Putin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Putin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Eylül 2021 Salı

2016’ya Girerken Türkiye ve Dünya.. BÖLÜM 1

2016’ya Girerken Türkiye ve Dünya..  BÖLÜM 1




Doç.Dr.Sait Yılmaz

İçimden hiç yazmak gelmiyor, günlerdir bu yazı bir kenarda bekliyor. Ülkenin içinde olduğu kasvet kadar, ülkeyi yönetenlere olan inançsızlık uzun zamandır beni alıkoyuyor. O yüzden Türkiye dışı konulara; ABD’ye, uzaya, kutuplara, Kuzey Kore’ye sardım bir süredir. 

Ancak, Türkiye, 2016 yılına çok önemli iç ve dış gelişmelerin sarmalında giriyor ve yeni yılda bizi çok önemli dönemeçler bekliyor. 

Bu yüzden yeni yıla genel bir Türkiye ve dünya değerlendirmesi ile girmek iyi olacak. 

Türkiye’nin içinde bulunduğu önemli parametreleri şu şekilde sıralayabiliriz;


- Ülke içinde devam eden bölücü terörle mücadele,

- Türkiye’yi “de facto” olarak başkanlık rejimine dönüştürmeye çalışan ve hukuksuzluğu kendine güç unsuru edinmiş bir Cumhurbaşkanı ve iktidar partisi,

- Ülke içi kutuplaşma, demografik yapımızda ve ekonomide çalan çanlar,

- Suriye’de yıllardır süren iç savaş destekçiliğinin iflası ve bu savaşın yarattığı sorunlar,

- Rusya ile yaşanan krizin yol açtığı gelişmeler. 


Bu gelişmelerin pek çoğu son 14 yılın yani AKP iktidarının yanlış politikalarının ülkeyi getirdiği açmazlar ile ilgilidir. 2016 yılında bizleri neler beklediğini;  dünyadaki gelişmelerden ve bunların Türkiye’ye olan ve olabilecek yansımalarından da ayrı tutamayız. Bu nedenle, dünyadaki gelişmelerin neresindeyiz, sorusu ile işe başlamak zorundayız. Halen üç ana büyük kriz halen dünyadaki güvenlik ortamının ana meselesidir;

- Ortadoğu’da mezhep savaşının doğurduğu IŞİD tehlikesi ve Suriye başta olmak üzere bölge ile ilgili harita düzenlemeleri,

- Doğu Ukrayna’daki ayaklanma ve Kırım’ın Ruslar tarafından ilhakı,

- Avrupa’da 2008 yılından beri devam eden ekonomik kriz,

- Güneydoğu Asya’da uzun vadeli olarak kaynamakta olan kazan.

Bundan yüzyıl önce Osmanlı İmparatorluğu’nun da içinde olduğu Birinci Dünya Savaşı’nın kırılma yılının içinde idik. 2015 yılının en önemli 10 gelişmesi ise şu şekilde sıralanabilir;

- IŞİD saldırılarının üç kıtaya yayılması,

- Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi,

- Avrupa’ya yönelik göçmen krizi,

- ABD ile İran arasında nükleer görüşmelerin anlaşma ile sonuçlanması,

- Yunanistan borç krizine AB çözümü,

- Suudi Arabistan’ın Yemen’e müdahalesi,

- Çin’in Güney Çin Denizi’nde suni adalar inşası,

- ABD’nin Trans-Pasifik Ortaklık Anlaşması’nı tamamlaması,

- Latin Amerika’da Arjantin, Venezüella ve Brezilya’da sol kalelerin düşmesi,

- Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesi.

2016 yılına girerken Türkiye’de yaşanmakta olan rejim krizi ile ilgili konuları diğer yazarlarımıza bırakalım. Bu yazıda; bölücü terörle mücadelede gelinen aşama, Suriye ve Irak’ta düştüğümüz durum, özelde Rusya ile ilişkilerin geldiği boyut ile ilgili bir analiz yapalım. Son bölümde ise 2016’ya girerken dünyanın genel haline kısa bir bakış atalım.

Bölücü terörle mücadelede hangi aşamadayız?

22 Temmuz’dan itibaren hükümetin terörle müzakereden terörle mücadele sürecine geçişi kritik bir safhaya ulaştı. Güvenlik güçlerimizin canla-başla mücadelesinde terör örgütüne çok önemli darbeler vurulmakla birlikte, henüz daha işin başındayız ve önümüzde uzun bir yol var. 

Örgütün kırsal ve şehirlerde uzun zamandır başıboş kalmasının, güvenlik güçlerimizin yıllardır örgüt tarafından şehirleri tahkim etmesi karşısında eli kolu bağlı bırakılmasının suçu valilere atılsa da konu siyasi iktidarın sorumluluğu ve inisiyatifinde idi. Düşünün bir şehre 10 ton patlayıcı bulunuyor; bu patlayıcı nasıl taşındı ve devletin neden haberi olmadı? Terör örgütü ve yandaşı siyasi parti HDP’nin yıllardır Türkiye’de bir iç savaş yapmak için hazırlandığı, bunun için de patlayıcılar ve düzenekler ile bir strateji dâhilinde birlikte çalıştıkları ve halen de birbirlerini takviye ettikleri açıkça görülmektedir. 

Gelinen aşamada kırsalda askerler karşısında barınamayan PKK, tamamen şehirlere kaçtı ve saklandığı mahallelerde şantaj altına aldığı halkı kullanarak, Suriye’de öğrendiği kanton stratejisini uygulamaya çalışıyor. PKK’nın barikat-mayınlama-çocukların kullanılması-sniper (keskin nişancı) uygulamalarından bu stratejiye uzun zamandır hazırlandığı ortaya çıkıyor. Arkasına gizlendiği halkın tahliye edilmemesi, sıkıştığı evlerde imha olmaması için de HDP devreye girip, halkı yönlendirmeye çalışıyor. Özetle, mahalleye giren yolların üzerine barikat koyup, mayın döşüyor, çocukları da önlerine dizip, evlerden sniper ile güvenlik güçlerine ateş ediyor, evlere girilince de bu tuzak devam ediyor ve önceden hazırlanmış hendekler vasıtası ile kaçmaya çalışıyorlar. 

Bu arada ölü yakalanan üç sniper elemanının Alman vatandaşı çıkması dikkat çekiyor. 

Askerler kısa sürede kırsalı terör örgütüne dar ettiler, insansız hava araçları çok iyi kullanılıyor. Emniyet güçlerinin mayına karşı korunma kabiliyetleri sınırlı olduğu için askerler de şehirlerdeki mücadelede etkin yer alıyor. Örgüte üst üste önemli darbeler vuruluyor. Dikkat çeken diğer bir husus terör örgütünün eleman yetersizliği nedeni ile niteliksiz insanları (tombalacı eroinman, işsiz vb.) kullanması. Toplumdan uzaklaşmış, ezik, insanlığa hınç dolu insanları seçiyorlar, IŞİD örneğinde olduğu gibi bunlara para ve kadın vaat ediyorlar Bu kişiler acele toplanmış, patlayıcı eğitimi verilip şehirlere sürülmüş. 

Haberleşmelerinde bunlara “arkadaş” jargonu kullanılmıyor, patlayıcı ve hendek kazma işlerinde kullanılıyorlar. Sona geldiklerinde “kendinizi patlatın” deniyor, ölmeleri umursanmıyor. Siyasi alanda; PKK, HDP ve elebaşı Apo’dan bağımsız hareket ediyor. PKK, şehirlerde başlattıkları eylemler ile inisiyatif almak istiyor, uyacaklarsa onlar (HDP ve Öcalan) bana uysun diyor. HDP ise ikisine de yakınlaşmakta kararsız. Apo, kendine rol bekliyor, bunun için bana ihtiyaç duyulsun diye umuyor, böylece liderliği tekrar alacağını düşünüyor. 

PKK şu anda oldukça güçsüz ve sıkışmış durumda ve tek kurtulma stratejisi halkın arkasına saklanmak. Halk da PKK, HDP ve bölgedeki çatışmalar arasında sıkışmış durumdadır. Doğu’dan son birkaç ayda 300-400 bin kişi, Batıdaki akrabalarının  yanına göç etti. Şehirlerdeki çatışmalardan bir an önce sonuç alınması için halkın bir süreliğine de olsa tahliyesi, sıkıyönetim şart gözüküyor. 

Asayiş demokrasisi örgütün ve yandaşlarının işine yarıyor. Özetle, evlerin tek tek örgüt elemanlarından temizlenmesi gerekiyor.

Şu ana kadar gelinen aşama, terör örgütünün Suriye’nin kuzeyinde başarılı olduğunu sandığı kanton stratejisini güney şehirlerimizde bir kuşak boyunca uygulama gayreti ve güvenlik güçlerimizin devam eden, vatandaşlarımıza bir zarar vermeden, örgütü bertaraf etme gayretidir. Uzun zamandır ara verilen ve bu yüzden örgüte önemli mevziler kazandıran terörle mücadelede henüz inisiyatif terör örgütündedir. Güvenlik güçleri öncelikle terör örgütünün inisiyatif aldığı bu stratejiyi boşa çıkarmakta yani reaktif konumdadır. Yapılması gereken inisiyatif almak yani proaktif bir stratejiye geçmektir. Bunun için önerilerimiz şunlardır;

- Terörle mücadelede öncelik avcı stratejisidir; örgütün lider kadrosunu hedef almaktır. Türkiye bu konuyu uzun zamandır ihmal etmiştir. Bu kapsamda ses getiren sonuçlar alınması, örgütün çözülmesini kolaylaştıracaktır.

- Terör örgütünün yurt dışındaki yuvalarına girilmeli, üs-ikmal ve barınma imkânları ortadan kaldırılmalıdır. Yani örgüte yaşam alanı bırakılmamalı, dağılmaya zorlanmalıdır. Bu kapsamda, Irak’ın kuzeyine yönelik kapsamlı bir kara harekâtına ihtiyaç vardır.

- Terörle mücadelenin üç boyutu; terörist, terör örgütü ve terörizm ile ayrı ayrı mücadeledir. Terörle mücadele silahsız olmaz ama sadece silah ile de kazanılmaz.  Terörizmle mücadele kapsamında psikolojik, sosyal ve ekonomik anlamda tedbirler halka hissettirilmelidir. Bölge vatandaşını devletine bağlı tutmak için uzun zamandır denenen İslamlaştırma yerine Atatürkçü yaklaşım en doğru strateji olacaktır.

Yukarıda saydıklarımızdan çok daha önemli olan husus ise hükümetin terör örgütü ile bir daha asla masaya oturmayacağı sözünün arkasında olmasıdır. 

Bu güvenlik güçlerimizin en önemli moral motivasyonudur. Hükümetin terör örgütü ya da uzantıları ile tekrar görüşmelere başlayabileceği ya da bu konuyu kendisine siyasi rant meselesi haline getirebileceği şüphesi yaşanmamalıdır. 

Türkiye, Suriye’de sona geldi, Irak’ta “varım” demek istiyor..

Türkiye’nin son dönemde ulusal güvenliğini etkileyen önemli uluslararası gelişmeler şunlardır;

- Ukrayna ve Suriye’deki Rus varlığının artması, bunun Suriye ve Karadeniz bölgesinde olabilecek yeni yansımaları; Putin’in deniz kıyılarına yakın 5 yeni karargâh kurma kararı iyi bir haber değildir.

- Irak ve Suriye’de genişleyen Kürt grupların toprak edinme heveslerine ABD’den sonra bölgede etkinlik kazanan Rusya’nın da olumlu bakması; 

PYD/PKK’nın Cerablus-Azez arasındaki bölgeyi de işgali ile Kürt koridoru tamamlanabilir.

- Rus uçağının düşürülmesi sonucu Rusya ile Suriye-Irak üçgeni başta olmak üzere, yaşanabilecek krizler; Türkiye’nin Rus ambargosun aşma yönünde enerji alanında yaptığı çalışmalar, İsrail ile yakınlaşma.

- Ortadoğu, Afganistan, Kuzey Afrika ve Afrika boynuzu, Kafkasya ve Orta Asya’da artan İslamcı kutuplaşmanın Türkiye’ye yansımaları; muhtemel göçler, yeni saldırılar ve Arap dünyasının terörle mücadele ittifakı.

Türkiye için iki uluslararası gelişme 2011 yılından beri Ortadoğu’da oynamaya çalıştığı rollerin bir kenara itilmesine, deyim yerinde ise büyük birer şantaj altında masadan eli boş kalkmasına neden oluyor ;

- Paris saldırıları sonrası; Ortadoğu’da IŞİD’in yok edilmesi için Türkiye’ye yönelik artan baskı, İncirlik’in açılması, Türkiye’nin Suriye üzerindeki ihtiraslarından vazgeçmesi ve Batının emrinde olması şantajı,

- Rus uçağının düşürülmesi sonrası; Türkiye’nin Suriye’de desteklediği Sünni cephe üzerindeki tasarruflarının büyük ölçüde elinden alınması, desteklenen 

70 bin kişilik Sünni savaşçının kaderinin artık Ruslar ve ABD’ye kalması.

BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya inisiyatifinde alınan son kararlar ile birlikte;

- 1 Ocak’tan itibaren başlayacak ateşkese IŞİD ve El Nusra’nın başını çektiği Sünni direnişçiler dâhil olmayacak yani Batılı güçler ve Ruslar bunları yok edecek,

- Suriye’de geçiş dönemi Esatlı olacak, yani en az 2 sene daha Esat, Suriye’nin başında olacak ve muhtemelen yeni Suriye ya da Alevi devletinin başında 

Esat veya ona yakın bir isim bulunacak.

Suriye-Irak-Türkiye üçgeninde gelinen aşama; 

- “Esatsız Suriye” ile “Suudi Arabistan ve Katar için Sünni eksen” kurma hayallerimizin sonu,

- Yüz binlerce Suriyeli ve diğer Müslümanın iç savaşta boşu boşuna heba edilmesi, milyonlarca göçmen ve tonlarca gözyaşı,

- Irak’ın kuzeyinden sonra Suriye’nin kuzeyinde de Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden bölücü Kürt oluşumları,

- Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine geçmesi yasaklanmış bölücü terörle mücadelesi, 

- Bütün bölge Amerikan ve Rus üssü, diğer tarafta IŞİD büyük bir bölgeyi işgal etmiş iken Arap Birliği’nin Irak’ın kuzeyinde birkaç yüz Türk askerine tahammül edememesi,

- ABD ve Rusya’nın bölgede çıkarları için sağlam adımlarla ilerlerken bizim payımıza göçmenler, ambargolar ve şantaj dayatmaları düşmesi.

Batının Türkiye sınırındaki tek koridorun da kapanmasını istemesi; IŞİD ve El Nusra’ya yardım trafiğinin kesilmesi, yani S.Arabistan ve Katar’dan Türkiye’ye gelen paranın da kesilmesi demek. Hükümet, bu iki ülkenin parası ile aynı zamanda Türkiye’deki seçmenleri dâhil 13 milyon kişiyi besliyordu. 

IŞİD ve El Nusra cephesine Türkiye’den 20-25 bin Türk var; bunların 14 bini Konya’dan, 4 bini Adıyaman’dan gitmiş. Türkiye sınırlarında 2.5 milyon Suriyeli göçmen besliyoruz. AKP döneminde Türkiye’ye 400 bin Arap yerleşmiş ve bu sürede toplam 45 bin çocuk sahibi oldular. 

Gaziantep’te daha önce çalışacak İnsan bulunamadığı için sanayi bölgesi kurulamazken bugün Suriyeliler sayesinde yedincisi kuruluyor. 

PKK/PYD, 2015 içinde Suriye'de kontrol altında tuttuğu alanı 2 kat artırmış. PKK/PYD terör örgütü, halen ABD ile ortak operasyon ile etkinliğini IŞİD’in 

merkezi Rakka'ya doğru yaymaya çalışırken; Rusya ve Esat rejimi ile işbirliği yaparak Carablus-Azez arasındaki bölgeyi işgale hazırlanmaktadır. 

Kısa bir süre önce PKK/PYD, Suriye Ordusundan ve muhtemelen Rusya'dan aldığı zırhlı araç, tank, füze ve askeri kamyon desteği ile Cerablus çevresindeki 

yığınağını artırdı. Yani PYD/PKK da Suriye ve Rusya'nın desteği ile bu bölgeye girmeye hazırlanıyor .  Türkiye, bu aralar Suriye’de ateşe attıklarını kurtarmaya, 

Irak’ta ise “ben de varım” demeye çalışıyor. 

Aslında ne yaptığını da pek bilmiyor. Kamuoyuna yönelik olarak İsrail ile barışma propagandası ile gündem değiştiriliyor. Erdoğan, Hamas liderinin ülkeden gönderilmesi karşılığında İsrail’in Gazze’deki blokajının sona ereceğini düşünüyor . İsrail ile görüşmelerin arkasında ne var, neler veriyoruz, sıralayalım;

- İsrail’in Gazze uygulamalarına sesimizi çıkamayacağız,

- Suriye’de radikal İslam yerine zayıf bir Esat yönetimi isteyen İsrail ile aynı politikaya dönüyoruz,

- Doğu Akdeniz’de enerji konusunda İsrail ile işbirliği, 

- PYD/PKK yerine Barzani üzerinde ittifak.

ABD, Türkiye’nin Suriye’den dışlanmasından memnun, elimiz kolumuz bağlandı. Terörle mücadelemiz Türkiye sınırlarına hapsedildi. Şimdilerde Türkiye’den üç isteği var, bu istekleri Joe Biden başkanlığındaki heyete bildirdiler;

- IŞİD ve El Nusra’ya yardımı tamamen kes yoksa koridoru kapatıyoruz,

- IŞİD’a yönelik harekâta aktif olarak katıl,

- Kürt meselesini masada çöz.

Suriye-Irak Cephesinde ses çıkmıyor..

ABD’nin Suriye ve Irak hava harekatı günlük 9.5 milyon dolara mal oluyor. Yükü hafifletmek için İngiltere ve Fransa’dan sonra Almanya da bölgeye sevk edildi. 

Kasım 2016 seçimlerine az kaldığından Obama, bölge için radikal bir karar almıyor. Yeni Suriye stratejisi uzun savaşın devamı, bölgeye biraz daha özel kuvvetler takviyesinden başka bir yenilik getirmiyor. PYD/PKK bölgesinde Hasaka’da yeni bir askeri üs kuruyorlar . ABD; Türkiye-Irak-Suriye Kürtleri arasında nasıl bir denge kuracağının arayışı içinde; bu üç grubun bir araya gelmesi mümkün değil, gelmesi de Ortadoğu’da felakete yol açar. 

Rus hava saldırılarının %90’ı Erdoğan’ın muhalif güçlerini hedef alıyor. Ruslar, Suriye rejimini sadece hava kuvvetleri ile değil topçusu ile de etkili bir şekilde destekliyor . 

Türkiye’den destek gelmeyince Esat güçleri mevzi kazanmaya başladı. Rusya’nın planı; Esat olsun ya da olmasın Suriye’de üslerini bulundurabileceği bir rejimi ayakta tutmak. Bölgedeki çatışmalarda 6 generali ölen İran, Rusların rollerini çalmasından memnun değil. Putin’in Tahran ziyareti bunu hafifletmeye yönelikti. Sorun Şii bir devlet, Ruslar ile birlikte nasıl kurabilir? Putin, İran ile koordine etmeden bir hükümet kurulmayacağı garantisi verdi. Bu arada İran bölgede kuvvet kaydırmaya başladı .  Suriye için Alevi-Sünni-Kürt bölgeleri olan bir yeni Lübnan’dan ülkenin beş devlete bölünmesine kadar pek çok alternatif konuşuluyor. Sonuçta Araplar, İsrail’in varlığını tanıyacak, yeni harita ile İsrail yanlısı veya Batıya kafa tutamayacak minik minik birçok devlet kurulmuş olacak. Türkiye’ye dönecek olursak, ABD için AKP’ni kullanım süresi hala bitmedi. Elindeki en kullanışlı kart o, ne derse yapıyor; Irak’ın kuzeyine girmiyor, Barzani ile iyi geçiniyor, İran’dan sonra Rusya ile de ilişkileri de bozdu, Çin füze ihalesini bile iptal etti. Kürtler ise ABD tarafından IŞİD cephesinde harcanma stratejisinin farkında ve bu işi Batının kendisinin çözmesi gibi sesler çıkarmaya çalışıyorlar. 

Bu da ABD tarafında memnuniyet yaratmıyor .

ABD’nin eğittiği 30 bin Irak askerinin içinden 6 büyük tabur çıkaran IŞİD, Amerikalıların Irak’tan çekilen üç tümeninden kalan Humvee araçları ve M1 Abrams tanklarını da edinmişti . IŞİD, kurduğu devleti 12 ayrı idari bölgeye ayırıp, güçlü bir hükümet yapısı ile sağlık hizmetlerinden fırıncılığa her hizmeti düzenliyor, mahkemelerinde kendi yasalarını uyguluyor. Petrol gelirleri günlük 2 milyon dolara ulaşıyor. Türkiye’de gizli lojistik üsleri var. 

IŞİD devleti içinde CIA, FBI, M5, MI6, Mossad, FSB gibi istihbarat örgütlerinin şubeleri var . IŞİD, strateji değiştirdi ve artık sadece yakın düşmana değil, uzaktakilere de saldırmaya başladı. Ancak, IŞİD, gücünün sınırına ulaştı. IŞİD’in stratejik planına göre; 2016’da küresel savaşa başlıyor ve 2020’ye kadar kesin zafere ulaşacak. Bu daha önce açıkladığımız El Kaide stratejisi ile de uyumlu gözüküyor. Tüm ülkeler IŞİD’i hedef gösteriyor ama kimsenin önceliği 

IŞİD değil. Bununla beraber, mesele IŞİD’tan boşalacak bölgeyi kimin dolduracağı ile ilgili hesaplardır. Bu yüzden şimdilerde IŞİD ile ilgili haberler azaldı, Musul’da da hareketlenme yok, çünkü ipler dışarıda. Rusya ile süren kriz nedeni ile ABD, Türkiye’nin IŞİD’a karşı hava harekatına katılımını da ertelemiş .

Irak’ın kuzeyine gelince; Musul, Haziran 2014’den beri IŞİD’in kontrolünde ve Barzani, Musul petrolüne konmak için Türkiye ile enerji pazarlığına güveniyor. 

Barzani için de ekonomi yani kişisel servetini geliştirme Kürtçülüğün önünde. Suriye’den kovulan Türkiye, Irak’ta Barzani ile varım kartını oynamaya çalıştı. 

1 Aralık 2015’te Erdoğan’ın Katar’a gitmesinden birkaç gün sonra, 4-5 Aralık’ta Türk askerlerinin Musul’u takviye ettiği haberleri çıktı. Bu işin arkasında Katar gazı enerji projesi ile Bağdat yönetimine bir şantaj yapıldığı anlaşıldı . Rusya ve İran’ın kışkırttığı Bağdat yönetiminin tepkisini ve BM Güvenlik Konseyi tehlikesini görünce askerlerimizi çektik ve büyük prestij kaybettik. Kısa vadeli de olsa Türkiye-Barzani işbirliğinin inandırıcılığı yok. ABD, Türkiye’yi Barzani ile birlikte görmek istemiyor, kendi özel alanından çıkmasını istiyor. Barzani ise Rusya bıraktığı için ABD’nin kucağına düştü ve ona mecbur. 

Arap Birliği’nden gelen Türkiye’nin Irak’ın kuzeyindeki faaliyetlerini tehdit olarak niteleyen açıklamalar, aslında başından beri Arap sokaklarına oynadığını sanan Erdoğan’ın ne kadar sığ bir denizde yüzdüğünün de göstergesi oldu. Bir yandan da 34 Müslüman ülke tarafından anti-terörizm koalisyonu kurulması düşünülüyor. 

Bu koalisyona liderlik etmesi Türkiye’yi radikal İslamcıların hedefi haline getirebilir . 

Diğer bir komedi ise terörizme karşı askeri bir ittifak kurulması projesi. 

Bu ittifakın da terörizmi değil, İran’ı hedeflediğine şüphe yok. Irak ile ilgili son sözümüz Türkmenler üzerine olsun. AKP iktidarı Irak Türkmenlerini hep horladı, dışladı, yok saydı. Türkmenlere, ABD ve Barzani tarafından yapılan saldırıların medyada verilmesini bile engelledi. 


Bugün de ne Irak ne de Suriye Türkmenleri umurundadır. Son birkaç aydır oynadığı milliyetçi görüntü içinde Suriye politikalarına Bayırbucak Türkmenlerini  kalkan yapmaya çalıştı. Şimdi onlar Esat’ın, Irak Türkmenleri ise daha önce olduğu gibi Barzani’nin insafına bırakıldı. Son sözümüz Barzani ve Suriye Kürtlerine olsun. Bölgede akıl oyunları oynanıyor, bunları siz göremezsiniz. Ama yardımcı olayım; bir oyunda her zaman bir kurban vardır ve stratejinin esası her zaman kurbana istediğini sandığı şeyin bir parçasını vererek, kontrol altında tutmaktır. Sonrası? Keşke biri söyleseydi diyeceksiniz, kopya çekmek yok. Kaddafi’ye bakın, öldüğünüzü defalarca kontrol edecekler.


2. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***


2 Aralık 2019 Pazartesi

Suriye’de Perde Arkasında Pazarlık Olabilir Mi?

Suriye’de Perde Arkasında Pazarlık Olabilir Mi? 















Yazar: Ümit Özdağ 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 


Suriye Ordusu’nun Birleşmiş Milletler gözlemcileri Şam’da iken Şam’ın stratejik önemi olmayan bir semtindeki direnişçilere yönelik olarak kimyasal silah saldırısı yaptıkları iddiası üzerine dönmeye başlayan Suriye’ye askeri müdahale çarkları dönemeye devam ediyor. ABD’nin Irak’ı işgali öncesinde BM dahil her platformda söylenen yalanları unutmamış olan dünya kamuoyu Suriye’nin kimyasal silah 
saldırısı yaptığına inanmıyor. Bir İngiliz milletvekilin söylediği gibi, “Baas rejimi kimyasal silah kullanacak kadar kötü olduğunu biliyorum ancak gerçekten o kadar aptallar mı?” Bu soruya İngiliz parlamentosu üyelerinin çoğu “Hayır” cevabını verdikleri için İngiliz parlamentosu Suriye’ye müdahaleye “hayır” dedi. 

Üstelik kimse Amerikanlı gazeteci Dale Gavlak kimyasal silahın Suudi kaynaklı olduğu ve silahı kullanmayı bilmeyen isyancılar tarafından yanlışlıkla patlatıldığı şeklindeki çok önemli haberi üzerinde durmak istemiyor. Savaş haberleri konusunda uzman bir site olan infowar.com ve lifeleak.com başta olmak üzere değişik haber sitelerinde ve Türkiye’de Taraf gazetesinde çıkan bu haber sessizlikle öldürülüyor. Üstelik Dale Gavlak, kimyasal silahı patlatanların adlarını veriyor, silahı patlatan isyancının babası ile yaptığı söyleşi de babanın silahı gördüğünü açıklıyor. Batılılar, Suudi Arabistan’ın kimyasal 
silah bağlantısının ortaya çıkmaması için olayı bastırıyorlar. Çünkü bu olayın arkasında Suudi istihbarat servisi başkanı Prens Bandar var. Ve Prens Bandar çok uzun yıllar Washington’da büyükelçilik yapmış, çok güçlü bağlantıları olan bir isim. Zaten sıkıntıda olan petrol monarşisini şimdi bir de bu konuda 
sıkıntıya sokmak istemiyor Batı Başkentleri. 

Öte yandan ABD ordusundan ve askerilerinden gelen “bizi bu işe karıştırmayın” şeklindeki kurumsal ve bireysel mesajlara rağmen Amerikan yönetimi biraz da kendisini bağlamış olmanın neticesinde Temsilciler Meclisinden askeri müdahale için onay aldı ve gelecek hafta Senato askeri müdahaleyi görüşecek. Her ne kadar asker müdahale zaman sınırlı ve havadan olacak şekilde planlansa 
da daha şimdiden bütün askerlerin bildiği gibi ilk kurşun ateşlendikten sonra olacakları kimsenin bilmesi mümkün değil. 

Suriye, geçtiğimiz yıllarda çok güçlü bir hava savunma sistemi inşa etti. İran’da Suriye’den sonra kendisine bir saldırı yapılacağını düşünerek, Suriye’ye hava saldırısını, İran’a yapılacak bir saldırıda İran’ın kendisini savunmasının manevra alanı olarak değerlendirecek. Suriye’nin elindeki sistemlerin ne olduğu dahi tam olarak bilinmiyor.

    Örneğin Rusların ileri teknoloji hava savunma sistemi S 300 füzelerinin Şam’ın elinde bulunup bulunmadığı karanlık bir husus. Putin en son açıklamasında Şam’ın S 300 ’lerin birleşenleri ni teslim aldığını ancak teslimatın tamamlanmadığını ifade etti. Bu açıklama içinde sürpriz barındıran bir açıklamadır. Eğer, Amerikan saldırısı başladıktan sonra S 300’lerin devreye girdiği ortaya çıkar ise Amerikan hava kuvvetleri çok şaşırır. 

Amerikan saldırısını izlemek amacı ile Doğu Akdeniz ’e konuşlanmaya başlayan Rus ve Çin savaş filoları da varlıkları ile dahi bir gerilim yaratacaklardır. Moskova ’nın Suriye’ye Amerikan füzelerine karşı bilgi savaşı teknolojisi yardımı yapması, ABD ’nin çok güvendiği denizden karaya füzelerinin etkisiz kalmasını beraberinde getirebilir. İlk mermi atıldıktan sonra eğer 10 Amerikan savaş uçağı düşer, bir Amerikan savaş gemisi vurulur, dört Amerikan füzesi havada etkisiz hale getirilir ise dünya kamuoyunda “yenilen ABD” imajı gelişirken, Amerikan kamuoyunda da bu imajı ortadan kaldırmak amacı ile “karada 
savaş” görüşü güçlenecektir. 

Bütün bu ihtimallerin ABD başkentini de gerdiğini gören Moskova ve Tahran ise daha rahat görünüyorlar. Putin, Washington’a bir ikna heyeti yollamaktan bahsediyor. İran’da batı ile daha olumlu ilişkiler geliştirmek isteyen ve Batı tarafından olumlu karşılan yeni hükümette, Tahran’dan yansıyan 
olumlu havanın devam etmesinin ABD’nin Suriye konusunda alacağı tavra bağlı olduğunu açıklıyor. 

    İşte bu ortamda Amerikalı diplomatlar Tahran’da gizli görüşmelere başlamışlar. Tahran Masaya Nükleer çalışmalarını yavaşlatma sözünü sunar, İsrail’in yaşam hakkı ile ilgili rijit davranmayacağını ifade eder, karşılığında Suriye’ye yapılacak saldırının “makyaj” saldırı olmasını ister ve Esad rejiminin iktidarda kalmasını talep ederse Washington buna ne cevap verir? 



http://www.21yyte.org/tr/arastirma/suriye-krizi-izleme-merkezi/2013/09/05/7198/suriyede-perde-arkasinda-pazarlik-olabilir-mi

***

12 Mart 2019 Salı

Suriye Çıkmazı: ABD ve Rusya Etkinlik, Türkiye Güvenlik derdinde.,

Suriye Çıkmazı: ABD ve Rusya Etkinlik, Türkiye Güvenlik derdinde.,



Armağan KULOĞLU
oakuloglu@gmail.com 

Kaynak Yeniçağ: 
02 Aralık 2017

DEAŞ'la mücadele adına bölgeye gelen ve kendilerine müzahir gruplarla iş birliği yapan ABD ve Rusya'nın asıl amacının DEAŞ olmadığı, Suriye ve bölge üzerinde kalıcı bir etkinlik sağlamak olduğu açıkça görülmektedir. Türkiye ise bu zorlu süreçte bekasını ve güvenliğini sağlama peşinde dir. Soçi'de tam bir mutabakat yok Soçi'de mutabık kalınan husus, bir barış süreci oluşturulması, Suriye'nin toprak bütünlüğüne dayalı yeni bir anayasa hazırlanması, serbest seçimlerin düzenlenmesi, barış müzakerelerine de Suriye'deki çeşitli grupların katılmasıdır.Toplantı öncesi Putin-Trump arasında mutabakat sağlanmış, masada tüm siyasi eğilimlerin temsil edilmesi öngörülmüştür. Soçi'de de, müzakerelere Suriye toplumunun çeşitli etnik ve mezhepsel gruplarının katılmasını öngören 2254 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararının esas alınması kararlaştırılmıştır.Bu durumda Türkiye'nin Esad konusunda bir yumuşama gösterebileceği anlaşılmıştır.Ancak Türkiye, PYD/YPG/PKK'nın müzakerelere katılmamasında kararlıdır. Bu konu "kırmızıçizgi" olarak ilan edilmiştir.Rusya, mutabakat çerçevesinde oluşturulacak Suriye Halkları Kongresi'ne PYD'yi de davet etmiştir. Türkiye'nin itirazı üzerine Kongre, Aralık başına ertelenmiş, şimdi de Kongre'nin Şubat 2018'e ertelendiği haberi alınmıştır. Bu durum, PYD konusunda bir konsensüs oluşmadığına işarettir.BM de, İsviçre'nin Cenevre kentinde düzenlenecek zirvede muhalifler ve rejim temsilcilerinin doğrudan görüşme yapmasını teklif etmiştir. Ancak muhalif-terörist ayırımı ve hangi muhaliflerin Esad rejimiyle görüşeceği açıklığa kavuşmamıştır. Terör örgütü ve terörist kavramının, ülkelerin çıkarlarına hizmet etmesine göre değiştiği bilinmelidir. Putin'in, barış için tüm tarafların tavizlerde bulunması gerektiğini açıklaması, bu konunun daha uzun süre devam edeceğini göstermektedir.Toprak bütünlüğü de tartışmalı Toprak bütünlüğü, güçlü bir merkezi yönetimden, dini, etnik veya coğrafi temelde federasyondan konfederasyona veya otonomiye kadar uzanan bir kavramdır. Bu nedenle ABD, Rusya ve İran ile Türkiye'nin anlayışları arasında derin farklılıklar olması mümkündür. Türkiye'nin kastettiği, siyasi birlik içinde merkezi yönetime dayalı bir toprak bütünlüğüdür. Ancak PYD/YPG/PKK konusu, ABD ve Rusya arasında etkinlik çatışması yaratmaktadır. Bu durum, tarafların ara formüller üzerinde çalışma yapabileceğini göstermektedir. Türkiye bu konuda İran'la bir iş birliğine gidebilir. Çıkar çatışması had safhadaDEAŞ işgalindeki bölgenin neredeyse tamamı geri alınmıştır. Ancak militanların ne olduğu bilinmemektedir. Kaçanların veya tahliye edilenlerin bir kısmının ülkelerine döndüğü, bir kısmının da bulunduğu ortamda kendini gizlediği söylenmektedir. Fakat dinci örgütlerin yok olduğu söylenemez. Ne zaman, nerede, hangi kimlikle ortaya çıkacağı bilinmez. Ancak gerçek olan, Suriye ve Irak'ta DEAŞ tehdidinin sona erdiğidir.Şimdi sıra DEAŞ bahanesiyle önceden hazırlığı yapılan, Suriye'de kalıcı etkinlik mücadelesidir. Bu nedenle PYD/YPG paylaşılamamaktadır. Trump'ın, artık silah verilmeyeceğini açıklaması anlamsızdır. Zaten verilen verilmiştir. 
Pentagon'un PYD'ye olan desteğinin devam edeceğini söylemesi de şaşırtıcı değildir. 
ABD'nin amacı, kuzeyde federatif bir Kürt Koridoru oluşturmaktır.Rusya'nın amacı da, Afrin'de tutunarak ve müzakerelerde Kürtlere şirinlikler yaparak ABD etkisini kırmaktır. 
Merkezi yönetimle olan ilişki ve elindeki imkânlarla var olan etkinliğini, PYD'yi de ABD'nin elinden alarak güçlendirme peşindedir. 
Bu nedenle Türkiye'nin Afrin'e tek taraflı bir operasyon yapmasının zorluğu ortadadır. Nitekim son MGK toplantısında, "TSK'nın, İdlib'deki gerginliği 
azaltma görevini, Batı Halep'le Afrin yakınlarında da yerine getirmesiyle, huzur ve güven ortamının gerçek manada sağlanabileceği mütalaa edilmektedir" 
şeklinde yapılan açıklama ve operasyonun yeniden doğrudan tecavüze bağlanması, temkinli bir anlayışı işaret etmektedir. 

Kasap et derdinde, koyun can derdinde. 


Kaynak Yeniçağ: 
Suriye çıkmazı: ABD ve Rusya etkinlik, Türkiye güvenlik derdinde 
Armağan KULOĞLU 




***

21 Şubat 2015 Cumartesi

Büyük Kürdistan, Erişilebilir Bir Hedef Mi, Yoksa Bir Ütopya mı?





  Büyük Kürdistan, Erişilebilir Bir Hedef Mi, Yoksa Bir Ütopya mı? 


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                    
Milli Güvenlik ve Dış Politika 
Araştırmaları Merkezi
05 Aralık 2014 Cuma
Soner Polat tarafından yazıldı.


Batı ve bölgedeki temsilcisi İsrail uzun zamandan bu yana Ortadoğu’da bağımsız bir Kürt devleti kurmak için çaba sarf ediyor. Batı’nın hedefi,Kürdistan’ı Kuzey 
Irak’ta Barzani ailesi üzerinden hayata geçirmek. Barzani ailesinin İsrail ile olan özel ve gizli ilişkileri zaman zaman basın yayın organlarına da yansıyor. 
Kuzey Irak, ABD’nin Irak’a müdahale etmesinden bu yana, özellikle ekonomik yatırımların cazibe merkezi oldu. Ekonomik bir alt yapı tesis edilmeden 
devletleşme sürecinin tamamlanamayacağı biliniyor. Maalesef Türkiye ve içimizdeki gayrı milli sermaye, birkaç dolar için ülkemize pahalı bir bedel 
ödetecek bu sürece belki de en büyük desteği verdi. Bu süreç Barzani için söylenen, “Türkiye seninle gurur duyuyor!” çığlıkları ile zirve noktasına 
ulaştı.

Kuzey Irak’ta Barzani’nin Kürdistan Demokrat Partisi’nin (KDP) önündeki en büyük engel Talabani’nin Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) idi. KYB, daha şehirli ve eğitimli bir tabana dayanıyordu. Asıl rekabet ekonomik kaynakların paylaşımında yaşanıyordu. Stratejik bir vizyona sahip (!) Türkiye, daha AKP 
iktidara gelmeden bu iki hizbi barıştırmak için çaba sarf ediyordu. Emperyalizmin kızarttığı ekmeğe yağ sürdüğümüzün farkında bile değildik. Ama yine de yapısal nedenlerle bu iki parti istenildiği gibi bir araya getirilemedi.

ABD’nin Irak’ı işgali emperyalizm açısından bu sorunun çözümü için altın bir fırsat doğurdu. Celal Talabani Irak Cumhurbaşkanı seçtirilerek Kuzey Irak’tan 
uzaklaştırıldı. Böylece Kürtler üzerinde Talabani’nin etkisi giderek azalırken, Barzani rakipsiz kaldı. Kuzey Irak yerel yönetiminde ağırlık bariz şekilde Barzani ailesinin eline geçti.

Çekirdek devlet Kuzey Irak’ta kurulacak ve zaman içinde Doğu, Batı ve Kuzeye doğru genişletilecekti. Bu maksatla terör faaliyetleri bir vasıta olarak kullanılacak, Türkiye, İran ve Suriye’deki Kürtler kendi devletlerine karşı kışkırtılacaktı. İran ve Suriye’de terör eylemlerini bir türlü istedikleri boyutlara getirememişlerdi. Çünkü biz ne kadar antidemokratik olarak suçlasak da İran ve Suriye’de milli politikaları uygulayan yönetimler teröre göz açtırmıyordu. ABD ve AB’nin güdümüne giren Türkiye ise bölücü eylemlere izin vermeyi demokrasi sanan bir çizgiye getirilmişti. Ama kötü siyasetin bütün açıklarını TSK kapatıyor, inisiyatifi terör örgütüne bırakmıyordu.

Emperyalizm bu durum çerçevesinde yeni bir oyun kurguladı. ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra Kuzey Irak’ta PKK ve türevi olan terör örgütlerine yaşam alanı 
sağlayacak bir güvenli bölge yarattı. Böylece PKK Türkiye’nin, PJAK İran’ın, PYD ise Suriye’nin doğrudan baskısından kurtulacak ve geniş lojistik olanaklara 
kavuşacaktı. Ayrıca Batı bu terör örgütlerine doğrudan silah ve malzemeyi örtülü yöntemlerle verebileceği bir coğrafi alana da kavuşacaktı.

Barzani gönülsüz de olsa, emperyalizmin talebi doğrultusunda terör örgütlerinin Kuzey Irak’a yerleşmesini kabul etmek zorunda kaldı. Çünkü Kürtleri yönetme 
konusunda özellikle PKK’nın ihtirasını, teorik derinliğini ve silahlı mücadele tecrübesini biliyordu. Ama Batı da Büyük Kürdistan’ı kurmak için Türkiye, İran 
ve Suriye’nin terörle terbiye edilmesi gerektiğine inanıyordu. Ayrıca Barzani’yi PKK ile PKK’yı da Barzani ile denetim altında tutmak Batı’nın oyun kurgusundaki 
planlarından birisiydi. PKK Kuzey Irak’ı karıştırabilir, Barzani ise PKK’nın ikmal yollarını tıkayabilirdi.Böylece iki unsur, karşılıklı bağımlı hale getirildi. Batı’nın diğer bir hedefi ise Türkiye, İran ve Suriye’de terörü siyasallaştıracak yolların açık kalmasını sağlamaktı.

İran kuru gürültüye pabuç bırakmadı. PKK’nın İran kolu olan PJAK’a(Kürdistan Özgür Yaşam Partisi-PartiyaJiyana Azad a Kürdistane) nefes aldırmadı; Kandil 
dâhil her yerde, kayıplar vermesine rağmen PJAK’a ağır bir darbe indirdi. 2010’dan itibaren PJAK İran’da eylem yapma yeteneğini kaybetti. Ayrıca 
bölücülüğe karşı ceza yasalarını ağırlaştırdı ve art arda idamlarla siyasi Kürkçülüğün önünü kesti. İran bu sorunda, topraklarının hedef aldığını gördü ve 
bir devlet gibi davrandı.

Suriye, PKK’nın Suriye kolu olan PYD’yi (Demokratik Birlik Partisi- Partiya Yekitiya Demokrat) denetim altında tutmak için çeşitli devlet uygulamaları 
yaptı. Kendisi için önemli bir tehdit haline gelmesine izin vermedi. Ancak Suriye’deki iç savaşın başlamasından sonra Özgür Suriye Ordusu, IŞİD, El Nusra ve türevi terör örgütleri ile savaşında kuvvetlerini bölmemek için Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerden çekilerek, buranın denetimini PYD’ye devretti. Buna karşılık PYD, Suriye rejimini desteklediğini açıkladı.

Türkiye ise ABD müdahalesi sonrasında, maalesef ne İran’ın ne de Suriye’nin gösterdiği dirayeti sergileyebildi. Sıfır noktasına gelen PKK terörünün Kuzey 
Irak’ta palazlanmasına ve topraklarına saldırmasına engel olamadığı gibi, terörün ve bölücü Kürtçülüğün siyasallaşmasının önünü açtı. AKP iktidar olduğunda analar ağlamıyordu. Uyguladığı yanlış politikalarla anaların  ağlamasına neden olan AKP, “Analar ağlamasın!” diyerek PKK’nın doludizgin at koşturduğu açılım sürecini başlattı. Ergenekon, Balyoz ve TSK’yı hedef alan 
diğer isimli davalarla TSK önce pasifleştirildi, daha sonra devre dışına çıkarıldı. Terörle mücadelede yetki vali vesavcılara devredildi. Böylece 
Güneydoğu’da denetim altın tepsi ile Batı ve PKK’ya sunulmuş oldu.

Batı ve İsrail bu noktaya getirdiği Kürt hareketini, “İnsanlık için insanlık düşmanı IŞİD’e karşı savaşıyorlar!” söylemi ile dünya kamuoyunun gündemine 
soktu. Bu ise Yunanistan’ın bağımsızlığa kavuşmasından önceki süreci, Lord Byron’ları hatırlattı. Batı basın yayın organları, Selahaddin Eyyubi’nin (1137-1193) torunları (!) olan Kürtlerin, kafa kesen, kadınları taşlayan zalim cihadistlere karşı verdiği şanlı (!) mücadeleyi tefrikalarla yayımlamaya başladı. Kürtlerin insanlık idealleri (!) için savaştığı dile getirildi. Aslında Kürtlerin de Sünni inancına sahip olduğu, ama onların sağduyulu (!) ve fanatizmden uzak (!) oldukları pompalandı!

Batı, 1820’li yıllarda Yunanistan’ın kuruluş sürecinde Lord Byron (1788-1824) gibi şairleri ile oluşturduğu özgürlük (!) rüzgârlarını şimdi de sözde Kürdistan 
üzerinde estiriyor. Batı başkentleri Kürtlere her türlü modern harp teçhizatı verilmesi konusunda aynı görüşleri paylaşıyor. Hatta birbirleriyle yarış içinde 
olduklarını söylemek, sanırım gerçeği yansıtıyor! Batı istihbarat örgütleri bu konuda harıl harıl çalışıyorlar… Daha sonra sıranın IŞİD’e karşı Kürt zaferini 
(!) ödüllendirmeye geleceğini söylemek herhalde fazla yanıltıcı olmaz! Kürtlerin bağımsızlık dışında başka bir mükâfata razı olacaklarını düşünmek safdillik 
olur.

Batı başkentlerinden hem peşmergeye hem de Kürt teröristlere silah ve cephane yağmaya başladı. Özel eğitim programları tezgâhlandı. Ama yine de farklı Kürt 
grupları arasındaki görüş ayrılıkları giderilememişti. Daha doğru bir ifade, Batı ve İsrail’in istediği gibi, tüm Kürtler kayıtsız koşulsuz Barzani’yi destekleyecek bir noktaya getirilememişti.

“Arap Pınarı (Kobani) düşüyor!” denilerek yukarıda sıraladığım Kürt gruplar, neredeyse zorla emperyalizm tarafından Kuzey Irak’ta bir araya getirildi ve 
baskı ve şantaj ile Barzani’ye biat etmeleri ve Kobani’de ortak mücadele etmeleri dayatıldı. Yapılan siyasi ve dolaylı ekonomik baskılarla Türkiye’nin topraklarını silahlı peşmergenin Kobani geçişine açması sağlandı. Böyle bir faaliyet içeride ve dışarıda Türkiye için büyük bir itibar kaybına neden olurken, bölücü Kürtler için muazzam bir propaganda fırsatı doğurdu. Bu şekilde IŞİD’e karşı kazanılacak bir zaferin aslan payının Kürtlere bırakılacağı koşullar yaratılmış oldu. Böylece Kürt birliği yolunda bir dönemeç daha geçilmiş oldu.

Batı ve İsrail’in büyük Kürdistan yolunda kullandığı en büyük araçlardan birisi de Sünni mezhepçiliği öne çıkaran bölge ülkelerini ustaca istismar etmeleri 
oldu. Irak’ta ABD’nin yarattığı sözde demokrasi düzeni en çok nüfusa sahip Şiileri iktidara taşımıştı. Irak kendi haline bırakıldığı takdirde, Şiilerin devlet aygıtını da kullanarak giderek güçlenmeleri en yüksek olasılıktı. Böyle bir durumda Şiiler, öncelikle açıkça ayrılıkçı bir yola giren Kürtleri hizaya 
getirmeye çalışacak ve belki de bu maksatla Sünnilerle birlikte hareket edeceklerdi.

Nehrin bu istikamete akmasını engellemek isteyen emperyalizm, IŞİD’i palazlandırarak Şiilerin üstüne saldı. Irak Merkezi Hükümeti’nin IŞİD tehdidini 
ortadan kaldıramaması, Batı’nın istemediği Başbakan Nuri Maliki’nin istifasına yol açtı ve yerine yine bir Şii olan, ancak Batı’nın taleplerine sıcak bakan Haydar El Abadi geçti. Batı’nın hedefi Kürtler için planlanan toprakları garantiye almak, daha sonra Sünniler için mümkün olan en yüksek orandaki alanda 
ayrı bir devletin oluşacağı koşulları yaratmaktı. Böylece, asıl tehdit gördükleri Şiilerin Irak’ın bütününde söz sahibi olmalarını engellemiş olacaklardı.

Batı, Suudi Arabistan, Türkiye, Mısır ve Katar’ı Sünni ekseninde birleştirerek bölgeye yönelik kirli ve sinsi plânlarında kullanmak istedi. Ancak Mısır, Mursi’nin devrilmesinden sonra bu oyunu sezerek daha dengeli bir politika izlemeye başladı. Suudi Arabistan ve Katar bile ulusal çıkarları doğrultusunda gerektiğinde bölgeye yönelik politikalarını revize etti.

Bu konuda Türkiye zaten stratejik bir hata yapmıştı. Bütün politikasını Barzani’yi desteklemek ve Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat’ı devirmek üzerine kurmuştu. Irak Merkezi Yönetimi ve Beşar Esat, muhtemelen Şii/Nusayri yönleri ile hedef alınmıştı. İzlenen politika katı bir Sünni mezhepçilik esasına dayandırılmış, Türkiye’nin hayati stratejik çıkarları göz ardı edilmişti. Bu politikada bölgedeki jeopolitik gerçeklerin kırıntıları bile yoktu. Türkiye tarihinde hiç bu kadar dış politika fukarası olmamıştı.

Emperyalizm, Türkiye’nin bu stratejik sığlığını istismar etmek için derhal harekete geçti. Batı, bölgede bağımsız bir Kürt devleti kurmak istiyordu. 
Türkiye’nin bölge politikaları ise emperyalizmin değirmenine su taşıyordu. Ankara, bir şeyler döndüğünü anlasa da yapmış olduğu stratejik hataları taktik 
manevralarla kapatamazdı. ABD, AKP gönülsüz olsa da bilinen zorlama mekanizmaları ile peşmergeyi Türk topraklarından geçirerek IŞİD’in üstüne sürdü. 
Türk Ordusu, hiç beklenmedik şekilde tarihi bir değişim ve dönüşüm olarak nitelendirebilecek bir girişim başlattı.  Kuzey Irak’ta peşmergeyi artık Türk 
Ordusu eğitiyordu!Bu gelişme TSK açısından olağanüstü bir kırılmaydı. Ayrıca, Kuzey Irak yerel makamları Türkiye’den silah yardımı aldıklarını her vesile ile 
gazete sayfalarına taşıyorlardı. Bu ise Türkiye’de devlet çapında stratejik denge (check and balance) mekanizmalarının felç olduğunu gösteriyordu.

Türkiye bölgedeki küçücük devletlerin bile sergilemeyi başardığı dış politika esnekliğini bir türlü gösteremiyordu. ABD bile gelişmelere göre bölge 
politikalarını yeniden düzenliyor ama Türkiye düştüğü bataklıktan bir türlü çıkamıyordu. ABD, Rusya ve İran’ın cepheden, Çin ve diğer bağımsız ülkelerin 
cephe gerisinden desteklediği Suriye rejimi ile ilgili sert politikasını yumuşatmıştı. Ama Türkiye, ne getirip ne götüreceğini kavrayamadan bu yöndeki katı politikasını inatla sürdürüyordu. Ayrıca, bir taraftan PKK ve PYD’ye karşı çıkarken, diğer taraftan Barzani’ye tam destek veriyordu. Bu üç kesimin 
Kobani’de omuz omuza çarpıştığını göremiyor, böyle bir politikanın hayattan ve gerçeklerden kopmak olduğunu bir türlü anlayamıyordu.

Güney sınırlarımızın hemen ötesinde emperyalizm harita çizme çalışmalarına çoktan başlamıştı. Kürt bölgesini Irak ve Suriye toprakları üzerinden Akdeniz’e 
bağlama çabaları ilk bakışta görülüyordu. Üstelik bu konuda Batı ve İsrail’deki en üst makamlar arka arkaya açıklamalar yapmaya başlamıştı. Şu an denetimden 
çıkmış gibi gösterilen Sünni kesim, IŞİD’in terbiye edilmesiyle kendilerine gösterilen Irak ve Suriye’deki topraklarda devlet ya da devletçikler kurabilirdi. Böyle bir girişim, Şii ağırlıklı Irak ve Suriye merkezi yönetimlerini zayıflatacağından emperyalizmin işine de gelecekti.

Türkiye, ABD ve İsrail’in açık birer deklarasyon ile ilan ettikleri sinsi plânı bozacak manevraları kolaylıkla yapabilirdi. Ortaya çıkan yeni gelişmelerin 
ülkenin güvenliği için büyük bir tehdit olduğu tespit edilerek Suriye yönetimi ile buzlar eritilip, ortak stratejiler geliştirilebilirdi. Böylece ÖSO/IŞİD/El Nusra kısa zamanda etkisini kaybeder ve Kürtlerin Akdeniz’e ulaşmasını engelleyecek bir tıkaç oluşturulurdu. Barzani yerine Irak Merkezi Yönetimi desteklenir, bu suretle hem Kürtlerin hem de IŞİD’in manevra alanı daraltılabilirdi.

Bu esnek politika, Batı, ABD ve İsrail ile hiçbir şekilde mevcut ilişkileri bozmadan ve uluslararası hukuk sınırları içinde kalınarak gerçekleştirilebilirdi. Türkiye’nin ABD, NATO, AB, İsrail ile ümitsiz bir aşka dönüşen ilişkilerini bozmadan da yapabilecekleri vardır. Çünkü her devletin birinci ödevi, her şeyden önce varlığını, birlik ve bütünlüğünü devam ettirmektir. Bu yönde bir endişe ortaya çıktı mı, dostlardan bu hassasiyetlere saygı göstermeleri beklenir. Aksi bir durumda ise doğru olan adımlar atılır.

Darwin’in[1], “Doğal seçim ya da elemeyi (natural selection)” esas alan Evrim Teorisi, devletler için de geçerlidir. Buna göre, en güçlü değil, çevre koşullarına en çok uyum sağlayabilen hayatta kalır ve geleceğe uzanır. Çok güçlü bir devlet, gücünün ötesinde hedefler belirlerse ya da gücünün farkında olmazsa ya da tuzağa düşürülürse, yani ortam koşullarına uygun davranmazsa yıkılır.

Türkiye askeri hiçbir eylemin içine girmeden, sadece Suriye sınırını Suriye muhaliflerine, terörist ve cihadistlere kapatabilir; Barzani’nin tüm ikiyüzlü 
askeri taleplerini şiddetle reddedebilir, ülkemizde şov yapan peşmergenin sınırlarımızdan geçmesine izin vermeyebilirdi. Kürt petrolünü uluslararası 
hukukun açık bir ihlali olan dünya pazarlarına ulaştırma faaliyetlerine son verebilirdi. Askeri bir yardım, eğer gereksiyorsa sadece Irak Merkezi 
Hükümeti’nin meşru güvenlik güçlerine yapılırdı. Böylece Batı ve İsrail politikaları ile Rusya, İran ve arkalarındaki ülkelerin politikaları arasında 
bir denge oluşturulabilirdi. Bu da Türkiye’ye manevra kolaylığı ve dış politika esnekliği sağlar ve ülkemizin uluslararası arenada aşağıdaki şekilde 
suçlanmasının önüne geçilmiş olunurdu.

Rusya’da günlük olarak İngilizce yayımlanan “The Moscow Times” adlı gazeteye göre Putin, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Suriye’nin iç meselelerine daha fazla karışmaması için uyarmış, aksi halde bölgeyi ateşe açacak yıkıcı bir savaşı tetikleyeceğini” ifade etmişti. Putin ayrıca, “Türkiye’den topraklarını cihadist teröristlere kapamasını” talep etmişti.

Putin’in Soçi’de ITAR-TASS haber ajansına verdiği dikkat çekici demeçler de bir o kadar düşündürücüydü:

“Türkiye küresel terörizm için uluslararası bir merkez (international hub) oldu. Türkiye’deki rejim uluslararası güvenlik için ciddi bir tehdittir ve bölgesel istikrarı tehlikeye düşürmektedir. Rusya, Erdoğan’ın Ortadoğu’daki intihar macerasını engellemek için her türlü tedbiri alacaktır. Türkiye ve Katar’ın istihbarat örgütleri, Irak ve Suriye’de on binlerce günahsız sivil insanın canına mal olan bir mezhep savaşını kışkırttı. Eğer Türkiye sadece Beşar Esat’ı devirmek için müdahale ederse, Arap müttefikimize füze, silah ve cephane sevkiyatımızı daha da artıracağız.”

Görüldüğü gibi Büyük Kürdistan için çekirdek devlet olacak Barzani denetiminde ki Kuzey Irak Yerel Yönetimi’nin bağımsızlığı için koşullar belirli bir noktaya getirildi. Ancak bu devleti koruyacak PKK ve PYD’de de dâhil Kürt silahlı güçlerinin kuru gürültü olduğu da anlaşıldı. ABD hava gücü olmasaydı, İŞID 
çoktan Erbil ve Süleymaniye’yi ele geçirmiş olacaktı.

Emperyalizm şunu çok iyi anladı. Sünni ve Şii işbirliği sağlanabilirse, bağımsız bir Kürt devleti asla kurulamazdı. Bu nedenle özellikle Kürt bölgelere yakın alanlardaki Sünni- Şii çatışması körüklendi. Sünni ve Şiiler birbirleri üzerine enerjilerini boşaltırken, Kürtler askeri olarak güçlendirilecekti. Bu kritik dönemde Kürtler güçlü bir bölge ülkesi tarafından korumaya alınmalıydı! Bu konuda, Batı ile bilinen bağları ve coğrafi nedenlerle Türkiye’den daha iyi bir ülke bulunamazdı! Batı Türkiye’de 60 yıldır hazırlamış olduğu bütün çevreleri bu alana kanalize etti. Algı operasyonları ile gerçekler Türk halkından gizlendi ve TSK’nın peşmergeyi eğittiği bir gerçeklik ile karşı karşıya kaldık.

Emperyalizm, askeri olarak emniyette gördüğü ve güvenliğinden emin olduğu anda Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devletini ilan ettirecek. Bu devletin Suriye 
topraklarına doğru genişlemesini engelleyecek herhangi bir güç şu anda ortada gözükmüyor. Uluslararası koalisyonlar da kurularak IŞİD ile mücadele görüntüsü altında Kürtler için güvenli alanların tesis edilmesi çalışmaları çoktan başlatıldı.

Büyük Kürdistan için dört parçalı pastanın bir araya getirilmesi için geride sadece Türkiye ve İran kalıyor. İran’da şu aşamada emperyalizmin ilerleme 
sağlaması mucizelere bağlı. Çünkü zaman zaman yanlışlar yapsa da İran mükemmel bir dış politika geleneğine sahip. Aynı zamanda jeopolitiğin dilini bildiğinden, emperyalizme karşı stratejik hamleleri yerinde ve zamanında yapıyor.İlave olarak arka planda RF ve Şangay İşbirliği Örgütü’nün desteğini aldığından kademeli ve derinliğine direnme mevzileri oluşturuyor. Batı, kısa ve orta dönemde İran’ın içine sızamaz!

İmparatorluklar kurma geleneğine sahip Türkiye şu anda tam bir akıl tutulması yaşıyor. İçeride inanılması bile mümkün olmayan devlet çapında hatalar yaparken, dışarıda kendisini hapsedecek zindanın tuğlalarını bizatihi kendisi örüyor. Bir yandan içeride de facto bir Kürt devletinin oluşmasına iktidarı ile muhalefeti ile katkı sağlıyor,diğer yandan dışarıda kan ve ölüm kokan emperyalist politikaların taşeronu oluyor. Adeta Büyük Kürdistan’ı yeşertecek çimenleri suluyor.

Ancak yine de Türklerin genlerinde var olan devleti koruma ve yaşatma yeteneğinin bir anda kaybolduğunu söyleyemeyiz. Gelişmelerin Türk milletinin 
büyük bir çoğunluğu için endişe kaynağı olduğunu görülüyor. Ancak henüz bu endişeler sağlam esaslara dayanan elle tutulabilir gerçekçi politikalara 
dönüştürülemedi. Önümüzdeki dönemin bu konudaki yoğun tartışmalara gebe olduğunu şimdiden ilan edebiliriz. Önümüzde sancılı bir dönem bizi bekliyor!

Eğer, nehir mevcut yatağında debisi değişmeden olduğu gibi akmaya devam ederse, Kuzey Irak’ta, Suriye’deki Kürt bölgesi ile bütünleşik olarak bağımsız bir Kürt devletinin kurulması yüksek bir olasılıktır. Böyle bir gelişme Türkiye’nin güneydoğusunu ateş çemberine döndürür. Batı ve güdümündeki dünya Türkiye’nin karşısına dikilerek, Kürdistan’a bir parça kazandırmak için bütün gücüyle yüklenir.Rusya ve İran,ÇHC de dâhil arkalarındaki ülkelerin desteğini alsalar bile, bu yöndeki bir gelişmeyi, ancak Türkiye’nin katkısı ile engelleyebilir.

Büyük Kürdistan’ın hem anahtarı hem de kilidi Türkiye’dir. Türkiye, hiçbir mantık ve esasa dayanmayan mevcut iç ve dış politikalarını sürdürdüğü takdirde, 
kendi topraklarını da tehlikeye atarak Büyük Kürdistan’ın önünü açar. Aynı zamanda kendi sınırları içinde yüzyıllarca sürecek etnik bir dinamitin fitilini 
bizzat kendisi Aateşlemiş olur.

Bölgede İsrail ile bütünleşen Batı, Türkiye’nin etrafındaki çemberi giderek daraltmaktadır. Türkiye Batı yanlısı politikalarla bu çemberi kıramaz. Türkiye, 
başkaları için değil kendi birlik ve bütünlüğü ve yaşamsal çıkarları için bölge ülkeleri ile dayanışma içine girmeli ve ortak stratejiler geliştirmelidir. Bu 
politikalar, bölge dışı devletlerin katkı ve desteğiyle küresel bir etki yaratabilecek dinamikleri bünyesinde barındırmalıdır.

Bu çerçevede, öncelikle, Suriye’deki Beşar Esat yönetimine karşı yürütülen düşmanca eylemlere derhal son verilmelidir. 
İkinci olarak, Türkiye’ye hiçbir yararı olmayan Sünni mezhepçi politikalar terkedilmelidir. 
Üçüncü olarak, Irak Merkezi Yönetimi, Irak’taki tek meşru hükümet olarak kabul edilmeli ve Türk düşmanlığı tescillenen Barzani’nin sinsi ve gizli emellerine alet olunmamalıdır. Bu amaca hizmet etmek üzere Kuzey Irak’ın ekonomik olarak kalkınmasını sağlayacak her türlü girişimden uzak durulmalıdır.

Dördüncü olarak, bölgenin diğer büyük ve önemli devleti olan İran’la bu yönde işbirliği arayışı içine girilmelidir. İran ve Türkiye anlaştığı anda,  İran  coğrafyasının da yardımı ile Kandil’de kıstırılacak PKK kısa zamanda komuta kontrol ve lojistik imkânlarını kaybeder!  Kürt coğrafyası nefes bile alamayacağı çaresiz bir iç hat konumuna düşürülür.

Beşinci olarak, Irak ve Suriye’deki Sünni grupları, emperyalizmin maşaları olan Suudi Arabistan, Katar, Ürdün gibi devletlerin kışkırtmalarından ve IŞİD, El 
Nusra gibi cihadist oluşumların ideolojik çizgisinden uzak tutmak için çalışmalar yapılmalıdır. Sünni kesimin Irak ve Suriye yönetimlerinde adil bir şekilde temsil edilmelerini ve böylece ülkelerine sadık kalmalarını sağlayacak çareler aranmalıdır.

Tüm bu faaliyetlerde RF ve ÇHC başta olmak üzere Batı yörüngesi dışındaki devletlerin desteği sağlanmalıdır. Böylece bölge politikalarını küresel denklemin bir parçası haline getirmekve Batı inisiyatifini küresel düzeyde dengelemek imkânı doğacaktır.

Türkiye, bölge ülkeleri ile birlikte, bölge dışı ülkelerin de katkısıyla bu adımları atabilirse, Batı bütün gücünü kullansa bile, bırakınız Büyük Kürdistan’ı, Küçük Kürdistan yolunda bile bir karış mesafe alamaz! Sıra emperyalizme yardım ve yataklık yaparak iki milyon insanın ölümüne neden olanlara fatura çıkarmaya gelir!


[1]Charles Darwin (1809-1882), 1859 yılında yayımladığı, “Türlerin Kökeni (Origin of Species)” adlı eseri ile organik evrim teorisini ortaya koyan ünlü İngiliz doğa bilimcisi


..