21 Şubat 2015 Cumartesi

Gerçekten Sayın Büyükanıt ile Sayın Özkök Aynı Kafada mı?




  Gerçekten Sayın Yaşar Büyükanıt ile Sayın Hilmi Özkök Aynı Kafada mı?  


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                           
Politik-Sosyal-Kültürel Araştırmalar Merkezi
15 Ağustos 2007 Çarşamba
Alaettin Parmaksız tarafından yazıldı.




Biliyorum Çekirge bana kızacak, çünkü geçen hafta emekli paşalar konuşmasın diye bir talimat vermişti. Malum Sayın Başbakan da emekli paşalar televizyon 
televizyon dolaşıp konuşmasınlar demişti ama pek etkisi olmamıştı. Çekirge’ye bir haller oldu. 

Bu çekirge psikolojik harekât uygulayarak fertlerin beyinlerinde şüphe yaratmakta çok ustalaştı. Bu konuda özel eğitim mi aldı yoksa özel yardım mı 
alıyor bilmiyorum. Ancak sureti haktan görünüp işbirlikçilerle aynı frekanstan konuşmaya başladığına dair ciddi şüphelerim var. Zaten psikolojik harekâtın 
temelinde de bu vardır. Vermek istediğin mesajı birçok doğru arasında vereceksin ki halk anlamadan hazmetsin. Çekirge'nin 13 Ağustos tarihli yazısında da benzer mesajlar var. Bu seferlikte Çekirge hoş gör. Söz sen bana aykırı gelmedikçe bende sana aykırı yazmayacağım.

Olayı duymayanlar için hatırlatacağım. Sayın Çekirge oğluna Armada da hediye alırken Sayın Hilmi Özkök'e rastlıyor ve konuşuyorlar. Sayın Özkök diyor ki "Biz 
kendisiyle çok yakın çalıştık. Kafalarımız aynıdır.(Sayın Büyükanıt) Ben her tatbikatta söylerdim. Yarın bütün telsizler kesildiğinde benim komutanım bu 
durumda şöyle bir emir verirdi diyerek davranabilirsiniz. Yani bu bir uyumdur bizde vardır…"Bu açıklamalar doğrudur ve askerliğin temel kurallarından biridir. 
Subayların komutanları ile her türlü irtibatı kesildiğinde inisiyatifini kullanarak doğru karar verebilmesi açısından Harbiye'den itibaren öğretilen ve tatbik edilen bir yöntemdir. Bu iki Genelkurmay Başkanının aynı kafada olduğunun göstergesi sayılmaz. Esas gösterge aşağıda açıkladığım konularda gösterilecek davranış biçimindedir. Şimdi belki cevabı muhataplarınca hiç açıklanmayacak bazı sorular soralım.

* Aynı kafa dalarsa Sayın Büyükanıt Cünet Zapsu'nun ricası nedeniyle ABD Savunma Bakanın yazmış olduğu mektup üzerine daha milletvekili bile olmayan Tayyib Erdoğan'la Genelkurmay Karargâhında saatlerce görüşür müydü? 

* Türk Askerinin başına Amerikalılar çuval geçirdiği zaman kıtalarda bizler günlerce bağrımıza saplanan acı ile kıvranırken sessiz kalıp daha sonrada Amerikan Büyükelçisini Genelkurmay Karargâhına sokar mıydı?

* Büyükanıt'a Başbakan hocam diye hitap ederek arabasına davet eder miydi?

* Başbakan Diyarbakır da Türk Kimliği bir alt kimlik diye açıkladığında sessizce oturur muydu?

* Başbakan kendisinin BOP'un Eş Başkanı olduğunu açıkladığı gün BOP'un Türkiye'yi parçalama senaryosu olduğunu millete açıklar mıydı?

* Başbakan'ın Türkiyelilik saçmalığına aynı gözle mi bakıyorlar?

* Terörle mücadelede aynı kafa dalarsa ABD de Amerikanın PKK desteklediğini açıklayabilir miydi?

* 12 Nisanda aynı açıklamayı yapar mıydı?

* 27 Nisanda e bildiriyi açıklar mıydı?

Yukarda ki soruları çoğaltmak mümkün. Bu sorulara sanal alemde cevap vermekte pek anlamlı değil. Her şey Türk Halkının gözleri önünde cereyan ediyor ve halkta bir değerlendirme yapıyor. Çekirge kızmasın ama halkın değerlendirmesi hiçte aynı kafada olduklarını göstermiyor.

Yukarda ki soruların cevaplarını bilemem ama kamuoyunun bildiği iki hususu aynı kafada olmadıklarının göstergesi olarak açıklamakta fayda vardır. Birincisi 
Sayın Özkök Annan planını desteklemiştir. Referandum öncesi de yaptığı basın toplantısında bunu açıklayarak Kıbrıs'ta evet oylarının fazla çıkmasına büyük 
katkıda bulunmuştur. Sayın Büyükanıt ise bu planın Türkiye'nin lehine olmadığını açıklamıştır. Aynı şekilde Sayın Özkök TSK nın AB desteklediğini sürekli 
açıklarken Sayın Büyükanıt birçok davranışı açıklaması ve Kıbrıs ta yapılmak istenenlere koyduğu tavırla aynı kafada olmadıklarını açıklamıştır.

Diğer çok önemli bir konu ABD 2004 baharında operasyonel anlamda Sünni üçgene birlik göndermemizi talep ettiğinde Sayın Özkök ağzını açmazken aynı durum Afganistan da söz konusu olunca Sayın Büyükanıt NATO kapsamında bile olsa operasyonel anlamda oraya tek Mehmetçiğin gönderilmeyeceğini açıklamıştır.

Sayın Özkök açıklamalarına devamla "Görevde olduğum sırada treni devirmeden götürmeye çalıştık. Kavganın gerilimin kimseye faydası yoktur…Bu yüzden uzlaşma önemlidir. Çünkü hepimiz aynı trendeyiz" buyurmuşlar.Çekirge de bunun çok önemli olduğunu vurguluyor. 

Soru şu: Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, cumhuriyetin temel değerlerini korumak üzere silaha el basarak yemin edenler ettikleri yemine sadık olarak mücadele etmeyeceklerse o yeminin anlamı nerede kaldı? Uyum ama nerede uyum, ne üstüne uyum. Bölücülük üzerine mi gericilik üzerine mi BOP üzerine mi Kıbrıs'ın fedası üzerine mi Türk Kimliğinin alt kimlik olması üzerine mi?

Türk Silahlı Kuvvetlerinde 2006 yılına kadar değişmez bir gelenek vardı. Özellikle görevden ayrılan komutanlarımız görevi devrettiği kişi görevde kaldığı 
sürece açıklama yapmazlardı. Sayın Özkök bunun istisnası gibi her kritik ortamda bir vesile yaratıp açıklama yaparak hükümetle uyumunu hala devam ettiriyor.

Affola Çekirge bu sefer konuşmadık inandıklarımızı yazdık.

..

Genel Seçimlerin Galibi Barzani ve ABD




 Genel Seçimlerin Galibi Barzani ve ABD 



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü  
Politik-Sosyal-Kültürel Araştırmalar Merkezi
27 Temmuz 2007 Cuma
Alaettin Parmaksız tarafından yazıldı.





ABD, terör örgütüne gösterdiği hoşgörü ve verdiği destek nedeniyle, Türk halkının %90'ı tarafından sevilmemektedir.

Hal böyleyken Amerikanın her dediğini kayıtsız şartsız yapan bir iktidar neredeyse Türkiye de iki kişiden birinin oyunu almıştır? Terörün bu kadar 
azgınlaşmasına Barzani'nin küstahlaşmasına kılını kıpırdatmayanlar iki kişiden birinin oyunu almışlardır. 

Fakirin daha da fakirleştiği, yoksulun açlığa mahkûm edildiği, zenginlerin daha doğrusu haksız kazanç sağlayanların azmanlaştığı, gelir dağılımının iyice 
bozulduğu, tarımın öldüğü, çiftçinin ürününün tarlada kaldığı, işsizler ordusuna yeni işsizlerin katıldığı, ülkenin bütün stratejik değerlerinin haraç mezat 
satıldığı, yolsuzluğun giderek arttığı, nufuz kullanımının gemiciklerle Başbakana bakanlara kadar ulaştığı cari açığın ve borçlanmanın rekorlar kırdığı bir ülkede iki kişiden birisi AKP oy vermiştir? Demek ki bu ülkede her gün gencecik insanların can vermesinin, ulusal birlik ve bütünlüğümüzün tehlike altında olmasının, haksızlıkların, yolsuzlukların, kadrolaşmanın diz boyu olması bu ülkenin yarısının umurunda bile değildir. İki kişiden biri AKP oy vererek Kıbrıs'tan vaz geçebilirsiniz, Ermenistan'ın istediklerini derhal verin Irakta bir Kürt devletinin kurulmasının hiçbir mahsuru olmadığı gibi Türkiye'yi de parçalamayı ön gören BOP eş başkanlığa devam edebilirsiniz demiştir. Zaten benzer görüşler hemen seçim öncesi Amerikanın sesi Yasemin Çongar tarafından yazılarında dile getirilmiştir. Halkımız sadece bunları dememiştir. Ülkede yavaş yavaş bir federasyona gitmenin temellerini atabilirsiniz. Kalan üç beş malı satabilirsiniz, borçlanarak ülkenin geleceğini servi imzalatmak isteyenlere teslim edebilirsiniz demiştir.

Seçime katılan bütün siyasi parti liderleri oturup bu konuyu ciddi şekilde analiz etmelidir. Ancak benim kanaatim Türkiye de on yıllardır uygulanan psikolojik harekat sonuç vermeye başlamıştır.

Psikolojik harekat; insanların duygu ve düşüncelerini etkileyerek onların kararlarını ya kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmektir ya da doğru 
bildikleri konular hakkında beyinlerinde şüphelerin doğmasına sebep olmaktır. Bu harekâtın safhaları ise önce konuyu önemsizleştirme, sonra kişileri konulara 
karşı duyarsızlaştırma daha sonra da tepkisizleştirmedir. Dördüncü ve son safhası ise teslim alma safhasıdır.Şu anda Türkiye bu safha ile karşı karşıya 
olup neler olabileceğini yaşayarak göreceğiz. 

Bu seçim sonuçlarından sonra ekonomik psikolojik sosyolojik kültürel siyasi ve askeri ne gibi senaryolarla karşılaşabileceğimizi tahlil edilmelidir, ancak bu 
seçimin mutlak galibi Amerika ve Barzani'dir. Bundan sonra artık bölge politikalarını daha rahat uygulayacaklar ve bu konuda hükümetten daha rahat 
destek alacaklardır.

Hemen olayların analizine güneydoğuda ki oy dağılımından başlayalım. Seçim sonuçlarına göre oyların yaklaşık % 80 den fazlası Bölücü Terör örgütünün 
desteklediği DTP'nin adayları ile AKP ye verilmiştir. Bu oy dağılımından üç değişik sonuç çıkarılabilir. 

* Bölge halkı terör örgütüne verdiği desteği azaltmaktadır. Bu bölge insanı artık terörden bıkmıştır. Türkiye'nin kalanı ile entegrasyonu kendi yararına 
gördüğünden AKP ye yönelmiştir. Eğer bu durum gerçekse Terörün siyasi boyutu ile mücadele açısından çok anlamlıdır. Ancak acaba gerçekten böyle mi analizi 
gerektirir.

* İkinci sonuç bilindiği gibi seçimler öncesi Barzani AKP'nin desteklenmesi için bölge halkına çağrı yapmıştır. Bu çağrı nedeniyle halk AKP ye yönelmiştir. Bu 
durumda bilimsel olarak incelenmelidir. Bu durumla ilgili yeterli emare olup bu milletin ve ülkenin bütünlüğü açısından çok ciddi bir risk olup önemle üzerinde 
durulup eğer böyleyse gerekli tedbirlerin ivedilikle alınmasını gerekli kılmaktadır. Bu gerçekten böyleyse terörle mücadele zorlaştığı gibi Kuzey Iraktaki oluşumun da önlenmesini güçleştirecektir.

* Üçüncü olasılık AKP adaylarının kişilikleridir. Bu adayları yeterince tanımadığım için kanaat belirtmemekle birlikte şu kadarını ifade edeyim. 
Adayların kişilikleri ve vaatleri bölge halkına ters gelmemiş olabilir veya feodal yapıyla uyum sağlamış olabilir. 

Maksatlı olarak düşünmeyen birçok aydınımız da PKK terör örgütünün bölücülüğü konusunda yanlış bir algılama vardır. Onlara göre konu ekonomik ve demokrasi sorunuydu. Oysa PKK terör örgütünün nihai amacı, Bağımsız birleşik Kürdistan devletini kurmaktır. Şiddet boyutu ise amacına ulaşmak için kullandığı bir araçtır. Bu amaca ulaşmak için önce ayrıcalıklı kültürel haklar, sonra azınlık hakları, daha sonra federasyon en sonunda da bağımsızlık talep ederler. Kısaca 
söylemek gerekirse nihai amaçları siyasidir. Meclise girerek te bu siyasi amaçları doğrultusunda önemli bir adım atmış olacaklardır. 

Bunun böyle olduğunu çok açık şekilde Van da ki konuşmasında Leyla ZANA açıkladı. Türkiye eyalet sistemine geçecek ve Kürdistan kurulacak dedi. Bu şimdi kabul edilmese de en geç 5–10 yıl içinde gerçekleşeceğini söyledi. Bu konuşma bir seçim mitinginde yapıldı. O bölgenin geri kalmışlığı işsizliği vurgulanmadı. Daha iyi eğitim talebi, daha çok iş talebinde bulunulmadı, yatırım artırılması gelir dağılımının düzeltilmesi, sağlık hizmetlerinin daha iyi olması talebinde bulunulmadı.

Şimdi bölücü örgütün siyasi temsilcilerinin meclise girince radikalleşmekten vaz geçeceklerini savunmak bu konunun metodolojisini bilmemek demektir. Ancak bunu 90 yıllarda yaptıkları gibi yapmayacaklar. Tenceredeki kurbağa misali alıştıra alıştıra yapacaklardır. Bazı bilim adamlarımız Avrupa'dan bazı devletleri bize örnek göstererek eyalet sistemini savunmaktadırlar. Hâlbuki o ülkelerde tarihlerinde de eyalet sistemi vardır. Tarihsel gerçeklere baktığımız zaman da 
Anadolu da hiç eyalet sistemiyle idare edilen bir devlet olmamıştır. Yapılan konuşmada sıralanan taleplerde mevcut Anayasaya aykırıdır. Bir bakanın elini 
sıkmak istemeyen genci tutuklayan demokrasimiz, terör örgütünün uzantılarının talepleri konusunda ancak inceleme başlatabilmektedir.

Şimdi bende buradan açıklıyorum bu ülkede bir federasyon veya eyalet sistemi olmayacaktır. Bunu ABD istese de AB istese de olmayacaktır. Bunun sonu kardeş kavgasıdır. Bu kavganın sorumluları da uyguladıkları politikalar ve yazdıkları yazılar ve yaptıkları konuşmalarla bu kardeşlerimize bu ümidi verenler olacaktır.

Bu seçim sonuçlarından sonra kimse Kuzey Irak'a operasyon beklemesin. Bu AKP'nin mevcut iç yapısı açısından artık imkansız değilse de çok zordur. Peki, ne 
olacak? Bir yandan şehitler gelmeye devam ederken diğer yandan konunun Kürtlerin istekleri yapılmadan çözülemeyeceği fikri yerleştirilecektir. Nasıl bir zamanlar Kitler bilinçli olarak zarar ettirilerek satılmanın kılıfı hazırlandıysa şimdi de terörle mücadelenin başarılı olamayacağı fikri yavaş yavaş kamuoyuna yer 
ettirilecektir. 

Artık Amerika Birleşik Devletlerinin koruduğu kolladığı ve temelini attığı Kürt Devletinin oluşumuna fiili olarak Türkiye'nin karşı çıkması pek mümkün 
görülmemektedir. Bir takım demeçlerle geçiştirilecektir. Zaten Başbakan bunun mesajını vermiştir. Etrafımızda düşmanlar değil dostlar yaratacağız demiştir. Bu 
nedenle Barzani hem Türkiye den nemalanmaya devam edecek hem de kendi devletinin temellerini atacaktır.Tarihteki hiçbir Türk Devleti dışardan bir saldırı ile yıkılmamıştır. Hep dışardan tezgahlanan oyunlara içerden işbirlikçiler bulunmuştur. Şimdi Türkiye Cumhuriyetinde olduğu gibi.

Cumhuriyet yavaş yavaş tarikatların kontrolüne girmiş olup Atatürk'ün ümmetten millete dönüştürme fikri maalesef yarım kalmış olup tekrar ümmetleşme safhası başlamıştır. Bu arada daha lüks arabalara binebiliriz, daha kaliteli cep telefonları kullanabiliriz, başkalarının müziğini Filmlerini dizilerini baş tacı edebiliriz. Avrupa da Amerika da ne varsa bizde de olabilir. Çünkü genellikle sömürgeleşmiş ülkelerde böyle olur.

Olaylar bu safhaya doğru giderken halkın kalan %50 si ne diyecek bu çok önemlidir. Yoksa o %50 de mi yavaş yavaş alıştırılacak ve tepkisizleştirilecek 
mi?

O gün geldiğinde bu ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğü için yemin ederek göreve başlayan kamu görevlileri ne yapacak? Cevaplanması gereken en kritik soru budur. 

..

Edip Başer ve Terörle Mücadele

Edip Başer ve Terörle Mücadele  





21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                        
Terörizm ve Terörizmle Mücadele
23 Mayıs 2007 Çarşamba
Alaettin Parmaksız tarafından yazıldı.



2006 Yılında terör faaliyetlerinin artması üzerine kamuoyunda PKK’ya ve onun koruyucusu olarak gördüğü ABD karşı yükselen tepki üzerine hatırlayacağınız gibi


Sayın Başbakan yine milleti oyalamaya yönelik bir açıklama yapmıştı. Açıklamanın özeti geceler veya Bakanlar Kurulu çok şeylere gebe idi. Bu açıklamanın arkasından benim gibi konuyla ilgilenen yüzlerce kişi bunun bir tansiyon düşürme olduğunu ABD'ye sormadan AKP'nin asla bir şey yapamayacağını gazetelerde yazdık televizyon programlarında açıkladık.

Aradan birkaç gün geçmeden ABD projesi gündeme düştü. Terörle mücadele de özel temsilci atanması. Sanırım 28 Ağustosta da Emekli Orgeneral Raltson bu iş için görevlendirildi. Yine ABD tarafı karşısına da Türkiye'nin bir Emekli Orgeneral ataması istendi. Ancak sorun şuydu. Medyaya konuşan Emekli generallerin tamamı bu işin bir oyalamadan ibaret olduğunu sonuç getirmeyeceğini ve bu oyunda rol almanın ABD'nin ekmeğine yağ süreceğini ama şehit kanlarının akmaya devam edeceğini açıkladık

Çok yoğun tartışmalar oldu ve Sayın Genelkurmay Başkanı da koordinatörlük konusuna inanmadığı anlamına gelen açıklamalarda bulundu. Herkes bu görevi kabul edebilecek Emekli Orgeneral bulunabilecek mi? diye düşünürken Sayın Edip BAŞER'in bu göreve atandığı açıklandı.

Başbakanlıktan yapılan açıklamada atanan kişi hakkında Genelkurmayın da mutabakatı olduğu bildirildi. Hatta daha sonra ismin Genelkurmay Başkanı 
tarafından verildiği kamuoyuna duyuruldu.

Kamuoyu ikiye ayrılmıştı. Terörle mücadele konusunu ve bu konudaki Amerikan politikalarını yakından bilenler bu konunun asla sonuç vermeyeceğini, bu konunun Amerikanın konuyu ötelemesi için bir ortam yaratmaya yönelik olduğunu, şehit kanlarının akmaya devam edeceğini Edip Paşanın bu görevi derhal bırakmasını istedik. Hükümete yakın olanlar ABD'nin önce boğazımızı sıkmasını sonrada elini biraz gevşeterek nefes almamıza izin vermesini politika gören işbirlikçilerde bu konuyu hararetle savundular

Eylül ayında çıktığım bir televizyon programında ilerde bu günlerin tarihi yazılacağını ve bu yazılan tarihte de herkesin son rolü ile yer alacağını, Edip 
Paşanın da bu rolle anılmasının kendi geçmişindeki başarılı görevlerine ve parlak kariyerine haksızlık olacağını açı klayarak derhal istifa etmesi çağrısında bulundum. Bu şekilde çağrı yapan emeklide olsam ilk asker bendim.

Benzer çağrılar çoğalınca kendisi yapmış olduğu toplantılarda ve vermiş olduğu konferanslarda bu konuya inandığını ve çözüme katkı sağlayacağını açıkladıktan 
sonra bizim gibi düşünenleri de şiddetle eleştirmişti. Özetle bekâra karı boşamak kolaydır diyordu.

Oysa olayın ortaya çıkışı sakattı sistem sağlam temellere oturmuyordu. Dünyada terörle mücadele de bu şekilde bir örnek yoktu. Arabuluculuk müessesi vardı. Az kalsın Irak tarafında bir PKK sempatizanı da terörle mücadele koordinatörü olarak atanmak üzereydi.Raltson PKK' nın üç hamisinden biri olan Barzani ile 
görüşmüş, görüşme sonrasında Barzani yaptığı açıklamada istenirse PKK yetkilileri ile görüşebileceğini açıklamıştı.

Zemin bir anda PKK lıları resmileştirmeye doğru kayıyordu. Terörle mücadele konusunda Hükümetle Genelkurmay arasında uygulanacak politikalardaki temel 
farklılıklar ortaya çıkıyordu. Genelkurmay Başkanlığı terörü koruyan ve destekleyenler le bu konuda konuşulacak bir şey olmadığını açıklarken, hükümet kanadı Amerika öyle istediği için görüşmeleri destekliyor hatta daha ileri giderek Başbakan, Leyla Zana'nın üç büyüğünden biri olan Talabani ile yanak yanağa öpüşüyordu.

Ülkenin talihsizliği çözümü kendi gücünde dayanağı, kendi milletinde arayacak bir iktidar yerine sırtını Amerika'ya dayamış onun direktiflerinden asla 
çıkamayacak bir iktidara sahip olmasındandı.

Yeter ki iktidarları sürsün varsın akarsa şehit kanları aksın. Askerlik yan gelip yatma yeri değildi. 


Edip Başer ve Terörle Mücadele ( 2 )

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü  
Terörizm ve Terörizmle Mücadele
24 Mayıs 2007 Perşembe

Dün Terörle mücadele özel temsilcisi Edip Başer’in görevi ile ilgili genel kapsamlı bir değerlendirme yapmış görevden alınışını bu güne bırakmıştım. Ancak dün akşam saatlerinde Ulus'ta meydana gelen patlama olayın başka yönlerini öne çıkarmıştır. Hükümet görevden alma nedenini şu şekilde açıklamıştır.

"Orgeneral Edip Başer'in konu ile ilgili olarak ulusal ve uluslar arası platformlarda ve basın-yayın organlarında yer alan bazı beyanatlarının 
çalışmaları olumsuz yönde etkileyeceği göz önünde bulundurularak görevinin sona erdirilmesi uygun görülmüştür" denildi

Aslında Hükümetin rahatsızlığının iki boyutu vardır. Birinci boyutu Sayın Başer'in Cumhurbaşkanlığı seçimi konusundaki değerlendirmesidir.İkinci boyutu 
isemuhtemelen ABD tarafından gelmiş olabilir.Çünkü Sayın Başer ABD'nin oyalamalarına sessiz kalmıyor ve ABD'nin vurdumduymazlığını halkı ile 
paylaşıyordu.

Hükümetin görevden alma biçimi ise sanki 27 Nisanda Genelkurmay Başkanlığı e-muhtırasına bir tepki olarak şık olmayan bir şekilde cereyan etmiştir.

Ankara Ulus'ta meydana gelen patlamalar şüphesiz ki herkesi şok etmiştir. Hayatlarını kaybedenlere Allah'tan rahmet yaralananlara da acil şifalar 
diliyorum. Ancak terörle mücadele ile düşünce düzeyinde bile ilgilenenler bu patlamaların ayak sesleri geliyorum diyordu. Geçen ay Taksim'de patlayıcılarla 
yakalanan bayan, İzmir mitingi öncesi orada meydana gelen patlama ve PKK'nın genel terör siyaseti göz önünde bulundurulduğunda bu patlama bir gün olacaktı. 
Yurt içine sokulan patlayıcılar konusunda gerek Emniyetin gerekse Genelkurmayın değişik zamanlarda yapılan açıklamalarda ortaya konulmuştur.

Eylemin olmuş olması güvenlik kuvvetlerinin başarısız olduğu anlamına da gelmez. Çünkü güvenlik kuvvetleri bizim haberimiz olmadan yüzlerce eylemi 
önlemektedir.Bu tür eylemler her zaman tekrar yapılabilir.Kullanılan patlayıcının gücü dikkate alındığında bunun bir plastik patlayıcı olduğu ve plastik patlayıcıların genelde PKK tarafından kullanıldığı, geçmişte de bu tür eylemler yaptığı göz önünde bulundurulursa bu bir PKK eylemi olma olasılığını 
artırmaktadır.

Seçilen yer ve zamanlama açısından bu bir profesyonel eylemdir. Terör eylemlerinin en önemli amaçlarından birisi belki de en önemlisi propagandadır. 
Bu nedenle bu tür olaylarda asla üst düzeyde değil en alt düzeyde açıklamalar yapılmalıdır.

Bu gün tartışma günü değil, birlik olma günüdür. Ancak bu birlik nasıl olabilecek bu çok tartışmalı çünkü hükümetle her gün şehitler veren silahlı kuvvetler arasında terörle mücadele konusunda çok ciddi farklılık vardır. Bu kadar ağır terör karşısında olup da en ağır bedeli ödeyip ancak terörle mücadele 
konusunda hiçbir stratejisi olmayan tek ülke Türkiye dir.

Sıfıra yakın bir terörle iktidara gelen hükümet maalesef Türk Silahlı Kuvvetlerin elini kolunu bağlamakta küstah Barzani'ye karşı tek kelime edememektedir. 

Gelinen noktayı düşünebiliyor musunuz? Barzani bu iktidarın devamından yana açıklamalar yaparken bu konuda faaliyetlerde bulunurken AKP'lilerin sesi 
çıkmadığı gibi ülkemizi ona buna oyuncak etmektedir.

Şimdi bir taraftan terörle mücadele eden Silahlı Kuvvetlerin elini kolunu bağlayacaksın sonrada bu patlama nasıl oldu diye soracaksın.Yazık oluyor bu 
ülkenin çocuklarına yazık oluyor.Onların şehit olmalarında en büyük sorumluluk hiçbir hükümete olmadığı kadar bu hükümete aittir.

Şimdi 22 Temmuzda bir seçime gidiyoruz.Eğer vatandaş olarak terörle mücadelede Amerika'nın talimatları dışına çıkamayan hükümeti değiştiremezse daha çok ağlayacağız.Sadece ağlamakla kalmayacağız ülke bölünmenin eşiğine gelecek.

Başta Türk milleti olmak üzere kahraman Türk Ordusu buna asla müsaade etmeyecektir.Ancak bedeli ağır olacaktır.Bedeli en aza indirmek için önce bu 
hükümeti 22 Temmuzda değiştirmek zorundayız.

..

Büyük Kürdistan, Erişilebilir Bir Hedef Mi, Yoksa Bir Ütopya mı?





  Büyük Kürdistan, Erişilebilir Bir Hedef Mi, Yoksa Bir Ütopya mı? 


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                    
Milli Güvenlik ve Dış Politika 
Araştırmaları Merkezi
05 Aralık 2014 Cuma
Soner Polat tarafından yazıldı.


Batı ve bölgedeki temsilcisi İsrail uzun zamandan bu yana Ortadoğu’da bağımsız bir Kürt devleti kurmak için çaba sarf ediyor. Batı’nın hedefi,Kürdistan’ı Kuzey 
Irak’ta Barzani ailesi üzerinden hayata geçirmek. Barzani ailesinin İsrail ile olan özel ve gizli ilişkileri zaman zaman basın yayın organlarına da yansıyor. 
Kuzey Irak, ABD’nin Irak’a müdahale etmesinden bu yana, özellikle ekonomik yatırımların cazibe merkezi oldu. Ekonomik bir alt yapı tesis edilmeden 
devletleşme sürecinin tamamlanamayacağı biliniyor. Maalesef Türkiye ve içimizdeki gayrı milli sermaye, birkaç dolar için ülkemize pahalı bir bedel 
ödetecek bu sürece belki de en büyük desteği verdi. Bu süreç Barzani için söylenen, “Türkiye seninle gurur duyuyor!” çığlıkları ile zirve noktasına 
ulaştı.

Kuzey Irak’ta Barzani’nin Kürdistan Demokrat Partisi’nin (KDP) önündeki en büyük engel Talabani’nin Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) idi. KYB, daha şehirli ve eğitimli bir tabana dayanıyordu. Asıl rekabet ekonomik kaynakların paylaşımında yaşanıyordu. Stratejik bir vizyona sahip (!) Türkiye, daha AKP 
iktidara gelmeden bu iki hizbi barıştırmak için çaba sarf ediyordu. Emperyalizmin kızarttığı ekmeğe yağ sürdüğümüzün farkında bile değildik. Ama yine de yapısal nedenlerle bu iki parti istenildiği gibi bir araya getirilemedi.

ABD’nin Irak’ı işgali emperyalizm açısından bu sorunun çözümü için altın bir fırsat doğurdu. Celal Talabani Irak Cumhurbaşkanı seçtirilerek Kuzey Irak’tan 
uzaklaştırıldı. Böylece Kürtler üzerinde Talabani’nin etkisi giderek azalırken, Barzani rakipsiz kaldı. Kuzey Irak yerel yönetiminde ağırlık bariz şekilde Barzani ailesinin eline geçti.

Çekirdek devlet Kuzey Irak’ta kurulacak ve zaman içinde Doğu, Batı ve Kuzeye doğru genişletilecekti. Bu maksatla terör faaliyetleri bir vasıta olarak kullanılacak, Türkiye, İran ve Suriye’deki Kürtler kendi devletlerine karşı kışkırtılacaktı. İran ve Suriye’de terör eylemlerini bir türlü istedikleri boyutlara getirememişlerdi. Çünkü biz ne kadar antidemokratik olarak suçlasak da İran ve Suriye’de milli politikaları uygulayan yönetimler teröre göz açtırmıyordu. ABD ve AB’nin güdümüne giren Türkiye ise bölücü eylemlere izin vermeyi demokrasi sanan bir çizgiye getirilmişti. Ama kötü siyasetin bütün açıklarını TSK kapatıyor, inisiyatifi terör örgütüne bırakmıyordu.

Emperyalizm bu durum çerçevesinde yeni bir oyun kurguladı. ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra Kuzey Irak’ta PKK ve türevi olan terör örgütlerine yaşam alanı 
sağlayacak bir güvenli bölge yarattı. Böylece PKK Türkiye’nin, PJAK İran’ın, PYD ise Suriye’nin doğrudan baskısından kurtulacak ve geniş lojistik olanaklara 
kavuşacaktı. Ayrıca Batı bu terör örgütlerine doğrudan silah ve malzemeyi örtülü yöntemlerle verebileceği bir coğrafi alana da kavuşacaktı.

Barzani gönülsüz de olsa, emperyalizmin talebi doğrultusunda terör örgütlerinin Kuzey Irak’a yerleşmesini kabul etmek zorunda kaldı. Çünkü Kürtleri yönetme 
konusunda özellikle PKK’nın ihtirasını, teorik derinliğini ve silahlı mücadele tecrübesini biliyordu. Ama Batı da Büyük Kürdistan’ı kurmak için Türkiye, İran 
ve Suriye’nin terörle terbiye edilmesi gerektiğine inanıyordu. Ayrıca Barzani’yi PKK ile PKK’yı da Barzani ile denetim altında tutmak Batı’nın oyun kurgusundaki 
planlarından birisiydi. PKK Kuzey Irak’ı karıştırabilir, Barzani ise PKK’nın ikmal yollarını tıkayabilirdi.Böylece iki unsur, karşılıklı bağımlı hale getirildi. Batı’nın diğer bir hedefi ise Türkiye, İran ve Suriye’de terörü siyasallaştıracak yolların açık kalmasını sağlamaktı.

İran kuru gürültüye pabuç bırakmadı. PKK’nın İran kolu olan PJAK’a(Kürdistan Özgür Yaşam Partisi-PartiyaJiyana Azad a Kürdistane) nefes aldırmadı; Kandil 
dâhil her yerde, kayıplar vermesine rağmen PJAK’a ağır bir darbe indirdi. 2010’dan itibaren PJAK İran’da eylem yapma yeteneğini kaybetti. Ayrıca 
bölücülüğe karşı ceza yasalarını ağırlaştırdı ve art arda idamlarla siyasi Kürkçülüğün önünü kesti. İran bu sorunda, topraklarının hedef aldığını gördü ve 
bir devlet gibi davrandı.

Suriye, PKK’nın Suriye kolu olan PYD’yi (Demokratik Birlik Partisi- Partiya Yekitiya Demokrat) denetim altında tutmak için çeşitli devlet uygulamaları 
yaptı. Kendisi için önemli bir tehdit haline gelmesine izin vermedi. Ancak Suriye’deki iç savaşın başlamasından sonra Özgür Suriye Ordusu, IŞİD, El Nusra ve türevi terör örgütleri ile savaşında kuvvetlerini bölmemek için Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerden çekilerek, buranın denetimini PYD’ye devretti. Buna karşılık PYD, Suriye rejimini desteklediğini açıkladı.

Türkiye ise ABD müdahalesi sonrasında, maalesef ne İran’ın ne de Suriye’nin gösterdiği dirayeti sergileyebildi. Sıfır noktasına gelen PKK terörünün Kuzey 
Irak’ta palazlanmasına ve topraklarına saldırmasına engel olamadığı gibi, terörün ve bölücü Kürtçülüğün siyasallaşmasının önünü açtı. AKP iktidar olduğunda analar ağlamıyordu. Uyguladığı yanlış politikalarla anaların  ağlamasına neden olan AKP, “Analar ağlamasın!” diyerek PKK’nın doludizgin at koşturduğu açılım sürecini başlattı. Ergenekon, Balyoz ve TSK’yı hedef alan 
diğer isimli davalarla TSK önce pasifleştirildi, daha sonra devre dışına çıkarıldı. Terörle mücadelede yetki vali vesavcılara devredildi. Böylece 
Güneydoğu’da denetim altın tepsi ile Batı ve PKK’ya sunulmuş oldu.

Batı ve İsrail bu noktaya getirdiği Kürt hareketini, “İnsanlık için insanlık düşmanı IŞİD’e karşı savaşıyorlar!” söylemi ile dünya kamuoyunun gündemine 
soktu. Bu ise Yunanistan’ın bağımsızlığa kavuşmasından önceki süreci, Lord Byron’ları hatırlattı. Batı basın yayın organları, Selahaddin Eyyubi’nin (1137-1193) torunları (!) olan Kürtlerin, kafa kesen, kadınları taşlayan zalim cihadistlere karşı verdiği şanlı (!) mücadeleyi tefrikalarla yayımlamaya başladı. Kürtlerin insanlık idealleri (!) için savaştığı dile getirildi. Aslında Kürtlerin de Sünni inancına sahip olduğu, ama onların sağduyulu (!) ve fanatizmden uzak (!) oldukları pompalandı!

Batı, 1820’li yıllarda Yunanistan’ın kuruluş sürecinde Lord Byron (1788-1824) gibi şairleri ile oluşturduğu özgürlük (!) rüzgârlarını şimdi de sözde Kürdistan 
üzerinde estiriyor. Batı başkentleri Kürtlere her türlü modern harp teçhizatı verilmesi konusunda aynı görüşleri paylaşıyor. Hatta birbirleriyle yarış içinde 
olduklarını söylemek, sanırım gerçeği yansıtıyor! Batı istihbarat örgütleri bu konuda harıl harıl çalışıyorlar… Daha sonra sıranın IŞİD’e karşı Kürt zaferini 
(!) ödüllendirmeye geleceğini söylemek herhalde fazla yanıltıcı olmaz! Kürtlerin bağımsızlık dışında başka bir mükâfata razı olacaklarını düşünmek safdillik 
olur.

Batı başkentlerinden hem peşmergeye hem de Kürt teröristlere silah ve cephane yağmaya başladı. Özel eğitim programları tezgâhlandı. Ama yine de farklı Kürt 
grupları arasındaki görüş ayrılıkları giderilememişti. Daha doğru bir ifade, Batı ve İsrail’in istediği gibi, tüm Kürtler kayıtsız koşulsuz Barzani’yi destekleyecek bir noktaya getirilememişti.

“Arap Pınarı (Kobani) düşüyor!” denilerek yukarıda sıraladığım Kürt gruplar, neredeyse zorla emperyalizm tarafından Kuzey Irak’ta bir araya getirildi ve 
baskı ve şantaj ile Barzani’ye biat etmeleri ve Kobani’de ortak mücadele etmeleri dayatıldı. Yapılan siyasi ve dolaylı ekonomik baskılarla Türkiye’nin topraklarını silahlı peşmergenin Kobani geçişine açması sağlandı. Böyle bir faaliyet içeride ve dışarıda Türkiye için büyük bir itibar kaybına neden olurken, bölücü Kürtler için muazzam bir propaganda fırsatı doğurdu. Bu şekilde IŞİD’e karşı kazanılacak bir zaferin aslan payının Kürtlere bırakılacağı koşullar yaratılmış oldu. Böylece Kürt birliği yolunda bir dönemeç daha geçilmiş oldu.

Batı ve İsrail’in büyük Kürdistan yolunda kullandığı en büyük araçlardan birisi de Sünni mezhepçiliği öne çıkaran bölge ülkelerini ustaca istismar etmeleri 
oldu. Irak’ta ABD’nin yarattığı sözde demokrasi düzeni en çok nüfusa sahip Şiileri iktidara taşımıştı. Irak kendi haline bırakıldığı takdirde, Şiilerin devlet aygıtını da kullanarak giderek güçlenmeleri en yüksek olasılıktı. Böyle bir durumda Şiiler, öncelikle açıkça ayrılıkçı bir yola giren Kürtleri hizaya 
getirmeye çalışacak ve belki de bu maksatla Sünnilerle birlikte hareket edeceklerdi.

Nehrin bu istikamete akmasını engellemek isteyen emperyalizm, IŞİD’i palazlandırarak Şiilerin üstüne saldı. Irak Merkezi Hükümeti’nin IŞİD tehdidini 
ortadan kaldıramaması, Batı’nın istemediği Başbakan Nuri Maliki’nin istifasına yol açtı ve yerine yine bir Şii olan, ancak Batı’nın taleplerine sıcak bakan Haydar El Abadi geçti. Batı’nın hedefi Kürtler için planlanan toprakları garantiye almak, daha sonra Sünniler için mümkün olan en yüksek orandaki alanda 
ayrı bir devletin oluşacağı koşulları yaratmaktı. Böylece, asıl tehdit gördükleri Şiilerin Irak’ın bütününde söz sahibi olmalarını engellemiş olacaklardı.

Batı, Suudi Arabistan, Türkiye, Mısır ve Katar’ı Sünni ekseninde birleştirerek bölgeye yönelik kirli ve sinsi plânlarında kullanmak istedi. Ancak Mısır, Mursi’nin devrilmesinden sonra bu oyunu sezerek daha dengeli bir politika izlemeye başladı. Suudi Arabistan ve Katar bile ulusal çıkarları doğrultusunda gerektiğinde bölgeye yönelik politikalarını revize etti.

Bu konuda Türkiye zaten stratejik bir hata yapmıştı. Bütün politikasını Barzani’yi desteklemek ve Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat’ı devirmek üzerine kurmuştu. Irak Merkezi Yönetimi ve Beşar Esat, muhtemelen Şii/Nusayri yönleri ile hedef alınmıştı. İzlenen politika katı bir Sünni mezhepçilik esasına dayandırılmış, Türkiye’nin hayati stratejik çıkarları göz ardı edilmişti. Bu politikada bölgedeki jeopolitik gerçeklerin kırıntıları bile yoktu. Türkiye tarihinde hiç bu kadar dış politika fukarası olmamıştı.

Emperyalizm, Türkiye’nin bu stratejik sığlığını istismar etmek için derhal harekete geçti. Batı, bölgede bağımsız bir Kürt devleti kurmak istiyordu. 
Türkiye’nin bölge politikaları ise emperyalizmin değirmenine su taşıyordu. Ankara, bir şeyler döndüğünü anlasa da yapmış olduğu stratejik hataları taktik 
manevralarla kapatamazdı. ABD, AKP gönülsüz olsa da bilinen zorlama mekanizmaları ile peşmergeyi Türk topraklarından geçirerek IŞİD’in üstüne sürdü. 
Türk Ordusu, hiç beklenmedik şekilde tarihi bir değişim ve dönüşüm olarak nitelendirebilecek bir girişim başlattı.  Kuzey Irak’ta peşmergeyi artık Türk 
Ordusu eğitiyordu!Bu gelişme TSK açısından olağanüstü bir kırılmaydı. Ayrıca, Kuzey Irak yerel makamları Türkiye’den silah yardımı aldıklarını her vesile ile 
gazete sayfalarına taşıyorlardı. Bu ise Türkiye’de devlet çapında stratejik denge (check and balance) mekanizmalarının felç olduğunu gösteriyordu.

Türkiye bölgedeki küçücük devletlerin bile sergilemeyi başardığı dış politika esnekliğini bir türlü gösteremiyordu. ABD bile gelişmelere göre bölge 
politikalarını yeniden düzenliyor ama Türkiye düştüğü bataklıktan bir türlü çıkamıyordu. ABD, Rusya ve İran’ın cepheden, Çin ve diğer bağımsız ülkelerin 
cephe gerisinden desteklediği Suriye rejimi ile ilgili sert politikasını yumuşatmıştı. Ama Türkiye, ne getirip ne götüreceğini kavrayamadan bu yöndeki katı politikasını inatla sürdürüyordu. Ayrıca, bir taraftan PKK ve PYD’ye karşı çıkarken, diğer taraftan Barzani’ye tam destek veriyordu. Bu üç kesimin 
Kobani’de omuz omuza çarpıştığını göremiyor, böyle bir politikanın hayattan ve gerçeklerden kopmak olduğunu bir türlü anlayamıyordu.

Güney sınırlarımızın hemen ötesinde emperyalizm harita çizme çalışmalarına çoktan başlamıştı. Kürt bölgesini Irak ve Suriye toprakları üzerinden Akdeniz’e 
bağlama çabaları ilk bakışta görülüyordu. Üstelik bu konuda Batı ve İsrail’deki en üst makamlar arka arkaya açıklamalar yapmaya başlamıştı. Şu an denetimden 
çıkmış gibi gösterilen Sünni kesim, IŞİD’in terbiye edilmesiyle kendilerine gösterilen Irak ve Suriye’deki topraklarda devlet ya da devletçikler kurabilirdi. Böyle bir girişim, Şii ağırlıklı Irak ve Suriye merkezi yönetimlerini zayıflatacağından emperyalizmin işine de gelecekti.

Türkiye, ABD ve İsrail’in açık birer deklarasyon ile ilan ettikleri sinsi plânı bozacak manevraları kolaylıkla yapabilirdi. Ortaya çıkan yeni gelişmelerin 
ülkenin güvenliği için büyük bir tehdit olduğu tespit edilerek Suriye yönetimi ile buzlar eritilip, ortak stratejiler geliştirilebilirdi. Böylece ÖSO/IŞİD/El Nusra kısa zamanda etkisini kaybeder ve Kürtlerin Akdeniz’e ulaşmasını engelleyecek bir tıkaç oluşturulurdu. Barzani yerine Irak Merkezi Yönetimi desteklenir, bu suretle hem Kürtlerin hem de IŞİD’in manevra alanı daraltılabilirdi.

Bu esnek politika, Batı, ABD ve İsrail ile hiçbir şekilde mevcut ilişkileri bozmadan ve uluslararası hukuk sınırları içinde kalınarak gerçekleştirilebilirdi. Türkiye’nin ABD, NATO, AB, İsrail ile ümitsiz bir aşka dönüşen ilişkilerini bozmadan da yapabilecekleri vardır. Çünkü her devletin birinci ödevi, her şeyden önce varlığını, birlik ve bütünlüğünü devam ettirmektir. Bu yönde bir endişe ortaya çıktı mı, dostlardan bu hassasiyetlere saygı göstermeleri beklenir. Aksi bir durumda ise doğru olan adımlar atılır.

Darwin’in[1], “Doğal seçim ya da elemeyi (natural selection)” esas alan Evrim Teorisi, devletler için de geçerlidir. Buna göre, en güçlü değil, çevre koşullarına en çok uyum sağlayabilen hayatta kalır ve geleceğe uzanır. Çok güçlü bir devlet, gücünün ötesinde hedefler belirlerse ya da gücünün farkında olmazsa ya da tuzağa düşürülürse, yani ortam koşullarına uygun davranmazsa yıkılır.

Türkiye askeri hiçbir eylemin içine girmeden, sadece Suriye sınırını Suriye muhaliflerine, terörist ve cihadistlere kapatabilir; Barzani’nin tüm ikiyüzlü 
askeri taleplerini şiddetle reddedebilir, ülkemizde şov yapan peşmergenin sınırlarımızdan geçmesine izin vermeyebilirdi. Kürt petrolünü uluslararası 
hukukun açık bir ihlali olan dünya pazarlarına ulaştırma faaliyetlerine son verebilirdi. Askeri bir yardım, eğer gereksiyorsa sadece Irak Merkezi 
Hükümeti’nin meşru güvenlik güçlerine yapılırdı. Böylece Batı ve İsrail politikaları ile Rusya, İran ve arkalarındaki ülkelerin politikaları arasında 
bir denge oluşturulabilirdi. Bu da Türkiye’ye manevra kolaylığı ve dış politika esnekliği sağlar ve ülkemizin uluslararası arenada aşağıdaki şekilde 
suçlanmasının önüne geçilmiş olunurdu.

Rusya’da günlük olarak İngilizce yayımlanan “The Moscow Times” adlı gazeteye göre Putin, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Suriye’nin iç meselelerine daha fazla karışmaması için uyarmış, aksi halde bölgeyi ateşe açacak yıkıcı bir savaşı tetikleyeceğini” ifade etmişti. Putin ayrıca, “Türkiye’den topraklarını cihadist teröristlere kapamasını” talep etmişti.

Putin’in Soçi’de ITAR-TASS haber ajansına verdiği dikkat çekici demeçler de bir o kadar düşündürücüydü:

“Türkiye küresel terörizm için uluslararası bir merkez (international hub) oldu. Türkiye’deki rejim uluslararası güvenlik için ciddi bir tehdittir ve bölgesel istikrarı tehlikeye düşürmektedir. Rusya, Erdoğan’ın Ortadoğu’daki intihar macerasını engellemek için her türlü tedbiri alacaktır. Türkiye ve Katar’ın istihbarat örgütleri, Irak ve Suriye’de on binlerce günahsız sivil insanın canına mal olan bir mezhep savaşını kışkırttı. Eğer Türkiye sadece Beşar Esat’ı devirmek için müdahale ederse, Arap müttefikimize füze, silah ve cephane sevkiyatımızı daha da artıracağız.”

Görüldüğü gibi Büyük Kürdistan için çekirdek devlet olacak Barzani denetiminde ki Kuzey Irak Yerel Yönetimi’nin bağımsızlığı için koşullar belirli bir noktaya getirildi. Ancak bu devleti koruyacak PKK ve PYD’de de dâhil Kürt silahlı güçlerinin kuru gürültü olduğu da anlaşıldı. ABD hava gücü olmasaydı, İŞID 
çoktan Erbil ve Süleymaniye’yi ele geçirmiş olacaktı.

Emperyalizm şunu çok iyi anladı. Sünni ve Şii işbirliği sağlanabilirse, bağımsız bir Kürt devleti asla kurulamazdı. Bu nedenle özellikle Kürt bölgelere yakın alanlardaki Sünni- Şii çatışması körüklendi. Sünni ve Şiiler birbirleri üzerine enerjilerini boşaltırken, Kürtler askeri olarak güçlendirilecekti. Bu kritik dönemde Kürtler güçlü bir bölge ülkesi tarafından korumaya alınmalıydı! Bu konuda, Batı ile bilinen bağları ve coğrafi nedenlerle Türkiye’den daha iyi bir ülke bulunamazdı! Batı Türkiye’de 60 yıldır hazırlamış olduğu bütün çevreleri bu alana kanalize etti. Algı operasyonları ile gerçekler Türk halkından gizlendi ve TSK’nın peşmergeyi eğittiği bir gerçeklik ile karşı karşıya kaldık.

Emperyalizm, askeri olarak emniyette gördüğü ve güvenliğinden emin olduğu anda Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devletini ilan ettirecek. Bu devletin Suriye 
topraklarına doğru genişlemesini engelleyecek herhangi bir güç şu anda ortada gözükmüyor. Uluslararası koalisyonlar da kurularak IŞİD ile mücadele görüntüsü altında Kürtler için güvenli alanların tesis edilmesi çalışmaları çoktan başlatıldı.

Büyük Kürdistan için dört parçalı pastanın bir araya getirilmesi için geride sadece Türkiye ve İran kalıyor. İran’da şu aşamada emperyalizmin ilerleme 
sağlaması mucizelere bağlı. Çünkü zaman zaman yanlışlar yapsa da İran mükemmel bir dış politika geleneğine sahip. Aynı zamanda jeopolitiğin dilini bildiğinden, emperyalizme karşı stratejik hamleleri yerinde ve zamanında yapıyor.İlave olarak arka planda RF ve Şangay İşbirliği Örgütü’nün desteğini aldığından kademeli ve derinliğine direnme mevzileri oluşturuyor. Batı, kısa ve orta dönemde İran’ın içine sızamaz!

İmparatorluklar kurma geleneğine sahip Türkiye şu anda tam bir akıl tutulması yaşıyor. İçeride inanılması bile mümkün olmayan devlet çapında hatalar yaparken, dışarıda kendisini hapsedecek zindanın tuğlalarını bizatihi kendisi örüyor. Bir yandan içeride de facto bir Kürt devletinin oluşmasına iktidarı ile muhalefeti ile katkı sağlıyor,diğer yandan dışarıda kan ve ölüm kokan emperyalist politikaların taşeronu oluyor. Adeta Büyük Kürdistan’ı yeşertecek çimenleri suluyor.

Ancak yine de Türklerin genlerinde var olan devleti koruma ve yaşatma yeteneğinin bir anda kaybolduğunu söyleyemeyiz. Gelişmelerin Türk milletinin 
büyük bir çoğunluğu için endişe kaynağı olduğunu görülüyor. Ancak henüz bu endişeler sağlam esaslara dayanan elle tutulabilir gerçekçi politikalara 
dönüştürülemedi. Önümüzdeki dönemin bu konudaki yoğun tartışmalara gebe olduğunu şimdiden ilan edebiliriz. Önümüzde sancılı bir dönem bizi bekliyor!

Eğer, nehir mevcut yatağında debisi değişmeden olduğu gibi akmaya devam ederse, Kuzey Irak’ta, Suriye’deki Kürt bölgesi ile bütünleşik olarak bağımsız bir Kürt devletinin kurulması yüksek bir olasılıktır. Böyle bir gelişme Türkiye’nin güneydoğusunu ateş çemberine döndürür. Batı ve güdümündeki dünya Türkiye’nin karşısına dikilerek, Kürdistan’a bir parça kazandırmak için bütün gücüyle yüklenir.Rusya ve İran,ÇHC de dâhil arkalarındaki ülkelerin desteğini alsalar bile, bu yöndeki bir gelişmeyi, ancak Türkiye’nin katkısı ile engelleyebilir.

Büyük Kürdistan’ın hem anahtarı hem de kilidi Türkiye’dir. Türkiye, hiçbir mantık ve esasa dayanmayan mevcut iç ve dış politikalarını sürdürdüğü takdirde, 
kendi topraklarını da tehlikeye atarak Büyük Kürdistan’ın önünü açar. Aynı zamanda kendi sınırları içinde yüzyıllarca sürecek etnik bir dinamitin fitilini 
bizzat kendisi Aateşlemiş olur.

Bölgede İsrail ile bütünleşen Batı, Türkiye’nin etrafındaki çemberi giderek daraltmaktadır. Türkiye Batı yanlısı politikalarla bu çemberi kıramaz. Türkiye, 
başkaları için değil kendi birlik ve bütünlüğü ve yaşamsal çıkarları için bölge ülkeleri ile dayanışma içine girmeli ve ortak stratejiler geliştirmelidir. Bu 
politikalar, bölge dışı devletlerin katkı ve desteğiyle küresel bir etki yaratabilecek dinamikleri bünyesinde barındırmalıdır.

Bu çerçevede, öncelikle, Suriye’deki Beşar Esat yönetimine karşı yürütülen düşmanca eylemlere derhal son verilmelidir. 
İkinci olarak, Türkiye’ye hiçbir yararı olmayan Sünni mezhepçi politikalar terkedilmelidir. 
Üçüncü olarak, Irak Merkezi Yönetimi, Irak’taki tek meşru hükümet olarak kabul edilmeli ve Türk düşmanlığı tescillenen Barzani’nin sinsi ve gizli emellerine alet olunmamalıdır. Bu amaca hizmet etmek üzere Kuzey Irak’ın ekonomik olarak kalkınmasını sağlayacak her türlü girişimden uzak durulmalıdır.

Dördüncü olarak, bölgenin diğer büyük ve önemli devleti olan İran’la bu yönde işbirliği arayışı içine girilmelidir. İran ve Türkiye anlaştığı anda,  İran  coğrafyasının da yardımı ile Kandil’de kıstırılacak PKK kısa zamanda komuta kontrol ve lojistik imkânlarını kaybeder!  Kürt coğrafyası nefes bile alamayacağı çaresiz bir iç hat konumuna düşürülür.

Beşinci olarak, Irak ve Suriye’deki Sünni grupları, emperyalizmin maşaları olan Suudi Arabistan, Katar, Ürdün gibi devletlerin kışkırtmalarından ve IŞİD, El 
Nusra gibi cihadist oluşumların ideolojik çizgisinden uzak tutmak için çalışmalar yapılmalıdır. Sünni kesimin Irak ve Suriye yönetimlerinde adil bir şekilde temsil edilmelerini ve böylece ülkelerine sadık kalmalarını sağlayacak çareler aranmalıdır.

Tüm bu faaliyetlerde RF ve ÇHC başta olmak üzere Batı yörüngesi dışındaki devletlerin desteği sağlanmalıdır. Böylece bölge politikalarını küresel denklemin bir parçası haline getirmekve Batı inisiyatifini küresel düzeyde dengelemek imkânı doğacaktır.

Türkiye, bölge ülkeleri ile birlikte, bölge dışı ülkelerin de katkısıyla bu adımları atabilirse, Batı bütün gücünü kullansa bile, bırakınız Büyük Kürdistan’ı, Küçük Kürdistan yolunda bile bir karış mesafe alamaz! Sıra emperyalizme yardım ve yataklık yaparak iki milyon insanın ölümüne neden olanlara fatura çıkarmaya gelir!


[1]Charles Darwin (1809-1882), 1859 yılında yayımladığı, “Türlerin Kökeni (Origin of Species)” adlı eseri ile organik evrim teorisini ortaya koyan ünlü İngiliz doğa bilimcisi


..

20 Şubat 2015 Cuma

Öcalan'ı Biz Teslim Etmedik. Türkiye’nin İşini Kolaylaştırdık'



Öcalan'ı Biz Teslim Etmedik. Türkiye’nin İşini Kolaylaştırdık'



'Öcalan'ı biz teslim etmedik. Türkiye’nin işini kolaylaştırdık'











ABD Büyükelçisi Ricciardone, Öcalan’ın Kenya’da yakalanışında Amerika’nın kilit ülke rolünü kabul etti, “Biz teslim etmedik, sadece Türkiye’nin işini kolaşlaştırdık” dedi...


ABD’nin yeni Ankara Büyükelçisi Francis J. Ricciardone, Kanal D’de yayınlanan 32. Gün programında Mehmet Ali Birand’ın sorularını yanıtladı. ABD Büyükelçisinin açıklamaları şöyle:

Mehmet Ali Birand (MAB): Başbakanla şimdiye kadar görüştünüz, değil mi?

Francis J. Ricciardone (FR): Evet görüştük. Gayet güzel bir görüşme oldu.

MAB: Başbakanın size acemi elçi demesi, sizi rahatsız etti mi?

FR: Ben Türkiye’de rahat rahat bulunuyorum. Çok sayıda Türk dostumuz vardır. Daima bizi büyük bir misafirperverlikle kabul ettiniz. Sizi daima konuksever bir halk olarak tanıyoruz.

MAB: Daha sonra karşılaştığınızda “ben pek acemi sayılmam” dediniz mi?

FR: Gizli görüşmemiz vardı. İfade özgürlüğü konusunda görüşmüştük. Hakikaten de aynı fikirdeyiz. Bir noktada çok ince bir şekilde anlaştık. Sayın başbakan dedi ki; “İfade özgürlüğünün olmadığı bir ülkede demokrasiden bahsedilemez.” Bu ifadeye tamamen katılıyoruz.

MAB: Başbakan, PKK ile mücadelede yalnız bırakıldık dedi. Siz de bunun büyük bir yalan olduğunu söylediniz.

FR: Hayır ben buna cevap vermedim. Başka bir şeye cevap vermiştim. İzmir’de kadın bir medya çalışanı “Niye Türkler, Amerika olarak PKK’ya silah verdiğinizi düşünüyor?” diye bir soru sordu. Ben de bilmediğimi söyledim. Biz Türkiye ile müttefik olarak çeşitli alanlarda önemli işbirliği yapıyoruz. Mesela diplomasi konusunda, Abdullah Öcalan konusunda önemli işbirliği yapmıştık. Öcalan yakalandığı zaman buradaydım.

MAB: Öcalan’ın Kenya’ya girişini ilk Amerika gördü galiba. Öyle mi?

FR: Türk, Yunan ve Amerikan, Kenya hükümetleri hep beraber istişare içinde bulunduk. Hala bu konunun hassas olduğunu düşündüğüm için ayrıntıları anlatmak istemiyorum.

MAB: Ama Amerika Öcalan’ı Türkiye’ye teslim etti.

FR: Biz teslim etmedik. Sadece Türkiye’nin işini kolaylaştırdık.

MAB: Bugün genel izlenim ABD’nin Öcalan’ı bulup, yerini Türkiye’ye gösterdiği şeklinde.

FR: Biraz böyle. O dönem birkaç ülke bu konuyla ilgileniyordu ve hepimiz bir işbirliği yapmıştık.

MAB: Şartı idam edilmemek miydi?

FR: İdam konusu Avrupa Birliği prensiplerinden biridir. Türkiye’de de idam konusu yasal bir meseledir.

MAB: Türkiye Öcalan’ı idam etseydi ne olurdu?

FR: O dönemki ayrıntıları hatırlamıyorum.

MAB: Tekrar istihbarat konusuna gelelim. Nasıl değerli bir istihbarat yapıyorsunuz ki, Türkiye bu sayede PKK ile mücadele edebiliyor.

FR: İstihbarat konusunda bir şey söyleyemem. Ama değeri dolarla ölçülemeyecek kadar fazla. Hayat kurtarıcı nitelikte.

MAB: Ama siz uydudan görülen detayları Türkiye ile paylaşıyorsunuz.

FR: Hep beraber yüksek teknolojiyi kullanıyoruz. Çok yakın bir işbirliğimiz var.

MAB: Çok mu değerli Türkiye açısından

FR: Türk yetkililer ne kadar değerli olduğunu biliyorlar. PKK da bu bilgilerin ne kadar değerli olduğunu biliyordur.

MAB: Siz isteseydiniz Kandil’i boşaltabilirdiniz. Değil mi?

FR: Irak’ta istikrar istememize rağmen yeterli istikrar maalesef sağlanamadı.


http://www.gazetevatan.com/-ocalan-i-biz-teslim-etmedik--turkiye-nin-isini-kolaylastirdik--377067-gundem/



Amerika PKK Kartını Bırakmadı





  Amerika PKK Kartını Bırakmadı  

( MÜTTEFİKLİK BUMUDUR.? )


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü    
Amerika Araştırmaları Merkezi
07 Kasım 2007 Çarşamba
Alaettin Parmaksız tarafından yazıldı.




Başbakan’ın ABD ziyaretini değerlendirirken, bardağın boş veya dolu tarafına bakabiliriz. Ortaya çıkan durumda ABD istediğini elde etmiştir. 
Neydi ABD’nin istediği?


Türkiye'nin bölgeye bir operasyon yapmamasıydı. Gerek Bush'un açıklamaları, gerekse Başbakan'ın açıklamaları dikkatle değerlendirilirse, şu anda operasyon 
gündemden çıktı.


Türkiye açısından ne kadar anlamı var -bana göre bir anlamı yokdeğerlendirmek gerekirse; Bush, PKK terör örgütüdür, Türkiye'nin düşmanıdır, Amerika'nın da düşmanıdır, Irak'ında düşmanıdır, diye açıklaması iktidar yağdanlıkları tarafından büyük başarı olarak kamuoyuna satılmaya çalışılmaktadır.


Unutulan veya gözden kaçırılan konu PKK terör örgütü, ABD tarafından ilk defa terör örgütü olarak adlandırılmıyor. Bu uzun yıllar önce alınmış ve açıklanmış 
bir karardır. Ancak şunu da unutmayalım, terörle mücadele konusunda her seviyede gerek askeri makamlar, gerek ABD Dışişleri Bakanı, gerekse Başkan tarafından birçok sözler verilmesine rağmen laftan ve Türkiye'yi oyalamaktan başka hiçbir şey yapılmamıştır. Yani çeşitli gerekçelerle Türkiye oyalanırken, PKKve onun taşeron ve koruyucusu Barzani ve Talabani semirtilmiştir.


Şimdi yeni üçlü bir mekanizma oluşturulmaktadır. Konuya iyi niyetle yaklaşalım. Buradaki amaç nedir: ABD Türkiye'ye sıcak istihbarat sağlayacak. O zaman şu 
soruyu soralım: Şimdiye kadar niçin sağlanmadı? 
İkinci soruyu soralım: 
Operasyon yapılmayacaksa istihbaratın ne anlamı olacak?


Diğer çok önemli bir konu, bu mekanizma nasıl sağlanacak ve nereleri kapsayacak? Bütün Irak'ın kuzeyini kapsayacak mı? Diyelim ki kapsadı; o bölgede operasyon yapılacaksa, kim yapacak? ABD böyle bir niyet açıklamıyor, ama Türkiye'nin de operasyon yapmasını istemediğine göre istihbaratın ne anlamı olacak? Bu mekanizma sınıra çok yakın bölgelerde çalışabilir. Ancak burada mekanizmanın işleyişi çok önemlidir. PKK terör örgütü elemanları sabit olmadığına göre, bilgi anında Türk makamlarına doğrudan ulaşması gerekmektedir. Bunun anlamı şudur: ABD unsurları elde ettikleri bilgileri eş zamanlı olarak kendi makamlarına iletirken, Türk makamlarına da iletsin ki müdahale yapılabilsin. Aksi takdirde Amerika'nın Irak'taki komutanlığına iletilecek ve onun süzgecinden geçtikten sonra Türkiye'ye iletilecek bilgilerin hiçbir anlamı olmayacaktır. O zaman soru şu: Amerikalılarla arada böyle bir mekanizma oluşturulabilecek mi? Bu pek mümkün görülmüyor, ama zaman içinde koordinatörlük mekanizmasının yürümediği gibi, bunun da yürümediğini gördüğümüzde, ABD'nin İran'a müdahalesi söz konusu olacak ve kartlar yeniden açılacak.


Kendi kendimize şu soruyu soralım: ABD niçin istihbarat konusunda bu kadar ısrar ediyor? Bunun belli başlı iki nedeni var: birincisi Türkiye'nin oyalanmasıdır. 
Ancak kamuoyu gündemine gelmeyen çok önemli bir konu var. ABD istihbarat maksadıyla Türkiye'den U2 uçakları için izin isteyecektir. Onun alt yapısı 
hazırlanıyor. U2 uçakları da PKK'dan ziyade İran hakkında bilgi toplayacaktır.


8 Askerin geri verilmesi anında ortaya çıkan manzara daha önce söylediklerimizi doğrular mahiyette. Yani Barzani, Amerika ve Türkiye kanadında DTP kol kola… Bu manzara bile bu sorunun çözümü için kimlerle mücadele etmemiz gerektiğini ortaya koyuyor. Kritik soru şu: ABD Türkiye'yi kaybetmeyi göze mi aldı? Yoksa 
Hükümetin, nasıl olsa havada vaatlere kanacağına mı inanıyor? Daha çok ikincisi gibi görünse de bazen beklenen olmayabilir. Mevcut kamuoyu baskısı karşısında 
ERDOĞAN adım atmazsa kendi varoluş nedenini inkar etmiş olacak.


Başbakan'ın görüşmeden sonra yapmış olduğu konuşmalar, eğer Türk kamuoyunu yatıştırmaya yönelik değilse, tatmin olmamış gözüküyor. Doğrusu da bu… Amerika hala PKK'yı koz olarak elinde tutuyor. Bana göre artık bu konuda söylenecek ne varsa söylendi. Artık söz değil, icraat gerekli müttefikler üstüne düşeni yapmıyorsa, artık görüşme masasından şu PKK konusunu çıkaralım. Bakalım o zaman neler olacak? Tarihi günler yaşıyoruz. Bugünlerde liderlik ve kararlılık çok önemli; kimde var kimde yok yakında göreceğiz. Ortadoğu'da oynanan bütün oyunların temelinde güç vardır. Zor oyunu bozar. Bu güç Türk devletinde var. 

Amerika'ya, al PKK'nı git deme zamanı gelmedi mi?

Alaettin Parmaksız
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
Uzmanın Diğer Yazıları

  PATRİOT FÜZELERİ VE TÜRKİYE 
  Türkiye’nin Gündemi 
  Gündeme Dair 
  Amerika PKK Kartını Bırakmadı 
  Sayın Başbakanı Hoşgörelim mi? 
  Terörle Mücadelede Hükümet Politikaları ve Sahipsiz Millet 
  Türk Silahlı Kuvvetleri ve Tehditler 
  PKK’yı Yıkama ve Yağlama Dönemi Elbirliği Devam Ediyor 
  MHP, AKP'nin Koltuk Değneği mi? 
  Gerçekten Sayın Büyükanıt ile Sayın Özkök Aynı Kafada mı? 
  Demokratik Toplum Partililere Niçin Kızıyorsunuz? 
  Genel Seçimlerin Galibi Barzani ve ABD 
  Haydi Sandığa 
  Irak ve Amerikan Politikaları 
  Abdullah Gül'ün Tasviyesi 
  Akp Tek Dilden Vaz Mı Geçti? 
  Adalet Ve Kalkınma Partisi Nereye Gidiyor 
  Gülün Rengi 
  Seçim Kazanında Ne Pişiyor 
  Hem Suçlu Hem Güçlü 
  Sapla Samanın Karıştığı Günler Yaşıyoruz 
  Paşaların konuşması Başbakanın sinirlerini bozuyor 
  Türkiye'nin Talihsizliği Bu Başbakan mı? 
  Edip Başer ve Terörle Mücadele 
  Edip Başer ve Terörle Mücadele 
  Kırk Çürük Yumurta ve Toplum 
  Kırk Çürük Yumurta ve Başbakan 
  Avrupa Birliği Hayalinin Sonu 
  Terörle Mücadelede ABD Politikaları ve Sayın Genelkurmay Başkanına Bir Çağrı 
  Kara Kuvvetleri Komutanı'nın Açıklamaları ve Bir Çağrı 
  Gündem ve Terör 
  Gündem ve Teröre Karşı Ne Yapılacak? 
  Doğru Yol ve Anavatan Partisinin Birleşmesi 
  Mitingler ve Kakofoni 
  Anayasa Mahkemesinin Kararı ve Sonrası 
  Tehlikenin Farkında mıyız? 

..