Kürdistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kürdistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Aralık 2020 Pazartesi

ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ BARIŞ SÜRECİNDE SORUNLAR VE ÇÖZÜMLERİ

ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ BARIŞ SÜRECİNDE SORUNLAR VE ÇÖZÜMLERİ


Feyzi Çelik 
İstanbul. 2017
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ
05.05.2013 
 
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ, SÜREÇ ,BARIŞ  SÜRECİNDE , SORUNLAR , ÇÖZÜMLER, Feyzi Çelik , Öcalan, Kürdistan , Anadolu,

21 Mart 2013 Çok önemli bir gündür. Milyonların huzurunda yapılan çağrı ile demokratik siyasete geçildiğinin ilanıdır. Bu çağrı KCK’den BDP’ye, Türkiye’den Ortadoğu’ya, Avrupa’dan ABD’ye kadar tüm aktörleri ilgilendiren bir çağrıdır. Bu çağrı ile yeni bir dönem başlamıştır. Bu dönemin adını da Öcalan koymuştur: “Demokratik siyaset”

Esasında yüzyıllara dayalı Kürt sorunun son otuz yıllık dönemde yeni bir boyut kazanmıştır. Kürt sorununu çözemeyen Türkiye’nin demokratikleşmeyeceği ortaya çıkmıştır. Bunu en çok dile getirenler de Kürt siyasal hareketi olmuştur. 1993’te Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı olduğu dönemde PKK’nin ateşkes ilan ederek barışta istekli olduğunu göstermiştir. 

Bu çaba o dönemde “derin devlet” olarak ifade edilen güçlerce engellenmiş, telafisi imkansız hasarlara neden olmuştur.
Kürtlerin özgürlüğünün sağlanması, Türkiye’nin özgürleşmesi ve demokratikleşme si ile doğrudan bağlantılıdır. AKP’nin küresel güçlerin desteğini arkasına alarak oluşturmak istediği muhafazakar otoriteliğe doğru kaymayı engelleyecek en önemli güç yine Kürt siyasetidir. Kürt siyasetinin AKP ile geliştirmek istediği diyalog ve müzakere durumu buna karşı çıkışıyla çelişmez. 

Ancak bunu gerçekleştirmeyi sadece Kürt siyasetinden ve AKP’den beklemek yeterli değildir. Demokratik siyasetin anlamlı olabilmesi için toplumun tüm kesimlerini kapsaması gereklidir. Bu da demokratik siyaset aktörleri önünde önemli bir görev olarak durmaktadır. Kalıcı bir barışın sağlanması bu katılımı zorunlu hale getirmektedir. Kürt siyaset çevreleri AKP ile barış görüşmeleri yaparken yalnız bırakılmaması gerekiyor. Silahlı dönemin kapatılıp, demokratik siyasetin yolunun açılması sol, sosyalist ve Aleviler için büyük bir fırsattır. Kürt siyaseti ile bu kesimler arasında oluşturulan ortak payda daha da büyüyecektir. Konuya, AKP karşıtlığı penceresinden bakarak Kürt siyasetinden kaçmamaları gerekmektedir. Bu tavır, klasik laik/ulusalcı tavırdır. Bu da CHP ile birlikte hareket etmek etmenin ötesinde CHP’nin barış süreci içinde yer almayışına da meşruiyet kazandırmaktadır. Halbuki sol, sosyalist ve Aleviler barış sürecine destek verdikçe CHP de destek vermek için cesaret kazanacaktır. Bu da CHP içinde nasyonal solcuların etkinliklerini artıracaktır.

Öcalan, “Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakma değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır.” Cümlesi ile tasfiyeciliğe dönüşme ihtimaline gerçek bir cevap verilmiştir. Öcalan, tasfiyeden bir başlangıç çıkamayacağını bilecek kadar tecrübeli bir siyasetçidir. Çağrının bu bölümünün muhatabı Kürtlerdir. Demokratik siyasetin kolay olmayacağı konusunda Kürtleri uyarmakta, Kürtlerin bu yeni sürece kendilerini uyarlamaları gerektiği üzerinde durmaktadır. Yeni başlangıçlar yeni anlayış, yeni politika, yeni aktörlerle olabilir. Bu açıdan bakıldığında çağrının yukarıdaki bölümü doğrudan doğruya Kürtleredir.

Öcalan, Kürdistan ve Anadolu gerçekliğini ifade ederek Kürdistan ve Anadolu’nun özgünlüğünü ortaya koymuştur. Din/mezhep/köken tanımı yapmadan “tüm halkların ve Kültürlerin eşit, özgür ve demokratik ülkesinin oluşmasını” hedeflemiştir. Bu aynı zamanda yeni Anayasa’nın temel felsefesini oluşturacaktır. Çerçeveyi de “Türkiye Halkı” olarak koymuştur. Vatanın adı da Türkiye’dir.
Bin yıllık “İslam bayrağı” altında yaşamın olduğu tarihi bir gerçek ise de pratikte bunun ortak yaşam ve kardeşlik üzerinden yürümediği bilinmelidir. İslam’ı kendisine göre yorumlayıp millileştiren bir anlayış İslam’ın ortak yaşamı, barışı ve kardeşliği esas alan özüne de zarar verdiğinin de bilinmesi gerekir. Yine Kürdistan ve Anadolu’nun sadece İslam’ın yurdu olmadığı, değişik halk ve inançlardan oluştuğu gerçeğinin de unutulmaması gerekiyor. Öcalan da çağrısını bu çerçevesinde: “gerçek anlamında, bu kardeşlik hukukunda fetih, inkar, red, zorla asimilasyon ve imha yoktur, olmamalıdır.” Diyerek tarihte yapılan yanlışlıklara dikkat çekmiştir. Gerçek İslam kardeşliğinde fetih, inkar, ret, asimilasyon ve imhaya yer olmadığını ortaya koyarak değişik kesimlere yapılan haksızlıkların karşısında olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle Öcalan’ın Hıristiyanları, Alevileri ve diğer etnik veya dinsel topluluklarının haklarını gözetmediğini ileri sürmenin bir anlamı da yoktur. Ayrıca Öcalan’ın sadece bu kısa çağrısı üzerinden değerlendirilebilecek birisi değildir. Siyasi, sosyolojik ve felsefi külliyatı ve pratiğiyle birlikte ele alınmalıdır. Çok zor tutukluluk şartlarında el yordamıyla hazırlanan çağrıyı eksiği ve fazlalığıyla bu hususlar dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Ayrıca bu çağrının bir manifesto olmadığı, bir başlangıç olduğu da unutulmamalıdır. Bunun içinin doldurulması ve beklenen amacına ulaşabilmesi için herkesin buna katkı vermesi gerekmektedir. Türkiye’de sol ve sosyalist çevrelerin katkısı çok önemlidir. Öcalan’ın İslamiyet konusundaki söylemi bu ülkenin tarihsel bir gerçekliğidir. Bunu ifade etmek sosyalistleri ve Alevileri görmezlikten gelmek anlamına gelmemektedir. Bu konuda sol ve sosyalistlerin CHP’deki ulusalcı kesimlerin propagandalarından kendilerini kurtarmaları gerekiyor. Sosyalistler bu sürece destek verdikçe CHP de tavrını değiştirebilir. Çünkü CHP içinde de çözüm yanlısı geniş bir kesim var. Bunların sesinin etkili olması sol ve sosyalistlerin sürece desteklerini açıklamakla mümkün olacaktır.
En iyi barış kalıcı olan barıştır. Kalıcı barışın olabilmesi için toplumsal adaletin sağlanmasıyla mümkündür. Otuz yılı aşkın süre devam erden çatışmalı ortam toplumun tüm kesimlerini etkiledi. Şu veya bu şekilde bundan zarar görenler oldu.
1990’lı yıllarda yaşanan faili meçhul cinayetler, göz altında işkence ve kaybetme ler, köy boşaltmaları, yargısız infazlar Kürt toplumunun hafızasında kalıcı izler bıraktı. Türk toplumu daha çok sorunu asker ölümleri çerçevesinde hissetti. Kürtlere karşı yapılan hukuksuzluklar görmezlikten gelindi. Devlet, yoğun propaganda ile bunun anlaşılmasını önledi. Bu aynı zamanda savaşın sürmesinin zemini oluyordu. Türk halkı bu hukuksuzluk ve haksızlıkları kendi yüreğinde hissetmiş olsaydı barış daha erken gelirdi. Oluşturulan akil insanlar heyeti çoğunlukla ılımlı insanlardan oluşsa çoğu yerde saldırı ve hakaretlere maruz kalmaları Kürtlerin acısını hissetmemekle ilgilidir.

Kayıplar, cenazesi bulunmayanlar bu toplumun yarasıdır. Bunların sorumluları da bilinmektedir. Ortaya çıkarılmaları gereklidir. Böylece hukuksuzluklar ortaya çıkacak, hukuksuzluklar ortaya çıktıkça bu yapılanlardan dolayı özür/tazminat vs yoluna gidilmelidir.

Tetikçilerin korunmaya alınması, yaptıklarını itiraf etmesi için gerekli ortamın oluşturulması, Kürt toplumunun yaşadığı yarılma ve travmayı Türklerin de anlaması, empati ile bakması için kirli savaş döneminin deşifre edilip Türk halkına anlatılması, buna uygun bir dilin yaratılması, Adalet, sadece mağdurlar için değildir. Olayların faillerinin dahi huzura ihtiyacı vardır. Şu ya da bu şekilde çatışmalı süreç içinde yer alanların yaptıkları hukuksuzlukların hesabını verebilmeleri onlar için de geçerlidir. Onların vicdanen huzura kavuşmaları için yüzleşmeye onların da ihtiyacı vardır. Vicdan azabı çekip de bunu dile getirmek isteyenlere bu imkan oluşturulmalıdır.

Geçmişin hukuksuzlukları nın açığa çıkarılması yaraları kaşımak, külleri karıştırmak anlamında değildir. Tersine, bunların üzerine gidilmesi sorunun bir parçasıdır. Bunları ileri sürmek sorunun çözümünü zora sokmak değildir.

Toplu mezarların yerleri devlet kayıtlarında bellidir. Bunların ortaya çıkarılması, toplu mezarlarda bulunanların kendi mezarlarına kavuşabilmeleri sağlanmalıdır.
Amaç silahların susması, cenazelerin gelmemesi amasız bir barış istemektir.
Sıcak çatışma alanları dışına sıçrayarak insani ve toplumsal tahribata yol açan silahlı çatışma  toplumun geniş kesimlerini etkiledi.

Çatışmanın gerçek öznelerinin taleplerinin görmezlikten gelindiği, katılımın sağlanmadığı çözümler yeni sorunları, acıları, toplumsal çatışmaları içinde taşırlar, yeni çatışmalara zemin oluştururlar.

Çatışmanın çözümünü ateşkes/silah bırakma veya şiddetin bitirilmesi ile sınırlamak soruna güvenlik merkezli bakmak anlamına gelir. Bu şekilde oluşacak barış kalıcı bir barış olamaz. Gerçek kalıcı barış için sorunun gerçek anlamda çözümü ile mümkün olacaktır. Önce güvenlik sağlansın barış güvenlikle birlikte gelecek anlayışı bir anlamda güçlü tarafın kendi iradesini karşı tarafa kabul ettirmesidir. Bir anlamda boyun eğdirerek barışın sağlanması anlamına gelir ki bu negatif bir barış yaklaşımına neden olur. 

Türkiye toplumunun ihtiyacı beraber yaşamayı kalıcı hale getirmektir. Çatışmalı ortam nedeniyle oluşan tahribatın onarımının amaçlanması önemlidir.  Bunun için de pozitif barış anlayışının gereği olarak barış sürecinin ahlaki, hukuki, siyasi, psikolojik boyutuyla ele alınmasını gerektirmektedir. Bu barış süreci için gerekli olan toplumsal dönüşümün sağlanması anlamına geliyor. 

Bu da barışın içselleştirilmesi, herkesin tatmin edilerek yeni çatışma tohumlarının olmaması anlamına geliyor. Özelikle çatışmalardan doğrudan etkilenen kesimlerin ihtiyaçlarının öğrenilmesi, taleplerinin dinlenmesi, etkilemeden dolayı oluşan yaralarının sarılmasını gerektirir. Onlardan uzaklaşmak değil, onların yaraların sarılması amacı samimi bir şekilde ortaya konuldukça güçlü barışın oluşacağının bilinmesi gereklidir.


***


7 Kasım 2019 Perşembe

Üç Tarafından Kürdistan ile Kuşatılmış Türkiye!

Üç Tarafından Kürdistan ile Kuşatılmış Türkiye! 


Yazar: 
Prof. Dr. Ümit Özdağ, 



PKK ve BDP’li temsilcilerin saldırganlıklarının arttığı bir dönemden geçiyoruz. 
AKP Hükümeti, PKK ve BDP’lilerin politikaları ve eylemleri için özürler ürettikçe PKK/BDP’nin saldırganlıkları azalmayacak artamaya devam edecektir. 
Başbakan yardımcısı Bülent Arınç, “Katılımların yüksek olduğu kanaatinde  değiliz. 
Bu katılımların amacının ölecek veya öldürecek nitelikte değil başka amaçlarla olduğunu biliyoruz. Gelecek kaygısı. Yani dağa çıkışlar eskiye oranla daha nitelikli bir hal aldı” diyerek PKK/BDP adına özür dilemektedir.[1] PKK’ya katılımların gelecek endişesi ile yapıldığı ifadesi, gelecekte PKK’nın Güneydoğu Anadolu’da insanlara iş ve aş verebileceğinin de dolaylı ifadesidir. 

Bir BDP milletvekili, Türkiye’nin üç tarafı “Kürdistan ile çevrili” diyerek, adeta, sadece Suriye, Irak ve İran’ın değil, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’ı da yok saymaktadır. Bu saldırgan yaklaşım, aslında Türkiye’de yaşanan meselenin de bir insan hakları ve demokrasi meselesi değil, toprak ve egemenlik meselesi olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır. Esasen, PKK/BDP’liler, sadece 
Türkiye’nin güney ve doğu sınırları dışında bir Kürdistan’dan bahsetmemekte yetinmemekte, Iğdır-Sivas-Mersin arasında kalan coğrafyayı da Kürdistan olarak, büyük Kürdistan’ın parçası olarak görmektedirler. PKK’nın Türkiye’den koparmayı hedeflediği coğrafya budur. Bazı PKK’lı/Kürtçü stratejistler, Iğdır’a kadar uzanan PKK yayılmasının Rize üzerinden Karadeniz’e açılabileceğini böylece Büyük Kürdistan’ın hep Karadeniz hem Akdeniz’den denizlere açılması nın mümkün olduğunu düşünmektedir. 



PKK’lılar ve Kürtçü teorisyenler, Iğdır, Sivas, Mersin alanının Kürdistan laştırılmasının demografik bir savaş olarak görmektedirler. Öcalan 1989’da şöyle demektedir: “Kürt nüfusu ikiye katlanırken Türkler yerinde sayıyor. 
Ve önümüzdeki 2000’li yıllara doğru Kürt nüfusunun Türk nüfusunu aşması işten bile değil. Bu çok önemli. Nasıl bir dönem Türkler doğudan Rum asıllı Anadolu’ya doğru akıp halkı Rum olan devlet içinde yer aldılarsa da, hem de saldırı ruhuyla bu topraklarda kendilerine yer açtılarsa, biraz daha değişik de olsa benzer bir tarzda Kürtlerin akışı var. Gene doğudan batıya. Şimdiden İstanbulları 
biliyorsunuz. İzmirler, Adanalar milyonlarca Kürt’e sahip. Hem de en aktif en dinamik kesimler… Türkler ise biraz rehavette!”[2] Bu yaklaşım ile hareket eden PKK/BDP geleneği şimdi şöyle demektedir: Iğdır’daister Azeri ol ister zenci Kürdistan’da yaşadığını bileceksin. BDP’nin Iğdır’da belediye seçimlerini 
kazanmasından hemen sonra BDP’nin önde gelen temsilcilerinden birisi Pelvin Buldan, 29 Mart seçimlerinde Kürdistan' sınırlarını belirledik. Yani, Van'ı aldık, Siirt'i aldık, 86 yıllık geleneği bozarak Iğdır'ı aldık” amaçlarının ne olduğunu açık bir şekilde ortaya koymuştur.[3] 

AKP Hükümeti, PKK açılımı sürecinde almış olduğu kararlar ile Başbakan Erdoğan adını vermediği bir “tek millet”ten bahsetse de ayrı bir “Kürt milletleşmesi” sürecini güçlendirmektedir. AKP tarafından demokratikleşme adı altında atılan her adım “etnik kimliğin kurumsallaştırılması” sürecinin bir parçasıdır. 

Kısa vadede AKP’nin attığı etnik hakların kurumsallaştırılması televizyon, Kürtçe eğitim, Dersim söylemi, “devlet haksızlık yaptı özür dileyelim” politikaları sahte bir rahatlama sağlayacak, ancak etnik kimliğin kurumsallaştırılması ülkemizi bir arada tutan Türk milli kimliğini eritecek ve nihayet Türkiye’de iki milletli bir yapıya dönüştürülecek tir. 

Ayrı milletleşme sürecine giren ve demografik savaş duygusu ile hareket ettirilen bir yapının varacağı nokta son kertede kişi başına milli gelirin Avrupa’da birinci olduğu Belçika’da Valonlar ile Flamanların vardığı noktadan çok farklı olmayacaktır. 

Üstelik, Irak parçalanmış kuzeyine bir Kürdistan yerleştirilmiştir. Şimdi Suriye parçalanmakta ve Kuzeyine bir Kürdistan yerleştirilmektedir. Bunu İran’ın parçalanmasının izlemesi hedeflenmektedir. 

AKP Hükümetinin izlediği ayrı milletleşme sürecini ile Türkiye’nin milli birliği ve toprak bütünlüğünü muhafaza etmesi mümkün görünmemektedir. 

Bugün PKK’nın ulaşmış olduğu nokta PKK’nın gücünden değil, Türkiye’yi yöneten kadronun PKK ile mücadele etmemesinden kaynaklanmaktadır.Bundan dolayı mevcut kötü gidiş bir süre daha devam edecektir. Türkiye dibe vuracaktır. 

Bu arada PKK’nın şımarıklığı artarak devam edecektir. Ancak sonunda 
Türk Milletinin büyük bir bölümü (Hepsi değil. İstiklal Harbi’nde de hepsi katılmadı. Daha kötüsü düşman yanında yer alanlarda vardı. Bugün ihanet içinde olanlar kimin çocukları zannediyorsunuz.) ülkenin ve milletin bölünme noktasına geldiğini gördüğü an arkalarında en çok % 6 destek olan PKK’lılar ile nihai bir hesaplaşma içine gireceklerdir. Bu hesaplaşma sonucunda Türkiye’nin üç tarafı 
Kürdistan mı yoksa ne ortaya çıkacaktır. 

[1] http://siyaset.milliyet.com.tr/-herkes-tef-gibi-gergin-/siyaset/ydetay/1741273/default.htm 
[2] İki Bine Doğru, 22.10.1989 
[3] Habertürk, 28 Nisan 2009, “Kürdistan’ın sınırlarını çizdik” 

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 

http://www.21yyte.org/ adresinden 31.07.2013 10:57 tarihinde indirilmiştir


6 Aralık 2018 Perşembe

SEVR'İN ÖZLEMİ: BÜYÜK KÜRDİSTAN., Batı PKK'yı, PKK ise Batı'yı Kullanıyor.. BÖLÜM 1

SEVR'İN ÖZLEMİ: BÜYÜK KÜRDİSTAN., Batı PKK'yı, PKK ise Batı'yı Kullanıyor..  BÖLÜM 1 




SEVR'İN ÖZLEMİ: BÜYÜK KÜRDİSTAN.,

1920'de imzalanan ve Atatürk tarafından geçersiz kılınan Sevr Anlaşması, hatırlanacağı gibi Osmanlı'nın varlığından beri, Batı'nın süregelen en büyük özlemlerini resmi olarak Türk milletinin önüne koymuştu. Ortadoğu'yu, Arap Yarımadası'nı, Balkanları ve Afrika'yı kaybetmiş olan Osmanlı'dan batıda Ege kıyıları talep ediliyor, kuzeydoğuda Ermenistan ve güneydoğuda ise Kürdistan için toprak isteniyordu. TBMM tarafından tanınmaması anlaşmayı rafa kaldırsa da Sevr'in Kürdistan özlemi hiçbir zaman sona ermedi. Çünkü bazılarına göre Mezopotamya, kehanetlerin kalbindeki bir merkezdi ve mutlaka idare altına alınmalıydı. 

Mezopotamya bölgesi, bilindiği gibi, Türkiye'nin güneydoğusu, İran'ın güneybatısı, Irak ve Suriye'nin bir bölümünü kapsayan bir bölgedir. Bu bölgenin önemli özelliği ise bölgenin etnik olarak Kürtlerin yaşadığı bir coğrafya olmasıdır. Dolayısıyla geçmişten bu yana bir kısım Evanjelik Hristiyanların ve onların politik kollarının hedefi, bölgenin güçlü devletlerinin –yani Türkiye, İran, Suriye ve Irak'ın– parçalanarak bu bölgede yeni bir Kürt devleti kurulabilmesi olmuştur. Bu devletin iki önemli özelliği olmalıdır: ABD ve Avrupa'nın kayıtsız şartsız müttefiki olmalı, dahası ABD ve Avrupa'nın tüm isteklerini yerine getiren bir piyon devlet olmalıdır. 
Bu piyon devlet, Batı'ya, Ortadoğu topraklarında oldukça stratejik bir alan sağlayacak, üsler kurabilmeleri için mükemmel stratejik coğrafya sunacak ve beklenen Armageddon Savaşı için de ortam, imkan ve mekan oluşturacaktır.
Dolayısıyla Büyük Kürdistan projesi, Sevr'den beri resmi olarak işleyen bir projedir. Kürt nüfusunu barındıran dört ülkeyi hedeflemektedir. İstikrarsızlaştırma planı dahilinde bu hedef, Irak ve Suriye açısından başarıya ulaşmıştır. Irak'ta özerk, Suriye'de ise kantonlardan oluşan bir Kürt yerleşim alanı vardır. Irak'ın her geçen gün daha da karışması Kürt Özerk Yönetimi'nin "bağımsızlık ilan edebiliriz" söylemlerine yol vermiştir. Nitekim Irak anayasası buna müsaittir. Yerel halk oyladığı takdirde, özerk yönetim Irak'tan bağımsız bir devlet olarak ayrılabilir. 

Planın ikinci aşaması olan Suriye Kürtleri açısından da beklenen ilerleme kaydedilmiş görünmektedir. Kanton yönetimlere bölünmüş olan Kürt yönetimi burada sık sık özerklik ilan etmekte, fakat Suriye'deki iç savaş sebebiyle muhatap bulamamanın bir sonucu olarak mevcut sisteme geri dönülmektedir. Fakat bu aşamada dikkat çeken bir husus vardır: Batı ülkelerinin Suriye'deki Kürt bölgesine karşı aşırı hassasiyeti. Bu konu birazdan incelenecektir. 
Hedefin üçüncü ve dördüncü safhası yani İran ve Türkiye ise, daha önce de belirttiğimiz gibi, istikrarlı ülkeler olmaları bakımından önemli bir sorun teşkil ederler. Dolayısıyla ince plan şu günlerde bu iki ülkeyi dize getirmek üzerine devam etmektedir. Burada konumuz olan hedefin Türkiye yönünü ele alırken bahsetmemiz gereken temel unsur PKK'dır. Çünkü Avrupa ve ABD'nin yıllardır terör listesinde bulunan, Marksist, Leninist, komünist PKK, şu anda Türkiye'yi bölmek için Batı'ya yaranmakta; Batı'nın bazı derin güçleri ise yine Türkiye'yi bölmek için PKK'nın maskesini görmezden gelmektedir. Dolayısıyla karşımızda, PKK'nın Batı'yı, Batı'nın ise PKK'yı kullandığı tehlikeli bir ortam vardır. 

Batı PKK'yı, PKK ise Batı'yı Kullanıyor .

PKK'yı, günümüzdeki bazı gazetelerde çıkan yazılardan tanımış olan biri, gerçekte şiddet yanlısı olan bu komünist terör örgütünü kolaylıkla Batı'nın destek vermesi gereken "Kürt savaşçılar" olarak değerlendirecektir. Çünkü uluslararası ana akım medyanın, özellikle son günlerde, PKK'yı takdim edişi bu şekildedir. 

Bunun sebebi çift taraflı bir menfaat alanının doğmuş olmasıdır. Yaklaşık 40 yıldır Türkiye'den Güneydoğu bölgesini koparmaya çalışan komünist PKK ile yaklaşık 100 yıldır bu bölgeyi koparmaya çalışan Batılı derin güçler ortak paydada buluşmuştur. Batı için en büyük itiraz olan "komünizm" faktörü, PKK'nın girdiği sahte kılıklar altında sinsice gözlerden ırak hale getirilmeye çalışılmıştır. Komünist kahpe teröristler yüzlerine maske geçirmiş ve kimlik mücadelesi veren, haklarını arayan emperyalist Kürt savaşçıları görünümüne bürünmüşlerdir. Bu durum Batı'nın işine gelmiş ve PKK'yı hedeflerini gerçekleştirmek için iyi bir koz olarak görmüşlerdir. Nasıl bir belanın içine girdiklerinin farkına dahi varmadan... 

Bu belayı tarif etmemiz şarttır. Çünkü PKK, Kürt kimliğinin mücadelesini veren kahraman savaşçılar falan değil, emperyalist kılığa bürünen, gerçekte HALEN komünizmi yaymayı hedefleyen, Kürtlük veya Kürtler umurlarında bile olmayan Leninist, eli kanlı bir terör örgütüdür. Bölgede yaşayan Kürtler ile PKK'lı teröristlerin arasındaki ayrımı çok iyi yapmak gerekmektedir. 
PKK ile ittifaka girmeyi düşünen bir kısım Batılıların nasıl bir bela ile karşı karşıya olduğunu gösterebilmek için PKK'nın emperyalizm maskesini deşifre etmek gerekmektedir. Söz konusu Batılı güçler eğer hala komünizmle mücadeleyi esas alan ideolojilerini koruyorlarsa, şu durumda onlara kötü haber: Kanlı komünistlerle ittifak içindeler!

PKK neden kuruldu?.,

Üniversitelerde bir öğrenci hareketi olarak başlayan ve 1977 döneminde kendilerine Apocular denen PKK hareketi, zaman içinde Kürt Devrimcileri veya Apocular isimlerini bırakarak Ulusal Kurtuluş Ordusu adını almıştır. Zaman içinde sol grupların birçoğu bu örgüt ile çeşitli bağlantılar kurmaya başlamıştır. Çünkü örgütün temel ideolojisi Marksizm-Leninizm üzerine kuruludur. O dönemde söz konusu grubun lideri konumunda olan Abdullah Öcalan'ın şu açıklamaları PKK'nın ilk kuruluş bildirgesi sayılabilir: 

Klasik manada bizler Marksizm ve Leninizm'i araştırıp inceleyeceğiz. Bu ideolojilerin kılavuzluğunda dünyanın, Ortadoğu'nun ve Türkiye'nin genel bir tahlilini yapacağız. Bu bakış açısına göre Doğu ve Güneydoğu Anadolu (Kuzey Kürdistan) sömürge durumundadır. Türkiye de sömürgeci devlettir. Ayrıca Kürdistan'ın diğer parçaları da İran, Irak ve Suriye'nin sömürgeci idaresi altındadır.7

PKK'nın amacını açıklayan diğer bir yazılı belge 1978 yılında yayınlanan Kürdistan Devriminin Yolu (Manisfesto) ile Parti Programı'dır. Parti Programı'nda daha doğrusu Öcalan'ın hazırladığı Taslak'ta PKK'nın amacı şöyle özetlenmektedir:

Kürdistan, sömürgeci 4 devlet Türkiye, İran, Irak ve Suriye tarafından dörde bölünmüştür. En büyük parça Türkiye Kürdistanı'dır. Burada yarı feodal ilişkiler geçerlidir. Devrimde Türkiye Kürdistan'ı önderlik yapacaktır. Devrimin niteliği ulusun demokratik devrimidir. Asgari hedef, sömürgeciliği yıkarak bağımsız, demokratik ve birleşik bir Kürdistan devleti kurmaktır. Azami hedef, Marksist-Leninist ilkelere dayalı bir devlet kurmaktır. Devrime öncü güç proletaryadır. Devrimde temel güç köylüdür. Temel ittifak da işçi-köylü-aydın ittifakıdır.8
Aynı dönemde yayınlanan Tüzük ise programda belirlenen hedefleri gerçekleştirmek için oluşturulacak partinin temel niteliğini açıklamaktadır. Hem Manifesto, hem Program, hem de Tüzük'te kendisini Marksist-Leninist olarak tanımlayan örgütün tüm ideolojisi "zor ve sömürge" kavramları üzerine inşa edilmiştir. Buna göre sömürgeci güçlere karşı devrimci şiddet sonuna kadar kullanılmalı ve sömürgeci güçler bu şiddet sonucunda örgütü kabullenmeye zorlanmalıdır.9 Burada, Engels'in "Zor Teorisi" esas alınmış ve Marks ve Engels'in proletarya iktidara giderken şiddetin göz ardı edilmemesine dair ifadeleri yol gösterici kabul edilmiştir.  

Abdullah Öcalan da, bu görüşlere sahip çıkarak şiddetin vazgeçilmezliğini ileri sürmüş ve Kürdistan'da Zor'un Rolü isimli kitabında bu görüşlerini açıklamıştır: 
….Biz gerilla savaşıyla hareketli savaşı bir arada uygulayarak düşmanın askeri üstünlüğünü yok etmeye ve onu daha da geriletmeye ve Türkiye'deki devrimin gelişimini hızlandırmaya çalışacağız. Bu trajik denge aşamasında Kürdistan'da devam eden gerilla savaşıyla hareketli savaş eğer Türkiye'de de gelişmiş bir devrimci savaşla desteklenirse ve Türkiye'de büyük kentlerde dahil olmak üzere bir proletarya ve halk ayaklanması gündeme gelirse bu ayaklanma durumu Kürdistan'a kadar genişletilerek, Türkiye ve Kürdistan'da girişilecek halk ayaklanmalarıyla burjuva ordusu dağıtılabilecek, devrimin siyasi üstünlüğü böylece askeri üstünlüğe de dönüştürülerek burjuva iktidarı yıkılıp devrim zafere götürülebilecektir…10 
"Burjuva"ya karşı "Proletarya diktatörlüğü" isteyen, bunun ancak bir "devrim" ve "terör" yoluyla yapılabileceğini anlatan Öcalan, Marks'ın ideallerini, Lenin'in uygulamalarını tarif etmektedir. Lenin, kendi idealindeki devrimi şu şekilde tarif etmiştir: 

Bir burjuvazi devrimi, proletaryanın çıkarları için kesinlikle gereklidir. Burjuvazi devrimi ne kadar tamamlanmış, kararlı ve tutarlı olursa, sosyalizm için proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesi o kadar emin olacaktır. ... Fransızların söylediği gibi işçiler için 'tüfeği bir omuzdan diğerine almak' daha kolay olacaktır. Devrimin sağladığı özgürlük ile burjuvazi devriminin onlara verdiği silahı, burjuvazinin kendisine çevirecekler.11
Felsefesini bu fikirler doğrultusunda belirleyen Öcalan da, Marksist çizgiye gelmesini ve kendisini bu yüzyılın Lenin'i ilan etmesi zihniyetini hiçbir zaman gizlememiştir: 

...Tabii daha sonra tercih Marksizm-Leninizm'e yapılır. Sosyalizmin Alfabesi (Leo Huberman) elime aldığım ilk klasiktir. Okuduğumda yastığımın altına koydum ve bu iş burada biter dedim. Sanırım 1969'da Sosyalizm tercihi kesinleşti.12 
Lenin 1900'de ne ise ben de 21. yüzyıl sosyalizmini temsil ediyorum, reel sosyalizmle savaşarak, emperyalizmle savaşarak yeni sosyalizmi inşa ediyorum. 13
Öcalan, PKK'nın Marksizm-Leninizm geleneği üzerine inşa edildiğini ve bundan sonra da bu ilkeler üzerinde devam edeceğini şu sözlerle ifade etmiştir: 
PKK, Marksizm-Leninizm geleneğine uygun bir gelişme yaşamıştır. Bundan sonrası açık ki etle tırnak gibi birbirinden ayrılmayan bu miras üzerine şekillenecektir.14 

Öcalan, 1 Mayıs 1982 yılında yaptığı konuşmasında ise şunları söylemiştir:
Ama şunu iyi bilmeliyiz ki, Kürdistan tarihi bugün çağa ulaşmak istiyorsa, tamamıyla işçi sınıfı gerçeğine dayanmak zorundadır. Ne kadar elverişsiz koşulları yaşarsa yaşasın, işçi sınıfının objektif gücüne ve onun eylem kılavuzu olan bilimine, MARKSİZM-LENINİZM'E DAYANMAK ZORUNDADIR VE DİKKAT EDİLİRSE BİZİM VARLIK NEDENİMİZ TÜMÜYLE BU GERÇEK ETRAFINDA OLUŞMUŞTUR. ... Eğer o aşiret duvarları, o feodal çitler aşılmasaydı, MODERN DÜŞÜNCE, EN DEVRİMCİ DÜŞÜNCE OLAN MARKSİZM-LENINİZM kafalarımıza sıçramayacaktı.

Öcalan'ın açık izahları, örgüt Manifestosu, Programı ve Tüzüğünde yer alan bilgilere şöyle bir bakıldığında, PKK'nın nihai amacının, Marksist-Leninist temeller üzerine inşa edilmiş bir Kürdistan oluşturmak olduğu görülecektir. Bu bölgeyi içine alan İran, Irak, Suriye ve Türkiye'nin "sömürgeci" devletler olduğu belirtilmekte ve PKK, hedefini meşru kılmak için sömürge yaklaşımını temel almaktadır. Örgüt mensupları, kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfı hareketlerini örnek almakta ve bu hareketleri gerçekleştirenleri müttefikleri olarak görmektedir. Amaçları, "Sosyalist Kürdistan" adı altında kurulan bir bölge içinde "sınıfsız" bir toplum meydana getirmek, komün sistemini oluşturmaktır; manifestolarında bunun için savaş çağrısı yapılmaktadır. 
Bu hedefin en önemli gereklerinden biri kuşkusuz emperyalist güçlerin tümüne karşı koyma arzusudur. Bu sebeple Amerika ve Amerika destekçisi Batı'nın tüm uygulamalarına, hatta varlıklarına karşı çıkılmıştır. Manifesto, asıl olarak Amerikan emperyalist zihniyetini yok etme hedefine odaklanılmıştır. Dolayısıyla Marksist PKK, Marksizm'in gereği olarak emperyalizme ve dolayısıyla emperyalist odak olarak gördükleri ABD'ye şiddetle karşı çıkmaktadır. 
PKK programının "Kürdistan Devriminin Görevleri" başlıklı bölümünde "sömürgeci" olarak tanımlanan Türkiye Cumhuriyeti'nin sunacağı her türlü çözüm arayışlarını (buna bölgesel özerklik de dahildir) reddetmek gerektiği bildirilmiştir. Bu reddedişteki amaç, Türkiye Cumhuriyeti'nin mutlaka parçalanması gerektiği düşüncesinden kaynaklanmaktadır. 
Manifestoda, Komünist Kürdistan'ı inşa edebilmek için, Türk güvenlik güçlerini kırsal bölgelerden ve Türk-Irak sınırından geri çekilmeye zorlayarak, Türkiye'nin güneydoğusunun bazı bölümlerinde askeri ve politik denetim kurmak hedef olarak belirtilmektedir. Kurtarılmış bölgeler oluşturulduktan sonra, kentlerde saldırılar ve bölge çapında kargaşa ve ayaklanmalar başlatılacaktır. PKK'nın mevcut silahlı güçleri konvansiyonel bir orduya dönüştürülecek ve hedef Türk ordusunu bozguna uğratmak olacaktır. Bütün bunların sonucunda, Türk ordusunun "Kürdistan" olarak nitelendirilen toprakları terk edeceği beklentisi vardır.15
PKK manifestosundaki bu detayları vermemizin amacı, PKK'nın Marksist Leninist bir örgütlenme olarak kurulduğunu gözler önüne sermek ve başta ABD olmak üzere her türlü emperyalist, kapitalist ülke, devlet ve sisteme karşı savaş hedefini gözettiğini belirtmektir. PKK, Türkiye'yi ve Kürtleri barındıran civar ülkeleri "yıkarak" bir komünist devlet kurma azmindedir. Kuruluş amacı budur ve bu amaçtan şimdiye kadar hiçbir şekilde vazgeçilmiş değildir. 
Dünya değiştikçe, Ortadoğu'da sınırlar hassaslaştıkça, güç dengeleri değişim gösterdikçe, PKK yıllar içinde emperyalist bir maske takma zorunluluğu duymuştur. Bunun için sebepler çoktur; bu sebepleri sonraki başlıklarda inceleyeceğiz. Burada özellikle vurgulanması gereken nokta, PKK'nın kuruluş günlerindeki Marksist görünümü ile bugünkü emperyalist maskesinin pek çok ülke ve fikir adamı için aldatıcı olmasını engellemektir. PKK, bugünkü sahte görünümü altında, hala, komünist dünya devleti kurma azminde olan Marksist Leninist bir terör örgütüdür. 

PKK'nın Emperyalizm Maskesi

SORU: Saddam'a razı olmayan Batı, niye Türkiye'nin güçlenmesini istesin ki?
ÖCALAN: Fakat bu bir Kürt özerkliği de yaratır. Türkiye'yi de zayıflatır bu, zayıflatmasını bilir.
SORU: Kürt özerkliği aynı zamanda Türkiye'yi de frenler mi demek istiyorsunuz?
ÖCALAN: Batı yanlısı bir Kürt özerk bölgesi, Batı için Türkiye'yi frenler. Arapları frenler, İran'ı frenler. Bu açıdan Batı, Kürtlerin özerkliğine sevdalanacak gibime geliyor. Bu bölgeyi Türkiye'ye doğru, İran'a doğru yayacaklar. Tabii bu, Batı'nın isteğidir.16 
PKK lideri Abdullah Öcalan'ın Rafet Ballı'ya 1991 yılında verdiği röportajda sarf ettiği bu sözler, aslında konunun özünü anlamak için yeterlidir. Batı'da bir kısım güçler, Türkiye'de Kürtlerin özerkliğine sevdalanmıştır. Bunun hedefi, tam da Öcalan'ın belirttiği gibi Türkiye'yi, Arapları ve İran'ı frenlemek olacaktır. Türkiye'ye ve İran'a yayılmış olan bir Kürt bölgesi tümüyle Batı'daki söz konusu güçlerin isteğidir. Çünkü yukarıda detaylı şekilde bahsini ettiğimiz derin güçlerin çıkarları, buna son derece uygun düşmektedir. 

Söz konusu plan aslında Öcalan tarafından 90'lı yılların başlangıcında keşfedilmiştir. Bu yıllar, PKK'nın Türkiye toprakları üzerinde ciddi kayıplar verdiği, örgütün büyük oranda kan kaybettiği, taraftarlarını yitirdiği ve yeni katılımlar elde edemediği dönemdir. Kendi söylemlerine göre, Marksist ve Leninist bir örgüt olarak yaptıkları eylemler çok büyük oranda kendilerine dönmüş, güçlerini yitirmelerine neden olmuştur. 
Aynı dönem, Körfez Savaşı'nın başladığı ve bu savaşın bir neticesi olarak 36. paralelin kuzeyinde bir güvenli bölgenin inşa edildiği ve Irak Kürtlerinin korumaya alındığı dönemdir. Kan kaybeden PKK, Batı koalisyon güçlerinin Kürtleri koruma altına almasını ve Irak'ta bir Kürt özerk bölge sinyalinin oluşmasını kendisine baz alarak, dev bir taktiksel değişim politikasına yönelmiştir. Bu değişim öylesine kapsamlıdır ki, PKK, Leninist özünü hissettirmeyecek şekilde bir maske takmış, emperyalizm kılıfı altına gizlenmiş ve başta ABD olmak üzere tüm Batı'yı en hararetli müttefiki ilan etmiştir. Öyle ki temel hedefi emperyalizm ve onun başını çeken ABD'yi yok etmek olan PKK, ABD'nin himayesi altına girebilmek için bayrağından söylemlerine kadar her şeyi değiştirmiştir. 

PKK'ya bir Sığınak: 36. Paralelin kuzeyi .,




1991 Körfez Savaşı'nın hemen sonrasında Irak'tan kaçan Kürt mültecilerin sayısı ciddi anlamda yükselince, Irak-Türkiye sınırında bir güvenli bölge oluşturulmuştur. Nisan 1991'de, ABD yönetimi Irak'a, Kürtlerin bulunduğu bölge olan 36. paralelin kuzeyinde, karada ve havada faaliyet göstermemesi uyarısında bulunmuştur. Bu çerçevede 36. paralelin kuzeyinin Irak uçuşlarına yasaklanması, Birleşik Görev Gücü adındaki uluslararası bir askeri gücün bölgeye yerleştirilmesi ve sonraki gelişmeler, Kuzey Irak'ta fiili bir Kürt yönetiminin oluşmasını beraberinde getirmiştir. Temmuz 1991 tarihinde ise Kürtler için oluşturulan güvenlik bölgesinin korunması için aralarında Türkiye, ABD, İngiltere ve Fransız askeri kuvvetlerinin bulunduğu 77 uçak ve helikopter ve 1862 personelden oluşan Çekiç Güç, Türkiye sınırları içinde konuşlandırılmıştır. Çekiç Güç'ün buradaki varlığı ile söz konusu Kürt bölgesi özel bir koruma altına alınmıştır. 
Bu dönem, ciddi kayıplar veren ve kan kaybeden PKK'nın mecburi taktik değişiminin başlangıç dönemidir. Güvenli bölge içine alınan ve ABD denetiminde olan 36. paralelin kuzeyi, PKK açısından paha biçilmez bir fırsat olmuştur. PKK bu şekilde, barınacak, güçlenecek, hatta eğitilecek bir alan edinmiştir. Fakat bu imkanlardan faydalanabilmek için "komünizm karşıtı" olan ABD'nin gözüne girecek bir şeyler yapması gerekmiştir. Amerika yandaşı görünümü alması, komünizm adına terör gerçekleştirdiğini unutturması şart olmuştur. Eğer bunu başarabilirse, bir süper gücün desteğini almış olacaktır. Ve ne garip bir tevafuktur ABD'de bir kısım birimler, tıpkı kendileri gibi Türkiye üzerinde bir Büyük Kürdistan emeli peşinde koşmaktadır. 

İşte bu sebeplerle PKK, söylemlerini, taktiklerini, bayrağını değiştirmiş; Rus-Çin destekçisiyken bir anda ABD destekçisi olmuş; sahtekarca emperyalist görünüme bürünmüştür. Bu durum, aslında PKK gerçeğini gayet iyi bilen Amerikan derin devletinin de işine gelmiş, derin devlet, bu emperyalist maskeye çok inanmak istemiştir. Bölgede Kürt devletinin kurulması için PKK'nın kullanılmasında sakınca görmemiştir. 
Öcalan'ın, başından beri emperyalist gördüğü ABD'ye yaranmak için sarf ettiği şu sözler, bu maskenin hangi boyutlarda olduğunu gözler önüne sermektedir: 
İslam'ın unutur, inkar edilir kıldığı bu halk, tüm tarikatçı yapılanmalara karşı Armageddon'da ağırlıklı olarak Hristiyanlar ve Musevilerin yanında yer alacaktır.17 

Taktik bilindiktir: Öcalan, ABD'nin gözüne girecek şekilde İslam'ı eleştirmekte, İslam ile bütünleşmiş olarak yaşayan Kürt halkını inkar etmekte, herhangi bir dine inancı veya saygısı varmış gibi davranarak, Hristiyan ve Musevi inancının destekçisi görünmektedir. Hristiyan Evanjeliklerin Mezopotamya'da gerçekleşmesini bekledikleri Armageddon Savaşına kurnazca vurgu yapması ise kuşkusuz oldukça dikkat çekicidir. Nitekim bu taktik şu an PKK tarafından uygulanmakta, günümüzde Ortadoğu’da devam eden kanlı çatışmalarda PKK, Batılı devletlerden yardım alarak silahını Müslümanlara yöneltmektedir. 
Bu görüntü son derece göz boyayıcı olmuş, nitekim 36. paralelin kuzeyinin özel bir idareye ayrılmasının hemen ardından aniden 70 PKK kampı ortaya çıkmıştır.18 Jay Walker adlı bir araştırmacı, PKK kamplarındaki gözlemlerini ‘’Türkiye'de Kürt Ayaklanması’’ adlı yazısında şöyle aktarmıştır: “...sınır boyunca 20 PKK eğitim kampı gördüm. Kamplarda Fransız peynirleri yenmekte, Amerikan kakao ve kahveleri içilmekteydi.’’19
PKK, bu dönemde, özellikle ABD'nin büyük bir risk olarak gördüğü İran'a yönelik olarak güçlendirilmiştir. Çöküş aşamasına geldikleri bir anda söz konusu güvenli bölge, adeta bir PKK özel bölgesi gibi görev yapmış ve bu sayede terör örgütü silahlanmış, eğitilmiş ve kendini toparlanmıştır. 

Bunun sonucu olarak da Çekiç Güç uygulamasının hemen ardından PKK güçlenmiş ve silahlanmış olarak Türkiye toprakları üzerinde terör eylemlerine geri dönmüştür. Nitekim 90'lı yıllar, PKK'nın Türkiye üzerinde en fazla eylem yaptığı ve en fazla can aldığı dönemdir. 

Şunu belirtelim, Kürtlerin bir devlet kurmasına itirazımız yoktur. Bilindiği gibi Irak'ın kuzeyinde hali hazırda özerk bir Kürt devleti zaten bulunmaktadır ve Türkiye bu devlet ile son derece iyi ilişkiler içindedir. Devlet Başkanı Mesud Barzani ve Başbakan Neçirvan Barzani samimi ve dindar iki önemli liderdir. Elbette ülkelerin bütünlüğünü korumaları daima isteyeceğimiz bir şeydir fakat özellikle Irak'ın içinde bulunduğu karmaşa ortamının mecburi bir getirisi olarak eğer önümüzdeki günlerde Barzani liderliğinin denetiminde Kuzey Irak'ta bağımsız bir Kürdistan kurulursa, buna da desteğimiz elbette olacaktır. Fakat bunun için öncelikle o bölgeden de PKK tehdidinin temizlenmesi ve özellikle bu tehdidin Barzani ailesinin üzerinden kalkması gerekmektedir. Görülebileceği gibi itirazımız bir Kürt devleti kurulmasında değil, fakat iki önemli noktadadır: 

1. Türkiye topraklarına göz dikilmesi 
2. Kürdistan kurma hayalinin PKK ile gerçekleştirilmek istenmesi. 

Türkiye, Kürtleri ile bir bütündür. Bin yıldır bu topraklar üzerinde Kürtler ve Türkler birlikte yaşamışlardır ve kardeştirler. Türkiye'de hiçbir Kürt, kendi anavatanından ayrılmaya niyetli değildir. Türkler de Kürtleri bırakmak niyetinde asla değildirler. Kürt kardeşlerimiz tedirgin olmamalıdırlar; Türkiye devleti içinde çöreklenmiş ve şu anda yargı önünde olan Ergenekon terör örgütünün mensuplarının geçmişte Kürtlere yönelik ayrımcı ve zulüm dolu bir politika izlemiş oldukları bizim tarafımızdan gayet iyi bilinmektedir. İlerleyen bölümlerde bu konuya kapsamlı yer ayrılmış ve Türk hükümetinin ve milletinin bu konuda yapması gerekenler tarif edilmiştir. 

Fakat şu bilinmelidir: O dönemde Ergenekon terör örgütünün yaptıklarının tüm Türkiye'ye mal edilmesi hatalı olacaktır. Bölünme, başından beri PKK terör örgütünün dillendirdiği bir söylemdir. Bu terör örgütünün, Kürt milliyetçiliğiyle ise alakası yoktur. Aksine bu terör örgütü asıl zulmü daima Kürtlere yöneltmiştir. Dolayısıyla Türkiye'nin güneydoğusunda Türkiye'den ayrılmak isteyen bir Kürt etnik grubu olduğu tümüyle yalandır. Doğrudur, Kürtler, çoğunlukla Türkiye'nin güneydoğusundadırlar. Fakat aynı zamanda Kürtler Türkiye'nin her yerindedirler. Yine güneydoğuda da Kürtlerden farklı olarak Zaza, Türkmen, Arap, Süryani, Ermeni nüfuslar yoğunluktadır. Dolayısıyla Türkiye, her metrekaresinde farklı halkların yaşadığı ve tüm halkların iç içe var olduğu bir bütündür. Kürt ayrımcılığı şimdiye dek hep Ergenekon ve PKK çetelerinin söylemleriyle gündeme gelmiştir. Irkçılık yapan ruh hastalarının zihinlerinde yer almıştır. Günlük hayatta hiçbir zaman Kürt-Türk ayrımı diye bir şey yoktur. Buna iznimiz de yoktur. Kürtler Anadolu topraklarının güzel bir süsü; maddi manevi önemli birer değeri; dostluğun, dürüstlüğün, maneviyatın, vefa ve sadakatin mühim birer sembolüdürler. Kürt kardeşlerimizi bizden ayırmaya kalkan zihniyet, asla ve asla başarılı olamayacak daima hüsranla karşılaşacaktır. 
Dolayısıyla Amerika derin devletinin planladığı Büyük Kürdistan hayalinde, Türkiye olmayacaktır. Amerika ve onu destekleyen Avrupa ülkelerinin derin devlet yapılanmalarının en büyük hatası, kurguladıkları Kürdistan hayalinin PKK ile gerçekleşeceğine inanmalarıdır. Bu hatadır çünkü PKK, belki de geçmiştekinden çok daha güçlü olarak Marksist temeller üzerinde varlığını sürdürmektedir. Emperyalizm maskesi kullanarak yaptığı ise, tarihte tüm ünlü komünistlerin başvurduğu kirli bir taktiktir. 

Tarihteki Ünlü Komünist taktikler 

Lenin ve Stalin, komünizm ideolojisinin en vahşi temsilcileridir ve komünizmin gereği olarak dine de keskin bir üslupla karşıdırlar. Lenin, komünizmi Sovyet Rusya'ya yerleşik kılmak amacıyla 200 bin rahip öldürmüş, milyonlarca Hristiyan'a zulmetmiş, binlerce kiliseyi yok etmiş, bazılarını ise ateist müzelere dönüştürmüştür. Lenin'in izinden gitmiş olan Stalin'in ise din konusuyla ilgili sözleri şöyledir: 
Biz dine karşı propaganda yapıyoruz ve propaganda yapmaya devam edeceğiz. Parti dine karşı tarafsız kalamaz. Bütün dinlere karşı din aleyhtarı propaganda yapmaktadır. 20
Bütün dinlere karşı din aleyhtarı propaganda yapmanın gerekliliğinden bahseden aynı Stalin, şaşırtıcı bir şekilde, 2. Dünya Savaşı'nın ilk yıllarında Rus Ortodoks Kilisesi ile bir akit imzalamış, on binlerce kilisenin yeniden açılmasına ve kilise liderliğindeki hiyerarşinin yeniden tesis edilmesine izin vermiştir. Bunun yanı sıra güneyde Müslüman şeriatına izin verilmiş, Doğu'da Budizm desteklenmiş ve antisemitizme güçlü bir biçimde karşı çıkılmıştır. Bu ilginç açılımın ise tek sebebi vardır: 2. Dünya Savaşı'nda komünizme karşı büyük bir tehdit olarak yükselen faşizmi ortadan kaldırabilmek ve Hitler'i mağlup edebilmek için başlatılan mücadeleye karşı destek alabilmek. Nazilere karşı koyabilmek için Stalin, özellikle kilisenin etkisini bu yolla uzun süre kullanmıştır. 
Lenin ise, çöküşe giden Rus ekonomisini canlandırabilmek ve kapitalist ülkelerin seviyelerine ulaşabilmek için, ekonomide kısa dönemli bir politika değişimine gitmiş ve kapitalizmin ilkelerini takip etmiştir. Yeni Ekonomi Politikası (New Economic Policy – NEP) adı verilen bu düzenlemeye göre küçük işletmelerin kapitalizmde olduğu gibi kâr mantığıyla devam etmesini içeren bir politikaya geçilmiştir. NEP politikası Bolşevikler arasında geçici bir düzenleme olarak görülmüş ve özellikle içinde barındırdığı kapitalist ekonomiye ait uygulamalar yüzünden parti içinde eleştirilmiştir. Komünist ekonomi anlayışının tamamen dışında bir politika olan NEP, bir mecburiyet olarak benimsenmiş ve yeterli ekonomik gelişme sağlandıktan sonra terk edilmiştir. Bugün, söz konusu taktiği Çin'in Hong Kong politikalarında da izlemek mümkündür. 
Komünistlerin şekil değiştirme ve geri adım politikalarıyla ilgili bir başka örnek ise aile ve devlet konusundaki yaklaşımlarıdır. Bilindiği gibi komünizm, aile ve devlet kurumlarına şiddetle karşıdır ve bu iki kurumu, komün toplumlarına geri dönüş mücadelesinde oldukça büyük engeller olarak görür. Fakat buna rağmen komünistler genellikle bir taktik uygular ve aile kurumunu ortadan kaldırabilmek için öncelikle güçlü bir devletin var olması gerektiğini söylerler. Güçlü bir devlet için ise önce aile kurumunun güçlenmesi gerekmektedir. Bu nedenle önce geri adım atarak aileyi güçlendirirler. Bu sayede komünist devlet güçlenir ve bir aşama sonra ise aile kurumu tamamen ortadan kaldırılır. Bir sonraki aşama ise devleti ortadan kaldırmaktır ki, ailenin ve dini değerlerin kalmadığı bir toplumda, artık bu komünistler açısından çok kolay aşılacak bir safhadır.21 

PKK'nın kullandığı Komünist taktikler .,


Komünist taktikler çoğu komünist lider tarafından istikrarla uygulanmış ve komünizmin kökleşerek yerleşmesi için gerekli görülmüştür. Bir başka deyişle güçlü bir komünist devlet için gereken her yola başvurulmuştur. Gerçekte Stalin'in kiliselere asla destek vermeyeceği, Lenin'in asla kapitalist bir ekonomiye mahal vermeyeceği açıktır. Fakat ortam ve şartlar gerektirdiğinde bu maske daima ustalıkla kullanılmıştır. 
Şu anda aynı yöntem PKK tarafından da uygulanmaktadır. PKK, komünist dünya devleti hedefinin birinci aşaması olan Komünist Kürdistan'ı oluşturabilme yolunun Batı ile yakınlaşmak olduğunun farkına varmıştır. Komünist kimliği ile ortaya çıkmasının, dünya süper gücü ABD tarafından tepki çekeceğini ve bu tepkinin kendilerini kaçınılmaz bir başarısızlığa götüreceğini gayet iyi bilmektedir. 
Bu taktiksel değişim içinde zikredilen meşhur kelime "özerklik"tir. Gerçekte örgüt Manifestosu'nda şiddetle karşı çıkılan bu ifade bir anda gece gündüz kullanılır olmuş, Manifesto'daki Komünist Kürdistan'ın kurulması için Türkiye Cumhuriyeti'nin yıkılmasını şart koşan ifadeler örtbas edilmiştir. Çünkü burada geçen komünizm ifadesinin, Batı tarafından doğrudan destek görmeyeceği örgüt tarafından bilinmektedir. Özerklik, ABD ve Avrupa için oldukça göz boyayıcı bir kelimedir; ayrıca PKK'ya Batı'nın gözünde sahte bir "Kürt halkının kurtuluş mücadelesini veren örgüt" kimliği de kazandırmaktadır. Batı'nın bu talebi demokrasinin gereği olarak görmesi ve mutlaka destek vermesi beklenmektedir. 
Öyle ki, özerklik kelimesine Türk toplumunu alıştırma çalışmaları başarısız olunca bu kelimeyi de yumuşatma politikasına başvurulmuştur. Son günlerde oldukça sık duyduğumuz demokratik özerklik, kanton, demokratik konfederalizm gibi öneriler, PKK'nın taktiksel yöntemlerinden bazıları olarak gündeme getirilmektedir. 
Ayrıca örgüt, şiddetle devlet sistemine karşı olmasına, devleti yok etmek üzere örgütlenmesine rağmen ağız değiştirmiş ve aniden Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığının kendileri için garanti olduğundan bahseder olmuştur. Bu aslında kullanılan komünist taktiklerinin en bilinenleridir. Devleti yıkmak için önce güçlü bir devletin himayesinde olma planı hayata geçmiştir. Hedefteki ilk aşama olan özerklik, Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığının elbette kendileri için garanti olmasını gerektirmektedir. Çünkü böylelikle, Türkiye devletinin kendilerine para, silah, altyapı sağlayacak bir ana kaynak olmasını hayal etmektedirler. Türk devletinin parasıyla ileride Türk devletine karşı kullanacakları bir ordu oluşturmayı planlamaktadırlar. Dolayısıyla şu aşamada devletin varlığının önemi PKK ve PKK destekçileri tarafından sürekli olarak dillendirilir. Fakat gerçekte amaç, güçlenip bir devlet haline geldikten sonra Türkiye Cumhuriyeti dahil olmak üzere civardaki tüm devletleri yok etmek ve komünist dünya devleti hedefine erişene kadar bu şekilde ilerlemektir. Dolayısıyla bu söylemler de bir taktikten öte değildir. 
PKK'nın emperyalizm maskesini taktıktan sonra üstlendiği diğer taktikler ise, kadınları, aileyi ve dini kullanıyor olmalarıdır. Bu taktikleri farklı başlıklar altında inceleyelim: 

1. Emperyalizm maskesi altında kadınlar.,




PKK, Marksist Leninist ideolojisini açık açık sürdürdüğü 1990'lı yıllara kadar aileyi, dini, aşiretleri ve kadınları kendi ideolojisinin zararlı elemanları olarak görmüştür. Örgüte göre, sömürgeciliğin ajan kurumu olarak gördüğü din ve aile ortadan kesin olarak kalkmalıdır. İşte bu sebeple de örgütün en önemli mücadele alanlarından bir tanesi aileler, din görevlileri ve aşiretler olmuş, oldukça fazla sayıda din görevlisi öldürülmüş, aşiretlere savaş açılmıştır.22 Öcalan, kaleme aldığı ilk yazılarında Marksist-Leninist çizginin bir sonucu olarak kadını ciddi şekilde aşağılamış, hatta kadını, ailenin içerisinde "erkeği düşüren, yozlaştıran" bir unsur olarak tarif etmiştir. Hatta örgütün içinde zararlı birer eleman olacakları endişesi, erkeklerin savaşma kabiliyetini azaltacağı ve örgüt içi iklimi bozacağı iddiasıyla kadınların örgüt içinde yer almalarına hiçbir zaman sıcak bakmamıştır.23 

Bu noktada Öcalan'ın kadınlar, özellikle Kürt kadınları hakkındaki gerçek fikirlerine göz atmak yerinde olacaktır: 

   Kürt kadınlarının çoğunun bedenleri ölü, kokuşmuş, soğuk ve çok kabadır. Fizikleri biraz böyledir, ruhları donuktur. Fikir düzeyi hiç yoktur... Bir papağan kadar bile sözcükleri tekrarlayamaz.24
Fakat daha önce de belirttiğimiz gibi 90'lı yıllar, örgüt içinde kopmaların meydana geldiği, örgütün güçsüzleştiği ve küçüldüğü ve oldukça ciddi kayıplar vermiş olduğu bir dönemdir. Taktik değişimini gerektiren bu önemli sebep, PKK'nın kadınlar konusunda da bir atılım yapmasını gerektirmiştir. O dönemde ani bir kararla örgüte kadın militan alınmaya başlanmıştır. 1996 yılında örgütün küçülmeye başladığı ve kitle desteğini kaybetmeye başladığı bir dönemde ise PKK, kadınları, intihar eylemlerinde ilk defa bir araç olarak kullanmıştır.25
Terör örgütüne kadınların alınmasındaki temel amaç, yok olma tehlikesi içine giren PKK'da, erkek teröristleri teşvik amacıyla kadınların birer savaşçı olarak kullanılmasıdır. PKK, o tarihten itibaren ön plana çıkardığı kadın savaşçılar ile bir nevi rekabetin yolunu açmış ve örgüt ile bağlarını yitirmek üzere olan erkekler bu yolla teşvik edilmişlerdir. 
Nitekim, PKK'da kadınların intihar eylemlerinde kullanılma oranının, dünyadaki diğer terör örgütleriyle kıyaslandığında daha fazla olduğu görülmektedir. Gerçekleşen ve gerçekleşmek üzereyken yakalanan intihar eylemcilerinin %55'nin kadınlardan oluştuğu gözlemlenmiştir.26 Kadınlar, çeşitli aldatma yöntemleriyle bu Marksist örgütün birer maşası haline gelmişlerdir. 
Bu tarihten sonra PKK, kadınları çok çeşitli şekillerde emperyalizm maskesinin oldukça can alıcı bir parçası haline getirmiştir. Feodal görüşler ve hurafeci İslam anlayışının yanlış bir sonucu olarak özellikle kadınların ikinci sınıf vatandaş olarak görüldüğü Ortadoğu'da kendisini, kadın haklarından bahseden, kadınları ön plana çıkaran bir grup olarak göstermiştir. Batı için bu hassas bir noktadır; PKK ise bunu ustaca kullanmıştır. PKK, Batı'nın gözünde, kadına önem vermeyen bağnaz bir coğrafyanın içinde kadın özgürlüğünden bahseden yegane topluluk olarak göze çarpmıştır. Günümüzde, PKK hareketini tam anlamıyla tanımayan Batılı yazarların en fazla kandıkları maske, düştükleri oyun budur. 
Gerçekte kadını "yozlaştırıcı bir etken" olarak gören, kadını savaşta bir tökez, önüne geçilmesi gereken "aile belası"nın da baş etmeni olarak niteleyen Öcalan, taktik değişiminin bir gereği olarak 1990'lardan sonra aniden kadınlara yönelik bir özgürlük teması geliştirmiştir. Kadını "kurtarılması gereken bir vatan gibi" göstermiş ve "özgürleşen kadın, özgürleşen Kürdistan'dır" sloganını geliştirmiştir. Çünkü bu sloganın hem örgüt içine alınacak kadın militanlar, hem de Batı nezdinde ne kadar göz boyayıcı olduğunu çok iyi bilmektedir.  
Illinois Üniversitesi yayınlarında, PKK'daki bu değişim şu şekilde ifade edilmiştir: 
Kadınlar PKK hareketinin aktif üyeleri haline gelmeden önce, yani 1990'lı yıllara kadar, tüm odaklanma erkekler üzerineydi ve kadınlar 'güvenilmemesi gereken zayıf insanlar' olarak değerlendiriliyordu. Ancak bu hareket içinde kadınların sayısı arttığında, Öcalan ve genel olarak PKK, Kürt erkeğinin geleneksel, 'feodal' iktidarını eleştirerek, kadının rolü üzerine vurgu yapmaya başladılar.27 
Şunu belirtmek gerekir. Kadın özgürlüğü ve üstünlüğünün savunucusu olmak elbette şarttır ve İslam dininin temel unsurlarından biridir. Ortadoğu gerçek anlamda bu konuda geri kalmış bir coğrafyadır ve bunun en temel sebebi İslam coğrafyasının Kuran'dan uzaklaşıp hurafelere yönelmiş olmasıdır. Hurafeci mantık, sadece kadınlar konusunda değil, kalite, demokrasi, savaş/barış, sanat, bilim gibi her türlü konuda olağanüstü derecede bir yozlaşma ve felaket getirmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus, gerçek İslam dininin kadını yücelten, sanatı, bilimi ve demokrasiyi en mükemmel tarif eden anlayış olması; felaketi getirenlerin Kuran'daki gerçek İslam dininden uzaklaşıp hurafeci, sahte bir dine uyanlar olmasıdır. (Konuyla ilgili olarak bkz. Harun Yahya, "Bağnazların Kadın Nefreti", Karanlık Tehlike Bağnazlık) 
Burada şunu belirtmekte de fayda vardır. Türkiye'nin Güneydoğu bölgesinde de özellikle o dönemlerde yaygın olan kız çocuklarını okula göndermeme, küçük yaşta evlendirme, onları değersiz ve önemsiz görme, hatta töre cinayeti gibi korkunç uygulamalara maruz bırakma sebebiyle kadınların hor görüldüğü bir sistemin toplum içinde yaygın olduğu doğrudur. Ve PKK'nın bu yaygın sistemi kendisi için koz olarak kullandığı, "silahlanırsan özgürleşirsin" fikrini aşıladığı görülmektedir. Kürt köylerindeki genç kızların pek çoğu, genel olarak aile veya aşiret içindeki baskılardan kaçmak için bu özgürlük görüntüsüne aldandıklarını açıkça belirtmişlerdir. Pişman olanların arasında ise geri dönebilenlerin sayısı azdır, çünkü genellikle örgüt tarafından tehdit hatta infaz edilmişlerdir. 
Türkiye, hem İslam hem de demokrasi ülkesi olması sebebiyle, özellikle kadınlara verilen değer konusunda mutlaka öncü olmalı ve Ortadoğu'ya mükemmel bir örnek teşkil etmelidir. Bu konuda PKK gibi Batı'ya yaranma amacıyla maske takmış kanlı terör örgütlerine meydanı boş bırakmamalı, Kuran'da kadın ve demokrasi konusunda en mükemmel, en adil ve en doğru uygulamanın olduğunu tüm dünyaya anlatmalıdır. Bu, Türkiye'nin batısında da doğusunda da hakim bir uygulama olarak hayata geçirildiğinde hem Ortadoğu'nun bu beladan kurtulması için bir yol açılacak, hem de Türkiye, bunu uygulayan bir İslam ülkesi olarak Kuran'daki güzel ahlakı Ortadoğu'ya göstermiş olacaktır. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

1 Mart 2018 Perşembe

Kumpas Kime Kuruldu?

Kumpas Kime Kuruldu?


Erol Manisalı,


Başbakan başdanışmanının cemaati, “Ergenekon ve Balyoz aracılığı ile TSK’ye kumpas kurmakla suçlaması” bir milat niteliğindedir. 
Çünkü içinde, TSK’den başka pek çok şeyi de barındırmaktadır. Ergenekon ve Balyoz’u bir kumpas aracı olarak gördüğümüz zaman kurgulanan oyunun hedefinde daha başka pek çok şey vardır; 
-Atatürkçü ve Cumhuriyetçilere karşı kurulan oyun...
-Türkiye’nin güvenliğine ve bütünlüğüne karşı düzenlenen bir operasyon... 
-Demokrasiye ve çağdaş değerlere karşı bir kurgunun da beraberinde düşünülmesi gerekenlerdir.

İktidar ve cemaat, en azından 2003-2009 döneminde, kurgulanan operasyonların aynı tarafında bulunuyorlardı. Bu birliktelik gerek uygulamada, gerekse her iki tarafın söylevlerinde net bir biçimde görüldü ve yaşandı.
Peki ne değişti de Cemaat kumpasçı oldu?

-AKP mi değişti? Otoriter ve totaliter bir yapılanma içine girerek cemaate karşı cephe mi aldı?
-Kürdistan sorunu (ve Kürdistan) üzerindeki iç ve dış hesaplar mı değişti? AKP açısından bu olamaz, açılımlar konusunda ellerinden geleni yaptılar ve bütün kapıları açtılar.
-ABD’nin hesaplarında revizyona mı gidildi?
-Yoksa AKP üst yönetiminin İslami derinliklere saplanmasından rahatsız olanlar mı vardı?

-Ya da bunların hiçbiri geçerli değilse, “ikisini birbirine kırdırıp” daha rahat at oynatmak isteyenler mi ortaya çıktı?

Öyle anlaşılıyor ki “yerel, bölgesel ve küresel aktörler arasındaki etkileşim” tek yönlü çalıştığı için bu tür beklenmedik sonuçların(!) ortaya çıkması kaçınılmazdır.
AKP iktidarı da cemaat de “sistemin edilgen öğeleridir”. Gerektiği zaman işbirliği yaptıkları gibi kavga da ettirilebilirler. Bunları “doğal” karşılamak gerekir.
Kürdistan, Ergenekon ve Balyoz  Yalçın Akdoğan’ın bugün “keşfettiği” kumpas aslında çok önceden kurgulanmıştı. Kürdistan, Ergenekon ve Balyoz birbirine endekslenmiş ve birbirini tamamlayan öğelerdir.
“Ergenekon ve Balyoz operasyonları (kumpasları) olmasa Kürdistan’ın oluşmasında bu noktaya gelebilir miydik” değerlendirmesini yapanlar sadece iktidarın kimi yöneticileri değildir; Fırat’ın doğusunda bu ifadeye gönülden inanan çok büyük bir çoğunluk bulunmaktadır. 
Kumpasın mağdurlarından, “Silivri’yi görmüş, kumpas sonucu kanser bile olmuş bir mağdur akademisyen olarak” olayların nasıl kurgulandığını iliklerimde hissetmiş ve yaşamış bir insanım. Halen de yaşamaktayım. 
Aslında Yalçın Akdoğan daha 10 yıl önce, kurulmakta olan kumpası farkında olmadan televizyon kanallarında ifade etmişti. “Bizim Batı ile taleplerimiz 200 yıldan beri ilk defa örtüşüyor” demişti.
Ben de 16 Ocak 2004’te Bıçak Sırtı köşemde kendisine nelerin örtüştüğünü sormuştum(*). Dolayısıyla, Yalçın Akdoğan’ın“Kumpas” ı keşfi yeni değildir; 10 yıl öncesinde bu gerçeği görmüştür! 
Kumpas oyunları bu coğrafyada hep oynanageldi. Önemli olan şudur: Siz oynayan mısınız? Yoksa sizin üzerinizde başkaları mı oynuyor? Bütün mesele budur. 

(*) 16 Ocak 2004, 
Bıçak Sırtı, 
Cumhuriyet 


***


2 Kasım 2017 Perşembe

AMERİKA’LI YARBAY NORTH ,Kürdistan için Kuzey Irak’tayız. Burada Kürdistan kurulacak.


* AMERİKA’LI YARBAY NORTH * 

“Kürdistan için Kuzey Irak’tayız. Burada Kürdistan kurulacak.” 



Naci Kaptan
14.02.2010 Birinci yazı
12.10.2017 Güncellendi
AMERİKA’LI YARBAY NORTH  ;
“Kürdistan için Kuzey Irak’tayız.
Burada Kürdistan kurulacak.”
***
Söylenen Kürdistan artık kuruldu !!!
Kurulmasına ise AKP hükümeti hem sınır kapısını açarak, Hem Mersin’de serbest gümrük alanları yaratarak, Hem de Kürdistan’nın alt ve üst yapısının inşaat ve
müteahhitlik hizmetlerini yükümlenip yapılmasına uygun ortamı hazırlayarak destek verdi.
Bu işin temel sorumlusu ABD ile gizlice anlaşarak, Türkiye,Irak sınırına yüzbinlerce Irak’lı mülteci hareketini başlatan ve ertesinde de Çelik Güç olarak
tanımlanan ABD-İngiliz silahlı kuvvetlerini güneydoğu Anadolu’da yerleştiren Turgut Özal’dır. Çelik Güç Irak kuzeyinde Kürdistan yapılanmasının
temel koruyucusu ve destekçisi olmuştur.
Özetle Kürdistan’ı ABD ve İngiltere vesayetinde Turgut Özal , Başbakan Recep Tayyip Erdoğan  ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül kurmuştur !!!
Naci Kaptan
***
AMERİKA’LI YARBAY NORTH
“Kürdistan için Kuzey Irak’tayız.
Burada Kürdistan kurulacak.”
3 yıl aralıksız pkk’ya karşı operasyonlarda görev alan Hakkari Dağ Komando Tugayı 4. Tabur Komutanı Emekli Binbaşı Serhat Karadeniz, Irak kuzeyinde ABD’li bir Yarbay ile yaptığı görüşmeyi AYDINLIK’a ilk kez açıkladı.
1993-95 arası Kuzey Irak’a düzenlenen 15 operasyonun başında bulunan Binbaşı Karadeniz, bir operasyon sırasında ABD İrtibat Subayı Yarbay North ile görüştüğünü ve North’un Irak kuzeyinde Kürdistan’ı kurmak amacıyla bulunduklarını açıkça söylediğini anlattı.
İngiliz Daily Telegraph gazetesinin, ABD’li subayların, pkklılarla düzenli toplantılar yaptığını yazması ABD-pkk ilişkilerini tekrar gündeme getirdi.
Türk Silahlı Kuvvetleri, 1993, 1994 ve 1995 yıllarında Irak kuzeyine pek çok operasyon yaptı. O yıllarda Hakkari Dağ Komando Tugay Komutanlığı’nda görevli 4. Tabur Komutanı Emekli (E.) Binbaşı Serhat Karadeniz, Irak kuzeyinde görevli ABD’li Yarbay ile yaptı görüşmeyi ilk kez Aydınlık’a anlattı.
SÖYLEŞİDEN AKTARI
AYDINLIK– 1993-94-95 yıllarında Hakkari’de Dağ Komando Tabur Komutanlığı yaptınız ve pkkya karşı savaş verdiniz. O yıllara dönersek neler yaşadınız?
E. BİNBAŞI SERHAT KARADENİZ- Terör olayları 92 ve 93 yıllarında en üst seviyeye çıkmıştı. O dönemde Güneydoğu Anadolu’da görev yapmanın mutluluğunu duyan Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) personellerinden biri de benim. O yıllarda pkk ile mücadele etmek daha zordu. Hakkari’de görev yaptığım yıllarda hiçbir zaman bina içerisinde kalmadık. 4. Dağ Komando Taburu olarak devamlı üs bölgelerinde çadırlarda kaldık. Bu dönem zarfında da 15 kez irili ufaklı, bir haftadan iki aya kadar Kuzey Irak’a operasyon düzenledik. Yol olmadığı için oraları adım adım biliyorum. Anılarım bir kez daha gözümün önüne geldi. Oradaki mücadelemiz ve birçok olay.
“ABD STRATEJİK HASIM”
AYDINLIK– Türkiye’nin gündeminde de ağırlıklı olarak. ABD-PKK ilişkisi bulunuyor. ABD’li Komutanların pkklılarla Irak’ın Kuzeyi’nde ve Kandil Dağı’nda bir araya geldikleri ortaya çıktı. Siz Irak kuzeyine düzenlenen operasyonlarda bu durumla karşılaştınız mı?
KARADENİZ– Bu konuya “ABD bizim stratejik müttefikimiz mi, yoksa stratejik hasmımız mı?” değerlendirmesini yaparak girmek gerek. Önce buna karar vermemiz lazım. Doğru teşhis koymadan tedaviyi yanlış uygularız. Bence bugüne kadar doğru teşhis koyamadık ve tedaviyi de yanlış uyguladık. ABD ile Türkiye’nin menfaatleri Ortadoğu ve Türkiye toprakları üzerinde çatışmaktadır. Bu yüzden ABD bizim müttefikimiz olamaz. ABD hasmımız.
“TSK’DA M-16 YOKKEN, PKK’ DAN M-16 PİYADE TÜFEĞİ YAKALIYORDUK”
Hakkari’de görev yaptığım dönemde bunun örneklerini yaşadık. O yıllarda basında bu kadar yer almayan ABD’nin faaliyetleri artık ayyuka çıkmış durumda. Artık kendileri de kabul ediyor pkknın elindeki silahların ABD menşeli olduğunu. İkiyaka Dağları’nda bir operasyonda PKK’lılardan M-16 piyade tüfekleri ele geçirdik. Bu tüfekler o yıllarında ABD askerinin piyade tüfeğiydi. Henüz bu tüfekler TSK da bulunmuyordu. O zaman bunun bir rastlantı olmadığını düşünüyorduk.
“İNCİRLİK’TEN KALKAN ÇEKİÇ GÜÇ HELİKOPTERLERİNİN PKK’ YA
MALZEME ATTIĞINI GÖZLERİMLE GÖRDÜM”
Kuzey Irak’a yaptığımız bir operasyon sırasında da bir ABD helikopterinin bizim çatışma içerisinde olduğumuz bölgedeki pkk’lılarla malzeme attıklarını teşhis ettik, gözlerimizle gördük. İncirlik’ten kalkan Çekiç Güç uçakları PKK’ya havadan malzeme desteğinde bulunuyorlardı. Çekiç Güç de yanlış bir teşhisdi. Türkiye o dönemde üslerinde denetimini sağlayamıyordu. Bu olay diplomatik yolla protesto edildi ancak gelen cevap çok komikti: “Biz onu peşmergelere atıyorduk yanlışlıkla oraya gitmiş”
“GENELKURMAY GECE UÇAN HELİKOPTERİ VUR EMRİ YAYINLADI”
AYDINLIK– ABD’nin pkk’ya başka yollardan da destek verdi mi?
KARADENİZ- Bu konuyla ilgili aslında başımızdan çok olay geçti. O yıllarda TSK helikopterlerinin gece görüş imkanı olmadığından gece görevlerine çıkamıyorduk. İlk kez 1993’te TSK’nın çok eleştirilen ve terörle mücadelede yüksek başarıları olan tamamen astsubay ve subaylardan oluşan özel harekattan arkadaşlarımıza Cudi Dağı’na gece operasyon düzenleme emri geldi. Bu operasyon için pilotlarımız sadece gece görüş gözlüğü takarak helikopteri kaldırabildi. Helikopter Cudi’ye inerken bir pkk mensubu bizim helikopteri yönlendiriyor. Sanki helikopter yönlendirme kursu görmüş bir uzman gibi. Bizim tim şaşırıyor görev yerlerine iniyor ve mevziye giriyor. Pkklı o zaman anlıyor ve bunlar Türkiye Cumhuriyeti askeri deyince çatışma çıkıyor. Bu da oldukça enteresan bir durum. Pkklı Cudi Dağı’na gece inen helikopteri Türkiye Cumhuriyeti helikopteri değil de başka bir ülkenin helikopteri olarak karşılıyor ve yönlendirmede bulunuyor. Bu “dört ayaklıdır, damlarda dolaşır, miyav miyav der” bilin bakalım bu kimdir bilmecesine benziyor. Cudi’ye inen helikopter TSK helikopteri değilse kimin helikopteri. Tabiî ki İncirlik üssünden kalkan ABD helikopteri. Bu olayın ardından Genelkurmay Başkanlığı yazılı bir emir yayınladı ve geceleri uçan helikopterlerin düşürülmesi emri verildi.
ABD’Lİ YARBAY: BURADA kürdistan KURULACAK
AYDINLIK– O dönemde Çekiç Güç subaylarıyla da görüşmeleriniz oldu mu?
KARADENİZ– 1994 yılının Haziran ya da Temmuz ayında Irak kuzeyinde bir ABD’li Yarbay ve peşmergelerle karşılaştık. ABD askeri Yarbay North’un burada ne işi olduğunu sorduk?
O da bizim Kuzey Irak’ta ne işimiz olduğunu sordu. Ben de pkk’lıları kovaladığımızı söyledim.
Yarbay North da “burası pkk’lıların değil gördüğünüz gibi Kuzey Iraklıların” dedi. Kendisinin resmi olarak askeri irtibat subayı olduğunu söylemişti. Bizim Süleymaniye’deki özel kuvvetlerden oluşan irtibat subaylarımız gibi.Ve sonra Yarbay North ile aramızda şu diyalog geçti:
YARBAY NORTH– “Kürdistan için Kuzey Irak’tayız. Burada Kürdistan kurulacak.”
BİNBAŞI KARADENİZ– “Bizim çıkarlarımıza aykırı, kurdurmayız.
YARBAY NORTH– “Kürdistan’ı kabul etmezseniz o zaman savaşırsınız.”
BİNBAŞI KARADENİZ– “Biz zaten Kuzey Irak’a çiçek toplamaya girmedik, bir mücadeleyi zaten yürütüyoruz.”
YARBAY NORTH– “O zaman ABD ile savaşırsınız.”
AYDINLIK– Nisan ayından bu yana bir sınır ötesi harekat gündemde. Ancak şu ana kadar bu operasyon yapılmadı. Siz bunu neye bağlıyorsunuz?
KARADENİZ– TSK, kendisine verilen emirleri uygular. Asker planlamasını yapar, emri alır ve uygular.
Genelkurmay Başkanımız bu soruya “Kuzey Irak’a operasyon yapmamızın faydası var, TSK hazırdır.
Siyasi irade gerek” diyerek yanıt verdi. Operasyon kararını iktidar verir.
“TÜRKİYE’NİN ABD İLE ÇATIŞMASI KAÇINILMAZDIR”
AYDINLIK– Türkiye pkk’dan nasıl kurtulur?
KARADENİZ– Stratejik müttefikimiz ABD’yi hasım ilan ederse. Tezkerede olduğu gibi düşman ordusunu topraklarına bastırmazsa.
AYDINLIK– ABD’nin Kuzey Irak’a çekilmesi söz konusu.Bu TSK ile sıcak bir çatışmayı gündeme getirebilir mi?
KARADENİZ– TSK ile ABD arasında bir savaş çıkacağı bir kehanet değil. Eğer bu gidişat değişmezse bu kavga sıcak çatışmaya dönüşecektir. Türkiye’nin ABD ile çatışması kaçınılmazdır.AYDINLIK- Türkiye’ye içerden ve dışarıdan federasyon dayatılıyor.
KARADENİZ– Ben Doğu ve Güneydoğu’ya 2 yaşımda ayak bastım. Oradaki insanla kaynaştım ve Doğu’nun insanını da araziyi de çok iyi tanırım. Oradaki yurttaşlarımızın federasyon veya ayrılık diye bir düşüncesi yok. Doğu’daki vatandaşlarımız “ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım” diyor.Biz de ayrılık hareketi yok kandırılmış kişiler var.
AYDINLIK– Son sözünüz…
KARADENİZ- TSK’dan emekli olunur ancak vatan sevgisinden emekli olunmaz…
SERHAT KARADENİZ 1993-1995 yılları arasında Hakkari özelinde teröre karşı verilen mücadelenin baş kahraman komutanları Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu, Emekli Jandarma Albay Erdal Sarızeybek, Emekli Albay Vahap Özkan, Emekli Piyede Binbaşı Serhat Karadeniz memleketimizin unutulmaz komutanlarıdır
http://www.askerhaber.com/emekli-komutanlar/abd-yarbayi-kurdistani-kurmak-icin-buradayiz-dedi.html
http://nacikaptan.com/?p=50430

***