Kemal Derviş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kemal Derviş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Aralık 2020 Cumartesi

Türkiye'de Kim Nasıl Zengin Oldu ?

Türkiye'de Kim Nasıl Zengin Oldu ? 

Doç. Dr. Sait Yılmaz
 www.acikistihbarat.com

02.10.2013


Aynı yılın Ağustos ayında Üzeyir Garih ortadan kaldırılıyordu.
Garih, inanılmaz bir tehditle karşı karşıyaydı.
İstenilen parayı vermesi mümkün değildi.
Ortağı İshak Alaton ise Erdoğan, Başbakan olduktan sonra gizli kabinesinde yer aldı.
Erdoğan’ın beynini yönlendiren ilk beş kişiden birisi arasındaydı.



 

1914’deki Rum ve 1915’deki Ermeni tehciri ile Anadolu’daki belli başlı aileler yabancılardan kalan mülke kolay yoldan konmuşlardı.

Cumhuriyetin ilk yıllarındaki özel sermaye, dönme ya da Selanik’den göç edenler (Bezmen, Titiz, Yalman vb.) tarafından oluşturuldu.

Sonraları Türkiye'de öne çıkan büyük sermaye gruplarının bazılarının kökenleri Cumhuriyetin ilk yıllarına dek uzanmaktadır.

İş Bankası bu dönemde en hızlı gelişimi sergilemiş ve sonraki dönemlerde de büyümesini sürdürmüştü.

Bunun dışında Koç, Sabancı, Çukurova gibi büyük grupların kurucuları 1920'lerde iş dünyasında henüz ilk adımlarını atıyorlardı.

Vehbi Koç kendi adına ilk şirketini kurup İstanbul'dan Ankara'ya mal getirip satmaya ve Ford, Mobil gibi firmaların temsilciliğini yapmaya başlarken; Hacı Ömer Sabancı, Adana'da pamuk ticareti ile uğraşmaktaydı.

Yaşar grubunun kurucusu Durmuş Yaşar, 1927 yılında Rodos'tan İzmir'e gelerek başladığı boya ve gemicilik malzemesi ticaretini sürdürüyordu.

Çukurova grubunun kurucuları Eliyeşil ve Karamehmet aileleri ise Tarsus bölgesinde büyük toprak sahipleriydi.

Ancak, Çukurova grubu, 1887'de Rum azınlıklar tarafından kurulan bir iplik fabrikasını 1925 yılında ele geçirerek erken bir tarihte sanayici kimliği de kazanacaktı.

Adana'da Fransız işgalinin 1921'de sona ermesinin ardından Ermeni Aristidis Simyonoğlu’nun bez fabrikası, Kayseri milletvekili Nuh Naci Yazgan tarafından (Kadir Has'ın babası) Nuri Has ve diğer iki ortakla beraber devralınarak Milli Mensucat Fabrikası'na dönüştürülmüştü.

Türkiye’de özel sektörün gelişmesinin önünde en büyük engellerden biri olarak yabancıların, özellikle Yahudilerin ticaretteki hâkim rolleri görülmekte idi.

1942’de çıkarılan Varlık Vergisi, Yahudilerin dışlanmasına yönelikti ve İstanbul’da sermayenin değişimini başlattı.

Vergisi'ni ödemekte zorluk çeken azınlıkların çoğunun mülkleri haczedildi ya da bizzat kendileri tarafından satışa çıkarılarak düşük fiyatla el değiştirdi.

Kısacası, Varlık Vergisi uygulamada gayrimüslimlerden Müslüman-Türk kapitalistlere sermaye aktarımı anlamına geldi.

Türkiye’deki Yahudi iş adamları arasında Üzeyir Garih, JakKamhi, İshak Alaton ve Bursa’da öldürülen ünlü tefeci Malki en çok tanınanlardır.

Bunların dışında Hazar Türkü Museviler ve Karatay Türkü Museviler orta sınıf iş adamları idi.
Karatay Türkü iş adamları bugünkü Karaköy’ü kuranlar olup, sayıları 30’a kadar inmiştir.

Selanik dönmesi (Sabatay) olarak bilinenler ise daha çok tekstil dünyasında hâkim yer edinmişken, daha sonra bu üstünlüklerini kaybettiler.

Cumhuriyetin başlarında bazı ithal malların satılmasında ve devlet ihalelerinde Yahudi ailelerin çok büyük avantajları olmuştu.

1954 yılında Galata’da Üzeyir Garih ile İshak Alaton’un beş bin lira sermaye ile kurdukları Alarko Holding’in bugünkü gücüne ulaşmasında, 1958’de dönemin başbakanı Adnan Menderes’in kendilerine Ankara’da kurulacak olan bir para matbaasının havalandırma tertibatının ihalesini vermesinin önemli rolü oldu.

Koç ve Sabancı’nın ismini duyulması İkinci Dünya Savaşı sonrasında başladı.

Türkiye’de zengin kesimin oluşmasında en önemli etkenlerden biri hükümet ihaleleri olagelmiştir.

Koç’un CHP iktidarı döneminde Numune Hastanesi ihalesini alması ilk örneği teşkil etmektedir.

1946 yılında ABD’den General Electrics ile anlaşarak Türkiye’de ampul fabrikasını kurması Koç ailesi için dönüm noktası oldu.

Koç, daha sonra Amerikalılarla traktör ve otomotiv işine girdi.

Sabancı ise 1950’lerde Demokrat Parti’nin zengin ettiği ailedir.

Sabancı, Koç’a göre daha milli projelerle çalışırken, yurt dışına özellikle otomotiv sektörü (Toyota vb.) ile açıldı.

Aydın Doğan, Koç’un bayisi ve koruması altındadır.

Yabancılarla ortaklık yabancı devletin de korumasından faydalanmak demekti.

Bu zorunluluğun diğer yüzü ise yabancılara tamamen pazarı kaptırmak yerine pay sahibi olabilmekti.

Daha sonra Türkiye’ye Arap sermayesi (Karamehmet, Ercan Holding, Çiftçiler vb.) gelmeye başladı.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında önemli fiyat artışları ve savaş dönemi yokluk-ları ticari birikimin hızlanmasına vesile oldu, genellikle devlet kadroları ile yakın ilişki içinde birçok yeni tüccar ortaya çıktı.

Yabancıdil bilmeyen Koç, Türkiye’deki Yahudiler üzerinden yabancılarla ilişkiyi tercih etti.

Elektrifikasyon ve elektrik malzemelerinin satışı ile piyasaya giren Burla Biraderler’in de gerek devletten aldıkları ihalelerle ve gerekse Türk işadamlarıyla yürüttükleri ortak çalışmalarla kısa zamanda büyük güce ulaştılar.

Vehbi Koç’un arkasındaki ‘Gizli kahraman’ olarak bilinen Bernar Nahum’un da Koç Grubu’na Burla Biraderler’den 1944 yılında transfer edildi.

Koç’un özellikle yurtdışı ilişkilerinin arkasında hep Bernar Nahum’un uluslararası seviyede güçlü bağlantıları yatıyordu.

Elektrik ampulü, taşıt lastikleri, buzdolabı, çamaşır makinesi, Anadol otomobili üretimi gibi başlangıçta çok zor gibi görünen sektörlere girilmesinde Nahum’un hayal gücünün ve uygulama üstünlüğünün payı büyüktü.

Koç grubu, bu dönemde Oliver (traktör), U.S.Rubber (oto lastiği) ve Siemens (elektrikli cihazlar) firmalarının temsilciliklerini almış, Ford bayiliğini Anadolu'nun çeşitli bölgelerini kapsayacak şekilde genişletmiş, yurtiçinde yeni ticaret şirketleri oluşturmuş, ayrıca ilk yurtdışı ticaret şirketini ABD'de 1945 yılında kurmuştu.

Hacı Ömer Sabancı, 1948-49'da Adana'nın önde gelen tüccarlarından Alber Diyap'la birlikte pamuk ihracatına başlarken; Borusan grubuna ait İstikbal Ticaret bu yıllarda demir-çelik ithalatı ve kuru meyve ihracatı, Çukurova grubu ise Caterpillar iş makinelerinin ve çeşitli tarım araçlarının temsilciliğini yapmaktaydı.

Savaşı izleyen yıllarda, özel girişimin öncülüğünde hızlı bir banka kurma çabası vardır.
Ziraat Bankası ve iş Bankası dışında kalan dört büyük banka bu dönemde kuruldular.

Yapı ve Kredi Bankası (1944), Garanti Bankası (1946), Akbank (1948) gibi sonraları Türkiye bankacılık sektöründe ilk sıraları alacak olan bankalar birkaç yıl içinde faaliyete geçtiler.

1949 yılında Sanayi ve Kalkınma Bankası’nın (TSKB) kurulması ile ABD istediği kişiye istediği kadar kredi vermek ve Türk ekonomisine yön vermek için vasıta edindi.

Bu krediler bugünün zenginlerini oluşturdu.

30'lu yılların başında Atatürk tarafından yüksek ziraat tahsili yapmak için yurtdışına gönderilen Ali Numan Kıraç, İkinci Dünya Savaşı'nın bitimiyle Amerika'nın başlattığı Marshall yardımlarının dağıtımında görev aldı.

Mehmet Barlas'ın babası Cemil Sait Barlas'la beraber kime hangi yardım dağıtılacaklarına karar veriyorlardı.

İlk büyük yardım paketi içinde Türk çiftçisini pulluktan ve kara sabandan kurtaracak traktörler ithal edildi.

1940'lı yıllarda atölye ölçeğinde imalata başlayan Akkök (iplik ve dokuma), Eczacıbaşı (ilaç ve seramik fincan), Yaşar (boya), Ülker (bisküvi) gibi gruplar, 1950'li yıllarda bu faaliyetlerini tipik olarak TSKB kredileri ile fabrika ölçeğine taşıdılar.
Türk Traktör'ün Türk sermayedarı Vehbi Koç oldu.

1955 yılında yaşanan 6-7 Eylül olayları da Rum ve Ermeni mallarına el konulması da belirli bir zengin kesim yarattı.

Erdoğan Demirören, Beyoğlu’ndaki Rum menkullerini ele geçirenlerin başında idi.

Bundan sonra iktidarla işbirliği yapan aileler İnönü ve Menderes zamanında ihaleler alarak zengin oldular.

1960’larda ise ABD’de çıkarılan PL 480 kanunu ile buğday, süt tozu, tavuk gibi ihtiyaç fazlası Amerikan mallarının Türkiye gibi ülkelere gönderildi.

Bunların karşılığında oluşturulan fon ile İstanbul’dan İzmit’e kadar kurulan fabrikalar finanse edildi.

Böylece ABD, Türkiye’nin bugünkü zengin kesimini ve sermaye dağılımını, kendi deyimiyle kalkınmasını sağladı.

12 Mart muhtırasından üç hafta sonra, 2 Nisan 1971 günü imzalanan bir protokol ile kurulan TÜSİAD, açıkça finans kapitalin örgütüdür.

Derneğin ilk kurucuları İstanbul ve İzmir'in büyük sermaye gruplarının (Koç, Sabancı, Eczacıbaşı, Sapmaz, Tekfen, Bodur, Boyner, İzmir'den Yaşar, Özakat, Özsaruhan) temsilcileriydi.

TÜSİAD'ın 'dışa açılma' talebi 1970'lerin ikinci yarısında şekil kazanmaya başladı.

1978 yılına gelindiğinde TÜSİAD, AET'ye tam üyelik için harekete geçilmesini ve ekonomide yapısal bir değişimi öneriyordu.

1978 yılında bir heyetle ABD'ye ziyaret gerçekleştiren TÜSİAD, bu ülkede IMF, Dünya Bankası ve finans çevreleriyle görüşecek; görüşmeleri izleyen günlerde kapsamlı bir istikrar programının uygulamaya konması için Ecevit hükümetine baskı yapmaya başlayacaktı.

24 Ocak Kararları ile ilan edilen ve 12 Eylül darbesi ile uygulanma olanağı bulan politikaların özelliği, TÜSİAD tarafından açıklanan 'dışa açılma' ve buna eşlik edecek düzenlemelere yönelik önerilerin karşılık bulmuş olmasıydı.
Nitekim 12 Eylül’ün ilk icraatı her türlü sendikal faaliyeti ve grevleri yasaklamak oldu.
TÜSİAD'ın dışa açılma yönündeki talepleri 24 Ocak 1980 kararlarında karşılık buldu.

24 Ocak 1980’deki odak değişikliği ile Türkiye’de kapitalizm, kendisini güdecek iktisadi liberalizme teslim edildi.

Türkiye'de genellikle TÜSİAD çevresinde yer alan büyük sermaye gruplarının 1990'lardan itibaren belirli bir rekabetle karşılaştıkları, 1990'ların ikinci yarısında kısmi bir güç kaybı yaşadıkları, ancak 2000'li yıllarda hem uluslararası ölçekte hem de ülke içinde bir dizi hamle ile konumlarını sağlamlaştırmaya yöneldikleri söylenebilir.

Türkiye’deki büyük sermaye biri 1980'li yılların başında, diğeri ise son yıllarında olmak üzere iki büyük tasfiye dalgası yaşadı.
1980'li yıllarda ayakta kalabilen (çoğu banka sahibi olan) büyük sermaye grupları, zor duruma düşen işletmeleri ele geçirerek büyümelerini hızlandırdılar.
Daha önceleri fazla karşılaşılmayan 'ele geçirme' olgusu 1980'lerde çarpıcı bir artış sergiledi.
Toprak, Zorlu, Ciner, Çalık, İhlas gibi gruplar 1980 sonrasında pek çok kez hukuk sistemi ile olan sorunlarını bir şekilde aşarak büyümüştür.

Holding formu, çok sayıda şirketi bir merkezden yönetmek ve bir 'iç sermaye piyasası' oluşturmak için elverişli bir kurumsal biçim olarak yaygınlık kazandı.

Yalnızca üç grup (Koç, Sabancı, İş Bankası) İMKB'deki toplam sermayenin 1988'de yüzde 43'ünü, 1991’de yüzde 45'ini, 1994'te yüzde 27'sini, 1998'de yüzde 34'ünü elinde tutmaktaydı.
2001 yılına gelindiğinde, İMKB'de işlem gören şirketlerin toplam sermayesinin yüzde 57'si, 5 büyük gruba ait 55 şirketin elindeydi.

1980'lerden itibaren, özellikle Anadolu kentlerinde büyüme arzusundaki sermayeler için açık olan bir yol, 'İslami sermaye' denilen kesim içinde yer almak biçiminde ortaya çıktı.

Bunda önemli bir neden, küçük işletmelerin kredi sisteminden dışlanmış olmalarıydı.

Alternatif olarak, 1980'lerde 'özel finans kurumları' (faizsiz bankacılık) adı altında başlayan sistemde, genelde İslami cemaatlerle bağlantılı Anadolu Finans, İhlas Finans (Işıkçılar cemaati), Asya-Finans (BankAsya, Fethullah Gülen cemaati) gibi kuruluşlar ve Al Baraka, Faysal Finans, Kuveyt Evkaf gibi Arap sermayeli firmalar bulunmaktaydı.

Özellikle 2001 krizi sonrasına Derviş-IMF iktidarı ile özelleştirmenin önü iyice açıldı.
Kemal Derviş, 2001'de IMF'ten aldığı 40 milyar doları batacak bankalara verdi.
Aynı yılın Ağustos ayında Üzeyir Garih ortadan kaldırılıyordu.
Garih, inanılmaz bir tehditle karşı karşıyaydı.

İstenilen parayı vermesi mümkün değildi.
Ortağı İshak Alaton ise Erdoğan, Başbakan olduktan sonra gizli kabinesinde yer aldı.
Erdoğan’ın beynini yönlendiren ilk beş kişiden birisi arasındaydı.
2003 yılından sonra ‘özelleştirme’adı altında cumhuriyetin 80 yıllık kazanımlarının küresel sermayeye satılması, ‘Levanten burjuvazi’ ve bir kısım ‘sonradan görme’varlık sahiplerinin şirketlerini, bankalarını, arazi, mesken ve arsalarını yabancılara satmaları ile Türkiye’deki sermaye hareketleri içinde doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının payı hızla arttı.
Borç niteliğinde Türkiye’ye gelen yabancı sermaye 2003’ten sonra rekor düzeyde yükseldi.
Bugün Türkiye’de 15.000 Avrupalı yatırımcı şirket bulunmakta ve borsasının %60’ı yabancıların elindedir.
Özelleştirmeler ile sadece milli sermaye değil, egemenliğe de darbe vuruldu.

Pek çok fabrika Türkiye’de gibi gözükse de mülkiyeti yabancılara aittir.

Sermaye kendini koruma aracı olarak medya vasıtası edinmeyi de bir sigorta aracı olarak görmeye devam etse de, Türkiye’deki baskılar medyayı da içine almakta, gündemi karartmaktadır.

2007 yılından itibaren AKP’nin yeşil sermayeye yer açmak için başlattığı tasfiye harekâtı büyük sermaye grupları ile aralarında kırılmaya neden oldu.

Türkiye ekonomisinde uzun yıllardır hâkim konumda bulunan büyük gruplar (özellikle TÜSİAD çevresi) yavaş yavaş'devre dışı' kaldı; bunların yerini ise AKP tarafından kollanan 'yandaş' sermayeler ve MÜSİAD almaya başladı.

Bir yandan özellikle medya sahibi 'eski' gruplar üzerindeki sıkı maliye denetimleri ve kesilen cezalar, bir yandan da kamu ihaleleri ve özelleştirmeler yoluyla yandaşlara aktarılan rantlar, büyük sermaye içindeki çekişmeyi özetlemektedir.

AKP, kendi 'organik burjuvazisini' yaratmak için uğraşmakta ve TOKİ ihaleleri, yerel yönetimler gibi kanallar aracılığıyla bu grubu beslemektedir.

Bununla birlikte, AKP'nin neo-liberal politikalarından TÜSİAD çevresindeki büyük sermaye de nemalanmaya devam etmektedir.

Türkiye ekonomisinde büyük sermaye gruplarının belirgin ağırlığı devam etmektedir.

Son yıllarda Türkiye’de bir yandan yeşil sermaye içinde MÜSİAD (Çalık, Emine Erdoğan vb. ) ile TUSCON (Gülen cemaati) arasında rekabet başladı.

Bu rekabete son zamanlarda Başbakan ve hükümet üyelerinin sık sık toplantılarına katıldığı diğer bir yeşil sermaye kuruluşu olan TÜMSİAD katıldı.


http://acikistihbarat.com/HaberGoruntule.aspx?id=10418


***

17 Eylül 2020 Perşembe

İmamoğlu bu kayığa binmez.

 İmamoğlu bu kayığa binmez. 



Miyase İlknur,

CUMHURİYET

06 NİSAN 2019

Seçim gecesinden beri medyamızın muhterem temsilcileri gerek köşe yazılarında gerekse ekranlarda daha mazbatasını almadan İmamoğlu için “Türkiye bir lider kazandı”, “İşte CHP’nin başına geçecek adam”, “CHP aradığı lideri buldu”, “2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde İmamoğlu CHP’nin adayı olmalı” türünden abartılı pohpohlamalar da başladı.

 Bayılıyorum bizim bu mahallenin sakinlerine. Kadim alışkanlığımızdır huyumuz kurusun. Çok kolay lider yaratır, üç günde de en ufak bir hatasında diri diri mezara gömeriz. Yahu bu millet İmamoğlu’nu İstanbul’a belediye başkanı seçti CHP’ye genel başkan değil. Hele bir makamına otursun, icraatlarını görelim, gelecekte ne olacağını kim bilebilir? Ne kadar meraklıyız siyaseti dizayn etmeye...

 Yakın tarihimize şöyle bir dönüp bakalım, medyamız kimlere gaz verip lider adayı, iktidarın alternatifi olarak göstermedi ki? Basının pohpohlamasına kendini kaptıran nice isim yok olup gitti. Mehmet Ali Bayar, Cem Boyner, Kemal Derviş, Bedrettin Dalan, Ali Müfit Gürtuna ve daha niceleri. Belediye başkanı olup da liderlik rüyaları görenleri ve medyanın desteğiyle boş havuza atlayan nicesinin kafası gözü yarıldı unuttunuz mu? 

Belediye başkanlığından geliep siyasette tutunabilen tek isim Tayyip Erdoğan. Ancak onun başarısının arka planında, bölgesel ve küresel bir projenin olduğu da unutulmamalı.

Belediye başkanları medyaya iplerini kaptırınca oturdukları koltukları da bir süre sonra kaptırıveriyorlar. Çünkü belediye işlerinden çok siyasetle haşır neşir olunca başarılı olamıyor ve altlarındaki koltuk da gidiyor. Oysa o koltukta bir değil birkaç dönem başarılı işler yapınca seçmen de, mensubu bulunduğu partinin üyeleri de zaten kendisini ödüllendiriyor.

İmamoğlu, medyanın siyasette yeni parlayan ya da seçim kazanmış her ismi, bindirip açık denize saldığı kayığa binmez, binmemeli. Yaşı çok genç. Siyasette de eğer halk ve partisinin tabanı isterse elbette başka görevlere de gelebilir. Neden olmasın? Ama o konu, bugün, bu yıl, bu dönem konuşulacak iş mi Allah aşkına? 

Bakın Eskişehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’e; dört dönemden beri görevini başarıyla sürdürüyor. Hem de belediye meclisinde AKP ağırlığına rağmen.

DSP, 2002’de baraj altında kalınca kendisine genel başkan adayı olması konusunda onca baskıya karşın, liderlik hayallerine kapılmayıp görevini sürdürdü.

Bugün Türkiye’de Yılmaz Büyükerşen’i tanımayan ve hangi partiden olursa olsun takdir etmeyen bir kişi var mı?

İlk gün İmamoğlu’nu göklere çıkarıp CHP’ye lider yapan, hatta hızını alamayıp 2023’te potansiyel Cumhurbaşkanı adayı yapanlar Anıtkabir ziyareti ve “mazbatamı verin” diye haklı çıkış yaptığında bir günde itibarsızlaştırma yarışına girdiler. Seçim gecesi “Hakkımı yedirtmem” dediğinde dirayetli ilan ettiğiniz,

Muharrem İnce’ye örnek gösterdiğiniz İmamoğlu, bu tavrını sürdürünce neden yanlış yapmış olsun ki? 

YSK verilerine göre “Adam sandıktan birinci çıkmış” ve hakkının teslimini istiyor. 

Ne var bunda? 

Yok, bir günde göklere çıkarır, bir günde de ipini çekeriz biz. Sadece siyasete özgü de değildir bu yanlış tavrımız. Sporda, sanatta da benzer yanlışları yaparız. Doğulu toplumlara özgü oryantalist bir davranış biçimidir bu. Acımızı da, sevincimizi de, başarı ve başarısızlığımızı da aynı davranış kalıplarına uygun abartılı göstermeye bayılırız. 

Medyanın mümtaz temsilcileri, adam öğütme makinelerinde İnşallah İmamoğlu’nu da kısa sürede kıyma haline getirip bir kenara atmazlar. Gerçi bu İmamoğlu’nun elinde biraz. İzlediğimiz kadarıyla bu kıyma makinelerine kolunu kaptırmayacak ferasette bir kişilik. Umarım yanılmayız.

***


7 Mart 2016 Pazartesi

HANÇERDE Kİ PARMAK İZLERİ...




HANÇERDE Kİ PARMAK İZLERİ...

 ( BU KİTABI ALIP MUHAKKAK OKUYUNUZ )





YAZAN;
SELCAN TAŞÇI, 



KÜRDİSTAN PROJESİ ÜZERİNDEN TÜRKLÜĞE VURULAN DARBENİN İZİNİ SÜRDÜ...
Bir ülke “Büyük Kurtarıcı”sı tarafından nasıl batırıldı
Irak işgali sadece Türk ordusunun değil Türk siyasetinin de “yeniden dizaynı”nı gerektirdi. “Operasyon”u, savaşa karşı bir başbakan ve “bağımsız Kürt devleti” ihtimalinden endişeli bir koalisyon ortağına emanet edemeyeceğini anlayan ABD, Kemal Derviş üzerinden sadece tarım ve sanayi üretimini bitirip ülkeyi “tam bağımlı” hale getirmekle kalmadı, DSP’nin parçalanması ve “yeni hükümet senaryoları”yla Türkiye’yi erken seçim ile AKP iktidarına sürükleyen süreci de başlattı...
Irak işgali sadece Türk ordusunun değil Türk siyasetinin de “yeniden dizaynı” nı gerektirdi. “Operasyon” u, savaşa karşı bir başbakan ve “bağımsız Kürt devleti” ihtimalinden endişeli bir koalisyon ortağına emanet edemeyeceğini anlayan ABD, Kemal Derviş üzerinden sadece tarım ve sanayi üretimini bitirip ülkeyi “tam bağımlı” hale getirmekle kalmadı, DSP’nin parçalanması ve “yeni hükümet senaryoları” yla Türkiye’yi erken seçim ile AKP iktidarına sürükleyen süreci de başlattı
Türkiye seçim yılına aldığı “balyoz” darbelerinden yalpalayarak girdi.
12 Şubat 2011’de, 163 subay birden tutuklanmış; terfi sıralaması olağan ilerlerse 2017’de Genelkurmay Başkanı olması beklenen Korgeneral Korkut Özarslan’ın annesi, tutuklama haberine dayanamamış, o gece vefat etmişti.
İşgal var Ordu yok
“Arap Baharı” nın bir anda kışa döndüğü günlerdi. Libya kaynıyor; NATO “işgal” için Türkiye’yi “operasyon üssü” olarak kullanıyor; limanlarımızda, hava sahamızda her türlü savaş teçhizatı kuşanmış yabancılar cirit atıyordu. Milli güvenliğimiz açısından bu derece kritik olan süreçte Libya’ya gönderilen gemilerin bağlı olduğu Aksaz’da bulunması gereken üs komutanı, donanma kurmay başkanı, denizaltı filo komutanı Hasdal’daydı!
Türkiye NATO’nun hava harekat merkeziydi ama bir sonraki yıl (2012) YAŞ’ta, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda tutuklanmayan orgeneral kalmadığından “kuvvet komutanı” atayamayacaktı! Korgeneral rütbesindeki subaylardan biri “mecburi orgeneral” yapılarak kuvvet komutanı olabildi!
Ki bunlar daha iyi günlerimizdi!
Sadece bir yıl sonra ülkenin başbakanı “Fırkateynlerimiz, gemilerimiz vesaire, neredeyse komuta kademesinde oralara gönderecek subay kalmıyor. Olmaz böyle şey. İçeride 400’e yakın subay var” diyecekti.
Başkomutan’ın derdi Beşiktaş
Türk ordusunun 163 subayı birden tutuklanmıştı; acaba bu trajedi karşısında “Başkomutan” nasıldı? O günlerde, Abdullah Gül ile birlikte İran’da bulunan Taha Akyol anlattı:
“Akşam, gazeteciler olarak Gül’le yaptığımız sohbette Cengiz Çandar, ” kötü haberim var “ diyor!
Eyvah, kötü bir şey mi oldu?..
Meğer Çandar, koyu Beşiktaşlı Cumhurbaşkanı’na “Beşiktaş’ın yine yenildiğini” haber verecekmiş!
Gül’ün cevabı:
- Hakikaten hayret. Bir takım üç beş maçı kazanır, bir maçı kaybeder, bunu anlarım... Ama BJK sürekli maç kaybediyor!
Doğru söze ne nedir?..”
Başkomutan Beşiktaş’a ağlarken, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bir “balyoz” daha inecek; 30 Mayıs 2011’de ilk kez bir muvazzaf orgeneral tutuklanacaktı;
Hava Harp Akademileri Komutanı Bilgin Balanlı!
Balanlı ile birlikte tutuklananlar arasında Hava Harp Okulu Komutanı da vardı. Türkiye o gün haberdar değildi, aylar sonra öğrenecekti; Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanı Tümgeneral Mehmet Yılmaz Erdoğan istifa etmişti! Dönemin KADEP Genel Başkanı ve Bağımsız Milletvekili Şerafettin Elçi, 12 Haziran 2011 seçimlerinin ardından “PKK ile AKP arasında gayriresmi bir” seçime kadar ateşkes “protokolü” imzalandığını söyledi. 26 Ekim 2011’de Kandil’den gelen açıklama da bunu doğrular nitelikteydi. Murat Karayılan “10 Mayıs 2011’de devlet yetkilileri tarafından iletilen protokoller üzerinde karşılıklı olarak üç gün tartıştıklarını ve sonuçta anlaştıklarını” iddia ederken protokollerin omurgasını “ortak bir yeni anayasa”nın oluşturduğunun altını çizdi.
Bu uğurda “tasfiye” edilen sadece ordu değildi; Türk siyaseti/siyasetçileri de hedefti.
Deniz Baykal’a yapılan “kaset operasyonu” yla Onur Öymen’li, Şükrü Elekdağ’lı CHP’nin yerine Hüseyin Aygün’lü, Sezgin Tanrıkulu’lu “Yeni CHP” dizayn edilmiş; sıra MHP’ye gelmişti. Tam seçim arifesinde, yasadışı yollarla elde edilen görüntü ve ses kayıtlarına dayanan tehdit ve şantajlarla partinin üst yönetimi tasfiye edildi.
Aslında Türkiye de, MHP de, bu tür girişimlere yabancı değildi.
57. Hükümeti ABD bitirdi
DSP Genel Başkanı Masum Türker’in, 4 Şubat 2012’de Yeniçağ’da yayınlanan sözleri, Türk siyasi tarihinin en büyük “operasyon” larından birinin, yine MHP’nin de ortağı olduğu 57. Hükümete yönelik olarak gerçekleştiğinin itirafı gibiydi.
“57. Hükümetin sona ermesinin arkasında Ecevit’siz ve MHP’siz bir hükümet isteği yatıyordu” diyen Türker’e göre bu “isteğin” sahibi ABD’ydi:
“Her gün baskı vardı bize, ayrılın diye. Partinin içerisine dışarıdan baskı vardı... Bütün gazeteler yazıyordu ve Kemal Derviş yeni bir parti, yeni bir işlem yapalım diye İsmail Cem’i ikna etmeye çalışıyordu. En son Yaşar Büyükanıt, İsmail Cem, Kemal Derviş RV Restorant’ta buluşup yemek yediler. Gazetelere de yansıdı o tarihte. DSP’nin bu konuda bölünmesi ABD’ -nin isteklerinden bir tanesiydi.”
Peki ama, 1999’da AB Aday Üyelik Protokolüne, IMF ile 3 yıllık stand by anlaşmasına imza atmış, “Tahkim Yasası” nı geçirmiş; hemen her gün “Artık önümüzdeki 10 yılı görebiliyoruz” diye sevinçle el çırpan “patron”lardan övgü alan koalisyon nasıl parçalanma noktasında gelmişti?
Derviş’e dokunan yanar!
Dolar ve gecelik repo faizleri fırlarken, borsanın çakılması, vatandaş Başbakanlık önünde yazar kasa fırlatırken “vurgun ekonomisi” nin patronlarının daha da ihya olmasından çok daha tuhafı; Türkiye için hazırda tutulan “kurtarıcı” bekletiliyor olmasıydı!
2 Mart 2011’de Dünya Bankası’ndan transfer edilerek Ekonomiden Sorumlu Bakan yapılan Kemal Derviş “15 gün” de çıkarttırdığı “15 yasa” ile ilk iş Türkiye’nin tarımsal ve sanayi üretimi bitirdi!
Türkiye’deki sorunun ekonomik değil siyasi olduğunu söyleyen eski CIA ajanı Mark Parris’in, -Milliyet’te Serpil Yılmaz’ın özel haberine göre- 18 Temmuz 2011’de Ecevit ve Bahçeli’ye “Derviş’i köşeye sıkıştırırlarsa batacakları” tehdidi savurması, çiçeği burnunda “ithal bakan” ın asıl misyonuna dair ilk önemli ipucunu vermişti.
Cengiz Çandar, 7 Şubat 2002’de Yeni Şafak’ta yayınlanan yazısında, “Eğer IMF’nin 24 kişilik İcra Direktörleri Kurulu’ndaki ‘hiç kimse’ Türkiye’ye böylesine ‘rekor düzeyde’ para verilmesinde’ mutlu değil’ise, bu parayı nasıl verebildi? Bunu Washington’da IMF’nin de üzerinde bulunan bir ‘siyasi irade’ ve ‘siyasi otorite’ nin isteğiyle açıklamak uygun olur. Orası neresidir? IMF’ye düzayak beş dakika mesafede ve Amerikan Hazine Bakanlığı binasının bitişiğinde olan Beyaz Saray! (...) Bu ‘rekor meblağ’ın bir ‘dış politika faturası’ olması gerekiyor. Bu ‘fatura’ Ankara’nın Bağdat’a karşı, Washington’a vereceği desteğin faturası. Türkiye Irak’a karşı bir ‘Amerikan harekâtı’olursa, buna ‘tam destek’ verecek. Türkiye bu desteği vermeyecek olsa, bu ‘para’ gelmezdi. Artık kendimizi aldatmaya son verelim. ‘Mukadder geleceğe’ doğru hazırlanalım. Türkiye’nin geleceğini, IMF programının uygulanması ve Irak’a yönelik girişimler belirleyecek...” diyordu.

Ve doğruydu!

Eski ABD Başkanı Bill Clinton’un danışmanı Dick Morris’in “Türkiye, Irak operasyonuna destek verecek. Çünkü Türkiye’nin sahibi IMF’dir. IMF parasını verip, Türkiye’yi satın aldı” sözleri, yazdıklarının Çandar’ın “kişisel temennisi” nden ibaret olmadığını gösteriyordu!
Irak işgaline hazırlanan ABD için en kötü senaryo; Türkiye’nin başında “Savaşa karşıyım” diyen bir Başbakan ve müdahalenin “bağımsız bir Kürt devleti” doğurabileceğinden endişelenen bir Başbakan Yardımcısı’nın bulunmasıydı! Dönemin Milli Savunma Bakanı Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu’nun -önceki bölümlerde ayrıntılı anlattığımız- NATO resti de cabası!..
Her Taşın altında Doğan Medyası
Operasyon günü yaklaştıkça Washington-İstanbul-Ankara hattındaki trafik de yoğunlaştı. Eski CIA Başkanı da olan baba Bush, TÜSİAD üyeleriyle yemek yiyor; o yemek masalarından kulisler aktaran köşe yazarları “Washington’un Ecevit sonrasını planladığını” haber veriyor, ABD Ankara Büyükelçisi Pearson, Mesut Yılmaz ve Kemal Derviş üçlüsünün arasından su sızmıyor, olmayan bir seçimin anketleri yayınlanarak AKP palazlandırılıyor, İsmail Cem yeni parti kurmaya teşvik ediliyor, DSP’ye bütün olarak hükmedemeyenler bölme yoluna gidiyordu... Ve bütün bu organizasyonu yürütenler; dönüyor dolaşıyor aynı adreste buluşuyordu:
Doğan Grubu’nun 4 Temmuz 2002’de Frankfurt’taki yeni baskı tesislerinin Mesut Yılmaz’lı, Tansu Çiller’li, Tayyip Erdoğan’lı, İsmail Cem’li, Tunca Toskay’lı açılışı çok tartışıldı. Özellikle MHP lideri “3 Kasım süreci” konusu her açıldığında lafı o ünlü ve gizemli “Frankfurt toplantısı”na getirdi ama dönemin aktörlerinden/tanıklarından hiçbiri o toplantıda Bahçeli’nin “ erken seçim kararı” almasına yol açacak kadar “hayati” hangi konunun konuşulduğunu açık olarak söylemedi. Bütün yazılanlar, çizilenler “iddia”dan ibaretti. Kesin olan; Bahçeli o toplantıdan birkaç gün sonra 7 Temmuz 2002’de Bursa’da 11. Kocayayla Türkmen Kurultayı’nda “dış güçler Ecevit’siz ve MHP’siz bir iktidar istiyorlar, kararı Türk Milleti versin” diyerek “erken seçim” teklif etti.
“Ecevit’siz ve MHP’siz iktidar Senaryosu”
Bahçeli’ye göre “senaryo” şöyleydi:
“Sayın Derviş, siyasi belirsizlik dedi. Onun ardından uluslararası finans kuruluşları, şirketler, iç ve dış basın bu kavrama destek verdi. Derviş’e ‘Siyasi belirsizlik var mı?’diye sordum. Bana ‘Yeni bir hükümet senaryosu’ yanıtını verdi.
(...)
İşin gerçeği Ecevit’siz ve MHP’siz bir iktidar oluşumunun yolunu açmak. Bütün yaşananların özeti budur. Daha sonra Merkez Bankası Başkanı’na ‘Bu doların, faizin yükselişini durduramaz mısınız?’ diye sorduğumda ‘Durdurabiliriz ama yükselir’ yanıtını aldım. Nedenini sorduğumda ise ‘Siyasi belirsizlik’ dedi. Ben de kendisine ‘Eğer Türkiye’de bazı şeyler dış basınla ve finans kuruluşlarının söyledikleriyle olacaksa, bağımsız Merkez Bankası’nın görevi, sorumluluğu nedir?’ diye sordum.
Bütün bunlar yeni senaryoların gündeme sokulduğunu gösteriyor.
(...)
Millet iradesine dayanmayan değişiklikler yapılmak isteniyor. Türkiye, geleceğini Financial Times gazetesi yazarının, değerlendirme kuruluşlarının, bazı medya unsurlarının belirleme yetkisinde görmemelidir. Türkiye’nin geleceğine halk karar verir.
Türkiye’de belli çevre ve odakların yönlendirmelerine uluslararası finans kuruluşları veya basın desteğiyle Türkiye’de iktidarlara şekil verme gayreti olanlara millet olarak cevap vermeliyiz...
Sonrası çorap söküğü gibi geldi:
Hüsamettin Özkan ve İsmail Cem, DSP’den ayrıldı. Cem yeni partiyi kurdu ancak onu buna teşvik eden Derviş, görevi oraya kadar olmalıydı ki geri çekildi.
“Yarı-sömürge” olmanın gereği
14 Temmuz 2002’de Türkiye, ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz’i ağırladı. Wolfowitz’in Mustafa Koç’un yalısında yemek yediği kadro “Yeni Türkiye” nin kimler eliyle, nasıl şekillendirileceğine dair fikir verir gibiydi:
Bülent Eczacıbaşı, Kemal Derviş, Can Paker, Mehmet Ali Bayar, Cem Duna, Cem Boyner, Şerif Egeli, Özdem Sanberk, Yılmaz Argüden, Kemal Köprülü, Cengiz Çandar, ABD İstanbul Başkonsolosu David Arnd, ABD Ankara Büyükelçisi Robert Pearson...
Yemekte “Irak” konusu konuşulmuştu; ancak Wolfowitz’in isteğiyle konuşulanlar “o masada” kalacaktı! Çandar söz verdiği gibi “ketum” davranıp o masada konuşulanları açıklamadı ama aylar önce, 17 Mayıs 2002’de yine Yeni Şafak’ta yayınlanan “ibretlik” satırları zaten Türkiye için çizilen “yol haritası” nı çoktan açığa çıkarmıştı:
“ Eğer Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri’nin ‘siyasi yarı-sömürgesi’ olmasına razı ise; geleceğini Beyaz Saray-Pentagon-IMF-Dışişleri’nden oluşacak ‘Washington eşgüdümü’ne terk ederek yol almaya bakacaktır. Bu çerçevede, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson’a atfen yayılan ‘Ecevit’in çekileceğine ve yakında seçim olacağına ilişkin duyum aldıkları’ söylentilerine kulak vermek gerekir.
Böylesine ‘hasta ve hastalıklı bir siyasi sistem’in; ‘üçlü koalisyonun vazgeçilmez yapıştırıcısı’ işlevi gören Bülent Ecevit’in bu rolünü ‘terk etmesi’ halinde ’yeni bir irade’yle işlerlik kazanmasından başka şansı yoktur.
Eğer Türkiye’de ‘askeri idare’ olmayacaksa; Türkiye’nin 2004’ten önce seçime gitmekten başka çaresi gözükmüyor...”



..

19 Ekim 2015 Pazartesi

Açılım Süreci Hep Yahudileri, Siyonistleri ve CIA'nı sevindiriyor.




Açılım Süreci Hep Yahudileri, Siyonistleri ve CIA'nı sevindiriyor. 


9 HAZIRAN 2013 PAZAR

Açılım Süreci Hep Yahudileri, Siyonistleri ve CIA'nı sevindiriyor. Yedi ceddi Yahudi karısı CIA ajanı olan Kemal Derviş de açılımdan çok memnun

açılım süreci, apo, vatan haini, denilmemeli, kemal derviş, CIA, kripto yahudi, karısı
Açılım Süreci Hep Yahudileri, Siyonistleri ve CIA'nı sevindiriyor.
Yedi ceddi Yahudi karısı CIA ajanı olan Kemal Derviş de açılımdan çok memnun

TAHA AKYOL'A KONUK OLAN KEMAL DERVIŞ'TEN ÇARPICI AÇIKLAMALAR

Eski Devlet Bakanı-Ekonomist Kemal Derviş, CNN TÜRK'te Taha Akyol'un konuğu oldu. Çözüm süreci hakkında düşüncelerini paylaşan Derviş çarpıcı açıklamalarda bulundu.

'VATAN HAİNİ DENMEMELİ' 

Çözüm sürecinde iki temel noktanın olduğunu belirten Derviş 'Biri şiddetin olmaması ikincisi ise herkesin özgürce fikrini söyleyebilmesi ve öneri getirebilmesidir. Bu öneriyi getirene vatan hanini denmemeli. Her türlü öneri demokratik bir çerçevede tartışılmalı. Herkesin amacı aynı bu ülkede barış içinde yaşamak'dedi.

'ÖCALAN DEĞİŞMİŞ OLABİLİR'


Barışın her neticede düşmanla yapıldığını kaydeden Derviş, 'Hep geriye gidersek işin içinden çıkamayız. Ben insanların değişebileceği kanısındayım. Bugünkü Öcalan, 20 yıl önceki Öcalan değildir belki de. Her insan deneyimlerinden öğrenebilir. Kendisi şiddete karşıysa ve şiddetin sona ermesinde yardımcı olabilecekse yardımcı olsun' ifadelerini kullandı.

'ŞU ANDAKİ GÖRÜNTÜ SEVİNDİRİCİ'

Türkiye'nin artık güçlendiğini ve her şeyi tartışa bileceğini söyleyerek devam eden Derviş, PKK'nın silah bırakması konusunda ise 'PKK'nın ne zaman silah bırakacağı konusundaki belirsizlik rahatsız edici. Bu konuda ayrıntılara girmek benim için zor. Silah oldukça tehlike devam ediyor ama şu andaki görüntü bile sevindirici. Çünkü son haftalarda olay yok çekilme var.' şeklinde konuştu.

VATAN


..

8 Şubat 2015 Pazar

'' ORTANIN SOLU '' KAVRAMI VE BAŞIMIZA GELENLER..



''  ORTANIN  SOLU ''  KAVRAMI  VE BAŞIMIZA GELENLER..



Türkiye'deki seçilmişler kim? / Derin Vakıflar ve Bilderberg

Selam Gadasını Aldıklarım.

Bu yazıda küresel güçlerin ve vakıflarının ülkemize nasıl "adam yetiştirdiklerine" yer vereceğim. Alınmak gücenmek yok, gerçeklerle yüzleşelim. Yazının bazı kısımlarında ismi geçen kişilerle ilgili biyografik alıntılar yapacağım.

2009'da gazeteci Arslan Bulut'un ortaya çıkardığı bir gerçek vardı. Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Eğitim ve Kültürel İşler Bürosu'nun (The Bureau of Educational and Cultural Affairs) Resmi sitesinde Abdullah Gül'ün adı, International Visitor Leadership Program (Uluslararası Ziyaretçi Liderlik Programı) ile "yetiştirilen" dünya liderleri arasında gösteriliyordu. Yetiştirilen isimler, ECA ve Fulbright bursları altında listeleniyordu. Daha sonra ilgili içerik siteden kaldırılmış. Fakat snapshot var panpa.

Resmi büyütmek için tıklayın

Arslan Bulut bu durumu fark edene kadar Abdullah Gül'ün 1995'te 'Milli Kültür Vakfı' bursu ile ABD'ye gittiğini sanıyorduk. Bugün ortaya çıkıyor ki Gül ile birlikte Fehmi Koru da ABD burslarına tabi tutulmuş...

CIA bağlantılı "Düşünce Kuruluşu" olan Rand Corporation'un yayın organı Ocak 1996'da Recep Tayyip Erdoğan'ın Başbakan, Abdullah Gül'ün ise Dışişleri Bakanı yapılacağını açıkça yazdı. 1996'da ABD'nin Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz'le Erdoğan arasında bir yakınlaşma başlıyor. Erdoğan'ın yıldızı o dönemden sonra parlatılmaya başlıyor. Durumu fark eden Aydınlık, 20 Ekim 1996 tarihinde "Abramowitz, Tayyip'i Erbakan'ın yerine hazırlıyor" manşeti ile çıkıyor...

Resmi büyütmek için tıklayın

İlerleyen süreçte Erdoğan ve Gül'ün ABD'li yetkililer ve çeşitli yahudi lobileriyle olan yakınlaşmalarını izliyoruz...

ABD'nin ECA ve Fulbright'la yetiştirdiği dünya liderlerinden bazıları:

  • Heinz Fischer (Avusturya Cumhurbaşkanı)
  • Yves Leterme (Belçika 48. Başbakanı)
  • Željko Komšić (Bosna-Hersek eski Cumhurbaşkanı)
  • Lars Løkke Rasmussen (Danimarka eski Başbakanı, Liberal Parti Venstre lideri)
  • Tarja Halonen (Finlandiya eski Cumhurbaşkanı)
  • Matti Taneli Vanhanen (Finlandiya eski Başbakanı)
  • Nicolas Sarkozy (Fransa eski Cumhurbaşkanı)
  • François Fillon (Fransa eski Başbakanı)
  • Mikheil Saakashvili (Gürcistan Cumhurbaşkanı)
  • Fatmir Sejdiu (Kosava eski Devlet Başkanı)
  • Dalia Grybauskaite (Litvanya Cumhurbaşkanı)
  • Andrius Kubilius (Litvanya eski Başbakanı)
  • Nikola Gruevski (Makedonya Başbakanı)
  • Lawrence Gonzi (Malta Başbakanı)
  • Jan Peter Balkenende (Hollanda Eski Başbakanı)
  • Jens Stoltenberg (Norveç Başbakanı, İşçi Partisi Genel Başkanı)
  • Donald Tusk (Polonya Başbakanı)
  • Anibal Cavaco Silva (Portekiz Cumhurbaşkanı)
  • Robert Fico (Slovakya Başbakanı)
  • Fredrik Reinfeldt (İsveç Başbakanı)
  • Gordon Brown (Birleşik Krallık eski Başbakanı)

Her neyse, devam edelim...

Bugün Türkiye'de kimsenin sevmediği adam Süleyman Demirel, Eski ABD Başkanı Dwight Eisenhower adına 1954'de kurulan Eisenhower Vakfı'nın bursuyla gerekli "eğitim" ve "beyin yıkama" operasyonundan geçirildikten sonra Türk siyasetinde uzun soluklu bir dönem geçirmiştir.

Bilderberg katılımcılarından Enis Berberoğlu'nun eşi Oya Berberoğlu, Eisenhower'ı şu sözlerle övüyor:
"...Bu tanış durumu ileriki dönem hayatlarında müthiş kolaylıklar sağlıyor. Gittikleri ülkelerde kapılar hemen açılıyor..."

Rahmi Koç, Eisenhower Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi'dir. Vakfın Türkiye sorumlusu ise bir dönem yine vakıf tarafından burs verilen Radikal gazetesinden Murat Yetkin.

Eisenhower Vakfı'nın bursiyerlerinden bazıları:

  • Süleyman Demirel (Eski Cumhurbaşkanı) 
  • Yılmaz Argüden (Rothschild Bankası Türkiye Temsilcisi, KalDer Yönetim Kurulu Başkanı)
  • İsmail Üstel (Kişisel Gelişim Uzmanı, Adalet Bakanlığı, Ankara Büyükşehir Belediyesi, Başbakanlık, MEB, MSB, Türk Telekom gibi bir çok kamu/özel sektöre eğitim ve danışmanlık hizmetleri)
  • Duran Taraklı (ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü. Emekli Öğretim Üyesi)
  • Okan Karagözoğlu (Eski Bürokrat, Meka Beton Santralleri Satış ve Pazarlama Dep. Gen. Md. Yrd.)
  • Akın İzmirlioğlu (Eski Enerji Bakanlığı Müsteşarı) 
  • Erdal Kabatepe (İşadamı, TURKAB Genel Başkanı) 
  • Yurdakul Yiğitgüden (Maden Yüksek Mühendisi, Uluslararası Enerji Danışmanı) Bkz 1 / Bkz 2 
  • Aydın Ayan (Ressam) 
  • Nilüfer Narlı (Sosyolog)
  • Tuğraberk Usul (13 yaşında Eisenhower bursu kazanan genç, şu an 18 yaşında) Bkz
  • Serbülent Bingöl (80 darbesi sonrası Bülend Ulusu hükümetinin TBMM dışından Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı)
  • İpek Cem Taha (İstanbul'daki Columbia Küresel Merkezi'nin Direktörü, İsmail Cem'in kızı)
  • Murat Yetkin (Köşe yazarı/Radikal)
  • Şaban Karataş (TRT Eski Genel Müdürü)

Uzun yıllar CHP'de Genel Başkanlık koltuğuna oturan ve giderken "okyanus ötesine" selam gönderen Deniz Baykal, 1963-1965 yıllarında Rockefeller Foundation bursu ile ABD'de kaldı...

Rockefeller Foundation'ın misyonuna bakalım:

"Bu kuruluş tüm ülke öğrenci ve akademisyenlerine, Geri kalmış ülkelerin iktisadlarınıi geliştirecek projelerin hazırlanması ve uygulanması programlarında çalışmak üzere eğitim, staj ve istihdam olanakları vermektedir."

HE CANIM HE. Neyse...

Solun unutulmaz lideri Bülent Ecevit 1957'de Rockefeller Vakfı'nın bursu ile ABD'ye gidiyor, Harvard Üniversitesi'nde Ortadoğu ile ilgili incelemeler yapıyor... O sırada, Henry Kissinger da Harvard'da rektör... Ayrıca Ecevit'in hocalarından biri...

Peki Henry Kissinger kim? Nobel Barış Ödülü almış bir katil. Bilderberg'in Türkiye sorumlusu...

Bilderberg ne ola ki? diyen varsa, özet geçeyim:

Bilderberg, gelişmemiş, gelişmekte olan ve bazı gelişmiş ülkelerin bile geleceğine karar veren oluşumun üçüncü ayağıdır.. Bu üç ayağın tepedeki karar mekanizması CFR (Dış İlişkiler Konseyi)'dir. Bir altında Trilateral Commission (Üçlü Komisyon) ve en altta Bilderberg vardır.

Erol Bilbilik'ten de alıntı yapayım: "Bilderberg Amerikan sermayesinin ve CIA'in Avrupa ayağıdır."

Türkiye'den Bilderberg'e katılan isimler arasında geçmişte Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz, Cem Boyner, İsmail Cem, Gazi Erçel, Emre Gönensay gibi isimler vardı.

1995'te Bilderberg toplantısına katılan Cem Boyner, toplantıdan sonra parti kurar. İsmi bugünlerdeki bir hareketi anımsatıyor; Yeni Demokrasi Hareketi. Partinin katılımcıları arasında Kemal Derviş, Cengiz Çandar, Etyen Mahçupyan, Kemal Anadol, Mehmet Altan gibi "ilginç" isimler vardı. Seçimler hezimet oldu.

Son yıllarda Türkiye'den Bilderberg'e katılan isimler şunlar: 
  • Ali Babacan (Başbakan Yardımcısı), 
  • Mustafa Koç (Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı), 
  • Faik Öztrak (CHP milletvekili), 
  • Fehmi Koru (Gazeteci),
  • Ferit Şahenk (Doğuş Holding Yönetim Kurulu Başkanı, Garanti Bankası Yönetim Kurulu Başkanı)
  • Enis Berberoğlu (Gazeteci), 
  • Hikmet Çetin (CHP eski Genel Başkanı, TDH üyelerinden), 
  • Kemal Derviş (Eski Bakan ve Milletvekili), 
  • Arzuhan Doğan Yalçındağ (Doğan TV Holding A.Ş. Yön. Kur. Bşk., TÜSİAD eski Başkanı), 
  • Muhtar Kent (Coca Cola Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı)
  • Ümit Boyner (TÜSİAD Başkanı), 
  • Cem Duna (Bürokrat, TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Bşk. Yrd.), 
  • Emre Gönensay (Işık Üniversitesi'nde Öğretim Üyesi, Eski Dışişleri Bakanı), 
  • Cengiz Çandar (Gazeteci), 
  • Mehmet Ali Birand (Gazeteci),
  • Sami Kohen (Gazeteci), 
  • Suzan Sabancı Dinçer (Akbank Yönetim Kurulu Başkanı), 
  • Agah Uğur (Borusan Holding CEO'su),
  • Serpil Timuray (Vodafone Türkiye CEO'su), 
  • Zeynep Damla Gürel (Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı, CHP eski Milletvekili), 
  • Ruşen Çakır (Gazeteci), 
  • Fuat Keyman (Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi), 
  • Süreyya Ciliv (Turkcell CEO'su), 
  • Tayyibe Gülek (Eski Devlet Bakanı ve eski Milletvekili), 
  • Şefika Pekin (Avukat), 
  • Zeynep Göğüş (Gazeteci)
Bu isimlerle ilgili Wikipedia'dan ve başka kaynaklardan "biyografik" alıntılar yapacağım.

Ali Babacan (Başbakan Yardımcısı):
1990 yılında Fulbright bursu kazanarak, ABD'ye gitti.
1990-1992 yılları arasında ABD Chicago'da bulunan Northwestern Üniversitesi Kellogg School of Management'da İşletme dalında yüksek lisans (MBA) yaptı.

Şu meşhur Fulbright bursları... Ülkelere ajan yerleştirmek için kullanılan Fulbright'lar... Ülkemizdeki üniversitelere "ajan" öğretim görevlileri gönderen Fulbright'lar... Amacı misyonundan belli:
"Komisyonumuz 60 yıldır Türk ve Amerikalı öğrenci, akademisyen, öğretmen ve profesyonellerekültürel değişime katkıda bulunmak amacıyla burslar sağlamaktadır. Ayrıca EducationUSA danışmanlarımız Amerika'daki eğitim olanakları hakkında öğrenci ve araştırmacılara bilgi vermekte, yol göstermektedir."

Mustafa Koç (Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı):
İsviçre'de Lyceum Alpinum Zuoz (1980) ve ABD'de George Washington University (1984) mezunu.


Suzan Sabancı Dinçer (Akbank'ın Yönetim Kurulu Başkanı):
Lisans öğrenimini İngiltere'deki Richmond College'da Finans ve Uluslararası Pazarlama üzerine yaptı. Sabancı Dinçer, ayrıca ABD’de Boston Üniversitesi'nden işletme dalında lisans üstü (MBA) dereceye sahiptir.
National Bank of Kuwait Uluslararası Danışma Kurulu Üyesi,
Blackstone Uluslararası Danışma Kurulu Üyesi,
Chatham House Mütevelli Heyeti Üyesi,
Institute of International Finance'in Yönetim Kurulu Üyesi,
Gelişmekte Olan Ülkeler Danışma Kurulu Üyesi,
Global İlişkiler Forumu Yönetim Kurulu Üyesi,
Forum İstanbul Onursal Danışma Kurulu Üyesi,
TÜSİAD Üyesi.


Hikmet Çetin (CHP Eski Genel Başkanı):
ABD'de Williams College'de kalkınma ekonomisi üzerine master yaptı. 1968 yılında ABD'de Kaliforniya eyaletinde Stanford Üniversitesi'nde planlama modelleri üzerine araştırma çalışması yaptı.
2004 Ocak ayında NATO'nun Afganistan'daki Kıdemli Sivil Temsilcisi görevini üstlendi. Bu görevini 2006 Ağustos ayında tamamladı. CHP içinde Deniz Baykal'a karşı muhalefette yer alan Çetin, bir süre Mustafa Sarıgül'ün liderliğindeki Türkiye Değişim Hareketi (TDH) içinde yer aldı.


Kemal Derviş (İktisatçı, Siyasetçi):
İngiltere'de Londra Ekonomi Okulu'ndan ekonomi alanında lisans ve lisansüstü derecelerini aldıktan sonra ABD'nin Princeton Üniversitesi'nde doktorasını yaptı. 1973-77 yılları arasında ODTÜ ve Princeton Üniversitesi'nde ekonomi alanında ders verdikten sonra, 1977'de Dünya Bankası'na girdi. Bu kurumda 1996 yılında Ortadoğu ve Kuzey Afrika'dan sorumlu başkan yardımcılığına yükseldi.
3 Kasım 2002 Seçimlerinde CHP'den İstanbul milletvekili seçildi. 9 Mayıs 2005’de milletvekilliğinden istifa ederek Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Başkanlığı görevine atandı.


Serpil Timuray (Vodafone Türkiye CEO'su):
Üsküdar Amerikan Lisesi’ni bitirdi. ABD'de North Caroline Aswille High School’dan mezun oldu. İstanbul'a dönerek Boğaziçi Üniversitesi'nde işletme okudu.
YASED ve TUSİAD üyesi.


Süreyya Ciliv (Turkcell CEO'su):
Ankara Fen Lisesi'nden 1976'da mezun olduktan sonra 1977'de eğitimini sürdürmek için ODTÜ'yü terk ederek ABD'ye gitti. University Of Michigan'da, endüstri mühendisliği ile birlikte bilgisayar mühendisliği eğitimi aldı. 3.5 yılda, University of Michigan'dan iki diploma ile mezun oldu. 1981 yılında üniversiteden mezun olduktan sonra, Harvard Business School'da iki yıl iş idaresi yüksek lisansı aldı. 4.5 sene Metagraphics'de çalıştı. Buradan ayrıldıktan 8 ay sonra, Metagraphics'in en büyük ortağı oldu. 1987 yılında ABD'li bir arkadaşı ile Novasoft'u kurdu. Daha sonra IBM'in de ortak olduğu firma, Gartner Group tarafından en vizyonel şirket seçildi. 1997 yılında Türkiye'ye dönerek Microsoft Türkiye'nin genel müdürlüğünü üstlendi. Bu görevi 3 yıl yürüttükten sonra şirketin ABD'deki merkezine transfer oldu. 2000 yılından sonra ABD'de Microsoft Global Satış, Pazarlama ve Hizmet Grubu'nda çeşitli yöneticilik pozisyonlarında bulundu. En son Microsoft Global Saha Hazırlık Stratejileri ve Sistemleri'nde Genel Müdür olarak görev yaptı. 9 Ocak 2007 tarihinden itibaren Turkcell'in Genel Müdürü oldu.


Faik Öztrak (CHP milletvekili, Kemal Derviş politikalarının destekçisi):
1973 yılında İstanbul Saint Joseph Lisesi'ni ve 1977 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Ekonomi Bölümü'nü bitirmiştir. İngiltere'de Birmingham Üniversitesi'nden kalkınma finansmanı konusunda master derecesi almıştır.


Sami Kohen(Gazeteci):
Sami Kohen 1928 yılında İstanbul'da doğdu. Yahudi bir aileden gelir. Gazeteci Albert Kohen'in oğludur.
Milliyet gazetesindeki köşe yazarlığının yanı sıra ABD'de yayınlanan "Christian Science Monitor" ve New York Times gazetelerinde de makaleler yazmaktadır.1954 yılından bu yana aralıksız olarak Milliyet gazetesinde yazarlık yapmaktadır.


Agah Uğur(Borusan Holding Genel Müdürlüğü):
İngiliz Erkek Lisesi ve İngiltere'de Birmingham Üniversitesi üretim mühendisliğinden mezun olmuştur. 1987-1989 yılları arasında Emlak Bankası Mali İşler Grup Müdürü olarak çalışmıştır.
TÜSİAD, KALDER, GYİAD üyesi...


Fehmi Koru(Gazeteci):
Gazeteciliğe Zaman gazetesinde başladı. Zaman'dan ayrıldıktan sonra bir müddet Turkish Daily News gazetesinde yazdı. ABD'nin önde gelen üniversitelerinden Harvard Üniversitesi'nde yüksek lisans ve doktora eğitimi almıştır.

Harvard... Tıpkı Ecevit gibi... Güzelmiş.

Nedir lan bu Harvard? Her mezun olan bi' yerlere geliyor. Özenti piçler atlamasın şimdi "ismi yetiyor, prestij, bıdıbıdı" diye. Harvard, tıpkı Yale Üniversitesi gibi ABD'nin kendi çıkarlarına yönelik "lider" yetiştirme üniversitesidir. David Rockefeller, 2008 yılında bu yüzden Harvard Üniversitesi'ne 100 milyon dolar bağışta bulunmuştur. (Bkz)

Harvard mezunu isimlerden bazıları:
  • George W. Bush (ABD Eski Başkanı)
  • John F. Kennedy (ABD Eski Başkanı)
  • Theodore Roosevelt (ABD Eski Başkanı)
  • David Rockefeller (İş adamı, petrol zengini, Yeni Dünya Düzeni ve Dünya İmparatorluğu ütopyasının mimarlarından)
  • Ban Ki-mun (BM Genel Sekreteri)
  • Morton I. Abramowitz (ABD'nin eski Türkiye Ankara Büyükelçisi, CFR üyesi) - (AKP'yi doğuran isim)
  • Henry Kissinger (Bilderberg'in Türkiye sorumlusu)
  • Dean Acheson (ABD eski Dışişleri Bakanı, 4 Başkan'ın danışmanlığını yapmış isim, Truman Doktrini ve Marshall planının mimarı)
  • Abdiveli Muhammed Ali (Somali Eski Başbakanı)
  • Kerim Ağa Han (Nizari İsmaili Tarikatının 49. İmamı)
  • Tayyibe Gülek (Eski milletvekili, bakan, 2008'de Davos tarafından Geleceğin Genç Liderleri arasında gösterildi, 2011'de Bilderberg'e katıldı)

Dikkat edin, bu işin solu sağı yok. "Gerçek sol"u kontrol altında tutmak için zamanında eğittiklerini "ortanın solu" düsturuyla önümüze sunanlar da, ülkeyi faşizan dinciliğe temsil edenler de aynı odak. Şucu bucuyu bir kenara koyup, "önce vatan" dememizin vakti çoktan geldi de geçiyor bile...

Bu yazı ileride güncellenebilir. Yorulduğum için yayına alıyorum, iyi bir arşiv halini alacak diye düşünüyorum.

http://ikinciturkdevrimi.blogspot.com.tr/2012/12/turkiyedeki-secilmisler-kim-derin.html