27 Temmuz 2015 Pazartesi

Cumhurbaşkanları da Yargılanır…

Cumhurbaşkanları da yargılanır…




Yekta Güngör Özden, Gökçe Fırat’a anlattı:

Cumhurbaşkanları da yargılanır…



Yekta Güngör Özden



Bülent Ecevit’in muhalefetine rağmen AYM’ye seçildim
CHP’nin Başhukuk Danışmanlığını, avukatlığını yaptım ama kimi CHP’lilerden kurtulmak için Anayasa Mahkemesi yolunu seçtim. Zannettiler ki biz Anayasa Mahkemesi’nde partizanlık yapacağız. 15 yıl avukatlık yapmış, baro başkanı olmuş bir insan oraya geldiği zaman partizanlık yaparsa o insan değildir. Ben onu yapmadım. 5 yıl süreyle, üyesi olduğumuz partilerin malî denetim oturumlarına çıkmıyorduk. Ama Meclis’ten gelen yasalar bir partinin yasası olmadığı için onların denetimine katılıyorduk. Böyle bir incelemede dinlenen bir CHP’li bakana açıklaması için 13 soru yönelttim. Şimdi hiç kimse “Yekta Bey CHP lehine şu oyu kullandı ya da şu partiye karşı şunu yaptı” diyemiyor.
Çok fazla hukuk fakültesi açıldı. Sanırım 110’u geçti. Ne kadar çok hukuk fakültesi açılırsa, o kadar çok kötü hukukçu yetişiyor. Avukatlıktan yargıçlığa geçiş sınavlarında hile yapıldığını duymuşsunuzdur. İktidar, zamanında kendisine hizmet etmiş adamları taltif etmek için oraya getiriyor.
Ben Anayasa Mahkemesi üyeliğine başvurunca CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, karşıma başka aday çıkarmıştı. Bana Anayasa Mahkemesi’ne gitmemem için haber gönderdi. Rahmetli Mustafa Üstündağ telefon açarak “Genel Başkan adaylığınızı geri çekmenizi istiyor” dedi. “Ben çocuk değilim. Genel Başkan’ın oluru ya da müsaadesiyle adaylığımı koymuş da değilim. Kaybederim ama geri çekmem” dedim. Askeri Yargıtay’dan gelen bir üye rahmetli oldu. Zamanın Cumhurbaşkanı Vekili Sırrı Atalay onu Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçti, böylece de benim önüm açıldı ve seçime girdim. Önce Adalet ve Anayasa Karma Komisyonu’nun üçe indirdiği adaylar arasına girdim, sonra da Senato Genel Kurulu beni asıl üye olarak seçti.




Yekta Güngör Özden


Başyazarımız Gökçe Fırat, Yekta Güngör Özden ile
Özden’in Ankara’daki evinde görüştü.


Siyasi partiler devletin üstünde değildir
Gökçe FIRAT: Parti kapatmalarının ortadan kaldırılması projesi bugün Cumhurbaşkanı tarafından da gündeme getirildi. Ne diyorsunuz?
Yekta Güngör ÖZDEN: Ben siyasal partilerin kapatılma davalarının sanıyorum onüçünde imzası bulunan bir Anayasa Mahkemesi üyesiyim. Verdiğim kararların hiçbirinden pişmanlık duymadım.
Bizim amacımız ve görevimiz; yurttaş olarak özen ve duyarlılık içerisinde ülkemizin değerlerini korumak, Anayasa Mahkemesi üyesi olarak da devletin niteliklerini giderek güçlendirmek ve bu bağlamda karşılaşacağımız güçlükleri aşmak, kötülükleri engellemektir. Ancak siyasi partiler o kadar kendilerini düşünüyor, partizanlıklarını o kadar ileri götürüyorlar ki onlar için Anayasa kuralları, devletin niteliklerinin korunması, sürekliliği pek önemli değil. Onlar partilerini devletin üzerinde gördükleri için ne yaparlarsa yapsınlar “partiler kapatılmasın” istiyorlar.
Dikkat ederseniz, her seçimden sonra Meclis Anayasa Komisyonu’nu toplayarak, önergeler getirerek, giderek parti kapatılmasını olanaksız duruma düşürdüler. Şimdi AKP’nin Meclis’e verdiğini duyduğum önerisi bu amacı taşıyor.
En kabasını söylüyorum: Anayasa’nın 1., 2. ve 3. maddelerinin değiştirilmesi bile önerilemez. Bu önermeme sınırı Anayasa’nın 4. maddesinden gelir. Kimi açıkgözler “4. maddeyi kaldırırız, bunun değiştirilmeyeceğine dair bir kural yok, onu kaldırınca ilk üç maddeyi de değiştirebiliriz” diyorlar. Hâlbuki bir deponun bekçisini ortadan kaldırarak o depoyu soyabilirsiniz. Fakat depoyu soymak ne kadar suçsa, ondan daha büyük suç da bekçiyi öldürmektir. Onun için 4. maddenin de ilk üç maddeden ayrı bir yanı yoktur.
Bunun gibi ilk üç maddedeki durumlara aykırı davranacaklar, örneğin Kürt ırkçılarının gündeme getirdiği sorunlar, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bundan önceki İçişleri Bakanı’nın “Anayasa’yı tanımıyorum” demesi gibi eylemlerin hepsi partisel düzlemde işlendiğinde yaptırımsız kalacak, devlet siyasetçilerin ayakları altında ezilecektir. Siyasi parti kapatma davalarında Anayasa ile oynamanın ülkenin geleceği bakımından yararlı olmayıp tehlikeli olduğu görüşündeyim.


AKP’nin kapatılması gerekir
Gökçe FIRAT: Şu anda Anayasa Mahkemesi Başkanı olsaydınız, bir hukukçu olarak AKP ya da HDP gibi partilerin eylemleri dolayısıyla kapatılması gerektiğini düşünür müydünüz?
Yekta Güngör ÖZDEN: Gerekir. Bir kere Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuksal varlığının yapıtaşı Anayasa’dır. Biliyorsunuz anayasalar ulusal hukukun kaynaklarıdır. Bu Anayasa da Türkiye Cumhuriyeti’nin ne tür bir devlet olduğu, nerelere bakacağı, 5. maddede olduğu gibi devletin temel amacının ve görevlerinin ne olduğu yazılıdır. Bunlara aykırılıkları eylem olarak saptanmış ise o zaman partinin kapatılması gerekir.
AKP lâiklik karşıtlığı nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nin Hazine yardımından yoksun kıldığını söylediğim kararından sonra düzeldi mi? Hayır. Aynı tutumu sürdürüyorlar. Hepsi birer suçtur. Anayasa’nın gereği olarak içtikleri antlar var. Bunlar kişisel olarak değerlendirilse de AKP’nin işlem ve eylemleri bu kişilerin imzalarıyla yürütülüyor, sözleriyle açıklanıyor. Parti işlemi, kararı durumunda olursa kapatma nedeni olur.
Örneğin Suriye’ye giden tırlar meselesi var. Daha başka, sayılacak birçok eylemleri var. Bunları bir araya getirip tartarsak bir değişmezlik görmüyorum. Sorunuzun yanıtını şöyle vermek isterim: Anayasa Mahkemesi’nin hakkında verdiği kararla AKP, bir oyla kapatılmaktan kurtulup Hazine yardımından yoksun kalmıştır, ortam nasılsa, bugün de tutumun aynı olduğu koşullar varsa kapatılır diyorum. Onlar özür dilemiş, kendilerini düzletmiş, Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonra kendisine gelmiş değiller. Tersine büsbütün kapatmayı önleyip gemi azıya almayı düşünüyorlar.


HDP’nin kovuşturulması gerekir
Gökçe FIRAT: Meselâ HDP’li milletvekilleri çok açık bir şekilde “Bizim başkanımız Abdullah Öcalan’dır, hepimiz de PKK’lıyız” şeklindeki açıklamaları yapıyorlar. Bunlar için bir yaptırım olması gerekmez mi?
Yekta Güngör ÖZDEN: Gerekir. TBMM üyeliği sıfatını üzerinde taşırken Türkiye’nin varlığına karşı çıkan, Türk insanını, askerini, bebek, kadın, yaşlı ayırmadan 30 binlere varan rakamlarda katleden bir insanın peşinden koşanlar; kendi Silahlı Kuvvetleri’ne, insanına, devletine karşı demektir. Bu suçları işleyenlerle aynı düzeye düşmektirler. Hepsinin durumu bana göre birer kovuşturmayı gerektiren eylemdir. Parti olarak, karar ve eylem biçimini almışsa dâva nedeni olur.
Gökçe FIRAT: Bir de şöyle bir örnek var: Anayasamıza göre belli isimleri alan partiler kurulamaz ve kapatılır. Ama Türkiye Komünist Partisi için Anayasa Mahkemesi kapatmaya gerek görmedi. Şu anda başkan olsaydınız, bu kanunu nasıl yorumlardınız?
Yekta Güngör ÖZDEN: Türkiye Komünist Partisi’nin kapatılması için başvuru yapılmadan evvel “Neden başvuru yapılmadı?” diye soran bir vatandaşım. Komünizmin bilimsel bağlamdaki niteliğiyle daha evvel “Rusya’dan altın gelse kabul etmeyiz” diyen anlayışın olduğu yıllardaki durumuyla bugünkü durumu arasında fark olabilir. Anayasa Mahkemesi’nde kaç oyla kapatılmasının reddedildiğini hatırlamıyorum. Benim düşüncem; “komünist partisi”ne ilişkin siyasi partiler yasasındaki kurulmazlık açıklığı durdukça hiç kuşkusuz buna uyulması gerektiğidir. Yasaya uymak hâkimlerin görevidir. Anayasa Mahkemesi onu ihmal edecek durumda değildir. Yürürlükteyse uymak zorundadır. 2820 no.lu Siyasî Partiler Yasası’nın ilgili 96. maddesinin son fıkrası değişmedi. Demek ki Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın görüşü değişik.


Türkiye’de “Kürdistan” yoktur ve olamaz
Gökçe FIRAT: Aynı şekilde “Kürdistan” ismine de izin verdiler. Bu isimle de bir parti kuruldu…
Yekta Güngör ÖZDEN: Bana göre o da yanlış. Türkiye’de “Kürdistan” yoktur ve olamaz.
Gökçe FIRAT: Peki Anadolu Partisi? Bu isim de bir bölgeyi temsil ediyor olabilir mi? Yarın bir “Akdeniz Partisi, Karadeniz ya da Trakya Partisi” gibi partiler kurulursa bunun bir anayasal yaptırımı olabilir mi?
Yekta Güngör ÖZDEN: Hayır. Nedeni de şudur: onlar bu ülkenin isimlerini taşımış olurlar. Bu isimleri taşımaları suç olmaz ama bu isimleri kötüye kullanma eylemleri ortaya çıkarsa o zaman kapatılması düşünülür. Fakat Anadolu Partisi ismi dolayısıyla kapatılması gerekmez. Anadolu, yurdumuzdur.
Parti kapatma konusunda en önemli sorun “Başka adla yenisinin aynı doğrultuda kurulması”dır. Bunu engelleyecek etkin önlemler alınabilir, etkin yaptırımlar getirilebilir. Yoksa oldubittiye bakılıp kapatma yönteminden vazgeçilemez.


Anayasayı tümden değiştirmek açık darbe olur
Gökçe FIRAT: AKP ve Cumhurbaşkanı şu anda bu Anayasa’yı toptan kaldırmak için açık çağrılar yapıyor. Başkanlık sistemine geçelim diyor. 367 hattâ 400 vekili bulurlarsa Anayasa’yı toptan kaldırabilirler mi?
Yekta Güngör ÖZDEN: 400 milletvekili garanti altına alınmaya çalışılıyor. Anayasa’yı toptan ortadan kaldırmanın hukuksal bir dayanağı yoktur. Anayasa’yı toptan kaldıracak bir karara imza atanların hepsi Anayasa suçlusu durumuna düşer. Anayasa’nın 4. maddesinde yazıyor. 1.,2. ve 3. maddelerin bırakın kaldırılmasını, değiştirilmesinin bile önerilemeyeceği belirtiliyor. Bunları kaldıramazlar ki toptan kaldırabilsinler.
Gökçe FIRAT: Peki, bir oldubitti yaparlarsa?
Yekta Güngör ÖZDEN: O bir ihtilâl, bir darbe olur. Yapanlar da tam anlamıyla Anayasa suçlusu olurlar. Önlenir mi, kim ya da kimler önler, kestirilemez.
Gökçe FIRAT: Böyle bir darbeyi yargılayacak bir kurum var mı?
Yekta Güngör ÖZDEN: O gün belli olur. Bugünden bir şey söylemek güçtür. Ama görevinin bilincinde olanlar, görevi namus bilerek yapan insanlar bunu elbette olumlu veya olumsuz yanlarıyla değerlendireceklerdir. Ancak böyle bir insan kalmamışsa da hiç söyleyecek bir şey yok.


Başkanlık Türkiye’ye demokrasi değil dikta getirir
Gökçe FIRAT: Peki, bu Anayasa’da kısmî tadilât yaparak, Meclis’i koruyarak bir başkanlık sistemi monte edilirse Anayasa’ya aykırı olur mu olmaz mı?
Yekta Güngör ÖZDEN: Anayasa’nın bugünkü kuralları ile Türkiye Cumhuriyeti’nin Meclis’in ve Cumhurbaşkanı’nın konumlarına ilişkin kuruluşundan bugüne kadar gelen yapısı göz önüne alınırsa başkanlık sisteminin Türkiye için yararlı bir sistem olmadığı görülür.
Kuvvetler ayrılığındaki en sert ilişkiyi ortaya koyan sistemde Cumhurbaşkanı olarak halkın tek veya çift dereceli olarak seçtiği insanın yasama organının, yargının karşısında kendisine özellikle yürütmede tanınan aşırı yetkilerle her zaman demokrasi dışına taşabileceği bir konum var. Bunu iyice araştırmak, incelemek gerekir. Başkanlık sistemi özde Anayasa’yla bağdaşmaz. Bizim durumumuz ona elverişli değil. Biçimsel olarak da tartışılır.
Öncelikle Türkiye’de başkanlık sisteminin ne olduğunu anlamak için bakalım. Bugün Anayasa’daki geniş yetkilerine karşın başkanlığı isteyen Recep Tayyip Erdoğan’ın, başımıza ağır bir baskı sistemi getireceğinden ben kuşku duymuyorum.
Anayasa Mahkemesi’nin tüm üyelerini seçilen adaylar arasından 1982 Anayasası’na göre atıyor. 1961 Anayasası’na göre bir üyelik için kurumlar doğrudan doğruya seçim yapıyordu. 1982’de üç aday gösterilip içinden birini Cumhurbaşkanı’nın seçmesi getirildi. Ne anlar Cumhurbaşkanı Yargıtay, HSYK, Danıştay üyesinden? Kimin ne olduğunu nereden bilerek seçiyor? Bunun kötü yönlerini düşünmek lâzım. Hep kendisine partililerinin, yakınlarının, getirdikleri ya da kendi tanıdıklarını seçiyorlar. Bir tür atama. Yandaşlar yeğleniyor.
Bugünkü haliyle bile sakıncalı olan sistemi yeterli bulmayıp daha fazla yetkiyle donanmayı istiyorsa bu Türkiye’nin değil, bu ulusun başına ağır bir çorap olur. Başkanlık sistemi bu anlayıştaki insanların elinde Türkiye’yi aydınlığa değil, kopkoyu karanlığa götürür. Erkler ayrılığı bugünkü tutumla anlamını yitirir, diktaya yönelme olur.
Anayasa’ya uyup uymadığına gelelim. Bugün İstanbul ve Ankara’daki çeşitli üniversitelerinin profesörlerinden oluşan bir heyet Anayasa ile bağdaşmazlığıyla ilgili bir açıklama yaparak bildiri imzalamışlar. Henüz okumadım, ona bakarak bir değerlendirme yararlı olur.
Fakat benim de az önce söylemeye çalıştığım gibi Cumhuriyet’in TBMM’yi yasama organı olarak başa alıp, Cumhurbaşkanı’nı yürütmenin başı saydığı bir sistemle başkanlık sisteminin pek uyuştuğu kanısında değilim. Dünya örneklerine, başta ABD’ne, Güney Amerika, Afrika ve Ortadoğu uygulamalarına bakmak gerekir.


Yekta Güngör Özden

Günümüz cumhurbaşkanı Yüce Divan’a gönderilebilir
Gökçe FIRAT: Fiilen başkanlık sistemine geçtik sayılmaz mı? Cumhurbaşkanı şu anda hem Başbakan hem Cumhurbaşkanı… Şu anda bu neden engellenemiyor? Bir Cumhurbaşkanı çıkıp açıkça iktidar partisi için oy isteyebiliyor. Hâlbuki Cumhurbaşkanı’nın tanımı ve yetkileri belli… Buna engel olabilecek hiçbir kurumsal düzenleme, hiçbir madde yok mu?
Yekta Güngör ÖZDEN: Var. İnsanların özelde verdikleri sözleri tutmaları kişilik meselesidir. Sözüne güvenilmeyen bir insanın toplum içerisindeki değersizliği çok açıktır. Kaldı ki siz bir de bunun üzerinden ant içen bir insanı düşünün. Anayasa gereği olarak içtiği anda uymuyor.
Günümüz Cumhurbaşkanı’nın, böyle söz ediyorum, çünkü bugün var yarın olmayabilir, Anayasa gereği içtiği anda aykırılıkları her gün birbirine ekleniyor. Çok ağır biçimde sürüyor. Bu aykırılıkların bana göre sorumluluğu Yüce Divan’a göndermeye yeterlidir.
Ama onu da Anayasa’nın 105. maddesine göre TBMM üye sayısının üçte birinin önerisi, dörtte üçünün de kabulü olması sağlar. Bu da tıpkı siyasi partilerin kapatılmasının güçleştirildiği gibi güçleştirilmiştir. Bunları da ona güvenerek yapıyorlar.
Neden Yüce Divan? Onu da açıkça söyleyeyim. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan da önce TBMM’nin açılışında kabûl edilen 2 no’lu yasa İhanet-i Vataniye (Vatana İhanet) yasasıdır. Turgut Özal’ın zamanında Terörle Mücadele Yasası’nın anımsayabildiğim kadarıyla geçici 2. maddesiyle Vatana İhanet Yasası’nı yürürlükten kaldırdılar.
Şimdi “vatana ihanet”in sözü ediliyor ama ne olduğu gerçekte belli değil. TBMM’ye üçte bir imzayla verilecek vatana ihanet suçlamasına ilişkin önerinin tartışılmasında bunlar ortaya çıkacak. TBMM dörtte üç oyla da bu eylemlerin, Anayasa’ya, anda aykırı tutum ve davranışların, vatana ihanet sayılmasına karar verirse sonuç Yüce Divan olur. Yüce Divan, Cumhurbaşkanı’nın eylemlerinin vatana ihanet olup olmadığını takdir edecektir. Ortada vatana ihaneti öngören bir yasa olmadığı için takdir Anayasa Mahkemesi’nin Yüce Divan sıfatıyla çalışmasına kalıyor.
Bana göre anda aykırılık vatana ihanet sayılabilir. Bu kadar açık konuşuyorum. Bir Cumhurbaşkanı’nın vatana ihanet etmesi için mutlaka casusluk mu yapması gerek? Bir Cumhurbaşkanı’nın vatana ihanet sayılabilecek tutumlardan kaçınacak özeni, duyarlılığı, dikkati olması gerekir. Cumhurbaşkanı bunlar olmadan hareket ederse, istediğini yaparsa, istediğine bağırır, istediğine küfrederse bu Cumhurbaşkanı’nın Cumhurbaşkanlığı tartışılmaktan öte geçersiz duruma düşer. Sorumsuz görevli, tümüyle sorumsuz Cumhurbaşkanı olamaz. Ancak iktidarlar Anayasa, hukuk dinlemiyor, hiçbir şeye aldırış etmiyorlar.


Cumhurbaşkanının yetkileri budanmalı
Gökçe FIRAT: Bir de şimdi Kabataş olayıyla ilgili bir tartışma dönüyor. Cumhurbaşkanı diyor ki “Kabataş’ta bir kamera kaydı yoksa bile türbanlı insanlara baskı oldu.” Gezi dönemini dikkate alırsak bu bir iç savaşı kışkırtmaktır. Yandaş gazeteciler, olmadığı kanıtlandığı halde, bunu hâlâ devam ettiriyorlar. “Kamera kaydına da gerek yok, bizce bu olmuştur” diyorlar. Bununla ilgili yapılabilecek hukukî mücadele sizce nedir?
Yekta Güngör ÖZDEN: Öncelikle suçlanan insanların bunu yapanlar hakkında tazminat davaları açmaları gerekir. Bir kere Cumhurbaşkanı yalan söylemez. Önemli olan bu. Cumhurbaşkanı işine geldiği gibi konuşuyor. Bir konunun gerçek olup olmadığını ayırmadan her şeyin kendisinin gösterdiği gibi kavranmasını, anlaşılmasını ve uygulanmasını istiyor. Bunun diktadan ne farkı var?
Gökçe FIRAT: Anayasa tartışmaları içinde hâlâ 12 Eylül Anayasası’nın savunulduğunu söyleyenler de var. Siz Anayasa Mahkemesi Başkanlığı yapmış bir kişi olarak Türkiye’nin daha modern, özgürlükçü ve demokratik bir Anayasa’ya ihtiyacı olduğunu düşünüyor musunuz?
Yekta Güngör ÖZDEN: Bugünün koşullarındaki Anayasa’ya uyulsa, bağlı kalınsa Türkiye birçok ülkenin yaşadığından daha iyi bir demokrasiyi yaşar.
Bugünkü Anayasa’da Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin budanmasından yanayım, bu bir…
Milli Güvenlik Kurulu ile ilgili maddesinin düzeltilmesinden yanayım.
Yargı bağımsızlığına ilişkin maddelerinin daha pekiştirilmesinden yanayım.
Kuvvetler ayrılığına ilişkin sınırların kesin belirlemesini öncelikli koşul sayıyorum.
Bunlar düzeltilebilir ama ana noktalarda bugün bunların istediği Anayasa’yla yaşattıkları durum; bu Anayasa’nın bile gerisindedir.
“Türk” demiyor, “Türk milleti” demiyor ama başkanlık sistemine gelince “Türkiye tipi” diyor.
Dünyanın üç güzel anayasasından biri 1961 Anayasası’ydı. Ama bunlar Demokrat Parti’nin yaptıklarını unutturup, kendileri de aynı yolda oldukları için, 1961 Anayasası’na çatarak bunu “darbe ürünü” olarak niteliyorlar. Dünyanın hiçbir yerinde bize 27 Mayıs’ın kazandırdığını kazandıran bir hareket olmamıştır. Bunu ağır bir darbe olarak nitelemek tümüyle yanlıştır.
1982 Anayasası’nınsa 116 maddesi değişti. Değişmeyen ne kaldı ki? Neden bununla idare edilmiyor? Çünkü başkanlık sistemini akıllarına takmışlar. AKP’nin getireceği düzenin akıllarına koymuşlar. “Türkiye tipi başkanlık sistemi” deniyor. Klasik başkanlık sistemine de râzı değil. Bu nedenle “Türkiye tipi” diyor.
“Türk” demiyor, “Türk milleti” demiyor ama başkanlık sistemine gelince “Türkiye tipi” diyor. Atatürk’ü galiba bir kez söyledi.
Gökçe FIRAT: Yani ABD’deki ya da Fransa’daki gibi kuvvetler ayrılığına dayalı bir şey de istemiyor…
Yekta Güngör ÖZDEN: Tabiî… ABD’de geleneksel bir yapı var. Bir, orada bir siyaset terbiyesi var; iki, hukuka saygı var; üç, insanların birbirine güveni var; dört, toplumsal düzeyin ileride oluşu var. Onlar o hâle gelmişler ki kural olmadan bile kendilerini bu değerlere bağlı sayıyorlar.
Örneğin Madison Davası’na kadar Amerika’da Federal Yüksek Mahkeme’nin yasaların Anayasa’ya uygunluğunun denetimini yapması yoktu. Bugün bile ABD’de yürürlükte olan Federal Anayasa’ya ve bu Federal Yüksek Mahkeme’nin kuruluşunu düzenleyen yasaya göre de bu denetim yetkisi yazılı değildir. Ama o davada, bizim burada benim başkanlığım döneminde verdiğimiz “yürürlüğü durdurma” kararı gibi, Federal Mahkeme “Ben yasaların Anayasa’ya uygunluğunu denetlerim” dedi ve o gün bu gündür ABD’de bu denetim var.
Hiç kimsenin aklına da Anayasa’da bu denetleme yetkisinin olmadığı, konulması gerektiği veya denetleme yapılamayacağını söylemek gelmiyor. Bizde ise hâlâ yürürlüğün durdurulmasına karşı çıkıyorlar ama işlerine gelince de bütün partiler yürürlüğün durdurulması için Anayasa Mahkemesi’ne başvuruyorlar.
Gökçe FIRAT: Geçtiğimiz ay Teksas’ta bir yargıç Obama’nın bir kanununu iptal etti…
Yekta Güngör ÖZDEN: Onlarda bizdekinden farklı olarak her mahkeme yasaların Anayasa’ya uygunluğunun dâvacısı ve yetkilisi olabiliyor.


Yekta Güngör Özden
İç Güvenlik Yasası tehlikelerle dolu
Gökçe FIRAT: Bir de “İç Güvenlik Paketi” denilen yeni bir olayımız var. Bundan sonra artık sıkıyönetim düzeni gibi bir uygulamaya geçiyoruz. Buna ne diyorsunuz?

Yekta Güngör ÖZDEN: Burada bağımsız yargı anlayışına ters düşen bir sistem getiriliyor. Bağımsız yargıya gelerek onun değerlendirmesiyle yürütülecek işlemler valilerin takdirine bırakılıyor. Valilerin de yönetimin emrinde çalışan insanlar olduğu açıktır. Hele bugünkü Türkiye’deki uygulamanın yarattığı durum gözetilirse her vatandaşı bir tehlike bekliyor. Herkes, her gün, yönetimin ağır yaptırımlar altında kıskaç içinde yaşayacaktır. Tabiî bunu yaşamak sayarsanız…

Bu nedenle İç Güvenlik Yasası, hukukî boşluklarla, bozukluklarla örülü, tehlikelerle dolu olan bir yasadır. Türkiye’ye aydınlık değil karanlık getirecektir. AKP iktidarı, kendi yasama çoğunluğuna güvenerek, kendine yönelik demokratik eylemlerden kurtulmak için ya da ileride yapacaklarının karşısına geçilmemesi için korkutma, sindirme, yıldırma yöntemleri aramaktadır.

Gökçe FIRAT: Meselâ bugün çıkan maddeye göre de jandarma artık İçişleri Bakanlığı’na bağlandı. Bu polise ve jandarmaya hükümetin kolluk kuvveti olarak halkı bastırma görevi verecekler gibi bir izlenim yaratıyor…

Yekta Güngör ÖZDEN: Polis yetmiyor mu? Sadece Cumhurbaşkanı Köşkü’nü 1500 polis koruyor. Her yerde polis; gençleri, öğretmenleri, işçileri memurları dövüyor. Her tarafta orantısız güç alıp yürüdü. Bu kadar insanı, polislerin öldürdüğüne ilişkin davalar görülüyor. Bu yetmeyip bir de jandarma mı katılmak istenmektedir. Niyet jandarma bölgelerindeki yurttaşları yıldırmak, sindirmek, askerin disiplin ve etkisini azaltmak olacaktır.
Gökçe FIRAT: Veya Ankara’da, İstanbul’da bazı jandarma bölgelerinde bu olabilir mi? Gezi olayları sırasında jandarmayı takviye kuvvet olarak getirmişlerdi. AKP çok açık bir şekilde darbeye hazırlanıyor diyebilir miyiz?
Yekta Güngör ÖZDEN: AKP’nin devlete darbeleri birbirini izliyor. Bu yeni değil. AKP’nin hukuka, Anayasa’ya, insan haklarına aykırı her türlü işlemi devlete darbedir.
Darbe mutlaka silâhla ve adam öldürerek olmaz ki. Ama bu olaylar devletin her tarafına açılan yaralardır. Bu yaralar toplumu da etkilediği zaman Türkiye Türkiye olmaktan çıkar.


AYM’nin bugüne kadarki kararlarının çoğunu beğenmedim
Gökçe FIRAT: İç Güvenlik Paketi karşı oy verecek yeterli sayıda muhalefet milletvekili olmadığı için yasalaşacak. CHP, yasa çıkar çıkmaz hemen Anayasa Mahkemesi’ne götüreceğini söylüyor. Sizce Anayasa Mahkemesi’nden nasıl bir karar çıkar? Bu yasa Anayasa’ya uygun mudur?
Yekta Güngör ÖZDEN: Hiçbir tahminde bulunamam. Fakat Anayasa’ya uygun değildir. İç Güvenlik Yasasının boşluklarla, sakıncalarla dolu olduğunu söylediğim zaman bunu anayasal ve hukuksal yönden söylüyorum. Türkiye’nin Anayasa’nın 90. maddesine göre gözetmesi gereken uluslararası bağlantılara da aykırı olduğunu söylüyorum.
Anayasa Mahkemesi’nde ismen tanıdığım, konuşmuş, el sıkışmış olduğum iki üç üye var. Diğerlerini tanımıyorum. Bugün on altı üye var ve on yedincisi de gelecek. Anayasa Mahkemesi’nin bugüne kadar verdiği çoğunluk kararlarının kimilerini beğenmediğim için olumlu ya da olumsuz bir şey söyleyecek durumda değilim. Aslında bir kestirimde bulunmak da Mahkemeler yönünden uygun değildir, bugünkü yapısı da buna elvermemektedir.
Gökçe FIRAT: Yakın zamanda Sulh Ceza Hâkimliklerinin Anayasa’ya aykırılığı ile ilgili CHP’nin yaptığı başvuruya Anayasa’ya uygun olduğu yönünde bir karar alarak cevap verdiler. Sizce uyar mı?
Yekta Güngör ÖZDEN: Bana göre de pek uygun değil. Bugüne kadar Ceza Yöntem Yasası’nda izlenen, savcıların takipsizlik kararlarının en yakın Ağır Ceza Mahkemesine itiraz yoluyla götürülmesi, aşağıdaki Sulh Ceza’nın kararının Asliye Ceza’ya, Asliye Ceza’nın kararının Ağır Ceza’ya götürülmesi gibi olanaklar gözetildiğinde bu Sulh Ceza Hâkimlikleri’nin yetkilerini aşırı buluyorum. Bunlara karşı itiraz yolunun kapatılmasını da hukuka uygun bulmuyorum.


Cumhurbaşkanı hangi bilgisiyle AYM üyesi seçiyor?
Gökçe FIRAT: Çok net bir şekilde ülkede demokrasiyi ortadan kaldıran kararlar alınıyor ama hukukçular bunları hukuka uygun buluyorlar. Bu hukukçular nasıl ortaya çıktı?
Yekta Güngör ÖZDEN: Gazetelerden öğrendiğime göre Sulh Ceza Hâkimlerinin bir kaçını değiştirmişler. Nedeni de iktidarın beklediği kararları vermemeleri. Yargıyla iktidarın dama taşı gibi oynadığı açık. İstedikleri dosyalardan el çektiriyorlar. 17- 25 Aralık savcılarının hakkında açılan davalar, yargı kararları veren hâkimler için açılan davalar, HSYK’nın haklarında işlem izni verdiği isimler var…
O kurulun nasıl seçildiği çok iyi biliniyor. O kurula seçilen insanların vereceği kararların böyle olacağını da tabiî karşılamak lâzım. Haklı bulmak değil. Onların vereceği kararın böyle olacağını bilmek gerek. Anayasa Mahkemesi üyelerinin nasıl seçildiğini de biliyorsunuz.
Cumhurbaşkanı hangi yeteneğiyle, bilgisiyle onları seçiyor? Ancak kendisine empoze edilenleri seçiyor. Buna ilişkin Özal zamanından beri nice örnekler de verebilirim. Onlar da böyle kararlar verirler. Bu kaçınılmaz bir şey. Onun için hukuku özümsemiş insanların varlığı gerekir. Yalnızca genel seçimlerde oyunuzu namusluca kullanmayacaksınız. Bulunduğunuz her yerde öyle kullanacaksınız. İktidar yandaşlığı, kişisel endişeler, partizan anlayışlar, başka düşünceler egemen olmamalı. Yargıç dediğin adam vicdanını yastık yapar yatar.
Şimdi “seçilmişler-atanmışlar” diye bir ayrımı ortaya getiriyorlar. Hangi seçilmiş lâyıkıyla atanmış bir adamdan daha üstün nitelikleri taşır? Bir milletvekilinin deneyimi bir doktor, bir yargıç ya da bir mühendis kadar var mıdır? O zaman atanmış olan valileri de adam yerine koymayın… 60 milletvekili seçilen ilin bir tane valisi var. Abuk sabuk konuşmalarla siyasal ortamı her zaman karartıyorlar.


Cemaat’in tüm hukuk sistemini ele geçirdiğini söyleyemem
Gökçe FIRAT: 17-25 Aralık soruşturmalarının savcıları görevden alındı. Soruşturulmaları için de izin çıktı. Prosedür ne olacak? Bunlar kim yargılayacak?
Yekta Güngör ÖZDEN: Suçlarının durumuna göre Ağır Ceza Mahkemeleri’ne ya da kıdem durumlarına göre Yargıtay’da yargılanacaklar.
Gökçe FIRAT: Bu süreç sonunda bu savcıların hapse atılmaları mümkün müdür?
Yekta Güngör ÖZDEN: Suçlu görülürlerse hapse girerler, görülmezlerse aklanırlar. Bundan önce de Deniz Feneri davasının savcılarına karşı dava açılmıştı ve onlar Yargıtay’da beraat etmişlerdi. Ceza davasının sonucu beraat ya da mahkûmiyettir.
Yargılama sonucunda delillerin değerlendirilmesiyle varılacak sonuç önemlidir. Şu kuşkunun da içindeyim ki Yargıtay’da yapılan son atamalarla, dairelerdeki görev değişiklikleriyle hiç ummadığımız insanların Yargıtay’dan ayrılarak AKP’den aday olmaları da insanın midesini bulandırıyor.
Gökçe FIRAT: AKP ve Tayyip Erdoğan, yargının zaten Cemaat tarafından ele geçirildiğini ve bunları temizlemekle hukuksuz bir iş yapmadıklarını söylüyorlar. Siz çok uzun yıllar hukuk camiasının içerisinde kaldınız. Sizce Cemaat’in örgütlenmesi tüm hukuk sistemini ele geçirecek kadar var mıydı?
Yekta Güngör ÖZDEN: Yoktu sanıyorum. Kanı için yeterli bilgim yok.
Gökçe FIRAT: Yargıtay’da ya da Danıştay’da çoğunluk oldukları doğru mudur?
Yekta Güngör ÖZDEN: Onu söyleyememem. Onlardan olan üyeler hakkında dedikodular çıkmıştır. Benim Anayasa Mahkemesi Başkanı olduğum sırada bana kadar yansıyan ve benim de o kanıya düştüğüm raportörler olmuştur. Anayasa Mahkemesi’ne Turgut Özal zamanında getirilen üyeler arasında bu eğilimde bulunanlar olmuştur. Bu eğilim olanlar ya da onlardan yana tavır takınanlar olmuştur. Herkes de bunları bilir. Ama bunların çoğunluğu ele geçirdikleri kanısında asla değilim.
Bunlar hiçbir eylemi zamanın yönetiminin oluru, desteği olmadan gerçekleştirmiş değiller. Bu mümkün değil. Bu bakımından bu suçları birlikte işlediler. Ama 17-25 Aralık olaylarında başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere bazı AKP’lilerin durumları daha vahim olduğu için, bu vahameti önlemek için bunu “darbe” olarak nitelediler. Kendilerini kurtarmak için de birlikte işledikleri suçların tümünü Cemaat’in sırtına yüklemeye çalışıyorlar. Benim inancım bu.
Burada bir açıkgözlük daha yapıyorlar. “Cemaatçi” diye kendilerinden yana olmayan herkesi öyle olsun olmasın suçlayıp, yerlerine kendi adamlarını dolduruyorlar.


Cemaatçilere karşı AKP’nin yanında olmak mârifet değil
Gökçe FIRAT: Bazı muhalif, solcu, Atatürkçü bilinen kesimler Cemaat’e karşı Tayyip Erdoğan’ın yanında yer aldılar. Pek çok Ergenekon mağduru hükûmete bu konuda destek veriyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yekta Güngör ÖZDEN: İkisine birden karşı çıkılmalı. Hepsini Recep Tayyip Erdoğan savunmamış mıydı? Ben bu davaların “savcısıyım” dememiş miydi? Ona da mı bunları Fethullah kulağını bükerek söyletmişti?
O bakımdan ben o yönelişin yanlış olduğu kanısındayım. Bu tedavinin yanlış yapılması gibi bir durumdur. Cemaatçilere karşı AKP’nin yanında olmak da mârifet değil. AKP, Cemaatçilere yönelik hareketleri sadece bunları ortadan kaldırmak için değil kendi adamlarını yerleştirmeye yönelik de yapıyorlar. Cemaatçileri suçlarken kendilerine ilişkin yandaşlıkları örtmeye çalışıyorlar.
Gökçe FIRAT: Bir hâkim ya da savcı; Cemaatçi, MHP’li, CHP’li, AKP’li olabilir mi?
Yekta Güngör ÖZDEN: Olamaz. Hâkimin seçimden seçime düşüncesine uygun oy vermek dışında bir siyasal ilişkisi, yanlılığı olamaz.
Gökçe FIRAT: Siz de CHP’li kökenden gelmiş birisisiniz ama bu siyasi kimliğinizi hiçbir zaman kararlarınıza yansıtmadınız…
Yekta Güngör ÖZDEN: Siyaset mezhep değil ki… İnsanlar dinini bile değiştiriyor. Ben CHP’de avukat olarak hizmet ettim. Onun için de CHP’nin koyu üyeleri gibi düşünmem doğru değildi. 1951’de CHP’ye üye oldum. 1953’te de CHP Gençlik Kolları’nın 15 kurucusundan biri oldum. Bir hâkimin de seçimde oy vereceğine göre bir partiye karşı ya da yana görüşü olabilir ama bu, oydan ileri geçmez.
Ben CHP’liydim ama siyaseti sayarım sevmem. Ne milletvekili ne senatör olmak istedim. Hukuk yolunda giderken partinin içinde daha samimi çalışabilmek için de üyelikle beraber hukuk danışmanlığını yürüttüm, avukatlık yaptım, o kadar.
Avukatken olabilir ama yargıç olduktan sonra herhangi bir parti etiketi taşımanız, üyesi gibi davranmanız, yandaşı olmanız ya da kayırmanız söz konusu olamaz. O zaman bu hâkimlik olmaz…
Gökçe FIRAT: 17-25 Aralık soruşturmalarını yapan savcılar farz edelim ki Cemaatçiler. Bu işlenen suçlara dair dosyalara girmiş kanıtları ortadan kaldırır mı?
Yekta Güngör ÖZDEN: Hayır…


Her şey ortada… Tapeler ortada…
Gökçe FIRAT: Ama Meclis’te ve savcılıkta kanıtların yok edilmesine yönelik bir karar alındı.
Yekta Güngör ÖZDEN: Ceza Yargılama Yasası’nın ilgili maddesini yanlış anlıyorlar. Yasada bir sonuç elde edilemezse, soruşturma-kovuşturma kapanırsa ortadan kaldırılmasını söylüyor. Ama burada soruşturmaların bir kısmı başka yerlerde devam ediyor, ortadan kaldırılan belgelerle ilgili kişiler başka yerlerde yargılanıyor. Adaletli bir sonuca varmak için kanıtları korumak süresi bana göre hâlen devam ediyor.
Bir savcı, “Cemaatçi olduğu” söylense bile yaptığı işlerde bunun doğru olduğunu ortaya koyan bir kanıt yoksa bir şey yapamazsınız. Eğer Cemaatçiliği varsa onu ayrıca takibat konusu yaparsınız, ispat edebiliyorsanız. Ama “Ben Cemaatçi zannediyorum, o hareketi Cemaatçiliğe benziyor” diye bunun yaptığı işlemi geçersiz sayamazsınız.
Gökçe FIRAT: Ama bu iktidar öyle saydı. Bu iktidar değişti diyelim. Bir sene sonra aynı soruşturma kaldığı yerden devam edebilir mi?
Yekta Güngör ÖZDEN: Eder. Neden etmesin? Konuyla ilgili bir yakınma olabilir. Bir kanıt ortaya çıkar, bunların bir yolu doğabilir. Kesinleşmiş karar başka bir şeydir. Fakat onları geçersiz kalacak yeni bir delilin varlığı yeni bir soruşturmayı gerekli kılar.
Gökçe FIRAT: Yani aslında bu 17-25 Aralık için “Kurtardık” diye sevinmelerini gerektirecek bir durum yok…
Yekta Güngör ÖZDEN: Şimdilik sevinebilirler, ama şimdilik…
Her şey ortada… Tapeler ortada… Siz onları imha ettiniz diye kimsenin elinde tape kalmadı mı? Bu açıklık karşısında “bu tapelerin imha edilmesi yanlış” denecektir. O zaman birileri görevini yapmamış olacak ve yapmadığı için de yeni bir soruşturma yapılacaktır.
Gökçe FIRAT: Diyelim ki tüm kanıtlar yok edildi ama tapelerin bir kopyası birilerinin bilgisayarında var. Bir gün bu nüshalar da kanıt yerine geçer mi?
Yekta Güngör ÖZDEN: Geçer. “Mahkeme kararı olmadan, hukuksuz elde edilmiş” deseler de olur. Mesela iki kişi bir şeyi çalıyor diyelim. Fakat onların olay anındaki eylemlerinin kaydını aldınız. Mahkeme kararı var mıydı o kayıt alınırken?


Mahkeme kararı olmayan kamera kaydı da delildir
Gökçe FIRAT: Ortada bir saptırma mı var? Belli dinlemeler, belli durumlarda mahkeme kararı olmadan da kanıt yerine geçebilir mi?
Yekta Güngör ÖZDEN: Her olayın kendi özelliği vardır. Hukuk yoluyla elde etme olanağı bulunanları hukuksuz elde ederseniz o zaman geçersiz sayılır. Ama bu olayın farklı bir özelliği var. Diyelim ki zina oluyor ve kamera var. Adam bunun mahkeme kararı olmadan çekmiş. Ne olacak bu durumda?
Gökçe FIRAT: Bildiğimiz kadarıyla Yargıtay’ın da bu yönde kararları var… Yasadışı olduğu söylenen bazı dinlemeleri de kanıt olarak kabul ettiler…
Yekta Güngör ÖZDEN: Her şeyin yasayla olma olanağı yok. Her şeyi yasadan bekleyemezsiniz. Yolda trafik kazası oluyor. Onun kaydı nasıl alınıyor? Bankaların kameraları var. Bunlar oraya mahkeme kararıyla mı konulmuş? Hayır… Bir binanın kapısından girerken kamera görüntü alıyor. Ama mahkeme kararı da yok. Bir olay olsa, diyelim biri girip içeridekilere küfür etse, bu ses kaydedilmiş olsa “bu mahkeme kararı ile olmadı” diye geçersiz mi sayılacak?
Gökçe FIRAT: Bu işlemleri yapan polislerin hemen hepsi tutuklandı ve şu an içerideler. Onların durumu için ne diyorsunuz?
Yekta Güngör ÖZDEN: Burada iki ayrı nokta var. Bir; olay polislerin görevi kapsamında mıdır değil midir? Görevini aşarak bir iş yapmışsa yargılanır. İki; görevini yaparken kendisinin uygun bulmadığı bir emri, kanunsuz bir emri almışsa ona karşı çıktığını ispat etmesi gerekir. Buna rağmen emir verilmişse ve uygulamışsa ondan sorumlu olmaz. Polisin durumu öbür memurlardan farklıdır.


Fidan’ın MİT’in başına dönmesi doğru değil
Gökçe FIRAT: Bir başka hukuki olay da Adana’da durdurulan MİT tırları ile ilgili. Şimdi o konuyla ilgili savcıya da soruşturma izni verildi. Sizce bir savcının MİT’in tırlarını durdurabilme yetkisi var mı?
Yekta Güngör ÖZDEN: Var tabiî. Bir savcı suç konusu olduğunu düşündüğü her şeyi durdurabilir. MİT’in bir özelliği, bağışıklığı yok ki… Kanunlarda var mı böyle bir şey? MİT Müsteşarı’nın da yargı dokunulmazlığı yoktur. Tayyip Erdoğan, kendi kara kutusu diye Meclis’ten geçirdi.
Gökçe FIRAT: Hakan Fidan istifa etti, AKP’den aday oldu. Daha sonra Cumhurbaşkanı bunu uygun görmüyorum dedi. O da istifasını geri çekti ve bugün tekrar MİT’in başına atandı. Bir siyasi partiye bu kadar net angaje birisi MİT gibi bir kurumun başına getirilebilir mi?
Yekta Güngör ÖZDEN: Bu kadar siyasi partiye angaje birisi devlet görevine zor gelir. Seçimlerde aday olup kazanamayanlar memuriyete geri dönüyor denilebilir. Rektörler, üniversite öğretim üyeleri için geçerli olan bu durumu, burada aynen geçerliymiş gibi algılamak doğru değil. MİT’in özelliği, görevinin konuları dikkate alındığında siyasal yandaşlığı adaylığa varacak kadar kanıtlamış birisinin yeniden göreve dönmesini ben asla doğru bulmuyorum.
Gökçe FIRAT: Hakan Fidan askeriyede onbaşı görevindeyken istifa edip aday olsaydı geri dönemeyecekti. Silahlı kuvvetler için bu kural var. Peki MİT için?
Yekta Güngör ÖZDEN: MİT Yasasını incelemedim. Her şeyin kurala bağlı olması da devlet yöneticisini haklı göstermez. Devlet yöneticisi kural olmadığı zaman bile kural varmış gibi konuyu her yönüyle düşünmek zorundadır. Kaldıki MİT Yasası’nın da elverişli olmadığı savı var.


Uşak durumuna düşen yandaş medya
Gökçe FIRAT: Bir gazeteci bir tweet attı diye gözaltına alınıyor. Başka bir gazeteci başka bir şeyden dolayı hapse giriyor. Belki de 12 Eylül’den sonra en fazla gazetecinin içeriye atıldığı bir dönem geçiriyoruz. Siz 80 yaşınızı geçtiniz. Tek parti dâhil tüm dönemleri yaşadınız. Bu kadarını gördünüz mü?
Yekta Güngör ÖZDEN: Bu kadarını görmedim. 1956-57’de Osman Bölükbaşı’nın 146 avukatından biriydim. Falih Rıfkı’nın çete davasını izledim. Ankara’da çıkan Ulus gazetesinin kapanıncaya kadar yıllarca avukatlığını yaptım. Barış gazetesinin ve Gazeteciler Cemiyeti’nin avukatlığını yaptım. Bunları kaynakları göstermek için söylüyorum. Böyle bir duruma rastlamadım. Bu devirde basın üzerinde ağır bir baskı var. Ne kadar üzücü ki uydu ve uşak durumuna düşen yandaş medya da var.


CHP, İş Bankası’ndan para almıyor
Gökçe FIRAT: Son olarak da CHP’nin kapatılması gibi bir durum gündemde. Bildiğiniz gibi böyle bir durum bir tek DP’nin 27 Mayıs öncesi dönemimde gündeme gelmişti. Bunun tekrardan gündeme gelmesi aslında iktidarın kafasındaki Türkiye’yi yansıtmıyor mu sizce?
Yekta Güngör ÖZDEN: Ben o iddianın sağlığından kuşkuluyum biraz. Yalnız CHP’yle yetinmediler, MHP’nin de kapatılmasını ortaya attılar. Böyle bir şeyin olabileceğini sanmıyorum.
Rahmetli Ülkü Adatepe’nin de tanıdığıyım. Bunun onların çocuklarının “İş Bankası’ndan kendilerine gelen parayı azımsamaları dolayısıyla açtıkları dava” yüzünden gündeme geldiğini söyleyenler de var. Bir partiyi böyle kapatmak çok zor. CHP’nin kapatılması için Anayasa’nın 68. ve 69. maddelerinde öngörülen durumların ortaya çıkıp, kanıtlanması lâzım ki bu da kolay bir iş değil. Bir yasayla kapatamazlar. Ancak bir davayla olabilir. Türkiye’nin ortamı da bunu kabûl etmez. Hele MHP’yi de işe dâhil ederlerse büsbütün zor olur.
Yalnız bir anımı anlatayım. Bülent Ecevit’in Genel Başkanlığı zamanında ben de CHP’nin Başhukuk Danışmanıyken Bülent Bey çağırdı ve “Biz Atatürk’ün vasiyetnamesinin iyi uygulanmadığı kanısını taşıyoruz, parayı bizim almamız gerekir” dedi. Ben de “Bu nereden çıktı?” dedim. O da anlattı ve “Bunu dâva edin” dedi. Ben de aynı zamanda “Dil Kurumu’nun üyesi olduğumu, bu nedenle dâvaya giremeyeceğimi” söyledim. Mazhar Leventoğlu isimli bir başka avukat arkadaş bunu izledi. Bir şey çıkmadı.
CHP’nin, Atatürk’ün vasiyetnamesine göre bir kuruş para alma hakkı yok ve almıyor da. Bugünkü CHP’nin beğenmediğim tutumları olmasına karşın doğruyu söyleyeyim ki aldığını zannetmiyorum ve alamaz da. İş Bankası da veremez. Ancak dağıtımında görevlidir. Bülent Ecevit o zaman İş Bankası’nın Dil Kurumu’na ve Tarih Kurumu’na para vermemesi, bu paranın CHP’ye gelmesi gibi bir çabanın içerisindeydi. Olmadı. Mahkemede de kazanamadılar. Şimdi de bunların öyle suçlanarak, bu yoldan kapatılmasının ihtimali çok zayıftır.
Gökçe FIRAT: Fakat şimdi İş Bankası’na da Bank Asya’ya yapıldığı gibi el konulması da gündemde…
Yekta Güngör ÖZDEN: İş Bankası çok titiz bir kurumdur. Bunu yapmaları da çok da kolay değildir.


Direnme hakkına başvurmak dışında yol kalmaz
Gökçe FIRAT: Hukuken bu ülkede yapılabilecek bir şey kaldı mı sizce? Bu ülkede her kurum ele geçirildi, hukuk siyasallaştırıldı. Vatandaş ne yapacak? Hakkını nasıl arayacak?
Yekta Güngör ÖZDEN: Vatandaşa direnme hakkına başvurmak dışında bir çâre kalmayacak böyle giderse. Mahkemelerden, yüksek yargıdan umudunuzu kesmişseniz yapacak ne kalır? Hakkınızı almanız için görevli kurumlardan bir ilgi görmüyorsanız, onlar görevini tam yapmıyorsa ne olacak? O zaman vatandaşın direnme hakkı gündeme gelir.
1961 Anayasası’nda bu vardı Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde vardır. Ayrıca hukukun dünyada kabûl edilmiş genel açılımı içinde var.
Türkiye’de aymaz, kendisinden geçmiş, yozlaşmış, soysuzlaşmış, namus bilincini yitirmiş insan dışında da çok kimse olduğuna inanıyorum. Hiç ummadığımız yerde insanlığının ve görevinin gerektirdiği dürüstlüğü, direnci, cesareti gösterecek adamların bulunduğu kanısındayım.
Hakları ve özgürlükleri kötüye kullanmaktan, kötü örnek olmaktan herkes kaçınmalıdır. Özellikle siyaset adamları güven sarsmamalıdır. Siyaset bir oyun değildir, geçim kaynağı olarak da algılanmamalıdır. Ahlâksız siyaset olmaz.3


..

4 Mayıs 2015 Pazartesi

Seçimlerden Sonra Kürdistan Kurulacak...




Seçimlerden Sonra Kürdistan Kurulacak...



Ali ERALP
alieralp37@gmail.com


Tarih: 14-03-2015 16:52
Seçimler Yaklaşıyor…

ABD’si, AB’si, ağası, beyi, şeyhi, şıhı, imamı, bölücüsü kolları sıvadı…

Para kesesinin ağzını açtı... Başbakanlık, bakanlık, Cumhurbaşkanlığı kaynakları, holdingler, havuz sermayesi, havuz medyası oluk gibi para akıtıyor.

Bütün bu imkânların yanında, tabii bir de seçim zamanı, kediler (!) boy gösterecek, ellerinden geleni ardına koymayacaklar… UCUBE SEÇSİS’li bir seçim ortamı da işin cabası…

 Egemen güçlerin hedefi, yeniden iktidarı almak… Bir dönem daha talana, sömürüye devam etmek…

Herkes AKP’den milletvekili olmak istiyor. Herkes AKP’ye koşuyor… Çıkarını, geleceğini, kişisel kurtuluşunu orada görüyor… Parlamentoya 550 milletvekili seçilecek ama sadece AKP’ye altı bin küsur müracaat yapılmış…

Hile hurda, oyun içinde oyun, üçkâğıtçılık aldı başını gidiyor…

AKP’nin esas hedefi rejim değişikliği… Cumhuriyetin ve Atatürk’ün köküne kibrit suyu dökmek… 1923 AYDINLANMA DEVRİMİNDEN arta kalan kırıntıları da silip süpürmek, laik düzene son vermek…

Ve Türkiye’yi Ortaçağ karanlığına gömmek…

Hedef 2023...

Cumhuriyetin kuruluşunun yüzüncü yıl dönümünde, mollalar, Federe İslam Cumhuriyetini ilan etmek istiyorlar… Son durak orası…

Çankaya Köşkü bu nedenle boşaltıldı… Amaç, Cumhuriyeti anımsatan ne varsa ortadan kaldırmak…

Cumhurbaşkanı RTE, “İlle de 400 milletvekili isterim… İlle de 400 Milletvekili isterim” diye boşuna çırpınmıyor…

400 milletvekiline ulaşınca anayasayı değiştirecek, “Başkanlık Sistemini” oluşturacak, sonra da padişahlığını ilan edip, tek güç, tek yetki ve tek söz sahibi olacak…

Hani bir zamanlar bir ulusal bayram kutlamasında demişti ya bir küçük öğrenciye: “Artık Başbakan sensin… Yetki senin. Asarsın, kesersin. Her şey sende…”

Tüm yetkileri kendisinde toplayarak, asıp kesmek istiyor…

Ama burada asıl amaç başka… Asıl amaç, Anayasanın ilk üç maddesini değiştirmek… Yani kaldırılması teklif dahi edilemeyecek maddeleri rafa kaldırmak... Ne diyor o maddelerde?

Madde 1: Türkiye devleti bir cumhuriyettir.

Madde 2: Türkiye cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.

Madde 3: Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.

Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli marşı "istiklal marşıdır. Başkenti Ankara’dır.

Bu maddeler, Anayasadan çıkarılmadan ne APO serbest bırakılabilir, ne de Kürdistan kurulabilir…

Onun için seçimlerden sonra yapacakları ilk iş Anayasanın bu ilk üç maddesini kaldırmak olacaktır. AKP bu işi tek başına yapamazsa, yanına HDP’yi de alacak, bu tasarıyı birlikte hayata geçirecektir…

Bebek katili APO ve Kandil de bu “Yeni bir Anayasa yapma” isteğini daha önce defalarca ilan etmişti zaten… Şimdi bu plan yürürlüğe konmaya çalışılmaktadır… Seçimlerden sonra AKP – PKK bu alanda tek vücut olacak, ABD – AKP – PKK arasında düzenlenen bu tertibi yürürlüğe koyacaktır. BOP planına uygun bir yöntemle ülkeyi eyaletlere bölecek, parçalayacaklardır…

HDP hareketini bir “Özgürlük Hareketi”, HDP başkanını da bir “Demokrasi Kahramanı” gibi görenlere buradan sesleniyoruz ve uyarıyoruz…

Yanılıyorsunuz… Yanlış yapıyorsunuz… Yanlış yoldasınız…

Bir zamanlar “EVET AMA YETMEZ”cileri de uyarmıştık ve demiştik ki: “Gelin bu sevdadan vaz geçin… Sonra pişman olacaksınız… Pişmanlık duyacağınız işlere girmeyiniz…”

Çoğu pişman şimdi…

Bu HDP sevdalılarını da iş işten geçmeden uyarıyoruz ve diyoruz ki: “Gelin bu sevdadan vaz geçin… Sonra pişman olacaksınız… Pişmanlık duyacağınız işlere girmeyiniz…”

Sonra ne vatanımız kalır, ne bayrağımız ne Türkçemiz, ne de Türkiye’miz…

Önümüzdeki seçimler çok önemli. Türkiye, bu seçimlerle yol ayrımına gelip dayandı… Bu kez AKP kazanırsa, sadece muhalefet kaybetmeyecek, sadece partiler kaybetmeyecek, tüm Türk milleti, tüm Türkiye kaybedecek… Çünkü seçimlerden sonra Bebek katili Apo’nun serbest bırakılması, Kürdistan’ın ilan edilmesi var gündemde…

Böyle bir ihanet gidişine “DUR” diyebilmek için yurtsever partilere büyük görevler ve sorumluluklar düşmektedir. Özellikle Ana Muhalefet Partisi CHP’ye…

Yapılan anketler göstermektedir ki Y-CHP’nin izlediği politikalar nedeniyle oylar HDP’ye kaymaya başlamıştır… Bu oran yüzde 4’lere ulaşmıştır…

Ülkemizin geleceği üzerine çok ince hesaplar yapılmaktadır bugün… Kurnazca oyunlar oynanmaktadır. Kürdistan’ın ilanı bir olupbittiye getirilmek istenmektedir…

Oyu yüzde 6 – 6,5’larda seyreden HDP, hiçbir güvencesi yokken ve durup dururken, bir “Parti olarak” seçimlere girme kararını niçin almıştır? Çünkü ona yüzde 10 barajını aşma sözü verilmiştir. Çünkü tüm hazırlıklar seçim sonrası yeni bir anayasanın oluşturulması, APO’nun serbest bırakılması ve Kürdistan’ın kurulması planı üzerine yapılmaktadır.

Ama HDP barajı aşsa da aşmasa da muhalefet iktidar karşısında bir varlık göstermezse AKP ve PKK kazanacaktır…

Hiç vaktimiz kalmamıştır.

CHP derhal ve hiç vakit kaybetmeden yurtsever partilerle GÜÇBİRLİĞİ yoluna gitmek için görüşmelere başlamalıdır…

İllerde göstereceği adayları Atatürk düşmanlarından değil, PKK ve Gülen sempatizanlarından değil, Atatürkçülerden seçmeli, seçimlere alnı açık, başı dik adaylarla girmelidir…

Gün kısa vadeli, küçük hesaplar, çıkarlar peşinde koşma günü değildir.

Gün cumhuriyeti, laikliği, demokrasiyi, özgürlükleri, vatanı kurtarma günüdür…


http://www.kemalistler.org/yazarlar/ali-eralp/secimlerden-sonra-kurdistan-kurulacak/886/

..

Deli misiniz, Divane misiniz,




Deli misiniz, Divane misiniz,


Rifat SERDAROĞLU
iletisim1@kemalistler.org
Tarih: 23-07-2014 15:49


Yıllardır söyleye  söyleye dilimde tüy bitti. 
Ömrümü yediniz, yine de anlamadınız!
Artık Eski Türkiye yok, Yeni AKP Türkiye’si var. 
Sokun artık bunu kafanız yahu…

Eyy Cumhuriyetin Savcıları;
Sizin neyinize AKP’ li Bakanların hırsızlıklarını yolsuzluklarını incelemeye kalkmak. Siz hiç ders almaz mısınız ? Deniz Feneri e.V davasının, yani
“Yüzyılın En Büyük Yardım Soygununun” soruşturmasını yapan Savcıların başına neler geldiğini, SAVCI iken nasıl SANIK ya?ıldıklarını unuttunuz mu?

Eyy Devletin Polisleri;
Sizin neyinize Cumhuriyet Savcılarının emrine uyup da, Şehzade Bilal Oğlan ile asil babacığının telefon konuşmalarını dinleyip, sıfırlama operasyonunu ortaya çıkarmak!
Bunu yaparsanız, bir zaman emrinizde olan polisler, kelepçeyi takarlar götürürler merkeze, rezil ederler herkese.

Geçti o günler yahu!
Erdoğan sadece Başbakan değil ki, o aynı zamanda hemi Sultan hemi de Halife!
O, bu toprakların üstünde-altında ne varsa hepsinin sahibi. Biz kulların da efendisidir!
Tabii ki Şehzade Bilal Oğlan, trink para 75 Milyon Lira verip GEMİ alacak!
O almaya?ak da siz mi alacaksınız, bizler mi alacağız. Sizin- bizim babalarımız Sultan mı?
Nereden bulup aldınız demek yok, niçin iki tane almadınız diyeceksiniz.
Türkiye tamamen onların mülküdür ister satarlar, ister tutarlar.
Tövbeler olsun, ona haşa Allah bile hesap soramaz artık!

Yapmanız gerekenleri son kez yazıyorum, iyice okuyup ezberleyin.
?amam mı kuzularım?
-Her Cuma namazından sonra erkek Savcı ve polisler, Şehzade Bilal Oğlanın namazını kıldığı Caminin önünde tek sıra olacaksınız. Kelleler öne bakacak.
Sakın ola ki Şehzademiz Efendimizin mübarek yüzüne bakmayacaksınız. Şehzade görünür görünmez, “Çok Yaşa Şehzademiz, bizler senin g….ün kıllarıyız” “Emir almaya geldik, Ya Şehzade” diye uyumlu olarak ve yüksek sesle bağıracaksınız.
Şehzade Bilal Oğlan, hanginizin omuzuna dokunursa, yine kelle önde eğilip, etek öpeceksiniz.
Şehzade, kazara ile yellenirse “Ohhh, rahat ola, misk kokulu Şehzademiz Efendimiz” diyeceksiniz… Sakın şaşırmayın iyi mi?

-Yükselmek isteyen Hanım Savcı ve Hanım Polis kardeşlerimiz ise, Prenses Sümüğümüye’ nin yanından bir an bile ayrılmamalıdırlar. Prenses tiyatroya mı gidecek, en az 1500 Polis eşliğinde gitmelidir. Prenses sit alanındaki kaçak villalarında havuza mı girecek, hemen çevrede vaziyet alacaksınız. Ola ki erkek sinekler prensesimizi rahatsız ederler, derhal engelleyeceksiniz!

Öyle; Bakanlar malı kökten götürmüşler, her biri arsalar-binlerce dönüm arazi kapatmışlar, 700 bin liraya saat, 2 milyon liraya at almışlar, çocukları bile Avro milyoneri olmuş, şunları bir araştıralım, “bunlar galiba hırsız yahu” demek yok. Bırakınız soysunlar, bırakınız ütsünler. Siz milletten iyi mi bileceksiniz yahu?

Millet kendi hırsızını bulmuş, kanının emildiğinin farkında bile değil. Esrar çekmiş gibi uyuşukluk içinde, uyuyup duruyor. Size mi kaldı milleti uyandırmak?

Yok, MİT’ in Tırlarıyla IŞİD denen caniler alayına ağır silahlar taşınmış da,
Sonra IŞİD, Türk Konsolosluğunu basmış Türk Bayrağını çiğnemiş de,
İsrail’in Gazze’ li çocukları bombalayıp parçaladığı uçakların yakıtını Türkiye veriyormuş da, Türk köylü - çiftçisi aç gezerken, 2 milyon Suriyeli’ ye çalışma izni verilecekmiş de, Sizlere ne bunlardan yahu!

Bunların hesabının sorulacağı yer sandık değil mi?
Seçsis sağ olsun. Sultan ne sonuç isterse, Seçsis onu çıkarırmış, size ne yahu!
Yeni Türkiye’ nin, İleri Demokrasi’ si bu, hala anlamadınız mı, taş kafalılar?

Not: Sayın Hüseyin Hakkı Kahveci, “Yüzyılın Hilesi, Sandıktaki Hülle” adlı kitabını yayınladı. Okumanızı tavsiye ederim. Görün bakın AK SEÇİM nasıl oluyormuş…

Sağlık ve başarı dileklerimle 23 Temmuz 2014

http://www.kemalistler.org/yazarlar/rifat-serdaroglu/deli-misiniz-divane-misiniz/1/

..

Haydi Vizyon Var Vizyon,



Haydi Vizyon Var Vizyon,


Rifat SERDAROĞLU
iletisim1@kemalistler.org
Tarih: 24-07-2014 07:29

AKP kadar, cafcaflı belgeler - kitapçıklar bastırtıp sebil gibi dağıtan başka bir parti yoktur.
AKP yetkilileri bunları yaparlar yapmasına ama ufacık bir kusurları vardır!
Büyük paralar harcayarak bastırtıp dağıttıkları yayınları kendileri hiç okumazlar!
Tıpkı, sadece gösteriş olsun diye evine veya işyerine kütüphane yaptırıp, yüzlerce ciltli kitaplarla dolduran ama tek sayfasını bile okumayan görgüsüz cahiller gibi.
Laf olsun, çalışıyor görünelim, Patron (Erdoğan) bizi önemli bir iş yapıyormuşuz gibi görsün, iktidar nimetleri bizim çanağımıza da aksın, diye düşünürler!

Size bir örnek vereyim;

Cumhurbaşkanı Adayı Erdoğan, “Cumhurbaşkanlığı Vizyon Belgesini” Badem uzmanlara 84 sayfa olarak hazırlattı. Bu belgeye fiyakalı bir isim de taktılar; “Yeni Türkiye Yolunda!”
(Bademler, “Yol” kelimesini çok severler. “Beraber yürüdük biz bu yollarda” , “ Yola devam edeceğiz” , “Yolumuzu bulalım” , “Yolumuzu kesemezler” gibi.
Sizce bu “YOL” takıntısı nereden geliyor?)

“Yeni Türkiye Yolunda” adlı belgenin 56. Sayfasında aynen şu ifade kullanılmış;
“Bütçe disiplininden asla taviz vermedik. İç borcumuz azaldı, bütçe açıkları minimize edildi.”
Türk Milletini aptal olarak görüyorlar ya, nasılsa kendileri gibi kimse okumaz sanıyorlar ya!

İç borcumuz azalmış ha;
2002 yılı sonunda iç borç stokumuz; 155,2 Milyar lira idi.
2014 yılı ilk çeyrek yılında iç borç stokumuz; 436,9 Milyar lira oldu.
Nasıl azalma bu?

Erdoğan’ın Yeni Vizyonundan bir örnek daha verelim;

“AKP İktidarında bütçe disiplinine riayet edildi ve bütçe açığı verilmedi!”
Öyle mi? Gelin devletin rakamlarına beraberce bakalım;

2003-2013 yılları arasında, YILLIK BÜTÇE AÇIĞI; 28,9 MİLYAR LİRA oldu.
2014 yılına kadarki TOPLAM BÜTÇE AÇIĞI; 274 MİLYAR LİRAYI buldu.
Bu açık, Cumhuriyetin yaptığı tüm eserlerin iki-üç yıllık kiraları karşılığı satıldığı 52 MİLYAR LİRALIK özelleştirme gelirine rağmen gerçekleşti.

Bu açık maalesef giderek çoğalmaktadır.

2014 yılının ilk 6 aylık döneminde BÜTÇE AÇIĞI, 2013 yılının aynı dönemine kıyasla YÜZDE 210 arttı! Bu mu bütçe disiplini?

Esasında AKP’ nin tüm bu raporları yayınlayıp, hem masraf yapmasına hem de kendi raporları ile kendilerini yalancı çıkarmalarına hiç gerek yok.
Çare belli. Çare Rize - İyidere’nin AKP’li Belediye Başkanı Ahmet Mete’de!
Ahmet Mete, şu açıklamayı yapıyor tüm memlekete;
“20 gün yoğun bakımda yattım. Aşağıdaki dünyaya gittim, tekrar geri geldim. Aşağıda baba ve dedelerinizi gördüm, onlardan size selam getirdim. Baba ve dedeleriniz çok çalışmanızı istedi.

10 Ağustos’ta Başbakan Erdoğan’a oy vermenizi istedi…”

İşte Vizyon bu! İçişleri Bakanlığı bu beyanından dolayı adamı görevden almadığına göre, demek ki adam kafayı kırmamış.
Adam öteki tarafa gidiyor, orada görüşmeler yapıyor, dönmeye karar veriyor ve
oradan aldığı emirleri, iftar sofrasında tüm Türk Milletine tebliğ ediyor!
İki dünya arasında hızlı tren gibi mübarek! Sıkıysa uyma…
Bu arada, öteki tarafa gittiğini iddia edenler, hep yukarı doğru, yani gökyüzüne çıktıklarını söylerler. Bizim Başkan, hem yerin dibine yolculuk ediyor, hem de Tayyip’e oy verilmesini isteyen baba-dedelerini de yerin yedi kat dibinde buluyor! Allah mı söyletiyor dersiniz ?

İşte böyle değerli okurlar;

Bundan böyle Vizyon Mizyon beklemeyin! Neyi merak ediyorsanız, girin yoğun bakıma, ister aşağı ister yukarı doğru gidin, sorun oradakilere, ne istiyorlarsa yapıverin gari… Ücretsiz Vizyon diye ben buna derim.

Sizler hele 10 Ağustos’ta Ekmel Beyi seçerseniz, Tayyip Bey doğal olarak yoğun bakıma gidecektir. Ondan sonra seyreyleyin siz aşağıdan gelen haberleri…

Not; Sayın İyidere Belediye Başkanı;

Mademki her b.ku piliysun, ha baa de bakayim. Tayyip’un uşağının vakfına kim koydu o yüz milyon Amerika dolarini? Haçan Tayyi?’in uşağı 75 Milyon D?lar’a yeni bir gemi almış. Bu değirmenin suyu nerden celir? Niçin susaysın?
Desene uşağum…

Sağlık ve başarı dileklerimle 
24 Temmuz 2014

http://www.kemalistler.org/yazarlar/rifat-serdaroglu/haydi-vizyon-var-vizyon/2/

..

DP’NİN SORUNLARI VE TARİHİ SORUMLULUKLARI,




DP’NİN SORUNLARI VE TARİHİ SORUMLULUKLARI

30 NISAN 2012 PAZARTESI

D(y)P'ye uyarı ve armağan!..

DEMOKRAT PARTİ’NİN SORUNLARI VE TARİHİ SORUMLULUKLARI
Mustafa Nevruz SINACI



          









  7 Ocak 1946’da kurulan, 14 Mayıs 1950 “Beyaz İhtilâl ve Milli Demokrasi Bayramı” ile muktedir olarak; Necip Türk Milleti tarafından “bütün engel, hile ve hain tuzaklara rağmen” devlet idaresine millet iradesini taşıdığı için; 27 Mayıs 1960 günü kanlı, kalleş ve hain bir tertiple arkadan vurularak, hiddetle ve şeametle iktidarı gasp ve irtikap edilen, tarihi ve kadim Demokrat Parti; 52 yıldır zımnen iktidar, hükümet ve hikmetin gerçek hak sahibidir.
            Bu tarihi, hakiki ve fiili duruma rağmen; günümüzde adeta bir şov, örtülü şaibe simsarlığı ve furyaya dönüşmüş “sözde darbe, cunta ve sultaların sorgulanıp, yargılanması” sürecinde henüz 27 Mayıs gündeme bile gelmemiştir. Oysa 27 Mayıs, darbelerin anası, yarım asırdır artarak sürüp gelen anarşi, terör-tedhiş, yolsuzluk, yalan-talan, soygun ve vurgunun ağa babasıdır. Bu hıyanet, hain suç ve şeamet sorgulanmadan, yargılanmadan ve maşeri vicdan müsterih kılınmadan; Vaki ve kain bilumum sorgulama ve yargılamalar sonuçsuz kalmaya mahkumdur.    
            Ancak, bu süreci başlatmakla sorumlu, mağdur ve müdahil D(y)P suskun, pasif, korkak; Adeta onursuz ve sorumsuz bir haldedir. Halbuki, şu an için terkip ettiği DP+AP+DYP+ANAP = Demokrat Parti sentezinde mutlak mes’uliyet vardır. Zira bahusus dört “gelenek” partisini toplam hükümet dönemi 30 yılı mücavir olup; Bunun farkında, fevkinde ve idrakinde olmayan öz’de değil, sözde DP’liler mutlaka cahil, gafil, aptal ve yahut siyaset simsarı, misyon taciridir.             
BİLMEYENLER İÇİN BİLDİREYİM:
Yeniden açıldıktan sonra, pek çok badire, dahili-harici müdahale, darp, vesayet, cunta ve sulta kıskacına rağmen ruhlanan, istikamet tutturan tarihi, hakiki ve kadim DP’nin 19. sıra sayılı (pazara düşürülmeden önceki) son 10.uncu olağanüstü Büyük Kongresi 08 Mayıs 2005 tarihinde, Ankara,  Balgat Ziyabey Caddesindeki Genel Merkez salonunda ifa ve icra edildi. Pazarlamacı ve peşkeşçi ‘siyaset simsarı-misyon taciri’ sözde başkan Yaşar Aydın ve Ömer Yıldırım; alıcı ANAP adına simsar Erkan Mumcu ile şeriki Mehmet Ağar!..
            Yani, Demokrat Parti’nin DYP tarafından gasp ve ANAP tarafından ikinci kez, (hukuk ve ahlâka) aykırı pazarlanmasını müteakip aldığı (bize göre D(y)P olduğu) ad ile vaki ilk olağanüstü kongre: 11., sonraki dönem ilk olağan kongre ise: 10. olmak zorundadır. Çünkü son olağan DP kongresinin sıra sayısı 9’dur. 25 Kasım 2001’de yapılmış olup; Truva atlarının dahliyle İ. Melih Gökçek’e kapıların açıldığı meş’um kongrenin divan başkanı ise arkadaş Musa Çomoğlu’dur.
            Lâkin bakın şu samimiyetsizliğe ki; Erkan Mumcu ve Mehmet Ağar şürekası ile başlayan süreçte silsile-i meratibe asla uyulmamış; Orijinal Tüzük ve Program çöpe atılmış, 46 ruh, dava ve misyonunun ilzamı olan “başparmağı açık ‘Yeter!.. Söz Milletindir..anlamına gelen’ Sağ El” amblem olmaktan çıkartılmıştır. Vakıa, tarihi ve kadim Demokrat Parti şimdi işgal, intihal, gasp ve tasallut altındadır. Hakiki, samimi mensupları cebren ve hile ile kapı dışarı edilmiştir. Partinin manevi şahsiyeti, değer ve potansiyeli sömürülmekte, tarihi dava istismar edilmektedir.   
   
DİKKAT ETMEK, SAMİMİ VE SADIK OLMAK GEREK!..











            
Demokrat Parti; 1923 kurucu Cumhuriyet, Türk İnkılâbı ve Atatürk İlkeleri’nin en hakiki siyasi mabedi; TBMM’nin mana ve misyonu anlamına gelen ve varlık nedeni: “millet iradesinin, devlet idaresinde ‘kayıtsız – şartsız’ hâkimiyet” ideali; Kadim DP’nin vücut bulma sebebidir. DP bizatihi gelenek, siyasette faziletin gerçek yolu, adı, ayinesi, izi ve çizgisidir. Bunu idrakten azade olanlar asla Demokrat Partili olamazlar… 
          DAHASI VAR!..
            Demokrat Parti, Atatürk’ün 1936 -1937 programını hayat vermiştir. Başarıları Atatürk’ün zamanı ile eştir. Her iki dönem de Türkiye, tüm dünyayı şaşırtan muazzam başarılara imza atmış, sürekli ilerlemiş; Demokrasi, eşitlik-adalet ve hukukta çağdaş medeniyet düzeyini aşmış; Sanayi-ticaret, bilim-teknoloji, endüstri ve milli kalkınmada çok büyük merhaleler kat etmiştir.
Atatürk ve Menderes zamanları, Türkiye’nin Asr-ı Saadet dönemleridir.  
Türkiye, O’nların zamanında dünya devletleri arasında ileri ve üstün yerlerdedir.
            Oysa Atatürk’ün aramızdan ayrıldığı 1938 ve 27 Mayıs kalkışmasının vuku bulduğu 1960’dan sonra; Türk Milleti ve Cumhuriyetin birikimleri kısa sürede, onursuzca, hovardaca ve sorumsuzca peşkeş çekilmiş;. Adalet, hukuk ve ahlâka aykırı olarak hunharca harcanmış; çok kısa bir sürede ülkemiz ile dönem itibarıyla kısmen refahı yakalamış halkımız, tekrar fakirlik, yokluk, yoksulluk, işsizlik, yolsuzluk ve pahalılığın pençesine atılmıştır.   


   
           










SEBEBİ VAR!...
            Bunun başta gelen sebebi: Demokrat Parti’nin yokluğu ve Demokrat Partililerin namuslu, dürüst, onurlu ve sorumlu, demokrat vatandaşlardan mürekkep olması nedeniyle (1946 -50) tam bir azim, irade, fazilet ve kararlılıkla yürüttükleri; Milli değer ve devletin ilkelerine sahip çıkma anlamı taşıyan fazilet mücadelesidir. Birinci Cumhuriyet dönemi nasıl ak ve berrak ise Demokrat Parti dönemi de, aynı şekilde billur gibi parlak, şeffaf ve temizdir.
Kaldı ki; Tarihi ve kadim Demokrat Parti, demokrasi uğruna şehit vermiş; Millete halel gelmesin, vatandaş helâk olmasın, memleket tarumar edilmesin diye kerhen rıza gösterdiği isyan ve mel’un isyancılar tarafından organize çadır tiyatrolarında bile hesap vermekten kaçınmamıştır. Her ne kadar bu rezilliğe duçar oldu iseler de; 1960 sonrası kamu meclisince aklanmış ve iade-i itibara mazhar olmuşlardır. O’nların mâşeri vicdandaki müstesna yerleri, aziz hatıraları, eser ve hizmetleri ise, ebediyen hürmetle, şükran ve muhabbetle anılacak kadar eşsizdir.
Başta Aziz Atatürk olmak üzere, hepsinin mübarek ve muazzez ruhları şâd olsun…   

      
            BU NEDENLE!..








  









          Eğer memlekette hırsızlık, yolsuzluk, terör-tedhiş, işsizlik ve pahalılık varsa; Hükümetler ülkeyi bir vergi/sömürü cehennemi ve suçlu cenneti haline getirebilmişlerse: Orada, 1923 – 1938 dönemi kadim Halk Partili ve hakiki Demokrat Partili (namuslu, dürüst, demokrat, ilkeli, onurlu ve sorumlu vatandaş) yok veya kalmamış, kökleri kurutulmuş ve bitirilmiş demektir. Özellikle ve bihassa; Her kim olursa olsun, “gelenek” çizgisinde yer alan Demokrat Parti’de görev almışsa ve “Demokrat Parti” çizgisinden bir siyasi-hukuki teşekkül varsa!..

Mezkür, müesses ve  munzam Demokrat Parti:  















Tarihi, kadim Demokrat Parti’nin bütün değer, esas ve ilkelerini yaşatmanın yanı sıra:  
            1. Her kademe ve her derece teşkilâtında bir “izleme komitesi” ve genel merkezde “gölge kabine” kurmak, icraatı saniyen takip etmek; Zuhuru halinde bütün haksızlık, yalan-talan, görevi kötüye kullanma, yolsuzluk, kanunsuzluk, ihmal ve suiistimalleri Cumhuriyet Savcılıkları, Yargı ve halka taşımak;, Özenle takip etmek, sonuçlandırmak, milletin ve devletin namusunu, mülkünü, tapusunu, Cumhuriyetin eser, birikim ve hizmetlerini korumak, kollamak;...  
            2. Sadece yaşayan “malûl ve maznun” prostatlı insan müsveddelerini değil; Bütün sebep- sonuç ilişkisi içinde yol açtığı felâketler, maddi-manevi zararlar dâhil olmak üzere 27 Mayıs’ın tüm ayrıntılarıyla sorgulanması, Kamu Vicdanı, Yüce Türk Mahkemeleri, Hak ve Adalet önünde yargılanmasını sağlamak; Cebren ve hile ile gasp ve irtikap edilmiş iktidarını geri almak;..
            3. Velev ki, Türk Milleti’nin maruz, duçar ve muhatap kaldığı işsizlik, yolsuzluk, haksız ve hukuksuz muamelât; Hakkaniyet ve adalet sınırlarını aşan vergi; Haddini, hududunu tecavüz eden “hayati mal ve hizmet” fiyatları; Devlet, siyaset ve matbuat ricalinin haksız gasp, irtikap ve istimalini;, Milli ve milletlerarası siyasette (varsa) vaki onursuzluk, sorumsuzluk, milli değerleme ve mütekabiliyete aykırılıkların tespiti, teyakkuzla takibi ve millet lehine tertibi;
            4. Demokrat Parti için ‘TBMM içi’ veya ‘TBMM dışı’ diye bir mefhum tanımamak;. Her ahval ve şeraitte sadece millet için var olmak, bizatihi millet olmak;, Varlığında asla ve kesinlikle sulta-cunta, emanet-vesayet gibi insanlık dışı, alçakça, haince, şerefsizce oluşum, iddia, ilzam ve despotluk-diktatörlük, şeflik, liderlik gibi hafifmeşrepliklere asla müsaade etmemek; Vicdanı hür, irfanı hür, özgür bilim ve adalet şiarından asla taviz vermemek;
            5. Ve nihayet, (6 Mayıs 2012 tarihli Kongrede) meşum Truva atı’nı ebediyen defederek; “Yeter!.. Söz Milletindir.” anlamına gelen “başparmağı açık sağ el” i baştan beri olması gereken yere yükselterek, büyük Türk Milleti’ne “Baba Ocağına dön” ve aslına rücu et daveti çıkarmak.
            6. Nihayet; Yeter Söz Milletindir!...Diyerek, “tek ve yegâne muhalefet partisi” sıfatını üstlenip, siyasette fazilet mücadelesine başlamak; Derhal bir gölge kabine kurup “Türk Milleti Adına” hükümetin bütün icraat ve faaliyetlerini takip etmek” zorunda ve durumundadır.
            7. Aksi takdirde malum ve mahut D(y)P sıfatını haiz marjinal at, insanlık dışı eşgüdüm ve tamah ile malul, aciz ve mukallit, şahsiyetsiz siyasi mevta durumuna düşecektir..
            "Evet, YETER!... SÖZ MİLLETİNDİR.." Biline!.   

http://mns06.blogspot.com.tr/2012/07/dpnin-sorunlari-ve-tarihi.html?showComment=1430729783683#c5924609129788232759

..