KATAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KATAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Kasım 2017 Çarşamba

Ortadoğu Çöküş sürecinde yönümüz batı olmalı

Ortadoğu Çöküş sürecinde yönümüz batı olmalı 



Bu hafta, uzun yıllar dışişlerine hizmet vermiş, bilgisi, deneyimi ve görgüsüyle genç nesillerin örnek aldığı, Emekli büyükelçimiz ve Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) Başkanı Özdem Sanberk´i konuk ediyoruz. Kendisi, 2016´ya gündem itibariyle hızlı bir giriş yaptığımız şu günlerde,  Diplomasi alanındaki deneyimleri ışığında Türk dış politikasının dün, bugünü ve geleceğine dair tespitlerini Şalom okurlarıyla paylaştı.

13 Ocak 2016 



 ‘ Ortadoğu Çöküş sürecinde yönümüz batı olmalı’ SELİN Nasi ve ÖZDEN Sanberk


Türkiye’nin jeopolitik konumu öteden beri dış politikada hassas dengeler gözetmesini gerektirmiştir. Deneyimli bir diplomat olarak son dönem Türk dış politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’nin bulunduğu arsa değerli bir arsa. Bunun değerini verdiğiniz takdirde kazanca, veremediğiniz takdirde ciddi bir yükümlülüğe dönüşür. Biz bunun değerini veremediğimiz bir dönemden geçiyoruz.

Size göre iyi bir dış politika tanımı nedir?

Dış politika genel itibariyle bir ülkenin stratejik, ekonomik ve güvenlik çıkarlarına hizmet etmelidir. Bunun dışında ideoloji, din ve popülizm gibi unsurlar izlediğiniz dış politikayı saptırma riski taşır.

Her hükümet farklı tanımlayabilir bu çıkarları…

Elbette… Yaptığım bu tanım ideal bir modeli yansıtıyor. Hiçbir zaman dış politika saf olmadığı gibi işin içine daima ideoloji, mezhep, din ve hamaset karışmıştır. Fakat bunun her zaman bir derecesi olmuştur.

AB SÜRECİ

AK Parti döneminin dış politika çizgisini değerlendirirken kırılma noktası olarak gördüğünüz olaylardan söz edebilir miyiz?

2004 Aralık ayında Avrupa Birliği (AB) tam üyelik müzakerelerine başlatma kararı alındı. Bu çok önemli, belki bin yıllık bir önyargıyı yıkan bir karardı. İlk kez Hristiyan bir topluluk, Müslüman çoğunluklu bir ülkeyi kendi içine almayı kabul ediyordu. Fakat bu kararın tarihi önemi anlaşılamadı. 

2005 yılını Türkiye, Afrika yılı ilan etti. Kendi içinde bir hayli ironik olan bu karar, Türkiye’nin geleceği üzerinde önemli ipuçları taşıyordu.

Bir dönem Türk dış politikası bir hayli övülüyor; Türkiye’nin herkesle konuşabilen bir ülke olması takdir görüyordu. Sonra ne oldu?

Türkiye’nin AB ile tam üyelik yetkisini almışken bunun yerine birdenbire bambaşka bir konuyu ön plana koyması Türkiye’nin daimi dış politikada hedeflerinin belirsizliğinden kaynaklanıyordu. Eğer sizin uzun vadeli sabit stratejik hedefleriniz belli değilse, yönünüz de belli olmuyor. Hükümet programlarına baktığınızda öncelikler açıkça belli olmalı. Bu öncelikler halkla paylaşılmalı ve halkın desteği alınmalıdır.

Peki ama AB’nin bu sürecin tıkanmasında payı yok muydu?

Vardı pek tabi. Ama AB birliğe katılmak isteyen tüm ülkelere çetin şartlar dayatmıştır. Genişleme süreci pastanın bölünmesi anlamına geldiğinden daima dirençle karşılanmıştır. Örneğin, İspanya’yı da canından bezdirmişlerdi.

AB kurallarını kabul edip etmeme bir müzakere sürecinin parçasıdır. Burada asıl sorun müzakere iradesini kaybetmeyerek görüşmelerin sürdürülmesiydi. Elbette sadece hükümet suçlanamaz. O dönem muhalefet de iktidarı açık uçlu bir müzakere sürecine evet demiş olmakla eleştirmiş, kıyameti kopartmış, hatta ihanetle itham etmişti. Avrupa Birliğindeki Türkiye karşıtlarının eline büyük bir koz verilmiş oldu böylece.

Uzun zamandır dış politikada bir revizyon beklentisi vardı. Türkiye’nin IŞİD karşıtı koalisyona aktif katılım kararı, AB ile ilişkilerin yeniden canlanmaya başlaması, İsrail ile ilişkilerin rayına oturması için kurulan temasları nasıl yorumluyorsunuz?

O büyük nehir şimdi tekrar yatağına oturuyor.

Ama bir tarafta da Katar’da askeri üs kurma ve İslam İttifakı gibi Sünni askeri oluşuma katılım kararı var. Tüm bunları tek potada eritmek mümkün mü?

Eritemeyiz. Benim gözlemim, nehir kendi yatağına dönmeye çalışıyor. Maalesef daha önce de söylediğim gibi Türkiye’nin dış politika hedefleri belli olmadığından ve karar alma süreçleri şeffaf şekilde işlemediğinden sorunlarla karşılaşıyoruz.

Yapısal bir sorundan söz etmek mümkün mü?

Diplomatların dış politikanın oluşturulma ve uygulanması aşamasının doğal aktörleri olmaları esastır. Karar alım sürecinin normal olarak aşağıdan yukarıya doğru bir yol izlemesi gerekir. Türkiye’de ise Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, nasıl reformlar yukarıdan aşağı gerçekleşmişse, dış politika kararları da çoğunlukla yukarıdan aşağıya doğru bir seyir izler. İşte yapısal sorun dediğimiz şey, siyasi karar alıcılarla, siyasi karar seçeneklerini hazırlayan diplomatlar arasında yaşanan uyumsuzluktur. Kurumsallaşma eksikliğinden kaynaklanır ve aslında kronik bir sorundur. Kurumsallaşmasını tamamlayan ülkelerde yönetim, seçilmişlerle atanmışlar tarafından birlikte gerçekleştirilir.

Sıkça Fabrika ayarlarına geri dönüşten bahsediliyor? Fabrika ayarları nedir?

Fabrika ayarları AB çerçeve Belgesinde yatıyor.

ORTADOĞU’NUN ÇÖKÜŞÜ

Nasıl bir Türkiye vaat ediyordu AB?

AB bir şey vaat etmiyordu. Türkiye eğer AB’de bir ışık görüyor idiyse, ibresini AB’ye çevirmesi gerekirdi. Nitekim şu anda yaptığı da o.

Bugün Ortadoğu büyük bir çöküş halinde. Türkiye’nin aşağıya doğru inmekte olan bu dinamiğe kendini kaptırmaması için uçurumun kenarında tutunacağı dallar bulması gerekiyor.

Türkiye coğrafi konumunun da getirdiği şartlar sebebiyle cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren çok taraflı bir sisteme bağlı kalmış. Bu sistemin de kurucu unsurları hala ayakta. NATO üyeliği, ABD ve Batı dünyasıyla ilişkiler... Dünya yalnız Ortadoğu’dan ibaret değil. Zaten bugün siyasi bakımdan da, ekonomik ve moral bakımdan da çöküşte olan tek bölge Ortadoğu’dur. Türkiye’nin bu çöküş sisteminin dışında kalan bölgelerle ilişkilerini güçlendirmesi, tekrar canlandırması lazım. Ve bu yönde adımlar atılmaya başlandı. Örneğin 29 Kasım’da AB ile varılan mutabakat.

Kötümser senaryolar da var. Katar’da Askeri üs, İslam İttifakı’na tam destek verilmesi ve Suudi Arabistan’la Yüksek İstişare konseyinin oluşturulması gibi girişimlerin Suriye’de olası bir kara harekâtının yapı taşları olduğu yönünde iddialar gibi... Böyle bir hamle askeri ve stratejik açıdan mümkün mü? Sonuçları ne olur?

Türkiye topraklarına doğrudan tecavüz olmazsa tek başına askeri bir harekâta girişmez. 20. yüzyılı oluşturan jeopolitik sistem 1950’lerde kurumsal yapılanmalar ile kuruldu. Şimdi bizim bugün yaşadığımız karmaşa, kurulmakta olan 21. yüzyılın yeni dünya düzeninin doğum sancıları...

Ortadoğu’nun çöküşü, ABD’nin yalpalaması, AB’nin kendi içindeki krizler, büyük bir kavimler göçünün başlaması, Rusya’nın genişlemeci bir politika izlemesi… Belirsizlikler adeta bir tsunami, büyük bir dalga gibi yükseliyor. Biz bu büyük dalgayı yönetmek yerine küçük askeri hedeflerin peşinden gidersek bu jeopolitik dağınıklık savurulmalardan kurtulamayız.

Büyük bir maliyet öderiz diyorsunuz.

Ödüyoruz zaten. Tüm bunları yorumlarken, Ortadoğu’nun çöküşünü iyi anlamlandırmak lazım. Ortadoğu dünyada küreselleşmenin dışında kalan yegâne bölge.

Bugün Türk Dış Politikasının önündeki en büyük sorun bizim adeta kendi irademizle bu coğrafyanın çöküşünün bir parçası olma gayreti içinde olmamızdan kaynaklanıyor. Bu yangın çıkmadan önce dahi AB ve ABD kutuplarını kendi elimizle ikinci plana iterek, Ortadoğu’nun lideri olma hedefiyle Ortadoğu’ya yöneldik. Oysa Ortadoğu bizim dışımızda gelişen sebeplerden ötürü çöküş sürecine giriyordu... Ve vardığımız noktada Ortadoğu’nun dinamiklerini anlamadığımız ortaya çıktı. Türkiye zaten 2000’li yıllara kadar Ortadoğu’ya hiç bir zaman sırtını dönmüş bir ülke değildi.

Bölgedeki herbir ülkenin kendine has koşulları ölçüsünde her bir ile ikili düzeyde pragmatik ilişkileri geliştirdi. Bunu yaparken Ortadoğu’da ülkelerinin kendi içişlerine ve kendi aralarında ihtilaflara karışmamaya da özen gösterdi. Çünkü Arap ülkelerinin kendi aralarındaki ihtilaflar Türkiye’nin bölgedeki tüm ülkeleri içine alacak şekilde mütecanis (homojen/bütüncül) bir politika izlemesini mümkün kılmıyordu. Bu nedenle 1950’lerden bu yana Ortadoğu ile ilişkilerimiz, İran, İsrail, Mısır, Kuzey Afrika ülkeleri de dahil… Bu pragmatik anlayışla gerçekleşti.

Türkiye bir Avrupa ülkesi olduğu kadar aynı zamanda bir Ortadoğu ülkesidir, ama bir Arap ülkesi değildir. Türkiye Ortadoğu ülkeleri ile bir mezhep ve dil şemsiyesi altında bulunmuyor. Ayrıca Arap Ligi gibi aynı siyasi şemsiye altında da değil. Müslümanlık muhakkak ki güçlü bir kültür bağı oluşturuyor. Ne var ki Ortadoğu’da yaşanan keskin mezhep rekabetleri bu kültür bağını bir dayanışma unsuru olmaktan çıkardı. 

Son olarak gündemde Suudi Arabistan-İran Gerginliği var. Türkiye biraz gecikmeli de olsa arabulucu olma teklifinde bulundu.

Hiçbir etkisi olamaz. Türkiye Suudilerin önerdiği İslam İttifakı’nın bir parçası olmayı kabul ederek tarafsızlığını baştan kaybetmiş oldu. Ne Arap, ne de Pers olan Türkiye bu çekişmelerin içine girmemeli. Türkiye’nin İran-Irak Savaşı dönemindeki gibi aktif tarafsızlık politikasına geri dönmesi gerekir. Özal döneminde iki tarafa silah yollamayan, kendi ülkesinden de silah gitmesine müsaade etmeyen bir politikayla bu savaşın dışında kalmıştı.

Anahtar kelime tarafsızlık diyebilir miyiz o halde?

Anahtar pragmatizmde. Dış politikanın uygulanmasında ve oluşturulmasında akılcı ve duygusallıktan, ideolojiden uzak bir politika izlemek, mümkün olduğunca diğer devletlerin iç işlerine ve kendi aralarındaki ihtilaflara karışmamak, taraf olmaya mecbur kaldığınız durumlarda ise süreci çok dikkatli yönetmek gerekir.

Türkiye-İsrail ilişkilerinin düzelmesi yönünde atılan adımları Türkiye adına yine “nehrin suyunu bulmasını” sağlayan bir gelişme sayabilir miyiz?

Konuya tersten bakacak olursak, nehir yolunu bulursa ilişkilerin düzeleceğine inanıyorum.

İsrail ile Türkiye arasındaki en büyük sorun karşılıklı güvensizlik. Önce güvensizliğin onarılabilmesi lazım. Bu, şu an için mümkün değil. Birincisi, İsrail’in Filistin’e yönelik tutumu ve İsrail’in güvenlik sendromu içinde yaşayan bir ülke olması dolayısıyla. Çünkü İsrail Filistin üzerindeki baskısını devam ettirme mecburiyetinde hissediyor. Bunun haklı sebepleri de olabilir. Ama donmuş ihtilaflardan bir tanesidir. Sıcak ama çözümlenmeyecek bir ihtilaf.

İsrail’le güven iklimini sağlayamamanın ikinci bir sebebi de Filistin meselesinin Türkiye’de sırf bir dış politika değil bir iç politika konusu olması. Türkiye’de büyük bir kitle İsrail-Filistin meselesinde İsrail’i sorumlu buluyor. Yapması gerekenleri yapmaması, yapmaması gerekenleri ise yapması nedeniyle. İsrail-Filistin meselesinden kaynaklı güvensizlik, hükümetler arası ilişkilerin düzelmesine olanak vermiyor. Ama bu diplomatik ilişkiler kurulmayacak anlamına gelmiyor, gelmemeli. Diplomatik ilişkilerin olması muhakkak sorunsuz ilişkiler içinde olunmasını gerektirmiyor. Diplomatik ilişki kurulursa, ikili ilişkilerin gelişmesi için alanın açılması sağlanacaktır. Türkiye ile İsrail ortak güvenlik kaygıları olan konularda görüşmek üzere güvenlik konusunda bir kanal açabilirler. Türkiye, Filistin konusundaki kaygılarını daha rahat ifade edebilme imkânı bulacaktır.

Bence bugün Ortadoğu’da yaşanan sorunların anası dediğimiz Filistin sorunu, aynı zamanda Ortadoğu’nun çöküşünde de önemli bir rol oynuyor. Bu sorunun çözümünde Türkiye’nin etkili olabilmesinin yolu İsrail ile arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasından geçiyor. Bu yöndeki gayretlerin devam etmesi lazım.

2016’da izlememiz gereken bir diğer konu da Kıbrıs. Bu konuda umutlu musunuz?

Türkiye’nin şu sırada stratejik hedeflerinin belli olmadığını yukarıda söyledim. Birçok sorun arasında bu sorunun cımbızla çekilir gibi sonuçlanmasının mümkün olmadığını düşünüyorum. Bir kere Kıbrıs sorunsalında en temel unsur Londra ve Zürih anlaşmalarının sağladığı güvenlik garantileridir. Rum-Yunan cephesinde gördüğüm eğilim, örneğin Garantör ülke Yunanistan’ın yeni Başbakanı Çipras bir süre önce bu anlaşmaları uygulamayacağını söyledi. Londra ve Zürih Anlaşmaları tüm AB ülkelerinin parlamentolarınca onaylamış ve BM’ye tescil ettirilmiş olan ve devletler hukukunda en yüksek mertebede yer alan hukuk belgeleridir. Yunanistan uygulamasa bile geçerliliği ortadan kalkmaz.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki bu güvensizlik ortamı içinde, garantörlük anlaşmasındaki haklarından feragat edeceğini zannetmiyorum. Ama iki toplumun liderleri arasında bu tür görüşmeler devam etmeli. Toplumlar arası da diyaloğun sürmesi halklar arasında güven ikliminin yeniden canlanması açısından son derece önemli.

RUSYA İLE UÇAK DÜŞÜRME OLAYINI NASIL DEĞERLENDİRİYORSUNUZ?

Türkiye’nin bu konuda haklı olduğu şüphesiz. Ancak haklılık ve haksızlık bir yerden sonra göreceli hale geliyor. 
Ödenen bedellere bakmak lazım. Kazanımları karşılıyor mu karşılamıyor mu? Rusya’nın amacı Türkiye’yi Finlandize etmekti. 
Rusya süper güç olmak isteyen ve komşuları üzerinde hegemonya kurmak isteyen bir devlet. 
Rusya’nın tüm askeri gücüyle Suriye’ye yerleşmesi Türkiye’yi şimdi kıskaç altında bıraktı.  
Türkiye Rusya ile hem kuzeyden hem güneyden komşu olmuş durumda. Karadeniz’deki bütün işbirliği imkânları birer birer yok oluyor. 
Rusya’nın bir daha gitmemek üzere Doğu Akdeniz’e yerleşmesi, üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye’nin denizlerde ve havada, hatta karadaki hareket kapasitesini ciddi oranda kısıtlıyor. Bu nehir şimdi her zamankinden daha fazla batıya doğru akmak zorunda.

http://www.salom.com.tr/haber-97757-ortadogu_cokus_surecinde_yonumuz_bati_olmali.html


***



12 Haziran 2017 Pazartesi

Türkiye'ye ait Gizli bilgiler Katar'a mı verilecek..,


Türkiye'ye ait Gizli bilgiler Katar'a mı verilecek..,

Türkiye ile Katar arasında ‘ Arşiv Alanında İşbirliği Protokolü'nün Onaylanması Anlaşması yürürlüğe girdi

07 Mayıs 2016 17:36

Türkiye ile Katar arasında kritik bir anlaşma yürürlüğe girdi. İki ülke, devlet arşivlerini birbirine açtı. Gizli devlet belgeleri alışverişi yapılmasını içeren anlaşma 

1 Yıl geçerli olacak.

Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun görevi bırakma tartışmaları devam ederken, kritik bir anlaşma sessiz sedasız yürürlüğe girdi. 

Bakanlar Kurulu kararı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Başbakan Ahmet Davutoğlu ve bakanların imzasıyla Resmi Gazete'de yayımlandı.

Nokta'da yer alan habere göre, Türkiye ile Katar arasında 2 Aralık 2015'te Doha'da imzalanan Türkiye ile Katar arasında ‘Arşiv Alanında İşbirliği Protokolü'nün Onaylanması Anlaşması yürürlüğe girdi.

Belge alıp verilecek

10 maddeden oluşan anlaşmaya göre; iki ülke milli mevzuatlarına uygun olarak ve karşılıklılık esası temelinde devletler arası işbirliği yapılacak. Türkiye ve 
Katar arşivlerini zenginleştirmek amacıyla araştırma yapabilecek. Anlaşmaya göre, Türkiye ve Katar devlete ait gizli belgeleri birbirlerine gönderebilecek. 
Belgelerin çoğaltılmış örnekleri ile arşiv belgeleri için yayınlanan kılavuz envanter ve benzeri araştırma malzemelerinin değiş tokuşu yapabilecek.

Arşivciler gönderilecek

Devletin arşivinde yer alan belgelerin dijitalleştirilmesi konusunda da iki ülke iş birliğine gidebilecek. Arşivlerin elektronik ortama aktarılması için Türkiye'den 
Katar'a, Katar'dan da Türkiye'ye elemanlar gelecek. Belirlenen arşivciler, 15 gün boyunca devlet belgeleri arasında çalışacak. Arşivcilerin masraflarını gittikleri 
ülke karşılayacak.

Protokol 1 yıl geçerli

Türkiye adına Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Katar adına da Devlet Arşivleri, uygulayıcı kurumlar olacak. Protokolde 8'inci madde dikkat çekiyor: 
“Protokol yürürlüğe giriş tarihinden itibaren 1 yıl süreyle yürürlükte kalacaktır” ifadesi yer aldı. Feshetmek isteyen ülke 6 ay önce bildirecek.


http://t24.com.tr/haber/turkiyeye-ait-gizli-bilgiler-katara-mi-verilecek,339419

***

2 Şubat 2017 Perşembe

TÜRKİYE KATAR’DA NEDEN ASKERÎ ÜS KURUYOR?



TÜRKİYE KATAR’DA NEDEN ASKERÎ ÜS KURUYOR?












Prof. Dr.Celalettin YAVUZ



      27 Temmuz 2016 11:39 

TÜRKİYE KATARDA NEDEN ASKERÎ ÜS KURUYOR?
 

 
Ahmet Davutoğlu, başbakanlık görevinden âdeta “ürkek bir ördek yavrusu” gibi çekilirken son önemli dış politika hareketlerinden birini Katar’da gerçekleştirdi. 28 Nisan 2016’da Körfez ülkesi Katar’ı ziyaret ederek burada kurulması kararı alınan askerî üs için “uygulama” anlaşmasının imza törenine katılan Davutoğlu, “Bugün attığımız imza ile TSK’nin Katar’daki mevcudiyeti ve buradaki ortak üs devreye girmiş oluyor!” dedi. “Acaba bu askerî üssümüz nedir, neler getirir ya da neler götürebilir?” diyerek bu konuyu biraz araştırma ihtiyacı duydum.
  Başbakan Davutoğlu’nun bu ziyareti ve ifadesi üzerine havuz medyası konuyu Kutü’l-Amare zaferiyle birlikte gündeme getirip Türkiye’nin “parlak” dış politikasının zaferi gibi gösteren yeni bir algı operasyonunu devreye soktu. Hoş daha sonra bu zaferin komutanı ve soyadını bile buradan alan Halil Paşa (Kut) ile sorunları ortaya çıkınca, mevcut AKP iktidarı Kutü’l-Amare’yi kutladığına bile pişman olacak duruma geldi. Zira “Bize Kutü’l-Amare Zaferi’ni unutturdular!” diyen, Türkiye Cumhuriyeti’ni yönettiğini zanneden cahil devlet adamları; bu zaferin 1952’de DP iktidarı döneminde (Adnan Menderes başbakan, Celal Bayar cumhurbaşkanı iken) kutlanmasına son verildiğini öğrendiler. 
  Davutoğlu, Dışişleri Bakanlığı döneminde 15 kez ziyaret ettiği Katar’ı, “başbakan” sıfatıyla ilk kez ziyaret ediyordu. Muhtemelen de son kez olacaktı. Herhâlde Davutoğlu Dışişleri Bakanı iken hiçbir Türk devletini (KKTC ve Azerbaycan dâhil) bu kadar sık ziyaret etmemişti! Katar’a “aşk” derecesinde duyulan ilgiyi anlayabilmek için dahi bu araştırmaya gerek duyulabilirdi.
 
Türkiye-Katar “Askerî Eğitim, Savunma Sanayii ile Katar Topraklarında Türk Silahlı Kuvvetlerinin Konuşlandırılması Konusunda İş Birliği Anlaşması”

  19 Aralık 2014’te Türkiye ile Katar arasında “Türk Silahlı Kuvvetlerine (TSK), Katar’a askerî birlik konuşlandırma; taraflara ortak askerî tatbikat ve eğitim programı gerçekleştirme ve birbirlerinin her türlü askerî tesis, birlik ve kamplarından ayrıca hava sahasından yararlanma hakkını” veren bir anlaşma imzalandı. Anlaşmanın ayrıntıları 5 Haziran 2015’te Resmî Gazete’de yayımlandı.
  Anlaşmaya göre Katar’daki Türk üssünde TSK’nin tüm kuvvetlerinden güç bulunacak. Türk askerlerinin ana görevi, Katar askerlerine eğitim vermek olacak. Resmî kaynaklar doğrulamasa da üsteki Türk askerleri, bölgede oluşabilecek ciddi krizlere uluslararası toplumun vereceği destek çerçevesinde müdahale edebilecek. 
Katar’daki Türk üssünde hâlihazırda 150 kişilik öncü Türk birliği mevcuttur. 3 bine yakın asker kapasiteli üsle birlikte iki ülke arasındaki askerî ilişkilerin geliştirilmesi, savunma sanayii işbirliğinin ve ortak askerî tatbikatların önü de açılmış olacaktır.
  “Askerî Eğitim, Savunma Sanayi ile Katar Topraklarında Türk Silahlı Kuvvetlerinin Konuşlandırılması Konusunda İş Birliği Anlaşması” adı altında 10 sene yürürlükte kalacak sözleşmenin önemli hususları şöyledir:
  • Türk kuvvetleri eğitim ve tatbikat amacıyla Katar topraklarında konuşlandırılabilir.
  • Taraflar; anlaşmanın uygulanması amacıyla birbirlerine liman, havalimanı, hava sahası kullanma, topraklarında kuvvet konuşlandırma ve tesis, kamp, birim, kuruluş ve askerî tesislerinden yararlanma izni verirler. (Bu madde uyarınca 2016 yılı başlarında Katar uçakları İncirlik Hava Üssü’ne intikal ettiler.)
  • Ziyaretler, heyet değişimi, manevralara katılım ve bilgi değişimi, lojistik alanında iş birliği yapılması, insani yardım sağlanması, personel ve askerî ekipman takası ve savunma sanayii alanında iş birliği yapılabilir.
  • Taraflar birbirlerinin askerî kurumlarında danışman personel görevlendirebilirler.
  • “Anlaşmazlık ortaya çıktığı takdirde, bu anlaşmazlık istişare ve müzakerelerle çözülür. Bir yerel veya uluslararası mahkemeye ya da üçüncü tarafa başvurulamaz.” ifadesine yer verilen metinde, sorunun çözümü için 60 günlük müzakere süreci belirlenmiştir. Anlaşmazlık çözülemezse anlaşma yazılı bildirimle bitirilebilecektir.
  Anlaşmanın önemi, Türkiye ile Katar ve Suudi Arabistan’ın Suriye’de Beşşar Esad rejimine karşı savaşan muhalif gruplara desteğini artırdığı bir döneme denk gelmesidir.
 
Katar Hakkında Önemli Bilgiler


  Katar neden önemlidir? Neden Türkiye’nin ilk askerî üssü burada kurulmak istenmektedir? Bu sebeple Katar hakkındaki bilgiler takip eden satırlarda özetlenmeye çalışılmıştır. 
 
  Katar Hakkında Genel Bilgiler: Osmanlı İmparatorluğu Dönemi’nde mevcut fiilî Türk egemenliği; ilk olarak 1852’de, daha sonra ve kesin olarak 1871’de Muhammed el-Sani’nin daveti üzerine başlamıştır. Katar’ın bugünkü başkenti Doha (Kal’atü’t-Türk adı verilen kale) ve yine bugün ABD üssünün bulunduğu el-Obeid’e yerleşen Türk birlikleri 1913’e kadar kalmışlardır. Katar da Basra vilayetinin Lahsa sancağına bağlı bir kaza (ilçe) oldu. Al-Sani ailesi de Osmanlı kaymakamları olarak görev yapmışlardır. Osmanlı Devleti, Katar üzerindeki haklarından 29 Temmuz 1913’te vazgeçti. Son Türk askeri, Katar’dan Ağustos 1915’te çekilmiştir. I. Dünya Harbi’nin çıkmasının akabinde 3 Kasım 1916’da İngilizler tarafından işgal edilen Katar, 3 Eylül 1971’de İngiliz hâkimiyetinden ayrılarak bağımsızlığını ilan etmiştir. 
  Katar’ın tek kara sınır komşusu Suudi Arabistan olup 160 km uzunluğundaki yarımadanın diğer tarafları Basra Körfezi ile çevrilidir. Kuzeybatısında Bahreyn, batı ve güneyinde Suudi Arabistan, doğusunda Birleşik Arap Emirlikleri ve kuzeyinde İran’la denizden komşudur.
  Katar’ın başkenti Doha, yüz ölçümü ise 11.437 km2’dir. Nüfusu 2 milyon 463 bin olup bunun yaklaşık 1,8 milyona yakını yabancı işçi statüsünde çalışanlardır. Genellikle Filipinler, Nepal, Hindistan gibi ülkelerden gelen bu insanlar; inşaat, sağlık, hizmet, enerji sektörlerinde çalışmaktadır.
  Mutlak monarşi ile yönetilen Katar’ın emiri Emir Tamim bin Hamad Al Thani’dir (iktidara geliş tarihi ve yaşı: 25 Haziran 2013, 33).  7 ayrı belediyeye bölünmüştür. Bunlar; Ad Doha, Al Rayyan, UmmSalal, Al Khor, Al Wakrah, Al Daayen ve Al Shamal belediyeleridir.
  10 bin Türk’ün bulunduğu Katar, Türkiye’ye 4 saatlik uçuş (İstanbul-Doha arası) mesafesindedir. 
 
  Katar Ekonomisi: Katar, dünyadaki en çok gaz rezervlerine sahip ülkeler arasındadır. Bu büyük etken, ülke vatandaşlarının refah seviyesini en üst basamaklara taşımıştır. Ülkede hemen hemen hiçbir tüketim maddesi üretilmemekte, dışarıdan ithal edilmektedir. 1’i karada, 6’sı açık denizde olmak üzere toplam 7 adet doğal gaz üretim noktası vardır. Körfeze bakan kısımda Ras Laffan adlı bir sanayi kenti kurulmuştur.
  Katar, vatandaşları (yabancı işçiler hariç) dünyada fert başına en fazla gelire sahip olan ülkedir.
  Katar’ın başkenti Doha, aynı zamanda her yıl düzenlenen uluslararası savunma sanayii fuarına (DIMEX) da ev sahipliği yapmaktadır. 
 
  Katar Silahlı Kuvvetleri: Katar Silahlı Kuvvetlerinin toplam insan gücü 11.800 kişidir. Bunun 8.500’ü kara, 1.800’ü deniz ve 1.500’ü de hava kuvvetlerine aittir. ABD, İngiltere ve 1994’te de Fransa ile askerî ittifak içerisindeydi. 
  Keza Körfez ülkelerinin ortak savunma gayretleri için kurulan Körfez İş Birliği Teşkilatı (veya Konseyi) (Gulf Cooperation Council) üyesidir. 
  Katar askerî gücü; ağırlıklı olarak Fransa olmak üzere, Batılı ülkelerin askerî uzmanları tarafından eğitilmektedir. 
  İsveç’in Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü SIPRİ’ye (The Stockholm International Peace Research Institute) göre Katar, 2010-2014 döneminde savunma harcamalarında dünyanın 46. sırasına yerleşti. 2013 yılında Almanya’dan 62 tank ve 24 kundağı motorlu top, 2014 yılında ABD’den 24 taarruz helikopteri, 3 hava erken ihbar uçağı (AEW) ve İspanya’dan da 2 havada yakıt ikmal uçağı satın aldı. 
 
Türkiye-Katar İlişkileri Nasıldır?


  Katar’daki Türk Büyükelçiliği 1980’de açılmıştır. Türkiye, Katar sayesinde Körfez ülkelerine ve diğer dünya ülkelerine savunma sanayiinde açılım yapma beklentisi içerisindedir. 
  Türkiye, 2014 yılı içerisinde Katar’a 345 milyon dolarlık ihracat yaparken çoğunluğu sıvılaştırılmış doğal gaz ve kimyasal maddeler olmak üzere 965 milyon dolarlık ithalat yapmıştır.
  Hâlen Türkiye’nin Katar’a ihraç ettiği ürünler; demir-çelik, nakliye araçları için elektronik aksam ve diğer parçalar, inşaat malzemesi, mobilya, tekstil ve yiyecektir. 2014 yılı itibarıyla toplam savunma sanayi ihracatı 1.65 milyar dolar olan Türkiye’nin beklentisi, 2023’e kadar sadece Katar’a 5 milyar dolarlık ihracat yapmaktır. 
  Bütün Orta Doğu’da olduğu gibi STFA, NUROL, ENKA, Tekfen, Yüksel İnşaat ve TAV İnşaat gibi şirketler Katar’da da etkin Türk firmalarıdır. 
  2015 yılı ilk dokuz ayında Katar dışına çıkan Katarlı turistlerin yaklaşık %35’i, başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin çeşitli bölgelerine seyahat ettiler. Bu sayı da yaklaşık 35-40 bin civarındadır. Yıllık 30 binleri geçen turist sayısı yanında kabiliihmaldir.
  Katar, 2022 FIFA Dünya Kupası'na ev sahipliği yapmaya hak kazanmıştır. Bu ise yaklaşık 22 milyar dolarlık inşaat yapması beklenen Katar’dan Türk müteahhitlerine de aslan payının verilmesinin beklentisidir. Muhtemelen bu şirketlerin önemli bir kısmı da “yandaş” firmalar olacaktır.
  Türkiye-Katar ilişkileri özellikle Mısır’da Mursi yönetimi konusunda örtüştü. Oysa Suudi Arabistan bile Mursi’nin devrilip yerine Sisi’nin geçmesine tepki vermemişti. Katar ve Türkiye, S. Arabistan’la birlikte Suriye politikasında da örtüştüler. Her üçü de Beşşar Esad’n değişmesinde ısrarcıydılar. Hatta S. Arabistan ve Katar, Suriye’de kara harekâtı bile teklif etmişlerdi. 
 
Katar’daki Diğer Ülkelerin Askerî Varlığı ve Askerî Üsleri


  Orta Doğu’da ABD’nin;12’si Afganistan’da, biri Türkiye’de  (İncirlik) olmak üzere çok sayıda askerî üssü mevcuttur. Basra Körfezi’ndeki en büyük askerî üssü Bahreyn’de olup ABD’nin “Deniz Destek Gücü” (Naval Support Activity) için gerekli bu üssün temeli 2010’da atılmıştır. Bahreyn’in Mina Salman Limanı’nda 6 bin civarında Amerikan askerî birliği konuşlanmaktadır. 
  Şeyh İsa Hava Üssü de bir diğer önemli askerî üstür. 1991’de Irak müdahalesi (Çöl Kalkanı) ile başlayan üssün kullanımı devam etmiş, 2011 yılında üssün genişletilmesi için Pentagon 45 milyar dolarlık bir bütçe ayırmıştır. Bu üste ABD’nin beş hava filosu mevcuttur. 
  Bunlara ilaveten ABD’nin Kuveyt’te 2 askerî hava üssü, Bahreyn’de uçak gemilerinin barınması için de bir açık deniz üssü inşası mevcuttur. Umman’da 2 askerî üssü, S. Arabistan’da ise 4.500 kişilik bir hava üssü mevcut olan ABD, Katar’ı da pas geçmemiş ve bölgenin en büyük hava üssünü kurmuştur.
  ABD’nin 1991’de Saddam Hüseyinli Irak’a “Çöl Kalkanı” adlı müdahalesi öncesinde başlayan ABD’nin Katar’da üs edinme talebi bu şekilde gerçekleşmiştir. Katar’ın başkenti Doha’dan 40 km mesafede yer alan el-Udeid Hava Üssü’nün inşası 1997 yılında tamamlanmıştır. 4.050 metre ile Orta Doğu’daki en uzun piste sahip el-Udeid Hava Üssü, ABD’nin Merkezî Kuvvetler Komutanlığının (CENTCOM) Afganistan ve Irak’taki harekâtının lojistik ihtiyaçları için de kullanılmaktadır.


  ABD’nin bu askerî varlığı sebebiyle Katar da çoğunlukla muhtemel terörist saldırılara karşı korunmaktadır.


  Katar’daki el-Ubeyd Hava Üssü’nde 3.300 Amerikalı askerî ve sivil personel görev yapmaktadır. Üs, bölgedeki en büyük üslerden olup 120 uçağın konuşlanabileceği kapasiteye sahiptir.Katar’da ABD’ye sağlanan liman üs kolaylıkları da mevcuttur.


Katar’daki bu üs, ayrıca İngiliz ve Avusturya hava kuvvetlerine de hizmet vermiştir. 2003-2008 döneminde Avustralya Hava Kuvvetlerine, 2001-2009 döneminde İngiliz Hava Kuvvetlerine evvelce hizmet veren üs, IŞİD’e karşı Irak’ta mücadele maksadıyla bölgeye gönderilen İngiliz uçaklarına da 2014’ten beri ev sahipliği yapmaktadır. 
  Diğer Körfez ülkelerinde İngiltere ve Fransa’nın da askerî üsleri mevcuttur. Bu mevcudiyetin gerekçeleri içerisinde; silah sanayisi başta olmak üzere, bölge ülkelerini ekonomik yönden bağımlı kılmak, İran’ın muhtemel tecavüzlerine karşı “koruyucu şemsiyelerini” kullanma taahhütleri bulunmaktadır. ABD, İngiltere ve Fransa’nın her üçü de BM Güvenlik Konseyi daimî üyesi, G-7 üyesi, deniz aşırı üsleri olan ve nükleer silahlara sahip ülkelerdir. Bölgedeki petrol çıkaran ülkelerle de enerji alanında yakın iş birliği içerisindedirler.
 
Sonuç ve Değerlendirme


  Katar; Suudi Arabistan’ın liderliğindeki Körfez ülkelerinden biridir. Fert başına gelirde dünyanın ilk ülkesi olmakla birlikte; küçük nüfusu, coğrafyası, savunma sanayisinde ve savunmasında dışa bağımlılığı gibi “zayıf” özellikleriyle de bilinmektedir. Bu savunma zafiyetini özellikle ABD ve AB’nin güçlü ülkeleriyle kurduğu ittifaklarla gidermeye çalışmaktadır. 


  Aralık 2014 içerisinde benzer bir anlaşmayı da Türkiye ile gerçekleştiren Katar’ın bu girişimi, Körfez’de ABD-İran yakınlaşması üzerine sanki bir alternatif müttefik arayışı gibi algılanmıştır.


  Özellikle “yeni Osmanlı” hayalperesti AKP’li tetikçi medya tarafından “ABD’nin varsa, Türkiye’nin de yurt dışında üsleri olmalıdır!” diyenler vardır. Bu üsler, ülkenin millî çıkarlarına hizmet edecekse doğrudur. 
  Basra Körfezi’ne bu kadar askerî, gemiyi, uçağı yığan ABD, dünyanın pek çok yerindeki üslerine 250 milyar, yıllık savunma harcamasına da 600 milyar dolar ayırmaktadır. ABD’nin bu savunma harcaması dahi Türkiye’nin GSMH’sinin 2/3’ünden fazladır. 
  ABD, İngiltere ve Fransa Körfez’den dünyaya dağılan petrolün güvenle naklini sağlamakla aynı zamanda dünya ekonomisindeki istikrara da katkı sağlamaktadır. Bu istikrar da küresel ekonomiyi, dolayısıyla da küresel güç ABD ile Avrupa’daki ortaklarını rahatlatmaktadır.
  ABD, bu üsleri sayesinde bölge ekonomisine de hâkim olmaktadır. İran’a karşı Körfez ülkelerinin koruyuculuğuna soyunurken Körfez ülkelerine silah ve mühimmat da satmaktadır. Üniversitelerinde Körfez ülkelerinin zengin çocuklarının paralı okumalarına, bol keseden harcayan Arap turizmine ev sahipliği yapmaktadır. Yani ABD ve diğer Batılı ülkeler bölgeye yaptıkları masrafı fazlasıyla çıkartacak bir sisteme de sahiplerdir. Verdikleri desteğin misliyle geri dönüşü olmaktadır.
  Ancak son dönemde Obama yönetiminin İran’a yaklaşması; sadece İsrail’in değil, aynı zamanda Basra Körfezi’nde İran’la çıkarları çatışan S. Arabistan’ın da hoşuna gitmemiştir. 
  Türkiye’nin Katar’daki askerî üssünün İran’la ilişkilere zarar verip vermeyeceği iyi değerlendirilmelidir. İstanbul’daki İslam İş Birliği Teşkilatı sonuç bildirisinde Suudilerin isteği doğrultusunda İran’ı itham eden ifadelerdeki gibi bir yanlışlık bundan sonra yapılmamalıdır. 


Daha doğrusu Türkiye, Körfez’de taraf değil, bölge ülkeleri arasında aracı veya arabulucu olmaya soyunmalıdır.

  Şayet bu üssü takiben Katarlı subaylar Türk harp okullarında okutulursa, Katarlı öğrenciler Türkiye’deki üniversitelerde eğitim görürlerse, Katar Silahlı Kuvvetlerinin askerî malzeme ihtiyaçlarının çoğu Türkiye’den tedarik edilirse, Katar’la başta enerji sektörü olmak üzere ortaklıklar artarsa, üssün ve diğer desteklerin karşılığı alınmış olur. 


Milletimizin ekonomik değerleri, kişisel popülerlik ve anlamsız maceralar için değil, sadece milletin ve devletin çıkarları için sarf edilmelidir.

Türkiye’nin Katar ve Suudi Arabistan’la son yıllarda artan ilişkilerinin; İsrail-İran ve İran-Suudi Arabistan eksenlerinde de takip edilmesinde yarar vardır. Teslimiyetçi olmaksızın ama Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda tarafsız ve uzlaşmacı politikaya ihtiyaç vardır. 
 

http://devlet.com.tr/makaleler/y188-TURKIYE_KATARDA_NEDEN_ASKERI_US_KURUYOR_.html