Prof. Dr.Celalettin YAVUZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Prof. Dr.Celalettin YAVUZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Şubat 2017 Perşembe

SURİYE’DEKİ İÇ SAVAŞIN TÜRKİYE EKONOMİSİNE ETKİLERİ


SURİYE’DEKİ İÇ SAVAŞIN TÜRKİYE EKONOMİSİNE ETKİLERİ,




 Prof. Dr.Celalettin YAVUZ



       02 Ocak 2015 14:20



.
SURİYEDEKİ İÇ SAVAŞIN TÜRKİYE EKONOMİSİNE ETKİLERİ

  AKP hükûmeti Suriye’deki “Arap Baharı” dolayısıyla Türkiye açısından gelecekte doğabilecek ekonomik, sosyal ve güvenlikle ilgili riskleri göremedi. Azami 100 bin sığınmacı düşünülüyordu ama sığınmacı kamplarına yerleştirilenler bile en son Eylül-Ekim 2014 döneminde yaşanan Aynelarap (Kobani) olaylarıyla 270 bini geçti. Sığınmacılar ve kendi imkânlarıyla Türkiye’ye intikal edenlerle birlikte Ekim 2014 sonu itibarıyla Türkiye’deki Suriyeli sayısının 2 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir.[1]
  “Esad ya gidecek, ya gidecek.” yanlışlığı sebebiyle mantıki bir “B Planı” aranmadı. Başkalarının politikalarına alet olundu, tribüne oynayan popülist politikayla “değerli yalnızlığa” kalındı. Oysa Türkiye taraflarla daha mesafeli ilişki kurup çözüm için ara bulucu olabilir; Suriye halkına, bölgeye ve ülkemize en iyi hizmet verilebilirdi.[2] Ama tam tersine muhalefet açıktan desteklendi, Batılı müttefiklerin tutumu öngörülemedi, uyarıları dikkate alınmadı. Kendi gücüyle asla yapamayacağı rejimi devirme misyonunda öne çıkıp ortada kaldı.
  Silahlı muhalefete topraklarımızda izin verildi. İç güvenliğe tehdit yanında,  ilk kez yabancı bir ülkede rejim değiştirmek için silahlı muhalefete topraklarında destek verme riskine girildi. Suriye’den sonra Mısır’da yanlışlara devam edildi.
  Suriye’deki krizin Türkiye’ye sosyolojik (sağlık, eğitim, kültürel, ekonomik), güvenlik (IŞİD ve diğer), asayiş ve iç güvenlik (terör, canlı bomba, kaçakçılık “mazot, insan, silah ve diğer) etkileri oldu. Türkiye’nin Suriye’de kayıpları ve riskleri şöyle sıralanabilir:
  • PKK terör örgütünün Suriye üzerinden Türkiye’nin güvenliğine yönelik tehdidi.
  • Sıcak çatışmaya girme riski  (RF-4E Uçağı Krizi, angajman…).
  • Kuzey ve Doğu Suriye’de Kürt varlığının PYD-PKK dayanışmalı yükselişi, yeni özerk bölge riski (Gerçekleşti.).
  • Sığınmacıların yarattığı asayiş, ekonomi, sağlık, eğitim vb. sorunlar.
  • Türkiye’de bazı yerlerde Nusayri (Alevi)-Sünni ayrışma riski.
  • Türkiye’nin Orta Doğu pazarını kaybetme riski.
  • Gelişmelerin mezhep çatışmasına dönüşme riski.
  • Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve diğer muhaliflerle yaşanan sorunlar.
  • Suriyelilerin Türkiye’de bulundukları kentlerde yarattığı huzursuzluklar.
  • IŞİD ve el-Nusra Cephesi gibi el-Kaideci grupların güç kazanarak Türkiye’ye tehdit oluşturacak dereceye ulaşması.
  • Suriye’nin Lübnanlaşma riski (Daha beter oldu.).
  • Komşular ve Rusya ile ilişkilerde limonileşme.[3]
 
Suriye İç Savaşı Sebebiyle Türkiye’nin Ekonomik Kayıpları
  Türkiye-Suriye ticaret hacminin hedefi 2012 sonunda 5 milyar dolardı. Yaklaşık 450 bin ticari araç Türkiye’den Suriye’ye geçiş yapıyordu. Rakka’da çimento fabrikası, Asi Nehri üzerinde 280 milyon avroluk yatırımlar durdu. Halep ve Şam’da Türkiye menşeli oteller, el-Şeyh Nacar sanayi bölgesindeki Gaziantep merkezli fabrikalar atıl kaldı. Sığınmacıların maliyeti 3 milyar doları geçti. Kaçakçılık ve fidye patladı, sınırlar delik deşik oldu. Türkiye-Suriye sınır ticaretinin (sigaradan şekere kadar) durmasıyla Kilis, Gaziantep, Mardin ve Hatay ekonomisi olumsuz etkilendi. Sınır ticareti Gaziantep ve Hatay’da yaklaşık 2’şer milyar dolar civarındaydı. Karşılıklı ziyaretlerle otellerden, baklavacılara kadar birçok küçük esnaf olumsuz etkilendi. Turizmde doğrudan yatırım yapanlar ile yan sektörler, bilhassa Hatay bölgesinde büyük zarara uğradı.[4]
  2012 Tarihli TEPAV’ın Rapor’una göre; 2011’de Suriye’ye ihracat 10 yıl öncesine göre 9 kat artarak 1,6 milyar dolara, Suriyeli turist sayısı 10 yılda 122 binden 974 bine ulaşmıştı. Gaziantep, Şanlıurfa, Hatay, Adana ve Mersin’de Orta Doğuluların zevklerine hitap etmek için yatırımlar yapan ve kredi kullanan esnaf borcunu ödeyemez hâle geldi.[5]
  Suriye’deki yanlış politikalarla değişen siyasi ortam kargaşaya ve ardından iç savaşa dönüştü. Bunun sonucu İslam Devleti (Irak Şam İslam Devleti: IŞİD) adı da verilen örgüt, hem Suriye’de hem de Irak’ta büyük bir tehdit hâline geldi.[6] IŞİD’in bu tehlikeli yükselişi Türkiye’nin Orta Doğu pazarını da olumsuz etkiledi. Buna basit bir örnek olmak üzere Türkiye’nin ikinci büyük pazarı Irak’ın kuzeyine yapılan ticaretin etkilenmesi verilebilir. Türkiye Irak’a 2013’te 12 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirmişti. Musul’un işgalinden sonra bu, duracak seviyelere düştü.[7]
  Türkiye, Suriye’deki iç savaş ve bu savaştaki yanlış tutumu sebebiyle Suriye (ve daha sonra Irak) üzerinden Orta Doğu’ya ticaretinde de büyük kayıplar yaşadı. Bunun en önemli göstergesi her iki ülkeye giriş çıkış yapan Türk tırlarının sayısındaki çarpıcı düşüştür. Hatay’daki Cilvegözü Sınır Kapısı’ndan eşya taşımalı ve eşya dolu taşımacılıkta kullanılan araç sayıları Temmuz 2010’da 15 bin, Temmuz 2011’de 15 bin iken Aralık 2011’de 7 bin 980’e, Temmuz 2012’de 3 bin 23’e ve Ağustos 2012’de ise 30’a düştü.  Vizelerin kalkmasıyla turist rekoru kıran Gaziantep, Adana, Hatay, Konya, Mersin ve Şanlıurfa’da esnaf, yatırım için çektiği krediyi ödeyemez duruma geldi. 2011’de altı ayda 126 bin aracın geçtiği Akçakale’den 2012’nin aynı döneminde yalnız 631 araç geçti. Bugün ise bu sınırlardan araç geçişi tartışılmamaktadır.[8]
  Türkiye’nin Suriye’deki iç savaş sebebiyle yaşadığı sorunlarının bir kısmı şöyle özetlenebilir:  
  Türkiye’nin sığınmacılara masrafı dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından Mayıs 2014 itibarıyla 3 milyar dolar olarak açıklandı.[9] Kaçakçılık ve fidyecilik arttı, sınırlar delik deşik oldu. Ceylanpınar ve Akçakale’ye düşen mermiler vatandaşı tedirgin etti. Ucuz işçilik ve işsizlik, kavgalar, fuhuş-kürtaj patlaması, çocuk yaşta evlilik, kuma kültürü hortladı. Yeni “Filistinliler” veya “el-Kaide”cilerin yetişebileceği ortam doğdu. Türkiye, Suriye politikaları sebebiyle Orta Doğu’da ve dünyada prestij kaybetti. Suriyeli Türkmenler kaderine terk edildi, denizde ve karada mülteci takip külfeti yük olarak bindi.[10]
   Suriye’deki iç savaş ve yanlış politika sebebiyle Türkiye’nin karşılaştığı ekonomi, güvenlik, asayiş, eğitim ve sağlık gibi sosyal sorunların en başında ise Türkiye’deki Suriyeliler gelmektedir. Öyle ki Eylül 2014’te IŞİD’in Suriye’nin kuzeyindeki Aynelarap’a saldırısı sırasında bizzat BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) Türkiye Temsilcisi Carol Batchelor tarafından Türkiye’nin, Suriye iç savaşı başladığından beri en büyük mülteci akınıyla karşı karşıya olduğu vurgulandı. Buna karşılık gene aynı günlerde Türkiye’nin mülteciler için yaptığı harcamaların 3 milyar doları geçtiği ileri sürüldü. Buna karşılık UNHCR’nin üye devletlerden Türkiye’deki mülteci sorunuyla ilgilenmek üzere talep ettiği yaklaşık 500 milyon doların sadece 4’te 1’i tahsil edilebildi.[11] Suriyeli sığınmacı ve mültecilere yapılan bu harcamalara, belediyelerin ve hayır sahibi STK’ler ile kişilerin yaptıkları da dâhil değildir.
 
Türkiye’nin “Yeni Azınlığı” Suriyeliler
  Özellikle Suriye’ye sınır kentlerdeki Suriyeliler, bu illeri pek çok alanda olumsuz etkiledi. Kilis Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Başkanı Mehmet Özçilioğlu’nun ifadesi sadece Kilis için bile olsa bir fikir vermeye yetmektedir. Şubat 2014’te nüfusu 80 bin olan Kilis’te, resmî rakamlara göre 40-50 bin Suriyeli var iken aslında 100 binden fazla Suriyeli ikamet ediyordu.[12] Kilislilerin ve Kilis’teki gündelikçi işçilerin düştüğü durumu anlayabilmek ancak bu konudaki empati ile anlaşılabilir!
  Gaziantep Ticaret Odasının bir raporuna göre Suriyeli sığınmacıların sadece sağlık alanında yarattığı sorunlar şöyledir: 
Hastaneler hasta sayısına yetişememektedir. Kaydı olmayanlar sağlık hizmeti almakta sorun yaşamaktadır. Gelecek nesiller üzerinde risk yaratan hastalıklardan çocuk felci ve Şark çıbanı yeniden ortaya çıkmıştır. 2013 yılında en çok kızamık vakası Gaziantep’te görülmüştür. Yanık merkezi ihtiyaca cevap vermekte zorlanmaktadır. Kilis’te ameliyat edilenlerin %60’ını yaralılar oluşturmaktadır. Gaziantep’te yoğun bakım ünitelerinin %40’ında Suriyeliler vardır.[13]
  Suriyeli mülteci ve sığınmacılar, zaman içerisinde bulundukları il ve ilçelerde bölge insanlarıyla da sorunlar yaşamaya başladılar. Ankara ve İstanbul’da sıkça görülen ve basına yansıyan Suriyeli ve mahalleliler arasındaki kavgalar Ağustos 2014’te Suriye’ye yakın illerde de tekrarlanmaya başladı. Gaziantep ve Kilis’in ardından Ağustos 2014 sonlarında Kahramanmaraş’ta da vatandaşlar ve Suriyeliler arasında gerilim yaşandı ve 2 kişi yaralandı.[14]
  Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (HUGO)nin, Türkiye’de “Türkiye’deki Suriyeliler Algısı” başlıklı bir araştırması Ekim 2014 içerisinde kamuoyu ile paylaşıldı. Ekim 2014 itibarıyla Türkiye’de 1 milyon 565’ini aşkın Suriyeli sığınmacının yaşadığını, bunların %13-14’ünün 10 ildeki 22 mülteci kampında kaldığını, buna karşılık 1,3 milyonu aşan Suriyelilerin Türkiye’nin 9 ili hariç tüm illerine yayıldığını ileri süren bu araştırmanın önemli satır başları şöyledir:

  • “Türkiye’deki Suriyelilerin yalnızca %57’si (900 bin) kayıtlıdır.
  • %53,3’ü 17 yaş altında ve Nisan 2011-Ekim 2014 arasındaki 3,5 yılda doğan Suriyeli bebek sayısı en az 60 bin.
  • Suriyeli çocuklar ve gençlerin okullaşma oranı ise %15-20 civarındadır.
  • Ağustos 2014 itibarıyla Türkiye, Suriyeliler için toplam 4,5 milyar dolar harcamıştır.
  • 1.5 milyon sığınmacıya bakılmasının Türkiye ekonomisine zarar verdiğini düşünenlerin oranı %70,7; Türkiye’de yardıma muhtaç yüksek sayıda vatandaş varken vergilerimin Suriyeli sığınmacılara harcanmasına karşı olanların oranı ise %60,2’dir.
  • Katılımcıların %68,3’ü Suriyeli sığınmacılar için herhangi bir kuruluşa ayni ya da nakdî yardımda bulunmamıştır.
  • Suriyelilerin Türklerin işlerini elinden aldığını düşünenlerin oranı %56,1’dir. Bu oran sınır şehirlerinde %68,9’a çıkmaktadır.
  • Katılımcıların %47,4’ü Suriyeli sığınmacılara izni verilmesine kesinlikle karşıdır.
  • Suriyelilere üniversite de dâhil, her türlü eğitimin verilmesi gerektiğini düşünenlerin oranı %35,4 iken hiçbir şekilde eğitim verilmemesi gerektiğini kaydedenlerin oranı %27,5’tir.
  • Suriyeli sığınmacıların bulundukları yerde şiddet, hırsızlık, kaçakçılık ve fuhuş gibi suçlara bulaşarak toplumsal ahlak ve huzuru bozduğunu düşünenlerin oranı %62,3’tür.
  • Bazı Suriyeli sığınmacılara, suç işledikleri gerekçesiyle gösterilen yoğun tepkilerin yanlış olduğunu düşünenlerin oranı yalnızca %13,9’dur.
  • Türkiye’ye bundan sonra kesinlikle sığınmacı kabul edilmemesi gerektiğini düşünenlerin oranı ise %57,4’tür.
  • Sığınmacıların sadece kamplarda yaşamasını isteyenlerin %73,3, sınır boyunda Suriye topraklarındaki tampon bölgede kalmasını isteyenlerin oranı %68,8’dir.
  • Türklerin Suriyelilerle kültürel olarak aynı olduğunu düşünenlerin oranı %17,2’dir.
  • Katılımcıların %49,8’i, Suriyeli biri ile komşuluk yapmanın kendisini rahatsız edeceğini, bunların %52,3’ü Suriyelilerin kendisine ve ailesine zarar vereceğini düşünmektedir.
  • Katılımcıların %54,9’u, Suriyelilerin savaş sonunda ülkelerine geri dönmelerini istemektedir.
  • Suriyelilerin Türkiye’de kalmasının toplumsal sorunlara yol açacağını düşünenlerin oranı %76,5, Türk toplumuna uyum sağlayacaklarını düşünenlerin oranı ise %20,6’dır.
  • Suriyelilerle birlikte Türkiye’nin nüfusunun artmasının, Türkiye’nin daha güçlü devlet olmasını sağlayacağını düşünenlerin oranı sadece %12,3’tür.
  • Devletin sığınmacılarla ilgili krizi iyi yönetemediğini düşünenlerin oranı %49,7’dir.”[15]
  Ekim 2014 ayı içerisinde “Suriye’den göç edenlerin barınma ve istihdamına yönelik Geçici Koruma Yönetmeliği” Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.  Böylece sığınmacılara pasaport gibi geçerliliği olacak birer kimlik kartı verilecek. Buna ilaveten Suriyelilere yasal çalışma imkânı da tanınacak. Bu maksatla öncelikle büyükşehirlere ve bölge kentlerine yerleştirilecek olan Suriyeliler için sektör ve işletme başına ‘Suriyeli sınırı’ getirilmektedir. “İşçilikten, öğretmenlik ve mühendisliğe kadar değişen mesleklerde iş bulabilecek olan Suriyelilere yönelik prim desteği” de planlanmaktadır. Yönetmelik gereği Türkiye’ye “kitlesel akın” şeklinde intikal edenler yararlanabilecektir. “Zalimce eylem yaptığı düşünülenler ile terör eylemi planladığı ya da terör eylemlerine karıştığı tespit edilenler” ise yönetmelik harici olup bu haklardan yararlanamayacaklardır. Yönetmeliğe tabi sığınmacılar, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından belirlenen illere gönderilecektir.[16]
 
Sonuç ve Krizi Hafifletme Önerileri
  Sonuç itibarıyla yanlış hesabın Bağdat’tan dönmesi gibi, Türkiye’nin Suriye politikasındaki yanlışlar da Şam’dan döndü! Suriyeli silahlı muhalefete yardım Suriye,  Irak,  Ürdün, Lübnan ve Türkiye’ye tehdit olarak döndü. Suriye’nin bugününün, Esad rejimiyle yönetimden daha tehlikeli olduğu anlaşıldı. Uluslararası kurumlarla birlikte hareket edilmesi ve uluorta konuşmaktan vazgeçilmesi gerektiği anlaşıldı. Büyüyen IŞİD, el-Kaide tehdidi ile PYD özerkliğinin toprak bütünlüğünü ve istikrarı etkilediği anlaşıldı. Suriyeli sığınmacıların Türkiye’ye getirdiği külfetin, beklenenin çok üzerinde olduğu ve bunun telafisinde sorunlar yaşanacağı anlaşıldı.
  Hatay, Gaziantep, Kilis, Mardin başta olmak üzere, Suriye sınırındaki ve yakın illerin ekonomileri ve sosyal yapıları büyük ölçüde hasar aldı. Türkiye’nin Suriye ve Orta Doğu’yla ekonomik ilişkileri durdu.
  Suriye krizinin ekonomik yıkımından bundan sonra asgari zararla kurtulabilmek için yapılmasında yarar görülen hareket tarzı şöyledir:
1. Suriye ile ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkiler yeniden düzeltilmelidir. 
2. Suriye ve Irak üzerinden Orta Doğu’ya ulaşımın yeniden tesisi sağlanmalıdır.
3. Mısır üzerinden Ro-Ro seferlerinin kesintisiz yürütülmesi sağlanmalıdır.
4. Suriyeli göçmen ve sığınmacıların tekrar yurtlarına dönmeleri sağlanmalıdır.
5. Esad rejimi muhalifleriyle uzlaşma sağlanarak verilen destek kesilmeli, desteğin kesildiği açıklanmalıdır.
6. Hatay tüccarı ve esnafının için diğer ülkelerdeki fuarlara devlet desteğiyle katılımı sağlanmalıdır.[17]
  Bu önerilerin gerçekleşebilmesi maksadıyla Suriye politikasında bir paradigma değişikliği yapılmalı, “B planı” uygulanmalıdır. IŞİD, bölgede Türkiye’ye ve Suriye’deki Esad rejimine ortak tehdit olduğu gibi, Suriye’ye yakın Rusya ve İran ile öteki bölge ülkeleri, Batılı ülkeler ve bütün dünya tarafından üzerinde uzlaşılan “ortak düşman”dır. Türkiye’deki Suriyelilerin can ve mal güvenliği teminat altına alınarak Rusya ve İran’ın aracılığında Esad rejimi ile uzlaşmak mümkün hâle gelmiştir.  
IŞİD’e karşı sadece hava harekâtı yeterli değildir. Türkiye’nin “eğit-donat” şeklinde destek verdiği Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile diğer Esad karşıtı silahlı muhalif gruplardan da bir şey beklenemez. Zira düzenli ordu ve disiplinli birlik olmaktan uzaklaşıp işi çapul ve yağmaya dökmüşlerdir. Beyhude uğraşmak yerine Esad rejiminin kara kuvvetlerinin kullanması düşünülmelidir.[18]  
  Suriye iç savaşının Türkiye’ye bindirdiği ekonomik yükten kurtulabilmek için yapılmasında yarar görülen diğer hususlar da şöyle düşünülmektedir:
a. IŞİD tehdidinin bölgede bertaraf edilmesine yardım etmek.
b. Suriye’de Esad rejimiyle ilişkileri düzeltmek için aracı bulmak.
c. Mısır’da Sisi yönetimiyle ilişkileri düzeltmek. (Mersin ve İskenderun limanlarından, Mısır politikasındaki yanlış sebebiyle Mısır tarafından kesilen Orta Doğu’ya Ro-Ro seferleriyle ulaşmak için).
d. Suriye’de Türkmenler ve kamuoyunun bildiği ÖSO’ya Esad rejimi tarafından dokunulmama (af) garantisi almak,
e. Suriyeli sığınmacılar ve mülteciler için kapsamlı önlemler almak.
f. Suriyeliler için yapılan masrafları uluslararası konsorsiyumla hakkaniyet içerisinde paylaşılabilmesi için kayıtları iyi tutmak ve talepte ısrarlı olmak.
  Türkiye’deki Suriyeliler için çıkartılan yönetmelik, gecikmiş olsa da konuya çözüm bulma yolunda önemlidir. Ancak yeterli değildir. Yönetmeliğe ilaveten düşünülen diğer hususlar da şöyledir: 
a. Suriyeliler için bir bakanlık veya Başbakanlığa bağlı bir müsteşarlık kurarak çözümü tek elden takiple kolaylaştırma,
b. Meslek sahibi Suriyelileri gruplara ayırarak uzmanlığına göre Türkiye’de iş alanlarına bildirme,
c. AB fonlarından yeni taleplerde bulunmak suretiyle Suriyelilere “iş garantili meslek kursları” verme, 
ç. İş garantili kurs verilen Suriyelileri alabilecek Arap ülkeleriyle (Körfez Ülkeleri ve Suudi Arabistan) anlaşma sağlama,
d. Okul çağındaki çocukları mutlaka okula yerleştirme, 
e. Suriyelilerin belediyelere bırakılan yükünü devlet olarak yüklenme, 
f. Kültür farklılığı sebebiyle çıkabilecek sorunlara eğilme, sağlanabilmesi hâlinde BM fonlarından istifadeyle gerekirse Suriyelilere yeni uydu kentler kurma, 
g. Suriyeli sığınmacılara “balık vermek” yerine, balık tutmayı öğretme, 
h. Her türlü kaçakçılığı sosyolojik ve yasal yollarla önleme.[19]


[1] Mithat Yurdakul, “Geliyorlar!”, Milliyet, 23.10.2014. Türkiye’deki Suriyelilerin sayısı konusunda kesin bir sayı bilinmemektedir. Farklı sayılar verilmektedir. Bunlardan birine göre de 1 milyon 700 bin Suriyeli vardır.  Bk. Gamze Kolcu, “200 bin Suriyeli çocuk okulsuz”, Hürriyet, 25.10.2014.

[2] Bu konuda AKP iktidarının ilk Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış da aynı görüşü savunmaktadır. Bk. Kadir Uysaloğlu, ‘Suriye’de rejimle iletişimi koparmak yanlıştı’, Zaman, 13.12.2013.

[3] Celalettin Yavuz tarafından İTSO (İskenderun Ticaret ve Sanayi Odası) Meclis üyelerine verilen “Suriye Krizinin Türkiye Ekonomisine Etkileri ve Çözüm Önerileri” başlıklı konferans, 17.09.2014.

[4] Veysel Ayhan, Müslüm Basılgan, Ümit Algan,  “Türkiye ile Suriye arasındaki krizin Gaziantep ve Hatay bölgesi ekonomileri üzerindeki etkileri”, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Uluslararası Orta Doğu Barış Araştırmaları Merkezi (IMPR), Ekim 2012, s. IMPR 6-8.

[5] “Suriye krizi 6 ili vurdu”, Cumhuriyet, 24.08.2012.

[6] IŞİD tehdidi konusundaki ayrıntılar için bk. Celalettin Yavuz, “IŞİD Terör Örgütü mü Devlet Modeli mi?”, Devlet, sayı 455, Eylül-Ekim 2014.

[7] Mahir Solmaz, Derya Eğrican, Tekin Çiçek, “Irak'ta iç savaş riski moralleri bozdu”, Dünya, 13.06.2014.

[8]Celalettin Yavuz tarafından İTSO (İskenderun Ticaret ve Sanayi Odası) Meclis üyelerine verilen “Suriye Krizinin Türkiye Ekonomisine Etkileri ve Çözüm Önerileri” başlıklı konferans.

[9] Dışişleri Bakanı Davutoğlu “Suriye'de son 10 yılın en yıkıcı insanlık felaketini yaşıyoruz”, http://www.mfa.gov.tr/disisleri-bakani-davutoglu-_suriye_de-son-10-yilin-en-yikici-insanlik-felaketini-yasiyoruz.tr.mfa, (Erişim: 26.10.2014).

[10]Celalettin Yavuz tarafından İTSO (İskenderun Ticaret ve Sanayi Odası) Meclis üyelerine verilen “Suriye Krizinin Türkiye Ekonomisine Etkileri ve Çözüm Önerileri” başlıklı konferans.

[11] “BM: Son 3,5 yılın en ciddi mülteci akını”, Zaman, 22.09.2014.

[12] Fehim Genç, “Şirket rekoru Suriyelilerde”, Milliyet, 14.02.2014.

[13] Fehim Genç, “Antep Yine Gazi!”, Milliyet, 13.02.2014.  

[14] “Korkulan oldu, Suriyeli gerginliği bir ile daha sıçradı”, 28.08.2014, http://www.samanyoluhaber.com/gundem/Korkulan-oldu-Suriyeli-gerginligi-bir-ile-daha-sicradi/1059958/

[15] Ayşegül Kahvecioğlu, “Göçmenleri istemeyen tehlikeli algı”, Milliyet, 23.10.2014.

[16] Mithat Yurdakul, “Geliyorlar!”, Milliyet, 23.10.2014.

[17]Celalettin Yavuz tarafından İTSO (İskenderun Ticaret ve Sanayi Odası) Meclis üyelerine verilen “Suriye Krizinin Türkiye Ekonomisine Etkileri ve Çözüm Önerileri” başlıklı konferans.

[18] Celalettin Yavuz, “Suriye Politikasındaki Yanlış Hesap Bağdat ve Şam’dan Döndü!”, 18.09.2014, http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/koseyazisi91510Suriye_Politikasindaki_Yanlis_Hesap_Bagdat_ve_Samdan_Dondu.html

[19]Celalettin Yavuz tarafından İTSO (İskenderun Ticaret ve Sanayi Odası) Meclis Üyelerine verilen “Suriye Krizinin Türkiye Ekonomisine Etkileri ve Çözüm Önerileri” başlıklı konferans.



TÜRKİYE KATAR’DA NEDEN ASKERÎ ÜS KURUYOR?



TÜRKİYE KATAR’DA NEDEN ASKERÎ ÜS KURUYOR?












Prof. Dr.Celalettin YAVUZ



      27 Temmuz 2016 11:39 

TÜRKİYE KATARDA NEDEN ASKERÎ ÜS KURUYOR?
 

 
Ahmet Davutoğlu, başbakanlık görevinden âdeta “ürkek bir ördek yavrusu” gibi çekilirken son önemli dış politika hareketlerinden birini Katar’da gerçekleştirdi. 28 Nisan 2016’da Körfez ülkesi Katar’ı ziyaret ederek burada kurulması kararı alınan askerî üs için “uygulama” anlaşmasının imza törenine katılan Davutoğlu, “Bugün attığımız imza ile TSK’nin Katar’daki mevcudiyeti ve buradaki ortak üs devreye girmiş oluyor!” dedi. “Acaba bu askerî üssümüz nedir, neler getirir ya da neler götürebilir?” diyerek bu konuyu biraz araştırma ihtiyacı duydum.
  Başbakan Davutoğlu’nun bu ziyareti ve ifadesi üzerine havuz medyası konuyu Kutü’l-Amare zaferiyle birlikte gündeme getirip Türkiye’nin “parlak” dış politikasının zaferi gibi gösteren yeni bir algı operasyonunu devreye soktu. Hoş daha sonra bu zaferin komutanı ve soyadını bile buradan alan Halil Paşa (Kut) ile sorunları ortaya çıkınca, mevcut AKP iktidarı Kutü’l-Amare’yi kutladığına bile pişman olacak duruma geldi. Zira “Bize Kutü’l-Amare Zaferi’ni unutturdular!” diyen, Türkiye Cumhuriyeti’ni yönettiğini zanneden cahil devlet adamları; bu zaferin 1952’de DP iktidarı döneminde (Adnan Menderes başbakan, Celal Bayar cumhurbaşkanı iken) kutlanmasına son verildiğini öğrendiler. 
  Davutoğlu, Dışişleri Bakanlığı döneminde 15 kez ziyaret ettiği Katar’ı, “başbakan” sıfatıyla ilk kez ziyaret ediyordu. Muhtemelen de son kez olacaktı. Herhâlde Davutoğlu Dışişleri Bakanı iken hiçbir Türk devletini (KKTC ve Azerbaycan dâhil) bu kadar sık ziyaret etmemişti! Katar’a “aşk” derecesinde duyulan ilgiyi anlayabilmek için dahi bu araştırmaya gerek duyulabilirdi.
 
Türkiye-Katar “Askerî Eğitim, Savunma Sanayii ile Katar Topraklarında Türk Silahlı Kuvvetlerinin Konuşlandırılması Konusunda İş Birliği Anlaşması”

  19 Aralık 2014’te Türkiye ile Katar arasında “Türk Silahlı Kuvvetlerine (TSK), Katar’a askerî birlik konuşlandırma; taraflara ortak askerî tatbikat ve eğitim programı gerçekleştirme ve birbirlerinin her türlü askerî tesis, birlik ve kamplarından ayrıca hava sahasından yararlanma hakkını” veren bir anlaşma imzalandı. Anlaşmanın ayrıntıları 5 Haziran 2015’te Resmî Gazete’de yayımlandı.
  Anlaşmaya göre Katar’daki Türk üssünde TSK’nin tüm kuvvetlerinden güç bulunacak. Türk askerlerinin ana görevi, Katar askerlerine eğitim vermek olacak. Resmî kaynaklar doğrulamasa da üsteki Türk askerleri, bölgede oluşabilecek ciddi krizlere uluslararası toplumun vereceği destek çerçevesinde müdahale edebilecek. 
Katar’daki Türk üssünde hâlihazırda 150 kişilik öncü Türk birliği mevcuttur. 3 bine yakın asker kapasiteli üsle birlikte iki ülke arasındaki askerî ilişkilerin geliştirilmesi, savunma sanayii işbirliğinin ve ortak askerî tatbikatların önü de açılmış olacaktır.
  “Askerî Eğitim, Savunma Sanayi ile Katar Topraklarında Türk Silahlı Kuvvetlerinin Konuşlandırılması Konusunda İş Birliği Anlaşması” adı altında 10 sene yürürlükte kalacak sözleşmenin önemli hususları şöyledir:
  • Türk kuvvetleri eğitim ve tatbikat amacıyla Katar topraklarında konuşlandırılabilir.
  • Taraflar; anlaşmanın uygulanması amacıyla birbirlerine liman, havalimanı, hava sahası kullanma, topraklarında kuvvet konuşlandırma ve tesis, kamp, birim, kuruluş ve askerî tesislerinden yararlanma izni verirler. (Bu madde uyarınca 2016 yılı başlarında Katar uçakları İncirlik Hava Üssü’ne intikal ettiler.)
  • Ziyaretler, heyet değişimi, manevralara katılım ve bilgi değişimi, lojistik alanında iş birliği yapılması, insani yardım sağlanması, personel ve askerî ekipman takası ve savunma sanayii alanında iş birliği yapılabilir.
  • Taraflar birbirlerinin askerî kurumlarında danışman personel görevlendirebilirler.
  • “Anlaşmazlık ortaya çıktığı takdirde, bu anlaşmazlık istişare ve müzakerelerle çözülür. Bir yerel veya uluslararası mahkemeye ya da üçüncü tarafa başvurulamaz.” ifadesine yer verilen metinde, sorunun çözümü için 60 günlük müzakere süreci belirlenmiştir. Anlaşmazlık çözülemezse anlaşma yazılı bildirimle bitirilebilecektir.
  Anlaşmanın önemi, Türkiye ile Katar ve Suudi Arabistan’ın Suriye’de Beşşar Esad rejimine karşı savaşan muhalif gruplara desteğini artırdığı bir döneme denk gelmesidir.
 
Katar Hakkında Önemli Bilgiler


  Katar neden önemlidir? Neden Türkiye’nin ilk askerî üssü burada kurulmak istenmektedir? Bu sebeple Katar hakkındaki bilgiler takip eden satırlarda özetlenmeye çalışılmıştır. 
 
  Katar Hakkında Genel Bilgiler: Osmanlı İmparatorluğu Dönemi’nde mevcut fiilî Türk egemenliği; ilk olarak 1852’de, daha sonra ve kesin olarak 1871’de Muhammed el-Sani’nin daveti üzerine başlamıştır. Katar’ın bugünkü başkenti Doha (Kal’atü’t-Türk adı verilen kale) ve yine bugün ABD üssünün bulunduğu el-Obeid’e yerleşen Türk birlikleri 1913’e kadar kalmışlardır. Katar da Basra vilayetinin Lahsa sancağına bağlı bir kaza (ilçe) oldu. Al-Sani ailesi de Osmanlı kaymakamları olarak görev yapmışlardır. Osmanlı Devleti, Katar üzerindeki haklarından 29 Temmuz 1913’te vazgeçti. Son Türk askeri, Katar’dan Ağustos 1915’te çekilmiştir. I. Dünya Harbi’nin çıkmasının akabinde 3 Kasım 1916’da İngilizler tarafından işgal edilen Katar, 3 Eylül 1971’de İngiliz hâkimiyetinden ayrılarak bağımsızlığını ilan etmiştir. 
  Katar’ın tek kara sınır komşusu Suudi Arabistan olup 160 km uzunluğundaki yarımadanın diğer tarafları Basra Körfezi ile çevrilidir. Kuzeybatısında Bahreyn, batı ve güneyinde Suudi Arabistan, doğusunda Birleşik Arap Emirlikleri ve kuzeyinde İran’la denizden komşudur.
  Katar’ın başkenti Doha, yüz ölçümü ise 11.437 km2’dir. Nüfusu 2 milyon 463 bin olup bunun yaklaşık 1,8 milyona yakını yabancı işçi statüsünde çalışanlardır. Genellikle Filipinler, Nepal, Hindistan gibi ülkelerden gelen bu insanlar; inşaat, sağlık, hizmet, enerji sektörlerinde çalışmaktadır.
  Mutlak monarşi ile yönetilen Katar’ın emiri Emir Tamim bin Hamad Al Thani’dir (iktidara geliş tarihi ve yaşı: 25 Haziran 2013, 33).  7 ayrı belediyeye bölünmüştür. Bunlar; Ad Doha, Al Rayyan, UmmSalal, Al Khor, Al Wakrah, Al Daayen ve Al Shamal belediyeleridir.
  10 bin Türk’ün bulunduğu Katar, Türkiye’ye 4 saatlik uçuş (İstanbul-Doha arası) mesafesindedir. 
 
  Katar Ekonomisi: Katar, dünyadaki en çok gaz rezervlerine sahip ülkeler arasındadır. Bu büyük etken, ülke vatandaşlarının refah seviyesini en üst basamaklara taşımıştır. Ülkede hemen hemen hiçbir tüketim maddesi üretilmemekte, dışarıdan ithal edilmektedir. 1’i karada, 6’sı açık denizde olmak üzere toplam 7 adet doğal gaz üretim noktası vardır. Körfeze bakan kısımda Ras Laffan adlı bir sanayi kenti kurulmuştur.
  Katar, vatandaşları (yabancı işçiler hariç) dünyada fert başına en fazla gelire sahip olan ülkedir.
  Katar’ın başkenti Doha, aynı zamanda her yıl düzenlenen uluslararası savunma sanayii fuarına (DIMEX) da ev sahipliği yapmaktadır. 
 
  Katar Silahlı Kuvvetleri: Katar Silahlı Kuvvetlerinin toplam insan gücü 11.800 kişidir. Bunun 8.500’ü kara, 1.800’ü deniz ve 1.500’ü de hava kuvvetlerine aittir. ABD, İngiltere ve 1994’te de Fransa ile askerî ittifak içerisindeydi. 
  Keza Körfez ülkelerinin ortak savunma gayretleri için kurulan Körfez İş Birliği Teşkilatı (veya Konseyi) (Gulf Cooperation Council) üyesidir. 
  Katar askerî gücü; ağırlıklı olarak Fransa olmak üzere, Batılı ülkelerin askerî uzmanları tarafından eğitilmektedir. 
  İsveç’in Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü SIPRİ’ye (The Stockholm International Peace Research Institute) göre Katar, 2010-2014 döneminde savunma harcamalarında dünyanın 46. sırasına yerleşti. 2013 yılında Almanya’dan 62 tank ve 24 kundağı motorlu top, 2014 yılında ABD’den 24 taarruz helikopteri, 3 hava erken ihbar uçağı (AEW) ve İspanya’dan da 2 havada yakıt ikmal uçağı satın aldı. 
 
Türkiye-Katar İlişkileri Nasıldır?


  Katar’daki Türk Büyükelçiliği 1980’de açılmıştır. Türkiye, Katar sayesinde Körfez ülkelerine ve diğer dünya ülkelerine savunma sanayiinde açılım yapma beklentisi içerisindedir. 
  Türkiye, 2014 yılı içerisinde Katar’a 345 milyon dolarlık ihracat yaparken çoğunluğu sıvılaştırılmış doğal gaz ve kimyasal maddeler olmak üzere 965 milyon dolarlık ithalat yapmıştır.
  Hâlen Türkiye’nin Katar’a ihraç ettiği ürünler; demir-çelik, nakliye araçları için elektronik aksam ve diğer parçalar, inşaat malzemesi, mobilya, tekstil ve yiyecektir. 2014 yılı itibarıyla toplam savunma sanayi ihracatı 1.65 milyar dolar olan Türkiye’nin beklentisi, 2023’e kadar sadece Katar’a 5 milyar dolarlık ihracat yapmaktır. 
  Bütün Orta Doğu’da olduğu gibi STFA, NUROL, ENKA, Tekfen, Yüksel İnşaat ve TAV İnşaat gibi şirketler Katar’da da etkin Türk firmalarıdır. 
  2015 yılı ilk dokuz ayında Katar dışına çıkan Katarlı turistlerin yaklaşık %35’i, başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin çeşitli bölgelerine seyahat ettiler. Bu sayı da yaklaşık 35-40 bin civarındadır. Yıllık 30 binleri geçen turist sayısı yanında kabiliihmaldir.
  Katar, 2022 FIFA Dünya Kupası'na ev sahipliği yapmaya hak kazanmıştır. Bu ise yaklaşık 22 milyar dolarlık inşaat yapması beklenen Katar’dan Türk müteahhitlerine de aslan payının verilmesinin beklentisidir. Muhtemelen bu şirketlerin önemli bir kısmı da “yandaş” firmalar olacaktır.
  Türkiye-Katar ilişkileri özellikle Mısır’da Mursi yönetimi konusunda örtüştü. Oysa Suudi Arabistan bile Mursi’nin devrilip yerine Sisi’nin geçmesine tepki vermemişti. Katar ve Türkiye, S. Arabistan’la birlikte Suriye politikasında da örtüştüler. Her üçü de Beşşar Esad’n değişmesinde ısrarcıydılar. Hatta S. Arabistan ve Katar, Suriye’de kara harekâtı bile teklif etmişlerdi. 
 
Katar’daki Diğer Ülkelerin Askerî Varlığı ve Askerî Üsleri


  Orta Doğu’da ABD’nin;12’si Afganistan’da, biri Türkiye’de  (İncirlik) olmak üzere çok sayıda askerî üssü mevcuttur. Basra Körfezi’ndeki en büyük askerî üssü Bahreyn’de olup ABD’nin “Deniz Destek Gücü” (Naval Support Activity) için gerekli bu üssün temeli 2010’da atılmıştır. Bahreyn’in Mina Salman Limanı’nda 6 bin civarında Amerikan askerî birliği konuşlanmaktadır. 
  Şeyh İsa Hava Üssü de bir diğer önemli askerî üstür. 1991’de Irak müdahalesi (Çöl Kalkanı) ile başlayan üssün kullanımı devam etmiş, 2011 yılında üssün genişletilmesi için Pentagon 45 milyar dolarlık bir bütçe ayırmıştır. Bu üste ABD’nin beş hava filosu mevcuttur. 
  Bunlara ilaveten ABD’nin Kuveyt’te 2 askerî hava üssü, Bahreyn’de uçak gemilerinin barınması için de bir açık deniz üssü inşası mevcuttur. Umman’da 2 askerî üssü, S. Arabistan’da ise 4.500 kişilik bir hava üssü mevcut olan ABD, Katar’ı da pas geçmemiş ve bölgenin en büyük hava üssünü kurmuştur.
  ABD’nin 1991’de Saddam Hüseyinli Irak’a “Çöl Kalkanı” adlı müdahalesi öncesinde başlayan ABD’nin Katar’da üs edinme talebi bu şekilde gerçekleşmiştir. Katar’ın başkenti Doha’dan 40 km mesafede yer alan el-Udeid Hava Üssü’nün inşası 1997 yılında tamamlanmıştır. 4.050 metre ile Orta Doğu’daki en uzun piste sahip el-Udeid Hava Üssü, ABD’nin Merkezî Kuvvetler Komutanlığının (CENTCOM) Afganistan ve Irak’taki harekâtının lojistik ihtiyaçları için de kullanılmaktadır.


  ABD’nin bu askerî varlığı sebebiyle Katar da çoğunlukla muhtemel terörist saldırılara karşı korunmaktadır.


  Katar’daki el-Ubeyd Hava Üssü’nde 3.300 Amerikalı askerî ve sivil personel görev yapmaktadır. Üs, bölgedeki en büyük üslerden olup 120 uçağın konuşlanabileceği kapasiteye sahiptir.Katar’da ABD’ye sağlanan liman üs kolaylıkları da mevcuttur.


Katar’daki bu üs, ayrıca İngiliz ve Avusturya hava kuvvetlerine de hizmet vermiştir. 2003-2008 döneminde Avustralya Hava Kuvvetlerine, 2001-2009 döneminde İngiliz Hava Kuvvetlerine evvelce hizmet veren üs, IŞİD’e karşı Irak’ta mücadele maksadıyla bölgeye gönderilen İngiliz uçaklarına da 2014’ten beri ev sahipliği yapmaktadır. 
  Diğer Körfez ülkelerinde İngiltere ve Fransa’nın da askerî üsleri mevcuttur. Bu mevcudiyetin gerekçeleri içerisinde; silah sanayisi başta olmak üzere, bölge ülkelerini ekonomik yönden bağımlı kılmak, İran’ın muhtemel tecavüzlerine karşı “koruyucu şemsiyelerini” kullanma taahhütleri bulunmaktadır. ABD, İngiltere ve Fransa’nın her üçü de BM Güvenlik Konseyi daimî üyesi, G-7 üyesi, deniz aşırı üsleri olan ve nükleer silahlara sahip ülkelerdir. Bölgedeki petrol çıkaran ülkelerle de enerji alanında yakın iş birliği içerisindedirler.
 
Sonuç ve Değerlendirme


  Katar; Suudi Arabistan’ın liderliğindeki Körfez ülkelerinden biridir. Fert başına gelirde dünyanın ilk ülkesi olmakla birlikte; küçük nüfusu, coğrafyası, savunma sanayisinde ve savunmasında dışa bağımlılığı gibi “zayıf” özellikleriyle de bilinmektedir. Bu savunma zafiyetini özellikle ABD ve AB’nin güçlü ülkeleriyle kurduğu ittifaklarla gidermeye çalışmaktadır. 


  Aralık 2014 içerisinde benzer bir anlaşmayı da Türkiye ile gerçekleştiren Katar’ın bu girişimi, Körfez’de ABD-İran yakınlaşması üzerine sanki bir alternatif müttefik arayışı gibi algılanmıştır.


  Özellikle “yeni Osmanlı” hayalperesti AKP’li tetikçi medya tarafından “ABD’nin varsa, Türkiye’nin de yurt dışında üsleri olmalıdır!” diyenler vardır. Bu üsler, ülkenin millî çıkarlarına hizmet edecekse doğrudur. 
  Basra Körfezi’ne bu kadar askerî, gemiyi, uçağı yığan ABD, dünyanın pek çok yerindeki üslerine 250 milyar, yıllık savunma harcamasına da 600 milyar dolar ayırmaktadır. ABD’nin bu savunma harcaması dahi Türkiye’nin GSMH’sinin 2/3’ünden fazladır. 
  ABD, İngiltere ve Fransa Körfez’den dünyaya dağılan petrolün güvenle naklini sağlamakla aynı zamanda dünya ekonomisindeki istikrara da katkı sağlamaktadır. Bu istikrar da küresel ekonomiyi, dolayısıyla da küresel güç ABD ile Avrupa’daki ortaklarını rahatlatmaktadır.
  ABD, bu üsleri sayesinde bölge ekonomisine de hâkim olmaktadır. İran’a karşı Körfez ülkelerinin koruyuculuğuna soyunurken Körfez ülkelerine silah ve mühimmat da satmaktadır. Üniversitelerinde Körfez ülkelerinin zengin çocuklarının paralı okumalarına, bol keseden harcayan Arap turizmine ev sahipliği yapmaktadır. Yani ABD ve diğer Batılı ülkeler bölgeye yaptıkları masrafı fazlasıyla çıkartacak bir sisteme de sahiplerdir. Verdikleri desteğin misliyle geri dönüşü olmaktadır.
  Ancak son dönemde Obama yönetiminin İran’a yaklaşması; sadece İsrail’in değil, aynı zamanda Basra Körfezi’nde İran’la çıkarları çatışan S. Arabistan’ın da hoşuna gitmemiştir. 
  Türkiye’nin Katar’daki askerî üssünün İran’la ilişkilere zarar verip vermeyeceği iyi değerlendirilmelidir. İstanbul’daki İslam İş Birliği Teşkilatı sonuç bildirisinde Suudilerin isteği doğrultusunda İran’ı itham eden ifadelerdeki gibi bir yanlışlık bundan sonra yapılmamalıdır. 


Daha doğrusu Türkiye, Körfez’de taraf değil, bölge ülkeleri arasında aracı veya arabulucu olmaya soyunmalıdır.

  Şayet bu üssü takiben Katarlı subaylar Türk harp okullarında okutulursa, Katarlı öğrenciler Türkiye’deki üniversitelerde eğitim görürlerse, Katar Silahlı Kuvvetlerinin askerî malzeme ihtiyaçlarının çoğu Türkiye’den tedarik edilirse, Katar’la başta enerji sektörü olmak üzere ortaklıklar artarsa, üssün ve diğer desteklerin karşılığı alınmış olur. 


Milletimizin ekonomik değerleri, kişisel popülerlik ve anlamsız maceralar için değil, sadece milletin ve devletin çıkarları için sarf edilmelidir.

Türkiye’nin Katar ve Suudi Arabistan’la son yıllarda artan ilişkilerinin; İsrail-İran ve İran-Suudi Arabistan eksenlerinde de takip edilmesinde yarar vardır. Teslimiyetçi olmaksızın ama Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda tarafsız ve uzlaşmacı politikaya ihtiyaç vardır. 
 

http://devlet.com.tr/makaleler/y188-TURKIYE_KATARDA_NEDEN_ASKERI_US_KURUYOR_.html