Yekta Güngör Özden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yekta Güngör Özden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Nisan 2020 Pazar

Sözde Aydınlar

Sözde Aydınlar 




Yekta Güngör Özden: 
Sözcü Gazetesi 
yektagozden@sozcum.com
3 Kasım 2012 


Gazetelerde zaman zaman düzenledikleri etkinlikleri, basın toplantılarını, duyurularını, “Aydınlar” tanıtımıyla haberlerini okuyup duyduğumuz 
kimselerin anımsattığı “Aydın sorunu” toplumumuzun irdelenmesi gereken bir yanıdır, hatta yarasıdır. 
Bilim adamlarının, yazar ve düşünürlerin bu konuya değinen konuşma ve yazılarında, kişilikten eğitime uzanan çizgide, rastlanan durumlar ele 
alınmakta, eleştiriler ve öneriler sıralanmaktadır. Biz bu yazımızda daha çok güncel görünümleri belirtmek istiyoruz.

Son yıllarda toplumsal dokudaki olumsuzlukların ortaya koyduğu gerçek, birçok yapının değiştiği, bozulduğu, yapaylarının arttığıdır. 
Sözde demokrat, sözde ilerici, sözde liberal, sözde Atatürkçü, sözde dindar, sözde dost, giderek yaşamın acı gerçekleri olmuştur. 
Sözde aydın da bunların hepsinin içinde bulunan gelgitli kişidir. Tutum ve davranışlarıyla güven sarstığı gibi düşünceleri ve görüşleriyle de “ne olduğuna, kim olduğuna ” bir türlü karar verilemeyen, kişiliği bir türlü anlaşılamayan okur yazar ya da görevli biridir.

Gerçek Aydın.,

Gerçek aydın, ahlaklı, adaletli, anlayışlı, çalışkan, özverili ve yürekli bireydir. Toplumuna karşı ödevlerini yüksünmeden ve bir beklentisi olmadan 
yerine getirir. Kültür, sanat, spor, iş dünyasında ya da yasal bir görevde olsun, kendinden başkasını düşünen, bilinçli ve çalışkan halk önderidir. 
Bilgisiyle ışık saçar, nitelikleriyle örnek olur. Yaşamda değer taşıyan, saygın insandır. Kiralanmaz, kullanılmaz, kışkırtılmaz, dönmez ve aldatmaz.

Okuma yazma bilen, diplomalı, iş, makam sahibi, görev ve yetki ile donatılmış, yöneten, öğreten herkes aydın olamaz. Günümüzde düş kırıcı, yanıltıcı, üzüntü ve tiksinti verici yansımaları yaşam biçimi ve ilişkileriyle karşılaştığımız kendini aydın sananlarla aydın sanılanların sesi çok çıkmaktadır. Ne yazık ki gerçek aydınlar daha çok suskunluk içindedir. Kırgın oldukları da gözlenmektedir.

Görünen İzlenen., 

Aydınlarımız alanı boş bırakınca sözde aydınlar ortaya çıkıyor. Aydınlarımızın kopukluğu, dağınıklığı, birleşme ve dayanışmadan uzak kalışları 
sorunun temelidir. Güç oluşturmayı, etkin duruma gelmeyi beceremiyorlar. Yalnız birbirlerine değil, kendi kendilerine de karşılar. 
Küçük nedenlerle tartışmaları kavgaya, ayrılığa dönüşüyor. Bencil davranışları toplumsal yapımızı karartıyor, yıkıyor. 
Seçimlerde anlaşma sağlayamıyor, bölünüp istenmeyenlerin kazanmasına neden oluyorlar. Çekingen davranmaları, aralarında korkak, tembel, 
ikiyüzlü kimselerin girmesi “pısırık, gösterişçi, rozetçi, palavracı” gibi suçlamalara yol açıyor.

    Sözde, sahte aydınlar yasal toplantılara gelmezler, sonuç, istenmeyenlerin olur. Gelir, Çizelgeye imza atar, giderler. 
Katılıp olumlu sonuç alınmasına yardımcı olmazlar. Görüş açıklamaktan kaçınır, açıklayanları da eleştirirler.
Meslek kuruluşlarına, derneklerine, vakıflarına ödentilerini düzgün ödemezler. Biriken i istenilince de ayrılırlar. 
    Oysa eğlenceye, içkiye, oyuna, başka giderlere para ayırırlar. Görevden kaçarlar, yükselme, para, gezi olanağı varsa hemen katılırlar.

Üstelik “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” sözünü anımsatırcasına kendi kusurunun özrünü dileyecek yerde karşısındakini suçlayarak sıyrılmaya bakar. 
Alıngandır, hırçındır, öfkelidir. Kendini beğenir, çabuk küser. Uzlaşmacı, uyumlu değildir. Her şeyi daha çok başkalarından bekler. 

Dinlemez, söylenir, sürekli konuşur. Halkı aldatır, çevresini usandırır, yorar, daraltır.

   Cemaat, tarikat, aşiret ilişkileri içinde olanlar hiç sormadan varlıklarını Okyanus ötesine aktarır, ne istenirse verirler. 
Onlar ekonomik, siyasal alanda ağlarını örerken sözde aydınlar kaçış sayılacak tutarsızlıklar içinde zararlarını yoğunlaştırırlar. 
Bu nedenle, hiçbir yeterliği olmayanlar dinlenir, sayılır, güçlenir, siyaseti bile yönlendirir. 
Niteliklerin değeri bilinmez. Yayılan ve yakınılan, aydınların karanlığıdır. Atatürkçülükte birleşemeyen aydınlar bu durumun kanıtıdır. 

   Sözde aydınların yalanlar, yakıştırmalar ve iktidara yaranma çabasıyla Atatürk' e saldırıları aymazlık ve nankörlüğün ibretlik örnekleridir. 

Tarihçi geçinen kimi kadın ve erkek sözde aydın, güncel siyasetin içinde bu çirkinliklerle ad yapma çabasındaki zavallılardır.


https://www.sozcu.com.tr/2012/yazarlar/yekta-gungor-ozden/sozde-aydinlar-102009/


***

GÖRÜNEN KÖY,

GÖRÜNEN KÖY,



Yekta Güngör Özden: 
– Sözcü Gazetesi 
yektagozden@sozcum.com
12 Şubat 2015 



     Sözde kalan demokrasimiz, yeni cumhurbaşkanı ile yeni başbakanın başını çektikleri adalete, hukuka, yargıya aykırı tutum ve davranışlarla amaçlanan 
dinsel ağırlıklı bozuk düzene sürükleniyor. Yıldız Teknik Üniversitesi “İkinci Abdülhamit Uygulama ve Araştırma Merkezi'' kuruyor, İstanbul AKP Gençlik Kolları kızıl sultanı ölümünün 97. yılında anma etkinliği düzenliyor. 

    İktidar yetkilileri, PKK ile görüşmeleri Kandil ve İmralı üzerinden yürütürken Oslo toplantısının baş aktörü AKP'den milletvekilliği adaylığına soyunuyor. 
Cumhurbaşkanı da “Uluslararası ortamda cemaatin yaptığını PKK bile yapmadı'' diyor. “Çözüm süreci mutlaka başarıya ulaşacak'' diye haykıran şimdiki başbakan, konumuyla bağdaşmayan konuşma içeriğindeki sertlik ve çirkinlikle seçim okşamalarını sürdürüyor. Devlet kadrosunun parti militanlarıyla dolduğunun yeni bir göstergesi, iktidar partisinden adaylığını koyan bürokrat kafilesi… Siyasi Donkişotların at koşturduğu ortamda gerçek demokrasi için umut ışıkları bir türlü yanmıyor.

İnat

İktidar, dayatmalarını yaşama geçirmek için inadında direniyor. İç Güvenlik Paketi bir bomba tasarıdır. Tehlikelerini, demokrasiye, Anayasa'ya, hukuka 
aykırı, polise ve yönetime öngördüğü yetkilerle yargıyı dışlayan, etkisizleştiren, diktaya olanak içeriğiyle özetleyen Türkiye Barolar Birliği ve İstanbul, Ankara, İzmir Baroları toplumu uyarmak için ayaktalar. Yalnız büyük barolar değil, Türkiye Mimar Mühendis Odaları Birliği, ilerici, bağımsız sendikalar, bağımsız medya kesimi de iç karartan, kötü olasılıklarla çekindiren yeşil-kara paketten yakınıyor. Orantısız cezalar, iktidar buyruğunda yargı, yönetime açılan yetkilerle hukuk devletinin gömütü hazırlanmaktadır. Siyasette hukuksuzluk inadı, bir tür intihardır.

Gezgin cumhurbaşkanının “Yeni Anayasa ve başkanlık sistemi'' öneri ve çağrılarıyla başbakanın demokrasi açılımı, 2015 genel seçimlerinde nitelikli 
çoğunluğu sağlarlarsa Anayasa'dan “Türk, Atatürk, devrim, Atatürk ilkeleri, laiklik, bağımsız yargı'' kavramlarının çıkarılacağı kuşkusuna neden olmaktadır. 
Önceki cumhurbaşkanlarını TBMM seçiyordu. Meclis'i halk seçmemiş gibi şimdiki cumhurbaşkanı için “Halkın seçtiği'' nitelemesi yapılıyor. “Doğrudan seçim'' o 
kadar. Öncekiler de halkın seçtiği cumhurbaşkanları idi. Kenan EVREN de 1982 Anayasası'nın halkoylamasıyla cumhurbaşkanı oldu.

Kabadayılık

Bay Recep Tayyip‘in başbakanı, elindeki yetki gücü, siyasal konumu, yasama çoğunluğu desteği, olanakları ve koruma ordusuna dayanarak gürlüyor. Devlet 
kuran CHP'ye yakışıksız suçlamalar yönelterek yüklenirken Atatürk ve İnönü‘yü karalayarak haddini aşıyor. Oysa döneminde artan sakıncalı olayları unutuyor. 
Silahlı kuvvetler ile kolluk güçlerinin özellikle Güneydoğu'da nasıl tutuk-tutuklu durumunda olduğuna değinemiyor. Bakanlığı zamanında bozulan dış 
ilişkilerin günümüzdeki sıkıntılı boyutuna hiç yaklaşamıyor. 

27 Mayıs mağdurunun çocuğu duygusallığıyla değerini anlamadığı, bilmediği  27 Mayıs'a saldırdı.

Son belirtiler

Anayasa ve yasa değişiklikleriyle kan yitiren hukuk devletiyle yargı bağımsızlığına iktidarın indirdiği darbeler ürünlerini vermektedir. Hakimler ve 
Savcılar Yüksek Kurulu'nun önceki 800'ü aşan atama kararnamesinden sonra önceki Kurul üyelerine ilişkin son cezalandırma sayılan atamalarını Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay Başkanlığı seçimleri izledi. Adalette, hukukta ve yargıda AKP döneminde olanlar, hiçbir dönemde izlenmedi. Son seçimlerde şimdiye kadar görülmemiş yandaşlık, grup oluşumu ve siyasal etki tartışmaları yaşandı. 

Önceleri tümüyle kişisel nitelikler bağlamında geçen seçimler siyasal, partisel, örgütsel, değişik ilişkiler gölgesi altında geçiyor. Yargı için yaşamsal koşul, 
olmazsa olmaz meslek gerekleri, yansızlık gözardı ediliyor. Yargının kuşkuyla güven vermesi olanaksızdır. Siyasete dayanan ve siyaset yapan ne yargıç olur ne de yargı. Ele geçirilen yargıda “kriz'' giderek büyüyeceğe benziyor.

Cumhurbaşkanı'nın Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'na yönelik baskıları ortada. İktidarın hukuku yasayla çiğneme alışkanlığının yeni çıkışı, 23 değişik yasada değişikliği getiren 132 maddelik İç Güvenlik Yasa Tasarısı ortada. Ülkenin ve halkımızın durumu ortada. Gerekenlerin ve yaraşanların tersi yapılarak karanlığa çağrılar seslendiriliyor. Olanlar yine Türkiye'mize oluyor.

http://www.turksolu.org/58/

https://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/yekta-gungor-ozden/gorunen-koy-2-740649/

***

Demokrasi Kahramanlığı, Demokrasi Masalı, Gerçek Demokrasi,

Demokrasi Kahramanlığı, Demokrasi Masalı, Gerçek Demokrasi,




Demokrasi Masalı
Yekta Güngör Özden
Arka Kapak Yazisi:



Demokrasi siyasal bir oyun ya da siyasal bir müsamere değildir. Odağında insanın bulunduğu, insan haklarını en yüksek düzeyde yaşama geçiren bir yönetim biçimidir. İnsanın değeri bilinmiyor ki hakkına saygı olsun. Herkese göre, partilere göre bir demokrasi var. Öyle ki ayrımcılık ve bölücülük terörle dayatmalarını sürdürebiliyor. Etnik milliyetçilik demokrasiye dayanarak terör örgütünü destekleyip onun desteğiyle azgınlıklarını sergileyebiliyor. Bir "sürü" anlayışıyla insanları yönetenlerin siyasal çobanlığındaki düzen asla demokrasi olamaz.
Kimse kimseyi kandırmasın. İnanç sömürücülerinin elinde, liboşların kaleminde, döneklerin dilindeki demokrasi gerçekten yapaydır. Halk parayla, değişik sunumlarla avutulup dinle uyutulmaktadır. Yıllardır aradığımız, kavuşmaya çalıştığımız demokrasi ufukta görülmemektedir. Yurdun kurtarılması, ümmetten ulus oluşturulması, yurttaşın devletin sahibi kılınması, namusunun ve onurunun korunması bağlamında temelini Atatürkçü düşüncenin oluşturduğu cumhuriyeti bırakıp "İdeolojisiz Anayasa" ve Türk ulusu ile Türklüğü dışlayan bir yapı demokrasi olamaz. Nerelerden nasıl bugüne geldiğimizi, korumak zorunda olduğumuz değerleri atarak demokrasi kuramayız. Yıllardır demokrasi masalıyla oyalanıyoruz. Umut çiçekleri bakalım nasıl açacak?.. (416 Sayfa)

Gerçek demokrat, insan haklarından üretilen hukukun üstünlüğünü içtenlikle benimseyen, hak ve özgürlükleri bu çerçevede kullanıp geliştirerek güçlendiren, yaşamın her alanını her zaman...


www.turkkitap.de , 
Türk Kitabevi / Araştirma Serisi.
Yazar: Yekta Güngör Özden
Yayın evi: Ileri Yayinlari


http://www.turksolu.org/65/


***

Gerçek Demokrasi,

İnsan hak ve özgürlüklerinin hukuksal güvencelere bağlı olarak en görkemli yaşama alanı olan demokrasiyi sözde ve biçimsel kılan tutum ve davranışlar, siyasal bozukluklardan kaynaklanmaktadır. Bireylerin ulusal dayanışma, toplumsal barış ve geleceğe açılım yönünden başlıca dayanağı olan demokrasi, anlayıştan uygulamaya uzanan geniş bir alanda içtenlikli, ilkeli, çağdaş, ahlâklı ve gerçekçi çabalar ister. Toplumcu anlayışın siyasal bağlamda yaşama geçme yöntemi sayılan demokrasinin haklar ve özgürlükler için siyasal açılımların en hoşgörülüsü olduğu gerçeğini herkes paylaşmakla birlikte uygulamada tersini yansıtan durumlar değişik oluşumlarla izlenmektedir.
Bencillikten ve ilkellikten kurtulamamış kimi yöneticilerle çıkarcı ve partizan kimilerinin doğasını bozduğu demokrasi, bir aldatmaca olarak toplumların üzerinde baskı kurmakta, hukuksal yapının gerçeğiyle hiçbir ilgisi olmayan tutum ve davranışlar, adı söylenmekten çekinilen diktatörlük (despotizm) olarak ağırlığını artırmaktadır. Adında “Cumhuriyet-Demokrasi” bulunan kimi yönetimlerin kişisel egemenlik kurumu biçiminde sürdüğü dünya gerçekleriyle ortadadır.
Her yönden tam eşitlik, ulusal egemenlik, ödünsüz hukuksallık, bağımsız yargı, yönetimin hesap vermesi, üniversite özerkliği, ana damarlar olarak demokrasinin varlık nedenidir. Açıklık, yaşamsal güvencelerle kişisel ve toplumsal açılımlar, hak ve özgürlükler. Hepsinin disiplin ve düzenle değişik renkli varlığı sömürüye, kötüye kullanmalara ve her tür diktaya karşı toplumsal istenç (irade).
“Orta demokrasi, yarım demokrasi, gölgeli demokrasi, Batı demokrasisi” gibi değişik nitelemelerle demokrasi ayrımlarının yapıldığı, demokrasiye kıyılan yerlerde demokratlık savunmasının yapıldığı gözetilirse kavramda birleşmenin güçlüğü daha iyi anlaşılır. Önemli olan yaşanan durumdur.

DUYARLILIK,

Açıklık, saydamlık, gerçeklik demokrasinin niteliğinin olmazsa olmaz öğeleridir. Bu bağlamda özellikle yönetime gelmek isteyenlerle yönetimde olanların halka, seçmene kendilerine ilişkin bilgileri çekinmeden vermeleri gerekir. Seçmen, oy isteyenlerle ilgili bilgi edinmeli bu yolla oy vereceği kimseleri uygunlukla belirlemelidir. Adayların kimlik ve kişiliklerine ilişkin doyurucu bilgi edinmek her seçmenin en doğal hakkıdır. Yurttaş, yöneticileriyle övünmese bile onların durumundan yakınmamalı, sıkılmamalıdır. Türklüğün ve kürtlüğün kimilerince bir tutulduğu ortamda gerekli bilgilerin alınması ulusal yaşam yönünden yararlı olur. Yanlış bilgilerle yanlış kanı taşınacağına gerçek durumu bilmek en doğrusudur.
Demokrasinin beşiği sayılan Atina'da AKP genel başkanının Yunanlı yöneticilerle tartışmasında Ege adaları acaba konuşuldu mu? RTE'ın “Lozan'ın güncelleşmesi” sözünün “tam uygulanması” olarak algılanması gerekir. Trakya'daki soydaşlarımıza ilişkin haklı eleştirisi Yunanlı yöneticileri güç duruma düşürdü.
İktidarıyla muhalefetiyle Türkiye'nin, Kudüs'le ilgili ABD kararına karşı çıkması da siyasal yönden olduğundan fazla insan hakları yönünden de örnek bir uyum ve birlikteliktir. Atatürk'ün 1937'de “ Burada yabancı bir oluşuma olur verilemez. Her şeyi altüst eder” sözü anımsanmalıdır.

Bu arada Diyanet İşleri'nden yansıyan boşanmaya ilişkin açıklama, çağdışı bir görüşü içermektedir. Okullarda din dersi önerisiyle yaygınlaşan akıl-inanç çelişkisi yeni olumsuzlukların, yeni sorunların habercisidir.

BİR KEZ DAHA

And, en bağlayıcı, en onursal, en düzeyli, en güçlü ve en sorumlu kılıcı sözveridir. ATATÜRK 1919'da “And, kutsal bir söz vermek demektir. Namus sahibi olan bir kimse verdiği sözden dönemez” demiştir. Yürürlükteki Anayasa'nın 103. maddesi gereğince cumhurbaşkanının göreve başlarken içtiği and da ayrıntılı içeriğiyle bu anlamdadır. Cumhurbaşkanı bu açık gerçeği asla yadsıyamaz, gözardı edemez. Bu tartışmasız ve kesin bağlayıcılıkla parti genel başkanlığının bağdaşması, ağır bir aykırılıktır. Anayasa'daki tarafsızlığın tersine konum, grup toplantılarına katılma, karşı partilere saldırı, toplumda ayrışma ve karşıtlıkları kışkırtan tutum ve davranışlarla konuşmalar, demokrasiyi sözde bırakan siyasal olumsuzlukların yoğunlaşmasıdır. Böylece Anayasa çiğnenmektedir. Gerçek demokrasi, gerçek hukuk devletidir. Gerisi, sözden öteye gitmez, geçmez.

https://www.koseyazisioku.com/sozcu/yekta-gungor-ozden/11-12-2017/gercek-demokrasi


***

Güleriz Ağlanacak halimize.,

Güleriz Ağlanacak halimize.,


Yekta Güngör Özden, 

05 Ekim 2009

Osmanlı dönemine ilişkin, vergiden bunalan ve yakınan halkın ağlayıp sızlandığını ileterek çözüm buyruğu bekleyen yöneticilere Padişahın “Gülünceye kadar zamları sürdürün” dediği fıkra olarak anlatılır. Çelişkilere, aykırılıklara, haksızlık, adaletsizlik, yolsuzluk ve değişik yöntemsizliklere karşın halkın suskunluğu, tepkisizliği ve ilgisizliği yakınmaları giderek artmaktadır. Halkın direnme hakkı bilincinin bu konuda bilgisi olmasına bağlıdır. Çektiklerine, yaşadıklarına karşın suskunluk bir yana, tam tersine iktidara oy verme gerçeği somut biçimde ortadadır. Aldatma, avutma, armağan ve yeşil kart dağıtma, atama, yer değiştirme, değişik sömürüler, partizanlık ile siyasal oyunlar demokrasiyle bağdaşmayan durumlara neden olmaktadır.

Bıkkınlık, suskunluk, donukluk, yılgınlık, tembellik, umursamazlık, korkaklık sayılacak tutum ve davranışlarla sarmalanıp gidiyor. Eğlence yerleri dolup boşalıyor, eğlence izlenceleri ekranlardan dolup taşıyor, gazete ve dergilerin sayfaları magazin haber ve fotoğraflarıyla süsleniyor, sorunlar, çözüm önerileri, bilim, eğitim, hukuk, güvenlik, sağlık, iş sorunlarına ilgi geride kalıyor.

Yaşanan olaylar karşısında dudak büküp geçmekten, omuz silkip uzaklaşmaktan başka bir şey yapılmıyor. Sesini çıkaranlar, çıkaracağı sanılanlar karakollara itilip kakılarak götürülüyor, sesini çıkarması beklenenler ne yapacağı şaşkınlığıyla düşünceli, tasalı dolaşıyor. Ergenekon olayları için “Acıklı komedi” eleştirisini yazabilen, karşı çıkan kişi ve kuruluşların sayısı yanında medya tetikçisi destekçilerinin tutumu insanlıktan tiksindiriyor. DTP’liler Anayasa kuralına, mahkeme kararına karşı çıkıp ifade vermeye gitmiyor. Diyarbakır sokaklarında yabancı yıkıcıları da alan kürtçü kadınlar PKK ve Apo taşkınlıkları yapıyor. DTP’liler anayasa değişikliğiyle ayrıcalık istiyor. Sonra daha çok bölücülük ve karıştırıcılık yapacaklar.

Daha önce çağrı yazısı gerçek dışı bir nedenle geri çevrilerek Anayasa çiğnendi.

Kürtçülerden başkasına böyle yapılıyor mu?

Anayasal güvenceye bağlı Türk dili için ödünler isteniyor. Türk abc’sine bağdaşması olanaksız harflerin eklenmesi için baskı yapılıyor. Huzur Partisi’nin programındaki bu kalkışması nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nce kapatıldığı unutuluyor. Çocuklar yitiyor, bulunamıyor. Konumları ve görevleri nedeniyle inanılmaz suçlar işledikleri savlanan kimselerin tutuklanmaları izleniyor. Dere yataklarına konut yapılmasına olur veren yöneticilerin neden oldukları sorumluluklar iktidarda olmaları nedeniyle soruşturulamıyor. Açılım adıyla tasarladığı ve anayasa değişikliği gerektirdiği anlaşılan girişimlerin karşılaşılacak tepkilerle muhalefet desteği alınamaması nedeniyle yasa düzeyinde düzenlemelerle sınırlanacağı sanılıyor.

Üniversitelerin açılışında siyasal yandaşlıklar seziliyor. Açılış konuşmaları ve dersleri için çağrılanlar bu izlenimi uyandırıyor. Üniversite öğrencilerine “üniversite kavramı ve özerkliği” konularında yeterli bilgi verilmemesi onların üniversiteyi bir yüksek okul, nitelikli lise türü eğitim kurumu algılamalarına neden oluyor. Gereksiz fahri doktoralar, sunumlar ve yandaş rektör atamalarıyla niteliği bozulan üniversitelerin demokratik yaşam için öncülük ve yükümlülükleri yadırganıyor. Olağan tutumları Cumhurbaşkanı bile sakıncalı bularak eleştiriyor. PKK’lılara ve yandaşlarına gösterilen ilgi, yararlanmaları düşünülen kolaylıklar başka şüphelilerden ve sanıklardan esirgeniyor. Hukuk dışı dinleme ve izlemeler, ilgisizliklere ilişkin bilgi ve kâğıtların iddianamelere eklenmesi, yandaş medyaya gizli anlatımların sızdırılması sürüyor.

Dinsel bayramlardaki parasız taşımaların Cumhuriyet Bayramı için de uygulanıp uygulanmayacağı merak ediliyor. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin anlamsız Bahçelievler 7. Cadde Sormacası ile Ankara yollarını çirkinleştiren metro istasyon yerlerinin yıllar süren yapımı bir türlü tamamlanıp yollar yürüyüşü güçleştiren durumdan kurtarılmıyor. Ayrıcalıklı, yanlı işlemler ceza niteliğinde uygulanmaktan çekinilmiyor. Gereksiz soruşturmalar, uzayan dâvalar, aklanması büyük olasılık taşıyan kimselerin cezalandırılması biçiminde gereksiz tutuklamalar kaldırılmıyor. Ücretler ve tüketim nesneleri için tersine uygulanan zamlarla milletvekili ödenek ve yolluklarına eklenen olanaklara siyasetçiler aldırmıyor. Hastane kapılarıyla adliye koridorları, karakol bahçeleri ve üniversite çevreleri ilgili kalabalıklarla taşıyor. Daha neler neler… Ağlamalar kahkahalara dönüşüyor.

ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet Acar’ın üniversitesinin açılış konuşmasında nedenlerini belirttiği endişesine çok kimse katılıyor.

Nasıl dönüşmesin? Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu’nun özürlülerin iyileştirilmesinde ilâhi, ibadet, dua, estetik, sanat türü öğeleri içeren manevî bakımı önerdiği yazıldı. Orta vâdeli programı açıklayan Devlet Bakanlarından Babacan ekonominin önünü açmak için yargı sisteminde zorunlu reform istendiğini açıkladı. Yargının önlediği aykırılıklardan vazgeçecekleri yerde bildiklerini okumak için yargı engelini hukuku bozarak aşmaya çalışıyorlar.

Siyasetin dar ve geniş anlamlarını, görev nedeniyle değinilmesi zorunlu olan konulara ilişkin açıklamaların, öneri ve dileklerin siyaset yapmak olmadığını bilmeyenlerle bilmek istemeyenler, tutumları ve yandaşlıkları belirgin olan kimileri Genelkurmay Başkanı’nın son güneydoğu gezisinde ağalık düzeni, siyasal sömürüler konusundaki sözlerini aykırı görüp suç duyurusunda bulunmuşlar. Güler misiniz, ağlar mısınız? Demokratlık maskesiyle asker düşmanlığı.

Parklarda, deniz kıyısında, bahçede, yolda kız-erkek arkadaşlığını aykırı görüp sataşanlar, kavga çıkaranlar arttı. “Mahallenin namusu”nu yanlış ve sakıncalı biçimde algılayan bağnazlar Türkiye’nin onurunu gölgeliyor.

Kültür ve Turizm Bakanı, iktidarlarının yaptıklarını “Atatürk ilkelerinin söz olmaktan çıkarılıp gerçek olması süreci” diye savunmuş, ilkeleri yıkarak gerçekleştirme yeni bir siyasal yöntem(!) olsa gerek. Atatürk, Atatürkçülük ve cumhuriyet karşıtlığına ilişkin kalkışmaları görmeyen Bakanın kültüre ve turizme ilişkin görüşlerine nasıl güvenilir? Nasıl Atatürk’le AKP’yi bir tutar?

İstanbul’a yapılması düşünülen 3. Köprü nedeniyle Başbakan projeleri inkâr ederken Belediye Başkanı itiraf etti. Başbakan bir konuşmasında 1. ve 2. köprüye karşı çıkanların “utanmadan ve sıkılmadan bu köprülerden geçtiklerini” söyledi. Konuşma düzeyi ayrı, bir de yurttaşlara köprüya yasak sayan anlayışa bakınız. Karşı da çıksanız yapılan köprüden niye geçmeyeceksiniz? Herkese açık değil mi?

Papa’nın lâikliğini “pasif lâiklik” diye övüp savunanlar türedi. Türkiye lâikliğinin değerini bilmeyenlere ne denilse yararı olmaz. Yanaştıkları yerlere yaransınlar, kına yaksınlar.

Hukuksuz düzenlemeler, Ergenekon ağına takılanları tanıyıp onlarla konuşmuş olmanın gözaltına alınıp tutuklanma nedeni sayılması ürperticidir. Bir emniyet müdürünün bu yolda açıklaması ve ana muhalefet liderinin doğrulayıcı eleştirisi hukuksuzluğun boyutlarını göstermektedir. Hukuksuz kalmak hukukçuların suçudur.
Kitap

Gazeteci Özdemir Kalpakçıoğlu’nun “Galatasaray’da Bilinmeyenler” adlı kitabı Galatasaray Spor Kulubü’nü sevenlerin okuması gerekli önemli ayrıntılar içermektedir. Gerçek bir Galatasaraylı’nın değerlendirmelerinin Kulübün geleceği için yararı açıktır. Öneririz.

Yekta Göngör Özden



http://www.turksolu.org/67/


***

17 Nisan 2020 Cuma

AKP Devlete Karşı,

AKP Devlete Karşı, 


Yekta Güngör Özden, 


Yekta Güngör Özden’den yeni açıklama.,
...Yekta Güngör Özden Bölücü ve yıkıcılara ulusal dayanışmayla karşı koyacağız! 

Yekta Güngör Özden, Cemaat Yöneticilerinin ve Cemaat Okullarında okuyan öğrencilerin 1995 yılında Genelkurmay Karargahı’na gerçekleştirdiği ziyarete 
dair bir açıklama yaptı.

10.09.2016 09:39 

Yekta Güngör Özden, Cemaat yöneticilerinin ve Cemaat okullarında okuyan öğrencilerin 1995 yılında Genelkurmay Karargahı’na gerçekleştirdiği ziyarete dair bir açıklama yaptı. Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Özden, Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ile yapılan o görüşmede aracı olmuştu.

Odatv 2 Eylül tarihli haberinde; aralarında Nurettin Veren’in de olduğu dönemin Cemaat yöneticilerinin ve Cemaat okullarında okuyan öğrencilerin 1995 yılında Genelkurmay’a gerçekleştirdiği ziyaretin perde arkasını yazmıştı. “O gün karargaha gelen Cemaatçileri karşılayan isim Hulusi Akar mıydı” başlıklı haberde; Cemaat ekibinin dönemin AYM Başkanı Yekta Güngör Özden’i ziyaretinden hemen sonra Genelkurmay’a gittiğini yazmış ve bu görüşmenin organize edilmesinde Özden’in rolü olduğu iddialarını sayfaya taşımıştı. Yekta Güngör Özden Odatv’ye yaptığı açıklamada; Genelkurmay Başkanlığı ziyaretinin kendisinin telefonuyla gerçekleştiğini doğrulamış ancak kendisine ziyarete gelenlerin Cemaatçi olduğunu bilmediğini, kendilerini böyle tanıtmadıklarını belirtmişti. 

“ATATÜRK'TEN BAŞKA KİMSENİN YOLUNDA VE İZİNDE DEĞİLİZ”

Yekta Güngör Özden yandaş medyanın bu olaya dair iddialarına, Sözcü gazetesindeki köşesinden de yanıt verdi. Özden “Açıklama” başlıklı yazısında “Fetullahçılara her istediklerini verenleri, onlarla birlikte olanları, fotoğraf çektirip toplantılara katılanları, onları devletin her organına ve birimine yerleştirenleri bırakıp bana ve Sayın Karadayı'ya anıştırma (ima) yoluyla sataşmalarının çirkinliği, terbiyesizliği ortadadır” dedi.  

Yekta Güngör Özden’in ilgili açıklaması şöyle:

“Son günlerde iktidar yandaşı medyada olur olmaz anlatım ve yakıştırmalarla SÖZCÜ Gazetesi'yle yazarlarına yönelik gerçekdışı savlar ileri sürülmektedir. Kötülük ve kıskançlık belirtisi yayınların hepsine yanıt vermek gereksiz olduğu gibi onları ciddiye almak izlenimi de uyandırır. Ancak, okurlarımıza saygı gereği gerçekleri özetleyip yalakaların yalanlarına üzülmemeleri amacıyla bu kısa açıklamayı yapıyorum.

Aradan 20 yıldan fazla zaman geçti. Anayasa Mahkemesi Başkanlığım sırasında bir kurum, kişi ve yapılanmadan söz edilmeden başarılı öğrencilerin ziyaret isteğini ileten ricâda bulunulunca anlayış göstererek çocukları kabul ettim. Kendilerini kutlayarak çalışmanın, öğrenmenin önemini anlatarak gelecek için iyi dileklerde bulundum. Hiçbir kişinin adı geçmedi. Zaten bana mektuplar gönderen, görüşme isteğinde bulunan, değişik yollar deneyen Fetullah Gülen'e olanak tanımadığım için Samanyolu TV'de “Anayasa Mahkemesi Başkanı da kendini bir şey sanıyor” diyerek olumsuz tepkisini açıklamıştı. Kendisiyle görüşmüş, tanışmış, konuşmuş değilim. 

  Çocuklar ziyaret sonrasında Genelkurmay Başkanıyla görüşme isteklerini açıklayıp aramamı ricâ ettiklerinde kendilerini kırmadım. Sayın İsmail Hakkı Karadayı da incelik gösterip kabul etti. Oraya gittiler.

Fetullahçılara her istediklerini verenleri, onlarla birlikte olanları, fotoğraf çektirip toplantılara katılanları, onları devletin her organına ve birimine yerleştirenleri bırakıp bana ve Sayın Karadayı'ya anıştırma (ima) yoluyla sataşmalarının çirkinliği, terbiyesizliği ortadadır.

28 Şubat, irticaya karşı önlemler alınması kararlarıyla tanınıyor. 28 Şubatçılar gerici olamaz. Benim değişmeden, ödünsüz Atatürkçülüğümü beni tanıyan herkes bilir. Asker-sivil Atatürkçülere iftiralar, güneşin balçıkla sıvanmayacağı gibi asla tutmaz. Hiçbir namuslu, şerefli insan bizi karalayamaz, suçlayamaz, lekeleyemez. Bize toz konduramaz, çamur atamaz. Yaptıkları kendi alınlarına ve yüzlerine yapışır.

FETÖ'cülerle birlikteliklerinin “canciğer kuzu sarması” yapısının yol açtığı kötülükler ortadadır. Bunları unutturup silmeye çalışan döneklerin madrabazlıkları ahlâk bunalımını düşündürmektedir. ATATÜRK'ün adını anmayan, O'na saldıran paslı dillerden ve kirli kalemlerden başka şey beklenemez. Düzeysizliğin ölçüsüzlüğü yazılarında ve sözlerinde sırıtmaktadır. Toplumsal karışıklığın bağnaz yobazlarıyla kışkırtıcılarını sorup araştırmadan gelişigüzel yazanları nefretle kınıyorum.

Kişilikli, karakterli, onurlu, terbiyeli, ahlâklı, dürüst ve saygın hiçbir insan SÖZCÜ'yü ve bizi hedef gösteremez, aşağılayamaz. Kötülükler, yalanlar ve oyunlar sahiplerinin kişilik belgesidir. Ulusal varlıklarımızın ve değerlerimizin özeti ve simgesi olan, yaşamsal ilkelerine yürekten bağlı olduğumuz kurtarıcı ve kurucumuz ATATÜRK'ten başka kimsenin yolunda ve izinde değiliz, kimsenin adamı değiliz.

Kervan yürüyor.”

Odatv.com

http://www.turksolu.org/30/

***

TÜRKSOLU'nun Değerini Anlamak,

TÜRKSOLU'nun Değerini Anlamak,




Yekta Güngör Özden



TÜRKSOLU DERGİSİ 100. SAYI  ÖZEL DEMEÇ,

06.02.2006

Atatürkçüler her zaman gençtir ama “Genç Atatürkçü” olmak ayrı bir niteliktir. Ülkemizin giderek artan olumsuzluklarına karşın yoğun bir uğraşa giren Genç Atatürkçülerin sorunların üstesinden geleceklerine ilişkin umudum başarılarına tanık oldukça güçlenmektedir.

Bu genel gönünüm yanında özelde TÜRKSOLU Gazetesini yayımlayan Atatürkçü gençleri hiçbir yılgınlık göstermeden çabalarını inançla sürdürdükleri için beğeniyle izliyor ve elimden geldiğince desteklemeye çalışıyorum.
Türk Devrimi’nin kaynağını oluşturan Atatürk ilkelerini ödünsüz koruma görevini yurttaşlık ve insanlık borcu sayarak özveriyle yayımını sürdürdükleri TÜRKSOLU gazetesinin 100. sayısına erişmesini mutlulukla karşılıyor, hepsini yürekten kutluyor, gelecek için en iyi dileklerimi yineliyorum.

Sorumluluk bilinciyle dokunan kişilik, ulusal konulardaki duyarlık ve özenle saygınlık kazanır. Lâik Türkiye Cumhuriyeti’yle kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e yönelik kötülüklerle savaşırken gereksinim duyulan medya gücünün büyük ölçüde bağımsızlığı gözetilirse bağımsız, nitelikli, yürekli ve gerçekten Atatürkçü TÜRKSOLU’nun değeri daha iyi anlaşılır. Karşıtlarının değişik nedenli sömürüleriyle suçlamalarını ve karalamalarını büsbütün boşa çıkarmak için titizlik göstererek çalışmak geleceğin güvenceye alınması ve yarınlara daha güçlü çıkmak demektir. Sorumluluğu artan gazetenin önemli bir boşluğu doldurması Atatürkçüleri sevindirmektir.

“Nice yıllara daha güçlü, daha etkin, ve daha yaygın!” diyerek kutlamamı yineliyorum.

Sevgiyle.


 http://www.turksolu.com.tr/100/ozden100.htm


***

Kur'an'da Başörtüsü yok, Refah Partisi'nin Kapatılması doğruydu...

Kur'an'da Başörtüsü yok, Refah Partisi'nin Kapatılması doğruydu...



Yekta Güngör Özden: Kur'an'da başörtüsü yok, Refah Partisi'nin kapatılması doğruydu...



Anayasa Mahkemesi Onursal Başkanı Yekta Güngör Özden, “Özel yaşamımda olsun, devlet görevinde olsun yaptıklarımdan hiçbir pişmanlık 
duymuyorum. Başörtüsünün üniversitelerde kötü niyetli kullanılmasına karşıydık. Sokaktaki başörtüsüne karşı olduk mu? 
Kur’an-ı Kerim’de tesettür ve başörtüsü ile ilgili ayet yok.” şeklinde skandal sözler sarf etti.

Gündem 30 Ekim 2019 
Çarşamba 02:15 

28 Şubat sürecinde başkanlığını yaptığı Anayasa Mahkemesi’nde başörtüsü yasağının en ateşli savunuculuğunu yürüten Yekta Güngör Özden, yeniakit.com.tr ’ye dikkat çeken açıklamalarda bulundu. 28 Şubat’ın yasakçı zihniyetini bugün dahi savunan 88 yaşındaki Yekta Güngör Özden, yine başörtüsü yasağını savundu ve özgürlüklerin önünü açan AK Parti hükümetini suçladı. Mehmet Özmen sordu, Yekta Güngör Özden yanıtladı.

"Yanlış bir iş yaptım kanısında değilim"

- Geçmişle ilgili bir pişmanlığınız var mı?

Hayır. Hiçbir pişmanlığım yok. Özel yaşamımda olsun, devlet görevinde olsun yaptıklarımdan hiçbir pişmanlık duymuyorum. Yanlış bir iş yaptım kanısında değilim. Olsa öncelikle ulusumdan, ailemden, kamuoyundan özür dilerim.

"Bülent Ecevit’in 26 sene avukatlığını yaptım"

- Bizi görünce ilk akla gelen, herhalde Akit, neyi soracak bize….Refah Partisi’ni soracak, Milli Görüş’ü soracak….

Sorun...Şimdi tabii davanın yanları olanların duygusal nitelemelerden kurtulmaları olanaksız. Ama dava ile hiçbir kişisel bağı olmayanların, görevi nedeniyle o davada yer alanların kanıları daha objektif olur. O bakımdan ben söylüyorum, baktığımız davalarda yürürlükteki kurallara göre ve dosyadaki kanıtlara göre karar vermekten hiçbir zaman uzak kalmadık. Bugün beni beğenmeyen, benimle araları hiç olmayan iktidar mensupları bile dönüp de ‘Yekta Bey’in döneminde Anayasa Mahkemesi şu kararı verdi, şu yanlıştı’ diye kimse söyleyemiyor. Bu kolay bir şey değildir. Ben 1953’te tanıştığım 1956’da avukatlığını aldığım Bülent Ecevit’in 26 sene avukatlığını yaptım. Benim başkanlık dönemimde onun bize davası geldi, reddettik. O bile bana karşı tutum aldı ama tutup da ‘şöyle şöyle yaptılar’...O kadar objektif davrandık ki biz yıllarca avukatlığını yaptığım insanın bile Anayasa Mahkemesi’nde davasını reddettik. Hakim dediğin insan vicdanını yastık yapar, yatar.

"Refah Partisi için bir milyon para teklif ettiler"

- Vicdanıyla dediniz ama… Refah Partisi’nin kapatılmasıyla ilgili öteden beri ‘Refah Partisi dış güçlerin baskısıyla, talimatıyla kapatıldı’ şeklinde iddia dile getiriliyor. Ne dersiniz?

Hayır efendim. İnanır mısınız, bilmem bizler evimizde, özel yaşamımızda resmi işlerimizi konuşmayız, görüşmeyiz. Hiç kimsenin Refah Partisi ile ilgili bir önerisi, baskısı, etkisi olmadı. Bunu da inşallah yayınlarsınız… Ankara’nın en zengin adamlarından biri beni evimde ziyaretime geldi. ‘Sizi ziyaret etmek istiyorum’ dedi. ‘Buyurun’ dedim, eşiyle evime geldi. Benim rahmetli eşim çay yapmıştı… ‘Ağabey senin resim sergini görmek istiyorum’ dedi. İçeri geçtik. Dedi ki; ‘Ben buraya mahsus geldim. İsmini vermeyeceğim Refah Parti’li Yekta Bey ne isterse vermeye hazırız, bir milyon bile, bu davayı halletsin’ dedi bana. Kendisine ‘derhal eşini alıp evini terk edeceksin’ dedim. Karısına ‘telefon geldi acele gideceğiz’ dedi ve hemen çıktı dışarı. Masadaki pastaları, çayı yarım bırakıp ayrıldılar.

- Bunu ilk kez mi dile getiriyorsunuz?

Evet, ilk kez söylüyorum.

- Kim bu işadamı?

Söyleyemem onu…

- Tanınan bilinen bir iş adamı mı?

Evet, meşhur birisi… Ankara’nın meşhurlarından birisi… Ben emekli olduktan 7 gün sonra parti kapatıldı. Benim zamanımda kapatılmadı. Ben yönetim aşamasında, dinleme aşamasında vardım. Karar aşamasında yoktum. Rahmetli Erbakan’ı ben dinledim, o oturumda vardım. Ben emekli olduktan 7 veya 8 gün sonra Anayasa Mahkemesi yeni başkan Ahmet Necdet Sezer’in yönetiminde kararını verdi.

"Erbakan benim dostumdu"

- Rahmetli Erbakan’la ilgili ne düşünüyorsunuz?

Kendisi benim dostumdu.

- ‘Dostum’ dediniz adamın partisini kapattınız...

Ben kapatmadım. Benden 7 gün sonra parti kapatıldı.

"Söylemler, eylemler RP’nin kapatılmasını haklı gösteriyordu"

- Sizce RP’nin kapatılma kararı yanlış mıydı?

Yanlış da değildi... Bugünün koşullarında o günün anayasa kurallarına ve siyasi parti yasası kurallarına göre eylemler, söylemler ve ortaya gelen olaylar Refah Partisi’nin kapatılmasını haklı gösteriyordu. İddianameye göre konuşuyorum. Ama ben karar aşamasında olsaydım nasıl oy verirdim, onu bugünden söylemem mümkün değil.

- ‘Dostum’ dediniz merhum Erbakan’la ilgili...Nasıl bir dostluğunuz vardı?

Bir araya geldiğimiz olmadı. Şöyle dostumdu benim… Birkaç toplantıda yan yana oturduk: özel bir üniversitenin açılışında. Bir de başkentte açılan bir üniversite açılışının çıkışında ‘oğlum Fatih, gel Yekta Bey’in elini öp’ dedi. Sonra da Fatih’le birlikte bir nikahta karşılıklı şahitlik ettik.

"Bana göre bugünkü iktidarın suyu ısınmıştır"

- Bugünkü Türkiye ile ilgili biraz konuşalım. İçinde bulunduğumuz Türkiye fotoğrafını nasıl ortaya koyuyorsunuz?

Bugünkü Türkiye fotoğrafını bugünkü iktidarın yönetiminde olumlu bulmuyorum. Bana göre bugünkü iktidarın suyu ısınmıştır. Çünkü Türkiye’yi Türkiye olmakta yücelten, yükselten, değerlendiren ve güçlendiren ilkelere karşı bir anlayışın yavaş yavaş yürürlüğe konulmak istendiğini, Türkiye’nin tek adam yönetimine sokulmak istendiğini, bir din devleti özleminin bugünkü yönetimin içinde büyük bir dalga olarak bulunduğu kanısındayım.

"Bunlar din devleti özlemcileri gibi görünüyorlar"

- Yekta Bey, inanın şimdi gülüyorum...İzleyicilerimiz de lütfen bağışlasınlar. ‘Din devleti’ dediniz, 28 Şubat sürecinde ‘irtica’ dediniz... Müslümanlara yönelik şunları, bunları söylediniz… ‘ Din devleti’ hâlâ olmadı.

Olmadı… Bakın ne diyorum… Bunlar din devleti özlemcileri gibi görünüyorlar.

- Ne zararı var?

Dünyanın bu çağında bir devletin ‘din devleti’ olması yanlıştır. Değişik inançta bulunan insanların yaşadığı bir ülkede dinle değil, hukukla yönetilir devlet.

"Cumhuriyet sulandırılmış ve çizgisinde saptırılmış bir durumdadır"

- Yıllar geçti… AK Parti icraatlarıyla sizi bu konuda tatmin edici bir cevap vermedi mi?

Vermedi hayır. Ben AK Parti’nin hiçbir eylemini ve işlevini hiçbir şekilde geçerli ve değerli bulmuyorum. Siyasetçi olmadığım halde söylüyorum bunu, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak söylüyorum bunu. Ben Türkiye Cumhuriyeti’ni Atatürk’ün kurduğu ve özleyerek nitelikleriyle çok üstün çok özel bir duruma gelmesini dilediği ve beklediği bir yapı olarak düşünüyorum. Dinle yoğrulan bir devleti asla gözetmiyorum. Devlet hukuk devleti olabilir, devlet cumhuriyet olabilir. Bugün bana göre cumhuriyet sulandırılmış ve çizgisinden saptırılmış bir durumdadır, açıkça söylüyorum.

" Müslümana ayrı ders, Hristiyana ayrı ders yoktur"

- Müslümanlara yönelik eylemlerden söz ettik. Yüzde 99’u Müslüman olan bir Türkiye Cumhuriyetinde yaşıyoruz ama, onların değerlerine yönelik, başörtüsüne yönelik, inançlarına yönelik birçok saldırı oldu. Bu saldırıların bazı noktalardaki bir parçası oldunuz. Örneğin başörtüsüne karşı çıktınız.

Anayasa mahkemesinin başörtüsüne ilişkin kararını okursanız, bilimsel değerlendirme yaparak gerçeklere yakın durursanız, başörtüsünün üniversitelerde kötü niyetli kullanılmasına karşıydık. Sokaktaki başörtüsüne karşı olduk mu? Üniversitede bilimsel bir alanda kimsenin ırkına, dinine bakmadan herkes dersini verir, dersini alır. Müslümana ayrı ders, Hristiyana ayrı ders yoktur.

" Bilimsel ortamlarda başörtülü gelip gitmenin sakıncasına değindik"

- 28 Şubat döneminde başörtülü öğrenciler üniversitelerde okuyamadı...

Onu söylüyorum, siz beni iyi dinleyin. Bakın Anayasa Mahkeme kararı var. Biz sokaktaki başörtüsüne karışmadık. Bilimsel ortamlarda başörtüsüyle gelip gitmenin sakıncasına değindik. Bilimsel gelişme ve toplumsal barış açısından.

- 2019 yılında da bunu mu düşünüyorsunuz?

Bugün de aynı şekilde düşünüyorum. Başörtüsünü ne amaçla takıyorlar çoğunluğu biliyor musunuz?

- İnancı gereği takıyorlar…

İnancı gereği takmıyorlar, siz öyle diyorsunuz. Çoğu da simge olarak takıyorlar, inandığından falan değil.

- Neyin simgesi?

Dincilik örgütü gibi çalışıyorlar. Din, inanç sömürüsü yapıyorlar. Hepsini demiyorum. Üniversitede ne gereği başörtüsünün? Çeşitli dinlerden öğrenciler yok mu? Herkes istediği gibi mi giyinsin? Olacak şey değil. Hukuk devletleri düzen devletleridir. Onların dinle yönetilmesi, dinle biçimlendirilmesi olanağı yoktur. Bunu iyice bilmek gerekiyor. Bunu bilmeyen de yoktur. Bilimsel yönden karşılanması, her yönden bir arada bulunması, her yönden ders verilmesi ve onlara hiçbir inancı gözetilmeden insanlığın ve bilimin gereklerinin anlatılması zorunludur.

- Bizi izleyenlerin bir kısmı ‘Yekta Güngör Özden Bey, hala bu yobaz düşüncesini sürdürüyor mu?’ diyor olabilir.

Ben yobaz değilim. Bana bunu yakıştıranların kendileri yobazdır.

"Burası at tarlası değil, üniversite"

- AK Parti iktidarı ile birlikte üniversitelerde ve kamu kuruluşlarında başörtüsü serbest hale geldi. Şimdi sizce ne zararı oldu?

Bu görüntü iktidarın inanç sömürüsüne dayanması, onunla beslenmesi, ondan medet ummasının sonucudur. Bu kadar açık söylüyorum. Bir hukuk devletinde, bir laik yönetimde insanları inançlarına göre değil, yaşamlarını o günün ortamına göre çağdaş bir biçimde sürdürmeleri gerekir. Bak dedim, sokağa karışmıyoruz. Delvet ayrı sokak ayrı, üniversite ayrı. Burası at tarlası değil, üniversite.

- Çok ilginç.. Gerçekten 2019 yılında da bu düşünceleri savunuyor olmanız çok ilginç….

Benim için de siz ilginçsiniz.

"Kur’an-ı Kerim’de tesettür ayeti yok"

- Kur’an’ı Kerim’deki başörtüsü / tesettür ayetleri hakkında birçok ayet var…

Yok yok, onlar da yalan. Kur’an-ı Kerim’de tesettür ve başörtüsü ile ilgili ayet yok.

- İlahiyatçı gibi konuşuyorsunuz...

Açıkça söylüyorum yok… ‘Göğsünüzü örtün’ dediği zaman ‘başınızı örtün, başınızı türbana sokun’ anlamı çıkmıyor.

- Diyanet İşleri Başkanı bile böyle demiyor!

Diyanet İşleri Başkanının söylediğine de katılmıyorum. Diyanet İşleri Başkanı siyasi etkilerle konuşuyor.

"Dinde yoktur’ demedi ama…"

- Sizin döneminizdeki Diyanet İşleri Başkanı ‘başörtüsü dinde yoktur’ dedi mi?

‘Dinde yoktur’ demedi ama ‘dinde vardır, mutlaka örteceksininiz’ de demedi. Aradaki farkı iyi düşünmemiz lazım. Başka var mı?

- Var… Son olarak Barış Pınarı Harekatı ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

Siyasi askeri bir harekattır. Benim uzmanlık alanıma girmiyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi bağımsızlığını korumak , sınırlarını aydınlıklar içinde tutmak ve terörden arındırmak için yapacağı her girişimin ben de yanında olurum.

- Yaşınızı biraz önce söylemiştiniz, izleyenlerimiz ile paylaşmak ister misiniz?

Gelinlik kızlara sorulur bu… Bana soruyorsun. Ben 1932 doğumluyum. 88’in içindeyim.

-Peki, Allah hayırlı ömürler versin.

Yeniakit.com.tr-Mehmet Özmen


https://www.habervakti.com/gundem/yekta-gungor-ozden-kur-an-da-basortusu-yok-refah-h83555.html


***

Çarpıklık

 Çarpıklık




Yekta Güngör Özden
22 Ağustos 2019


Siyasal alanda kimi terslikler birbirine eklenerek sürüyor. İktidar ve
muhalefetin birlikte istediği FETÖ'yü ABD Türkiye'ye vermiyor. Ama
ABD'nin istediği kimileri ceza evinden ABD'ye gönderiliyor. 

Suriye sınırında Türkiye'nin istediği yapı, ABD'nin Türkiye karşıtlarını
kanatları altında koruma çabasıyla oluşturulmaya çalışılıyor. Bay
RTE'nin arada sırada ABD karşı söylem çıkışlarının hiçbir olumlu etkisi
görülmüyor. Akdeniz'de petrol arama çalışmaları siyasal kamplaşma ile
yürütülme çabaları istiyor. Yunanistan'la birlikte olan kimi devletler
engel olma yolunu izliyor.

Yargıya güveni ve inanı sarsan tutumlardan kaçınma konusunda bir çaba
izlenmiyor. SÖZCÜ gazetesi dâvası nın yapaylığı iyice belirginleşti.
Ulusal Parti Genel Başkanı Gökçe Fırat ÇULHAOĞLU'nun cezalandırılıp
karanlıkta tutulması da hukuk konusundaki eleştirileri haklı çıkaran
ayrı bir durum.

Değişik nedenlerle yurt dışında iş bulmaya giden gençlerle, eğitim-öğrenim için yurt dışına gidip dönmeyenler, kimi iktidar yakınlarına tanınan olanaklar ve ayrıcalıklarla kurulan yeni üniversitelere kıydırılan tarihsel değerler. Tarım sorunları, kadınların öldürülmesi, üreticinin mazot, gübre, işçi, satım güçlükleri, düşük bedel, aracıların vurgunu, giderek ağırlaşan, özellikle emeklileri üzen
yaşam koşulları.

İktidar yol yaptıklarını savunuyor. Tüm yollar iktidara çıkıyor. Her şey
bozuldu. Eğitim, ekonomi, sağlık, kentleşme, yapılanma, siyaset, hukuk.
İyiye giden bir şey kalmadı gibi. Kimi belediyelerde yanan umut ışıkları
bakalım özlenen, hakkımız olarak beklediğimiz olumlulukları getirecek mi?

Ankara'da Medipol Üniversitesi'ne tanınan kolaylıklar, yapılan devirler,
Atatürk Orman Çiftliği'nden verilen arazi, Atatürk ve cumhuriyet karşıtlığına bağlanacak işlemler eleştirilirken Kazdağları'nda altın için girişilen ağaç kıyımı düşündürücü durumlar olarak sıcaklığını sürdürüyor. İktidarın neden olduğu çarpıklıklar, aykırılıklar, bozukluklar birbirine ekleniyor.

http://www.turksolu.org/84/index.htm

https://www.sozcu.com.tr/kategori/yazarlar/yekta-gungor-ozden

***


Günümüzden Görüntüler.,

Günümüzden Görüntüler.,


Yekta Güngör ÖZDEN
2.5.2013



İçimiz burkularak izlediğimiz olumsuzluklar bitmek bilmiyor. 

Siyasal kaynaklı kalkışmalar, girişimler, oluşumlar üzüntüleri artırıyor, kırgınlıkları büyütüyor. Yakınmalar ülke sınırını, insan gücünü aşıyor, 
aldıran yok. Devleti yönetenler devletin adına, kimliğine, kuruluş felsefesine karşı. Günümüz Cumhurbaşkanı bile “Yeni Türkiye”den söz ediyor. 
Açıkça inançla ve ekmekle oynayıp siyaset yapan iktidar, yenilenecek Anayasa önerileriyle diktaya yelken şişiriyor.

İlkokulu, ortaokulu, liseyi nasıl bitirdiğine şaşılan Dicle Üniversitesi öğrencisi Atatürk’ün resmini yırtıp pencereden atabiliyor. 

Polisin alıp cebine koyduğu resmi atan aymaz ve sapkının bulunması ve cezalandırılması için ne yapıldığı bilinmiyor, açıklanmıyor. 

Kendilerinden olmayanı düşman sayan iktidar anlayışı giderek yaygınlaşıyor. Sözde akıllı görevliler barış söylemiyle iktidarın terör karşısında diz çöküşünü olağan, hatta zorunlu gösterip başarı olarak tanıtma gezilerini sürdürüyor. Toplumsal muhalefetin zayıflığı; korku, sindirme ve susturma zorbalıkları, partilerin iç çekişmeleriyle kınama düzeyine geliyor. 

İktidar, kendini iktidar yapan Anayasa’yı tanımayarak sivil darbe yapıp kendini kurucu güç saydırmaya çalışıyor. Bu amaçla terör örgütü başıyla görüşmelere, mektuplaşma yöntemine olanak sağlamaya katlanıyor. Cezaevlerinde hastalık ve ölümle baş başa bırakma acımasızlığı birbirine ekleniyor.

Gidişat, İslam Cumhuriyeti

Kutlu Doğum Haftası adıyla 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı arkaya atılıyor, unutturuluyor. Egemenliği tek elde toplama tutkusu engel tanımıyor. Demokrasi yozlaştırılıyor. Seçim yasaları ve Siyasal Partiler Yasası olduğu gibi duruyor, değişmiyor. Savunma hakkı tanınmıyor, keyfi sınırlamalarla geçersiz kılınıyor. Yargı siyasallaşıyor, öç alma duygusuyla Anayasa değişikliğe soyunuluyor. Atatürk Cumhuriyeti, Apo’nun önerileri doğrultusunda İslam Cumhuriyeti’ne çevrilecek. PKK ve BDP’nin sonra neler isteyeceğini kestirmek güç değil. Silahla sonuç aldığını ve amacına ulaşacağını sanan terör örgütü nice dayatmalarla sahnede olmayı sürdürecek. Yakıcı, yıkıcı, bölücü, sömürücü ve yiyici birlikteliği Türkiye mizi Türkiye olmaktan çıkaracak.

Atatürkçüler kaldıkça bu sonucu almaları olanaksız. Oyunları ve çabaları pahalıya mal olur. Türkiye’yi bölemezler, ulusu parçalayamazlar; Türk, Türk Ulusu, Atatürk adını silemezler, unutturamazlar. Bilinçli, inançlı ve yurtsever her Türk’ün yüreği ve beyni Atatürk ve ilkeleriyle doludur. 
Bu ateşi asla söndüremez ler. Günümüz Başbakanının kendine özgü başkanlık sistemi için gözden çıkardığı izlenen değerler, verdiği ödünler, vereceği kimi haklar ve olanaklarla yaptıracağını sandığı Anayasa bu ülkede gerçekleşemez ve bağlılık sağlayamaz. Atatürk’süz ve Türk’süz Türkiye, bu öğelerden yoksun cumhuriyet olamaz.

Geçiştirme 

Yurt içindeki PKK’lıların yurt dışına çıkması bir oyun sayılacak geçiştirmedir. Sayıları, olaylara karışıp karışmadıkları, silahlarını alıp gittikleri ya da nereye bırakıp sakladıkları, geri dönüş olasılıkları, Kandil, Suriye ve İran sınırındakiler ile Avrupa’daki azgınların ne olacağı, onlara Batı’nın verdiği destekle silah, para ve uyuşturucu yollarının nasıl kesileceği, BDP’lilerin istem ve dayatmalarının sürüp sürmeyeceği nasıl güvence altınaalınabilir? Kanımızca sorunların hepsi ortadadır. ABD’nin, iktidarın geleceği için PKK’lılara baskısı seçimle bağlantılıdır. 
İnanmak güçtür. 

Olumsuzluk olasılıkları büyüktür.


https://gozlemgazetesi.com/HaberDetay/251/11132/gunumuzden-goruntuler.html

***

Hukuk ve Hukukçu

Hukuk ve Hukukçu


   Önceki Başkanlarımızdan Yekta Güngör Özden' in Yazıları

Siyasette ve yönetimde bir hukuk yapılanması olan demokraside hukukçulara büyük bir sorumluluk düşmektedir. Ulusal yaşamın erinç, güvenlik ve mutlulukla yürütülmesi nasıl devletin başlıca görevi ise, bu görevin yerine getirilmesine ilişkin güvencenin odağında da hukukçular vardır. Ülkemizde hukuk eğitim ve öğretiminin doyurucu olduğunu kimse savunamaz. Hukuk fakültelerinin durumu, uygulama eğitiminin yetersizliği, stajların biçimsel süre olmaktan öteye geçemediği bir ortamda “hukukçu” sıfatının belgeye dayanmasından başka bir özelliği yoktur.

Diplomayla, Ünvanla, Sıfatla, Makamla hukukçu olunmaz. Hukukçu, hukukun anlamını ve amacını kavramış, bilgiyi özümsemiş, bağımsızlığın, özgürlüğün, yansızlığın gereklerini ilke edinmiş ahlâk lı, onurlu, vicdanlı kişiliğiyle saygın bir meslek ustasıdır. Hukukçu, insan hak ve özgürlüklerinin önde gelen savunucusu, hattâ temsilcisidir. Çalışmayı, adaleti gerçekleştirerek toplumsal yaşama hizmet etmeyi amaç edinmiş kimsedir.

Hukukçu, devlet görevinde yargı bağımsızlığının simgesi olmak durumundadır. Bu nedenle yansızlığı sözde bırakmayıp yaşamının doğal açılımı sayarak görevini yürütmesi gerekmektedir. Günümüzde yargı bağımsızlığının, hukuk devleti niteliğinin yoğun biçimde tartışıldığı, partizanlığın her alanda yakınmalara neden olduğu gözetilirse işlevin sorumluluğu daha iyi değerlendirilir. Hukukçu, kimseye eğilmez, haksızlığa olanak tanımaz, “ Nabza göre Şerbet” vermez. Ülküsü, Adalettir.

Günümüzde devlet görevinde bulunan kimi hukukçuların siyasal içerikli, üstelik yandaşlık ve karşıtlık içeren konuşmaları mesleği gölgelediği gibi yargıya güven yitimine neden olmaktadır. Bu tür gereksiz ve sakıncalı konuşmaları kendilerine uygun bulan devlet temsilcilerinin savunmalarının tersine durumun üzüntüsü ağır olmaktadır. Katılmalar a, konuşmalara özen gösterilmemesi bağışlanamaz, hoşgörülemez.

NEDEN

Yazılarımızda zaman zaman yinelediğimiz konunun önemi yadsınamaz. 21 Eylül'de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirenlerin diploma töreninde Üniversite Rektörü Prof. Dr. Erkan İBİŞ gençlere adaletin, hukukun, yurtseverliğin, ATATÜRK sevgi ve saygısının, Türk Devrimi'nin anlam ve değerleri konusunda güzel sözler söyledi. Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Muharrem ÖZEN de sorumluluk, yükümlülük, yargı düzeni, yargıç, savcı, avukat eşitliği, hukuk eğitiminin önemi ve yargı hizmetiyle hukukçuların katkısı üzerinde uyarı ve önerileri de içeren anlamlı bir konuşma yaptı.

Ankara Üniversiteliler Derneği Başkan Yardımcısı olarak çağrıldığım konuşmamda gençlere ve izleyenlere özetle şöyle seslendim: Hukuk, çağdaşlığın ölçütü, yaşamın güvencesidir. Hukukçu yalnız kuralları öğrenip uygulayan görevli değil, hukuk devletinin ustalarından biri, toplumsal yaşamın mimarıdır. Adalet devletin temeli, hukuk da adaletin özüdür. Diploma, biçimsel süreci tamamlayan ön koşuldur. Diploma ile hukukçu olunmaz. İyi insan, iyi yurttaş olmadan iyi hukukçu olunmaz. Adalet konusunda baş sorumlu hukukçudur. Çalışacak, araştırıp inceleyecek, para ve ün için değil, insanlık ve düzen için, özellikle toplumsal barış için çaba gösterecektir. Kuralların yenilenmesi için öncülük edecek, hukuk yaratıcısı olacaktır. Asla ön yargılı ve direngin olmayacak, örnek olacak, topluma adaletin ışığını tutacaktır. Adaletin toplumsal aydınlığımız ın kaynağı ve güneşi olduğu inancını yerleştirecek, adalet olmazsa karanlıktan, yolsuzluktan, değişik kötülüklerden kurtulamayacağımızı duyuracaktır.

Beğenmediğiniz, yetersiz bulduğunuz kuralları değişinceye kadar uygulayacak ama değişmesi için elinizden gelen, çabayı göstereceksiniz. İnsanlığın onuru ve erdemi olan hakların ve özgürlüklerin bilinçli koruyucusu olacaksınız. İster yargıç, savcı, avukat, ister başka görevde olunuz, hukuk devletini siyasal oyunlara ve her tür saldırıya karşı koruyup hukukun üstünlüğünden asla ödün vermeyeceksiniz. Hukuksuz kalmak, ekmeksiz, susuz kalmaktan da kötüdür. Örnek insanlar olarak görev yapmak mutluluğu sizin gücünüz olacaktır. Kimsenin önünde eğilmeyiniz. Cübbenizi düğmelemeyiniz. Onun yansıttığı onura her zaman yaraşır olmayı ilke edininiz. ATATÜRK'ün emanetlerine her zaman özenle sahip çıkınız. Onu ve sözlerini asla unutmayınız. Sorunlarımız ortada. Günümüz ortamında sizlere büyük sorumluluk düşmektedir. Korkmayınız, çekinmeyiniz. Başarılar dilerim.

Tutuklanmalarını hukuka aykırı bulduğumuz çalışanlarımızdan Mediha Olgun'un salıverilmesini Gökmen Ulu'nun salıverilme umudunu arttırması olarak karşıladık. Aydınlığa kavuşmaları dileğimizi yineliyoruz.


Kaynak; http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/yekta-gungor-ozden/hukuk-ve-hukukcu-2023502/

https://www.turkhukukkurumu.org.tr/duyurular/158-onceki-baskanlarimizdan-yekta-gungor-ozden-in-yazilari-1.html

***

GİDİŞ, İNSANLIK SUÇU

GİDİŞ, İNSANLIK SUÇU


Yekta Güngör Özden: 
Gidiş 
Sözcü Gazetesi 
yektagozden@sozcum.com
3 Şubat 2020 


Siyasal iktidarın suyu ısınmış görünüyor. Umulmadık bir süre kaldıkları 
iktidarda hizmet yönünden başarılı sayılacak bir katkıları olmadığı gibi 
ayrıştırıcı ve karşıtlık içerikli tutum ve davranışlarıyla ulusal yapıya da 
zararları dokunduğu kanısındayız. Partizanlık ve özellikle Cumhuriyete, 
kuruluşundan başlayarak yadsıyan yaklaşımlarıyla derin düşünce ve amaç 
ayrılıklarına neden oldular. Vatanı kurtaran, devletimizi kuran büyüklerimize 
saygıyla bağdaşmayan sözleri ve tutumları tepkilerle karşılandı. Haksız 
eleştirileri, yanıltıcı değerlendirmeleri karşılıksız bırakılınca daha sertleştiler.
    ATATÜRK ve İNÖNÜ'yü suçlayıp karartma ve unutturma çabalarının 
kınanmasına da aldırış etmediler. Ayıp olmaktan öte insanlık suçu sayılacak 
olumsuz yaklaşımları değerbilmezlikten daha ağır anlayışsızlık ve katılıktır. 
Ulusal birliğin, toplumsal barışın yaralar aldığı günümüz ortamında yurttaşlığı, 
arkadaşlığı, meslektaşlığı, komşuluğu, akrabalığı yerlebir eden tutumlar siyasal 
başarı sayılmaktadır. Oysa insana ve insanlığa karşı her şey en ağır suçtur. 
Mutlak ceza yaptırımı olması gerekmez.

Kadınlara şiddette ürküten sayı son beş yılda 900'e yakın kadının saldırıyla 
yaşamını yitirmesidir. Bu çok uyarıcı duruma karşın Resmi Gazete'de baroların da kınadığı “Şer'i fıkıh kararı” yayımlanmıştır. 2019 yılında öldürülen kadının 474 olduğu açıklanmıştır. İktidar yalakalığını sürdüren yöneticilerle yazarların çok başarılı ve yararlı görüp gösterme telaşında oldukları ekonominin sıkıntılarını emekliler, memurlar, işçiler çekmekte, aileler güçlüklerle uğraşmaktadır. 

Enflasyona ilişkin inandırıcı olmayan resmi açıklamalar bu konuda bir aydınlanma umudu vermekten çok uzaktır.

Ne yazık ki iktidar goygoycusu medyayla birlikte koroyu oluşturan kimi 
vakıflarla tarikat ve cemaat, safsatalara son veren Cumhuriyete karşıtlıklarını 
utanmadan, sıkılmadan sürdürerek çağdaş aydınlığı yine karanlığa dönüştürmek 
heves ve çabasındalar. AKP lideri Bay RTE'nin, 5. İslam Şurası'nda “İslamı 
hayatımızın merkezine alacağız. Din bize değil, biz dine uyacağız” sözleri gidişin siyasal planını açıklamaktır. 

   İslam ülkeleri arasında Atatürk  Cumhuriyeti ile en iyi durumda olan Türkiye'mizin üzerindeki kara siyasal bulutların bir an önce gitmesi, en içtenlikli, en öncelikli, en önemli dileğimizdir.


***

Sorumluyuz Suçluyuz

Sorumluyuz Suçluyuz 



Yekta Güngör Özden 
Sorumluyuz Suçluyuz



 Bir kez daha değinmek yararlı olacaktır. “Cemaat” sözcüğü vakıflardan sonra
 toplumsal bir yapı olarak neredeyse ayrı bir parti, ayrı bir devlet gibi
 kullanılır oldu. İktidara, daha doğrusu günümüz Başbakanı’na minnettar-borçlu 
olmamak için ya da olası sakıncalı olayların nedeni sayılmamak için ülkesine 
dönmekten kaçınan Fethullah Gülenin düşük emekli aylığı, kişisel ya da aile varlığı ile kotarılması olanaksız akçalı gücü, neden ABD’de oturduğu, CIA ilişkisinin bulunup bulunmadığı, Türkiye mizde okul gereksinimi çokken, yaşam koşulları yetersiz yüz binlerce insan varken yabancı ülkelerde okullar açtığı sorgulanmıyor. 

Körü körüne tapınma biçimli bağlılık dinsel yakınlıkla açıklanıyor. Tertemiz İnanç, Çıkarların, Siyasal amaçların aracı kılınarak sömürülüyor.

 Suçlar artıyor. Yargı organları bunalmış durumda. Hiçbir yere bağlı olmayacak 
yargının kutsalı, hukuk ve vicdan iken yandaşlık tartışmaları ile yakınmalar 
sayılmayacak kadar çoğaldı. Cezaevleri dolup taşıyor. Avrupa Ünsan Hakları 
Mahkemesinde dosyası en fazla olan ülke Türkiye. Bunu önleyecek yeni ara 
kurullar ve kimi koşullar getiriliyor. Bu da bir koşul ve sınır.

 Bir kentimizde 2500 kadın korumaya alınıyor. 2006’da 663, 2007’de 1011, 2008’de 806, 2009’un ilk altı ayında 950 kadın öldürüldüğü yazıldı. Günümüze ulaşan son yedi ayda 226 kadın öldürülmüş, 478 kadın tecavüze, 722 kadın tacize uğramış. 
Toplum, siyasal ilgililerin geçiştirici sözleriyle yetiniyor, etkin bir tepki, 
ilgilileri ivedi önlem almaya çağıran güçlü bir ses yok.webgunlugu.org

 Genel bir kanıksama, suskunluk, umursamazlık toplumun ilgisizliği, aileden ve 
eğitimden başlayan yetersizlikleri ortaya koymaktadır. Çağın insanı olma
 ölçüsüne vurulunca hepimizin bir boşluğu, ağır sorumluluğu ve genel tembelliği 
saptanmaktadır. Elini taşın altına koymaktan kaçınmak akıllık ve beceri 
sayılıyor. Özveri, saygı, sevgi, güven, özen, duyarlık yadırganıyor. Dostluk, 
arkadaşlık yerine yandaşlık geçerli oldu. İlişkiler insani olmaktan çok siyasi 
olmaya dönüştü.

 Kötü gidiş

 İktidar gücünü arkasına almayan demokratik kitle örgütleri etkin ve güçlü
 değil. Siyasal partilerin halka inmeleri, muhalefetin ses getirmesi özlenen
 düzeye ulaşamadı. Üniversiteler suskun. İktidara yanaşanlar la paralıların
 örgütlerinin sayısı, kendilerine uyacaklarını sandıkları az olsa da medya
 desteğiyle söz sahibi oluyorlar. Kimi sendikalar iktidarın kuyruğuna takılmış 
gidiyor. Bağımsız olanlar değişik düzenlemelerle güç yitiriyor. Gençlik 
sindiriliyor.

 Yandaşlık, yargıdaki boyutlarını artırdı. Kolluk güçleri orantısız güç
 kullanmayı sürdürüyor. Üktidar bir polis ordusu kurma görünümünde adımlar
 atıyor. ABD Ankara Büyük elçisi Francis J.Ricciardone Washington’da yaptığı konuşmada Anayasa değişikliği için “Türkiye, kendisi için yeni bir Anayasa yazıyor. Eskisini yinelemekten öte, yeni bir sayfa açıyor. 

Bana göre çok iyi olacağına eminim” demiş. Nasıl malum olmuş bilinmez. Dış dayatmaları mı, beklentileri mi anlatıyor, göreceğiz. Suriye’yi de söylese ya.

 Tüm olumsuzluklardan hepimiz sorumluyuz. Sonuçlar bağlamında hepimiz suçluyuz. 

Gericilerin, tutucuların dayanışmalarına bakınca ilericilerin, aydınların 
utanması gerekir. Onlar birbirlerini her zaman, her koşulda tutarken aydın 
sanılan kesimdeki tartışmalar, kavgalar, çekememezlikler, engellemeler, karalama ve kötülemeler sınır tanımıyor. Seçimler ve mitingler dışında birliktelik, danışma, dayanışma, katılım görülmüyor. Laikliğin değerini bilemedik. Avrupa 300 yılda, 300 milyon ölü vererek laikliği kazandı. 

  Biz Büyük ATATÜRK’ün bu örnek armağanını koruyamıyoruz. 
Hukuk tanımayan YÖK’e üniversitelere, iktidarın tutumuna bakmak yeter. 
Bedel ödemeden kazanılan değerler korunamıyor. Yaşama sevincinin yitirilmesi, yaygınlaşan umutsuzluk, düşülen bıkkınlık ve yılgınlık bir araya gelmesini başaramayan aydınların karanlığıdır. 

Kendimizi aklayabiliyor muyuz? 

İçimiz rahat mı?

 www.aymavisi.org  
  
***

Nereye?

Nereye?


YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN
24 Haziran 2019 



Toplumsal kargaşa, silah taşıma belgelerinin artmasına koşut, cinsel 
saldırılarla sürmekte, önü alınamayan siyasal karşıtlıklar ve çatışmalarla 
yoğunluğu ve ağırlığı artmaktadır. Hepimizin sorumlu olduğu durumlar giderek 
“ülke sorunu” düzeyine gelmektedir. Siyasal sorumluların sessiz ve ilgisiz 
kaldıkları yaşam koşulları, her gün yeni yaralarla kanamayı sürdürmektedir. 
Siyasal açılımlara koşut insanlık anlayış ve değerlerindeki durum, bir tür 
çöküşü anımsatmakta, eğitim kümesine dönüştürülen kimi öğretim yerlerindeki 
dinsel açılımlarla çocuklarımız yaşam gerçeklerinin dışına sürüklenmektedir. Her 
yeri ele geçiren siyasal iktidar sahipleri, tepkisiz toplumla yeni açılımlar 
peşindedir. İstanbul seçimini bahane edinerek yaptıkları konuşmalar, kurdukları 
ilişkiler tehlike çanlarının yeniden çaldığının kanıtıdır.

Güvenilecek organ ve birimin neredeyse hiç kalmadığı bir ortamda “gidişin nereye olduğu”  tartışması, kuşkularla kapsamını genişletmekte, özellikle “yargıya güvensizlik” geniş ve büyük bir alanda dillendirilmektedir. Toplum için en üzücü durumlardan biri budur.

İktidar kaynaklı siyasetin dili de kirlenmekte, çirkinleşmekte sınır ve ölçü 
tanımamaktadır. Ayırma-kayırma artmış, “har vurup harman savunma” hız kazanmış, hesapsız-kitapsız giderler belirlenemez olmuş, saklı-gizli yapılanlar kuşkusu büyümüştür. Siyasal soyguncular, kapkaççılar ve şaklabanlar oyunlarını her alanda sergilemektedir. Kimi siyasetçilerde izlenen kişilik iflası, siyasal 
depoya dönüşen devlet kurumlarındaki bozulmanın nedenidir.

Adaletin dayanağı, hatta kaynağı olan hukuk, ulusal ve bilimsel güvencedir. Onun ışığında yaşamak ve yaşatmak, insanlığın yadsınmaz gerçeğidir. 

GERİSİ BOŞTUR.

http://www.turksolu.org/38/turkiye38.htm


***

İnsanlık Olmazsa.,

İnsanlık Olmazsa.,



Yekta Güngör Özden: 
Sözcü Gazetesi
yektagozden@sozcum.com
23 Mart 2020 



Hepimiz insanız. Sık sık “insanlık”tan söz ederiz. İnsanlık gerekleri ve 
nitelikleri üzerinde konuşur, tartışır, kendimize göre uygun bulduklarımızı 
savunur, aykırı bulduklarımızı eleştiririz. Hattâ “insanlıktan çıkmak”la 
suçlarız. Tüm bu durumlara karşın özlediğimiz insanlığı bulamamaktan yakınırız. 
Uygun bulduklarımızı gerektiği biçimde değerlendirmeyi de pek beceremeyiz.

İnsanlık, insana yaraşır tutum ve davranışların yaşama geçmesini anlatır. 
Kişilik, eğitim, terbiye, görgü bu durumu örgüleyen değerlerdir. Yaşam 
ilişkilerinde önemli yeri olan karşılıklar hep insanlık belirtileridir. Görüşüp 
konuştuklarımızla değil, bir araya geldiğimiz herkesle insanlık gereklerine 
uygun davranmak varlığımızı anlamlı kılan tutumdur.

Hırçınlık, huysuzluk, geçimsizlik, kavga, anlaşmazlık ve uyuşmazlıkların çoğu 
insanlık gereklerinden uzaklaşmaktan kaynaklanır. Dargınlık ve kırgınlıklar da 
böyledir. Beklediğini bulamamak ya da yaraşır olduğu karşılık yerine hiç 
beklemediği bir olumsuzlukla karşılaşmak insanı incitir ve yaralar. İnsana değer 
vermek, insanlığa saygı duymak, insanlık gereklerine uymak kendi saygınlığının 
koşuludur.

★★★

Nedense kimileri sık sık dindarlıktan söz ediyor ama insanlığı unutuyor. 
İnsanlığın olmadığı, düşünülmediği yerde dindarlık zaten yoktur, olmaz. Yalanın, 
sahteciliğin, hırsızlığın, değişik suç konusu sakıncalı davranışların ortamında 
inanç düzgünlüğünden söz edilemez. Kaldı ki din bağı olmayan nice dürüst, saygın, kişilikli insan vardır.

Zaman zaman insanlıkdışı durumlardan yakınırız. Ama olumsuz yaklaşımlarla 
uygunsuz sözlerden kaçınmaya özen göstermeyiz. Birbirimize yaklaşımlarımızda 
seçkinliğe ve kişiliğe ağırlık vermeyiz. Beklenenlerden ve yaraşanlardan uzak 
kalırız. Özür dilemeyi bile beceremeyiz. Yaşamımızda karşılaşılan durumlardan 
kimilerini anımsatıyorum. Birbirimizi üzmekten ve kırmaktan kaçınmak, 
destekleyip güçlendirmek, okşamak, sevindirip mutlu etmek etkin insanlık 
gerekleri iken bunları gereksiz görüp kaçınmak yanlışlığına düşeriz. Kimi zaman 
da duygularımıza yenik düşeriz. İnsanlığa, insanlık değerlerine ve niteliklerine 
yaraşır oldukları önemi vermek, onlarla onurlanmanın koşulu sayılmak gerekir.

Birbirimizi sevmeyi, saymayı, birbirimize güvenmeyi, birlikteliği, dayanışmayı, 
yaşamın rengi ve tadı bildikçe sağlığımız, mutluluğumuz ve başarımız sürekli 
olacaktır.


https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/yekta-gungor-ozden/gidis-4-5603000/


***

18 Mart 2020 Çarşamba

Kim, Kimi Kandırıyor.,Karakış - Karagünler,


Kim, Kimi Kandırıyor. Karakış - Karagünler,
Yekta Güngör Özden

TÜRKSOLU DERGİSİ 100. SAYI  ÖZEL DEMEÇ,

06.02.2006
Atatürkçüler her zaman gençtir ama “Genç Atatürkçü” olmak ayrı bir niteliktir. Ülkemizin giderek artan olumsuzluklarına karşın yoğun bir uğraşa giren Genç Atatürkçülerin sorunların üstesinden geleceklerine ilişkin umudum başarılarına tanık oldukça güçlenmektedir.
Bu genel gönünüm yanında özelde TÜRKSOLU gazetesini yayımlayan Atatürkçü gençleri hiçbir yılgınlık göstermeden çabalarını inançla sürdürdükleri için beğeniyle izliyor ve elimden geldiğince desteklemeye çalışıyorum.
Türk Devrimi’nin kaynağını oluşturan Atatürk ilkelerini ödünsüz koruma görevini yurttaşlık ve insanlık borcu sayarak özveriyle yayımını sürdürdükleri TÜRKSOLU gazetesinin 100. sayısına erişmesini mutlulukla karşılıyor, hepsini yürekten kutluyor, gelecek için en iyi dileklerimi yineliyorum.

Sorumluluk bilinciyle dokunan kişilik, ulusal konulardaki duyarlık ve özenle saygınlık kazanır. Lâik Türkiye Cumhuriyeti’yle kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e yönelik kötülüklerle savaşırken gereksinim duyulan medya gücünün büyük ölçüde bağımsızlığı gözetilirse bağımsız, nitelikli, yürekli ve gerçekten Atatürkçü TÜRKSOLU’nun değeri daha iyi anlaşılır. Karşıtlarının değişik nedenli sömürüleriyle suçlamalarını ve karalamalarını büsbütün boşa çıkarmak için titizlik göstererek çalışmak geleceğin güvenceye alınması ve yarınlara daha güçlü çıkmak demektir. Sorumluluğu artan gazetenin önemli bir boşluğu doldurması Atatürkçüleri sevindirmektir.
“Nice yıllara daha güçlü, daha etkin, ve daha yaygın!” diyerek kutlamamı yineliyorum.
Sevgiyle.

Karakış-Karagünler,

Yekta Güngör Özden
06.02.2006

Çok kimseyi acıyla kıvrandıran karagünlerin yıldönümleri karakışa rastladı. Muammer Aksoy (31 Ocak 1990), Uğur Mumcu (24 Ocak 1993), Necip Hablemitoğlu (23 Aralık 2002) kışın sert günlerinde aramızdan ayrıldılar. Mustafa Fehmi Kubilây 23 Aralık 1930’da gericilerin kıyımına uğramıştı. Turan Dursun 4 Eylûl 1990’da, Bahriye Üçok 6 Ekim 1990’da, Ahmet Taner Kışlalı 21 Ekim 1999’da öldürülmüştü. Abdi İpekçi 1 Şubat 1979’da. Kışa yaklaşırken ve kış çıkmadan. Bu nedenle aydınların sonsuza uğurlandıkları günleri karagün olarak anıyoruz. Hepsi yakın tanıdığımdı. Muammer Aksoy’la aynı caddede oturuyorduk. Onların apartmanı 22, bizimki 23 no.lu idi. Bürosu bizim sıramızda, yakınımızdaydı. Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kuruluş toplantılarından ikincisini orda yapmıştık. Hemen hemen her salı bize uğrardı. O, benden sonraki Ankara Barosu başkanlarındandı, ben ondan sonraki Türk Hukuk Kurumu başkanlarındandım. Ölümünden 33 gün önce “Geleceğin Anayasa Mahkemesi Başkanı’na...” diye bana kitabını imzalamıştı. Benim yerime öldürüldüğünü sanıklardan biri duruşmada söylemişti.
Uğur Mumcu bir dergide benim için “Devrimcilerin devrimci avukatı” diye yazmıştı. Yanımda staj yapmak istedi, baronun sınırladığı sayıda stajyer olduğu için yapamadı. Baro kararıyla yürütülen bir soruşturma nedeniyle aleyhime Yeni Ortam gazetesinde yazdığı yazıları düzeltmelerle karşıladım. Ölümünden bir hafta önce öğle yemeğinde konuğumdu.
Necip Hablemitoğlu ile 2000 yılında Samsun’da bir etkinlikte karşılaştık. Öğrenciliğinde avukatlığını yaptığımı anımsatıp yanıma oturdu.
Bahriye Üçok’la Devrek Baston Festivali etkinliğine birlikte katıldık. Otobüsle gidip döndük. Mahkemede öğle yemeğine gelmişti. 1952 yılından beri tanıyordum. Eşi dersimize gelmişti, kızını küçükken Fakülte bahçesinde dolaştırmıştık, meslektaşımız olmuştu.
Ahmet Taner Kışlalı, Tokat’ın Zile ilçesi doğumluydu, ben Niksar ilçesi doğumluydum. Atatürkçü Düşünce Derneği’nde Genel Başkan yardımcımdı. 20 Ekim 1999 akşamı yanlış atılan imzaları silmemek için daksille adlarını silip imzalarının üstüne kendi adlarını yazıp toplantıdan çıkmıştım. Ayrılarken asansöre binmeyi önerdim, spor olması için merdiveni yeğlediğini söyledi. Bina kapısında selâmlaşıp iyi dileklerde bulunup ayrıldık. Bakanlığı zamanında kendisinin ve eşinin avukatıydım. Kızının nikâh tanığıydım. Birkaç yazısında benden sözetmişti.
Abdi İpekçi ile 27 Mayıs Devrimi’nin hemen ertesi günlerinde Türk Ceza Yasası’nın 280. maddesi için oluşturulan Komisyonda birlikte üyeydik. Raportör ve sözcü görevlerindeydik. Ankara Radyosu’nda toplanan Komisyonun Başkanı da sonradan Tabii Senatör olan Ahmet Yıldız’dı.

Turan Dursun, öldürülmesinden 15 gün önce Ankara’da konuğum olmuştu. O zaman Başkanvekili idim. Arabayla kente giderken Atatürk Bulvarı’ndaki TRT Binası önünde indirmemi istedi, orda bir arkadaşını görecekmiş. İsteği üzerine İstanbul adresine gönderdiğim mektubu alıp almadığını saptayamadım.
Bu değerli aydınları ve öbürlerini aramızdan alan insanlık düşmanlarının, destekçilerinin, tetikçilerinin, yandaşlarının suçlarına bilip de bilgi vermeyenler, gereğini yapmayanlar, sözlerini tutmayanlar, inanç ve ırk sömürüsüyle, çıkar güdüsüyle katılanlar da ortak olmuşlardır. Kimilerinin içtenlikli olmasının yanında kimilerinin günah çıkarmak, kimilerinin kendilerini göstermek için katıldıkları anma etkinlikleri kimseyi doyurmuyor. Devlet adına davrananlar, kaynağına inmek için çaba göstermiyor. Gidenler gittiğiyle, yakınları ve sevenleri de acılarıyla başbaşa kalıyor. Nedense değerbilir toplum ve kişiler değiliz. Böyle olsaydı, herşeyden ve herkesten önce Atatürk’ün değerini bilirdik. Duyurulara, iletilere, yazılara, konuşmalara bakmayınız. Öldüğü güne kadar konuşmadıkları, unuttukları, arkasından söylemediklerini bırakmadıkları kişileri övüyor, cenaze törenine, anma toplantısına koşuyorlar. Karşılaşıp çatıştıkları, tutumundan zarar gördükleri insanın yandaşlarını yanlarına çekmek için hiçbir şey olmamış gibi yakınlık gösteriyorlar. Gidenin aykırı ve çelişkili davranışlarını unutup unutturuyorlar. İkiyüzlülük, maskaralık ölçüsünde duygu sömürüsü. Değerler değersiz, değersizler değerli oluyor. Ölümlere bile siyaset karıştırılıyor. Oysa, bilenler kimin ne olduğunun ayırdında. Gülerek, tiksinerek izliyorlar. Önemli ulusal ve toplumsal sorunlar kişisel gelgitler nedeniyle gözardı ediliyor, gündemi amaçlı biçimde değiştirenlerin atı Üsküdar’ı geçiyor.
Mahkemelerin geri çevirdiği salıvermeleri Savcı sağlıyor. Cezalıya devlet yardımı yapılıyor. Türkiye’de suçlular korunuyor, zarar görenler yoruluyor.
Dış Olaylar
Doğalgaz kısıntısı kapıdan döndü ama yarınlarda yine olabilir. Bağımlılık, sağlıksız ilişkiler umulmadık zamanda güçlük yaratabilir, ansızın bastırabilir.
Filistin’de Hamas’ın çoğunluk kazanması Ortadoğu barışını büsbütün tehlikeye sokmuştur.

İngiltere Dışişleri Bakanı’nın Kıbrıs ve Ankara ziyaretleri bilinen İngiliz diplomasisinin yeni oyunlarının başlangıcıdır. Türkiye’yi oyalayıp avutup rumların açılımına yeni kolaylıklar getireceklerdir. Türkiye adına yeni olduğu söylenip yinelenin öneriler Kıbrıs’ın tümüyle elden gitmesinin kamuoyuna sindirilmesi amaçlıdır.

Rusya Devlet Başkanı Putin 24.01.2006’da Moskova’yı ziyaret eden Güney Kıbrıs lideri Papadopulos’a destek sözü verdi. Türkiye limanları açmak için öneride bulunuyor.

Davos’ta “Beyin fırtınası toplantısı” yapılıyormuş. Uluslararası güçlerin yönlendirme, etkileme, kullanma görüşmeleri. Beyni dincilikle katılaşmış kimselerin beyin fırtınasındaki yeri ne olabilir? Irak’taki durumun beyinle, akılla ilgisi var mı? Beyni sarıklı, kavuklu ve değişik örtülüler ne olabilir, ne yapabilir? Gösteri, sükse o kadar. Almak yok, vermek var. Etkilenmekten öte esir olmak var. Çağdışı görünümlerde Davos’ta Türkiye’nin yanlış tanıtılması, öncekinden geriye gidildiği kanısının yayılması ayrı.

Belçika’nın, Danimarka’nın dostluğa, hukuka aykırı tutumları sürüyor. AB üyeliği için ayrıcalıklı ortaklık önerileri geliştiriliyor. İran’ın nükleer direnmesi de sürüyor. Daha nice olumsuzluklar birbirini izliyor, birbirine ekleniyor.

Değinmekle yetinelim

Yasalardan kaynaklanan salıverme olaylarının sorumluları daha çok siyasetçilerdir. Dosyalar iyi incelense suçluları yararlandıracak kararlar, işlemler, itiraz ve temyiz edilmeyerek kesinlik kazanmış olumsuzluklarla karşılaşılabilir. Milliyetçi geçinen ırkçıların gösterisi, dindar geçinen köktendincilerin tutumuyla örtüşüyor. Bayrağı yersiz ve gereksiz kullanmak da bayrağa saygısızlıktır.
Sıkmabaş-bohçabaşın köktendinci anlayışın simgesi olarak kullanıldığını bile bile “Kendini ifade özgürlüğü” diye savunan sözde aydınların tutumu da böyle. Çoğumuz Lozan Barış Antlaşması’yla tüm sorunların bittiğini sanarak aldandık. İçerdeki cumhuriyet düşmanları ile dışardaki Türkiye düşmanları boş durmadılar, durmuyorlar. Sapkınlar işgalde ezilseler, dikta altında sürünseler, savaşta kıyıma uğrasalar, şeriatta boğulsalar, yokluk çekseler, öbür müslüman çoğunluklu ülkeleri görseler Atatürk’ün değerini bilirlerdi.

Aydınlar doğru dürüst demokrasiyi savunamıyor, sağlayamıyor, gericiler şeriat düzenini yavaş yavaş oluşturuyor. Değişik konulu çirkin oluşumlardan insan, yurttaş, öğretmen, hukukçu olarak utanmamak olanaksız.

AB bizi askerimiz için istiyordu. Avuçlarına sığmayacak duruma gelince ondan da vazgeçtiler, istemediklerini açıklamaya başladılar.

Kendi işlerine geldiği için Avrupalıların kimi yazarların dâvalarına elatmalarını ibretle izledik. Bir yazarın dâvasının düşürülmesi danışıklı dövüş gibi. Bakanlığın oluruna bağlı ise olur verilmemiş oluyor, değilse dâvanın yürütülmesi gerekiyor. Yargıçlarına güvenmeyen hukuk devleti olamaz. İlke korunur, uygulama yargıçların yorumuna ve değerlendirmesine bırakılır. Yanlışlık varsa temyiz organları gereğini yapar. Ama kimilerini kurtarıp Avrupa’ya yaranmak için yarınlarda geniş ve önlenemez açılımları olacak değişik saldırılara olanak verecek biçimde kurallarla oynanamaz.

Siyasal iktidar her yeri ele geçirmek, kadrolaşmayı tüm kurum ve kuruluşlarda gerçekleştirmek için her şeyi yapıyor. Futbol Federasyonu seçimlerinden sonra karışanları lekeleyecek biçimde Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu seçimlerine elattılar. Genel Kurulu engelleyip kayyuma teslim ederek kendi adamlarını yerleştirme kurnazlıkları yargı kararıyla geçersiz kaldı. Baro seçimlerinde akçalı destek görenlerin, ırkçı ve köktendincilerin, bölücü ve yıkıcıların nasıl birleşip neler yaptıklarını zamanı gelince göreceğiz. İktidarın politikayı futbola soktuğu yazıldı, çizildi. Siyaseti dine, dini siyasete, hatta herşeye sokanlar futbola sokmaz mı? Sanata sokmadılar mı?
Hukuk düzenlemeleri de bilim, düşün, sanat, spor adamlarından çok siyasetçiler ve suçlular yararına çıkarıldı, çıkarılıyor. Çoğu kof, cılız, yapay (ne derseniz deyiniz) siyasetçilerin kendileriyle yandaşlarının çıkarları için değerlere kıyma ve kıydırma eylemlerinin ürünüdür.

Prim affı, vergi affı, borç affı, faiz affı, imar affı, orman affı, öğrenci affı, türban affı, Rahşan affı, Ecevit affı, Erbakan affı ve daha başkaları, şimdi de Unakıtan için villa affı.

Bir de Parti değiştirme ödülü var. Muğla Dalyan Belediye Başkanı Doğru Yol Partisi’nden ayrılıp AKP’ye geçince plâj Belediyeye veriliyor. Bayanların başaçık ve erkeklerle namaz kılmaları gürültü kopardı. Yenileşme ve uygarlaşma karşıtları bağnazlıklarını açıklamalarıyla yansıttılar. Nelerle uğraşılıyor...

Partizanlık durmuyor. Kıbrıs’ı gözden çıkaranların, “Kazandık, başardık” yalanlarını partililer alkışlıyor. Hele belediyelerde çalışmasalar, vakıflar kullanılmasa idi kimi parti liderleri mal varlıklarının boyutunu nasıl sağlarlardı?
“Ne mutlu Türk’üm diyene” özdeyişini söylemeyi “hitlercilik”le suçlayan birini “Kürt aydını” diye öven yazı ilerici ve Atatürkçü sanılan gazetede yayımlanabiliyor. Yandaşlıkla gerçekler nasıl da örtülüp saptırılıyor. Tıpkı kimi ölümlerde kimi ölenler için olduğu gibi. Etkinliklerde Atatürkçülüğü, lâikliği, milliyetçiliği, solculuğu, insan haklarını, demokrasiyi, hukuksallığı araç olarak kullanan gösterişçi, etiketçi, rozetçi, sahteciler de bunlara benziyor.
Başaçık namaz kılma olayını kalemine dolayanlardan birisi hemen “Kemalist gelenek” sözleriyle irticayı övmeye, bilgisi, eğitimi, durumu ve tutumuyla çağdaşlıkla hiçbir ilgisi olmayan Fethullah’ı islâmın yenileşme örneği olarak gösterdi. Cumhuriyet, lâiklik karşıtı, her organa dincileri yerleştirip devleti ele geçirmeyi öneren adamı halife yapmaya uğraşıyorlar. Ne keskin ırkçı-şeriatçı medya militanları var.

Günümüzün kükreyen Başbakanı, AB Dönem Başkanı Avusturya Büyükelçisi Marius Calligaris’in konuşmasıyla başlayan yemekte “Yargıyı Eğiteceğiz” demiş. Sormuyorlar “Yargı kim, sen kim?” Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri de patronunun bu sözüne dayanmış olacak ki, ABD’de aynı doğrultuda konuşmuş. Yargıyı eğitmek isteyen ya da öneren kimseler önce kendilerini eğitmelidir. Bu ölçüsüz ve saygıyla bağdaşmayan sözler sahiplerinin niteliklerinin ve düzeylerinin göstergesidir. Ne var ki yeterli karşılık verilememiştir. Önceleri kimlere ne tür raporlar hazırlattığı bilinen TÜSİAD’ın 36. Genel Kurulu’nda hiç değilse saygılı önerilerle yargıya destek verildi. Saygılı sözcükler ve anlatım biçimleri yeğlendi.
DTP Eşbaşkanları Ahmet Türk ile Aysel Tuğluk’un ortak basın toplantısındaki açıklamaları (18.1.2006) amaçlarının yeni bir kanıtıdır. 22.1.2006’da İstanbul Dolapdere ve Ümraniye’de PKK’lıların polise saldırıp belediye otobüsü yakma olayında gözaltına alınan olmaması, saldırganların kaçması ilginç bulunuyor. Kaçanları çeviremeyen, yakalayamayan polis ne anlatıyor?

Bir kez daha yineleyelim, Türkiye’de derininden geçtik, etkin, olağan bir devlet bile yok sayılır. Olsaydı başta bayrak yakmalar, polis kaçırıp aylarca tuttuktan sonra teslim etmeler, Belediye Başkanlarının ROJ TV desteği, Ağca Olayı, cezaevi karşılaması, AKP’nin iktidara gelmesi, askerin etkisizleştirilmesi olur muydu? Ve daha başkaları..

Yakınmalar artıyor. Ayrılıkçıların birleşme önerileri, içtenliksiz çağrıları duyuluyor. Toplantılar, kurtarma nutukları da. Umutsuzluk, bıkkınlık, yılgınlık, karamsarlık sözlerinin sevimsizliği açık. Çarpıklık ve suskunluk kötü. Atatürk’ün yolundan ayrılmanın sakıncaları tüm ağırlığıyla omuzlarımıza çöküyor.

***