İMF etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İMF etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Mayıs 2020 Cumartesi

DEVLET, DEVLET OLMAKTAN ÇIKTI

DEVLET, DEVLET OLMAKTAN ÇIKTI


Devlet Çingene Çadırına Döndü.
Çık işin içinden çıkabilirsen.

10 Kasım 1938, Atatürk' yapılan bir emperyalist darbeydi. 
Geniş bilgi için " Sola açılan haçlı seferi ve cumhuriyet tarihimiz "
 https://keykubat.blogspot.com/  dan okuyunuz.


12 Mayıs 1939 Atatürk'ün " Asla yapmayın" dediği ilk İMF tarzı borçlanma anlaşması olan Ingiltere Türkiye Kredi Anlaşmasını Ismet Inönü imzaladı. Bin yıllık Kutsal Ittifak Haçlı Anlaşması gereğince Abd, Fransa, Almanya ve öteki batılı devletlerce anlaşma tekrar edildi.
Döndük Kanuni sonrası elden çıkan Akdeniz hâkimiyetimiz ile imzaladığımız teslimiyetler çağına.

1943'de Kahire ve Adana Yenice Tren istasyonu vagonunda Churchill tarafindan Ismet paşaya verilen talimatların, 1946'da Abd'nin süper güç olarak çıkması üzerine önce eğitim baltalandı, Ismet Inönü +Menderes+C.Bayar arasında,CHP'nin iktidara oynamayacağına dair Pembe Köşk Muvazaasi (Şikesi) anlaşması imzalandı.

1946'da Şeriat devleti hazırlıkları başladı,  1947'de Nato müracaatı yapıldı.

1950'de anlaşma sonucu Amerikancı DP iktidar edildi. Kırımçak  Tatar Yahudisi, 
asker kaçağı A.Menderes bütün devlet yapısını tasfiye etti, kendine bağladı.

1952'de Amerikan emperyalizmine karşı savaşan, 1890'da ilk Turancılık 
derneklerini kurmuş, sosyalist Kore Tunguz Türklerini öldürsün diye Amerikan 
orduları komutasında savaşmaları için taburlar dolusu Türk çocukları, 
Kore topraklarına Türkleri öldürmeye gönderildi.


1956'da, Adnan Menderes'in ülkemizi kalkındıracağından korkan Rockefeller, 
Abd senatosuna Turkiye'ye nakdi yardımın kesilip, ayni yardım yapılmasını 
önerdi.
Menderesin hayalleri güme gitti.

1958'e kadar başvurular sonuçsuz kaldı, sadece Almanya'ya verilen 178 milyon nakdi askeri yardım bize yönlendirildi.

Menderesin projelerinin yatması demek olan bu yardım, onu SSCB ye yöneltti.

1961 yazına randevu verildi.

Bunu ihanet sayan Abd, sekiz yıl harp akademisinde eğitip yolladığı Kıbrıs Ermenisi Alpaslan Türkeş' e darbe yaptırdı.
Darbe ücretini Türkeş tankları Abd elçiliğine dayayarak istedi.
A.Menderes Sscb' den aldığı randevu tarihinde idam edildi.
Geçiçi darbe hükümeti kuruldu.
Menderes ile diyanetin teslim edildiği Bitlis Yezidi Süryani Saidi Kürdi öldü.
Müslümanları Hıristiyanlaştırma projesi Nurculuk başsız kaldı.

1962-65 tek başına Ismet Inönü hükümeti kuruldu.
1962'de Nato, Turkiyeyi SSCB tehdidine karşı savunulacak 1.derece ülke olmaktan çıkardı.
Ismet paşanın itirazları kaale alınmadı.
Ismet paşa, Abdi Ipekci'ye Üsler Raporu hazırlattı.


Abd Kıbrısta Türk soykırımı başlattı.
Ismet paşa, üniversitelerde anti Amerikancı Sol örgütleri destekledi.
1964 Johnson mektubu krizi başladı.
1965 de Inönü Koalisyona mecbur edildi.

1967 de Çoban Sülü iktidar edildi.
Mhp kuruldu.
Işıkçı F.Gulen Nurculuğun başına getirildi.
Orduya Nurcular dolduruldu.


1967'den beri Feto siyaseti belirlemeye başladı. 
Antiemperyalist solu destekleyen Ismet Inönü günah çıkaramadan CHP den 
1971 muhtırası ile alındı, Abd Eğittiği B. Ecevit'i yerine getirdi. 

1974'de aslen Hataylı  Hristiyan aileden gelen N.Erbakan ile, Merzifonlu Ermeni aileden gelen B.Ecevit koalisyonu kuruldu. Türkiye Abd isteğiyle Kıbrıs ve Sag-Sol çatışmaları batağına itildi.

Bütün sağ partiler Feto Nurcu/Işıkçılarin ordu, siyaset, basın, bürokrasideki memurları  tarafından yönetildi. 
Abd, Almanya olayları körükleyecek ajanlarını gönderdi. 


Perincek'in 1967 de Almanyada eğitimini tamamlayıp gelip TIP i bölmesiyle sol, Kürt Soluna kaydırıldı. Böylece 1970-80 arası sağcıların prim yapması sağlandı. 
Binlerce insanımızı kaybettik.

Olaylara müdahele edin denilen Nato ordusu TSK,"şartlar olgunlaşmadı" dedi, günde 20'den fazla gencimiz öldürüldü. 
Bunları başlatanlar ordu ve istihbaratçılar oldu.

Şartlar olgunlaştı, 12 Eylül 1980 geçesi saat 00;00 da ordu darbe yaptı, olaylar bıçak gibi kesildi.

Devlet iki üç Gregoryen Ermeni devşirmesi, Feto, Evren ve Özal'a teslim edildi. 
1983de sivil idareye geçildi. Darbeden 5 ay önce Suriyeye kaçırılan Urfa Ermenisi Apoya PKK 1984de kurduruldu. Devlet hoşgörüsü ile büyütüldü. Silâh baronları ve yerli memurları zengin oldu. 
50 bin insanımızı kaybettik.


2002 sonrası Akp ile, Islam dünyasının Haçlı işgalinde kullanılmak için PKK ordu haline getirildi, Babil Talmuduna bağlı Yahudi Barzaniler, Talabaniler devlet sahibi edildi. Talabani gruptan "Ben enternasyonslistim" dedi ayrıldı, Irak vatanseverlerine katıldı.
Araplar tezgahı uyanır da, onlar da batı ile benzer proje yapar, Türkiye işgal edilirse bizi kazırlar korkusu ile, Feto proje sahibi olarak suçlu olan edildi ve tasfiyesine gidildi.
Bütün Araplar, Yahudiler, Aramiler, Erdoğan'in Anadolu Yunan ve Israil idaresinde Bizans kuracağını biliyordu zaten. Osmanlı ve Bop çöktü.

Darbe, Erdoğan'in iktidarını korumak için Abd, AB'den Almanya, Fransa, Ingiltere destekli yapıldı.
Tayyip Erdoğan 18 yılda yoruldu, bir kaç kez, "devri sabık yaratılmazsa" çekilebileceğini ima etti. Ancak dışarıdaki işlenilen suçlar ürküttü.

Erdoğan aşırı prestij kaybetti, istese de gidemiyor. Bu yüzden darbelere ihtiyacı var. Orada kalması da devletin sonu ve iç savaş olacak. 
Verdikleri sözleri, ikili anlaşmaları var. 

Geçmişte Akp kapatma davalarında yeterli deliller zaten verildi. Ama, devletin Nato işgalinden korkulduğu için iktidarda kalması istenildi. Sanki onu tayin eden Abd+Ab+Derin Nato değilmiş gibi.

Bütün ihanet projeleri ordu imzalıdır ama ordu mensuplarının da dünya siyasetinin durum tespitini yapamadıklarını gördük.

ABD, kendi ülkesinde bile siyasetçiyi de ordu komutanını da en salağından seçer.
 

Bizde de en salak askerden genelkurmay başkanı, en salak vatandaştan cumhurbaşkanı seçtiği gibi. Bir de bunları o devletin tarih boyunca vatan haini olanlarından seçer.
 

Nereden mı biliyorum?
1989'dan 1990 Haziranına kadar 4 kez bana da teklif ettiler de ondan.



Devleti yönetenler de Şiva dini mezhebi Sabilik temelli dinlere inanan Çingeneler veya o kültlere bağlılar tarafından yönetildiği için doğal olarak çingene çadırına döndü.

Birbirine düşmanlık beslediği için, emperyalizme hizmet eden işbirlikçi dini ve etnik ihanet örgütü olmak yerine;
Bastığı toprağa, ülkesine, bağımsızlığına, özgürlüğüne sahip çıkan Tek Millet olsak kötü mü olur?
Takdir sizindir.


Alaeddin Yavuz

27 Şubat 2019 Çarşamba

Küresel Adaletsizlik Dünya Yoksulluk ve Eşitsizlik Raporu 2018. BÖLÜM 2

Küresel Adaletsizlik Dünya Yoksulluk ve Eşitsizlik Raporu 2018.  BÖLÜM 2





2030 yılında Sahra-altı Afrika hariç diğer tüm bölgelerde yoksulluk oranlarının farklı büyüme senaryolarına göre %10’un altında meydana gelmesi beklenmektedir. Afrika’da ise en iyimser senaryo gerçekleştiğinde bile yoksulluk oranlarının %14,4 seviyelerinde olacağı tahmin edilmektedir. Günümüzde yoksulluk oranları açısından en önemli üç bölgeden ikisi olan Asya&Pasifik ile Güney Asya’daki yoksulluk oranlarının ise dünya ortalaması altında meydana geleceği tahmin edilmiştir.

“Dünyada israf olmadığı takdirde yoksulluğun kalmayacağı” söylemi herkesin bildiği bir söylemdir. BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) 2011 yılında yayımladığı verilerde de bu durum kanıtlanmıştır. Söz konusu verilere göre insanların tüketmesi için üretilen gıdaların üçte birinin, yaklaşık olarak 1,3 milyar ton gıdanın, üretim zinciri boyunca israf edildiği ortaya konulmuştur.[31] İsraf edilen bu gıda, her gün aç yatmak zorunda kalan 821 milyondan fazla insanın doyurulmasına yetecek seviyededir. Yoksulluğun nedenleri arasında yer alan altyapı yatırımlarının önemli bir kalemi olan elektrik hizmetine erişimin de aynı ülkelerde çok düşük seviyelerde gerçekleştiği bilinmektedir. Dünya Bankası’nın yayımladığı verilerde 2016 yılında Burundi’de halkın sadece %7,6’sının, Çad’da %8,8’inin, Malavi’de %8,9’unun elektrik erişimi bulunmaktadır. Dünya genelinde elektrik erişimi bulunmayan insan sayısı 1 milyardır.[32]



Dünya Bankası yoksulluğu parasal gelir açısından tanımlarken UNDP’nin konuları arasına giren yoksulluk, net bir tanıma sahip değildir. UNDP’ye göre yoksulluk, insani gelişme için zorunlu olan hayat boyu sağlık, ortalama bir hayat standardı, özgürlük, kendine güven, saygınlık gibi fırsatlardan mahrum olma şeklinde tanımlanarak kavramın sadece maddi bir içeriğe sahip olması engellenmiştir.[33] UNDP’nin hesapladığı insani gelişmişlik endeksi; yaşam beklentisi, eğitim ve gelir endekslerinin aritmetik ortalamasıdır. Bu endeks 0 ila 1 arasında seyretmektedir. Endeksin 1’e yaklaşması insani gelişmişliğin daha yüksek seviyede olduğu anlamına gelmektedir.
Yıllar ve bölgeler açısından insani gelişmişlik endeksine ait verilerin yer aldığı Tablo 2’de de görüldüğü üzere, söz konusu endeks 1990 yılından itibaren istisnasız her bölgede artmıştır. İnsani gelişmişlik endeksi en fazla artış gösteren bölgeler ise yoksulluk oranlarının en fazla azaldığı bölgeler olan Doğu Asya&Pasifik ve Güney Asya bölgeleri olmuştur.

Doğu Asya&Pasifik bölgesinde insani gelişmişlik endeksinin artmasına, tüm dönemlerde en fazla kişi başına düşen gelirde meydana gelen artışlar neden olmuştur. Tahmini yaşam süresi ise 2000’li yılların ortasına kadar bir sonraki önemli faktör olmuştur. Ancak tahmini yaşam süresinin üst sınırına yaklaşması ile birlikte,[34] ortalama ve beklenen eğitim sürelerindeki artışlar daha fazla önem kazanmaya başlamıştır.[35]

İnsani gelişmişlik endeksi ülkeler açısından değerlendirildiğinde daha vahim bir durum söz konusudur. UNDP verilerine göre Norveç, Avustralya, İsviçre gibi ülkelerin insani gelişmişlik endeksleri Orta Afrika Cumhuriyeti, Nijer, Çad gibi yoksulluğun yüksek olduğu ülkelerden üç kat daha yüksektir.
Alt endeksler dikkatle incelendiğinde yoksulluğun nedenleri arasında sayılan birçok faktörün aslında insani gelişmişlik endeksinin düşük olduğu ülkelerde bulunduğu görülmektedir. Şöyle ki, sağlık koşullarının diğer bölgelere kıyasla daha kötü olduğu Sahra-altı Afrika’da tahmini yaşam süresi 58,9 yıldır ki, bu süre bir sonraki en kısa tahmini yaşam süresine sahip olan Güney Asya bölgesinden 10 yıl daha kısadır. Ortalama eğitim sürelerine bakıldığında da Afrika ülkeleri ortalama 5,4 yıl ile dünya genelinde en az eğitim süresine sahip ülkelerdir. Şu ana kadar incelenen verilerden anlaşılacağı üzere, sağlık ve eğitim gibi hayati alanlarda yapılacak olan yatırımlar, insanların yaşam kalitesinde belirli bir iyileşme sağlayacaktır. Bunların sonucu ya da bunlara neden olacak ekonomik büyümenin sağlanması ise hem iç hem de dış faktörlere bağlı bir konudur. İç faktörler arasında ülke içindeki gelir adaletsizliğinin ortadan kaldırılması, yolsuzlukların azaltılması, altyapı yatırımlarının devlet tarafından yapılması vb. bulunmaktadır. Buna karşın küresel gıda ve doğal kaynak fiyatlarındaki değişimler, Çin ve ABD arasında son dönemde yaşanan dış ticaret savaşı gibi gelişmiş ülkeler arasındaki mevcut ilişkiler, ABD’nin keyfiyete dayalı kararlar alıp ülkelere ambargo uygulaması, küresel finansal piyasalara erişim ve benzeri birçok durum ise yoksul ülkelerin ekonomik büyümesini etkileyebilecek dış faktörler arasında yer almaktadır.



Gelir ve Servette Adaletsizlik.,

Dünyanın bir kısmında büyük ekonomik gelişme ve refah düzeyinde artış meydana gelmesine rağmen yukarıdaki verilerden de anlaşılacağı üzere zengin ülkelerdeki insanlar dâhil dünya nüfusunun önemli bir bölümü halen yoksulluk ve sefalet içinde yaşamaktadır. Yoksulluğun bu denli yüksek kalmasına neden olan en önemli faktörler arasında, gelir ve servet dağılımı başta olmak üzere sağlık, eğitim, finansal hizmetlere erişim gibi alanlarda yaşanan eşitsizlikler bulunmaktadır. Bu eşitsizlikler yoksulluğa neden olmakla birlikte, hayatın farklı alanlarında da başlı başına bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.

İnsanlar, ülkeler ve bölgeler arasındaki gelir eşitsizliklerini ortaya koyan farklı ölçümler vardır. Bölgeler arası ekonomik eşitsizliği ortaya koymak amaçlı yapılan bir çalışmada kişi başı GSYİH verileri 1870 yılından itibaren hesaplanmıştır.[36]Bu çalışmadan elde edilen verilere göre 1870 yılında dünya genelinde kişi başı GSYİH 873 dolardır. Aynı yıl, ABD’nin içinde bulunduğu ülke grubunun kişi başı GSYİH’si Afrika bölgesinde meydana gelen kişi başı GSYİH’den beş kat daha fazladır. Ancak sanayileşme süreci ile birlikte birtakım ülkelerin hızlı büyüme trendi yakalamalarıyla bölgeler arası gelişmişlik farkları daha daartmıştır. Bu gelişmeler sonucunda en zengin ülkelerin SAGP’ye göre hesaplanmış kişi başı GSYİH’si en fakir ülkelerinkinden 1950 yılında 13, 2003 yılında ise 18 kat daha fazla olmuştur.

Dünya nüfusunun önemli bir kısmını oluşturan Çin ve Hindistan, küresel büyümeye en büyük katkıda bulunan ülkeler arasında yer almaktadır. Söz konusu iki ülkenin de içinde bulunduğu ve ekonomik büyüme oranları gelişmiş ülkelerin ekonomik büyüme oranlarından daha yüksek olan bir grup gelişmekte olan ülke, insani kalkınma açısından zengin ülkelerle aralarındaki farkı kapatmaya çalışmaktadır. Yoksulluk verilerinde de görüldüğü üzere Doğu Asya&Pasifik ve Güney Asya bölgelerinde her sene milyonlarca insan yoksulluktan kurtulmakta, tahmini yaşam süreleri ve eğitim görme süreleri uzamakta ve bu alanlarda da gelişmekte olan ülkelerle aralarındaki farkın kapanmasına ya da en az seviyede gerilemesine çabalamaktadır. Çin ve Hindistan’ın bu alanlarda elde ettiği başarının sırrı ise, yoksulluğa neden olan faktörlerin ortadan kaldırılması adına yapılan çalışmalarda gizlidir. Şöyle ki, gelişmekte olan bu ülkeler, küresel mal, sermaye ve teknoloji piyasalarına erişebilmekte ve her geçen gün birbirleriyle ve gelişmiş ülkelerle daha fazla ticaret yapabilmektedir. Ancak gelişme yolunda olan tüm ülkelerin aynı derecede başarılı olduğunu söyleyebilmek imkânsızdır. Önemli bir kısmını Sahra-altı Afrika ülkelerinin oluşturduğu diğer grup ülkeler ise, hızlı büyüme sürecinin çok gerisinde kalmaktadır. Bu grupta yer alan ülkelerin sayısı hızlı büyümekte olan ülkelerden daha fazla olmasına rağmen toplam nüfusları daha azdır. Günümüzde bu ülkeler dünyanın en zengin ülkelerinin daha önce hiç olmadıkları kadar gerisinde kalmışlardır.[37]Şöyle ki, Dünya Bankası’nın yayımladığı verilere göre 2017 yılında dünyanın en fakir 10 ülkesinin SAGP’ye göre hesaplanmış ortalama kişi başı millî geliri 1,030 dolar civarındayken, en zengin 10 ülkenin ortalama kişi başı millî geliri bu rakamın 77 katına eş değer olan 79,579 dolar civarındadır.[38]



Ülkeler arası eşitsizliğin yanı sıra aynı ülkede yaşayan insanlar arasında da gelir dağılımı açısından eşitsizlikler bulunmaktadır. Bu eşitsizlik GİNİ katsayısı ile ölçülmektedir. GİNİ katsayısı 0 ile 1 sayıları arasındaki değerleri almaktadır. Bir ekonomide elde edilen gelirin tam adaletli (herkesin eşit pay alması) paylaşılması durumunda GİNİ katsayısı 0’a eşittir. Bunun tam tersi durumda da söz konusu katsayı 1’e eşittir. Bu iki uç durum hiçbir zaman gerçekleşmeyip GİNİ katsayısı 0,23 ile 0,67 arasında seyretmektedir.
Özellikle 1980’li yıllarda dünyada görülen liberalleşme hareketlerinin yol açtığı özelleştirme furyası ve akabinde Doğu Bloğunun dağılması ile birlikte devletlerin ekonomideki rolü her geçen gün daha fazla azalmıştır. Yapılan özelleştirmeler ülkelerde yeni bir oligark/elit tabakanın ortaya çıkmasına ve ekonomik büyümenin büyük bir kısmını bu tabakaya mensup zenginlerin elde etmesine neden olmuştur. Bu duruma örnek olarak Sovyetlerin parçalanmasından sonra Rusya’da özelleştirmelerin başını çektiği oligarklar veya Çin’de 1980’li yıllardan sonra ortaya çıkan zengin aileler verilebilir. Dünya kapitalist sistemine yeni katılan ülkelerdeki adaletsiz durum, bu sistemin Batı’daki aktörleri açısından daha vahimdir. Özellikle dijital teknolojinin gelişmesi sonrasında ortaya çıkan yeni zengin sınıfı, Batılı ülkelerdeki gelir uçurumunda başat rolü oynamaktadır. Dünyada hâlihazırdaki sistemi yürüten şirketlerin sahipleri, yıllar itibarıyla halen ekonomik büyümeden en fazla gelir elde eden kesimdir. Şöyle ki, 1980 yılında Rus halkının en zengin %10’luk kesimi millî hasılanın %20’sini elde etmekteydi. Belirtilen sebeplerden dolayı Rusya’da bu oran 1990’lı yılların başında ani bir sıçramayla %50 seviyesine yükseldi. Çin’de de benzer bir durum mevcuttur. 1980 yılında en zengin Çinliler millî hasılanın yaklaşık %27’sini elde ederken takip eden yıllarda bu oran artarak %40’ın üzerine çıkmıştır.[39]Gelir eşitsizliğinin en yüksek olduğu ülke olan ABD’de durum daha da vahimdir. Bu ülkede en zengin kesimin ülke servetinden aldığı oran %30’ları bulmaktadır. Oran olarak düşük görünse bile ABD’deki ekonomik hacmin yıllık ortalama 20 trilyon doları bulduğu düşünüldüğünde Rusya ve Çin’in toplamından daha fazla miktarda bir adaletsizliğin söz konusu olduğu anlaşılacaktır.
Bu durum, GİNİ katsayısının ülkelere göre hangi seviyelerde meydana geldiğinin daha iyi anlaşılması adına hazırlanan Harita 2’de açıkçagörülmektedir. Haritada ayrıca Avrupa hariç diğer bölgelerde gelir eşitsizliğinin hayli yüksek olduğu, özellikle de Sahra-altı Afrika, Ortadoğu ve Latin Amerika’da bulunan ve hâlihazırda gelişmekte olan ülkelerde bu eşitsizliğin diğer bölgelere göre daha yüksek seviyelerde olduğu görülmektedir. Ortadoğu ülkelerinde çalışan Asya kökenli işçiler de bu gelir eşitsizliği hesaplamalarına katıldıklarında gelir eşitsizliği oranları çok daha yüksek çıkacaktır.[40]

Anketler esas alınarak yapılan gelir eşitsizliği hesaplamalarında, zengin ailelerin anket sorularını cevaplarken gerçek verileri tam olarak paylaşmadığı, bundan dolayı da tablonun gerçek durumu yansıtmadığı iddia edilmektedir. Bu sapmayı azaltmak için yapılan bazı çalışmalarda, eşitsizlik tahminlerinin önemli ölçüde arttığı görülmektedir.[41]

Gelir dağılımında küresel çapta gözlemlenen adaletsizliğin servet dağılımına bakıldığında daha da vahim olduğu gözlenmektedir. Sonuçta servet her yıl elde edilen gelirin toplamı olduğu için, buradaki eşitsizlik aynı zamanda gelir eşitsizliğinin kümülatif bir sonucu olarak karşımıza çıkmakta ve ayrı bir gelir de getirmektedir.



Bir önceki yıla göre %6,4 artarak 280 trilyon dolar olan ve her geçen gün daha da artan küresel servetin %65’i Kuzey Amerika ve Avrupa’da bulunmaktadır. En fazla yoksulun yaşadığı Afrika ise küresel servetin %1’ine dahi sahip değildir. Daha sağlıklı bir kıyaslama yapmayı sağlayan kişi başı servet göstergesi incelendiğinde bölgeler arası servet adaletsizliği daha net bir şekilde görülmektedir. Şöyle ki, küresel servetin %36’sının bulunduğu Kuzey Amerika’da kişi başına düşen servet bir önceki yıla göre %8,8 artarak 374.869 dolar seviyesine yükselmiştir. İkinci sırada yer alan Avrupa’da ise bu miktar 135.163 dolardır. Gelişmiş ülkelerdeki kişi başı servet her geçen gün artarken yoksul ülkelerde servetin yurt dışına kaçırılmasına paralel bir şekilde bu oranda gerileme yaşanmaktadır. Küresel servetten en küçük payı alan Afrika’da kişi başına 4.166 dolar civarı bir servet düşmektedir ki, bu miktar Kuzey Amerika’daki kişi başı servette sadece geçen yıl yaşanan artışın yarısına tekabül etmektedir.

Bölgeler arası kıyaslama yapıldığında ise, en zengin olan Kuzey Amerika bölgesinin servetinin bir sonraki en zengin olan Avrupa’nın iki katı olduğu görülmektedir. Bunun en büyük nedenlerinden biri, son dönemlerde zenginlik yaratmanın en temel araçlarından olan finansal sektörün merkezinin burada bulunmasıdır.
Bölgelere göre verilmiş olan kişi başı servet rakamları, her ne kadar servet dağılımındaki adaletsizliği yansıtıyor olsa da dünya genelinde tüm yetişkin insanlar arasındaki servet dağılımı çok daha adaletsizdir. Piramitte görüleceği üzere yetişkin nüfusun %71’inin serveti küresel servetin %2,7’sine tekabül eden 7,6 trilyon dolardır. En zengin %0,7’lik nüfus ya da başka bir ifadeyle dolar milyoneri olan 36 milyon kişi, dünya servetinin %45,9’una sahiptir. Dolar milyoneri olan bu nüfusa, serveti 100.000 dolar ile 1 milyon dolar arasında bulunan zenginler eklendiğinde, bu iki grubun dünya yetişkin nüfusunun %8,6’sını oluşturduğu ve küresel servetin %85,6’sına sahip olduğu görülmektedir.

Dünya nüfusunun en zengin 36 milyon kişisinden 2.043’ü de dolar milyarderidir. Söz konusu grubun zenginliği sadece 2017 yılında 762 milyar dolar artmıştır. Bu artış, dünya genelindeki yoksulluğun yedi defa ortadan kaldırılmasına yetecek bir miktardır.[42]
Buna ilaveten, güncel bir araştırma 2017 yılında dünyanın en zengin 42 kişisinin dünya nüfusunun %50’si ile eşit mal varlığına sahip olduğunu ortaya koymuştur. 2010 yılında dünya nüfusunun yarısıyla eşit mal varlığına sahip kişi sayısı 388 idi. Ayrıca 21. yüzyılın başından itibaren dünyadaki servet artışından nüfusun yarısı %1 oranında yararlanırken, bu artışın yaklaşık yarısı en zengin %1’in servetine eklenmiştir.[43]

Sağlık ve Eğitimde Adaletsizlik.,



Farklı coğrafyalar arasındaki eşitsizlik sadece ekonomik alanlarda görülen bir olgu değildir. Ekonomik eşitsizliklerin bir sonucu, bazen de nedeni olan sağlık ve eğitim gibi hayati önem arz eden alanlarda da eşitsizlikler mevcuttur.

Söz konusu eşitsizliklerin en dehşet verici olanlarından biri de dünyaya gelen her çocuğun hayatta kalmak adına eşit fırsatlara sahip olmadığı gerçeğidir. BM’nin yayımladığı en son verilerde dünya genelinde 5 yaş altında her dakika 10, her saat 644, her gün 15.457 ve tüm yıl boyunca 5.641.871 çocuğun öldüğü tahmin edilmiştir. Bu çocukların %75’i 1 yaşını dahi doldurmamıştır.[44]



Yoksullukla ekonomi ve sağlık alanında meydana gelen eşitsizlikler arasındaki neden sonuç ilişkisi, en çok çocuğun hangi bölgelerde öldüğü verilerinden de ortaya çıkmaktadır. Beklenileceği üzere en fazla çocuk ölümü aynı zamanda en fazla yoksulun yaşadığı, en yüksek gelir eşitsizliğinin olduğu ve en az servete sahip olan Sahra-altı Afrika’da meydana gelmiştir. Elde edilen verilere göre, dünya genelinde 5 yaş altında ölen her 100 çocuktan 51’i Sahra-altı Afrika’da, 30’u Güney Asya’da, 9’u Doğu Asya’da, 4’ü Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da, 3’ü Latin Amerika’da ve geriye kalan 3’ü de Avrupa, Orta Asya ve Kuzey Amerika’dadır.[45]

Bu ölümlerin çoğuna devletlerin yeterli sağlık altyapısına ve kaynağa sahip olmamaları sebep olmuştur. Şöyle ki, dünya genelinde çocuk ölümlerinin %17,7’sine zatürre, %13,7’sine erken doğum, %12,3’üne ishal, %11,2’sine doğum sırasındaki ihmaller, %6,4’üne sıtma, %5,7’sine doğuştan sahip olunan rahatsızlıklar, %5,3’üne kan zehirlenmesi ve diğerlerine de kızamık, menenjit, tetanos, AIDS gibi çoğu önlenebilir olan hastalıklar neden olmaktadır.[46]



Devletlerin bu alanlara daha fazla yatırım yapabilmesine imkân sağlayan ekonomik büyümenin etkisi 5 yaş altı çocuk ölümlerinin yıllar itibarıyla nasıl seyrettiğinin yansıtıldığı Grafik 6’da görülmektedir. Şöyle ki, yüksek büyüme oranları elde eden Çin ve Hindistan’ın bulunduğu Asya kıtasında aynı zamanda çocuk ölümlerinde de belirgin düşüşler yaşanmıştır. Asya kıtasında bu alandaki iyileşme 1990’lı yılların başından itibaren gözlemlenirken Afrika’daki iyileşme Binyıl Kalkınma Hedefleri’nin açıklandığı 2000’li yıllardan sonra görülmeye başlanmıştır.



Sağlık alanındaki eşitsizlikler insanların yaşam sürelerini de etkilemektedir. Sağlık açısından daha kötü koşullara sahip olan düşük gelirli ülkelerde tahmini yaşam süresi 62 yıl iken yüksek gelirli ülkelerde bu süre 81 yıldır. Ülkeler bazında incelendiğinde ortaya çıkan tablo daha da vahimdir. Sierra Leone’de yeni doğan bir çocuğun yaşam süresi 50 yıl olarak tahmin edilirken, Japonya’da bu süre tam 34 yıl daha uzun, yani 84 yıl olarak tahmin edilmektedir.[47]

Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) yayımladığı raporda, doğum sırasında ölen annelerin bölgelere göre sayıları verilmiştir. Bu sonuçlara göre 2015 yılında dünya genelinde 300.000 kadın başka bir ifade ile günde 830 kadın, doğum sırasında ölmüştür. Ölümlerin yaklaşık %99’u gelişmekte olan ülkelerde,bunların da %65’i Afrika kıtasında meydana gelmiştir. Buradan sonra en çok ölüm sırasıyla Güney Asya ve Ortadoğu bölgelerinde gözlenmiştir.[48]



     Doğum sırasında meydana gelen ölümlerin en önemli nedenlerinden biri, eğitimli bir sağlık personelinin doğuma yardım etmemesidir. Dünya genelindeki doğumların %78’i eğitimli bir sağlık personelinin gözetiminde yapılmaktadır. Ancak daha önce verilen birçok göstergede olduğu gibi bu konuda da bölgeler arasında gelir ve eğitim düzeyine göre farklılıklar bulunmaktadır. Doğumdan kaynaklanan ölümlerin diğer bölgelere kıyasla daha yüksek seviyelerde meydana geldiği Afrika, Güneydoğu Asya ve Ortadoğu bölgelerinde doğumların ancak %50 ile %60’ı eğitimli bir personel gözetiminde yapılırken bu oran diğer bölgelerde %95’in üzerindedir. Bu oran az gelişmiş ülkelerde farklı gelir düzeyine sahip insanlar arasında da farklılık göstermektedir. Söz konusu ülkelerin en fakir %20’lik kesiminin üçte biri, en zengin %20’lik kesiminin onda dokuzu, kırsal bölgelerde yaşayan insanların %45’i, şehirlerde yaşayanların ise %84’ü eğitimli sağlık personeli gözetiminde doğum yapmaktadır. Bu oranda doğum yapacak kadının eğitim seviyeside belirleyici olmaktadır. Şöyle ki, eğitim görmemiş kadınlarda bu oran %39 iken, ikincil ve daha yüksek eğitim seviyesine sahip olan kadınlarda %84’tür.[49]

Dünya genelinde adaletsizliğin yaygın olduğu alanlardan biri de eğitimdir. Sağlıkta olduğu gibi eğitim alanında da insanların doğdukları bölgelere ve gelir düzeylerine göre eğitim olanaklarında farklılıklar bulunmaktadır. UNDP tarafından yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre, yüksek insani gelişmişlik değerlerine sahip ülkelerde ortalama eğitim süresi 11,8 yıl iken, az gelişmiş ülkelerde bu süre ortalama 5,1 yıldır. Ülkelere göre ortalama eğitim süreleri Norveç, Avustralya, İsviçre gibi en gelişmiş ülkelerde yaklaşık olarak 13 yıl; Çad, Nijer, Burkino Faso gibi Sahra-altı Afrika ülkelerinde ise iki yıldan daha azdır.[50] Yapılan bir diğer araştırma ise farklı gelir düzeylerine sahip nüfus arasındaki eğitim düzeyi farklılıklarını gözler önüne sermektedir. Sahra-altı Afrika’da en yoksul nüfustaki gençlerin %60’tan biraz daha azı, Ortadoğu’da %40’ı, Asya’da %35’i, Latin Amerika’da %30’u dört yıldan daha az süre eğitim alma imkânı bulunurken Avrupa’da bu oran %5 seviyesindedir. En zengin nüfusta ise bu oran Sahra-altı Afrika’da %15 civarındayken çoğu bölgede %5 ve altındadır.[51]

Küresel çapta adaletsizlikler sadece yukarıda bahsedilenlerle sınırlı kalmamaktadır. Çalışmanın ana konusu küresel çapta yoksulluk ve bu yoksulluğa yol açan adaletsizlikler olduğundan burada diğer alanlarda karşılaşılan adaletsizliklere değinilmemiştir.

Adaletsizliğin Azalması İçin Yapılması Gerekenler.,

Adaletsizliğin bu denli küreselleşmiş ve yoksulluğun da halen önemli seviyelerde olduğu günümüz dünyasında bu olumsuzluklarla mücadele konusunda neler yapılması gerektiği önemli bir sorudur. Bu konuda üretilecek çözümler kadar insanların bu sorunu aşmak için ne kadar istekli ve istikrarlı olacakları da önemlidir. Ancak bu noktada özellikle dikkat edilmesi gereken unsur, bir uygulamanın her ülkede aynı sonucu vermeyeceği gerçeğidir. Bundan ötürü ülkelerin her biri kendi ekonomik, toplumsal ve coğrafi özelliklerine göre farklı politikalar geliştirmelidir.

Yoksulluğun yüksek büyüme oranlarına sahip ülkelerde genellikle azaldığı istatistiki verilerle sabittir. Buradan hareketle yoksulluğun ortadan kaldırılması için ekonomik büyümenin sağlanmasının elzem olduğu görülmektedir. Çünkü ekonomik büyüme istihdam olanaklarını artıracağı gibi eğitim, sağlık gibi temel hizmetlerin iyileşmesini de sağlayacaktır.[52]

Ancak ekonomik büyümevyoksulluğun azaltılmasında tek başına yeterli değildir. Bu aşamada elde edilen zenginliğin ülke vatandaşları arasında adaletli bir şekilde paylaştırılması da önemlidir. İnsanların gelir ve refahını artırmak için bir araç olan ekonomik büyümeden halkın tüm kesimlerinin eşit şekilde pay alıp alamayacağı uygulanacak sisteme bağlı olduğu kadar, bunu işletecek olan yöneticilerin kararlılığına da bağlıdır. Yaşanan tecrübeler günümüz kapitalist düzeninin Batı’daki anlamıyla aynen uygulanması halinde tam bir adaletin sağlanamayacağını göstermiştir. Bu çerçevede, karşılaşılan gelir eşitsizliğinin aşılması adına belli başlı politikalar geliştirilmesi zorunludur.

Gelir eşitsizliğinin nedenlerinden biri olarak karşımıza çıkan ilk detay, işçiler arasındaki gelir farklılıklarıdır. Bu farklılıkların sebeplerinden birininvasıflı iş gücüne artan talebekarşın vasıfsız işgücü için azalan talep olduğu görülmektedir. İşçiler arasındaki bu gelir eşitsizliğini azaltmak adına devletlerin uygulayabileceği farklı politikalar bulunmaktadır. Bunlardan biri artan oranlı vergi politikasıdır. Bu politikaya göre devlet daha yüksek gelire sahip kişilerin gelirini daha yüksek oran ile vergilendirirken düşük gelirli kişilerden daha düşük oranda vergi alabilir. Ayrıca vergilerden elde edilen gelirle düşük gelirli kesimlere başta sağlık ve eğitim olmak üzere sosyal yardım şeklinde kaynak transferi sağlanması da gerekmektedir. Ancak dünya genelinde devletlerin topladıkları vergilerin büyük bir kısmı dolaylı vergilerden oluştuğu için bu uygulama gelir eşitsizliğini pek fazla azaltamamaktadır. Zira bu tür vergilendirmede tüm bireyler gelir durumuna bakılmaksızın aldıkları her ürün ve hizmet karşılığında aynı vergiyi ödemektedir. Bundan ötürü yapılması gereken, vergilerin dolaylıdan ziyade dolaysız vergiler[53] olarak toplanmasıdır.

İşçiler arasındaki gelir eşitsizliğini azaltacak başka bir öneri ise, işgücü piyasasının daha fazla gelir elde edecek şekilde yeniden düzenlenmesidir. Bu bağlamda asgari ücretin daha yüksek seviyede belirlenmesi, geçici ve kalıcı işçilerin hakları arasındaki farklılıkların azaltılması gibi politikaların uygulanması etkili olabilir.[54] Bunun yanı sıra, eğitimdeki eşitsizliğin azaltılması adına yapılacak yatırımlar da gelir dağılımındaki eşitsizlikle mücadelede önemlidir. Şöyle ki, daha fazla insanın mesleki eğitim görmesi, bu insanların belli beceriler elde ederek “vasıfsız işçi” sınıfından kurtulmalarını sağlayacaktır. Böylece yüksek gelir elde eden eğitimli işçi ve teknik elemanlara yaklaşacak bir gelire kavuşacaklardır.

Gelir eşitsizliğini yeni istihdam yaratacak büyüme modelleri uygulayarak da azaltmak mümkündür. Ancak son yıllarda ekonomik büyümeden elde edilen kârdan genellikle zengin kesim daha fazla pay aldığından, insanlar arasındaki gelir ve bunu takiben servet eşitsizliği artmıştır. Bu sorunun üstesinden gelebilmek adına hükümetlerin kapsayıcı ekonomik büyüme modelleri uygulamaları gerekmektedir. Kapsayıcı ekonomik büyüme başlıca üç yoldan teşvik edilebilir:[55]

Düşük gelire sahip hane halkının gelirlerinin artış hızının ortalama gelir artış hızından daha fazla olacağı ekonomik büyüme modelleri geliştirilerek.
Geliri, eşitsizliği azaltıp ekonomik büyümeyi destekleyecek şekilde yeniden dağıtarak.
Düşük gelire sahip hane halkının ve dezavantajlı grupların işgücüne katılmalarının önünü açacak fırsatlar geliştirerek.

Kapsayıcı ekonomik büyüme modellerinin yanı sıra devletler farklı araçlarla da eşitsizliğin ve yoksulluğun üstesinden gelebilir. Bu noktada, devletin daha sosyal adaletçi makro politikalar uygulaması ve aşırı zengin kişileri kontrol altına alması önemlidir. Örneğin, aşırı zenginlerin paralarını vergi cennetlerine kaçırmalarını önlemek, lüks tüketimdeki vergi oranlarını yüksek tutmak, paradan para kazanma olanaklarını kısıtlamak gibi önlemler alınması önem arz etmektedir. Sadece vergi cennetlerine giden paralara ödenecek vergilerle pek çok ülkedeki yoksulluk değerlerinin iyileştirilebileceğini, sağlık ve eğitim gibi alanlardaki sorunların çözülebileceğini gösteren çalışmalar mevcuttur.

Ağırlıkla yoksulların kullandığı mal ve hizmetlere sübvansiyon verilmesi, yoksullara yönelik mikro kredi uygulamaları ve çeşitli çocuk eğitim ve beslenme programları da yoksullukla mücadelede etkili olabilecek doğrudan önlemler arasındadır. Ayrıca yoksul hane halklarının yaşam standartlarını yükseltmeye yönelik yapılan şartlı nakit transferleri de yoksullukla mücadelede önemli bir araçtır.[56]

Bunlar dışında, yoksulluk ve eşitsizlik alanlarında ülkelerin dünya sistemine nasıl entegre olduklarının da tekrardan gözden geçirilmesi gerekmektedir. Yoksul ülkelerin en kolay yatırım yapabilecekleri tarımsektörünü dış rekabete karşı korumaları önem arz etmektedir. Çünkü sanayileşmeye başlayan tarım sektöründe, gelişmiş ülkelerle rekabet edemeyecek yerel çiftçilerin devlet tarafından ithal tarım ürünlerine getirilecek olan gümrük vergileri ile korunmaları gerekmektedir. Bu tür uygulamalar zengin ülkeler tarafından her ne kadar Dünya Ticaret Örgütü’nün liberal rekabetçi ticaret kurallarına aykırı görülecek olsa da bu alanda farklı isimler altında sübvansiyonlar geliştirilebilir.

Yoksulluğun azaltılması adına dikkat edilmesi gereken bir diğer konu, devletlerin borç yönetimidir. Çünkü bazı ülkeler aldıkları borçları yoksullukla mücadele, altyapı yatırımları, sağlık ve eğitim gibi uzun dönemli kâr sağlayacak yatırımlarda kullanmaktansa, cari harcamalarını karşılamak için kullanmaktadırlar. Diğer taraftan borç veren kurum ve ülkelerin dayattığı şartlar da borçlu ülkelerin ödünç aldıkları paraları ekonomik büyümeye olumlu etki edecek şekilde kullanmalarının önüne geçmektedir.

Devletler ilk başta aldıkları borçları verimli bir şekilde kullanmadıkları için, bu borçları geri ödemeleri gerektiğinde tekrar borçlanmak mecburiyetinde kalmaktadır. Ancak bu durumda da eski borçların kapatılması adına alınan yeni borçlar için daha yüksek faiz ödemek zorunda kalmaktadırlar. Yeni alınan borçlar, yoksulluğu azaltıp kalkınmayı sağlayacak şekilde akıllıca kullanılmak yerine eski borçların ödenmesi için kullanıldığından, borç yükü her geçen gün daha da artmaktadır. Bir bakıma, ülke zaten düşük olan üretim kapasitesinin tümünü borçlarını ve bu borçların faizlerini ödemek için harcamaktadır. Faiz oranlarının yüksekliği, çoğu zaman, borçlu ülkelerin borç aldıkları anaparanın birkaç katı faiz ödemelerine neden olmaktadır. Bu yolla bir bakıma borçlu ülkeler, borç veren ülke/kurum/ailelerin sömürgelerine dönüşmektedir.

Borçların iyi yönetilmesini ve yoksullukla mücadele edilmesini sağlayacak bir diğer unsur da bağımsız bir yönetimdir. Şöyle ki, uluslararası borç veren ülke ve kurumların önerdiği bürokratların borçlu devlet yönetimlerinde yer alması, ülkelerin kalkınmasından ziyade borçların geri ödenmesinin garanti altına alınmasını hedeflemektedir. Böylece borç verenler kendi alacaklarını garanti altına alırken, söz konusu ülke vatandaşları ağır ekonomik koşullar altında ezilmektedir. Bu durumun olumsuz etkilerini en aza indirmek için, ideal sahibi insanların yönetimde olması, ülkede yoksulluğun azaltılması adına gerekli yatırımların yapılmasına ve şahsi çıkarlardan ziyade toplumsal çıkarların önde tutulmasına yol açacaktır.

Yoksulluğun yüksek oranda görüldüğü ülkelerde son yarım asırda çatışma yaşanmış yahut halen yaşanıyor olması da bu konuda atılacak adımların önemini ortaya koymaktadır. Zira başta Afrika ülkeleri olmak üzere, küresel çapta yaşanan yoksulluğun önlenmesinde bu ülkelerin silahlanmaya, iç savaşlara ve terörle mücadeleye ayırdıkları bütçenin büyüklüğü önemli rol oynamaktadır.

Bunların yanı sıra sadece İslam’ın öngördüğü zekât ödemesi, faizin yasaklanması gibi uygulamalar da yoksulluğun ve eşitsizliğin ortadan kalkmasına katkıda bulunmaktadır. Yapılan araştırmalar, tüm dünyada insanların sahip oldukları mal veya servetlerinin 40’ta birini zekât olarak bağışlamaları durumunda dünya genelinde yoksulluğun ortadan kalkacağını kanıtlanmıştır.[57]

Ülkelerin, özellikle de yoksul olan ülkelerin, yoksulluğu bitirmek adına atacakları adımların başarıya ulaşması, günümüz kapitalist dünya düzeninin yerine geçecek adil bir dünya düzeni oluşturulmadıkça, gelişmiş ülkelerin insafına ve kendilerine ne kadar biat edildiğine bağlı kalacaktır. Mevcut sistemde, gelişmiş ülkelerin çıkarları dışında hareket etmeye kalkan az gelişmiş bir ülke yada lideri, eninde sonunda cezalandırılmaktadır. Bu çerçevede uygulamaların tümünün başarılı olabilmesi için insanların istekli ve istikrarlı olmaları önemli olduğu kadar, siyaset yapıcıların sağlam bir irade göstermeleri ve küresel adalet için uluslararası mekanizmaları oluşturmaları da zorunludur.

Sonuç;

İnsanlık tarihini ekonomik ilişkiler bağlamında ikiye böldüğü düşünülen “Sanayi Devrimi”nin genellikle insanların hayatını kolaylaştırdığı, hayat standardını arttırdığı, kaynakların daha verimli kullanılmasına yol açtığı söylenir. Bu söylem kısmen doğru olsa bile bir başka gerçek de Sanayi Devrimi ’nin yaşandığı 18 ve 19. yüzyıllardan sonraki dönemde, dünyanın farklı bölgeleri arasındaki gelir uçurumunun arttığıdır. Örneğin; 19. yüzyılın sonlarında en zengin ülkelerin geliri en fakir ülkelerin toplam gelirinin 3 katı iken, 20. yüzyılın ortalarında bu rakam 15 katına çıkmış, günümüzde ise 77 katına ulaşmıştır. Sanayi Devrimi ve sonrasındaki süreçte yaşanan teknolojik gelişmeler sayesinde elde edilen ekonomik büyümeden genellikle sermaye sahipleri yararlanmaktadır. Sadece bir ülke içindeki bireyler değil, sanayileşme farkı nedeniyle ülkelerin gelirleri arasında gözlenen fark, bireyler arasındakinden çok daha yüksek seviyededir.

Gelir dağılımında meydana gelen eşitsizlik, zincirleme bir şekilde, insanların hayatlarını sürdürebilmeleri için gerekli olan sağlık ve eğitim gibi alanlarda da eşitsizliklere yol açmaktadır. Daha düşük eğitim ve sağlık imkânına sahip insanlar, diğerlerine göre iş fırsatları konusunda da daha az seçeneğe sahip olmaktadır. Nihai anlamda da bu kısır döngü gelir adaletsizliğinin artmasına yol açmaktadır.

Bir ülkenin sınırları içinde yaşayan insanlar arasındaki gelir uçurumu kuşkusuz önemli bir sorundur. Bu durumun küresel boyuta taşındığı ve bu kez ülkeler arası eşitsizlik haline dönüştüğü günümüz dünyasında ise çok büyük bir küresel adaletsizlik düzeni söz konusudur. Bu çarpık durum genellikle ekonomik az gelişmişlik, teknolojik yetersizlik, yüksek borçlanma, eğitim imkânlarının kısıtlı olması, yolsuzluk vb. birçok faktöre bağlı olarak ortaya çıkmaktadır.

Sorunların büyüklüğüne rağmen farklı alanlarda meydana gelen adaletsizliklerin aşılması adına uygulanabilecek politikalar elbette mevcuttur. Ancak burada unutulmaması gereken nokta, aynı uygulamanın farklı ülkelerde farklı sonuçlar doğurabileceğidir. Bundan ötürü ülkelerin farklı özellikleri dikkate alınarak etkili politikalar geliştirilmesi gerekmektedir.



Gelir eşitsizliğinin en büyük nedenlerinden biri teknolojik gelişme neticesinde sermaye sahipleri ve çalışan kesim arasında açılan gelir makasıdır. Bu farkın aşılabilmesi adına devletler daha yüksek gelire sahip insanların gelirini daha yüksek vergilendirilebilir veya iş gücü piyasasını işçilerin daha fazla gelir elde edeceği şekilde düzenleyebilir. Bunun yanı sıra eğitim olanaklarının, özellikle mesleki eğitim olanaklarının arttırılması ve yeni istihdam yaratacak ekonomik modellerin geliştirilmesi de insanlar arasındaki gelir farklılığını azaltacaktır. Uygulayacakları bu sosyal adaletçi makro politikalara ilaveten devletlerin aşırı zengin kişilerin buyruğuna girmektense bu kişileri kontrol altına alması büyük önem arz etmektedir. Hayatın her alanını düzenleyen İslam’ın öngördüğü zekât ödemesi, faizin yasaklanması gibi uygulamalar da eşitsizliğin ve yoksulluğun ortadan kalkmasına katkı sağlayacaktır.

Küresel adaletsizlik ve yoksulluk sorunlarının aşılması adına bahsi geçen makro ekonomik politikaların başarılı olabilmesi, insanların bunun için ne kadar istekli, yöneticilerin de ne kadar kararlı olacağına bağlıdır. Yapılan araştırmalarda kamu tarafından sağlık, eğitim, sosyal yardım ve konut yapımı için daha fazla harcama yapılmasının bireysel ve toplu olarak gelir dağılımı üzerinde olumlu sonuçlar verdiği[58] görülse de yoksulluğun azaltılması ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi noktasında insanların kendi çabalarını ortaya koyabilecekleri uygun bir düzen kurulması çok daha önemli bir şarttır.

KAYNAKÇA;

[1] Selda İçin Akçalı, “Tüketim Toplumunda Yoksulluk Algısı”, Sivil Toplum, C. 4, No. (13-14), 2006, s. 179.
[2] Yunus H. Taş ve Selami Özcan, “Türkiye’de ve Dünyada Yoksulluk Üzerine Bir Araştırma”, International Conference on Eurasian Economies, 2012, s. 424-425.
[3] Yücel Can, “Yoksulluk, Yerel ve Küresel Eşitsizlikler”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Güz-2017, C. 16, S. 63, s. 1114.
[4] Necdet K. Ar, “Yirmi Birinci Yüzyılda Gelir Eşitsizliği-Türkiye Örneği”, Girişimcilik ve Kalkınma Dergisi, C. 10, No. 2, 2015, s. 189.
[5] Délice Williams, “What are the Causes of Poverty?”, 25 Haziran 2016, https://borgenproject.org/what-causes-global-poverty/ (13 Haziran 2018).
[6] Brigitte Rohwerder, “The impact of conflict on poverty”, Helpdesk Research Report, GSDRC, 2014, s. 1-2.
[7] Laura E. Bailey, “The Impact of Conflict on Poverty”, 27 Mart 2016,http://siteresources.worldbank.org/PSGLP/Resources/TheImpactofConflictonPoverty.pdf (18 Temmuz 2018).
[8] Williams, “What are the Causes of Poverty?”.
[9] Kristin Myers, “The Top 9 Causes of Global Poverty”, 3 Mayıs 2018, https://www.concernusa.org/story/top-9-causes-global-poverty/ (20 Haziran 2018).
[10] OXFAM, “An Economy forthe 1%”, Oxfam Briefing Paper,No. 210, 2016, s. 5.
[11] Anette Alstadsæter, et al., “Tax Evasion and Inequality”, NBER Working Paper, No. 23772, 2017, s. 2.
[12]“Progress on drinking water, sanitation and hygiene: 2017 update and SDG baselines”, Geneva: World Health Organization (WHO) and the United Nations Children’s Fund (UNICEF), 2017. Licence: CC BY-NC-SA 3.0 IGO. s. 24.
[13] FAO, et al., “The State of Food Security and Nutrition in the World 2018, Building climate resilience for food security and nutrition”, Rome, 2018.
[14] Kemal Baş, “Küreselleşme ve Gelir Dağılımı Eşitsizliği”,Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C. 18, S. (1), 2009, s. 53.
[15] OXFAM, “An Economy…”, s. 15.
[16] OXFAM, “Reward Work, Not Wealth”, OXFAM Briefing Paper, January 2018, s. 11.
[17] IMF, “Causes and Consequences of Income Inequality: A Global Perspective”, IMF Staff Discussion Note 15/13 June 2015, s. 26.
[18] IMF, “Causes and Consequences...”, s. 19.
[19] Baş, “Küreselleşme ve Gelir...”, s. 51.
[20] IMF, “Causes and Consequences...”, s. 20.
[21] OXFAM, “An Economy…”, s. 20.
[22] Anette Alstadsæter, et al., “Who owns the wealth in tax havens? Macro evidence and implications for global inequality”, Journal of Public Economics, No. 162, s. 2.
[23] Baş, “Küreselleşme ve Gelir...”, s. 62.
[24] Serhat Orakçı, “Yükselen Afrika’da Geride Kalmış Milyonlar”, 8 Şubat 2018, http://insamer.com/tr/yukselen-afrikada-geride-kalmis-milyonlar_1224.html (17 Temmuz 2018).
[25] Laurence Chandy, “Why is the number of poor people in Africa increasing when Africa’s economies are growing?”, 4 Mayıs 2015, https://www.brookings.edu/blog/africa-in-focus/2015/05/04/why-is-the-number-of-poor-people-in-africa-increasing-when-africas-economies-are-growing/ (12 Temmuz 2018).
[26] Chandy, “Why is the number of...”.
[27]OXFAM, “An Economy…”, s. 4.
[28] Chris Weller, “The World Bank released new poverty lines-find out where your country stands”, 26 Ekim 2017, https://www.businessinsider.com/world-bank-released-new-poverty-lines-see-where-your-country-falls-2017-10 (21 Temmuz 2018).
[29] IMF, “Causes and Consequences...”, s. 15.
[30] World Bank, “Poverty Overview, 2018”, 11 Nisan 2018, http://www.worldbank.org/en/topic/poverty/overview (1 Temmuz 2018).
[31] FAO, Global food losses and food waste-Extent, causes and prevention, Rome, 2011, s. 4.
[32] World Bank, Data Bank; Acces to electricity (% of population) 2018.
[33] Özge Arpacıoğlu ve Metin Yıldırım, “Dünyada ve Türkiye’de Yoksulluğun Analizi”, Niğde Üniversitesi İİBF Dergisi, C. 4, S. (2), 2011, s. 67.
[34] Doğu Asya&Pasifik bölgesinde tahmini yaşam süresi 74,2 yıl olup incelenen tüm bölgeler arasındaki en yüksek süredir.
[35] UNDP, Human Development Report 2016, s. 205; UNDP, Human Development Report 2002, s. 152; UNDP, Human Development Report 2007, s. 232; UNDP, Human Development Report 2010, s. 146.
[36]J. Bolt, J. and J. L. van Zanden,“The Maddison Project: Collaborative Research on Historical National Accounts”,The Economic History Review, 67 (3), 2014.
[37] Kemal Derviş, “Küreselleşme, Büyüme ve Gelir Dağılımı”, Uluslararası Ekonomik Sorunlar Dergisi, No. 27, s. 3.
[38] Hesaplamalar 2011 satın alma gücü paritesine göre yapılmıştır.
[39] Facundo Alvaredo et al., World Inequality Report 2018, s. 42.
[40] Alvaredo et al., s. 131.
[41] OXFAM, “Reward Work, Not Wealth”, OXFAM Briefing Paper,January 2018, s. 21.
[42] OXFAM, “Reward Work…”, s. 21.
[43] OXFAM, “An Economy…”, s. 2; OXFAM, “Reward Work…”, s. 10.
[44] UNICEF Data: “Monitoring the situation of children and women”, https://data.unicef.org/topic/child-survival/under-five-mortality/ (25 Temmuz 2018).
[45] UNICEF Data, “Monitoring the situation…”.
[46] UNICEF Data, “Monitoring the situation…”.
[47] WHO, “10 facts on health inequities and their causes”, Nisan 2017,http://www.who.int/features/factfiles/health_inequities/en/ (5 Ağustos 2018).
[48] WHO, World Health Statistics 2016 Monitoring Health For the SDGs, France, 2016, s. 44-45.
[49] WHO, s. 46-47.
[50] Daha detaylı bilgi için bk. http://hdr.undp.org/en/content/mean-years-schooling-males-aged-25-years-and-above-years
[51] IMF, “Causes and Consequences...”,s. 17.
[52] Yücel Can, “Yoksulluk, Yerel ve Küresel Eşitsizlikler”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Güz-2017, C. 16, No. 63, s. 1119.
[53] Dolaysız vergiler, vergi mükellefi ile ödeyicisinin aynı olduğu, kişi ve kurumlardan elde ettikleri gelir düzeyine göre alınan vergilerdir.
[54] IMF, “Causes and Consequences of...”, s. 31.
[55] UNDP, “Humanity Divided: Confronting Inequality in Developing Countries”, New-York, 2013, s. 229.
[56] Arpacıoğlu ve Yıldırım, “Dünyada ve Türkiye’de…”, s. 72.
[57] Mahmut Bilen, “Küresel Servet Eşitsizliği: Piyasa veya Devlet Eksenli Çözümde İslam Ekonomisinin Konumu”, Türkiye İslam İktisadı Dergisi, C. 3, S. (1), s. 30.
[58] Martinez-Vazquez, Jorge; Moreno-Dodson, Blanca; and Vulovic, Violeta, “The Impact of Tax and Expenditure Policies on Income Distribution: Evidence from a Large Panel of Countries”, International Center for Public Policy Working Paper Series, Paper 77, 2012, s. 38.


https://insamer.com/tr/kuresel-adaletsizlik-dunya-yoksulluk-ve-esitsizlik-raporu-2018_1682.html

***