerine para kazanmak ve bu kazançla diledikleri gibi hayatı sürdürmek istiyorlar. Tasarruf yapmıyorlar. “Belirli koşullar oluşunca, tasarrufa ya

da tüketime yönelme olur!” gibi genel ekonomi teorileri anlamını kaybetmeye başladı. Çünkü tüketicilerin doğasında ve her türlü alışkanlığında büyük değişikler

oluyor. Dünya bu değişim ve dönüşümü anlamadığı takdirde, küresel ekonomide bir durgunluk yaşanacağı anlaşılıyor.

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Dünyada 1980’li yıllardan itibaren şaha kalkan küreselleşme çokuluslu şirketlerin önünü açma amacını güdüyordu. Ama sistem tıkandı. Yürüyemiyor. Her şeyi yakıp yıkarken kendini de yaktı. Ama toplumsal dinamikleri öylesine hareketlendirdi ki beklenmedik sonuçlar ortaya çıktı. Ulus devletleri yıkma amacı güden küreselleşme kısa bir süre için kısmen başarılı olsa da son dönemlerde ulus devletler yeniden ve daha güçlü bir şekilde ayağa kalktı. Küreselleşme ekonomik ilişkileri etkilediğinden doğal olarak yeni bir insan tipi ortaya çıkardı. Ancak ne yazık ki bu yeni insan tipi ne küresel elitlere ne de ulus devletlere çare oldu. Tüketim alışkanlıkları değişen bu yeni kesim küresel sistemin ezberlerini bozdu. Tüketim çarkının dişlileri arasına çomak soktu. Ama aynı zamanda kendileri açısından olumlu görülse de bireysel ve bencil davranışları ulus devletlerin doğasına pek uygun düşmüyor.

Aidiyet duygusu olmayanlar, milliyetçi eğilimleri azalanlar mutluluğu yakalayamaz. Mutluluk biraz da paylaşmaktır; içinde bulunduğu toplumun refah ve mutluluğu için fedakârlık yapmaktır. Mensup olduğu topluma karşı hiçbir sorumluluk duygusu olmayanlar, kişisel çıkar ve kişisel özgürlük peşinde koşanlar, önünde sonunda hüsrana uğrar. Zenginleşmek tek başına bütün sorunlara çözüm olamaz. Bugünlerde dillere pelesenk olan ve bir üstünlük göstergesi olarak sunulan “dünya vatandaşlığı” aslında çıkmaz bir sokaktır. Dünya vatandaşı “hiçbir yere ait olmayan” anlamındadır. Bu tercihi yapanların yalnız kalması kaçınılmazdır.

Unutmayalım, tek bir insan hiçbir değer yaratamaz. Değerler toplumsallaşma sonucu ortaya çıkar. Bunun için de birden fazla insanın bir araya gelmesi gerekir.

Türk yetkili ekonomi uzmanlarının bu değişen tüketici profilini dikkatle analiz etmesinde büyük bir fayda olduğunu değerlendiriyorum.

Yazımıza Aydın Durucan’ın dizeleri ile son verelim: “Varlığını/paranı paylaşmak/dünyanın en zengini olsan da/ne önemi var paylaşmadıktan sonra//Yaşamını/hayatını

paylaşmak/ben kendime yetiyorum diyorsan/paylaşma kalsın, dost kal yalnızlıkla//”

***

Demokrasi Duragında İnmeyin isterseniz

Demokrasi Duragında İnmeyin isterseniz




YAZGÜLÜ ALDOĞAN,

06 Nisan 2019 Cumartesi


    Tam duruma kendimizi alıştırıyoruz, tamam sakin sakin izleyelim, saya saya yorulacaklar ve alışacaklar, kabullenecekler yenilgiyi diyoruz; yatıyorlar kalkıyorlar

yeni bir numara icat ediyorlar. Dün öğle saatlerinde ülke gündemine bomba gibi düşen bir haber, seçimlerin yenilenmesi talebiydi! Sonra bütün Türkiye değil,bütün İstanbul değil, sadece Büyükçekmece için AKP İlçe Başkanlığı’nın böyle bir talebi olduğu anlaşıldı. Çünkü efendim, burada 18 bin seçmen fazla yazılmış,ne tesadüf, tam da aradaki farkı kapatacak kadar? Peki bu seçmen listeleri asıldığı zaman kimse itiraz etmemiş mi? Etmemiş. Süre bittikten sonra, helehele seçim bittikten sonra, hele hele kazanan belli olduktan sonra seçmen listelerine itiraz edilebilir mi? EDİLEMEZ! Nitekim İlçe Seçim Kurulu da itirazı

reddetti. O arada dolar çıktı, lira çakıldı, kimin umrunda? Tabii süreci devam ettiriyorlar. İl Seçim Kurulu’na ve YSK’ye kadar götürürler. Maksat, kazanmakiçin her yol mubah, ki siyasi İslam inancına göre, savaşı kazanmak için her yol mubah, devam ederler.

    Niye Muhalefetin itirazları reddediliyor? 

Zaten şu ana kadar yapılan itirazların da temeli, mantıklı dayanağı yok. Bir itiraz yapılıyor, geçersiz oylar sayılıyor. “Bu sonuç bizi tatmin etmedi, bir daha sayılsın” diye yeniden itiraz ediliyor. İyi de nereye kadar, sizin adayınız kazanana kadar mı? Özele dönersek Ekrem İmamoğlu, belediye tarihinde

İstanbul’u, 4 milyon 171 bin gibi en yüksek oyla kazanan başkan olmakla kalmadı, bu seçim geçersiz oy sayısı açısından da (318 bin) en düşük geçersiz oy sayısıdır! Ve şu anda iki aday arasındaki 19-20 bin oy bandında gözüken fark, geri kalan ilçelerdeki geçersiz oyların sayımı sonrasında da değişmeyecektir.

Her sayımda değişen rakamlar, 3- 5-10! Ha, niye CHP oyları daha az artıyor, AKP oyları daha çok? CHP seçmeni daha bilinçli olduğu için geçersiz oy oranı düşük. Arkadaşların seçmenleri tam becerememiş. Bilimsel olarak açıklamaları var; yarısında böyleyse diğer yarısında da öyle çıkar. 

Tabii bunlar mantı çerçevesinde, illa da biz kazanacağız mantıksızlığındakilere neyi nasıl anlatacaksın? Efendim, hukuki süreç devam ediyor, niye kızıyorsunuz diyorlar ya.

Adil değil. Niye AK Parti’nin itirazları dışındakiler reddediliyor? Niye mesela HDP’nin şu ana kadar hiçbir itirazı kabul edilmedi? “Muş, Tatvan, Malazgirt,Viranşehir ve daha birçok merkezde itirazlarımız reddedildi” diyor, HDP’liler? Balıkesir’de itiraz niye kabul edilmedi? İktidarınız süresinde yapılan seçimler in demokratik biçimde geçtiğini iddia etmiyoruz, ama bari oy sayım ve sonuçları kabullenme konusunda biraz sakin olun. Razı olun, mantıklı olun.

Şerif Gören yeniden film çekse 

Siyaset gündeminden kurtulsak da kültür sanattan bahsetsek? İKSV Film Festivali 38. yılında, tiyatro üzerine şahane bir filmle başladı, Cyrano de Bergerac’ın nasıl yazıldığını konu alan Edmond! Ömür Boyu Başarı Ödülü’nün Şerif Gören gibi Türk sinemasına olağanüstü filmler yapmış bir yönetmene verilmesi ne güzeloldu, belki törenin gedikli sunucusu Cem Davran’ın hatırlattığı gibi, bir prodüktör akıl eder de Şerif Gören yeniden kamera arkasına geçer! Tarık Akan’ı da yıllarca kahve köşelerinde oturttular, oynatmadılar! Kaybına ağladığımız Agnes Varda, son ana kadar film çekti. Şerif Gören, tam da ustalık çağında, niye film yaptırmıyorlar? Sinemaseverlerin günde üç film izlemek için yarıştıkları 12 gün boyunca gösterilecek 187 film içinde size de hitap edecek bir film vardır. Vakti olan kaçırmasın. İki yarışmanın filmleri ise tanıtımda gördüğüm kadarıyla pek dertli! Sanatçılar etraflarında ne görüyorsa ondan besleniyor tabii. Siyaset sahnesinde izlediğimiz türlü çeşitli entrika ve trajikomedi senaryoları bırakıp karanlık salonlarda sinemanın kollarına atılmalı yeniden.

Yaşasın 7. Sanat!

https://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1332183/demokrasi-duraginda-inmeyin-isterseniz.html


***

16 Mayıs 2020 Cumartesi

DEVLET, DEVLET OLMAKTAN ÇIKTI

DEVLET, DEVLET OLMAKTAN ÇIKTI


Devlet Çingene Çadırına Döndü.
Çık işin içinden çıkabilirsen.

10 Kasım 1938, Atatürk' yapılan bir emperyalist darbeydi. 
Geniş bilgi için " Sola açılan haçlı seferi ve cumhuriyet tarihimiz "
 https://keykubat.blogspot.com/  dan okuyunuz.


12 Mayıs 1939 Atatürk'ün " Asla yapmayın" dediği ilk İMF tarzı borçlanma anlaşması olan Ingiltere Türkiye Kredi Anlaşmasını Ismet Inönü imzaladı. Bin yıllık Kutsal Ittifak Haçlı Anlaşması gereğince Abd, Fransa, Almanya ve öteki batılı devletlerce anlaşma tekrar edildi.
Döndük Kanuni sonrası elden çıkan Akdeniz hâkimiyetimiz ile imzaladığımız teslimiyetler çağına.

1943'de Kahire ve Adana Yenice Tren istasyonu vagonunda Churchill tarafindan Ismet paşaya verilen talimatların, 1946'da Abd'nin süper güç olarak çıkması üzerine önce eğitim baltalandı, Ismet Inönü +Menderes+C.Bayar arasında,CHP'nin iktidara oynamayacağına dair Pembe Köşk Muvazaasi (Şikesi) anlaşması imzalandı.

1946'da Şeriat devleti hazırlıkları başladı,  1947'de Nato müracaatı yapıldı.

1950'de anlaşma sonucu Amerikancı DP iktidar edildi. Kırımçak  Tatar Yahudisi, 
asker kaçağı A.Menderes bütün devlet yapısını tasfiye etti, kendine bağladı.

1952'de Amerikan emperyalizmine karşı savaşan, 1890'da ilk Turancılık 
derneklerini kurmuş, sosyalist Kore Tunguz Türklerini öldürsün diye Amerikan 
orduları komutasında savaşmaları için taburlar dolusu Türk çocukları, 
Kore topraklarına Türkleri öldürmeye gönderildi.


1956'da, Adnan Menderes'in ülkemizi kalkındıracağından korkan Rockefeller, 
Abd senatosuna Turkiye'ye nakdi yardımın kesilip, ayni yardım yapılmasını 
önerdi.
Menderesin hayalleri güme gitti.

1958'e kadar başvurular sonuçsuz kaldı, sadece Almanya'ya verilen 178 milyon nakdi askeri yardım bize yönlendirildi.

Menderesin projelerinin yatması demek olan bu yardım, onu SSCB ye yöneltti.

1961 yazına randevu verildi.

Bunu ihanet sayan Abd, sekiz yıl harp akademisinde eğitip yolladığı Kıbrıs Ermenisi Alpaslan Türkeş' e darbe yaptırdı.
Darbe ücretini Türkeş tankları Abd elçiliğine dayayarak istedi.
A.Menderes Sscb' den aldığı randevu tarihinde idam edildi.
Geçiçi darbe hükümeti kuruldu.
Menderes ile diyanetin teslim edildiği Bitlis Yezidi Süryani Saidi Kürdi öldü.
Müslümanları Hıristiyanlaştırma projesi Nurculuk başsız kaldı.

1962-65 tek başına Ismet Inönü hükümeti kuruldu.
1962'de Nato, Turkiyeyi SSCB tehdidine karşı savunulacak 1.derece ülke olmaktan çıkardı.
Ismet paşanın itirazları kaale alınmadı.
Ismet paşa, Abdi Ipekci'ye Üsler Raporu hazırlattı.


Abd Kıbrısta Türk soykırımı başlattı.
Ismet paşa, üniversitelerde anti Amerikancı Sol örgütleri destekledi.
1964 Johnson mektubu krizi başladı.
1965 de Inönü Koalisyona mecbur edildi.

1967 de Çoban Sülü iktidar edildi.
Mhp kuruldu.
Işıkçı F.Gulen Nurculuğun başına getirildi.
Orduya Nurcular dolduruldu.


1967'den beri Feto siyaseti belirlemeye başladı. 
Antiemperyalist solu destekleyen Ismet Inönü günah çıkaramadan CHP den 
1971 muhtırası ile alındı, Abd Eğittiği B. Ecevit'i yerine getirdi. 

1974'de aslen Hataylı  Hristiyan aileden gelen N.Erbakan ile, Merzifonlu Ermeni aileden gelen B.Ecevit koalisyonu kuruldu. Türkiye Abd isteğiyle Kıbrıs ve Sag-Sol çatışmaları batağına itildi.

Bütün sağ partiler Feto Nurcu/Işıkçılarin ordu, siyaset, basın, bürokrasideki memurları  tarafından yönetildi. 
Abd, Almanya olayları körükleyecek ajanlarını gönderdi. 


Perincek'in 1967 de Almanyada eğitimini tamamlayıp gelip TIP i bölmesiyle sol, Kürt Soluna kaydırıldı. Böylece 1970-80 arası sağcıların prim yapması sağlandı. 
Binlerce insanımızı kaybettik.

Olaylara müdahele edin denilen Nato ordusu TSK,"şartlar olgunlaşmadı" dedi, günde 20'den fazla gencimiz öldürüldü. 
Bunları başlatanlar ordu ve istihbaratçılar oldu.

Şartlar olgunlaştı, 12 Eylül 1980 geçesi saat 00;00 da ordu darbe yaptı, olaylar bıçak gibi kesildi.

Devlet iki üç Gregoryen Ermeni devşirmesi, Feto, Evren ve Özal'a teslim edildi. 
1983de sivil idareye geçildi. Darbeden 5 ay önce Suriyeye kaçırılan Urfa Ermenisi Apoya PKK 1984de kurduruldu. Devlet hoşgörüsü ile büyütüldü. Silâh baronları ve yerli memurları zengin oldu. 
50 bin insanımızı kaybettik.


2002 sonrası Akp ile, Islam dünyasının Haçlı işgalinde kullanılmak için PKK ordu haline getirildi, Babil Talmuduna bağlı Yahudi Barzaniler, Talabaniler devlet sahibi edildi. Talabani gruptan "Ben enternasyonslistim" dedi ayrıldı, Irak vatanseverlerine katıldı.
Araplar tezgahı uyanır da, onlar da batı ile benzer proje yapar, Türkiye işgal edilirse bizi kazırlar korkusu ile, Feto proje sahibi olarak suçlu olan edildi ve tasfiyesine gidildi.
Bütün Araplar, Yahudiler, Aramiler, Erdoğan'in Anadolu Yunan ve Israil idaresinde Bizans kuracağını biliyordu zaten. Osmanlı ve Bop çöktü.

Darbe, Erdoğan'in iktidarını korumak için Abd, AB'den Almanya, Fransa, Ingiltere destekli yapıldı.
Tayyip Erdoğan 18 yılda yoruldu, bir kaç kez, "devri sabık yaratılmazsa" çekilebileceğini ima etti. Ancak dışarıdaki işlenilen suçlar ürküttü.

Erdoğan aşırı prestij kaybetti, istese de gidemiyor. Bu yüzden darbelere ihtiyacı var. Orada kalması da devletin sonu ve iç savaş olacak. 
Verdikleri sözleri, ikili anlaşmaları var. 

Geçmişte Akp kapatma davalarında yeterli deliller zaten verildi. Ama, devletin Nato işgalinden korkulduğu için iktidarda kalması istenildi. Sanki onu tayin eden Abd+Ab+Derin Nato değilmiş gibi.

Bütün ihanet projeleri ordu imzalıdır ama ordu mensuplarının da dünya siyasetinin durum tespitini yapamadıklarını gördük.

ABD, kendi ülkesinde bile siyasetçiyi de ordu komutanını da en salağından seçer.
 

Bizde de en salak askerden genelkurmay başkanı, en salak vatandaştan cumhurbaşkanı seçtiği gibi. Bir de bunları o devletin tarih boyunca vatan haini olanlarından seçer.
 

Nereden mı biliyorum?
1989'dan 1990 Haziranına kadar 4 kez bana da teklif ettiler de ondan.



Devleti yönetenler de Şiva dini mezhebi Sabilik temelli dinlere inanan Çingeneler veya o kültlere bağlılar tarafından yönetildiği için doğal olarak çingene çadırına döndü.

Birbirine düşmanlık beslediği için, emperyalizme hizmet eden işbirlikçi dini ve etnik ihanet örgütü olmak yerine;
Bastığı toprağa, ülkesine, bağımsızlığına, özgürlüğüne sahip çıkan Tek Millet olsak kötü mü olur?
Takdir sizindir.


Alaeddin Yavuz

8 Mayıs 2020 Cuma

Orta Doğu'da Vekalet Savaşları ve Çıkar ittifakları

Orta Doğu'da Vekalet Savaşları ve Çıkar ittifakları



Jawad Iqbal
BBC Analiz Editörü
9 Nisan 2015

Orta Doğu'daki gelişmelerin boyutunu anlamaya nereden başlamalı?

Bölgedeki kriz her geçen gün büyüyor.

Suriye, daha önce benzeri görüşmemiş bir vahşet yaşanan savaşın beşinci yılına girdi Irak geleneksel anlamda istikrardan uzak, kilit öneme sahip bölgelere çöken İslam Devleti olarak da bilinen Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) ile savaşıyor
Libya milislerin istilasında, anlamlı bir sivil toplum yok Yeniden generaller tarafından yönetilen Mısır, büyüyen askeri gücüyle bastırmaya çalıştığı İslamcıların ayaklanmalarıyla karşı karşıya.
Bunlar da yetmezmiş gibi Yemen de, hükümeti deviren ve büyük, güçlü komşusu Suudi Arabistan'ın öncülüğünde düzenlenen bombardımanı tetikleyen isyancı grupların eline geçti.

Aynı zamanda Suudiler de, Yemen'i bombalamadıkları veya bölgenin diğer ucunda nüfuzu giderek artan İran'a endişeyle bakmadıkları zamanlarda, birkaç sene önce bir dizi ayaklanmayla başlayan ve bir nebze iyimserlikle 'Arap Baharı' olarak adlandırılan kargaşanın benzerlerine dair sinyaller olup olmadığını görmek için gözlerini kendi halkından ayırmıyor.

Yorumcular, Orta Doğu'da yaşananları giderek, bölge hâkimiyeti için Suudi Arabistan ve İran arasında yaşanan mücadele prizmasından görmeye başlıyor.

Vekâlet savaşı olarak bilinen bu mücadele farklı yollarla ilerliyor.

Soğuk Savaş Analojisi.,

Bazıları bunu Sünni Suudiler ve Şii İran arasındaki mezhepsel çatışma olarak görüyor.

Başkaları ise farklı bir benzerlik kuruyor: Etki alanları için yapılan mücadelede, rakibinin üstünlük elde etmemesi için alınan her kararda, düşmanının düşmanını destekleme prensibi rehberliğinde iki güç bloğunun etkinlik savaşı, yani Soğuk Savaş benzerliği.

Bu bakış açısına göre Suudi Arabistan, Sünni monarşinin hüküm sürdüğü Bahreyn'in İran'ın etkisi altına girmemesi için Şii protesto hareketini bastırıyor.

Yine aynı şekilde, İran da Suriye'yi bölgede önemli bir müttefik olarak korumak için Beşar Esad rejimine destek çıkıp ve Sünni grupların eline geçmesine engel oluyor.

Diğer yorumcular savaş analojisini bir adım öteye taşıyor ve Orta Doğu'nun, Irak, Suriye ve Yemen'de devam eden askeri çatışmalardan bitkin düştüğünü ve Suudi Arabistan ile İran arasında "sıcak savaşa" girdiğini öne sürüyor.

Tüm bu yorumlar, günbegün ortaya çıkan, çoğu öngörülemeyen ve bazıları şaşkınlık yaratan diğer eğilimleri ve ittifakları saklıyor.

Suudiler ve İranlılar 'vekâlet savaşı' üzerinden birbirleriyle mücadele ederken, IŞİD'i yok etmek gibi ortak bir amaç yaratıyorlar.

Yine aynı şekilde, IŞİD'in yok edilmesi mücadelesinde Orta Doğu'da uzun dönemler boyunca birbirlerine düşmanlık eden ABD ve İran da aynı amacı güdüyor.

Resmi olarak işbirliğinde değiller. Bu kesinlikle reddediliyor fakat kanallar aracılığıyla bilgi paylaştıklarına dair haberler geliyor.

İran Etkisi.,

Bu tablo, Arap dünyasında ABD'nin ana müttefiki olan Suudi Arabistan'da şaşkınlık yaratıyor.

Peki İran'ın bölgedeki etkisi ne kadar büyük?

İran, Suriye, Irak ve Lübnan'da etkin ve önemli bir güç. Suriye'de Esad hükümetine kritik ve etkin bir destek sunuyorlar.

Irak'ta, Şii milislerin desteklenmesi dâhil kilit bir rol oynuyorlar. Lübnan'da da İran'ın hükmü Hizbullah üzerinden yürüyor.

Diğer yandan, İran'ın Gazze'de egemen hareket olan Hamas'a da desteği devam ediyor.

Fakat, İran bölgede ağırlığını koyma ve bölgedeki ittifaklarını güçlendirme konusunda yalnız değil. Suudi Arabistan da kendi haklarına sahip çıkıyor.

Suudi Arabistan ve Mısır arasında yakın bir ilişki var. Mısır, Suudi yardımlarından en çok faydalanan ülkelerden biri.

Mısır, Yemen'de yaşananlardan sonra bölgede yeni bir askeri güç oluşturulmasında önemli bir rol üstlenmişti.

Bu yeni güç, İran'ın etkisine karşı durma ve aynı zamanda İslamcı radikal hareketlere karşı mücadele etme amacında.

Diğer yandan, geçtiğimiz günlerde İdlib'in muhalif güçler tarafından ele geçirilmesi son aylarda Esad rejiminin karşılaştığı ilk yenilgi oldu.

Ve Esad'ın beklentilerine ters düşen her bir olay, Suudi Arabistan için iyi haber.

Suudilerin bazı muhalif gruplara destek verdiğine dair teyit edilmeyen ve tabi teyit edilemeyecek olan iddialar öne sürüldü. Suudilerin bölgedeki ortak çıkarlarını korumak için Türkiye ile çok daha yakın çalıştığına dair spekülasyonlar da vardı.

Fakat Suudilerin kendilerini tüm bölgede öne sürmek için yeni yollar aradıklarını söylemek yanlış olmaz.

Bazı analistler ve yorumcular arasında, değişen Orta Doğu'da Sünni Arap devletin daha fazla özerklik arzuladığı ve geleneksel müttefikleri ABD ile bağlarını kademeli olarak gevşettikleri inancı hâkim.

Yemen'de ortaya çıkan çatışma, bölgedeki istikrarsızlığı tetikleyen rekabetlere ve hesaplara yeni bir bakış getiriyor.

Burada bile işler göründüğü gibi açık ve net değil. Sünni nüfusun çoğunlukta olduğu Yemen istikrarsız ve tehlikeli.

Ülke, El Kaide'nin en tehlikeli ayaklarından olan Arap Yarımadası El Kaide'sinin üssü olmuştu.

Tüm dünyanın dikkatini çeken muhalif Husiler ise Yemen'in yerlileri ve zorlu bir mücadele veriyorlar.

Bölgeyi biliyorlar ve son on yılda ülke genelinde birkaç küçük çaplı savaşa girdiler.

Yine bazı analistler Yemen'i Suudi Arabistan ve İran arasındaki vekalet savaşının kurbanı olarak görüyor.

Rivayet bu şekilde.

Husiler Şii İslam'ın izinde, İranlılarla 'aynı taraftalar'. Ve Yemen'de Suudi destekli Sünni hükümetini yerinden etmekle suçlanıyorlar.

Dolayısıyla Suudilerin hoşnut olmadıkları bir durum oluşturup ve askeri olarak harekete geçmelerine neden oluyorlar.

Vekâlet savaşı senaryolarının destekçileri, hiçbir tarafın Yemen'den vazgeçmeyeceğini söylüyorlar. O zaman bu nasıl sona erecek? Ucu açık bir mücadele mi?

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Yemen'in 'güven, istikrar ve birlik ortamına geri döndüğünü' söyledi fakat bunun ne kadar sürebileceğine dair ayrıntı vermedi.

İranlılar Yemen'de askeri müdahalede bulundukları iddialarını reddetti fakat İran Husilere maddi olarak destek çıktıklarını itiraf etti.

Doğruyu bilmek güç. Fakat bazı analistler, İranlıların Husilere para kaynağı sağladığı fakat diğer 'vekilleri' Hizbullah üzerinde olduğu gibi aynı Husiler üzerinde de kontrole sahip olmadıkları konusunda hem fikir.

Yemen'de bombardımana katılan ülkeler öğretici bir liste aslında.

Arap devletlerinin mesele birbirleriyle işbirliğine geldiğinde kasvetli bir geçmişe sahip oldukları gerçeği göz önünde bulundurulduğunda Arap koalisyonu kendi kendine bir başarı sayılır.

Listede olan Ülkeler:

Suudi Arabistan
Bahreyn
Katar
Kuveyt
Birleşik Arap Emirlikleri
Ürdün
Sudan
Fas
Mısır

Bu büyük grupların gelişimi, bölgeyi yakından takip eden bazı gözlemcilere göre bombardıman yavaş yavaş fakat kesin olarak İran'a karşı daha geniş bir Sünni-Şii iç çatışmasına dönecek.

Çıkar ittifakları.,

Orta Doğu'daki her türlü mevcut krizde Irak'tan da bahsedilmeli.

Irak'taki çatışma, IŞİD'in Irak hükümetine bağlı güçleri dağıtıp Irak'ın ikinci büyük şehri Musul'u ele geçirmesine kadar bir süreliğine dikkatlerden uzaktı.

Sonuç olarak bugünün Irak'ında ABD kendini İran'ın safında IŞİD'e karşı mücadele eder konumda buluyor.

ABD'li yetkililer İran'la işbirliği yapıldığı iddialarını reddediyor.

ABD'nin Tikrit'e bombardımanı da bazı çıkar ittifaklarına ve belirsiz sonuçlarına vurgu yapıyor.

Saddam Hüseyin'in memleketi olan ve stratejik öneme sahip Tikrit, Irak'ın merkezindeki Sünni topraklarının kalbinde.

Daha büyük bir kent olan Musul'a açılan kapı ve neticesinde IŞİD'in elinden geri alınmak istenen bir kent olarak askeri hedef.

Fakat ABD, IŞİD'e karşı mücadelede Irak'ın Sünni nüfusu üzerinde askeri gücün ağırlıkta olduğu Şii milislerle aynı safta görünme tehlikesiyle karşı karşıya.

Şii savaşçılara bir yandan da korkunç insan hakları ihlalleri ile mezhepsel katliam eğiliminde oldukları suçlamaları yöneltiliyor.

ABD için bir diğer tehlike de Şii milislerin IŞİD'e karşı mücadelede Irak'ın topraklarından büyük bir bölümünü ele geçirmesi ve Irak'ın Sünnilerini yabancılaştırması.

Bazı analistlere göre Irak'taki ABD öncülüğündeki operasyon, en tehlikeli düşmanı IŞİD'i zayıflatarak Suriye'deki Esad rejimini güçlendiriyor.

Bu, ABD'nin uzun bir zaman boyunca yerinden etmeye çalıştığı Suriye rejimi.

Orta Doğu'nun dünya genelinde siyasi liderlerin zihinlerinden bir an bile uzaklaşmadığını söylemek yanlış olmaz.

Fakat her zaman olduğu gibi zihinlerini dağıtan bazı meseleler var.

ABD Başkanı Obama, ikinci döneminin sonuna geliyor ve İran'ın nükleer programına odaklanmış durumda.

İngiltere, hafızalardaki en çekişmeli seçim döneminin ortasında.

Büyük Avrupa güçlerinin endişesi ise Rusya lideri Vladimir Putin.

Guardian gazetesinde geçtiğimiz günlerde yayımlanan bir haberde, çatışmaların yıllar boyu damla damla nasıl taşındığına ve haberlerin aslında nasıl sıradanlaştığına dikkat çekildi.

Haber, okulların dörtte birinin yıkıldığı ve hasar gördüğü Suriye'de eğitim sisteminin çökmesiyle ilgiliydi. Okula kayıt oranları yüzde 50 civarında, savaş öncesi ise Suriyeli çocukların neredeyse tamamı okula gidiyordu.

Bu bilgi, Save The Children adlı yardım kuruluşundan geldi.

Normal koşullarda böyle bir haber geniş çapta yorum ve soru işaretini tetiklerdi. Fakat Suriye'den neredeyse her gün korkunç haberler geliyor ve bu da bölge genelinde yaşanan insanlık dramının giderek büyüyen listesine yalnızca bir ek olarak kaldı.

https://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/04/150408_ortadogu_analiz

***