Gerçekten etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gerçekten etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Mart 2017 Çarşamba

Çözüm Gerçekten TBMM de mi?..




Çözüm Gerçekten TBMM de mi?..



 Rifat Serdaroğlu

Pazartesi, Temmuz 11, 2011


Başbakan Erdoğan son bir haftadır sürekli olarak, “Her şeyin çözümü Meclistedir. Meclise gelmeyenler, gelip de kendini yok dedirtenler, yemin etmeyenler şunu çok iyi bilsinler ki her şeyin çözümü Meclistedir” cümlesini kullanıyor.
Bizim Demokratik Parlamenter sistemimizde gerçek böyle mi acaba? Gerçekten her şeyin çözüm yeri olduğu söylenen Meclisimizin böyle bir işlevi var mı?  Anayasamıza göre “Kuvvetler Ayrılığı” denen Yasama-Yürütme-Yargı erkleri gerçekten bağımsızlar mı?
Bunların cevaplarını, kendimize basit sorular sorarak beraberce bulalım;
Yasama;
*AKP Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan’ın istemediği bir yasa teklifi, 327 milletvekiline sahip AKP Grubunca kabul edilir mi? Tüm milletvekillerini Tayyip Bey bizzat belirlediğine ve esas olan liyakat değil, biat-itaat  olduğuna göre  Başbakan Erdoğan’ın olmaz dediği hiçbir yasa, yönetmelik, karar Meclisten geçmez.  Yani; Başbakan Erdoğan’ın iradesi=TBMM…
Yürütme;
*Başbakan Erdoğan Bakanlar Kurulunun başıdır. Yeni Bakanların tamamına yakını, İstanbul Büyük Şehir Belediyesinden bu yana, Erdoğan’ın emrinde çalışan adamlarıdır. Bu kişilerde aranan en önemli özellik, aldıkları emirlere derhal ve tartışmadan uymaları ve “sırdaş” olmalarıdır. Arada bir de olsa kendi fikrini söylemeye kalkan, bazı şaibeli işlere imza atmaktan çekinen olursa,  derhal bünyenin dışına atılır. Bakınız: Abdüllatif Şener- Ertuğrul Yalçınbayır. Aksini iddia edecek biri var mı?
Yani; Başbakan Erdoğan’ın iradesi= Yürütme
Yargı;
*Yargı bağımsızdır diye biliriz değil mi?
AKP, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu yeniden düzenledi. Adalet Bakanlığının üst düzey bürokratları HSYK üyesi oldu. Yüksek Yargıya 160 yeni üye atadı. 
Adalet Bakanı  HSYK’nın başkanı, Müsteşarı ise başkan yardımcısı. 
Yeni seçilen 160 üye beraberce aynı kişiye oy verecek kadar “ Ekip Ruhu ” ile dopdolular, neredeyse pazara bile 160 kişi birlikte, el ele gidecekler.
Yasamanın icraatlarını denetlemekle görevli Yargımızın artık kendisi, yürütmenin emrinde. Hakim ve Savcılarımızın  atama-tayin-nakil terfi gibi işlerine bakan HSYK, 
Adalet Bakanının istemediği bir karar, bir atama yapabilir mi? Peki, Hatay-Amik ovasının yiğit delikanlısı, Ali Dibo lakaplı Sadullah Ergin Başbakan Erdoğan’ın her hangi 
bir yanlış emrine karşı koyabilir mi?
Yani; Başbakan Erdoğan’ın İradesi= Yargı 
Hepsini toplayalım;  Başbakan Erdoğan’ın iradesi= Yasama+Yürütme+Yargı
Buna birde Başbakan Erdoğan’a  %100 bağlı medya kuruluşlarının gücünü eklersek, terazinin Başbakan kefesi üçünün toplamından çok daha ağır basar. 
Gelişmiş demokrasilerde bunun adı “mafya tipi demokrasi” veya “tek adam faşizmidir”.. ..
Sonuç  olarak, Türkiye’de oynanan oyunun  adına  “Demokrasi” denemez,  dense dense, “Cemaat  tipi demokrasi” denen gariplik diye adlandırılabilir…
Bu yazılanlar doğru olmasaydı, PKK Terör örgütü önderi Öcalan; “Devletle, Barış Konseyi ve Anayasa Konseyi kurulması için mutabakata vardık” diyebilir miydi? 
Eğer Öcalan’ın söyledikleri doğru olmasaydı, Başbakan Erdoğan bu beyanatın verildiği günden bu yana 4 gün geçmesine rağmen,
“Nerden çıkardınız kardeşim bunları, yok böyle bir şey, yalan bunlar. Bu işlerin çözüm yeri TBMM’dir “ demez miydi?  
Diyemedi, çünkü Öcalan doğruyu söylüyordu!..
Öcalan’ın söyledikleri doğru olmasaydı, yeni seçilen ve çözüm yeri olarak gösterilen TBMM’nin Başkanı, kendisine Yozgat ziyaretinde bu konuda soru soran gazetecilere, 
“benim böyle şeylerden haberim yok” der miydi !..
Türkiye’nin tek ve tartışmasız hakimi Başbakan Erdoğan’a şu soruları Türk Milleti, ve Türk Tarihi önünde cevap vermeyeceğini bilerek soruyoruz, amacımız tarihe not 
düşmektir;
*Öcalan ile görüşen ve Barış Konseyi-Anayasa Konseyi konularında görüşüp mutabakata varan ve  T.C Devleti’ni, PKK’nın tarafı seviyesine indiren
“Devlet Yetkilileri” kimlerdir, bu adamlar kimden yetki-emir almaktadırlar?…

*Sürekli olarak, yanlış bilgilendirildiğiniz için olsa gerek,  kendi tarihinizi aşağılıyorsunuz ve “ AKP olarak biz  asimilasyon politikasına son verdik ” diyorsunuz. 
Osmanlı’nın hiçbir  döneminde Balkanlarda, Ortadoğuda, Kafkaslarda, Afrika’nın kuzeyinde asimilasyon politikası güdülmemiştir. Aksine fethedilen her ülkede insanların 
dillerine-dinlerine-yaşam tarzlarına saygı gösterilmiştir. Sizin Milli Görüşçü iken “ Zulüm Dönemi ” diye adlandırdığınız  Cumhuriyet döneminde de, çok partili siyasi 
hayata geçtiğimizden bu yana da asimilasyon politikası asla uygulanmamıştır. Sadece devlete ve millete karşı silahla isyan edip kan döken, can alan eşkıyalara hadleri 
bildirilmiştir.

Kendi tarihini karalayan ilk Başbakan olarak tarihe geçtiniz…* Büyük Ortadoğu Projesinde beraberce “ Eşbaşkan ” olduğunuz dostunuz Hüseyin Obama’ya sorar mısınız;  
Amerika’nın Diyarbakırcity- Licecity arasındaki yol,  silahlı adamlar tarafından kesilse ve Amerikan Ordusunun bir Başçavuş’u, bir Uzman Çavuşu ve bir 
Sağlık Memuru Cudimauntain’e kaçırılsa her santimetrekareye kaç bomba atardı? Demokrasi’nin mabedi sayılan o ülkenin askeri, bu işi yapmaya kalkanları, analarından 
doğduğuna pişman eder miydi ?…
Şimdi, bu gerçekler ışığında lütfen kendinize  sorar mısınız?


Çözüm nerede?..

TBMM de mi- İmralı da ki Narko-Teröristte mi- Türk Milletinde mi?…



https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/07/cozum-gercekten-tbmm-de-mi-rifat.html




*************

3 Şubat 2017 Cuma

Öcalan İle Gerçekten Bir Protokol İmzalandı Mı?


Öcalan İle Gerçekten Bir Protokol İmzalandı Mı?


Yazar:
Ümit ÖZDAĞ

19 Kasım 2010 tarihli Habertürk gazetesinde Fatih Altaylı Öcalan ile bir protokol imzalandığına dair haberleri araştırdıklarını ve Öcalan'ın avukatlarından birisinin kendilerine "evet" dediğini ve "adını protokol olarak koymak doğru mu ya da yazılı bir protokolden söz edebilir miyiz emin değilim" diye eklediğini kaydetmektedir.Altaylı'nın ifadeleri ile yazılı veya yazısız protokolün maddeleri aşağıdaki gibi:

"1. Asker operasyon yapmayacak. PKK çatışma şartları oluşturmayacak, çatışmaya girmeyecek.

2. Yeni Anayasa'da Kürtlerin vatandaşlık hakları yeniden kapsayıcı bir dille tanımlanacak. Dil ve kültürel haklar anayasal güvence altına alınacak.
3. Kürt sorununun çözümü için PKK-KCK ile dolaylı da olsa görüşmeler yapılacak. Silahların tasfiyesi için ortak bir görüş oluşturulacak.
4. PKK'nın yaptığı infazlar ile son 25 yılda Güneydoğu'da resmi görevlilerin terörle mücadele adı altında yaptıkları hukuksuz eylemleri araştıracak bir "Hakikatleri Araştırma Komisyonu" kurulacak. PKK bu komisyonun istediği bilgileri verecek, arşivlerini açacak. İlgili devlet görevlileri de ifade verecek.
5. Öcalan'ın cezaevi koşulları seçim sürecine kadar iyileştirilecek. (Gazete, dergi, televizyon gibi mahkûm haklarından yararlanmak ve diyalog sürecinde örgüte hâkim olabilmek için PKK ve DTP'den çözüm sürecinde yer alacak isimlerle denetimli olarak iletişim kurmasına izin verilmesi.) Seçimin ardından silahsızlanma aşamasına geçildiğinde Öcalan'ın İmralı'dan çıkarılarak ev hapsine alınmasına imkân sağlamak için kamuoyu oluşturulacak.
6. KCK operasyonlarında tutuklanan belediye başkanları ve BDP'liler, mahkeme tarafından duruşmalar sırasında tahliye edilecek. Genel af, seçim sonrasında değerlendirilecek. Seçim barajı düşürülerek özellikle Güneydoğu'da oyların Meclis'e daha fazla yansımasının önü açılacak."[1]

Şimdi yukarıdaki iddiaları teker teker sorgulayalım.

1) Jandarma Genel Komutanlığı bir süre önce Güneydoğu Anadolu'daki bütün birliklerinin arama-tarama faaliyetlerini durdurarak "sadece nokta operasyonu yapın" emri verdi mi?

2) 22 Aralık 2010'da Talabani Çırağan Sarayında Ahmet Türk, Aysel Tuğluk ve Sırrı Sakık'a "Türk Hükümeti beş sene içinde Kürtçe eğitime başlayacak, öğretmenleri biz Kuzey Irak'ta eğitiyoruz. Ancak daha önce Kürtçe seçmeli ders olacak" dedi.[2] Bunu A. Gül'ün 30-31 Aralık 2010'da Diyarbakır ziyareti sırasında işadamları ile yaptığı görüşmelerde "anadil haktır, bu hak tanınacak" şeklindeki Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası başkanının açıklaması izledi.[3] Şimdiden bu çalışmaların başladığı ve ilerlediğine göre protokolün ikinci maddesinin de uygulamada olduğunu söyleyebilir miyiz?

3) Öcalan ile görüşüldüğüne göre PKK-KCK ile dolaylı görüşmeler yapılmasının çok akla uzak gelen bir ihtimal olmadığını söyleyebilir miyiz? 16 Ocak 2011 tarihli Taraf gazetesi Öcalan ile üç MİT mensubu arasında görüşmelerin devam ettiğini kaydetti. AKP Hükümeti bu görüşmelerde "ateşkesin" 12 Haziran seçimlerine kadar sürmesini ısrarla talep etmiştir.

4) Diyarbakır'da devam eden ve 1990'lı yıllarda Cizre'yi PKK'nın elinden alan eski Kayseri jandarma Alay Komutanı emekli Albay Cemal Temizöz ile ilgili faili meçhuller davası aslında "Hakikatleri Araştırma Komisyonu" sürecinin bir parçası olarak yorumlanabilir mi? AKP Hükümeti zaten Hakikatleri Araştırma Komisyonu'nun kurulacağını MİT aracılığı ile Öcalan'a bildirmiştir.[4]

5)Son günlerde Öcalan'ın okuduğu günlük gazete sayısı artırılmamış mıdır? Üstelik yine son günlerde Öcalan'ın beş kanalı izleyebildiği bir televizyon kanalı tarafından yayınlanmamış mıdır? Adalet Bakanlığı'ndan bu açıklamalar ile ilgili cılız bir yalanlama gelmemiş midir? Öcalan, MİT ile görüşmede televizyon istemiştir. Demek ki, henüz televizyon tahsis edilmemiştir. Öcalan ayrıca ev hapsine geçmek istediğini açıklamıştır.[5]

6)KCK davasının ilerlemesini sanıkların Kürtçe konuşmakta ısrar etmesi engelliyor. Muhtemelen davanın ilerleyen aşamalarında bu da gerçekleşecek diyebilir miyiz? AKP Hükümeti Öcalan'a seçimlerden sonra genel af çıkacağı müjdesini vermiştir.[6]
Özetle, 12 Haziran 2011 tarihi bir dönem noktası olacak. 12 Haziran'da Öcalan'ın serbest kalması, PKK'ya genel af, Güneydoğu Anadolu'da bir özerk Kürdistan süreçlerinin önü de attığınız oylarla açılabilir. Türkiye ilginç bir noktaya doğru hızla sürükleniyor.



[1]Habertürk, 19 Kasım 2010, Fatih Altaylı, " Terörü bitirmek için protokol imzalandı mı? "

[2]Taraf, 24 Aralık 2010.

[3]Taraf, 7 Ocak 2011.

[4]Taraf, 16 Ocak 2011.

[5]Taraf, 16 Ocak 2011.

[6]Taraf, 16 Ocak 2011.


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/anayasal-duzen-hukuk-adalet-arastirmalari-merkezi/2011/01/17/6061/ocalan-ile-gercekten-bir-protokol-imzalandi-mi

***

24 Haziran 2016 Cuma

Katliamı Gerçekten Şam Rejimi Mi Yaptı



Katliamı Gerçekten Şam Rejimi Mi Yaptı



Yazar: Ümit Özdağ
01 HAZİRAN 2012 

    Humus yakınlarındaki Hule'de 49'u çocuk, 34'ü kadın 110 sivilin katledilmesi üzerine önce 10 Batı ülkesi sonra Türkiye Suriye ile diplomatik ilişkilerini tamamen kestiler. Birleşmiş Milletler'de bir rapor hazırlayarak katliamda 20 kişinin bomba ile 80'den fazla kişinin ise ateşli silahlar ile yakından taranarak öldürüldüğünü açıklamıştır. BM raporunda katliamın Hule'ya yakın Taldavu köyündeki Esad yanlısı milisler olması ihtimalinin yüksek olduğu açıklanmıştır. Şam yönetimi ise katliamın El Kaide tarafından gerçekleştirildiğini ileri sürmüştür.

Bundan on sene önce ABD'nin Irak'ta nükleer silah bulunduğu iddiası ile bu ülkeyi işgal ettiğini, dönemin ABD Dış İşleri Bakanının Amerikan Yönetimi tarafından bu konuda aldatıldığı, sahte belgeler ile desteklendiği ve daha sonra ABD Başkanı Bush'un televizyonlara çıkıp Oval Ofis'in dolaplarında kitle imha silahı arayıp bulamadığını unutmayanlar için Hule'de gerçekleşen katliamın Esad yanlıları yapmış olsa dahi sorgulanmadan kabul edilmesi mümkün değil. Lübnan'da Hariri suikasti de önce Şam'a yıkılmış sonra bu iddianın şüpheli olduğu ortaya çıkmıştır.

Üstelik bugün Suriye'de gerçekleşenlerin Suudi Arabistan ile ABD arasında 2006 İran'ın Ortadoğu'da etkisini kırmak karşı yapılan bir anlaşma çerçevesinde önce Esad'ın devrilmesi için düzenlenen bir operasyon olduğunu bilenler için Suriye'de gerçekleşen her şeyin sorgulanmadan kabul edilmesi mümkün değil. Kısa bir süre önce yazmıştık. Ancak bugün önemine binaen tekrar altını çizeceğim.
Amerikalı ünlü gazeteci Seymour Hersh'ı Türk kamuoyu İsrail istihbaratının Kuzey Irak'ta yaptığı faaliyetleri yazmış olduğu uzun makale ile gündeme taşımıştır. Hersch, The New Yorker dergisinde 2007 Mart'ında yazdığı "The Redirection" adlı makalesinde İran'ın ABD'nin Irak'ı işgal etmesinden çok faydalandığını ayrıca Tahran'ın müttefiki Hizbullah'ın 2006'da İsrail Ordusuna direnmesi sonucunda Ortadoğu'da İran'ın etkisinin arttığı analizini yaptığını kaydetmektedir.Ayrıca Suriye-İran ittifakı da İran'ın Ortadoğu'da gücüne üç katmaktadır. İran'ın güçlenmesinde büyük endişe duyan Suudi Arabistan ve ABD yeni bir strateji geliştirmişlerdir. 

Bu stratejinin temelinde asıl tehdidin sunni radikal terör örgütleri değil, İran olduğu kabulü yapmaktadır.

Geliştirilen yeni strateji ABD ile Suudi Arabistan arasındaki dört ilkeli bir anlaşmaya dayanıyor. Anlaşmanın birinci ilkesi İsrail'in İran konusundaki güvenlik endişelerini S. Arabistan ve diğer sunni Arap devletlerinin paylaşıldığı dır. İkinci ilke, S. Arabistan'ın Hamas'ı İran ile bağlarını koparmak, El Fetih ile ortak hükümet kurmak ve daha az anti-İsrail bir söylem geliştirmek konusunda ikna etmesidir. (Hersch bunları yazdıktan beş sene sonra bu süreç başladı.) Üçüncü ilke, Amerikan yönetiminin Sunni Araplar ile Şii Hilaline karşı birlikte çalışması ve dördüncü ilke, S. Arabistan'ın Suriye'de muhalefete para ve logistik destek aktarmasıdır.

Bu anlaşma çerçevesinde Lübnan'a da büyük bir rol düşmesi kararlaştırılmıştır. Lübnan'da Hariri suikasti sonrasında Suriye Ordusu işgal altında tuttuğu Lübnan'dan çekilmiştir.ABD ve S. Arabistan tarafından desteklenen Siniora Hükümeti, Lübnan'ın kuzeyinde (burası Suriye'nin de güney sınırı) Afganistan'da El Kaide kamplarında yetişmiş radikal sunni örgütlerin yerleşmesinin önünü açmış ve silahlanmalarına destek olmuştur. Ayrıca Lübnan'da hapishanelerde bulunan sunni terörist unsurlarda aflar ile 2007'de serbest bırakılmaya başlamıştır. Bu bölgenin Suriye'de ayaklanmanın merkezi olan Humus ve Hama'ya uzaklığı 50/100 kilometredir.
Bu arada Lübnan Dürzilerinin lideri Velid Canpolat'ta 2006 'da Esad'ın devrilmesi için ABD'ye çağrıda bulunuyor veEsad yerine Suriye'de Müslüman Kardeşler ile görüşülmesini önermiştir. Zaten 2005'de Amerikan Milli Güvenlik konseyi ile görüşen Müslüman Kardeşlere ABD'nin desteği ile Suudi ekonomik yardımı başlamıştır.

Bugün Suriye'de yaşananları Hersch'in 2007'de yazdıklarının ışığı altında anlamak daha kolay hale gelmektedir. Annan Planı devreye girdikten sonra Batı'nın Suriye muhalefeti ağır silah yardımına başlaması Suriye'de çatışmaların bitmesini istemeyen tarafın Esad rejiminden çok Batı olduğunu göstermektedir. Ancak ABD'yi ve İsrail'in endişelendiren Şam'da ortaya çıkacak bir Müslüman Kardeşler rejiminin ne kadar kontrol altında olabileceğidir.

Bundan dolayı ABD'nin geliştirdiği son strateji Esad'in Moskova'ya sürgün gitmesi ve Baas rejiminin devam etmesidir. Moskova Mayıs 2012 başında yapılan bu Amerikan önerisine karşı olumsuz yaklaşmıştır. Esasen Putin'in önümüzdeki dönemde daha sert bir anit-Amerikan çizgi izleyeceğinin ipuçlarının geldiği bir ortamda Moskova'nın bir süre daha Esad'a destek vereceği görülmektedir. Öte yandan ABD'de Kasım'da seçimler gerçekleşmeden Suriye konusunda ciddi bir karar çıkması mümkün görünmemektedir. Suriye daha uzun süre kanamaya devam edecektir.


http://www.21yyte.org/kose-yazisi-yazdir/6622

..

21 Şubat 2015 Cumartesi

Gerçekten Sayın Büyükanıt ile Sayın Özkök Aynı Kafada mı?




  Gerçekten Sayın Yaşar Büyükanıt ile Sayın Hilmi Özkök Aynı Kafada mı?  


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                           
Politik-Sosyal-Kültürel Araştırmalar Merkezi
15 Ağustos 2007 Çarşamba
Alaettin Parmaksız tarafından yazıldı.




Biliyorum Çekirge bana kızacak, çünkü geçen hafta emekli paşalar konuşmasın diye bir talimat vermişti. Malum Sayın Başbakan da emekli paşalar televizyon 
televizyon dolaşıp konuşmasınlar demişti ama pek etkisi olmamıştı. Çekirge’ye bir haller oldu. 

Bu çekirge psikolojik harekât uygulayarak fertlerin beyinlerinde şüphe yaratmakta çok ustalaştı. Bu konuda özel eğitim mi aldı yoksa özel yardım mı 
alıyor bilmiyorum. Ancak sureti haktan görünüp işbirlikçilerle aynı frekanstan konuşmaya başladığına dair ciddi şüphelerim var. Zaten psikolojik harekâtın 
temelinde de bu vardır. Vermek istediğin mesajı birçok doğru arasında vereceksin ki halk anlamadan hazmetsin. Çekirge'nin 13 Ağustos tarihli yazısında da benzer mesajlar var. Bu seferlikte Çekirge hoş gör. Söz sen bana aykırı gelmedikçe bende sana aykırı yazmayacağım.

Olayı duymayanlar için hatırlatacağım. Sayın Çekirge oğluna Armada da hediye alırken Sayın Hilmi Özkök'e rastlıyor ve konuşuyorlar. Sayın Özkök diyor ki "Biz 
kendisiyle çok yakın çalıştık. Kafalarımız aynıdır.(Sayın Büyükanıt) Ben her tatbikatta söylerdim. Yarın bütün telsizler kesildiğinde benim komutanım bu 
durumda şöyle bir emir verirdi diyerek davranabilirsiniz. Yani bu bir uyumdur bizde vardır…"Bu açıklamalar doğrudur ve askerliğin temel kurallarından biridir. 
Subayların komutanları ile her türlü irtibatı kesildiğinde inisiyatifini kullanarak doğru karar verebilmesi açısından Harbiye'den itibaren öğretilen ve tatbik edilen bir yöntemdir. Bu iki Genelkurmay Başkanının aynı kafada olduğunun göstergesi sayılmaz. Esas gösterge aşağıda açıkladığım konularda gösterilecek davranış biçimindedir. Şimdi belki cevabı muhataplarınca hiç açıklanmayacak bazı sorular soralım.

* Aynı kafa dalarsa Sayın Büyükanıt Cünet Zapsu'nun ricası nedeniyle ABD Savunma Bakanın yazmış olduğu mektup üzerine daha milletvekili bile olmayan Tayyib Erdoğan'la Genelkurmay Karargâhında saatlerce görüşür müydü? 

* Türk Askerinin başına Amerikalılar çuval geçirdiği zaman kıtalarda bizler günlerce bağrımıza saplanan acı ile kıvranırken sessiz kalıp daha sonrada Amerikan Büyükelçisini Genelkurmay Karargâhına sokar mıydı?

* Büyükanıt'a Başbakan hocam diye hitap ederek arabasına davet eder miydi?

* Başbakan Diyarbakır da Türk Kimliği bir alt kimlik diye açıkladığında sessizce oturur muydu?

* Başbakan kendisinin BOP'un Eş Başkanı olduğunu açıkladığı gün BOP'un Türkiye'yi parçalama senaryosu olduğunu millete açıklar mıydı?

* Başbakan'ın Türkiyelilik saçmalığına aynı gözle mi bakıyorlar?

* Terörle mücadelede aynı kafa dalarsa ABD de Amerikanın PKK desteklediğini açıklayabilir miydi?

* 12 Nisanda aynı açıklamayı yapar mıydı?

* 27 Nisanda e bildiriyi açıklar mıydı?

Yukarda ki soruları çoğaltmak mümkün. Bu sorulara sanal alemde cevap vermekte pek anlamlı değil. Her şey Türk Halkının gözleri önünde cereyan ediyor ve halkta bir değerlendirme yapıyor. Çekirge kızmasın ama halkın değerlendirmesi hiçte aynı kafada olduklarını göstermiyor.

Yukarda ki soruların cevaplarını bilemem ama kamuoyunun bildiği iki hususu aynı kafada olmadıklarının göstergesi olarak açıklamakta fayda vardır. Birincisi 
Sayın Özkök Annan planını desteklemiştir. Referandum öncesi de yaptığı basın toplantısında bunu açıklayarak Kıbrıs'ta evet oylarının fazla çıkmasına büyük 
katkıda bulunmuştur. Sayın Büyükanıt ise bu planın Türkiye'nin lehine olmadığını açıklamıştır. Aynı şekilde Sayın Özkök TSK nın AB desteklediğini sürekli 
açıklarken Sayın Büyükanıt birçok davranışı açıklaması ve Kıbrıs ta yapılmak istenenlere koyduğu tavırla aynı kafada olmadıklarını açıklamıştır.

Diğer çok önemli bir konu ABD 2004 baharında operasyonel anlamda Sünni üçgene birlik göndermemizi talep ettiğinde Sayın Özkök ağzını açmazken aynı durum Afganistan da söz konusu olunca Sayın Büyükanıt NATO kapsamında bile olsa operasyonel anlamda oraya tek Mehmetçiğin gönderilmeyeceğini açıklamıştır.

Sayın Özkök açıklamalarına devamla "Görevde olduğum sırada treni devirmeden götürmeye çalıştık. Kavganın gerilimin kimseye faydası yoktur…Bu yüzden uzlaşma önemlidir. Çünkü hepimiz aynı trendeyiz" buyurmuşlar.Çekirge de bunun çok önemli olduğunu vurguluyor. 

Soru şu: Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, cumhuriyetin temel değerlerini korumak üzere silaha el basarak yemin edenler ettikleri yemine sadık olarak mücadele etmeyeceklerse o yeminin anlamı nerede kaldı? Uyum ama nerede uyum, ne üstüne uyum. Bölücülük üzerine mi gericilik üzerine mi BOP üzerine mi Kıbrıs'ın fedası üzerine mi Türk Kimliğinin alt kimlik olması üzerine mi?

Türk Silahlı Kuvvetlerinde 2006 yılına kadar değişmez bir gelenek vardı. Özellikle görevden ayrılan komutanlarımız görevi devrettiği kişi görevde kaldığı 
sürece açıklama yapmazlardı. Sayın Özkök bunun istisnası gibi her kritik ortamda bir vesile yaratıp açıklama yaparak hükümetle uyumunu hala devam ettiriyor.

Affola Çekirge bu sefer konuşmadık inandıklarımızı yazdık.

..