13 Aralık 2016 Salı

BEŞİKTAŞ PATLAMASI VE TÜRKİYE’NİN TERÖRLE MÜCADELESİ




BEŞİKTAŞ PATLAMASI VE TÜRKİYE’NİN TERÖRLE MÜCADELESİ


 Metin Aydoğan
13 ARALIK 2016



 < Türkiye, bölünme ve iç çatışma dahil her türlü tehlikeyi içeren bir karmaşa ortamına doğru gitmektedir. Teröre karşı mücadelenin emperyalizme karşı mücadele olduğu ve bu mücadelenin yüksek anti-emperyalist bilinç yani Atatürkçü bakış gerektirdiği bilinmelidir. Atatürk’ü ve yaptıklarını kavramadan emperyalizme karşı mücadele edilemez. Emperyalizme, tarihin ilk yenilgisini yaşatan Türkiye, bu birikimiyle büyük ve güçlü bir ülkedir. Uygulanan yanlış politikalardan kurtulup Atatürk’e yönelirse altından kalkamayacağı güçlük yoktur. Gücünü, kendisi ve bölge güvenliği için kullanıp komşu ülkelere önderlik ederek, Ortadoğu’daki emperyalist oyunu bozabilir ve dünyanın ezilen uluslarına yeniden örnek olabilir. >


Geçmişten Gelen: “Barış ve Çözüm Süreci”

PKK’yla yürütülen barış sürecinin eşgüdümünden sorumlu Bakan Beşir Atalay, bu sürecin; Recep Tayyip Erdoğan’ın 2005’deki Diyarbakır konuşmasıyla başladığı ve 2009’da uygulamaya sokulan Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi ile geliştiğini söylüyor.1
Barış süreci, hükümetle PKK arasında yapılan görüşmelerle 11 yıl sürdürüldü ancak bu düzeyde bırakılmadı. Proje’ye 2009 yılında, çözüm süreci adı verildi ve yasal dayanakları olan devlet politikası haline getirildi. Çözüm sürecinin sonucu olarak, Meclis’ten geçirilen, Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun; 16 Temmuz 2014’te Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.2

Başlangıç

2009 yılında Oslo’da yapılan MİT-PKK görüşmeleri, çözüm sürecinin başlangıç tarihi olarak kabul edilir. Konuyla ilgili ilk açıklamayı, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül yapmış ve “Kürt sorunuyla ilgili ilerleyen günlerde çok iyi şeyler olacak” demişti.3 Bu açıklamadan 13 gün sonra, Bağdat’a giderken uçaktaki gazetecilere, Barzani’yi tanıma anlamına gelen sözler söylemiş ve Kuzey Irak için “Kürdistan” tanımını kullanmıştı.4
5 Ağustos 2009’da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Kürt açılımıyla ilgili olarak DTP Başkanı Ahmet Türk’le bir araya gelerek görüşmeler yaptı.5 Yapılanlar Batı’dan destek görüyor,açılımı savunan açıklamalar yapılıyordu. Economist Dergisi bile, “Kürt açılımı cesaret verici”başlıklı yazılar yayınlıyordu.6
Aynı günlerde, Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla 34 PKK üyesi, “gerilla giysileriyle” Habur Sınır Kapısı’ndan girip teslim oldu. Gelenleri karşılamak üzere Şırnak’ın Silopi İlçesi’nde yaklaşık 50 bin kişi toplandı.7 Sınır kapısında mahkeme kuruldu. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi’nin daha önce örgüt üyeliğinden arama kararı çıkardığı 30 kişi dahil, gelen tüm PKK’lılar serbest bırakıldı. Mahkeme başkanı, “gelenlerin tepkisini çekeceği” gerekçesiyle; salondaki Türk Bayrağı ile Atatürk’ün resmini kaldırttı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Milli birlik ve kardeşlik projemiz bir hedeftir. Demokratik açılım süreciyle bu hedefe ulaşacağız. Habur Kapısı’ndaki manzara karşısında umutlanmamak mümkün mü? Bu bir umuttur. Türkiye’de birşeyler oluyor; güzel şeyler oluyor” dedi.8

Yapılanlar

21 Şubat 2010’da, Başbakan Recep Tayyip Erdoğanaçılımı ve çözüm sürecini anlatmak ve destek toplamak için 62 sanatçı ile bir araya geldi ve onlara “açılıma omuz verin” dedi.9
Özel kanalların değişik dil ve lehçelerde 24 saat yayın yapmasına izin verildi. YÖK, aynı amaçla Kürt Enstitüsü Araştırma Merkezi kurulması yönünde karar aldı. Yaşayan Diller Enstitüsükuruldu. Yol denetimlerinin azaltılması ve yayla yasaklarının asgari seviyeye indirilmesi yönünde valiliklere genelge gönderildi.10
1 Ekim 2013’te, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, demokratikleşme paketini açıkladı. Pakette, çözüm süreciyle ilgili olarak; farklı dilde eğitim, eski köy isimlerinin yeniden verilmesi, öğrenci andının kaldırılması, “x, w, q” harflerinin kullanılabilmesi gibi “yenilikler” olduğu belirtildi.11
Hükümet, Türkiye’nin Yedi Bölgesi’ni temsil eden ve halka çözüm sürecinin gerekliliğini anlatacak Akil İnsanlar Heyeti adıyla komiteler kurdu.
Dolmabahçe Sarayı’nda Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, İçişleri Bakanı Efkan Ala, AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal ile İmralı Heyeti’nden Sırrı Süreyya ÖnderPervin Buldanve İdris Baluken’in katıldığı toplantıda, 10 maddelik bir anlaşma metni açıklandı. Metin, Sırrı Süreyya Önder tarafından okundu.
9 Haziran 2014’te, Diyarbakır’da gösteri yapan bir grup, 2.Hava Kuvveti Komutanlığı’nın arka kapısının olduğu bölgedeki duvardan atlayarak kışla içindeki Türk bayrağını indirdi.12 Eylemciye karşı önleyici bir davranışta bulunulmadı.
30 Ağustos 2014’te, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, “Hükümet yol haritasını bize vermedi, basından öğreniyoruz. Keşke görüşümüz sorulsaydı” dedi.13
Doğu ve Güneydoğu’da, PKK tüm gücüyle örgütlenirken ordu kışlasında tutuldu, operasyona çıkmasına izin verilmedi. Orduya karşı kumpas davaları sürerken; PKK, mahkemeler kuruyor, vergi topluyor, gümrükleri denetliyor ve silah depoluyordu.
PKK, o denli özgür kılınmıştı ki; hükümeti tehdit eden açıklamalar yapıyor, AKP’nin parti binasını bombalıyor ama hükümet çözüm sürecinden vazgeçmeyeceğini açıklıyordu. Abdullah Öcalan, 2010 yılında; “15 Haziran’dan sonra süreç ya büyük bir anlaşmaya, ya da büyük bir savaşa evrilecektir. Eğer büyük bir savaş çıkarsa hükümet 3 ay bile dayanamaz” derken; AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelikçözüm sürecini kendileri için varlık nedeni haline getiriyor ve “ya biz bu meseleyi çözeriz, ya bu mesele bizi çözer” diyordu.14

Terörle Mücadele ve Seçim

7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP Meclis’te azınlığa düştü. Çoğunluğu elde eden diğer 3 parti, seçim çalışmalarında, AKP’den hesap soracaklarını, rüşvet ve yolsuzlukları soruşturacaklarını söyleyerek halktan oy istemişti. Şimdi, hükümeti oluşturarak verdikleri sözü yerine getirme olanağı elde etmişlerdi. Bu durum, sayısız yolsuzluk suçlaması, özellikle de 17 ve 27 Aralık suçlamalarının muhatabı olanlar için büyük bir tehlikeydi.
AKP, bu tehlike altında 4 yıl geçiremezdi. Birşeyler yapılmalı, Meclis çoğunluğu yeniden sağlanmalıydı. Açmazdan çıkış için en uygun yol, erken seçime gitmek ve çoğunluk şansını denemekti. Üç ay içinde güvenoyu alacak bir hükümet kurulamazsa, seçime gitmek yasal bir zorunluluktu.
Üç ay, hükümet kurmak için değil, kurmamak için yapılan partilerarası görüşmelerle geçirildi. Oyalayıcı toplantılar ve içtenlikten yoksun açıklamalarla süre dolduruldu ve ilk aşama başarıylagerçekleştirildi. Devlet Bahçeli’nin destek anlamına gelen garip tutumu, bu sürecin AKP adına aşılmasında belirleyici oldu. 1 Kasım’da erken seçim kararı alındı.
Erken seçim kararı kolayca alındı ama ana sorun AKP’nin oyların meclis çoğunluğunu sağlayacak düzeyde arttırmaktı. Olağan seçim çalışmalarının dışında birşeyler yapılmalı, oy artırmayı sağlayacak bir çıkış bulunmalıydı. Halk, AKP’nin Kürt ayrılıkçılığına karşı, barış ve açılım süreci adı altında sürdürdüğü politikadan rahatsızdı. Azınlığa düşmesinin nedeni de buydu. Ülkede, ulusal duyarlılık yayılıyor, PKK’ya tepki artıyordu.

Milliyetçi Söylemler ve 24 Temmuz

Önce, yandaş medyada yoğunluğu giderek artan milliyetçi yayınlar yapıldı. Yıllarca demokratikleşmenin, açılımın erdemlerini yazan kalemler, aniden terör karşıtı savaşçılar haline geldi. Türk halkında PKK’ya karşı duyulan nefret, devlet olanakları ve yandaş basının yayınlarıyla birleştirilerek yoğun bir yaymaca kampanyası başlatıldı. Hemen ardından PKK’ya savaş açıldı, 24 Temmuz’da Kandil bombalanmaya başlandı. PKK’yla mücadele, seçim kazanmaya yönelik araç olarak kullanıldı. AKP’nin, PKK’yla ilişkisi ve yıllarca sürdürdüğü “barış süreci-açılım” politikaları gözönüne getirildiğinde, bu ani tutum değişikliğinin, seçime yönelik bir taktik olduğu görülüyordu. Terörle mücadele gibi önemli bir konu, seçim kazanmak için siyasi malzeme olarak kullanılıyordu.
AKP’yi vatan savunmasına girişen bir parti, Recep Tayyip Erdoğan’ı ulusal kahramangösteren yayınlar yapıldı. “Milliyetçiliğin ayaklar altına alınacağı” söylemi, “tek bayrak, tek millet, tek vatan” haline getirildi? Uzun yıllar ısrarla sürdürülen açılım politikasından, bir anda vazgeçildi ve silahlı mücadeleye geçildi. Gerekçe olarak, “biz onlara dost elimizi uzattık onlar bize ihanet etti” sözüyle açıklandı.
PKK’yla mücadele, halkta karşılık buldu ve AKP beklenmeyen bir oy artışıyla meclis çoğunluğunu yeniden elde etti.

“Reel Politika”

ABD, Ortadoğu’da başat sorun durumuna getirdiği terör örgütlerini; kuruyor, büyütüyor ve kullanıyor. Kürtlerin onun gözünde ayrıcalığı var. Barzani’yle, Büyük Kürdistan’a giden yolda ilk adımını attı. Şimdi kurduğu ve yakın gelecekte tanıyacağı bu devleti Akdeniz’e bağlayacak Kürt Koridoru’nu gerçekleştirmek için uğraşıyor. IŞİD’e karşıymış gibi açıklamalar yapıyor onları bombalıyor görüntüsü veriyor ancak gerçekte koridor açarak Kürtlerin önünü açıyor. Suriye’de özyönetim ya da kanton türü yapılanmalara sıcak bakmadığını ve tanımayacağını söylüyor.15 Çünkü onun gündeminde, bugünkü aşamada kanton değil, Kuzey Irak’tan Akdeniz’e ulaşacak merkezi bir Kürt devletini kurmak var. Kantonların tek başına yaşayamayacağını biliyor.
Obama’nın danışmanlarından Hannah, New York Times’da yayınlanan yazısında, önümüzdeki süreçte Suriye’nin 4 parçaya bölüneceğini söylüyor.16 Kürdistan’ın mimarı Henri Barkey, Türkiye’ye “Suriye’deki Kürdistan’a alışın” çağrısı yapıyor.17

Türkiye ABD’yle Anlaştı mı?

Kent çatışmalarının olanca şiddetiyle sürdüğü günlerde, Recep Tayyip Erdoğan ABD’ye gitti ve Obama’yla görüştü. Obama, ABD’nin her zaman yaptığını yapmadı ve barış sürecinden, sorunu görüşmelerle çözmekten söz etmedi. “Türkiye’nin güvenliği için terörizme karşı mücadelesini desteklediklerini ve ortak mücadele çabalarını arttıracaklarını” açıkladı.18
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Blinken, 11 Mayıs 2016’da, IŞİD’in elindeki Türkiye sınırına yakın yerdeki Münbiç’ten Mare’ye kadar olan hattın temizlenmesi için Ankara’yla işbirliği konusunda uzlaştıklarını açıkladı...19 Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland, ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerde stratejik açıdan büyük ölçüde bir örtüşme olduğunu söyledi.20
ABD, PKK’ya karşı silahlı mücadelenin başlatıldığı 24 Temmuz 2015’ten kısa bir süre sonra Ekim 2015’te, Türkiye’ye akıllı bomba olarak da nitelendirilen “Müşterek Doğrudan Saldırı Savaş Malzemesi” satışını onayladı.21 Bu malzeme Hava Kuvvetleri’nin envanterine girdi ve PKK’ya karşı kullanıldı. Ancak, Suriye’de sınır güvenliğinde kullanmak için istenen Yüksek Mobiliteli Topçu Roket Sistemi (HIMARS) verilmiyor. Sürekli erteleniyor. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ABD’nin bunun üzerine “Bu konuda vardığımız anlaşmada ABD sözünü tutmuyor” diye açıklama yaptı.22

ABD'nin Yaptığı

ABD, Büyük Kürdistan hedefinin ilk aşamasını, Kuzey Irak’ta Barzani’yle Özerk Kürt Bölgesi’ni kurarak gerçekleştirmiştir. Şimdi, ikinci adım olarak bu devletçiği Akdeniz’e bağlayıp büyütmeye çalışıyor. Bunu büyük oranda gerçekleştirmiş durumda. ÖSO’yla yürütülen Fırat Kalkanı, bu girişimi önleyecek düzeyde bir harekat değil. ABD’nin gelecekteki adımı, 4 ülkeden (Türkiye, Irak, Suriye ve İran) toprak alarak nihai hedefine ulaşmak yani Büyük Kürdistan’ı kurmakolacaktır.
Türkiye, ABD’nin Barzani politikasını kabul etmekle kalmamış gerçekleşmesi için destek vermiştir ve vermektedir. Turgut Özal, Barzani’ye kırmızı pasaport verirken; Recep Tayyip Erdoğan Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eşbaşkanı olduğunu açıklamıştır. ABD’ye bağımlılık, Türkiye’de değişmeyen hükümet politikalarıdır. Son günlerde Washington’a karşı söylenen eleştirel sözlerin bir önemi yoktur. Bunlar, etkilemesi kolay Türk kamuoyuna yönelik sözlerdir.

Olanlar ve Olacaklar

2002’den bugüne dek geçen 14 yılda, terörün nerden nereye geldiği pek konuşulmuyor. 2002 yılında terör durdurulmuş, şehit haberleri ortadan kalkmıştı. Doğu ve Güneydoğu’da, yerel halktan oluşan büyük katılımlı birlik ve bütünlük yürüyüşleri yapılıyordu. AKP, böyle bir ülke teslim almıştı.
Uzun süre terörle mücadele edilmedi, “müzakere” edildi. Bu durum, siyasi anlayışın ve dışarıyla kurulan ilişkiler ağının doğal sonucuydu. 7 Haziran seçimlerinde azınlığa düşülmese, olasıdır ki ordunun kışlada tutulması sürecek, terörle silahlı mücadeleye izin verilmeyecekti.
Orduyu hareketsiz kıldıktan ve terörle mücadele eden komutanları tutuklattıktan sonra yapılan tutum değişikliği; siyasi geleceğin terörle mücadeleye bağlı olduğunun görülmesindendir. PKK’ya karşı silahlı mücadeleyi, bir anlamda, AKP değil onu mecliste azınlığa düşüren halkın giderek artan tepkisi başlatmıştır. AKP, barış sürecinde ısrar ettikçe halkın desteğini yitireceğini anlamış, terörle mücadele gibi önemli bir konuyu siyasi malzeme olarak kullanmıştır. Bu nedenle, içtenlikten yoksundur. Tutum ve davranışı her an değişebilir; başka adlarla yeniden barış süreçlerine dönebilir.
Terörle mücadele edecek ordunun, bütün kurumları ortadan kaldırıldı. Harp Okulu ve Harp Akademisi yerine “üniversite” açılıyor. Rektörü saptandı. Subay yetiştirmek, nüfus ya da tapu memuru yetiştirmek sanılıyor. Bu güne dek yetişmiş subay kadrosu gidince, ordu subaysız kalacak, savaşma yeteneğini yitirerek polis örgütüne dönüşecektir. AKP, iktidarını korumayı tek değer olarak gören tutumuyla, Türkiye’yi yeni bunalımlara götürmektedir. Şehit cenazeleri bitmeyecek, giderek artacaktır.

DİPNOTLAR

1          http://www.aljazeera.com.tr/haber/surece-takvimli-yol-harita
2          a b .c. http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2014/07/20140716-1.htm
3          http://www.milliyet.com.tr/kurt-acilimi-sinyali/siyaset/siyasetdetay/11.03.2009/1069480/default.htm
4          http://www.haberturk.com/gundem/haber/136247-cumhurbaskani-gul-kurdistan-dedi
5          http://www.ntvmsnbc.com/id/24989239/
6          http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2009/08/090827_economist.shtml
7          http://www.milliyet.com.tr/Siyaset/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=1151953
8          http://www.milliyet.com.tr/Siyaset/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=1162249  ve  www.tarihunutmaz.org
9          http://www.milliyet.com.tr/-acilima-omuz-verin-/guncel/gundemdetay/21.02.20ş10/1201867/default.htm
10       http://www.milliyet.com.tr/acilimda-4-  mekanizma/siyaset/siyasetdetay/16.01.2010/1186710/default.htm
11       http://www.ntvmsnbc.com/id/25469387/
12       http://www.radikal.com.tr/turkiye/licedeki_kislada_bayraklar_indirildi-1196235
13       http://www.aljazeera.com.tr/haber/ozelden-hukumete-cozum-sitemi
14       http://www.milliyet.com.tr/ya-biz-cozeriz-ya-bu-mesele-bizi-cozer/siyaset/siyasetdetay/08.02.2010/1196107/default.htm
15       “ABD-PKK İlişkileri ve Rusya”Cem Küçük haber.star.comtr
16       “ABD ve İsrail’i Kürt Koridoru”Doğu Perinçek, Aydınlık,  07.11.2012
17       Mehmet Ali Güler, Aydınlık, 03.11.2012
18       Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Obama Arasındaki Görüşmeden Çarpıcı Detaylar”  www.hürriyet.com.tr
19       “Ortak Hedef Mumbuç-Mare Hattı”www.gazetevatan
20       Gürkan Zengin“ABD’nin Tehlikeli İlişkileri” www.aljazeera.com tr
21       “ABD’den Türkiye’ye Silah Satışına Onay Çıktı” www.milliyet.com.tr
22       “PYD/PKK’ya Silah Veren ABD Türkiye’yi Geri Çevirdi” haber365com.tr
http://kuramsalaktarim.blogspot.com.tr/2016/12/besiktas-patlasi-ve-turkiyenin-terorle.html
..

Suriye’den flaş Türkiye iddiası: Artık bunu açıklamak zorundayız




Suriye’den flaş Türkiye iddiası: Artık bunu açıklamak zorundayız



 
13 Aralık 2016 Salı, 
Suriye rejimine bağlı üst düzey bir komutan, Türkiye’den Şam’a birçok defa heyet gittiğini ve Suriye hükümetiyle müzakereler yaptığını iddia etti…

[Haber görseli]

Suriye rejimine bağlı üst düzey bir komutan, Türkiye’den Şam’a birçok defa heyet gittiğini ve Suriye hükümetiyle müzakereler yaptığını iddia etti.
İran Tesnim Haber Ajansı'nın haberine göre Lübnan’da yayımlanan es-Sefir gazetesi, ‘Suriye müttefikleri Operasyon Odası’ Komutanı ile yaptığı bir söyleşiye yer verdi.

Yakın Doğu Haber Ajansı (YDH)'nin aktardığı haberde, Suriye rejimine bağlı komutan konuyla ilgili şu açıklamalarda bulunduğu ileri sürüldü:

"Bugün artık uluslararası ve bölgesel düzeydeki tuhaf ve çelişkili açıklamalardan sonra Türkiye’den Suriye’ye yapılan ziyaretleri açıklamak zorundayız. Bu ziyaretler, sadece Suriyelilerle yapılan müzakerelerle sınırlı değildi. Rusya ve İran’ı da kapsıyordu. Öyle ki (bu heyetler) barışçıl çözüm yolu vaat ediyordu ve Suriye’ye yöneltilen savaştaki tüm şartları göz ardı ediyordu. Peki niçin hilesiz bir şekilde yeniden Suriye krizi konusundaki görüşlerini açıklamıyorlar. Bizim için son derece açıktır ki Türk yöneticiler, sözlerine ve anlaşmalarına bağlı kalan güvenilir kimseler değiller. Yaptıklarının tek bir adı var o da siyasi nifak."

BATI'NIN İSTİHBARATI HERŞU OTELİ'NDE

"Şurada burada var olan silahlı grupların destekçisi olan taraflar, tek ve bir bütün değil. Her bir grubu destekleyen ayrı bir ülke var. Eğer bu ülkeler birleşip tek bir muhalefet kurabilirse onlarla oturup müzakere edilebilir ve siyasi bir yol bulunabilir. Fakat bu Suriye’nin bölünmesini isteyenlerin çıkarına değil. Bu yüzden de halkı katletmekten, yok etmekten mülteci haline getirmekten çekinmiyorlar. Batı’nın istihbarat komuta karargahı, ‘Dare İzze’ yolundaki Herşu Otelindedir. Burası Halep savaşının yönetildiği operasyon karargahıdır. Asli hedefe uygun olmayan her türlü anlaşma ve çözüm yolunu engellemek onların asli hedefidir. Asıl hedef de Ortadoğu’nun bölünüp parçalanmasıdır." (Odatv)


..

Ateşkes Ya Da Öcalan İle Müzakere Sürecinin Başlaması



Ateşkes Ya Da Öcalan İle Müzakere Sürecinin Başlaması


21 YY TERÖRİZM VE TERÖRİZM İLE MÜCADELE MASASI
18 AĞUSTOS 2010 ÇARŞAMBA

Kürt Açılım süreci AKP Hükümeti ile A.Öcalan'ın bu konuda yetkilendirdiği DTP arasında yapılan görüşmeler ile resmen başlamıştır. Ancak çok kısa bir süre sonra A. Öcalan, DTP'nin AKP Hükümeti ile görüşmelerden çekilmesini emretmiş ve muhatap olarak kendisini göstermiştir. AKP Hükümeti'nin bu talebi kabul etmemesi üzerine tıkanan açılım sürecini açmak ve gerçek muhatabın kendisi olduğunu göstermek isteyen A. Öcalan PKK'lı bir grubu Türkiye'ye davet etmiştir. AKP Hükümeti bu daveti kabul ederek, aslında Öcalan'ın tuzağına düşmüştür. Habur'da yaşananlar PKK ve Öcalan açısından bir propaganda zaferine dönerken, AKP Hükümeti bunu ilk aşamada anlamayarak yaşananları umut verici olarak nitelendirse de halkın tepki göstermesi üzerine geri adım atmıştır.
2009 Aralık ayından itibaren Öcalan hem AKP hükümeti tarafından muhatap alınmak hem de hükümet üzerinde baskıyı artırmak amacı ile kentlerden başlayarak sokak terörü sürecini tırmandırmıştır. AKP Hükümeti, muhatap alınan DTP'nin geri plana atılmasından sonra da açılımın devam ettiği yönündeki söylemi ile istemeden de olsa PKK'nın elini güçlendirmiştir. PKK da AKP Hükümetinin "Açılım devam ederken terör uygulanması" şeklinde yumuşak karnına terörü tırmandırarak saldırmıştır.

2010 Mayıs ayının başında Hükümet ile Öcalan arasında başlayan görüşmeler mayıs sonunda kopmuştur. 31 Mayıs 2010'da Öcalan PKK'nın gerek kırsal alanda gerek kentlerde terörü zirveye taşıması emrini vermiştir. PKK terörü Haziran-Temmuz aylarında artarken referandum sürecinde olan Türkiye'de AKP Hükümeti kendisini gittikçe artan bir baskı altında hissetmeye başlamıştır. Bu baskıdan dolayı Hükümet yetkilileri, İnegöl ve Dörtyol gibi nedenleri çok açık, failleri belli olan ve kökeninde PKK tahriki olan olayları PKK dışında izah çabası içine girmişlerdir.

A. Öcalan ise AKP Hükümetinin üzerindeki baskıyı iyi okuyarak Temmuz başından itibaren hem görüşme hem tehdit sarmalını avukatları aracılığı ile kamuoyuna taşımıştır. Öcalan bir yandan Temmuz başında 

1) Karşılıklı eylemsizlik, 

2) TBMM bünyesinde Hakikat ve Adalet Komisyonu kurulması, 

3) PKK'lıların KCK ile görüşülerek toplu olarak geri dönmesinin sağlanması ve 

4) Müzakerelerin kendisi ile sürdürülmesini önerirken, öte yandan Hükümetin cevap vermesi durumundan kendisinin de STK'ların yapmış olduğu ateşkes çağrısını desteklemeye hazır olduğunu açıklamıştır.

Öcalan, halkın yorulduğunun, terörden bıktığının genelde örgüt yanlısı çizgide olan STK'ların dahi uygulanan terör sürecine eleştirel baktığının farkındadır. Bundan dolayı bir yandan STK'ları doğrudan karşısına almamayı tercih ederken öte yandan STK'lara baskıyı kendisine değil hükümete yöneltmeleri gerektiği uyarısında bulunmuştur.

A. Öcalan, Temmuz sonunda ise demokratik özerklik süreci ile AKP Hükümeti üzerindeki tehditlerini yoğunlaştırmıştır. Öcalan'a göre demokratik özerklik; KCK'nın ve BDP'nin güçlü olduğu yerlerde kentin güvenliği dâhil bütün yönetimi devralmasıdır. Öcalan örneğin Diyarbakır'da 5000 KCK'lının güvenliği devralacağını ve bu durumda çıkacak çatışmalarda günde 1000 kişinin öleceğini söylemiştir.

28 Temmuz'da Öcalan Tehdidinin zeminini yükseltmiştir. Öcalan, " Sen sorunu müzakere ile siyasi yolla çözmezsen, Dörtyol, İnegöl gibi çatışmalar kentlere sıçrar. Bunun çok daha ağır sonuçları olur. Örneğin Yüksekova gibi bir yerde kent çatışması olursa yüz bin kişi bir anda sokağa dökülür. İnsanlar silahlanır, halk arasına gerilla da karışırsa uçaklar kalkar, bombalar düşer, panzerler tarar, bir anda on bin kişi ölebilir. Bunun İstanbul, Mersin, Adana, Diyarbakır, gibi kentlerde olması halinde bir günlük bilanço 30 yıldaki şiddet kadar çok olur " diyerek tehdidini tekrarlamıştır.[1]

Öcalan'ın bu açıklaması, PKK'nın Dörtyol'da halkın nasıl tepki vereceğini bilerek neden polisleri şehit ettiğini ve hükümetin yumuşak karnını ne ölçüde zorlayabileceğini göstermiştir. Böylece, 2009 sonundan itibaren gerçekleştirdiği terörist saldırılarda askeri inisiyatifi eline geçiren PKK, AKP Hükümetine karşı da politik inisiyatifi eline geçirmiş; Hükümeti referandum öncesinde "terörü yükselterek Batıda evet oyunu artırır, doğuda boykotu güçlendiririm" şeklinde ifade edilecek ciddi bir kıskaca almıştır.

Öcalan'a Geçen Politik İnisiyatif ve Müzakerelerin Başlaması

Bu tehdidi haklı olarak ciddiye alan ve içine girdiği kıskacı gören AKP Hükümeti, Öcalan'ın 4 ve 11 Ağustos tarihlerinde yapacağı görüşmeleri engellemiştir. Böylece kendisini süreçten çektiğini söyleyen A. Öcalan ile AKP Hükümeti müzakere sürecini başlatmıştır. Bu durum siyasal girişim üstünlüğünün de A. Öcalan'a geçmesi sonucunu vermiştir. 28 Temmuz – 11 Ağustos tarihleri arasında AKP Hükümeti A. Öcalan arasında yapılan pazarlıkta büyük bir ihtimal ile Öcalan'dan 15 Ağustos 2010'da demokratik özerkliğin ilan edilmesinin ertelenmesi ve ateşkesi desteklemesi istenmiştir.
Ateşkes açıklamasından sonra bir değerlendirme yapan Murat Karayılan, AKP ile Öcalan arasındaki müzakereyi şu şekilde anlatmıştır: "Artık açıklanmasında bir sakınca görmediğimiz diğer önemli bir gelişme de devletin, önderliğimizle geliştirdiği diyalog temelinde ateşkes talebinde bulunmasıdır. Aslında önderliğimiz aradan çekilmişti ancak, talep üzerine yeniden devreye girerek, çağrıları ve devletten doğru gelen istemi de dikkate alarak, bir kez daha barışa şans tanınması için hareketimize bir mesaj gönderdi."[2]
KCK da yaptığı açıklamada AKP Hükümeti ile A. Öcalan arasındaki bu yeni doğrudan müzakere sürecinin altını çizmiştir: "Önemli gelişmelerin yaşandığı bu dönemde devletin bazı kurumları ile çeşitli çevrelerin öneri ve çağrılarını dikkate alan Önder Apo hareketimizin yönetimine gönderdiği mesajda bir kez daha barışçıl çözüme şans vermiştir."[3] Ancak PKK ile yapılan ateşkes sadece Öcalan ile sınırlı kalmamış dışarıda da istihbarat servisi ile PKK'nın üst düzey yetkilileri arasında İstanbul'da "balıkçı"da sürdürülmüştür.[4]
Yapılan bu müzakerelerden sonra nihayet iki hafta sonra A. Öcalan 13 Ağustos'ta avukatları ile görüştürülmüştür. Öcalan bu görüşmede avukatlarına şöyle demiştir: "Bana burada dört kez 'seçim var bekle' dediler. Sonuç ortada… Bizi oyalıyorlar. 12 yıldır sabrettim. Ancak benim de bir sınırım var. Referandumdan sonra "yine seçim var' oyalamasına izin vermeyeceğim. Bir kerede her şeyi bozabilirim. Kim ne yaparsa yapsın diyebilirim. Bu takdirde Kürtler başlarının çaresine bakacaklar" diyerek yapılan pazarlığı ortaya koymuştur. Öcalan'a referandum sonrasında gerçekleştirilecek bazı sözler verildiği anlaşılmaktadır. Öcalan'ın bu müzakerelerden çok memnun görünmediği/ ya da bilinçli olarak öyle görünmeyi tercih ettiği ve AKP Hükümetine "son bir şans" verdiğini düşündüğü açıklamalarından anlaşılmaktadır.

Öcalan İle Müzakerelerin İlk Sonuçları

AKP açısından Öcalan ile müzakerelerin iki önemli sonucu vardır. Birinci sonuç, demokratik özerklik ilanının yaratacağı terör ve çatışmaların referandumda "Hayır" oylarının artmasına neden olması ihtimalinin ortadan kalkmasıdır. İkinci sonuç ise, çatışmasız ortamda PKK'nın halkın sandığa gitmesini engellemesi ve boykotu gerçekleştirmesi zorlaşacaktır. Hatta PKK ateşkesi ramazan sonrası iki haftaya yayarak referanduma dolaylı evet desteği vermiş görünmektedir. Hayır oylarının önde olduğu, en azından hayır-evet dengesinin olduğu düşünüldüğünde BDP'nin "evet" desteği AKP için bir can suyu niteliği taşıyacaktır.
Öte yandan Öcalan ve PKK ile yapılan görüşmelerden sonra PKK ateşkesi kabul ederken dört talep öne sürmüştür. 

Bunlar, 

a) Seçim barajının % 10'un altına indirilmesi, 

b) Askeri operasyonların durdurulması, 

c) KCK davası çerçevesinde tutuklananların serbest bırakılması ve 

d) Müzakere sürecine A. Öcalan'ın dâhil edilmesi talepleridir. 

PKK'nın bu taleplerinin Öcalan ve PKK ile yapılan pazarlık sonucunda mı oluştuğu yoksa bu pazarlıktan tamamen bağımsız mı olduğunu bilmek henüz mümkün değildir. AKP Hükümeti, Öcalan ne derse desin kendisi için referanduma kadar çok önemli bir zaman dilimi satın almıştır.

Referandum Sonrasında Ne Olacak?

Referandum sonrasında ise Öcalan ile tekrar görüşülecektir. Öcalan'ın taleplerinden sadece askeri operasyonların durdurulması ve KCK operasyonlarının/yargılamalarının yavaşlatılması talepleri karşılanacaktır. Hükümet, yaklaşan seçimlerde kendisi için yaşamsal öneme sahip olan % 10 barajını indirmeyi kabul etmeyecektir. AKP Hükümeti, yine yaklaşan seçimleri göz önünde tutarak Öcalan ile onun istediği gibi açık müzakere sürecine yanaşmayacak, bu sürecin başlaması için gelecek seçimleri kazanmayı bekleyecektir.
Referandum sonrasında A. Öcalan ise kendisine verilen sözlerin hemen yerine getirilmesini isteyecektir. Aksi takdirde terör örgütü eylemlerini tekrar tırmandıracaktır. Ancak bir süre sonra tekrar hava koşullarının ağırlaşması ile kırsaldaki eylemler duracaktır. Demokratik özerklik projesinin ilan edilmesi dışında PKK'nın batıdaki kentlerde gerçekleştireceği eylemler ise iktidar tarafından "karanlık güçlerin eylemleri" şeklinde bir süreden beri devam eden "PKK eylemlerini dahi devlet içindeki bazı güçlere" mal etme söylemleri ile geçiştirilmeye çalışılacaktır. A. Öcalan'ın demokratik özerkliği ilan edilmesini istemesi durumunda ise Türkiye büyük bir karışıklığın içine sürüklenecektir.


[1] Milliyet, 15 Ağustos 2010, Can Dündar

[2] Milliyet, 18 Ağustos 2010, "Devletle anlaştık ateşkes yaptık"

[3] Hürriyet, 16 Ağustos 2010, Ferai Tunç

[4] Taraf, 15 Temmuz 2010, Yıldıray Oğur




[1]


Öcalan'ın bu açıklaması, PKK'nın Dörtyol'da halkın nasıl tepki vereceğini bilerek neden polisleri şehit ettiğini ve hükümetin yumuşak karnını ne ölçüde zorlayabileceğini göstermiştir. Böylece, 2009 sonundan itibaren gerçekleştirdiği terörist saldırılarda askeri inisiyatifi eline geçiren PKK, AKP Hükümetine karşı da politik inisiyatifi eline geçirmiş; Hükümeti referandum öncesinde "terörü yükselterek Batıda evet oyunu artırır, doğuda boykotu güçlendiririm" şeklinde ifade edilecek ciddi bir kıskaca almıştır.

Öcalan'a Geçen Politik İnisiyatif ve Müzakerelerin Başlaması

Bu tehdidi haklı olarak ciddiye alan ve içine girdiği kıskacı gören AKP Hükümeti, Öcalan'ın 4 ve 11 Ağustos tarihlerinde yapacağı görüşmeleri engellemiştir. Böylece kendisini süreçten çektiğini söyleyen A. Öcalan ile AKP Hükümeti müzakere sürecini başlatmıştır. Bu durum siyasal girişim üstünlüğünün de A. Öcalan'a geçmesi sonucunu vermiştir. 28 Temmuz – 11 Ağustos tarihleri arasında AKP Hükümeti A. Öcalan arasında yapılan pazarlıkta büyük bir ihtimal ile Öcalan'dan 15 Ağustos 2010'da demokratik özerkliğin ilan edilmesinin ertelenmesi ve ateşkesi desteklemesi istenmiştir.

Ateşkes açıklamasından sonra bir değerlendirme yapan Murat Karayılan, AKP ile Öcalan arasındaki müzakereyi şu şekilde anlatmıştır: "Artık açıklanmasında bir sakınca görmediğimiz diğer önemli bir gelişme de devletin, önderliğimizle geliştirdiği diyalog temelinde ateşkes talebinde bulunmasıdır. Aslında önderliğimiz aradan çekilmişti ancak, talep üzerine yeniden devreye girerek, çağrıları ve devletten doğru gelen istemi de dikkate alarak, bir kez daha barışa şans tanınması için hareketimize bir mesaj gönderdi."[2]

KCK da yaptığı açıklamada AKP Hükümeti ile A. Öcalan arasındaki bu yeni doğrudan müzakere sürecinin altını çizmiştir: "Önemli gelişmelerin yaşandığı bu dönemde devletin bazı kurumları ile çeşitli çevrelerin öneri ve çağrılarını dikkate alan Önder Apo hareketimizin yönetimine gönderdiği mesajda bir kez daha barışçıl çözüme şans vermiştir."[3] Ancak PKK ile yapılan ateşkes sadece Öcalan ile sınırlı kalmamış dışarıda da istihbarat servisi ile PKK'nın üst düzey yetkilileri arasında İstanbul'da "balıkçı"da sürdürülmüştür.[4]
Yapılan bu müzakerelerden sonra nihayet iki hafta sonra A. Öcalan 13 Ağustos'ta avukatları ile görüştürülmüştür. Öcalan bu görüşmede avukatlarına şöyle demiştir: "Bana burada dört kez 'seçim var bekle' dediler. Sonuç ortada… Bizi oyalıyorlar. 12 yıldır sabrettim. Ancak benim de bir sınırım var. Referandumdan sonra "yine seçim var' oyalamasına izin vermeyeceğim. Bir kerede her şeyi bozabilirim. Kim ne yaparsa yapsın diyebilirim. Bu takdirde Kürtler başlarının çaresine bakacaklar" diyerek yapılan pazarlığı ortaya koymuştur. Öcalan'a referandum sonrasında gerçekleştirilecek bazı sözler verildiği anlaşılmaktadır. Öcalan'ın bu müzakerelerden çok memnun görünmediği/ ya da bilinçli olarak öyle görünmeyi tercih ettiği ve AKP Hükümetine "son bir şans" verdiğini düşündüğü açıklamalarından anlaşılmaktadır.

Öcalan İle Müzakerelerin İlk Sonuçları

AKP açısından Öcalan ile müzakerelerin iki önemli sonucu vardır. Birinci sonuç, demokratik özerklik ilanının yaratacağı terör ve çatışmaların referandumda "Hayır" oylarının artmasına neden olması ihtimalinin ortadan kalkmasıdır. İkinci sonuç ise, çatışmasız ortamda PKK'nın halkın sandığa gitmesini engellemesi ve boykotu gerçekleştirmesi zorlaşacaktır. Hatta PKK ateşkesi ramazan sonrası iki haftaya yayarak referanduma dolaylı evet desteği vermiş görünmektedir. Hayır oylarının önde olduğu, en azından hayır-evet dengesinin olduğu düşünüldüğünde BDP'nin "evet" desteği AKP için bir can suyu niteliği taşıyacaktır.
Öte yandan Öcalan ve PKK ile yapılan görüşmelerden sonra PKK ateşkesi kabul ederken dört talep öne sürmüştür. Bunlar, a)Seçim barajının % 10'un altına indirilmesi, b)askeri operasyonların durdurulması, c) KCK davası çerçevesinde tutuklananların serbest bırakılması ve d)Müzakere sürecine A. Öcalan'ın dâhil edilmesi talepleridir. PKK'nın bu taleplerinin Öcalan ve PKK ile yapılan pazarlık sonucunda mı oluştuğu yoksa bu pazarlıktan tamamen bağımsız mı olduğunu bilmek henüz mümkün değildir. AKP Hükümeti, Öcalan ne derse desin kendisi için referanduma kadar çok önemli bir zaman dilimi satın almıştır.

Referandum Sonrasında Ne Olacak?

Referandum sonrasında ise Öcalan ile tekrar görüşülecektir. Öcalan'ın taleplerinden sadece askeri operasyonların durdurulması ve KCK operasyonlarının/yargılamalarının yavaşlatılması talepleri karşılanacaktır. Hükümet, yaklaşan seçimlerde kendisi için yaşamsal öneme sahip olan % 10 barajını indirmeyi kabul etmeyecektir. AKP Hükümeti, yine yaklaşan seçimleri göz önünde tutarak Öcalan ile onun istediği gibi açık müzakere sürecine yanaşmayacak, bu sürecin başlaması için gelecek seçimleri kazanmayı bekleyecektir.
Referandum sonrasında A. Öcalan ise kendisine verilen sözlerin hemen yerine getirilmesini isteyecektir. Aksi takdirde terör örgütü eylemlerini tekrar tırmandıracaktır. Ancak bir süre sonra tekrar hava koşullarının ağırlaşması ile kırsaldaki eylemler duracaktır. Demokratik özerklik projesinin ilan edilmesi dışında PKK'nın batıdaki kentlerde gerçekleştireceği eylemler ise iktidar tarafından "karanlık güçlerin eylemleri" şeklinde bir süreden beri devam eden "PKK eylemlerini dahi devlet içindeki bazı güçlere" mal etme söylemleri ile geçiştirilmeye çalışılacaktır. A. Öcalan'ın demokratik özerkliği ilan edilmesini istemesi durumunda ise Türkiye büyük bir karışıklığın içine sürüklenecektir.


· 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı

[1] Milliyet, 15 Ağustos 2010, Can Dündar

[2] Milliyet, 18 Ağustos 2010, "Devletle anlaştık ateşkes yaptık"

[3] Hürriyet, 16 Ağustos 2010, Ferai Tunç

[4] Taraf, 15 Temmuz 2010, Yıldıray Oğur




***

Orta Doğu’da Demokratikleşme Ve Akp


Orta Doğu’da Demokratikleşme Ve Akp


1 MAYIS 2014  CUMARTESİ
21 YY  ORTADOGU VE AFRİKA ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

Ancak, Orta Doğu'da yarın yapılacak bir seçimi mevcut rejimlerden daha anti-Amerikancı bir siyasal söyleme sahip radikal İslamcı diye anılan değişik siyasal hareketlerin kazanması hemen hemen kesin gibi. Demek ki, mevcut rejimlerin yerine demokratik yollardan gelmeden önce bu "radikal İslami hareketlerin" liberalleştirilmesi veya AKP'leştirilmesi gerekiyor.
Aslında bu sürecin başladığı görülüyor. Örneğin geçen hafta Fas'ta amblemi gaz lambası olan Adalet ve Kalkınma Partisi adını taşıyan radikal İslamcı partinin 84 yaşındaki yaşlı lideri Abdülkerim Hatip genel başkanlık görevinden çekilirken partinin yeni genel başkanlığına seçilen Saadine Osmani Türk modeli AKP'yi örnek alacağını ifade ediyordu. Fas AKP'sinin iktidara yürüdüğü ileri sürülüyor. (Milliyet, 21 Nisan 2004) Ayni günlerde Time dergisi tarafından dünyanın en etkili 100 kişisi arasına seçilen Recep Tayyip Erdoğan'dan bahsedilirken "Müslüman liderler içinde bulunabilecek en iyisi" şeklinde bahsediliyordu anılan dergide.
Doğrusu Orta Doğu'da radikal İslamcı hareketlere örnek olmaya başlayan AKP liderinin ABD'den gelen bu övgülerin hakkını verdiğini görüyoruz. Erdoğan, ABD'de bir düşünce kuruluşunda yaptığı konuşmada "Ben çocuklarımı Amerika'da okutuyorum. Bunun bir sebebi var. O da bu medeniyete duyduğum inançtır" diyor. Doğrusu siyasal kariyerinin % 90'nını anti-Amerikanizm üzerine kuran bir siyasetçinin geliştirmiş olduğu kıvraklıkta ancak Kaddafi ile yarışabildiği görülüyor.
Almanların ünlü sosyal demokrat eğilimli dergisi "Der Spiegel"in 17 Mart 2004 tarihli sayısında "Türkiye'nin güçlü adamı Erdoğan, ABD ile yapılmış gizli bir anlaşmanın arkasındaki adam" diye nitelendiriliyor. Erdoğan'ın ABD ile gizli bir gündeminin olup olmadığını bilmek mümkün değil ama 27 Ocak 2004'de ABD'de Amerikan Yahudi Kongre'sinden cesaret ödülü alan Erdoğan 16 Şubat 2004'de Teke tek programında "Diyarbakır'ı istiyorum ki; şu anda Amerika'nın Büyük Orta Doğu projesi var, Genişletilmiş Orta Doğu,yani bu proje içinde Diyarbakır bir yıldız bir merkez olabilir. Bunu başarmamız lazım" diyerek," bulunabilecek en iyi müslüman lider" sıfatını hak ettiğini gösteriyor.

Öte yandan AKP'nin "liberal-Amerikancı İslamcı" anlayışının Türkiye'nin değerlendirilmesinde önemli değişikliklere neden olduğu Amerikalı stratejist ve politikacıların bazı açıklamalarından anlaşılıyor. Bir süre önce ABD Dış İşleri BakanıColin Powell bir konuşmasında Türkiye'den İslami Cumhuriyet diye bahsetmiş ve daha sonra bunun dil sürçmesi olduğu ileri sürülmüştü. Powell sıradan bir taşralı Amerikan politikacısı değildir. Genelkurmay Başkanlığına kadar yükselmiş ve bundan dolayı Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türkiye ile uzun yıllar değişik boyutlarda ilişkisi olmuş bir asker-siyasetçidir. Powell'ın Türkiye'den bahsederken yanlışlıkla İslami Cumhuriyet diye bahsetmesi mümkün değildir. Powell kafasındaki ve dosyasındaki bir projeden bahsetmiştir.

Ancak Powell'ın ifadesinin bir tesadüf olmadığını gösteren bir başka açıklamada yine geçtiğimiz hafta ABD'nin önde gelen siyasal stratejistlerinden Samuel Huntington'dan gelmiştir. S. Huntington Paris'te yayınlanan Le Point dergisine verdiği demeçte Türkiye'nin Avrupa Birliği yerine etkili ordusuyla, hayli iyi işleyen demokrasisi ile İslam dünyasının liderliğine oynaması gerektiğinin altını çizmiş ve "engin bilgisi ile"!!! eklemiştir:"Atatürk'ün ortadan kaldırmak istediği ama başaramadığı Müslüman mirasıyla bütünüyle yeniden barışmayı kabul eden" Türkiye, kendisine yeni bir misyon aramalıdır. Yine tanınmış Amerikalı stratejist Fukuyama Türkiye'nin AB üyeliğini mümkün görmediğini, bunun ABD ile Meksika arasındaki sınırın kaldırılması kadar ihtimal dışı olduğunu vurgulamıştır.(Cumhuriyet, 30 Nisan 2004)
Son dönemde Washington'da resmi politika olan Türkiye'nin AB tam üyeliğine olan destek devam etmekle birlikte gittikçe daha fazla "AB üyeliği dışında çözümlerde aranmalıdır" yaklaşımının da gözlerden kaçması mümkün değildir. Özetle, AKP ABD'nin Büyük Orta Doğu stratejisinin en önemli ayaklarından birisi olan radikal hareketlerin liberalleştirilmesi sürecinde çok önemli bir rol üstlenmiştir. Gerçi tarih araştırmacıları 30-40 sene sonra AKP'nin ABD politikalarındaki işlevi konusunda belgelere dayanarak ortaya bir çok şey koyacaklardır ama Türkiye'nin bu kadar beklemeye tahammülü yok.




..

AKP Hükümetinden Peşmergeye IŞİD'e Karşı Silah Yardımı





AKP Hükümetinden Peşmergeye IŞİD'e Karşı Silah Yardımı


Yazar: Ümit Özdağ

Türkiye'nin Barzani yönetimine çok boyutlu yardımı devam ediyor. Türkiye, bağımsızlık yolunda ilerleyen Barzani'ye Ekonomik ve Politik yardımın yanında askeri yardıma da başladı. Ancak sorun karşılığında hiç bir şey almaması. Bu ikili ilişkilerin mantığına aykırı. Barzani hem alıyor hem tehdit ediyor hem Türkiye'nin taleplerini karşılamayı reddediyor. 







ABD, Türkiye İçindeki 40 Yıllık Derin Örgütünü Kaybeder mi?



ABD, Türkiye İçindeki 40 Yıllık Derin Örgütünü Başarısız Bir Darbeyle Kaybeder mi?




TEVFİK BİR,

23 Temmuz 2016 Cumartesi,



ABD, Türkiye İçindeki 40 Yıllık Derin Örgütünü Başarısız Bir Darbeyle Kaybeder mi?



Devlet içerisinde kripto şekilde ilmek ilmek örgütlenmiş bir yapı. 1950'liler ile oluşmaya başlıyor, 1970'li yıllarda Nurcu/Işıkçı evlerinin olduğunu biliyoruz.       “ Haliçte Yaşayan Simonlar ” kitabının yazarı Eski emniyet Müdürü Hanefi Avcı 1970'li yıllarda onların evlerinde kaldığını itiraf ediyor.

ABD, o yıllarda nurculuk adıyla bir yapı kurmaya başlıyor ve daha sonra bu yapının merkezine kendi etki ajanı Fethullah Gülen'i yerleştiriyor.

1980 darbesi ertesinde, Kenan Evren'li yıllarda ve artık bilhassa Turgut Özal'lı yıllarda cemaatin devletin içinde etkin ve güçlü bir biçimde kadrolaştığını görüyoruz. 1980'li yıllarda Siyasal İslamın da el vermesiyle çeşitli kurumlara giriş sınav sorularının “mürit”lere verildiğini artık itiraflarla da okumaya başladık. ABD'nin uzun vadeli operasyonu kapsamında, aynen denildiği gibi bir “paralel devlet yapılanması” oluşmaya başladı ve bugünlere geldik.

Fethullahçı mekanizma kendini sağlama almış durumda. Kuleli Askeri Lisesi'nde okuyan devletine bağlı cumhuriyetçi Atatürkçü bir öğrenci kimi arkadaşlarının Fethullaçı olduğunu fark etse ve bu durumda çeşitli rütbelerdeki subay öğretmenlerine dahi güvenmeyerek doğrudan okul komutanının yanına çıksa durumu arz etse, Komutan “tamam evladım, durum kontrolüm altında, endişe etme sen” diyecek ve aslında askeri öğrenci kendi ipini çekmiş olacaktı. Öğrenci bununla yetinmeyerek durumu tuğgenerale söylese yada ondan da şüphelense yukarı çıka çıka orgenerale ulaşsa ve dese ki “Komutanım, okul komutanımız, şu şu tuğgeneralimiz, korgeneralimiz de işin içinde”. Orgeneral kararlı bir ifadeyle “gereği yapılacaktır” diyecekti, ama nafile.Öğrencinin durumu ihbar edebileceği hiçbir rütbeli/yetkili yada mekanizma kalmamıştır. Sistem, kontrol mekanizmaları da dahil ele geçirilmiştir.

Aynı hikayeyi polis için de, bir istihbarat mensubu için de, maliyede çalışan bir müfettiş için de geçerlidir, örnekleri çoğaltmak mümkün.

MGK'da karar alıcı ve alınacak kararlar hakkında diğer üyeleri etkileyici pozisyonda bulunan orgeneraline, hava kuvvetleri komutanına kadar, valisine kaymakamına, genel müdürüne müsteşarına, emniyet müdürüne daire başkanına jandarma alay komutanına mit mensubuna kadar. Bu yapı, devletteki "karar alıcı" elemanları-müritleri vasıtasıyla devlet adına kararlar almış, kimi kararları da devlet aleyhine ABD lehine değiştirmiştir.

Turgut Özal, Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli, Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan hepsi bir şekilde bu f-tipi elemanlar vasıtasıyla bu yapının çemberinde kalmıştır, sırlarının da gitmemesi gereken yerlere ulaştırıldığını anlayabiliyoruz. Devletin alacağı gizli kararlar dahi dinlenmiştir. Genelkurmay Başkanının odasındaki konuşmalar, alınan kararlar ve yapılan gizli görüşmeler, 40 yıldır pek çok devlet sırrı ABD'ye akmıştır.

Detaylı yazmaya gerek yok, küçük çaptaki Fethullahçı torpilli yükselmeler hemen herkesin etrafında yaşanmış, şahit olduğumuzolaylar. Büyüklerinin varlığını ise 15 Temmuz 2016 ile hepimiz gördük.

Peki, 15 Temmuz darbesiyle ne yapılmak istendi? Biraz düşünelim. Darbenin amacı cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı öldürmek ve/veya yönetimi ele geçirmek miydi? ABD, Tayyip Erdoğan'ı öldürmek isterse sanırım bunun için topyekün bir darbe yapmasına gerek yoktur. Turgut Özal'ı hatırlamak yeterli.

Peki ABD darbe vasıtasıyla Türkiye'nin yönetimine el koymak isterse? Bunu yapmak için Fethullahçılara muhtaç mıdır? 28 Şubat döneminde değildi, bence yine değildi. Darbe dışı yollarla bile Erdoğan hükümetini devirebilirdi.

Ayrıca ABD, bir darbe uğruna neden 40 yıllık Türkiye derin işgalini tehlikeye atsın. Genelkurmay başkanının odasına bile çok rahat böcek yerleştirebilen, orgeneralleri valileri olan bir yapı, devletin her türlü gizli bilgisine istediği gibi erişebilen, Kozmik Oda'ya savcıyı sokmayı bırak zaten kozmik bilgileri devletin yetkilileri aracılığıyla alabileceği anlaşılan bir yapı, 40 yıllık Pentagon-CIA operasyonu (projesi denilemez çünkü gerçekleşmiş ve görevde olan bir yapıdır, istihbarat tabiriyle operasyondur) bir darbe uğruna tehlikeye atılır mı? 40 yıldır bu denli başarılı Fethullah operasyonunu yöneten, daha önce de Türkiye darbelerihep başarılı olan ABD, 40 yıllık Fethullah operasyonunu deşifre etme pahasına darbe başlatacak ve bu darbe girişim aşamasında başarısız kalacak!

Ben buna ikna olmadım. Ben bunun ABD tarafından gerçekleştirilmiş şov/tiyatro/maske olduğunu düşünüyorum. Evet ABD, Fethullah cemaati ile mevcut hükümete darbe gerçekleştirmek istedi ancak bunu başarısızlık üstüne kurdu. Fethullahçılar deşifre oldu ve hükümet bunları kadrolardan temizlenmeye ve cezalandırmaya başladı. İşte sanırım ABD de tam olarak bunu istiyordu.

İşte bundan sonra bu gelişmeler üstüne yürüyecek esas ve çok daha büyük, hayallerin ötesinde bir operasyonu olacağını düşünüyorum. 40 yıllık Fethullah operasyonunun deşifre olmasına değecek olan şey bir darbe değil, başarısız sonuçlanacak darbe sonrası yaşanacak yeni ve büyük bir operasyondur.

Döneminin en büyük uyuşturucu kaçakçısı Kolombiyalı Pablo Escobar'ın ABD kıyılarında tam 2 ton kokaini yakalanır. Bu ABD polisinin tek seferde yakaladığı tarihinin en büyük uyuşturucusudur. Polisler ertesi gün gazetelerde televizyonlarda kahraman ilan edilir. O polislerin ve ABD halkının bilmediği bir şey vardır. Aslında o uyuşturucuyu Pablo Escobar bilerek yakalatmış ve dikkatleri oraya çektiği esnada ABD'ye denizden tam 20 ton kokain sokmuştur. Bu da Pablo'nun kendi rekorudur.

ABD'nin yeni operasyonun hedefinde Türkiye'nin olacağı kesin. Ama ne için hangi yolla kimler aracılığıyla neler planladılar, bunun yanıtını görmek için Pentagon ve CIA'ye bakmak gerekiyor.

Ve, bu yeni operasyonu uygulamak adına ve Fethullahçıların darbeyi başlatmaları adına Pentagon ve CIA'de Türkiye üstüne çalışan ve buna karar kılan ekip ve evet diyen birim müdürleri/şefleri, kesinlikle bu operasyon ve planları son aşamada ABD Başkanı Barack Obama'ya sundular ve onayı aldılar. Başkan'dan onaysız darbe girişimi asla başlatılamaz.

Eğer amaçları göründüğü gibi sadece “Türkiye'de mevcut hükümeti yıkıcı bir darbe” ise, başarısız olmasından ötürü ve Türkiye içindeki derin yapılarının deşifre ve tasfiye olmalarından ötürü ekibin bu birimden alınması ve müdürün/şefin koltuğunu kaybetmesi kaçınılmazdır. CIA'de ilgili birimde bir müdür değişikliği olmazsa, ki bunu sanırım Türkiye fark edebilir/öğrenebilir, operasyonun iddialarım doğrultusunda devam ettiğinin ipucudur.

Devlet buna karşı hazırlık yapmalı, Türk Milleti ise uyanık ve cesur olmalıdır. Düşman bizi öldürebilir, yavaşlatabilir ama asla yenemeyecektir. Zamanında kitabımda da yazdığım şekliyle “Dış Tehdit ABD”dir.