27 Mart 2020 Cuma

Tacı Haine Giydiren Milletin Kanı Dinmez: CHP MUVAZAALARI ve BAYKAL'ın İSTIFASI BÖLÜM 3

Tacı Haine Giydiren Milletin Kanı Dinmez: CHP MUVAZAALARI ve BAYKAL'ın İSTIFASI BÖLÜM 3



CEMAL KUTAY “TÜRKİYE’Yİ YOK EDECEĞİZ” DİYOR”.

“Allahsız bir nesil yetiştirmeye” çalışan zamanın yöneticilerinin bu tutumu, 
giderek laiklik ve Atatürk düşmanı dinci kesimi yüreklendirmiş, “Bizim 
vazifemiz... Türkiye Cumhuriyeti’ni yok etmektir. Her ne surette olursa olsun 
yok etmek ve sünni İslam devletini kurmaktır” biçiminde yayın yapmak noktasına getirmiştir. (Taraf Dergisi, 2-8 Aralık 1994) 

1948 yılında Milli Eğitim Bakanı olan kişi, “Bu memlekette dinci bir yönetim 
kurulacaksa, onu da bir başka parti değil biz yaparız” diyordu. CHP yönetiminin 
son başbakanı din profesörü Şemsettin Günaltay ise “En çok din eğitimi veren 
okulların açılması ile anılacağım” diyordu Meclis kürsüsünden. (age) 
Yani gericilik Menderes’ten önce bizzat devletimizin kurucularından İsmet 
İnönü’nün “Milli Şefliği” döneminde başlamıştı.
II.Dünya Savaşı sonrası Küresel etki alanları.Büyütmek için haritayı tıkla.

1948’de Amerikan yardımının sürmesi karşılığı ilkokullarda okutulmak üzere Milli Eğitim Bakanlığı “Müslüman çocuğun el kitabı” isimli bir ders kitabı 
yayınlamıştı.

Bu bağlamda bir değerlendirmeyi bilginize sunmak istiyorum. 
Yazar, yayıncı Cengiz Özakıncı “İrtica 1945-1999” isimli kitabında şöyle diyor. 
Kuşkusuz elindeki sayısız belgelere dayanarak.

“Demokrat Parti Türkiye’yi ABD’nin istediği gibi bir din devletine dönüştürmek 
üzere kurulmuştu. Ancak CHP, yönetimden düşmemek için ABD’nin din devleti 
isteğini biz yerine getirirsek Amerika Menderes’in Demokrat Partisi’ne gerek 
duymaz, Amerika’nın her dediğini yaparsak yönetimde kalırız” düşüncesiyle 
davranıyordu. (age, sf. 88) 

Sayın Özakıncı ardından ekliyor. 

CHP’li Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın yakalanan bir solcuya “Yahu size de ne 
oluyor? Bu memlekete komünizmi getirmek gerekiyorsa onu da biz getiririz” 
dediğini anımsatıyor.

ŞİKELER YÜZLERE VURULUYOR;

FEVZİ ÇAKMAK PAŞA’nın PARTİSİ MUVAZAAYI AÇIKLAR;

Devletin nasıl bir entrikaya kurban gittiğini gören ve bunu halkla paylaşarak 
onları uyandırmayı deneyen,DP içindeki sertlik yanlıları DP’den koparak Millet 
Partisini (MP) kurdular (20 Temmuz 1946). Mareşal Fevzi Çakmak’ın fahri başkanı olduğu Millet Parti’si, DP’yi «muvazaa partisi-(Gizli Anlaşma-ŞİKE Partisi)» 
olmakla suçluyor gerçek muhalefeti kendisinin temsil ettiğini ileri sürüyordu.

      DP’nin bir muvazaa partisi olduğu hakkındaki söylentileri Bayar 
      cevaplandırdı(1946): 
      “…Partimizin yurt içinde serpilip gelişmesi yolundaki çalışmalarımızdan 
      bugüne kadar aldığımız sonuç bizi memnun etmektedir… ne Halk Partisi’ne ve ne de partimize böyle küçültücü bir hareketi yüklemeğe imkan yoktur.” 
      Deseler de doğruyu söylememişlerdir.

Muammer AKSOY “CHP ŞİKE PARTİSİ” Açıklaması;

21.5.1970 Milliyet “İNÖNÜ ALDATILDI”-SBF Basın Yayın Yüksek okulu Müdürü 
Prf. Muammer AKSOY,dün yaptığı basın toplantısında “İnönü aldatılmıştır.  İnönü nün Hukuk müşaviri Turan Güneş’in fikrine uyarak söylediği üniversiteye polis girer sözü bize ters geliyor demiştir.
Aksoy, CHP’nin muhalefet partisi olmaktan çok,şike bir muhalefet parti durumuna düştüğünü ileri sürerek şöyşe devam etmiştir.

“Pazar sabahı polis ve jandarma tarafından yapılan baskında kendi makam odası ile öğrenci işleri odasının da arandığını söyleyen Aksoy,”Fikir özgürlüğü 
olmayan yerde demokrasiden bahsedile-meyeceğini öne sürmüş ve polisin 
üniversiteye giremeyeceğini savunmuştur.

Aramayı yapanların siyasilerin emrinde olduğunu da belirtmiş ve Vali ile 
içişleri bakanını suçluyorum.Bir düşünürün dediği gibi Anayasa ile metni 
arasındaki fark uçurum halini alırsa o ülkede patlamalar olur.demiştir.
Aksoy,patlamanın nasıl olacağına dair bir fikri olmadığını,yer altı işlerine 
karışmadığı için bunu söyleyemeyeceğini belirtimiş,”siyasi iktidar,anayasadan 
tamamen uzaklaşmıştır.

CHP-DP Şikesinin F.Çakmak'ın partisi tarafından ifşa edilmesinden 14 yıl 
sonra,ADB Cuntasının kurduğu Yassıada Mahkemelerinde, kendisini savunacak avukat bulamayan Adnan Menderes’e ABD işbirlikçisi cuntanın bulduğu,kendini 
“Hıristiyanlara daha yakın gördüklerini söyleyen solcu-Alevi” cemaatından olan 
avukat Hüsamettin Cindoruk,bu hizmeti yüzünden, Mandacı,feodal,Nurcu-işbirlikçi,faşist,Saltanatçı tayfa tarafından “kutsanıp, koruma altına alınacak”, ABD’ci cuntanın emri ile 2007 yılında Süleyman Demirel’in “gizli talimatıyla” yeniden kurduğu Menderes’in partisine başkan olacak ve onu “Atatürkçü-Demokrat” gösterme şirinliği içinde bu “muvazaa” işini 
de aşağıdaki cümlesinde itiraf edecekti.

64 YIL SONRA H.CİNDORUK DA muvazaa’yı İTİRAF EDER. 

DP Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk’un DP’nin 64. Kuruluş Yıldönümü Töreninde Yaptığı Konuşma ( 07.01.2010 ) ; “Şunu da ifade etmek istiyorum, Demokrat Parti’yi, Atatürk’ün son Başbakanı Celal Bayar ve arkadaşları kurduğu zaman, en büyük itiraz, bu partinin bir muvazaa partisi olduğu yolunda, kendi içlerinden geldi. Aradan geçen 64 sene sonunda şunu söyleyebiliriz, “Evet, Demokrat Parti bir muvazaa partisiydi ama, cumhuriyetle muvazaa yaptı, demokrasi ile muvazaa yapmıştı, laiklikle muvazaa yapmıştı.” Bugün o muvazaa devam ediyor, cumhuriyete, demokrasiye, laikliğe sıkı sıkıya bağlıyız. Çünkü biz, Demokrat Partiyiz. Demokrat Parti’nin içinden çıkan partiler zaman zaman bu ilkelerden vazgeçtiler ya da cumhuriyetin bazı girişimleri, partileri, laiklik ilkesinden vazgeçtiği için bugün bu ilke tartışılır hale geldi.” Diyerek en azından 1945’de başlayan CHP-Celal Bayar’lı,Menderes’li DP şike hükümet bağlantılarını itiraf etmiş olmaktadır.

III.ŞİKE (Muvazaa)

Sayın CHP Genel başkanı Deniz BAYKAL’ın,eski sekreteri,yeni milletvekili Nesrin 
BAYTOK hanımla geçmiş bir yatak hikayesinin 08-09 Mayıs 2010'da görüntülerinin internette yayınlan-masının ardından, AKP yanlısı Vakit gazetesinde de yayınlanması rezaletinden iki,üç gün sonra dün,çok duygusal bir konuşmanın ardından istifasını açıklamıştır.
Olayın,hukuki boyutu polis ve savcıların işidir.Benim vatandaş olarak baktığım 
açı ise “devletin bekası” yönündendir.
Askeri cuntanın Menderes döneminde yaptığını aynen tekrar ederek sayısız “darbe senaryoları” üreterek ,ABD-AB yanlısı AKP hükümetini desteklemesine rağmen, AKP oylarını n %20’lere düştüğü,halkın arayış içine girdiği,hükümetin kendisini kurtarmak için yaptığı belli olan “anayasa değişikliğini” da halk oyuna sunacağı bir zamanda Deniz BAYKAL’ın istifası şaşırtıcıdır.

İki partiyi arenada dövüşen bir gladyatöre benzettiğimizde,dövüşün en heyecanlı bölümünde dövüşçülerden birisinin kendini öldürtecek şekilde rakibine boynunu uzatarak kafasını kırdırdığını düşünün.

Baykal’ın yaptığı da budur.

CHP’nin bel kemiğini oluşturan oylar, Dersim kökenli Alevilere 
dayanmaktadır.Onlar da Deniz BAYKAL’ı istememektedirler.Mustafa Sarıgül veya Kemal Kılıçdaroğlu seçenekleri bu yüzden gündeme getirilmektedir.
Ama,Deniz Baykal’ın olmadığı bir CHP,doğal olarak sadece “Dersim Alevilerinin 
oylarına “ kalacağından BDP benzeri bir partiye dönüşecek ve kısa sürede 
kapatılacak veya eriyip meclis dışı kalacaktır ya da ciddi iç karışıklıkların 
nedeni olacaktır.
Bu yüzden,kendini istemeyenlere karşı kuvvet tazelemek vs.vs olamaz.
Olabilir ama böyle zamanda olamaz.
Önce,Mustafa Sarıgül’ü suçlamaları,ardından Fethullah Gülen Hoca’ya da iltifat 
ederken,AKP’yi suçlaması,bu dayanağının Gülen’ce yalanlanması,olayın önceden 
halk hariç herkesce bilimesi, olayın BAYKAL’ın beklemediği bir şey olmadığının 
açık kanıtıdır.
Şartlar,onun beklediği ama,“istek dışı bir şikeye” maruz kaldığı izlenimini 
veriyor.Olayda bir “centilmenlik antlaşması “ var gibi görünmektedir.Ama darbe 
vurulmuştur.
Baykal,darbeyi yemiş ama kimden geldiğini anlayamadığı ortada.
Centilmenlik antlaşması veya şike bir şekilde bozuldu.
Diğer yandan;
Devlet yönetmeye kalkan ve devlet adamı sıfatı olan,torun torbaya karışmış,evli 
bir adamın,evli bayan bir partilisi ile ince ilişkilerinin olması yetmez mi?
Sibernetik sineklerle,böceklerle dinleme ve gözleme yapılan,teknolojinin 
fırlayıp gittiği bu çağda,bir önder, kişiliğini,hedeflerini,kendine güvenenlerin 
umutlarını tehlikeye atacak işlerden kaçınmalıdır.
İsithbarat sistemleri öyle gelişmiştir ki,camınıza konan bir sinek,duvarınızda 
duran bir tespih böceği, cep telefonunuz,hediye edilen bir kravat 
iğnesi,kalem,kol düğmesi,satın aldığınız elbisenin düğmelerine kadar her şey 
sizi ele vermektedir.

Ruhunuz bile duymaz.

Sayın Baykal’ın bunlardan haberdar olmaması,hem de “dinleme olaylarının” ayyuka çıktığı,milletin telefonlarını bile taşımadığı bir dönemde olur şey mi?
Hem hükümeti “F TİPİ” örgütlenme ile suçlayacaksın hem de “F”ethullah Gülen’in sözüne nasıl değer verdiğini,bağlarını gösterecek,peçe-türban açılımları 
yürüteceksin.

Hatta,CHP'nin özellikle "Ahlak erozyoununa yönelik şikelerinden" birisi de geçen 
yıl Nisan aylarında olmuştu.

Benim,"Din ve Eşcinsellik" başlıklı bir yazıma yapılan yoruma,"Hiç bir dindarın 
ahlakı gerçek bir SOL'cunun ahlakından üstün olamaz " diye yazdığım bir yorumun ardından,Medya'da başlayan ve gittikçe alevlenen bir "sağcı-solcu ahlakı tartışması" sonunda,kızı yandaş medyaların meşhur dizilerinde rol alan bir CHP'li milletvekili,"Kızımın öpüşme sahneleri veya benzeri rolleri beni rahatsız etmez" açıklaması da,Solun Ahlakı" konusunda neticeyi belirlemişti. 
Artık açlıkça görüyoruz ki,CHP ahlaksızlığı ilke edinmiş,utanması arlanması 
olmayanların partisi konumuna düşürülmüştür.

Bu kimin işine yarayacaktır? AKP'nin.
Bu nasıl oluyor diye sormazlar mı?

İşte bu da başka bir şikenin “ayyuka çıkması” değilse nedir?
Baykal’ın bu istifası “şike” değilse sizce nedir?
Bu olaylardan sonra CHP'ye oy verene diğerleri "Siz şöyle ahlaksızsınız" dese 
,CHP'ye kim oy verir?
Bu olaylar apaçık bir faşist Ermeni-Grek,Rum,Kürt ve diğer 
işbirlikçi,teslimiyetçilerin oyunudur.
İki yıl öncesinden yazdığım,"Rum Kürt Ortaklığı","Kürtlerin Gizli 
İlişkileri","Cumhuriyet Entrikaları" başlıklı yazılarım aynen bu 
olaylarda,tekrar tekrar ispat edilmiştir.

Olay o derece “Bizans oyunu” kokmaktadır ki,istifanın açıklandığı günün 
ertesinde,Fener Rum Patrikhanesinin avukatı Kezban Hatemi,Yunanistan ziyaretine gidecek olan başbakan R.T.Erdoğan’a ;
“Papazı da yanında götür!!!

Başbakan’a telkinde bulunan Fener Rum Kilisesi papazı Bartho’nun avukatı Kezban Hatemi, “Erdoğan Atina’ya giderken patriği de yanına alırsa Türkiye’nin ağırlığını gösterir. Yer yerinden oynar” iddiasında bulundu.”

Diğer yandan,AKP ile kurulmak istenilen adı ister “B.O.P” olsun ister “Yeni 
Osmanlı İmpa- ratorluğu” veya ,patrikhane avukatının sıkıştığında kolayca çıkıp 
beyanlarını verdiği,her hafta çıkarılan ilmi kendinen menkul,tarihi Roma 
İmparatorluğu ile başlatan ve Anadolu halklarının hepsinin “Grek-Yunanlı” olduğu şartlamaları yapan tarihçilerin konuşturulduğu Habertürk ve Skytürk (!) 
kanallarının çabalarına bakıldığında “Yeni Bizans İmparatorluğu” olsun,Amerikan 
projelerine “sözde karşı” olan ve her gün yeni darbe senaryoları ile suçlanan 
ordumuzun da bu işe gönüllü olduğu ortadadır.

Gönüllü olunan şey ise ABD jandarmalığıdır.

Umarım,Yunanlıları,Kıbrıs’lıları ve Ermenileri,solculuktan soğutmak,liberalizme 
kazandırmak için sokulduğumuz olaylarda olduğu gibi yeni soykırımlarla 
suçlanacak bir pisliğe girmeyiz.

İşte haber;
Türkiye'de 'süper güç' adımı...-
11 Mayıs 2010 Salı

ABD Jandarması Denizcilerimiz. Göreve çıkarken.

Cumhuriyet tarihinde ilk kez fırkateynlerimizle 'mobil görev' için Adriyatik’e açıldık.

Dört Türk fırkateyni dün Adriyatik ve Akdeniz’de tıpkı Amerikan 6. Filosu gibi 
’mobil görev’ yapmak için açıldı. Gemilerimiz Mısır’dan, Bosna’ya iki ay boyunca 
9 ülke limanına uğrayıp güvenliğe katkıda bulunacak...

Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın, ABD’nin dünyaca ünlü 6’ncı filosunun dolaştığı 
Akdeniz’in uluslararası sularında görevlendirmek üzere Türkiye tarihinde ilk kez 
oluşturduğu ’açık deniz filosu’(TDGG) Aksaz Deniz Üs Komutanlığı’ndan hareket 
etti. İki ay boyunca Akdeniz ve Adriyatik’de görev yapacak TCG Kemalreis, 
Turgutreis, Gaziantep, Giresun ve Akar gemileri törenle uğurlandı.
Sırada Hint okyanusu 

6 Mayıs- 5 Temmuz 2010 tarihleri arasında görev yapacak olan Türk Deniz Görev Grubu bu yıl Akdeniz ve Adriyatik ile sınırlı kalacak. TDGG’nin görev alanı 
gelecek yıl Hint Okyanusu’nu da içine alacak şekilde genişletilecek. Gabya 
sınıfı fırkateyn olan TCG Gaziantep ve TCG Giresun’un hava savunma, Yavuz sınıfı olan TCG Turgutreis ve Barbaros sınıfı olan TCG Kemalreis de sualtı savunma ağırlıklı olmak üzere değişik görevlerde faaliyet gösterecekleri bildirildi.

İŞTE FİLONUN GÖREV YERLERİ 

10-20 Mayıs tarihleri arasında Beyez Fırtına Tatbikatı’na katılacak. 26-28 Mayıs 
tarihleri arasında Tunus ve Cezayir liman ziyaretleri, 31 Mayıs-3 Haziran 
İspanya’nın Cartagena Liman ziyareti, 9-12 Haziran İtalya’nın Taranto limanı, 
14-17 Haziran Karadağ Bar limanı, 18-21 Haziran Hırvatistan’ın Split limanı ve 
Bosna Hersek’in Neum limanı, 22-25 Haziran Arnavutluk’un Durres ve Paşa 
limanları, 30 Haziran-3 Temmuz tarihinde ise Mısır’ın İskenderiye limanı ziyaret 
edildikten sonra 3- 5 Temmuz tarihleri arasında ise Aksaz Deniz Üs 
Komutanlığı’na geri dönüş yapılacak.

http://www.bugun.com.tr/haber-detay/102003-turkiye-de-super-guc-adimi-haberi.aspx

Bu haberin öncesi,Aden körfezine de,ardından pasifik Okyanusuna kadar her yere asker göndereceğimizi, Çin ve Rusya’ya karşı savaşa sokulacağımızı da ,körfeze asker gönderilmeden iki ay önce “Korsanlık ve B.O.P İlişkisi” başlıklı yazımda yazmıştım.

Başından beri,PKK orduyu eğitmek için kuruldu,sol,sosyalizmin,SSCB’nin 
yayılmasını önlemek,feodalitenin 1789'daki Fransa Kralının kaderinden 
korktukları için çökertildi, Ülkücülerin bazıları oyunu aydıkları için idam 
edildi,Muhsin Yazıcıoğlu buna son örnektir.
ABD’nin en büyük ortağı başta İsmet paşa’nın kurduğu,sonra ABD’nin “Bizim 
çocuğu” Kenan paşa’nın yapılanmasıdır.
Gerisi kayıkçı kavgasıdır diye boşuna mı yazıyoruz.
“Terör bitmez vatan bölünmez” mi diyelim,yoksa  “Yeni Bizans İmparatorluğu nuz”  hayırlı olsun mu diyelim?

Her yer şike,şike,şike dolu.
İyi yoldayız ey millet,bakın Türkiye küresel süper güç oluyor :))
Hadi hayırlısı,sevinini,sevinin :))
Ne karıştırıyorsun,"adilyargıçlığın" sırası mı yavvvv?????
Yıllardır,manda manda yaşıyoruz şunun şurasında :))

Adilyargic/Keykubat

BİTLİS MAKASININ İHANET BIÇAKLARI;

Günümüzün "KALPAKLI ATATÜRKÇÜSÜ" Yalçın KÜÇÜK (= Ermenice Bogos, Yunanca Paulous İngilizce Pavlus demektir.Hıristiyanlığı Anadolu'da yayan Aziz Pavlus'a(Küçük'e) atfen dönme Ermeni ve Rumların kullandığı bir soy addır.)

Bu video da Bitlis'li dönme Ermeni İsmet İnönü'nün Alevi maskeli dönme Ermeni kanadının ihanetini göstermektedir.

Yalçın KÜÇÜK " OPERASYONU  APO'YA  BİLDİRMEMİ  DEVLET İSTEDİ "

Bu video,ihanetin İngiliz düzenlemesi Kürt Vehhabiliği olan "Bitlis'li dönme 
Ermeni Said-i Nursi'nin "NURCU" kanadının ABD-AB bağlılığının kanıtıdır.

Bu video,ihanetin İngiliz düzenlemesi Kürt Vehhabiliği olan "Bitlis'li dönme 
Ermeni Said-i Nursi'nin "NURCU" kanadının ABD-AB bağlılığının kanıtıdır.

................

 Diğer Popüler Yayınlar;

   COĞRAFİ KEŞİFLER,TİCARET YOLLARI,YAVUZ ve KANUNİ
   BİN YILLIK  TİCARET YOLLARI KAVGASININ SONUCU KEŞİFLER IŞIĞINDA YAVUZ ve 
  KANUNİ DÖNEMİ Bu yazımda,siyasetçilerin ve din adamlarının,Osmanlı ...
   CHP MUVAZAALARI ve BAYKAL'ın ISTIFASI
  CHP- ŞİKELERİ ve BAYKAL’IN İSTİFASI I.ŞİKE- (Muvazaa) ATATÜRK’Ü SAF DIŞI ETME 
  ÇALIŞMALARI 1789 Fransız Devrimi ardından yayılan...
  TOPKAPI SARAYI, ENDERUN ve HAREM
  TOPKAPI SARAYI; Topkapı Sarayı 29 Mayıs 1453’de İstanbul’un Fatih Sultan 
  Mehmet (II.Mehmet) döneminde fethedilmesinden sonra bu günkü...
   ICIMIZDEKI SEVRCILERI NASIL GORECEGIZ
  29 Ağustos 2009 "adilyragıç.blogspot.com" 'da yayınladım. İÇİMİZDEKİ 
  SEVRCİLERİ NASIL GÖRECEĞİZ ? İÇİMİZDEKİ SEVRCİLERİ NASIL GÖRECEĞİZ...
   KABE HACER UL ESVED SEYTAN TASLAMA ,HACI OLDURME
  KABE,TAVAF,ŞEYTAN TAŞLAMA ve HACILARA SALDIRILAR KABE-: Cevheri hazretleri 
  (11.yy.Gazneli Türk İmam) der ki,Kabe denilmesinin sebebi dört k...
   SAID-I KURDI IHANETLERINDEN DEVLETIN TASFIYESINE
  SAİD-İ KÜRDİ’DEN BU GÜNE İHANETLER ve T.C.nin TASFİYESİ İsmet İnönü ve Said-i 
  Kürdi’nin Kürtçülük Faaliyetlerinde Önemi; Kürtçülük harek...
   TURKLUGUMUZU ERMENİ ALI BULACTAN OGRENECEKMISIZ
  TÜRKLÜĞÜMÜZE DE İŞBİRLİKÇİ ERMENİLER KARAR VERİYOR ARTIK.!!! Bu gün evde televizyon kanallarını gezerken malum yandaş medyanın bir kanalın...
   COCUK SUISTIMALLERI ,PEDOFILI.
  PEDOFİLİ HASTALIĞININ KAYNAĞI DİNLERDİR. Yeni Evliler:)) Kız-Roşan Kasım 11 yaşında-Said Muhammed 55-.Afganistan BÜTÜN KÖLECİ SEMİTİK...
  ALEV I ERMENI ALEVI SUNNI TURK ALEV-İ ERMENİ, ALEVİ+SÜNNİ= TÜRK Alev-i Ermeni konusunu daha açık bir şekilde kavrayabilmek için,bu bölgenin “zihin yapısını” oluşturan... L.T

 ZEITGEIST="GENEL GÖRÜŞ-YARATILMIŞ ORTAK KANAAT" KÜRESEL SERMAYENİN 20.21.YY. DÜMENLERİ ve DİNLER DÜŞÜNCELERİNİZİ İNSANLARLA ÜCRETSİZ OLARAK PAYLAŞMIYORSANIZ İSTEDİĞİNİZ DÜNYAYI KURAMAZSINIZ. 
keykubat 
(Alaeddin Yavuz)

KÜRESEL SERMAYENİN 20.YÜZYIL BOYUNCA DİNLERİ VE BASINI KULLANARAK KENDİLERİ İÇİN PLAN YAPMAYAN
MİLLETLERE VE İNSANLARA YAPIP DAYATTIĞI PLANLARI ÖĞRENMEK İÇİN MUTLAKA İZLEYİNİZ

ABD'nin yetkili ağızları " Yeni Dünya Düzeninde "

" Ordular Bölünecek, halk birbirine kırdırılacak " diyor.

FAŞİST YEZİDİ-SİYONİST KÜRT İSTİLASI EŞ BAŞKAN'IN İŞLERİ
Fethullah Gülen Papa'nın Elini Öpme Merasimi
Şeytani (Masonlara ait) El İşaretleri
NURCULAR ADIM ADIM HIRİSTİYANLAŞTIRIYORLAR
Dinlerarası Diyalog - 15 ciafgulen 
DİNLERE GÖRE (NURANİ)KERTENKELE KÖKENLERİMİZ * Video
İÇİMİZDEKİ SEVRCİLERİ NASIL GÖRECEGİZ  
AKP'NİN AÇILIM EMRİ NCAFP'DEN.
-TERCÜME KAN AKMASIN VER GİTSİN 
ATATÜRK'E KARŞI EDİLEN İNTİKAM YEMİNLERİ TUTULMUŞTUR... 


 Diğer Bloglarım;

  adilyargıcc.blogspot 
  8 yaşında çocuğa, saçı göründü diye Kuran eşliğinde recm. Zina olsa ne 
  sorumluluğu var? İslam bu mu?İbretlik! 
  Türkiye Türklerindir 
  Tacı Haine Giydiren Milletin Kanı Dinmez 
  Hakkımda

  Alaeddin YAVUZ 
  İstanbul, Kartal, Turkey 

  KENDİLERİ İÇİN PLAN YAPMAYAN MİLLETLER,BAŞKALARININ KENDİLERİ İÇİN YAPTIKLARI 
  PLANLARA RAZI OLURLAR. Adilyargıç-Keykubat- 

  ATATÜRK'TEN SONRA ÜLKEMİZDEN TÜRK 
  ve MÜSLÜMAN HALKLAR İÇİN PLAN YAPAN ve EZİLEN HALKLARA ÖNDER OLACAK SİYASET 
  İZLEYEN BİR LİDER ÇIKMAMIŞ,ARDILLARI,ONUN İZLEDİĞİ ANTİ EMPERYALİST SİYASETİ 
  TERK ETMİŞ,DEVLETİ AB-D KUCAĞINA ATMIŞ VE ONLARA BAĞLILIĞI ATATÜRKÇÜLÜK 
  SAYMIŞ,HALKIMIZIN DİNİ VE IRKİ DEĞERLERİNİ AŞAĞILAYARAK TAHRİK ETMİŞ, KADEMELİ 
  OLARAK HALKIMIZI HIRİSTİYANLAŞTIRMAK İÇİN DIŞ GÜÇLERCE GİZLİ-AÇIK DESTEKLENEN 
  SAPIK DİNCİ YAPILANMALARI GÜÇLENDİREREK,İKTİDARA TAŞIMIŞ,IRK,MEZHEP BAĞLAMINDA 
  KARŞILIKLI DÜŞMANLIKLAR YARATMIŞ,ÜLKENİN KAYNAK VE SERMAYESİNİ YABANCILARA 
  PEŞKEŞ ÇEKMİŞ,YUKARIDA SAYILAN AB-D PROJELERİNE GÖRE ASKERİ DARBELERLE KENDİ 
  MİLLETİNİ SİNDİREREK BÖLÜNMENİN YAŞANDIĞI BÖYLE GÜNLERDE BİLE TEPKİSİZ 
  KALMASINI SAĞLAYAN KORKU ORTAMINI HAZIRLAMIŞ,BENZER MUHTELİF İHANETLER İÇİNDE 
  BİR ŞEKİLDE YER ALMIŞLARDIR.İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ GÜNÜN DURUMU BUDUR-Keykubat 
  İNSAN,PRANGA VURULMAKLA,KIRBAÇLANARAK ÇALIŞTIRILMAKLA ESİR OLUR.ESİRLİĞİ YAŞAM 
  BİÇİMİ OLARAK BENİMSERSE KÖLE OLUR.VATANINIZA,DEĞERLERİNİZE,ÖZGÜRLÜĞÜNÜZE  SAHİP ÇIKIN!!! 

Adilyargıç 

http://adilyargic.blogspot.com/2010/05/chp-sikeleri-ve-baykalin-istifasi-i.html#axzz1OTm9DQMN

***

Tacı Haine Giydiren Milletin Kanı Dinmez: CHP MUVAZAALARI ve BAYKAL'ın İSTIFASI BÖLÜM 2

Tacı Haine Giydiren Milletin Kanı Dinmez: CHP MUVAZAALARI ve BAYKAL'ın İSTIFASI BÖLÜM 2




KÜRT İSYANCI’NIN İNGİLİZLERDEN İSTEDİKLERİ:

Seyit Abdülkadir:(1880 Mahri’li Şeyh Abdullah isyanını çıkaran Şeyh Abdullahın 
oğlu. Medine’ye sürüldü.1908 (Meşrutiyetin İlanı) ihtilalinden sonra İstanbul’a 
döndü.Ayan azası seçildi.Şeyh Sait İsyanından önce bir İngiliz temsilci 
zannettiği Emniyet mensubundan istediği ise :Kürt Krallığı,İngilizlerle 
İşbirliği,Akdeniz’e açılan bir çıkış kapısı,ve 250.000 peşin Altın idi.)
Kürt İsyanlarına aşağıdaki Türk isyanları da eklendi;

“25 Kasım 1925’de Şapka Kanunu'nun çıkmasıyla birlikte Rize, Trabzon, Gümüşhane, Giresun, Samsun ve Tokat, Amasya, Erzurum, Sivas , Maraş, Kırşehir, İzmir-Menemen, Kayseri'de sert direnişler yaşandı.

Şapka gerekçesiyle çıkarılan bölücü ve gerici isyanların bastırılmaları 
sonucunda , başta Erzurum İskilipli Atıf Hoca olmak üzere, Rize'de 8, Maraş'ta 
7, Erzurum'da 4, Sivas'ta 3, İskilip'te 2, Menemen'de 28 olmak üzere, diğer 
yerlerle birlikte toplam 78 kişi idam edildi. Çünkü bu isyanlar yeni kurulan 
devleti yıkmayı ve Sevr planını uygulamanın önünü açmak için dış destekli olarak çıkarılmışlardı.Daha Atatürk zamanında 25 Kasım 1925’de çıkan Şapka Kanunu’na tepki bahanesi ile o zamanki adı Potomya olan Güneysu ilçesinde 28 Kasım 1925’de Laz’lar isyan çıkarırlar.

"Vergi de vermicuuuk askere de gitmicuuk " diye gösteri yapan bu insanların 
askeri karakolları basmaları üzerine isyan alevlenir.İsyan şiddetlenince,yani 
Güneysu dışına da yayılınca ortaya “Lazistan veya Pontus Rum Devleti “ 
mırıltıları da yayılıverir.

Bunun üzerine, o zaman ki Lazistan Vilayeti Valisi Mehmet Hurşit Bey isyanı 
Ankara’ya bildirir.(Bölge Lazistan Vilayeti,Rize Kazası olarak geçer.)
Bu bilgi üzerine rahmetli Atatürk,I.Dünya Savaşında Almanlardan miras kalmış 
Hamidiye zırhlısını gönderir.Rize üzerine toplar yağmaya başlayınca "Atma 
Hamidiye atma ,askere de gidicuuuk vergi de vericuuk" dedikten ve isyancıların 
elebaşları yakalanıp cezaevlerine konulduktan sonra top atışları durdurulur.
Bazı tarih kayıtlarına göre de ülke yararı açısından bu sözler “Şapka da 
takacağuk vergi de vereceğuk” şeklinde yumuşatılarak da verilmektedir.
İsyan sonucunda kurulan İstiklal mahkemelerinde 143 kişi yargılanır ve 
sanıklardan 14’ü On beş 22’si On, 19’u Beş yıla mahkum edilirken 8 idam cezası 
çıkar ve çok sayıda insan Sinop ve Adana cezaevlerine hapsedilirler.Lazistan 
veya Pontus Rum Devleti kurma isyanı da böylece bastırılmış olur.

İsyanda yer alanların büyük kısmı da Şapka Kanununa karşı çıkan gerici hocaların kışkırttığı Türklerdir.Ama "dönme Rumlar”da çoğunluktur.
Amaç,kafa karıştırarak,isyandan bir Pontus Devetli çıkarmaktır.
Oysa, şapkadan başka bir başlık giymekte direnmenin cezası, kanuna göre, üç aya kadar hafif hapisti.

Çünkü bu isyanların ardında Padişahlığı geri getirmek isteyen İngiliz 
mandacıları ile dönme Rum ve Ermenilerin de işbirliği vardı.Amaçları asla 
şapkayı protesto etmek değildi.

Bu isyanların birer “bağımsızlık savaşı” olduğunu ise,ABD’nin “Amerikan Dış 
Politika Milli Kurulu” ajanlarından David L.Phillips’e hazırlattığı 15.Ekim 2007 
tarihli “Kürdistan İşçi Partisinin (PKK) Silahsızlandırılması,Tasfiyesi ve 
Topluma Kazandırılması (DDR Projesi)”nde şöyle itiraf edilmektedir;
“I.Dünya Savaşının ardından şartları itilaf devletlerince konulan 1920 deki Sevr 
Antlaşması Türkiye’yi mevcut topraklarının 1/3’ne indirmiş ve Kürtlerin 
kendilerine ait bir devlet kurmaları için söz vermiştir.
Antlaşmayı ret eden Atatürk,Türkleri “özgürlük savaşı” için toplayarak,1923’de 
Sevr’in yerine Lozan antlaşmasının yerleştirilmesine yöneldi.
Cevaben,1925’de,bağımsız bir vatan kurmak amacı ile Kürtler bir isyan 
çıkardılar. İsyan,zalimce bir şekilde bastırıldı ve elebaşıları Diyarbakır 
meydanında asıldılar.

İsyanlar serisinin 1937’de sonuçlanması ile,Türkiye Kürtlerinin varlıkları 
“onlar dağ Türkleridir” diye adlandırılarak inkâr edildiği zalimce bir politika 
(!) benimsendi.” 

http://adilyargic.blogspot.com/2009/08/akpnin-acilim-emri-ncafpden-tercume.html

Aslında,bu cümlede de apaçık bir çarpıtma vardır.Lozan Antlaşması ile çizilen 
harita,kuzeyden inecek SSCB tehdidini önleyemeye uygun olduğundan büyük 
devletlerce kabul edilmişti ve Kürtlere "ayrı devlet kurmalarının zamana uygun 
olmadığı belirtilmişti.

Atatürk'ün,"Misak-ı Milli Haritası" ve kendi doğum yeri olan Selanik'i bu 
sınırlara katma çabaları olmasaydı,Kürt isyanlarının çıkmayacağı inancında 
olduğumu belirteyim.
Kürt ve diğer gerici isyanlar bu huzursuzluktan dolayı çıkarılacaktır.

Devlet,son 200 yıldır karşılaşmadığı kadar çok iç isyanla karşılaşmış ve 
isyancıların bütün umutlarını toprağa gömmüştür.
Kürdistan,Pontus Rum, Büyük Ermenistan gibi devletler kurup onların başkanları olma hayalleri, maiyetlerine vaad ettikleri yüksek mevki umutları hepsi "idam sehpalarında" son bulmuştu. Henüz "üç yaşında" olan genç cumhuriyet mucizevi bir başarı ile faşist feodal isyanları da isyancıları da bitirmişti.
Kurtuluş savaşının daha başlarından beri,küçük çaplısından,Atatürk’e suikast 
hazırlayan “Ali Galip” olayı olarak da bilinen,Dersim Koçgiri İsyanı ile 
başlayan Mustafa Kemal Atatürk’ü tasfiye etme çabalarının,en tehlikelileri 1925 
Şeyh Sait,Rize,Çorum,Konya,Sıvas Şapka Kanunu isyanları,devletin bölgeye 
yol,okul yapmasından,köylülere ev vermesinden korkan aşiret reislerinin 
Patrikhane-İngiltere ve diğerleri işbirliğinde çıkartılan 1937-38, I.ve II. 
Dersim isyanları ile sürmüştür.

Erciyes Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyeleri’nden Prof. Dr. Metin 
Hülagü’nün “İngiliz Belgeleriyle Vahdettin ve Osmanlı Hanedanı” adlı kitabında 
Atatürk’e ölümüne kadar sadece İtalya ve Almanya’nın “19” kez suikast 
düzenlediğini,bu ülkelerin İsmet İnönü ile çalışmak istediklerini yazmaktadır.
Bu isyanların hepsinin arkasında da İngiltere,Almanya,İtalya yani Amerika 
vardır.Çünkü ABD halen Lozan antlaşmasını tanımadığı gibi İngiltere de 
Türkiye’yi “Saltanat rejimi” içinde görmek istiyordu.
İtalya ve Almanya ise,ABD’den aldıkları desteklerle,İngiltere,Fransa ve 
Rusya’nın sömürgelerine ortak olmak,Kutsal Roma-Germen İmparatorluğunun 
İ.S.950’den beri “Taç Giydiren” milletleri olarak haklarını istiyorlardı.
Alamayınca da Amerika I.Dünya savşında olduğu gibi gene el altından onları 
kışkırtıyordu. Amacı da ,Alman ve İtalyan faşistlerini dünyaya hükümran etmek 
değildi elbet.

Amerika'nın İtalya ve Almanya'ya I.ve II.Dünya savaşlarında para yardımı 
yaptığı, 15.mayıs 1919-İstiklal Harbi Gazetesi'nin haberinde;ABD başkanı 
Willson-İngiltere başbakanı Lloyd George arasında geçen konuşmaların yer aldığı metinde, İtalyan'ların Anadolu'daki işgallerini durdurmak için 
"İtalyanlara,buraları işgal etmeleri ve oralarda durmaları için gereken parayı 
vermeyeceğimiz günler gelebilir" sözünde apaçık ifade edilmektedir.
Ayrıca,Anadolu'ya yapılacak bir Yunan İşgali'nin İtalyan işgallerini 
durdurabileceğini iddia etmektedir.

Yunan işgali de bu konuşmadan "4" dört gün sonra başlayacaktır.

Onlara,Avrupa haritasını yerle bir ettirerek kendisini “kurtarıcı,özgürlük 
meleği” havasında dünya milletlerine kabul ettirmek ve dünyayı tek başına 
yönetmekti.
Almanlar,II.Dünya savaşı sonrasında dümeni anlayacaklar ve “Amerika sahte 
liberaldir. Avrupa'yı kendisi yönetmek istiyor” diyeceklerdi.
İşte,bu sinsi kumpasların ortasında kurulan fesat örgütlenmleleri içinde yer 
alan “yerli mandacı işbirlikçiler” Atatürk’ü öldürerek tarihe gömecek,devleti 
manda edecek kumpaslara alet oldular.
Bunların başında,Cumhuriyetin ilanı sonrası “Tekke ve zaviyelerin 
kapatılması,şey,pir,efendi, hoca,bey gibi sıfatların yasaklanmaları,toprak 
ağalarının topraklarının köylüye dağıtılması,” yani "köleciliğin kaldırılması” 
davası vardı.
Nasıl olurdu da,28 Ekim 1923’de Sultanahmet Avratpazarında (At meydanı-Hipodrom, Dikilataşın cıvarı) dünyanın parası verilerek satın alınan bir köle,29 Ekim sabahı “özgür vatandaş” olabiliyordu.Hem de,ağalar,şeyhler,pirler de sıfatlarını kullanamıyor,din adamları dini kıyafetlerle dolaşamıyordu?
Onlar bunun için mi savaşmışlardı?
Sen savaş,gazi ol,şehitler ver,Mustafa Kemal de tutsun seni bir yarıcı 
marabayla,ameleyle aynı kefeye koysun.
Akıl alır iş değil di bu!

Üstelik hilafet de kaldırılıp,padişahın da dışarı sepetlenmesi de olur şey 
değildi yani!

İşter Atatürk’ü “kahramanlık’tan kurtulunması gereken bir engel” konumuna 
düşüren nedenlerin başı bu olaylardı.
Bir de Lozan’da Selanik, Hatay ,üstelik İngiltere’nin 1946’larda bile 
“Velinimetimiz” diye tarif ettiği, Musul-Kerkük gibi petrol kaynaklarını da 
“Misak-ı Milli” adını verdiği bir bahane ile sahiplenmek istemesi,petrol işleme 
rafinerisnden bile haberi olmayan bir Türkiye için fazla ukalaca (!) bir istekti.

Hemen bu adam değiştirilmeliydi!!!
Atatürk’ün reformları ile prestijleri yerle bir olan ağa,şeyh,hacı hoca tayfası 
için de böyle bir fırsat bir daha ele geçmezdi.
Atatürk,İsmet paşa’yı her iktidardan alışında bir Kürt İsyanı çıkmasından 
şüphelenmiş,İsmet paşa’nın Atataürk’ün el attığı ticari şirketlere rakip 
şirketler kurması da aralarındaki muhalefeti iyice körüklemişti.
Ayrıca Atatürk,İsmet paşa’nın sinsi komplolarla kendisini “yalnızlaştıran” bir 
siyaset içinde olduğundan da kuşkulanıyor gibiydi.
İşte İsmet Paşa'nın bütün görevlerinden alındığını yazan gazate ve yasa metni
Büyütmek için gazeteyi tıkla.

1937’de tekrar başlatılan II.Dersim isyanı sonrasında Atatürk İsmet paşa’yı Kürt 
isyanları ile alakalı görür ve İstanbul Büyük Ada’ya zorunlu ikamete mahkum 
eder.Celal Bayar’a başbakanlığı verir.
Atatürk İsmet paşa’yı CHP Genel başkanlığından ve bütün görevlerinden alır ve 
Büyük Ada’ya İstanbul’a gönderir. Hükümet de parti de Celal BAYAR’dadır.
Bu olaydan sonra,Atatürk’ün ölümüne 18 gün kala bitirilecek olan II.Dersim 
İsyanı tekrar ateşlenir, ama bu defa İsmet paşa davet edilmeden isyan 
bastırılır.

Ama bu olaydan sonra sağlığında yavaş yavaş bozulmalar başlar,kısa sürede 
yatalak hale gelir ve Ankara’ya gidemez olur.
Bir ara Atatürk’e “İsmet paşa’nın trafik kazasında öldüğünü “ yazan bir gazete 
bile gösterilir.(Kaynak Murat Bardakçı-Habertürk -Tarihin Arka Odası prg.)
İşte bu dönemden sonra Atatürk’ün sağlığı bozulmaya başlamıştı.Hepsi yetim 
Ermeni olan evlatlık kızlarından,Dersim isyanı bombacısı pilot Sabiha GÖKÇEN’in 
arasının İsmet paşa ile oldukça iyi olduğu da bilinen bir gerçekti.
O kibarcık elleriyle Atatürk’e ilaçları o mu veriyordu acaba?
Bunu asla öğrenemeyecğiz.Ama,adına Hava Limanı kurulan,en fazla yüceltilen tek o olduğuna göre, sömürgeci devletler onu böyle ödüllendirmişlerdi sonunda. 
Ve,Atatürk devleti yönetemeyecek derecede,hasta,ölüm döşeğindedir.
Yukarıdaki NCAFP raporunda da görüldüğü gibi buisyanların,suikastlerin,deikodu 
ve aslı astarı olmayan uydurma iftiraların hepsi dış kaynaklıdır ve Atatürk’ün 
ölümünün ardından, büyük devletlerin tercihi olan İsmet paşa’nın idareyi alması 
ile isyanlar bıçakla kesilircesine kesilecektir.
Çünkü,İsmet paşanın ilk işi,daha 1921 Koçgiri İsyanında suikast hazırlayan,  Dersim bölgesi dönme Ermenilerini onun partisi CHP’ye ve bütün devlet 
kurum ve kuruluşlarına doldurmak olacaktır.
Ama,şimdi bu aşamanın başlangıcına dönelim;
Şimdi... 10.Kasım 1938'de Atatürk öldü, 11.Kasım 1938'de İnönü yeni 
Cumhurbaşkanı seçildi ve hemen ardından CHP’nin olağanüstü kurultaylarından biri daha toplandı.

Kurultaya,doğal olarak Atatürk'ün "Genel Başkan" olarak atadığı Celal Bayar 
başkanlık ediyordu.

Kurultay’da,darbeci İsmet paşa, Atatürk'ü “Ezeli Başkan”, kendisini 
“Ebedi-Değişmez Başkan” seçtirdi.

Aynı kurultay'a "Genel Başkan" olarak giren Celal BAYAR, “değişmez genel başkan vekiliğine” indiriliyordu.

Oysa yapılan darbeye kadar,başbakan ve CHP genel başkanıydı.
Bir anda gelen darbe ile İsmet paşa onu önce “”değişmez başkan vekilliğine” 
ardından 11.Kasım 1938’deki bu ilandan 75 gün sonra,25.Ocak.1939’da 
başbakanlıktan da azil edecektir. 

Çünkü, Celal, liberal ekonomici ama karma ekonominin mucidi,Türk ve Atatürk’ü de seven biridir.

Oysa İsmet paşa’yı iktidar eden Alman entrikalarıdır.Ona,”sol” gibi 
görünecek,Nasyonal Sosyalist siyaset uygulayacak,Ermeni-Rum,Yunan-Kürt 
işbirliğinde yürüyecek,onun sayesinde adam olmuş bir adam lazımdır.Bu bilgiler 
ışığında İsmet paşa’nın,ilk Ermeni başbuğumuz olduğunu görüyoruz.
Ve bu sıfat aynı Kurultay’ın Milli Şef’e bağlılık mesajında şöyle yer almıştı:
“Partimizin değişmez genel başkanlığına intihap olunan, Türkiye Cumhuriyeti’nin 
büyük Reisicumhuru ve kahraman Türk Ordusu’nun yüce başbuğu, Milli Şef İsmet İnönü’ye Büyük Kurultay’ın yürekten sevgi ve bağlılığının arzına karar 
verilmiştir.”

Pekiiii... Milli Şef’e bağlılık mesajını kim okumuştu?
Kırım Tatarı,İzmir Amerikan Koleji mezunu,Amerikan hayranı,liboş Adnan Menderes!
İsterse okumasın,meclis silahlı askerlerle çevrili.

II.Dünya Savaşı Haritası 1939-45

1943 yılına kadar Hitler’in galip çıkacağını düşünerek “Türk Milliyetçiliği 
ideolojisini” Alman Büyükelçisi Von Papen ile oluşturan,Kıbrıs’lı Rum dönmesi 
olduğu için Harp Okuluna, hatırımda kaldığı kadarı ile aşırı ricalar üzerine 
Fevzi Çakmak’ın torpili ile alınan,Alpaslan Türkeş’i de onunla “kanki” yapan,Köy 
Enstitülerini Hitler’in SS kamplarına göre düzenleyen İsmet İnönü 1943’de Sovyet ordusu karşısında bozguna uğrayan Alman ordusunun yarattığı şaşkınlığı da uzun sürmemiştir.

İlk işi Sovyetleri memnun etmek için 1944’de Nihal ATSIZ ve Alpaslan Türkeş’i 
tutuklatıp el ve ayak tırnaklarını söktürmek,olmuştur.

Ama,aralarında gene şike vardır.1947’de,İsmet paşa onu ABD’ye “Darbeci Kursuna” gönderecektir. 1955’de de Amerikan Harp Akademisini bitirecektir.
Önce Kıbrıs’ta görev alacak ,sonra 1960-1980 dönemleri için de “solcu avına” 
adam yetiştirecektir.İlk yetiştireceği ülkücüler,Abdullah Çatlı gibi Dersim 
kökenli Alevilerden olacaktır.İlginçtir Abdullah Öcalan’da dahil solcular da 
aynı kökenli olacaktır.

Hatta meşhur Susurluk olayına adı karışan,kazada ölen Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadağ’ın ve A.Çatlı'nın Alevi olmaları ve yaralı kurtulan toprak ağası Sedat Bucak da,ilginçtir ki,1963’de İsmet İnönü’ye “Federasyon neden Türkiye’de tatbik edilmesin” diye mektup yazan,Türkeş ve arkadaşlarının Sıvas’ta kampa topladığı,daha sonra batı Anadoluya sekiz vilayete dağıttığı, kurtuluş savaşında Atatürk’e asker de vermedikleri bilinen “55” Kürt toprak ağası içinden Mustafa Remzi Bucak’ın da nesidir acaba?

Her yer şike dolu.

II.ŞİKE (Muvazaa) 

İsmet İnönü-Celal Bayar Şikesi.Bu olay,günümüze kadar CHP-Sağ partiler şikesi 
olarak sürecek olan şikenin başlangıcıdır.CHP’nin iktidar edilmeme sebebi bu 
şikedir.

1943 yılında Adana-Yenice tren istasyonunda bir tren vagonunda İngiltere 
Başbakanı Winston Churchill’in,savaşı Amerika’nın girmesi ile I.Dünya savaşında 
olduğu gibi yine kendilerinin kazanacağını,İsmet’in savaşa girmesi halinde 
Türkiye’nin mahvolacağını söyleyerek korkutması üzerine İsmet paşa sadece 
talimatları yerine getirmiştir.

Verilen talimatlardan en önemlisi “Serbest Fırka” dır.Yani CHP’ye muhalif siyasi 
partilerin oluşturulmasıdır.

İsmet İnönü Paşa da Churchill’den aldığı aldığı talimat gereği “Serbest Fırka” 
ortamını kurmak için devletin kurucularından olan Celal Bayar ile gizlice Pembe 
Köşk de 1945’de buluşur ve yeni oluşumu halka sevdirip,İsmet Paşa korkusu 
olmadan rahatça oy verilebilecek bir muhalif parti yaratma planı üzerinde 
çalışmalar başlatırlar.

İsmet İnönü’nün Milli Şef iktidarını “Diktatörlük” olarak yorumlayan ABD’nin 
İsmet Paşanın Churchill tazyiki ile müracaat ettiği “NATO”dan aldığı “ret” 
cevabı üzerine gene Churchill’in tavsiyesi ve 1946’da “dörtlü takrir dümeni” ile 
kurulan İngiliz hayranı İsmet paşa-Celal Bayar-Adnan Menderes şikesi sayesinde Demokrat Parti’yi kurulur.

Demokrat Parti'nin iktidar olacağı 1950 seçimlerine kadar,iktidarı kaybetmek 
istemeyen İsmet İnönü,başlattığı manda olma hazırlıkları ile ,cumhuriyetin bütün kazanımlarını geriye itiyor ve devleti “Sünni Rejime” geçiriyordu;

Amerikan yardımının sürmesini sağlamak için 1947’de, okullarda din dersi 
okutulması, son sınıflara seçmeli din dersi konulması, İmam-Hatip meslek 
okulları açılması ve Yüksek İlahiyat Fakültesi açılması yönünde yasalar 
çıkartılmış ve bu yasaların çıkartılmasından üç ay sonra da yukarıda sözünü 
ettiğimiz yardım anlaşması Amerikan Kongresi’nde kabul edilmiştir. 
Bir noktayı daha vurgulamak gerekiyor. Bunun için de 16 Şubat 1947 tarihli Ulus gazetesinin haberine bir göz atalım:

“...Okullarda din dersi okutulması ve dini meslek okulları açılması işini 
incelemek üzere seçilen parti komisyonu toplantılarına başlamıştır. Komisyon 
başkanlığına B. Tahsin Banguoğlu, katipliğine B. Sedat Pek seçilmişlerdir. 
Cumartesi ve pazar toplantı yapan komisyon şu kanunları ele almıştır.

Okulların son sınıflarına ihtiyari olarak din dersi konulması .
İmam-Hatip ve vaiz yetiştirmek üzere orta dereceli okulların açılması .
Yüksek din adamları yetiştirmek üzere üniversitelerimizde İlahiyat Fakültesi açılması. 

Bununla da yetinilmemiş ve 1926’da 677 sayılı yasa ile kapatılan tekke ve 
zaviyelerin yeniden ziyarete açılmasını öngören yasa 1 Mart 1950’de TBMM’de 
kabul edilmiştir. (Tutanak Dergisi XXXV/1, s.177. Aktaran Cengiz Özakıncı, İrtica 1945-1999)

Cemal Kutay (90 yaşında Atatürkçü olup çıktı) 1946 yılında devletin de 
desteklediği Millet Dergisi’ni yayınlamaya başlar. 2 Ocak 1947’de bir “Açık 
Mektup” yayımlar. Okuyalım bu “Açık Mektup”u.

Mektubun başlığı şöyle: “Bu memleketin bütün ana-babalarına ithaf. Türk 
Gençliği’nin manevi inşaası” 

“Önümde Amerikan liselerinde daha dinamik ve pratik olmak iddiasıyla hazırlanmış ve büyük alakayı çekerek senatoda taraf bulmuş müfredat programı var... Vicdan hürriyetine saygının ve insan haklarının vatanı olan Amerika’da, ailelerle okul elele vererek yeni yetişenin manevi cephesini inşa ediyorlar... Anneler!... 
Babalar!... Vicdan hesaplaşması döneminiz gelmiştir. Yavrularınıza ebedi ve tek 
Allah fikrini telkin ediniz. Allahsız bir nesil yetiştirmeyiniz! Gençliği 
Allahsız ve dinsiz yetişmekten kurtarmalıyız!...” (Cemal Kutay, Türkçe İbadet 2)

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Tacı Haine Giydiren Milletin Kanı Dinmez: CHP MUVAZAALARI ve BAYKAL'ın İSTIFASI BÖLÜM 1

Tacı Haine Giydiren Milletin Kanı Dinmez: CHP MUVAZAALARI ve BAYKAL'ın İSTIFASI BÖLÜM 1



Tacı Haine Giydiren Milletin Kanı Dinmez..,

Çanakkale Savaşının ardından 1918'de Yıldırım Orduları Komutanlığını, Alman Liman Von Sanders'ten devir alan Atatürk, madalyaları ile çekilmesine izin verdiği resminin altına Osmanlıca Hz.Muhammed'e saygı için şunu yazdırır; 
“ Bir gaza ettik ki hoşnud eyledik peygamberi!!!” Bu resmin çekilişinden 5 yıl 
sonra,bitirilmiş bir imparatorluktan da bağımsız bir devlet çıkaracaktır. 

Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez,milletçe 
sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür.
Adilyargıç / Keykubat.

Bloga,darbeci,cuntacı,işbirlikçi dönmeler,ayrılıkçı faşist veya kökten dinciler, bilip de susanlar, aklen ergenliğe ulaşmamış, din,tarih konularında okul bilgilerini bile öğrenememiş, hayatında bir kez olsun Türkçe Kuran bile okumamış,yaşı "40"ın altıda olanların girmeleri sakıncalıdır.

Bu uyarı sonradan tuhaf soruların sorulmasını engellemek, araştırma,sorgulama 
yetenekleri gelişmemiş olanların dengelerinin korunması amacı ile konulmuştur.

Atatürk'çü,solcu,din dahil her şeyi sorgulayan,iftira,yalan yazı içermeyen,ırk 
ayırımcılığı yapmayan, eleştirinin ayarını kaçırmayan,yazarının bilgisi ile 
sınırlı bir blogdur.

Başka yazılarda ve bu blogda okuyacaklarınıza, araştırmadan soruşturmadan hiç bir şeye inanmayınız.

Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.
Saygılar, Sevgiler.


CHP MUVAZAALARI ve BAYKAL'ın İSTIFASI 

CHP - ŞİKELERİ ve BAYKAL’IN İSTİFASI 

12 Mayıs 2010 Çarşamba

I.ŞİKE- (Muvazaa)

ATATÜRK’Ü SAF DIŞI ETME ÇALIŞMALARI

1789 Fransız Devrimi ardından yayılan Napolyon ordularını bozguna çıkarmak 
amacıyla İngiltere ve müttefiki olan Avrupa’nın feodal güçleri,başta 
İspanyollar,İtalyanlar olmak üzere tüm Avrupa’da “Etnik Milliyetçiliği” 
körükleyerek Napolyon ordularını 15 yılda bitirmeyi başarırlar.
Ancak,iyi maya tutan bu etnik milliyetçilik,20.yy.başında Rus Çarlığı,Avusturya 
Macaristan ve Osmanlı İmparatorluklarını tarihe gömecektir.
İşte o gömülme anının son anlarında,işgal altındaki ülkemizde azınlıklar ile 
işgalci güçler arasında müthiş şikeler,işbirlikçilikler yaşanmaktadır.

Sevr Antlaşması Haritası-Büyütmek için haritayı tıkla.

17-20 Nisan 1920 tarihlerinde Sadrazam Damat Ferit Paşa, Anadolu'da barış 
anlaşması şartlarını kabul etmeyen Mustafa Kemal'i durdurmak için İngilizlere, 
Kürtleri kullanmayı önermiştir.

Amiral de Robbeck, Lord Curzon'a Ferit Paşa ile görüştüğünü açıkladı. Robbeck, 
Ferit Paşa'nın, anlaşma şartlarına uygun olarak ayrı bir Kürt devleti kurulması 
için Kürtleri Mustafa Kemal'e karşı kullanmayı önerdiğini açıkladı.

“Kürdistan Türkiye'den tamamen ayrılıp bağımsız olmalıdır. Ermeniler ile 
Kürtlerin çıkarlarını bağdaştırabiliriz. İstanbul'daki Kürt Klübü Başkanı Seyit 
Abdülkadir ve Paris'teki Kürt delegesi Şerif Paşa hizmetimizdedir.”

— Amiral John de Robbeck,İngiliz Yüksek Komiseri,26.Mart 1920, İstanbul
Paris Barış Konferansında 1919 yılı Ocak ayında, Osmanlı delegelerinden Ermeni 
Boghos Nubar Paşa ile Kürt Şerif Paşa bağımsız bir Ermeni ve Kürt devleti 
konusunda anlaşmışlardı. Cemiyet başkanı Âyan'dan Seyit Abdülkadir de Boghos Nubar Paşa ile anlaştıklarını İngiliz Yüksek Komiserliği Danışmanı Hohler ile görüşmesinde anlatır. Ancak Abdülkadir, İngilizlerden kendilerine sunulandan 
daha fazlasını istemektedir. Bu uğurda Mustafa Kemal'i yok etme hareketine 
yardım edeceklerini açıklar. 

İngiliz politikası, doğuda bağımsız bir Kürdistan ve Ermenistan devleti 
kurulmasını amaçlıyordu. Bu sayede hem bolşevikler ile aralarında bir tampon 
bölge oluşturmayı, hem de mütareke şartlarını kabul etmeyen Kemalist milliyetçi 
güçleri meşgul etmeyi ve durdurmayı hedefliyordu. İngilizler, tarihte yaşanmış 
olaylar nedeniyle Ermeniler ile Kürtleri biraraya getirebilmenin zorluğunun 
farkına vardılar. Zira bazı Kürtler, Ermeni egemenliğine razı olmaktansa 
Türkleri tercih edeceklerdi. 23.Eylül 1920 tarihinde İngiliz dışişleri tercümanı 
Ryan raporunda, Kürtleri Türklere karşı kullanmanın çıkarabileceği ters 
sonuçları rapor eder.

I.DÜNYA SAVAŞININ SONUÇLARI ARASINDA,09.Kasım 1918’de bir darbe ile tahttan indirilen Alman imparatoru Kayzer II.Wilhelm İsviçre'ye sürülmüş,iki gün sonra 11. Kasım.1919’da Almanya teslim olmuştur ve Alman Başkomutanı Cumhurbaşkanı olmuştur.

Bu olaydan 56 gün sonra 05.Ocak 1919’da Almanya’da Amerikan destekli ilk Faşist parti kurulmuştur.11.Şubat’ta Cumhuriyetçi yönetim hükümeti devr alır.

Faşist Parti’nin ilanından altı gün sonra Berlin’de Komünistler feci şekilde 
bastırılmışlar dır. 

23 Şubat 1919’da İtalya’da Faşist Partinin kurulmasını, Almanya’nın, Letonya, Litvanya gibi ülkeleri da yanına alarak “Anti Komintern Pakt” ülkelerini oluşturması izleyecektir.
Yani, SSCB’ye ilk duvarı sınırdan örecektir.
I.Dünya Savaşı Ortadoğu'da İngiliz toprakları.(Kırmızı)

Rusya’da bir savaş kazası olarak ilan edilen Sosyalist idare sistemine halkın 
özentisinin önlenmesi için ABD, Almanya ve arkasından bütün küresel kontrol 
alanına girecek Avrupa ülkelerinde “Nasyonal Sosyalizm’i” destekleyecektir.
Nasyonal Sosyalizm,sosyalizm’in evrensel kardeşlik ilkesinden arındırılmış, 
milliyetçi,ırkçı, kafatasçı hale getirilmiş şeklidir.Özellikleri aynen sosyalizm gibidir.

Sosyal devlet,eşitlik,ücretsiz eğitim-sağlık hizmetleri, emeklilik,çalışma saatlerinin düzenlenmesi, kadın-erkek eşitliği,çağdaş medeni hukuk,her 
vatandaşın haklarının anayasa ile korunması gibi ilkeleri de içermektedir. Sosyalizmi kendi milletine uygulama şeklidir. 
Ama,özel mülkiyetin,burjuvazinin korunması şartıyla.

Yani, bu ”Faşizm’dir.”

Alman hukukunun örnek hukuk olma nedeni de SSCB’ye komşu olması nedeniyle,halkın SSCB’ye özenmesine sebep olacak haklar ve özgürlüklerin en aza indirilmesi gayretidir.

Bu işlem Türkiye'de 1924'e kadar uzamasının sebebi de,SSCB’ye batıda sağlam bir set çekmekle meşgul olmalarından hem de bize biçilen paylaşım,idare konularında fikir birliği oluşturamama sonucudur.

İlk dayatma ile ”Türk Milliyetçiliği” kavramının oluşturulması sağlanmıştır.
Böylece,asırlardır “din kardeşliği” ilkesinde birlikte sorunsuz yaşayan Müslüman 
halk’ın içinde “kökene dayalı ayrılıkçılık tohumları” ekilecek,günümüzün “mikro 
milliyetçilik” ile açıklanan,Adalet ve Kalkınma Partisinin temsilciliğini 
yaptığı ülkemizi 36 parçaya bölme projelerine analık edecektir.
Çünkü,Türklerde hiçbir zaman “Türklük” kavramı öne çıkarılmamış aksine 
bastırılmıştır. Benim annem bile bundan iki yıl önce bir konuşmamda “Türk” 
dediğimi duyar duymaz;

-“Oğlum,biz Türk’üz ama Türk demeyecekmişsin çok günahmış,Müslümanım 
diyecekmişsin” diyerek beni uyarmıştı.Validem,1927 doğumludur.
Milliyetçilik kavramı,Sultan Abdülmecit döneminde(1789 Fransız Devriminden sonra olmasına dikkat ediniz) ilk “Türk Dili-Tarihi-Milliyetçiliği” araştırmaları,ilk 
defa Türklere özgü okul ilk okul kitaplarını kaleme almış,Nuruosmaniye’de ilk 
örnek eğitim veren okul açmış, Mecelle’nin (İlk Osmanlı Anayasası) yazarı, 
Sabetayist dönme olduğu öne sürülen, Ahmet Cevdet paşa (1822- 1895-Kavaid-i 
Osmaniye adlı kitabı ile Türkçe’nin ilk kez bilim dili olduğunu kanıtlamıştır. ”Herkesin anlayacağı surette,bir risale (Büroşur-dergi) yazıp 
Takvim’ül Edvâr tesmiye ettim ve Lisan-ı Türkî ilim lisanı olamaz diyenlere 
lisanımızın her şeye kabil olduğunu ve bu lisan ile her fenden,güzel eserler 
yazılabileceğini tasdik ettirdim”. Diyerek,verdiği eserin önemini –Maruzat’ında 
dile getirmiş,Şark’taki Türklerle ilgilenmemiz konusunu da önemle ileri sürmüş 
şuurlu bir Türkçüdür.Günümüz Türkçülerinin çoğunun ondan bir haberleri olmasa da bu böyledir.

Türkçe hakkındaki diğer eserleri,Medhal-i Kavaid,Kavaid-i Türkiyye,Belagat-ı 
Osmaniyye’ dir. ), tarafından,eğitimde dışa bağımlılığı ortadan kaldırmak amacı 
ile başlattığı çalışmalarında görmekteyiz.

Cumhuriyet döneminde de başta “Kürt Milliyetçiliği” konusunda yazan ve Kürt 
Milliyetçisi olduğu iddia edilen Ziya GÖKALP (1876-1924) tarafından 
şekillenecektir.

Turancı Enver Paşa, Gagavuz Türk’ü Hıristiyan dönmesi,Talat Paşa Müslüman 
Arnavut, Cemal Paşa’nın da Gürcü Hıristiyan devşirmesi olduğu iddia edilir.

Daha o zamanlarda Atatürk’ün Boşnak,Sırp,Yahudi kökeni hakkında konuşulup 
yazıldığını biliyoruz.

Malum,henüz bir şey olmayan birini kimse bilmek bile istemez ama,bir başarıya 
imza atıp da kamuya mal olduğu zaman,seyahat için geçtiği yollarda bulunan 
köy,şehir halkları bile bu şahsın kendisinden olduğunu iddia etmeye başlar.
Atatürk’ün adı ile anılan bir çok kasabanın olması (Kemal paşa,Mustafa Kemal 
Paşa gibi) buna en güzel örnektir.

Farz edelim ki bu böyle olsun ki,o zaman “Türk Milliyetçiliği ve Turancılık ” 
kavramlarını yaratanların içinde bir tane TÜRK yoktur.
Böyle olunca da Türk Milletine de “soykırımcı” demek de hak etmediği,apaçık bir 
hakarettir.

Olay tamamen amacı “Sosyalizm’i engellemek” olan İngiliz-ABD 
koalisyonunun,kendileri dışında dayattığı devletleri parçalamak için teşvik 
ettikleri "milliyetçiliğin",Osmanlı'yı da kendi nefsi müdafaasını oluşturma 
fikrine itmesinden başka bir şey değildir.

Her zaman hatırda tutmamız gereken,Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkılmış,tarihe 
gömülmüş bir imparatorluktan güç bela kurtarılmış bir devlet olmasıdır.
Yeni kurulan bir devleti de egemen güçlerin bazı isteklerine uyum sağlamadan 
dünya siyaset arenasında yaşatmanın da imkanı yoktur.
Bunu unuttuğumuz an tarihimizi kötüleyen her fikre,işbirliğine kolayca hizmet 
ederiz.

İlginç ama gerçek budur.

1918 tarihli Willson ilkelerinin 1.maddesi gereği Laik Demokratik sistem" 
Osmanlı'dan ve diğer büyük devletlerden boşalan alanlarda kurulacak devletlerde Amerikan şartı" olduğu için benimsenmiştir.

19. yy.İngiliz İmparatorluğu

Daha sonra Amerika bu ilkesinin arkasında durmayınca,İngiltere bunu ret etmiş ve Afganistan'da Topal Molla olayını başlatırken Türkiye'de de Şeyh Sait ve 
Dersim,Kars, Hakkari ve diğer isyanları başlatmıştır.Ama İran'da,26 Ekim 1923'de Monarşik Cumhuriyet rejimini de,Farsi kökenli olduğunu iddia ederek tahta geçirdikleri Şah Rıza Pahlevi diktasını da aynı ilke çerçevesinde kurmuşlardır. 
Türkiye'de ilan edilen Cumhuriyet rejimi ile aralarında sadece "3-üç" gün olması 
dikkat çekicidir.
Atatürk Laik-Cumhuriyet yapılanmasını Fransız Devriminden örnek alarak bir 
yenilenme olarak gördüğü için halkın "kültürel özgürlüğe" kavuşması şartı olarak gördüğü için de koruma yoluna gitmiştir.
Batılı devletlerin ve işbirlikçileri olan,kurtuluş savaşına yardım bile 
göndermeyen,ayrılıkçı feodal,faşist Kürt ağaları ile şeyh ve pirlerinin 
Atatürk’e kızgınlıklarının başında onun Ulusalcılık ilkesine dayalı Cumhuriyeti 
kurma başarısı,ardından tekke ve zaviyelerin kapatılması,efendi,şeyh, 
pir,ağa,bey,maraba gibi sosyal sıfatların yasaklanması,kılık kıyafet 
devrimi,köleciliğin kaldırılması gelir.
Ona olan düşmanlıkları,ölümü ile de bitmeyecek,bu yüzden ilelebet 
sürecektir.Kürtler arasında "kölecilik",Atatürk'ün sağlığında çıkarılan 28 
faşist Kürt isyanı ve diğer gerici ayrılıkçı Rum siyanları yüzünden halen 
sürmektedir."15" yıllık iktidarı işbirlikçi faşist Kürt ve Rum isyanları ile 
geçen Atatürk,Kürtler'de köleciliği kaldırmaya fırsat bulamamıştır.
Ardından gelen işbirlikçi İsmet paşa ve faşist Kürt feodallerinin tam kadro yer 
aldığı Menderes ve diğer hükümetler tarafından da faşist Kürt Feodalitesi resmen kutsanmış,korunmuş, palazlandırılmıştır.

İsmet paşa’nın İngilizlerle tanışıklığı,Yemen’de görev yaptığı yıllara kadar 
uzanmaktadır. Yemen dönüşünde,Diyarbakır’da yaptığı görev sırasında da 1917 
Devrimini hazırlayan Rus kadroları ile tanışma fırsatı olmuştur.
Ama,İsmet paşa’yı etkileyen güç daima İngilizlerdir.O,"güçlü erkekle çiftleşmek 
isteyen dişi hayvanlar" gibi daima güçlüden yana olmuştur.
Onun bu özelliği SSCB'nin atom silahı yaparak "güç dengesini" eşitlemesinin 
ardından ABD'nin geliştirdiği ve Türkiye'yi kendi haline bırakacağından korktuğu 
savunma stratejisi değişikliğine kadar yani 1970'lere kadar sürecektir.
1970'de Abdi İpekçi'ye ,ABD üsleri ve ABD'nin NATO savunma stratejisini 
"Topyekün Mukavemet" kavramından "Esnek Mukavamet" kavramı şeklinde değiştirmesi konularında bir araştırma yaptırır.(Kaynak 22.5.1970 tarihli Milliyet Gazetesi Abdi İpekçi'nin İncirlik Araştırması başlıklı dizi yazıları.)

İlk defa ölmesine iki yıl kala,bu yüzden "ABD Karşıtı" olmaya başladıysa da 
artık tren varacağı istasyona varmıştır,iş işten geçmiştir.

İşte,İsmet paşanın şansı olan bu sihirli güçler,,1919 Mondros mütarekesinden 
sonra,onu birden zamanın genelkurmay başkanı olan Fevzi Çakmak paşa’nın 
yaverliğine taşıyacaktır.
Atatürk Anadolu’ya 19.Mayıs 1919’da geçtikten çok sonra İsmet paşa,Fevzi Çakmak ve İstanbul hükümetinde görevli Kürt Teali Cemiyeti üyesi bazı “faşist Kürtçü” paşaların da telkinleri ile Atatürk’e “göz kulak olması” için gönderilmiş olduğu inancı bende oluşmuştur..
I.İnönü savaşına,”ordu yönetme tecrübem yok” diye itiraz eden İsmet paşayı Fevzi Çakmak ile Atatürk’ün,İsmet paşayı adeta “”ite kaka” razı ettiklerini Ş.Süreyya Aydemir,İsmet paşa’nın 1965'de yazdırdığı “TEK ADAM” adlı kitabında anlatır.Şimdi,Kürt isyanlarına bir bakalım;

1- Kurtuluş Savaşı süresince çıkan isyanlar;

01-1919-22, Simko (Ismail Ağa) İsyanı
02-1919-11 Mayıs, Ali Batı İsyanı
03-1919-21 Mayıs, Mahmut Berzenci İsyanı
04-1921-6 Mart Dersim- Koçgiri İsyanı

2-Cumhuriyet dönemi İsyanları;

05- Mart.06.1924-İsmet paşa başbakanlık’tan alınır.
05-1924-Nisan Eylül,Hakkari Beytüşşebap İsyanı.
06-1924-Eyl.12 Nasturi İsyanı-İngilizler Hakkariyi isterler.İngiliz destekli isyandır.
06- Ksm.22.1924 Görevden alınır.Üç ay sonra,
07--1925-13 Şubat, Lice-Muş,Van-Elazığ Şeyh Said İsyanı-İngilizlerin Türkiye’ye sormadan . Hakkari sınırını çizmelerine karşı Atatürk’ün savaşa kalkıştığı 
      sırada çıkar.
08-1925-10 Haziran, Nehri İsyanı (Şeyh Said’in dedesi Şeyh Ali Septi’nin talebeleri.Koçgiri . İsyanını çıkaranlar.)
09-1925-7 Ağustos, Reşkotan-Raman İsyanı
10-1925.Kasım-1. Sason İsyanı
11--1926-16 Mayıs, 1.Ağrı İsyanı
12-1926-21 Ocak, Hazro İsyanı
13-1926-7 Ekim, Koçuşağı İsyanı
14-1927-26 Mayıs , Mutki İsyanı
15-1927-13 Eylül 2.Ağrı İsyanı
16-1927-7 Ekim Bıcar İsyanı
17-1929-6 Temmuz, İt Resul İsyanı
18-1929-20 Eylül, Tendürek İsyanı
19-1930-26 Mayıs, Savur İsyanı
20-1930-20 Haziran, Zilan (Zeylan) İsyanı
21-1930-21 Temmuz, Oramar İsyanı
22-1930-7 Eylül, 3.Ağrı İsyanı
23-1930-24 Ekim, Dersim-Pülümür İsyanı
24-1930- Eylül, 2. Mahmut Berzenci İsyanı
25-1931- Kasım, Şeyh Ahmet Barzani İsyanı
26-1937- Ocak, 2. Sason İsyanı
27-1937- 21 Mart,I. Dersim İsyanı
28- 1938 I.ve II.Dersim isyanları

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

ŞEYTANIN PLANLARI!!!

ŞEYTANIN PLANLARI!!!   



Yazar Hasip Sarıgöz’ün Kaleminden.,

Anadolu’da güzel bir deyim vardır. 
Derler ki; “Yol üstünde bağı olanla, güzel yâri olanın başı dertten kurtulmaz” 

Sanki bu deyim, tam da Anadolu’nun durumunu anlatmak için söylenmiş gibidir. 

Gerçekten de Anadolu’ya ilk gelişimizden bu yana başımız hiç dertten kurtulmadı. 
Ama hakkımızı da teslim edelim ki, bütün dertlere rağmen, nice kavimleri eriten bu topraklarda tam bin yıldır var olmayı başardık. 

Peki, Şeytan pes etti mi? Asla! 

 Her seferinde çok daha donanımlı, hırslı ve çok daha kuvvetli olarak üzerimize geldi. Gelmeye de devam ediyorlar! 

Esas soru şu: Bir bin yıl daha, bu topraklarda Türk ve Müslüman kimliği ile kalabilecek miyiz? 

İsterseniz bu sorunun cevabını sona bırakalım ve önce şeytanın planlarına bir bakalım. 

1970’li yılların ortalarıydı… 

Şeytaniler tarafından, taa okyanus ötesinden bir proje başlatıldı. 
Projeyi başlatan, dönemin Amerikan Milli Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger idi. 

Projenin amacı: Türkiye ve çevresinin etnik ve mezhep tabanlı olarak ve Amerikan çıkarlarına uygun şekilde yeniden formatlanmasıydı! 

Haziran 1978 tarihinde Kissinger’in hamiliğinde ve tarihçi Bernard Lewis’in başkanlığında Princeton Üniversitesinde gerçekleştirilen geniş katılımlı 
bir toplantıda; Türkiye ve çevresinin, 19’uncu yüzyıldaki mezhep ve inançlara göre sınırlarının yeniden çizilmesi öngörülüyordu! 

Açık CIA olarak da bilinen “Stratford”da baş jeopolitik analist olarak çalışan Robert D. Kaplan “On the Coming Anarchy On Our Planet” isimli makalesinde, 
daha 1994’te “Türkiye önümüzdeki yıllarda elinden çıkacak olan GAP’taki barajları niye inşa etti ki?” diye soruyordu! 

Adamlardaki özgüvene bakın… (Bu kişinin soyadı tanıdık geldi değil mi? İşte bu emperyalist batı her zaman “mühre” kullanmayı çok sever) 

ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice 7 Ağustos 2003 tarihinde Washington Post gazetesinde yayınlanan yazısında: BOP ile, Türkiye dâhil 22 ülkenin sınırlarının değiştirileceğini yazmıştı. 

Ondan sonraki süreçte yaşanan Arap Baharı’nın nasıl bir “Arap Kışı” ve hatta “Arap kıyımı” olduğunu gördünüz. Çünkü emperyalist Batı’nın askeri ve ekonomik kazanımlarının hepsinde maalesef ki masum, garip ve Müslüman kanı akmıştır! 

Gördüğünüz gibi, neredeyse her şeyi açık açık yaptılar. Ustalıkları ise, şeytani planlarını çok güzel ve masum kılıfların içerisinde sunmuş olmalarıydı. 
Plan çok, kılıf da çoktu! 

Amerikan Misyoner Teşkilatınca, Anadolu’ya gönderilen misyonerlere; “…bu mukaddes ve vaat edilmiş topraklar, silahsız bir Haçlı Seferiyle geri alınacaktır.” talimatı verilerek misyonerliğin gerçek hedefi ortaya konulmuştu ve Hıristiyanlığın karargâhında oturan Papa II. John Paul: “Birinci binyılda Avrupa, ikinci binyılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştırıldı. Üçüncü binyılda ise Asya Hıristiyanlaştırılacaktır” demişti. 

Adamlar dediklerini yapıyorlar! 

20 küsur yıl önce Daniel Wickwire adında bir ABD vatandaşı ülkemize geliyor ve Ankara Gaziosmanpaşa’da bir ev tutuyor ve misyonerlik çalışmalarına başlıyor. 
İlk başlarda sadece beş Türk gencini devşirebiliyor ama yıl 2004 olduğunda Türk hükümetinin misyonerlerin önünü açan uygulamalarının da etkisiyle ev kiliseleri 
hariç Evanjelist kilise sayısı 100’ü geçiyor, İslam’ı terk eden ve Evanjelist Hıristiyan olan Türk genci sayısı ise 3000’i geçiyor! Yıl şimdi 2018 şimdiki sayılarını varın siz hesaplayın. İşte bu Daniel Wickwire 22 Aralık 2004 tarihli Tempo Dergisi’ne verdiği mülakatta hiç çekinmeden “GAP Armegadon için kuruldu.” diyebiliyor. 

Bu kilise ve ev kiliseleri meselesi açılmışken, misyonerlik faaliyetlerinin yalnızca Evanjelist Hıristiyan tarikatı ile sınırlı olduğunu mu sanıyorsunuz? 
Öyle ise çok büyük bir tarihi yanılgı içindesiniz. Devlet istatistik Kurumu Anadolu’da açılan kiliseler konusunu ve Hıristiyanlaştırılan Müslüman Türk gençleri konusunu görmezden geldiği için güncel rakamları tam olarak bilemiyoruz. 

Fakat elimizde çeşitli veriler de yok değil. 

Güneş Gazetesi’nin 08 Kasım 2010 tarihinde manşetten verdiği “Satılık Tarihi Camii” başlıklı habere göre; 2003’ten 2010’a kadar geçen 7 yıl gibi kısa bir dönemde, Türkiye’de tam 37.000 kilise veya ev kilise hizmete açılmıştır. 

   Psikolojik Savaş kitabının yazarı Tahir Tamer Kumkale’ye göre, bu kiliselerin 30.000’e yakını; 2005 / 2007 yılları arasında, 2-3 yıl gibi kısa bir sürede açılmıştır. 

En son olarak da, 2012 yılında 4’üncü Kocaeli Kitap Fuarı’nda bir konuşma yapan Araştırmacı Yazar, Gazeteci ve Belgesel Programcısı Banu Avar; 

“Türkiye’de 54 binin üzerinde Protestan ev kilisesi olduğunu ve bu kiliselerin en yaygın olduğu illerin başında da İzmit’in geldiğini” söylemiştir. 

Bütün bu haber ve demeçlerin hiçbiri şimdiye kadar tekzip edilmiş değildir. 

Peki, herhangi bir şey yapılmış mıdır? 

Ne yazık ki hayır! Ülkemizde nifak tohumları eken Amerikan Barış Gönüllülerini, yıllarca birer angut misali nasıl sadece seyretmişsek, bu olanları da yalnızca 
seyrettik. Hala da öyleyiz. 

Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun en büyük Ermeni kilisesi olan Surp Giragos Kilisesi 2011 yılından bu yana Diyarbakır’da faaliyet göstermektedir. 

Başlangıçta bir tek Hıristiyan’ın dahi yaşamadığı bölgelerde açılan bu kiliselerin en büyüklerinden biri de, 1994 yılından beri faaliyette bulunan ve 2003 yılından 
sonra mekân ve cemaat olarak daha da büyüyen Diyarbakır Protestan Kilisesi’dir. 

Bu kilise; 1991 yılında Diyarbakır’a gelen bir adet misyonerin başlattığı çalışmalar sonucu ve devletimizin çıkarttığı yanlış yasalar suiistimal edilmek suretiyle, bugün kayıtlı üye sayısı binlerle ifade edilen bir misyonerlik kurumu halini almıştır. 

Görüldüğü gibi ülkemizde meydanı boş bulan binlerce misyoner cirit atmaya devam ediyor! Ne yazık ki, hiçbir misyoner örgütün amacı ve önceliği ilahi değildir. 

Hepsinin amaçları öncelikle siyasi, sonra iktisadi ve en son kılıf olarak ilahidir. 

Bu arada İstanbul Alman Kilisesi’nin Rahibi Holger Nollmann; “AKP Hükümeti ile çok uyumlu çalıştıklarını, Hıristiyanlığın doğduğu topraklara Hıristiyanların yeniden kavuşacağını” belirtiyor ve Recep Tayyip Erdoğan’ı “Türkiye’nin gelmiş geçmiş en iyi başbakanı” olarak tanımlıyor.(Deniz Som, Cumhuriyet Gazetesi 11 Mart 2005) 

Yine, ABD’nin üst istihbarat teşkilatı olan “National Intelligence Council” 2012 yılında yayınladığı “Küresel Eğilimler Araştırması” raporunda Türkiye’nin 2030 yılına kadar bölünmesini öngörüyor! 

Türkiye ve çevresi diye zikredip duruyoruz ya, peki Türkiye bu satrancın neresindedir? Emin olun ki Türk Devleti, Türk vatanı, Türk milleti ve İslam; Yeni Dünya Düzeni denilen bu 12’lik daire hedefinin tam da göbeğindedir! 

Çünkü: Türkistan, Semerkant, Buhara, Ankara ve İstanbul ana hattındaki Maturidi Türk İslam itikadı zihniyeti; Türkiye’yi 1,5 milyarlık İslam dünyası arasında en tehlikeli rakip ve dahi en öncelikli hedef haline getiriyor. 

Çünkü; Öncelikle “Ilımlı İslam” projesi ile milli devletin sulandırılması, sonrasında da Anadolu’nun Hıristiyan değerleri ile yeniden formatlanması BOP’un en önemli örtülü hedeflerinden birisidir. 

Yahudi düşünce yapısının temelini oluşturan kutsal metinlerden “Kabala”ya göre; Anadolu’nun adı “Edom”dur ve bu Edom Yeni Dünya Düzeni kurulurken son büyük seferde fethedilecek olan hedef ülkedir. Bu amaçla emperyalist batı tarafından, bu fetih için gerekli olan kuşatma harekâtına çoktan başlanmış durumdadır. (Bu arada bir dipnot olarak aklınızda bulunsun: “Ampul” ve “Rabia” işareti aynı zamanda Kabala’nın kadim sembollerindendir.) 

Yahudi inancındaki Arz-ı Mevud (vaat edilmiş topraklar)’un hedefi de yine Türkiye’dir! 

Saldırıların çok yönlü olduğunu bilmek; çevremizdeki Mısır, Libya, Irak, Suriye ve Afganistan gibi ülkelerin başlarına gelenleri görmek ve doğru şekilde anlamak zorundayız. 

Nasıl ki, zamanında Kuş Gribi saldırısı ile kümes hayvancılığımız ve Deli Dana hastalığı vb. saldırılarla da büyükbaş hayvancılığımız çok büyük zararlara uğramışsa; son günlerde yayılan dış kaynaklı şarbon hastalığı ve longoz ormanlarımıza musallat olan Amerikan Beyaz Kelebeği (tırtıl) de farklı bir savaş / yıpratma taktiğinin zuhur etmiş hallerinden başka bir şey değildir. Tohumumuz neden bozuldu? Kanser neden çoğaldı? Uyuşturucu bağımlılığı neden bu kadar arttı? Toplumu yozlaştıran televizyon programları neden Nirvana yaptı? İslam kendiliğinden mi bu kadar yozlaştırıldı? İslam=Terör anlayışı kendiliğinden mi yerleşti? Taciz ve tecavüz vakaları neden çığ gibi arttı? T.C tabelaları neden  yerlerinden indirildi? Türk kelimesi görüldüğü her yerden neden silinmeye çalışıldı? Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı durduk yere mi hortlatıldı??? (Dediğim gibi emperyalist batı avlanırken mühre kullanmayı sever) 

Dünyanın en büyük güçleri ne yazık ki son dönemlerde Akdeniz’i mesken tutmuş durumdadır. Amerika, Rusya, Çin, İngiliz, Fransız… Ha bir de nükleer füze yüklü İsrail denizaltıları! 

Sanıyor musunuz ki bu topraklarda ve bu denizlerde sular durulacak? 

Kuzey Irak ve Suriye meselelerinden sonra mutlaka ve mutlaka Kıbrıs meselesi yeniden önümüze konulacaktır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Türk askerinin Kıbrıs’tan çekilmesine yönelik bir karar alırsa Türkiye ne yapacaktır? 

Yunanistan’la aramızdaki kıta sahanlığı meselesi, ile işgal altında bulunan Ege’deki Türk adaları önümüzdeki süreçte patlaması kesin, için için yanan bir volkan gibi öylece durmaktadır. Yine Güneydoğu’ya bağımsızlık veya federatif yapı istekleri, altına sürekli odun atılarak sıcak tutulmaya çalışılan Pontus Rum’larının Karadeniz’e dönmesi hayali, Ermeni soykırımı meselesi ve bu bağlamda Doğu Anadolu Bölgemizden Ermenilere toprak verilmesi ve ayrıca Ermenistan’a tazminat verilmesi talepleri… 

Ne yazık ki, bütün bu konu ve talepler; Amerika ve Avrupa Birliği ülkelerinin işbirliğiyle uluslararası alanda Türkiye’yi çok ciddi bir şekilde zora ve zorlamaya sokabilecek meselelerdir. 

Yine, kaynağı Türkiye’den çıkan sular meselesi ile özellikle Akdeniz ve Ege’deki doğalgaz sahaları adeta pimi çekilmiş birer el bombası gibi ortada durmaya devam etmektedir. 

Er ya da geç ülkemiz başta ABD olmak üzere emperyalist batı ile kanlı bir hesaplaşma yaşamak zorunda kalacaktır ve Türkiye önümüzdeki yıllarda büyük bir ihtimalle, Batı ve Ortadoğu merkezli kimyasal ve biyolojik büyük bir terör saldırısına hedef olacaktır. 

Türkiye Cumhuriyeti tarikat ve cemaat konularında en üst düzeyde hassas ve 
devlet/millet açısından korumacı olmalıdır. 

Irak savaşında Irak Devrim Muhafızları ne oldu, bunlar buhar mı oldu, neden savaşmadılar diye hep sorulur. Sorulur ama, Irak Savaşı’ndan önceki dönemde Saddam’ın eşi ve çocukları dâhil olmak üzere, ordu komutanlarından en yakın çevresine kadar Amerikan destekli Kürt Kesnizani Tarikatı tarafından sarıldığını bilen çok azdır. Maalesef ki, Ordu komutanlarının, kuvvet komutanlarının çoğu ve dahi eşi ve çocukları dahi bu tarikatın üyesiydiler ve tabi ki tarikatın saray ve çevresinde uçan kuştan bile haberi vardı. Günü gelip Amerika Irak’a saldırdığın da, bu Kesnizani Tarikatı’nın sözde şeyhi bütün müritlerine Amerikan askerlerine karşı direnmemeyi emretmişti. Tamamen Şeyh’in emrinde ve güdümünde olan, milli bilinçten yoksun mürit generaller de vatanlarının  bağımsızlığı için savaşmak yerine Kürt bir şeyhin emirlerine uymuşlardı. 

Film bitti mi? Hayır. 

Bu Kesnizani Tarikatı halen daha Irak’ta devletin ve siyasetin tam da göbeğinde faaliyetine devam etmektedir. 

Tarikat ve cemaatleşmenin nelere mal olduğunu kendi ülkemizde de 15 Temmuz 2016’da kanlı bir şekilde yaşayarak öğrenmedik mi? Yıkıcı etkileri hala devam etmiyor mu? 

Peki, Yüce Allah bu konuda bizlere buyurmadı mı ki: “Ya Muhammet şu dinlerini grup grup, fırka fırka, cemaat cemaat bölenler var ya senin onlarla hiçbir 
ilişiğin olamaz” (Enam 159) 

Öyle ise Vatanımızın, milletimizin ve devletimizin bekası açısından cami cemaati dışında hiçbir cemaat bırakmaksızın kökleri kazınmalıdır. 

Sadece cemaat, tarikatlar ve misyonerlik değil, ülkemizde sayıları 20.000’in üzerinde olduğu tahmin edilen masonlar konusu, çeşitli camilerde boy gösteren Vatikan imamları ve sair oluşumlar konusunda da Türk devlet aklı gerekenleri yapmaktan çekinmemelidir. 

Yeri gelmişken, Masonluk konusu ayrı bir öneme sahiptir. Çünkü masonluk milli değerlere tamamen karşıdır ve daima evrensel değerleri savunduğunu deklare eder. 

Ülkemizdeki bazı siyasi ümmetçi çevreler, Osmanlıcılar ve aşırı dinci İslamcılar da milli değerlere karşı tavırlar içinde değiller midir? 

Tabi ki ihtiyatla yaklaşılmalıdır, ama sakın ola ki ülkeyi perde arkasından masonlar perde önünden ise siyasi İslamcılar yönetiyor olmasın!!! 

Milletlerin kaderini; milli kimlikleri, dilleri/düşünme sistematikleri, karakter özellikleri, yaşadıkları coğrafya ve tarihleri belirler. Türklerin en az bin yıllık yurdu olan Anadolu müthiş güzellikte ve olağanüstü niteliklerde bir coğrafyadır. Üstü ayrı zenginliklere sahip altı ayrı zenginlik potansiyellerine gebedir ve dünyanın birkaç merkez coğrafyasından birisidir. Hem milletler beşiği, hem milletler mezarlığı hem de din ve inançların merkezindedir. Onun için adına BOP deyin, GOP deyin, Bizans Projesi deyin, misyonerler deyin, ne derseniz deyin emperyalist güçlerin amaçlarına ulaşabilmeleri için Türk Devleti’nin yıkılması ve Türk milletinin de ya yok edilmesi ya da köleleştirilmesi şarttır! 

Artık kafamıza dank etmesinin zamanı gelmedi mi? Yüce Allah buyuruyor ki; “Biz bir ülkeyi/medeniyeti mahvetmek istediğimizde, onun servet ve nimetle şımarmış elebaşılarına emirler yöneltiriz de onlar, orada bozuk gidişler sergilerler. Böylece o ülke aleyhine hüküm hak olur, biz de oranın altını üstüne getiririz” (İsra 16) 
Eğer bu ayeti kerimenin muhatabı olan bir millet olmak istemiyorsak harekete geçmek ve çaba göstermek zorundayız. Kendi durumumuzu düzeltmek zorundayız. Zira Yüce Allah yine buyuruyor ki; “Bir kavim kendi durumunu düzeltmedikçe biz o kavmin durumunu düzeltmeyiz” (Rad 11) 
Bu kadar çok ve hayati tehlike varken, Türk milleti geleceğini garantiye alacak her türlü tedbiri hayata geçirerek geleceğini milli bilinç üzerine yeniden bina etmek zorundadır. 
Ve dahi bu süreçte kendisine vakit kaybettirenleri de sırtından atmak mecburiyetindedir. 
Gençlerimizin beyinlerini başkaları formatlamadan ve dahi zararlı ve zehirli tohumları onların beyinlerine ekmeden önce, yıllardır nadasa bırakılmış gibi boş duran bu gencecik beyinleri milli şuurla bizler doldurmalı ve hidayet meyvesi verecek ekim ve dikimleri kendimiz yapmalıyız. Nasıl ki nadasa bırakılmış bir tarlada ayrık otları çok kolay yetişirse, boş bırakılan beyinleri de önce zararlı, bölücü ve yıkıcı akımlar doldurur. 

Ülkemize ve insanımıza yönelik küresel saldırılara karşı gerekli tedbirleri almak, devletimizi ve halkımızı her türlü psikolojik saldırıdan korumak ve karşı psikolojik harekât planlarını hazırlayıp uygulamak üzere, 2945 sayılı kanun kapsamında, 1983 yılında Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekterliği bünyesinde 15-20 kişilik küçük bir kadro ile kurulan ve 21 yıl boyunca başarıyla görev yapan “Toplumla İlişkiler Başkanlığı”; Avrupa Birliği’nden gelen baskılar sebebiyle ve “kendi insanlarımıza karşı psikolojik harekât yapıyorlar” gerekçesiyle 2007 yılında kaldırılmıştır. 

Elbette bir devlet kendi halkına karşı psikolojik harekât yapmaz. Ancak, halkını yıkıcı psikolojik harekât etkilerine karşı korumak ve doğru bilgilerle donatarak bilinçlendirmek de her devletin görevidir. Kanımca Toplumla İlişkiler Başkanlığı kaldırılmak suretiyle terazinin bir kefesi boşaltılmıştır. Bu nedenle küresel güçler ile yıkıcı ve bölücü unsurların kara propagandalarını ve icraatlarını daha iyi yapabilecekleri bir ortam kendiliğinden oluşmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Devlet’i tarafından; devletimizi ve milletimizi hedef alan psikolojik harekât faaliyetlerine engel olmak ve halkımızı doğru bilgilerle buluşturmak maksadıyla, gerekli olan teşkilat veya teşkilatların kurularak faaliyete geçirilmesi, devletimiz ve milletimizin bekası açısından büyük önem arz etmektedir. 

İyice bozularak millilikten, akıldan, ilim ve fenden uzaklaştırılmış olan eğitim sistemimiz anaokulundan doktora derecesine kadar milli şuurla yeniden yapılanmalıdır. 

Dini eğitim de aynı kapsamda düşünülerek, tarikat ve cemaatlerin elinden alınarak, devlete ait okullarda Kuran ve Sünnete uygun şekilde ve adam gibi yapılmalıdır. 

Bütün okulların imam hatipleştirilmesi saplantısından hemen vazgeçilmelidir. Ne yazık ki, milletimizi yönetmekte olanlar ya Türk Milleti'ni ve onun karakterini hiç tanımamaktadır, ya da millete zararlı icraatları bilerek yapmaktadırlar! Evet, Türk Milleti Müslümandır. Evet, din hassasiyeti yüksektir. Ve evet, inancı uğruna her şeyini ve hatta canını dahi hiç çekinmeden verir. Lakin, Türk Milleti'nin Müslümanlığı veya dindarlığı; imamet, mollalık veya sofuluk düzleminde değildir. 

Tarih boyunca görülmüştür ki, onun dindarlığı; Arap Milleti'ne göre daha sığ, lakin daha akılcı, daha arı duru, daha öze dönük ve iyi ahlak çerçevesindedir. 
Bu gerçekliğin tarih içerisindeki en güzel tezahürü de Alperenliktir. Yani Alperen ler hem dünyevî, hem de uhrevî yönü olan vatan millet ve Allah yolunun bilge savaşçılarıdır. Onun için, ne yaparsanız yapın; Bu milletin tamamını zorla imam ya da molla yapamazsınız! Çünkü Türk Milleti'nin genlerinde ve karakterinde miskinlik, sofuluk veya mollalık değil; teşkilatçılık, savaşçılık ve Alperenlik vardır. 

Çocuklarımıza ve gençlerimize okullarımızda; Kuvvayi Milliye ruhu, İstiklal Harbi, Atatürk ve silah arkadaşları ve şehitlerimiz hakkında doyurucu bilgiler verilmeli, Atatürkçülük ve Alperenlik ruhu bilimsel ve pratik anlamda yeniden aşılanmalı dır. Bu konular okulların yanı sıra radyo, televizyon, sinema, tiyatro ve medyada daha çok yer almalı ve toplumumuzun bütün kesimlerine milli bir bakış açısıyla enjekte edilmelidir. Televizyonların en çok seyredildiği saatlerde milli içerikli yayınlar mecbur hale getirilmelidir. 

Türk milleti nüfus durgunluğuna girmemeli ve çoğalmaya devam etmelidir. Az olursa, yıkıcı ve bölücü unsurlar ile emperyalizm tarafından istila ve yok edilecektir! 

Unutmayınız ki, günümüzde küresel egemenliği kurmayı isteyenler kimler ise, dünyadaki terör hareketlerinin planlayıcısı, destekçisi ve hamisi de onlardır. Böyle bir fütursuz güce karşı Türk milleti de küresel bir güç olmak mecburiyetindedir. Bu bağlamda en iyi çıkış yolu ise, Türk Birliği’nin bir an önce hayata geçirilmesidir. 

Avrupa Birliği için değil, Türk Birliği için çalışılmalıdır. 
Bedeli ne olursa olsun Turan Ordusu kurulmalıdır. 
Türk ordusu sonuna kadar güçlendirilmelidir. 

NBC/KBRN Savunma tedbirlerine öncelik verilmelidir. 

Türkiye ne yapıp edip, en kısa zamanda kendi milli savunma sanayiini kurmalıdır. 
Türkiye en kısa zamanda nükleer güce sahip olmalıdır. 

Misyonerlik ve masonluk faaliyetleri kesin olarak önlenmelidir. 
Yeraltı kaynaklarımız milli olarak işletilmeli ve stratejik önemi olan madenlerimize sahip çıkılmalıdır. 

Yabancılara toprak ve gayrimenkul satışına izin veren yasalar derhal iptal edilmelidir. 
Bunun yerine 40, 50 ve azami 90 yıllık, zilyet hakkı doğurmayacak kiralamalar benimsenebilir. 

Üretim ekonomisi hayata geçirilmeli, sadece sıradan ürünler değil katma değer 
yaratacak stratejik ürünlerin üretilmesi ve geliştirilmesi hedeflenmelidir. 

Ülkenin en zeki çocuklarının, en iyi hocalarının, en iyi bilim insanlarının ve en iyi 
girişimcilerinin bir arada bulunabilecekleri ARGE merkezleri oluşturulmalıdır. 

Eğitim ve din konusu başta olmak üzere bütün devlet görevlileri milli güvenlik bilinçlendirme eğitiminden geçirilmelidir. 

Dil bir milletin benliğidir. Dilini kaybeden milletler benliğini de kaybeder. 
Bu nedenle Türk dili yozlaşmadan ve yabancılaşmadan korunmalıdır. 

Öncelikle ülkemizdeki yabancı tabela ve isimler ya yasaklanmalı, ya da yabancı isim ve tabelalara çok ağır vergiler getirilmelidir. 

Ne yazık ki, güzel ülkemizde adalet iğfal edilmiş bir vaziyettedir. Fakat, Büyük Selçuklu Veziri Nizamülmülk’ün dediği gibi “insanlar inançsız (ve hatta devletsiz) yaşayabilirler, ama ADALETSİZ yaşayamazlar.’’ Yine Hz. Ömer’in dediği gibi “Adalet mülkün temelidir.” Eğer dünya mülkünde Türk ve Müslüman olarak var olmaya devam etmek istiyorsak, mutlaka ve mutlaka HAK ve ADALET’i bir an önce hâkim kılmalıyız. 

Partili Cumhurbaşkanlığı gibi tek adamlığı ön plana çıkaran ve Meclis’i etkisizleştiren garabet sisteminden vazgeçilerek, Türk tarihindeki toy ve kurultay sistemi ile örtüşen parlamenter sisteme yeniden dönülmelidir. 

Devlet Yönetiminde; Yandaş, Kandaş, Enişte, Bacanak ve Damat değil, LİYAKAT esas alınmalıdır. 

Elimizdeki bütün imkânlar kullanılarak, terör belasının üzerine gidilmeli ve ne pahasına olursa olsun bölücü terör tehdidi ortadan kaldırılmalıdır. Çünkü bu işi 
halletmediğimiz sürece ayağa kalkıp yolumuza bakabilme imkânımız yoktur. 

Güncel olarak, İdlip ve çevresindekilerin Türk Devleti’ni bölüp parçalama potansiyeli yoktur. Ama Fırat’ın doğusundakilerin böyle bir potansiyeli ve amacı vardır. Bu nedenle Türk ordusunun sınırlı ve kıymetli enerjisi alakasız yerlerde harcanmamalı, önceliğimiz mutlaka ve mutlaka PKK/PYD ve Fırat’ın doğusu olmalıdır. Çünkü bu PKK/PYD kullanılarak; Güneyimizde İslam dünyası, doğumuzda ise Türk dünyası ile irtibatımız kesilmek istenmektedir. İşin doğrusu, PKK/PYD’yi Türkiye ile Türk ve İslam dünyasının arasına adeta birer kama gibi sokmak tam da şeytana göre bir plandır. 

Açıkça dile getirmek gerekirse, bölgemizde Türk milletinin bekasını tehdit eden ESAS SORUN ABD’DİR. İşin özü, hazırlıklar buna göre yapılmalıdır. 

Türk milletinin milli refleksleri; Türklük ve İslam ahlakı temelleri üzerinedir. İşte bu nedenle en az 20 yıldır Atatürk ve Kuvvayi Milliye ruhu hedef tahtasındadır. Bu ruhun aşındırılmasında en büyük pay da ne yazık ki havuz medyanındır. 

Milli reflekslerin aşındırılmasından vazgeçilerek uyandırılmasına çalışılmalıdır. 

BOP, GOP, Bizans ruhu, misyonerler, masonlar, dinciler, kinciler, havuz medya ve diğerleri ne kadar şeytani planlar yaparlarsa yapsınlar, Muhammet Mustafa ahlakı ve Mustafa Kemal bilinci karşısında kazanmaları mümkün değildir. Partimiz, inancımız, sınıfımız, mesleğimiz, mezhebimiz veya dünya görüşümüz ne olursa olsun, işte sırf bu nedenle; ahlaki rehber olarak Muhammed Mustafa’yı, milli rehber olarak da Mustafa Kemal’i örnek almak ve onların yolundan gitmek zorundayız. 

Çünkü başka bir çıkış yolumuz yoktur. 

Şimdi başta sorduğumuz soruyu bir daha soralım: “Bir bin yıl daha, bu topraklarda Türk ve Müslüman kimliği ile kalabilecek miyiz?” 

Gerekli tedbirleri alırsak, atalarımız gibi Türk olursak, Hoca Ahmet Yesevi gibi Müslüman olursak, doğru ve çalışkan olursak, küçüklerimizi sever ve korur büyüklerimizi sayarsak, yurdumuzu ve milletimizi özümüzden (kendimizden) çok seversek ve varlığımızı Türk varlığına armağan etmeye hazır olursak EVET… 
Evet, bir bin yıl değil, kıyamete kadar bu topraklarda kalabiliriz. Seçim de çözüm de bizde. 

Lütfen şimdi “bütün bunları KİM YAPACAK?” diye sormayın. 

Kendinize “Türk milli hedeflerine giden yolda BEN NE YAPABİLİRİM?” diye sorun. 

Eminim ki, her birinizin bu deryada bir damla olabilecek kadar varlığı, bu karanlıkta bir kıvılcım çakabilecek kadar enerjisi ve bu kutlu yola zerre kadar bile olsa katkı sağlayabilecek cesareti, fikri, projesi, desteği, sesi ve nefesi vardır. 

Vazgeçmezler! 
Emin olun vazgeçmeyecekler. 
Ya onlar galip gelecek ya da biz, üçüncü bir şık yok! 
Ya şerefli birer Bozkurt, ya da esaret altında birer Mankurt olacağız! 
Arası yok! 

Çünkü adına Anadolu denilen bu Türk coğrafyası, Yahudilik ve Hıristiyanlık âlemi için: 
“Tanrı’nın yürüdüğü topraklar”dır. 

Sen Türk’sün, yanacaksan aşk ile yan, 
Yan ki, ateş ol, ışık ol, har ol, köze dön, 
Asırlarca uyudun! Ümit ve aşk ile uyan, 
Aç gözünü, ayağa kalk, titre ve öze dön… 


 ****

Seni İlgilendirmez.,

Seni İlgilendirmez.,

Rifat Serdaroğlu
21 OCAK 2014


   Tansu Çiller, Vanlı Yalım Erez ve uyuşturucu Baronu Mustafa Bayram sayesinde siyasete giren AKP “Parti Komiseri” Hüseyin Çelik, Cumhuriyet Savcısı tarafından Jandarma ile aranan ve ikisinde silah bulunan TIR’larla ilgili olarak şunları söyledi;
“TIR’lardaki malzemenin ne olduğu kimseyi ilgilendirmez. TIR’ların durdurulması had bilmezliktir. O malum Savcıyı hiç ilgilendirmez. Zaten Reyhanlı ve Cilvegözündeki patlamalarda olay yerine bir hafta sonra gitmişti.”
Bir parti yöneticisinin Cumhuriyet Savcısına TV Canlı yayınında hakaret etmesi kelimenin tam anlamıyla “Had Bilmezliktir.”
Türkiye sanki Komünist Rejim altında bir “Parti Devleti” imiş gibi Hüseyin Çelik, yetkisi olsun olmasın her konuda saçma-sapan konuşuyor!
Kendisine televizyon yayınında hakaret etmekten çekinmeyen yetkisiz, ilgisiz, saygısız bir parti yöneticisine haddini bildirmek o Cumhuriyet Savcısının görevidir. Makamı ne olursa olsun, kişi kim olursa olsun, hiç kimse bir Cumhuriyet Savcısına hakaret edemez. Eğer Cumhuriyet Savcıları bu sokak kabadayısı kılıklı kişilerden çekinir ve hadlerini bildirmezlerse, yol olur.
Böyle ağır bir hakarete göz yuman Cumhuriyet Savcısının da o önemli makamda durmaması gerekir…
AKP’li yöneticiler çok ilginç kişiler. Normal insan davranışları bunlardan beklenemez. Her olay için başka türlü, işlerine geldiği gibi konuşurlar.
Başbakan Erdoğan da, Hüseyin Çelik de, aynı üslupla Cumhuriyet Savcısını suçluyorlar;
“Reyhanlı’daki patlamadan ancak bir hafta sonra olay yerine gitti” diye.
Adana’da bir tane mi Savcı var? O Savcı gitmediyse başka Savcı gitmiştir. Sonuçta devletin işi aksamamıştır. Eğer aksama olduysa, yetkililer
“İdari Soruşturma” başlatırlar. Ne Erdoğan’a ne de Çelik’e söz düşmez…
Gelelim Türkiye yönetiminden sorumlu Başbakan’a;
Erdoğan, patlamanın olduğu ve 52 vatandaşımızın öldüğü, yüzlerce vatandaşımızın yaralandığı, sakat kaldığı, tarihimizin en büyük terör saldırısının gerçekleştiği Reyhanlı İlçemize tam 14 (ON DÖRT) gün sonra binlerce polis eşliğinde gidebildi. Parti Komiseri ise hiç gitmedi…

Koyun, hendekten atlarken kuyruğu kalkmış ve poposu görünmüş. Keçi; “Popon göründü, popon göründü” diye alay etmeye başlamış. Koyun, bir Keçinin yüzüne, bir de sürekli açık olan poposuna bakmış ve “Yahu seninki sürekli olarak açık, dön de kendi popona bir bak” demiş…
AKP’lilerin anlayışına göre Cumhuriyet Savcılarını ilgilendirmeyen olaylar şunlardır;

*Yolsuzluk-Hırsızlık-Rüşvet suçlarını işleyen Bakanlar ve Bakan çocukları, Savcıları ilgilendirmez.
*Ayakkabı kutularındaki avanta milyonlarca Avro, Savcıları ilgilendirmez.
*Silah yüklü TIR’lar, Savcıları ilgilendirmez.
*Başbakan’ın çocuklarının Vakfı, Savcıları ilgilendirmez.
*Devlet Kurumlarının, iktidar eliyle Cemaat ve Tarikatlara peşkeş çekilmesi Savcıları ilgilendirmez.
*Özellikle İstanbul’da yapılan “İmar Değişiklikleri” Savcıları ilgilendirmez.
*Alan Rıza-Veren Rıza sistemiyle işleyen altın ticareti Savcıları ilgilendirmez.
*İsviçre’de Milyarlarca Dolarlık 8 gizli hesap, Savcıları ilgilendirmez.
*Gemicikler, Pırlantacılar, Villalar, Medya Kuruluşları, Gizli ortaklıklar, Savcıları ilgilendirmez.
*Gezi’de gözleri çıkıp kör olan gençlerin durumu, Savcıları ilgilendirmez.
*Anayasa’nın AKP Hükümeti tarafından paspas edilmesi, Savcıları ilgilendirmez…
Bakın Sayın Savcılar;
Bizler iki satır bir şey yazdığımızda anında dava açıyorsunuz. Yine açmaya devam edin. Devam edin de esas görevinizi, Anayasa’nın ve Yasaların size emrettiği görevinizi korkmadan, çekinmeden yerine getirin.
Başbakan Erdoğan’ın bir sözünü Sayın Cumhuriyet Savcılarına hatırlatıp yazıyı sonlandıralım;
“Sayın Savcılar, yasaları uygulayın. Acımayın, acınacak duruma düşersiniz. Kadılar gelir, işinizi elinizden alırlar.” Demedi demeyin…


***

Hangisi Paralel Devlet?

Hangisi Paralel Devlet?



Cüneyt Arcayürek
21 OCAK 2014

Savcılar Yerinden oynatıldı. 

Emniyet’te 3 bine yakın polis görevinden alındı. 
Emniyet müdürleri, kimi valiler ya merkeze ya da başka illere gönderildi.
Medya haberlerine göre sıra hâkimlerde. 
Haftalardır Başbakan, yargıda Emniyet’te, hatta bürokraside estirdiği fırtanın nedenini açıklıyor: 
Devlet içinde devlet olan, paralel devletin bütün marifetlerini gösteren; savcılara, Emniyet’e, hatta Ergenekon, Balyoz gibi davalara bakan hâkimlere direktif vererek yüzlerce masum insanı yıllardır haksız yere hapishanelerde yatmasına… 
….bir türlü adını, liderini açıklayamadığı devlet içinde yuvalanmış “bir örgütün, bir çetenin” neden olduğunu söylüyor. 

***
Bu filmin bir benzerini yıllarca önce izledik ve bugünlere geldik.
Başbakan RTE, yıllarca adını dilinden düşürmediği, darbe yapmakla suçladığı Ergenekon adında bir örgüt olup olmadığını, davayı gören Silivri özel mahkemesi İçişleri Bakanlığı’na sordu. 
Bakanlık, mahkemeye devletin kayıtlarında bu isimde bir örgüt olmadığını bildirdi. 
Ama Başbakan Nuh dedi peygamber demedi. 
Ergenekon adında bir örgütün var olduğunu savundu. 
Ancak şimdi durum farklı. Ad vermeden bir örgütün, çetenin hükümeti devirmek için harekete geçtiğini yineleyip duruyor ama… 
…. din kardeşi olduğu, yıllarca el ele gönül birliğiyle devletin temel kurumlarında kurulan kumpaslara göz yumduğu resmen… ...bir örgüt, bir çete yok ama…: 
…Başbakan, suçladığı örgüt, cemaat ve çete reisini de, saygılarını iletmekten yorgun düştüğü Fethullah Gülen’i…
….neden isimleriyle açıklamaktan, yargıya teslim etmekten çekiniyor? 
Zira RTE için öncelikle seçimlerde oy sorunu ön planda.
Paralel çete, cemaatin önderlerini, liderini hukuk devleti olmanın gereği yargıya teslim etmek, elbette işine gelmiyor. 

***
Doğal olarak devlet içinde gerçekten paralel devlet yok mu, sorusu akla geliyor. 
Bu soruyu yanıtlayacak olaylar Güneydoğu’da yaşandı, yaşanıyor. 
Daha önce bir TIR ve iki otobüste silah ve mühimmat ele geçirildi. 
Hatay’da da bir TIR. 
Daha sonra durdurulan 4 TIR’dan 3’ünde savcının emriyle jandarmanın araştırma yapmasına izin verilmedi.
Zira TIR’lar MİT’e aitti.
Şu gerçek ortaya çıktı: 
Böylece: MİT, yasayla devlet içinde devlet olan bir örgüt!
MİT Yasası’nın galiba 26’ncı maddesi Başbakan’ın izni olmadan MİT TIR’larında devletin savcılıları emriyle devletin jandarmasının araştırma yapmasına izin yok!

***
Başbakan, silah ve mühimmat yakalanan TIR’ların Suriye’de Türkmenlere yiyecek götürdüğünü söyledi. Türkmen örgütleri, bu açıklamanın mürekkebi kurumadan Başbakan’ı yalanladı. 
Ne var ki, AKP sözcüsü Hüseyin Çelik, MİT TIR’larında araştırma yapılamayacağını öylesine savundu ki, böylece devlet örgütünün devlet içinde devlet olduğunu kanıtladı... 

H. Çelik, TIR’lara arama emrini vererek durduran savcı ile herhalde bu emre uyarak araştırma yapmaya girişen jandarmayı “haddini bilmezlikle” suçlayarak… 

***
Devlet içinde, üstelik yasayla devlet olan bir örgüt… bir de örgüt kanalıyla Suriye’ye gönderdiği silahlarla yüz binlerce insanın katledilmesine yardımcı olan, ne var ki devlet içinde devlet olan bir örgütten ve çeteden yakınan bir hükümet var önümüzde... 
Yasayla paralel devlet konumuna gelen MİT’in TIR’larında değil araştırma yapmak… 
…yolundan alıkoyarak durduranların hadlerini bilmediklerini parti sözcüsüne söyleterek aşağılatıyor, suçluyor.  


****

Faşizme Karşı Omuz Omuza.,

Faşizme Karşı Omuz Omuza.,


Selcan Taşçı
21 OCAK 2014


50, bilemedin 100 kişiydiler;

Yumrukları havada, -aklı selim kimsenin itiraz etmeyeceğini düşündüğüm-  “malum slogan” la yürüyüşe geçtiler:
- Faşizme karşı omuz omuza!
Sonra bir kız çocuğu çıktığı karşılarına;
Onun da yumruğu havada.
O da, kendi manifestosunu ilan etmek istedi Kadıköy Meydanı’nda:
- Mustafa Kemal’in askerleriyiz!
O, 50-100 kişi bir anda “kendileri gibi düşünmeyen” o kız çocuğuna yöneldi, diklendi;
100’e 1; orantısız tehdit!
Kim “faşist” şimdi?
“Faşizme karşı omuz omuza”, kim, kimle mücadele etmeli?

***
Adımdan olduğum kadar eminim ki, o kız çocuğu  “Atatürk”te birleşmekten değil de  “Öcalan”la bölmekten yana olsaydı; manşetlerin büyük bölümü yıkılırdı... Günler, geceler boyu ekran ekran kınanırdı:
- Açılıma darbe vurmak isteyen karanlık odaklar yine iş başında sayın seyirciler...
- 23 yaşındaki üniversiteli kız, Kadıköy’ün göbeğinde ırkçı bir grubun linç girişimine uğradı sayın seyirciler...
Kaldı ki , “yok sayılmakla”, “arada kaynatılmak”la “kurtardığı” için -şikayet ne haddine(!)- yatıp kalkıp şükretmeli!  “Faşizme karşı omuz omuza” verdiklerini ilan ederken ellerinde ırkçılığın da, faşizmin de, katlin, vahşetin ve her türlü insanlık suçunun da daniskasına imzasını atan Öcalan’ın posterlerini taşıyan  “sözde öğrenci”  gruba karşı çıktığı için saldırıya uğrayıp, üzerine “saldırgan” olarak da yaftalanabilirdi.
Olmamış şey değil; hatta daha yeni, bir iki gün önce yaşandı çok daha trajik bir örneği:

Marmara Üniversitesi’nde uğradığı saldırıda yaralanan ülkücü genç hastanede can çekişirken; haber metinleri  “ülkücü saldırganlar”, “eli satırlı ülkücü grup”, “faşist saldırı” vurgularıyla bezendi. 

Doktorlar Mustafa’yı uyutuyordu; medya koca bir ülkeyi!
Ülkücü olduğu bilinen bir gencin, bir üniversite öğrencisinin, üniversitede, sol göğsünden, kalbinin hemen altından bıçaklandığı, Türkiye’den saklandı!
Bir tek televizyon kanalı bile ameliyata alındığı hastanenin önünden “Mustafa yoğun bakımdan henüz çıkabilmiş değil sayın seyirciler” diye başlayan anonslar geçmedi... Bir tek gazeteci, spiker, yorumcu, her şeyi bilen adam/kadın çıkıp da “dualarımız onunla” demedi mesela... Hiç kimse -ne demek kalbinden bıçaklamak- cana kast eden bu katiller kimdir, nedir, üniversiteye nasıl girmiştir sorgulamadı! 

Terör örgütü yanlıları/mensupları, masum masum elma şekeri yerken mahallenin  “çamur tipleri” tarafından ezilen, dövülen “zavallı” çocuklarmış gibi; sizin, bizim dişimizden tırnağımızdan artırdıklarımızla okutmaya çalıştığımız çocuklarınız, çocuklarımız da şehir eşkıyası gibi konumlandırıldı; “her zamanki öğrenci kavgalarından biri”  varsayılmasına çalışıldı,  “dosya” el çabukluğuyla kapatıldı.

Sahi, Mustafa’ya kim saldırdı?

Üniversitelerin her yanını donattıkları  “güvenlik” kameralarına bakıldı mı mesela; soda şişeli, taşlı, sopalı, bıçaklı saldırganların öğrenci olup olmadıklarının tespiti yapıldı mı?
Öğrenci değillerse, üniversiteye nasıl girdiklerine, girebildiklerine dair bir soruşturma başlatıldı mı mesela?
Mesela o “saldırganlar” arasında KCK sanığı var mı? 
Ya da daha net sorayım;
Mustafa’yı bıçaklayanlardan kaçı KCK sanığı?
Polisin neredeyse “kuşatma” altında tuttuğu; o derece alarmda olduğu gün terör örgütünün şehir uzantıları, hem de onca “cephane!” ile üniversiteye nasıl sızdı?
Üniversitelerde milli hassasiyetleri yüksek olduğu bilinen öğrenci gruplarıyla, öğrenci olmayan, “bindirilmiş bölücüler” karşı karşıya getirilirken ne amaçlandı?
Bu sorular da önemli ama kendi adıma hem üniversite yöneticileri hem de “güvenlik-emniyet” görevlilerinin cevaplandırmalarını istediğim “öncelikli” soru başka:
O rektör  “Ya Mustafa benim oğlum olsaydı...” diye kendi kendisine bir sorabilir mi acaba?
O polisler “Ya adı anons edilen benim çocuğum olsaydı...” diye sorabilirler mi?
Yerde kanlar içinde bulduğumuz bizim çocuğumuz olsaydı?
Tamam “bakan evladı” olmayabilirler ama “vatan evladı” her biri! Ve anaları “yem” olsunlar  diye doğurmadı hiçbirini!

***
Velhasıl; 
Belli ki sizin elinizde bir “kaos planı” var...
Velakin;
Bizim evimizde size verecek “figüran” yok...


***

Devletin ' SIR ' ları TIR' latırken, silahlar kimi vuruyor?

Devletin 'SIR'ları TIR'latırken, silahlar kimi vuruyor?


Mehmet Faraç
21 OCAK 2014


AKP'nin Suriye'de günahı çok... En yakın örnekten söz edelim: Erdoğan, Suriye meselesine burnunu sokmasaydı, Türkiye Şam çıkmazında emperyalistlerin maşası ve taşeronu haline getirilmeseydi; Cilvegözü Sınır Kapısı ile Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde 40'tan fazla yurttaşımız bombalı saldırılara hedef olarak katledilmezdi...

Bırakınız Suriyeli göçmenlerin açtığı sosyo-ekonomik yaraları, Ankara'nın Ortadoğu'da yalnız kalışını, AKP'nin dış politikadaki çöküşünü, Türkiye'nin neredeyse El Kaide'nin barınma üssü olmasını ve Güneydoğu'daki esnafın iflas noktasına gelmesini... Cilvegözü ve Reyhanlı örnekleri bile AKP'nin nasıl bir günah kuyusunda çırpındığını göstermeye yetiyor...

Evet, AKP iktidarı suçlu... Çukurova üzerinden sınıra yönlendirilirken durdurulan "silah yüklü TIR"lar da gösteriyor ki, Esad 3 yıldır devrilemezken AKP'nin Suriye hırsı da ne yazık ki bitmiyor...

TIR'lara yüklenmiş araç- gereçler ya da "silah"lar gerçekten ÖSO militanlarına mı, yoksa savaşın ortasında savunmasız kalan "Türkmenlere" mi gönderiliyor tam olarak saptanamıyor ama sorgulanması gereken iki mesele var; MİT'in dış operasyonlara giriştiği iddiasıyla devletin gözetimindeki TIR'ların yıllar sonra bu kadar kolaylıkla deşifre olabilmesi hiç de hayra alamet değil...
İhbar kaosunda savaş çıksaydı?

Ne şaşırtıcı değil mi; Suriye krizi üç yıldır Ortadoğu'yu kilitlemiş ve AKP hükümeti, Esad'ı devirmek için oldum olası Suriye muhaliflerine silah ve para yardımı yapmakla suçlanıyor...

Bu bir "devlet politikası" mı, yoksa Türkiye, ABD ve destekçilerinin silah ve mühimmatlarını Suriye'ye ulaştırmakta "kargo" hizmeti mi veriyor bilinmiyor... Hatta son üç yılda kaç TIR Suriye'ye gizemli yük taşıdı, o da tam olarak kestirilemiyor...

Ancak şu bir gerçek ki; cemaat ile AKP arasındaki kavga başlamadan önce TIR'lar falan böyle kolaylıkla deşifre olmuyordu!..

Yani ne zaman cemaat ile AKP arasındaki kavga devlette yuvalanmış "cemaatçi" bürokratları tasfiye etmeye başladı, amaçları ve güzergâhlarını ancak istihbarat-çılarla özel görevlilerin bilebileceği devlet TIR'ları da ardı ardına deşifre edildi!..
Medyaya yansıyan analizler ve "kuşku" haberleri de gösteriyor ki; AKP-cemaat kavgasında, salt hükümet zor durumda kalsın diye "TIR'lar ihbar ediliyor", valiler, savcılar, polisler ve jandarma birbirine düşürülüyor...
Deşifre edilen ve durdurulan her TIR karşısında taraflardan biri avuçlarını ovuştururken, devletin dış politikasındaki sırları da yollarda geziyor!..
Kimse yanlış anlamasın; AKP-cemaat çatışmasında yalnızca laik cumhuriyetten yanayız... Ama "devlet istihbaratının bilgisinde" olan araç ve gereçlerin "intikam uğruna" bu kadar pervasızca ihbar edilmesi ve Türkiye cumhuriyetinin uluslararası arenada zor duruma düşürülmesi, devletin işlerliği ve geleceği açısından da tehdit oluşturmuyor mu?..
Örneğin; tam da şu sırada, yani AKP ile cemaatin birbirini vurmak ve zor durumda bırakmak için ihbar-gözaltı-tasfiye mücadelesinde olduğu süreçte, Türkiye aniden bir savaşa girmiş olsaydı devletin sırları açısından neler yaşanırdı acaba?.. Cepheye giden TIR'ların, tankların, askerlerin ve uçakların güzergâhları da böyle pervasızca "ihbar" edilir miydi?..
AKP ile cemaat birbirine istediği kadar taarruz etsin... İkisi de istediği kadar yıpransın... Çünkü Türkiye'nin çivisinin çıkmasında bu ikilinin derin ortaklığı etkili oldu...

Ama istihbaratın egemenlik kavgalarında kimse TIR ihbarlarını yalnızca, "Suriye muhaliflerine silah gönderiliyor" diye tek gözle ve basitçe analiz etmesin; çünkü ihbarcılığın Truva stratejisi iyice TIR'latırken, kendi içinde sır avcılığı yapan bir Türkiye, dış etkenlere karşı kolay lokma olmaktan da kurtulamaz!..
Kılıçdaroğlu, Çaltı'yı izliyor mu?

Belediye başkan adayları bugünlerde kendilerine arka çıkacak dayılar ararken, Şişli Belediyesi'nin CHP'li meclis üyesi ve başkan aday adayı Dursun Çaltı, profesyonel bir ekibe etkileyici bir proje kitapçığı hazırlatmış ve medyaya göndermiş... İnceledik; Şişli'yle ilgili 41 önemli projeyi anlatan kitapçıkta insana ve doğaya özgü ne ararsanız var...
Dursun Çaltı Şişli'de doğmuş... CHP'liler onun Şişli'nin kalbine giden damarları bile bildiğini söylüyor... 

Öyle, ilçenin arka sokaklarına bıraksanız caddeye çıkamayacak kadar bilgisiz ve silik, kendine hayrı olmayan siyasetçilerden değil o!..
18 yaşından bu yana CHP üyesi olan Çaltı, partinin gençlik kollarından yetişmiş ve ilçe başkanlığına kadar yükselmiş... Onu herkes yolsuzluklar ve yeşil alan vurguncularına karşı giriştiği mücadele ile tanıyor... Örneğin; Ali Sami Yen Stadı'nı park yaptırmak isteyen Çaltı'ya destek verilseydi, 60 dönümlük arazi AKP yandaşlarına peşkeş çekilmezdi!..
Unutmayalım ki, Şişli'nin eski Belediye Başkanı Gülay Aslıtürk'ün tutuklanmasına yol açan yolsuzlukları da Çaltı ortaya çıkartmıştı...
Ve CHP'de herkes bilir ki, yolsuzlukların üzerine gittiği için daha önce kurşunlanan Çaltı, geçtiğimiz aylarda ikinci kez silahlı saldırıya uğradı...
Bunları niçin mi anımsattık; siyasetin iyice kirlendiği, AKP'nin yolsuzluklar nedeniyle sarsıldığı bir süreçte CHP'nin böylesi örnek adaylara gereksinimi olduğunu anımsatmak için... Umarız CHP lideri Kılıçdaroğlu da, temiz ve ahlaklı siyaset için Çaltı gibilerin farkındadır...
CHP'nin Ataşehiri'ne neşter!..

14 Şubat 1968'de İstanbul'da doğmuş... Sivas'ın Gürün ilçesinden İstanbul'a göç etmiş bir ailenin oğlu... Robert Kolej ve İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ni bitirmiş... Uzmanlık eğitimini ABD'deki Yale Üniversitesi'nde yapmış. Yale Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde kadın hastalıkları ve doğum ihtisasından mezun olan ilk Türk doktoru...

Toplam 11 yıl ABD'deki çeşitli hastanelerde görev yapmış. ABD'de uzmanlık dallarının en yüksek standardını belirleyen "American Board of Obstetrics and Gynecology" sertifikasını almaya hak kazanmış... Amerikan Kadın Doğumcular Birliği, Amerikan Tıp Birliği, Amerikan Üreme Sağlığı Birliği, Amerikan Tıbbi Ultrason Ensitüsü gibi kuruluşların üyesi...
Bilimsel eserleri 400'ün üzerinde uluslararası yayında referans olarak gösterilmiş... 2004 yılında yurda dönmüş ve Türk insanına hizmet ediyor...
Peki, kim bu özgeçmişi örnek gösterilen tıp adamı?.. CHP'nin Ataşehir Belediye Başkan Adayı Dr. İbrahim Sözen'den başkası değil...
Yolsuzluklar, şaibeler ve huzursuzlukların bitmediği, CHP'nin kıl payı kazanabildiği Ataşehir'in sorunlarına da neşter vurabileceği söyleniyor... Temiz siyaset için bizden duyurması...


***