Gümrük Birliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gümrük Birliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Şubat 2020 Cuma

TÜRKİYE - AVRUPA TOPLULUĞU ORTAKLIK İLİŞKİSİNİN HUKUKİ ÇERÇEVESİ., BÖLÜM 4

TÜRKİYE - AVRUPA TOPLULUĞU ORTAKLIK İLİŞKİSİNİN HUKUKİ ÇERÇEVESİ., BÖLÜM 4




c. Görev ve Yetkileri 

Ortaklık Konseyi, Türkiye - AT Ortaklığının temel organı görevini üstlenmektedir ve bu amaçla bazı görev ve yetkilerle donatılmıştır. Ortaklık Konseyinin yetkilerinin kapsamı , genel olarak Ankara Andlaşmasının 22. ve 25. maddelerinde, özel olarak da değişik andlaşma hükümlerinde belirtilmiştir. 
Ortaklık Konseyi, Ankara Andlaşmasının 22. maddesinin 1. fıkrası uyarınca, andlaşmada belirtilen amaçların gerçekleştirilmesi için, andlaşmada öngörülen 
hallerde gerekli kararlar ı ve önlemleri alabilir ve hukuki bağlayıcılığı olmayan yararlı tavsiyelerde bulunabilir. Konsey ayrıca, andlaşmanın hedeflerini göz 
önünde tutarak, ortaklık rejimi sonuçlar ını belirli aralıklarla inceler (m. 22 II AA). 
Konsey, andlaşmanın yorumu ve uygulanması hakkında taraflar arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkların çözümü konusunda da görevlendirilmiştir (m. 25 AA). 
Konsey, taraflarca getirilen uyuşmazlıkları , ya alacağı bir karar ile çözecektir, ya da Avrupa Topluluklar ı Adalet Divanına veya mevcut herhangi bir başka yargı merciine götürebilir. Uyuşmazlık hakkındaki Konsey kararı veya bir mahkeme hükmü, tarafları bağlar ve taraflar bunun gereklerini yerine getirmek zorunda dırlar. Fakat, andlaşmada öngörülen uyuşmazlıkların çözüm yollarının pratik bir değeri bulunmamaktadır. Zira, Ortaklık Konseyinden kararlar her halükârda sadece her iki tarafın uzlaşısıyla geçebilir. Sözleşmeye aykırı davranan tarafın kendisi aleyhine bir işlem yapmaya yanaşmaması nedeniyle de Ortaklık Andlaş masının 25. maddesinde öngörülen uyuşmazlıkların çözüm yolu günümüze kadar işletilememiştir. 

Ortaklık Konseyi kendi yetkisini belirleme yetkisine sahip değildir 86. Bir başka deyişle, kendi gücüyle yeni yetkilerini yaratamaz. Kural olarak, sadece 
Ankara Andlaşması ve eki niteliğindeki protokollerde zikredilen alanlarda yetkilidir. Kararlar "sınırlı yetki" prensibine göre alınır. Konseyin her ne kadar 
bireysel olarak yetkilendirilmesi durumu söz konusu ise de, andlaşmada çizilen hedeflerin gerçekleşmesi için geni ş bir takdir alan ı bulunmaktadır. Çünkü, 
Ankara Andlaşması ayrıntıların düzenlenmesini Konseye bırakmaktadır. Konsey her şeyden önce andlaşmanın genel ve mu ğlak ifadelerini Topluluk 
hukukunun ilke ve esaslarına dayanarak somutla ştıracak ve tespit edecektir. 

Ortaklık Konseyinin karar alma yetkisi m. 22 III AA'da genişletilmiştir. Bu hükme göre, Ortakl ık Konseyi andlaşma amaçlarından birine ulaşmak için âkit 
taraflar ın bir ortak davran ışı gerekli görüldü ğü takdirde, andlaşmada gerekli yetki öngörülmemiş olsa bile, uygun kararlar ı alabilecektir. Burada bir nevi 
"şartlı bir genel yetki" verilmesi söz konusudur. Bununla "sınırlı yetki" prensibi ihlal edilmemektedir, ama önemli derecede yumuşatılmıştır. 

Akit taraflar, andlaşmaya imza koymakla ortakl ık kurma ve bunu geli ştirme arzularını ifade etmişler ve özellikle m. 7 I AA gereğince, andlaşmadan doğan yükümlülüklerini yerine getirmeyi taahhüt etmi şlerdir. M. 7 II AA gere ğince de, âkit taraflar, andlaşmanın amaçlarının gerçekleşmesini tehlikeye sokabilecek her türlü tasarruftan kaçınacaklardır. Aynı durum Ortaklık Konsey kararlar ı için de geçerlidir. M. 22 I AA uyarınca, âkit taraflar, Konsey kararları nın gereklerini kendi iç hukuklarında yerine getirmek zorundadırlar. Kararın muhatabı bir âkit taraf veya her iki âkit taraf da olabilir. Konsey kararları her iki âkit tarafa yükümlülükler getirmek zorunda değildir. Konsey, tek bir taraf için yükümlülük ler içeren kararlar da alabilir. Bunlar genellikle Türkiye tarafından Topluluk politikalarına uyumunu ve Topluluk hukukunun kendi iç hukukuna intikalini öngören Konsey kararlarıdır. 

Bir Ortakl ık Konseyi karar ı , doğrudan uygulanabilir ve do ğrudan etkiye sahip normatif niteli ği haiz oldu ğu müddetçe, âkit taraflar ı olduğu kadar, 
üçüncü kişileri de bağlayarak, onlar için hak ve yükümlülükler yaratabilir. Bu durumda, kararlar ın "üçüncü ki ş ilere etkisi" akdi ili şkinin bizzat kendisinden 
değil, sadece "normun objektif etkisi"nden kaynaklanır. 

2. Ortaklığın Diğer Kurumları 

Ankara Andlaşması'nın 24. maddesinin 3. fıkrası ve 27. maddesi uyarınca, Ortaklık Konseyi tarafından kendisine görevlerinde yardımcı olmak üzere baz ı 
komite ve komisyonlar kurul-muştur. Bu kurumlar şunlardır: Ortaklık Komitesi, Karma Parlamento Komisyonu, Ekonomik ve Sosyal Komite, Gümrük 
Komitesi, Gümrük Yönlendirme Komitesi (ad hoc), Gümrük Birli ği Ortak Komitesi, Ortak Danışma Komitesi, Nomenklatür Komitesi, Menşe Kodları 
Komitesi ve Tekstil Komitesi ve Karma İstişare Komitesidir. Çalışmanın amacı ve kapsam ı nedeniyle aşağıda sadece üç tanesinin incelenmesiyle yetinilecektir. 

a. Ortaklık Komitesi.,

Ortaklık Komitesi'', andlaşmanın uygulanabilmesi için gerekli işbirliğinin 
devamlılığını sağlamak amacıyla 3/64 say ılı Ortaklık Konseyi Kararı ile 
kurulmuştur. Bürokratlardan (müsteşar ve danışmanlar) olu ş an Ortaklık Komitesi, Ortaklık Konseyine yardımcı bir organdır. Andlaşmada düzenlenen 
konuların uygulanmasını sağlamak, ortaya çıkan sorunları tespit etmek, Konseye çözüm önerileri sunmak ve Konseyin gündemini hazırlamak başlıca 
görevleri arasındadır. 

b. Karma Parlamento Komisyonu 1/65 sayıl ı Konsey Karar ı ile kurulmuştur. 

Karma Parlamento Komisyonu, andlaşma çerçeve-sinde bir dan ışma ve demokratik denetim görevini yerine getirmektedir. TBMM ve Avrupa Parlamentosundan seçilen 18'er üyeden meydana gelir. Ortaklık Konseyinin kendisine sunduğu Yıllık Faaliyet Raporlarını inceler ve Ortaklık Andlaşmasının düzenleme alanlarında görüş ve tavsiyelerde bulunur. Yılda iki kez toplanır. 

c. Gümrük Birliği Ortak Komitesi 

Gümrük Birliği Ortak Komitesi, 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ile kurulmuş tur. Bu Komite, Türkiye'nin, Komisyonun ve üye devletlerin temsilcilerinden oluşur. En az ayda bir defa toplan ır ve gümrük birliğinin işleyişiyle bağlantılı tüm konuları ele alır. Genel olarak, Ortaklık Konseyi için tavsiyeler olu şturmak amacıyla görü ş ve bilgi alışverişinde bulunur. Ayrıca, gümrük birliğinin düzgün işlemesini sağlar ve 1/95 sayılı Konsey Kararının uygulanması konusunda danışmalar için bir araç olarak hizmet eder. 

Genel Değerlendirme 

Roma Andlaşmasında öngörülen yapı üzerine inşa edilen Ankara Andlaşması , genel olarak tam üyeliği öngören bir çerçeve andlaşma niteliğini taşımaktadır ve ortaklık rejiminin uygulanmasını sonraki düzenlemeler bırakmaktadır. Katma Protokol ise, andlaşma = düzenleme alanlarında bir adım daha ileri gitmekte ve Ortaklık Konseyini bu alanlarda gerekli tedbirleri almakla görevlendirmektedir. 

Ortaklık ilişkisinin Türkiye'nin Topluluk üyeliğine hazırlık aşaması olarak işlev görmesi amacıyla yapılandırılmış olması , her ne kadar Türkiye'de büyük 
bir politik beklentinin doğmasına yol açmış sa da, Türkiye'nin Avrupa Topluluğunda / Birliğinde üyeliğinin bugüne kadar gerçekleşememiş olması da 
bir o derecede hayal k ırıklığını beraberinde getirmiştir. Kurulan ortaklık ilişkisi, Türkiye'yi günümüzün Avrupa Topluluğu'na/Birliği'ne tam üye olarak katılmasını sağlayamadığı gibi, Birliğin uluslar arası ticari ilişkilerin genişlemesi sonucu Türkiye'ye başlangıçta verilmiş olan imtiyazlar gittikçe önemini kaybetmiştir. 
Bu durum, ortaklık ilişkisinin dayandığı dengenin bozulması sonucunu doğurmuştur. 

Ortaklık ilişkisi, Türkiye'yi Birliğin iç pazarına " kısmen ve pasif ' bir şekilde dahil etmiştir. Türkiye 1996 yılından itibaren Birliğin gümrük birliğine dahil olmakla birlikte; ortaklığın diğer düzenleme alanlar ı ve mali işbirliği konularında alınan yol beklentilerin çok gerisinde kalmıştır. Ortaklık ilişkisinde Türkiye lehine işleyebilecek en önemli bir denge unsurlarından birisi olan işçilerin serbest 
dolaşımı , Birlik içerisindeki ekonomik durgunluk sebebiyle istenilen ölçüde uygulamaya konulamamıştır. Keza, öngörülen mali yardımlar da siyasi sebepler den dolay ı yeterince ya şama geçirilememiştir. 

Ortaklık ilişkisinin kurumsallaşmasını öngören Ankara Andlaşması , ortaklığın hukuki kişiliği konusunda herhangi bir hüküm ihdas etmemi ş olmakla 
beraber, Ortaklık Konseyine görev ve yetkiler vermek suretiyle, ortaklığın taraflar arasındaki iç ilişkide hukuki kişiliğe sahip olmasını zorunlu kılmaktadır. 
Ortaklık ilişkisinin kurumsal yapısı iyi bir işlev görememektedir. Ortaklık ilişkisinin önemli bir eksikliği, andlaşmanın yorum ve uygulanmasında taraflar 
arasında ortaya çıkacak uyuşmazlıkları çözecek kurumsal bir yap ılanmanın (yargı) yokluğudur. Ortaya ç ıkan sorunların çözümü tümüyle tarafların iyi niyet 
ve dürüstlüğüne terk edilmiştir. 

DİPNOTLAR;

1- Kopenhag Zirve Sonuç Bildirgesi, <http://www.europa.eu.int/-council/off/conclu/index.htm > adresinden öğrenilebilir. 
2- Avrupa Ekonomik Toplulu ğu, Maastricht Andla şması ile Avrupa Topluluğu olarak isimlendirilmiştir. 
3- TBMM Ortaklık Andlaşmasının onaylanmasını 4 Şubat 1964 tarih ve 397 sayılı Kanunla uygun bulmuştur (Resmi Gazete, 17 Kas ım 1964, sayı 11858). 
4- EGAB1.1963,294. 
5- Ortaklık Andlasması , Ankara'da imzalanm ış olması nedeniyle literatürde "Ankara Andlaşması" olarak da ifade edilmektedir. Bu çalışma kapsamında da genel olarak bu terminoloji kullanılmıştır. 
6- Birand, Türkiye'nin Ortak Pazar Maceras ı 1959-1985, s. 55 vd. 
7- Ayrıntılı açıklamalar için bkz. Can, Assoziationsverhaltnis zwischen der Europaischen Gemeinschaft und der Türkei, s. 41 vd. 
8- Bu nedenlerin günümüzde de geçerliliklerini büyük oranda devam ettirdiklerini söylemek yanlış olmaması gerekir. 
9- Kramer, Die Europaische Gemeinschaft und die Türkei, s. 31 vd. 
10-Ibid., 
11-Karaca, Die Problematik eines Beitritts der Türkei zur EG unter besonderer Berücksichtigung der Assoziierung mit der EG, s. 58. 
12- Esen, Die Beziehungen zwischen der Türkei und der Europüischen Gemeinschaft unter besonderer Berücksichtigung der innertürkischen Kontroversen um die Assoziation 1973-1990, s. 37. 
13- Bunun için bkz. Meier, Keine Freizügigkeit für türkische Arbeitnehmer in der EG ab 1.12.1986 und kein türkischer Beitritt, s. 192 vd.; Yeşilyurt, Die Türkei 
und die Europdische Union, s. 38. 
14- Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine girişi söz konusu olacağından dolayı sadece Roma Andlaşmasından doğan yükümlülüklerin değil, aynı zamanda 
üyelik için gerekli olan diğer şartları n da yerine getirilmesi gereklidir. 
15- Gökdere, Gümrük Birliği Açısından Avrupa Topluluğu ve Türkiye ile İlişkiler, s. 143. 
16- Reisoğlu, Ortak Pazar Hukuku, s. 14; Karluk, Avrupa Birli ği ve Türkiye, s. 381. 
17- Topluluk üyesi devletler, Geçici Protokole gereğince Türkiye'den ülkelerine yapılacak tütün, üzüm, kuru incir, fındık, turunçgiller, şarap, dokuma 
ve su ürünleri için belli kotalarda gümrük indirimi uygulamışlardır. Bunun 
yanında, Mali Protokol uyarınca Türkiye'ye 175 milyon Ecu tutarında 
Topluluk kredisi verilmiştir. 
18- Yıldırım, Ortak Pazar ve Türkiye, s. 82. 
19- Meray, Uluslararası Hukuk ve Uluslararası Örgütler, s. 307. 
20- Bkz. aşağıya s. 24 vd. 
21- TBMM, Katma Protokolün onaylanmasını 22 Temmuz 1971 tarih ve 1448 sayı lı Kanunla uygun bulmuştur (Resmi Gazete, 29 Aral ık 1972, No: 14406). 
22- Karluk, Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Toplulu ğu ile Olan Ortaklık ilişkileri ve Türk Dış Ticareti İçinde Topluluğun Yeri. s. 20. 
23- 1/95 say ıl ı Ortaklık Konseyi Kararı ile 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren gümrük birliğinin son dönemi uygulanmaya konulduğu için, Katma Protokolün 
gümrük birli ğinin kurulması na ilişkin hükümlerinin uygulanması ortadan 
kalkmıştır. 
24- Topluluk, Katma Protokolden doğan ticari yükümlülüklerini bir geçici 
andlaşma ile 1 Eylül 1971'de yerine getirerek tüm gümrük ve e ş etkili vergileri 
ve miktar kısıtlamalarını kaldırılmıştır. 
25- Özen, Türkiye-Avrupa Topluluğu Gümrük Birli ği ve Tam Üyelik Süreci Üzerine Etkileri, s. 18. 
26- Bkz. Aksi görü ş için Reçber, Türkiye'nin Avrupa Birli ğine Aday Üye Olarak Kabulünün Hukuksal Açıdan Değerlendirilmesi, s. 1 vd. 
27- Ibid., s. 5. 
28- Komisyonun görüşünde, Türkiye'nin üyelik konusundaki ehliyeti kabul edilmekle birlikte, Türkiye'nin tam üyeliğe hazı r olmadığı , Toplulukları n kendi içindeki derinle şme sürecini tamamlanmasına ve gelecek geni şlemesine kadar beklenmesini ve bu arada Türkiye ile gümrük birliği sürecinin tamamlanması önerilmişti. 
29- Gümrük birliği, tarafların, mallarının serbest dola şımı konusunda karşılıklı olarak hiçbir gümrük vergisi ya da benzeri resim ve miktar kısıtlamaması koymamayı ve üçüncü ülkelere karşı ortak bir gümrük tarifesi ve ortak tabanlı bir gümrük mevzuat' uygulamayı ve ortak gümrük tarifesi gereğince alı nan gümrük vergilerinin payla ştırı lmas ı zorunlu bir ekonomik alan olarak 
tanımlanabilir. 
30- 1/95 say ı l ı Ortaklı k Konseyi Karannın hukuki açıdan analizi için bkz. Can, Ibid., s. 81 vd. 
31- Ortaklı k Konseyi kararlarının hukuki niteliğine ilişkin olarak bkz. aşağıdaki "Ortaklık Konseyinin Organ Niteli ği" konu başlığına. 
32- Krş . Günuğur, 6 Mart Kararı ve Gümrük Birliği, s. 408. 
33- Taraflar, sadece karşılıklı tavizler üzerinde devam eden müzakereler yoluyla tarım ürünlerini gümrük birli ğine dahil etmek için taahhütte bulunmuşlardır ve bu taahhüt kapsamında tarımsal ticaretin serbestleşme düzeyini arttırmaya yönelik bir andlaşma imzalamışlardır. Bu Andlaşma, 1 Ocak 1998 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bkz. Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı , 
<http://www.dtm.gov.tr> Haziran 2003. 
34- AB1EG 1996 Nr. L 227,3. 
35- Bkz. 1/95 sayı l ı Konsey Kararının 13,14,16,29,30,37,40,52,55 ve 64. maddelerine. 
36- Eleştiriler için bkz. Manisa'', Gümrük Birliği'nin Siyasal ve Ekonomik Bedeli, s. 1 vd.; Karluk, Ibid., s. 515 vd.; İ lhan, Gümrük Birliği mi?, Sömürge Anlaşması mı?, s. 1 vd. 
37- 1/95 say ılı Konsey Kararının 66. maddesi. 
38- Krş . Gürbüz, Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı ve Egemenlik Ilkesi ile Çelişmesi, s. 1 vd. 
39- Mumcu, Ibid., s. 182-183. 
40- Bunun için bkz. İKV, Gümrük Birliğinin Türkiye Ekonomisine Etkileri, s. 7 vd. 
41- Ibid. 
42- Avrupa Birliği Komisyonu Türkiye Temsilciliği, Gümrük Birliği Hakkı nda Sorular ve Yan ı tlar, 
    <http://www.deltur.cec.eu.int/i-gumruk-sss.html > 10 Haziran 2003. 
43- Ibid., 
44- Ibid., 
45- Ibid., 
46- Bkz. Özen, Ibid., s. 20 vd. 
47- Türk firmaları , tekstil sektörü d ışında haz ı r giyim, deri konfeksiyon, demir-çelik, elektrik ve elektronik alet ve cihazlar ile özellikle otobüs türü ta şıt 
araçlar ı nda da rekabet gücüne sahiptirler. Bkz. D ış Ticaret Müsteşarl ığına, <http://www.dim.gov.tr> 10 Haziran 2003. 
48- Avrupa Birli ği, Dünya Ticaret Örgütü bünyesinde uluslararas ı ticaret 
görüşmeleri ve ihtilaflarında büyük bir ağırlığa sahiptir. 
49- Bunun için bkz. Dış Ticaret Müste şarlığına, <http://www.dtm.gov.tr > 10 Haziran 2003. 
50- Avrupa Birliği Komisyonu Türkiye Temsilciliği, Ibid., 
51- Eylem (TurkAB), Türkiye-AB Gümrük Birli ği ve Etkileri, 
     <http://www.turkab.net/gb/gbrapor01.htm> Temmuz 2003. 
52- 2/76 sayılı Konsey Kararını revize eden 1/80 sayılı Konsey Kararı , göçmen Türk işçilerinin çalışma haklarını güvence altına almıştır. 
1/80 sayılı Ortaklık Konsey Kararın 6. maddenin 1. fıkrasının ifadesine göre: 
"Aile bireylerin serbestçe işe girmelerine ilişkin 7'nci madde hükümleri saklı kalmak kaydıyla, bir üye devletin iş gücü piyasasına dahil bulunan bir Türk işçisi o üye devlette: bir yıllık usulüne uygun çalışmadan sonra, eğer iş mevcut ise, ayn ı işveren yanında çalışma iznini yenileme hakkına sahiptir üç yıllık usulüne uygun çalışmadan sonra ve Topluluk üye devletlerin işçilerine tanınan öncelik saklı kalmak kaydıyla, dilediği bir işveren yanında, ancak aynı meslek için, o üye devletin i ş bulma kurumlarına kayıtlı ve normal şartlarda yapılmış bir iş teklifine başvurma hakkına sahiptir Karanın 7. maddesinin 1. ve 2. fıkraları şöyle ifade etmektedir: 
"Bir üye devletin iş gücü piyasasına yasal olarak dahil bulunan bir Türk işçisinin onunla birlikte oturma hakkına sahip bulunan aile bireyleri; 
o üye devlette üç yıl yasal ikamet ettikten sonra - Topluluk üye devletlerin 
işçilerine tanınan öncelik saklı kalmak kaydıyla - her türlü i şe başvurmak 
hakkı na sahiptirler; o üye devlette 5 yıl ikamet ettikten sonra, diledikleri bütün ücretli i şlere serbestçe giriş hakkına sahiptirler. 
Ev sahibi ülkede mesleki bir eğitim programını tamamlayan Türk işçisi çocukları , bu üye devletteki oturma sürelerin bakılmaksızın, anne veya babasından 
birinin ilgili üye devlette en az üç yıldı r yasal olarak çal ışıyor olması kaydıyla, söz konusu üye devlette, her türlü i şe başvurabilir." 
53- 3/80 say ı l ı Konsey Kararı ise, göçmen Türk işçilerinin sosyal güvenlik haklar ını güvence altına almıştır. 
54- ATAD, ortaklık metinlerini Roma Andlaşması ' nın 234. maddesi anlamında bir "organ tasarrufu" teşkil etti ğini ve Topluluk hukukunun ayrılmaz bir 
parçası olduğunu kabul ederek, ortaklık hükümlerini topluluk hukuku kapsamında yorumlamaktadır. Bu çerçevede, Ortaklık Konseyi kararlarının yorumuna ilişkin olarak ön karar prosedürü yoluyla çok sayıda yorum kararları vermiştir. Bkz. ATAD, 30 Eylül 1987 tarihli Demirel kararı , Rs. 12/86, Slg. 1987, 3719; 14 Kasım 1989 tarihli Yunanistan/Komisyon kararı , Rs. 30/88, Slg 1989, 3711; 20 Eylül 1990 Sevince kararı , Rs. C-192/89, Slg. 1990,1-3461; 16 Aral ı k 1992 tarihli Kuş kararı , Rs. C-237/91, Slg. 1992, 1-6781; 5 Ekim 1994 tarihli Eroğlu kararı , Rs. C-355/93, Slg. 1994,1-5113; 6 Haziran 1995 tarihli Bozkurt kararı , Rs. C-434/93, Slg. 1995, 1-1475; 17 Nisan 1997 tarihli Kadıman kararı, Rs. C-351/95, Slg. 1997,1-2133; 23 Haziran 1997 Tetik kararı , Rs. C-171/95, Slg. 1997, I329; 29 Mayıs 1997 tarihli Eker kararı , Rs. C-386/95, Slg. 1997, 1-2697; 5 Haziran 1997 tarihli Kol kararı , Rs. C-285/95, Slg. 1998, 1-7747; 30 Eylül 1997 tarihli Günaydın kararı , Rs. C-36/96, Slg. 1997,1-5159; 30 Eylül 1997 tarihli Ertanır kararı , Rs. C-98/96, Slg. 1997,1-5193; 19 Kas ım 1998 tarihli Akman karan, Rs. C-210/97, Slg. 1998, 1-7537; 26 Kas ım 1998 tarihli Birden kararı , Rs. C-1/97, Slg. 1998,1-7747; 4 May ıs 1999 tarihli Sürül kararı , Rs. C-262/96, Slg. 1999, 1-2766; 10 Eylül 1999 tarihli Taflan-Met kararı , Rs. C-277/94, Slg. 1999, 1-4085; 16 Mart 2000 tarihli Ergat kararı , Rs. C-329/97, Slg. 2000, EuZW 2000, 305; 10 Şubat 2000 tarihli Nazlı kararı , Rs. C-340/97, EuZW 2000, 219; 11 May ıs 2000 tarihli Savaş kararı , Rs. C-37/98; 22 Haziran 2000 tarihli Eyüp kararı , Rs. C-65/98, EuZW 2000, 573. 19 Kas ı m 2002 tarihli Kurz kararı , Rs. C188/00. 
55- Türkiye, Topluluk üyesi devletlerden Almanya (30 Ekim 1961), Belçika (16 Temmuz 1964), Hollanda (19 Ağustos 1964) ve Fransa (8 Nisan 1965) ile 
iş gücü andlaşmaları imzalamıştır. Bunun için bkz. DPT, Avrupa Ekonomik Topluluğu Özel ihtisas Raporu, s.116. 
56- Ibid., 
57- Bunun için bkz. Dış Ticaret Müste şarlığı , Türkiye - AB Mali İşbirliği, <http://www.dtm.gov.tr> 10 Haziran 2003. 
58- Krş . ATAD, 14 Aral ı k 1991 tarih ve 1/91 say ı l ı "Avrupa Ekonomik Alan ı " hakkı ndaki bilirki şi kararı , S1g. 1991,1-6079. 
59- Hilf, Die Organisationsstruktur der EG, s. 189 vd.; Oppermann, Die Assoziierung Griechenlands mit der Europischen Gemeinschaft, s. 503; Petersmann, Struktur und aktuelle Fragen des Assoziationsrecht, s. 271 vd.; 
Baumgartner, Instituionelle Aspekte des AKP-EWG-Abkommens von Lome, s. 105 (110); Pazarc ı , Uluslararası Hukuk Açısından Avrupa Ekonomik Topluluğunun Yaptığı Anlaşmalar, s. 68. 
60- Seidl-Hohenveldern/Loibl, Das Recht der Internationalen Organisationen einschliesslich der supranationalen Gemeinschaften, Rn. 518. 
61- Sayıları çok az olmakla birlikte, teknik anlamda andlaşma niteliğinde olmayan bazı işlemler sonucuda uluslararası örgütlerin kurulduğu görülmüştür. Bunun için bkz. Pazarcı ,Ibid., s. 12. 
62- Ibid., s. 10 ve 17 vd. 
63- Pescatore, Les relations exterieures des Communautes europeennes contribution â la doctrine de la personnalite des organisations internationales, s. 31. 
64- Uluslararası örgütlerin hukuki kişiliği, 20. yüzyıldan itibaren tanınmaya başlamıştır. Ancak, doktrinde öne sürülen gerekçeler farkl ıdır. 
Bunun için bkz. Pazarcı, Ibid., s. 119. 
65- Kimminich, Einführung in das Völkerrecht, s.162. 
66- Bkz. Pazarcı , Ibid., s. 10. 
67- Ibid., s. 11. 
68- Ibid., s. 10. 
69- Ibid., s. 11. 
70- Krş. Reçber, Batı Avrupa Birli ği nin Uluslararas ı Hukuk Ki şiliği. 
71- Bkz. dipnotlar 58 ve 59. 
72- Bkz. Pazarc ı . Ibid., s. 10. 
73-  Bu anlamda krş. Busse, Die völkerrechtliche Einordnung der Europöischen Union, s. 144. 
74- Topluluğun yanında 12 üye devlet Türkiye - Avrupa Topluluğu Ortaklık Andlaşmasında taraf konumdadırlar. Büyük Britanya, Irlanda, Danimarka, 
Portekiz, İspanya ve Ibid., Yunanistan'ın aksine 1995"te üyeli ğe giren Isveç, Avusturya ve Finlandiya ile günümüze kadar herhangi bir katılma 
protokolü imzalanmamıştır. 
75- ATAD, 30 Eylül 1987 tarihli Demirel karar ı , Rs. 12/86, Slg. 1987,3719, Rn. 9. 
76- Bkz. Vedder, Art. 238 EGV, Rn. 4; Krück, Völkerrechtliche Vertraege im Recht der Europöischen Gemeinschaften, s. 63; Richter, Die Assoziierung osteuropaeischer Staaten durch die Europöischen Gemein-schaft, s. 188; Everling, Die Neuregelung des Assoziationsverhöltnisses zwischen der Europöischen Ge-meinschaft und den afrikanischen Staaten und Madagaskar sowie den überseeischen Löndern und Hoheitsge-bieten, s. 462; Hummer, Der EWR und seine Auswirkungen auf Österreich, s. 368, Petersmann, Ibid., s. 
266; Seidl-Hohenveldern/Loibl, Ibid., Rn. 515. 
77- ATAD, 12 Aral ık 1991 tarihli ve 1/91 say ı l ı Avrupa Ekonomik Alan ı Bilirkişi kararı , Slg. 1991, 1-6079. 
78- Gilsdorf, Art. 238 EWGV, Fn. 20. 
79 1/95 say ı l ı Ortakl ı k Konseyi Karar ı n ı n 60. maddesi ve 5/95 say ı l ı Ortakl ı k Konseyi Karar ı , gümrük birliğinin iyi iş lemesinin sa ğlanmas ı için, 
Türk uzmanlar ı n ı n Avrupa Toplulukları Komisyonunun belirli baz ı teknik komitelerin çal ışmaları na kat ı labilece ğini öngörmektedir. 
Ancak burada Türk uzmanlar ı n oy haklar ı söz konusu olmad ığı için, gerçek anlamda bir katı lmadan bahsedilemez. 
80- Bkz. Dipnotlar 58 ve 59. 
81-İkincil hukuk, andlaşman ı n verdi ği yetkilere dayan ı larak yaratan hukuk olarak tanımlanmaktadır. 
82- Krş. Geiger, Grundgesetz und Völkerrecht, s. 86. 
83- Viyana Konvansiyonun hükümlerinin Ankara Andlaşmasına uygulanamayacağı ileri sürülmüştür. Zira. Konvansiyonun sadece devletler aras ında yapılan ve 1969 yılından sonra imzalanan uluslararası andlaşmalar için geçerli olacağı öngörülmüştür. Ankara Andlaşmasına sadece üye devletler değil, uluslararası örgüt konumuyla Avrupa Topluluğu da taraf konumdadır ve 1969 yılından önce imzalanmıştır. Ancak burada hemen belirtilmelidirki, Konvansiyonun hükümleri aynı zamanda uluslararası örf ve adet kuralları niteliğini haizdirler. Dolaysıyla, Konvansiyonda düzenlenmiş olan bu hükümler, uluslararası örf ve adet hukuku kuralları olarak Ankara Andla şması hakkında da uygulama alanı bulacaktır. 
84- Bkz. m. 90 Anayasa. 
85- Topluluk tarafının oyu bir iç andlaşma esasında belirlenmektedir. 
Bu andlaşma hükümlerine göre, ticari konularda, ortak vaziyet bizzat 
Roma Andlaşması'nın kurallarına göre, yani genel olarak Komisyonun teklifi üzerine Konseyin karar vermesiyle alınmaktadır. Diğer konularda ise, 
Komisyona danışıldıktan sonra Konsey veya Konsey halinde toplanan üye devletlerin hükümet temsilcileri tarafından alınacak ortak vaziyet saptan-maktadır. 
86- Bu durum, Alınan doktrininde Kompetenz-Kompetenz (yetki yetkisi) olarak ifade edilmektedir. 
87- Ortaklık Konseyinin 11 Aralık 2000 toplantısında tarama sürecinin izlenmesini sağlayacak Ortaklık Komitesine bağlı olarak sekiz alt komitenin kurulması kararı alınmıştır. 

***

TÜRKİYE - AVRUPA TOPLULUĞU ORTAKLIK İLİŞKİSİNİN HUKUKİ ÇERÇEVESİ., BÖLÜM 3

TÜRKİYE - AVRUPA TOPLULUĞU ORTAKLIK İLİŞKİSİNİN HUKUKİ ÇERÇEVESİ., BÖLÜM 3


2. Ortaklığın Uluslararası Hukuk Kişiliği 

a. Uluslararası Örgütlerin Uluslararası Hukuk Kişiliği 

Uluslararası hukuk öğretisinde, uluslararası örgütlerin hukuk ki ş iliğinin belirlenmesinde genel hukuk teorisinde kullanılan tanımdan hareket edilir. Buna 
göre, hak ve borçlara sahip herkes hukuki kişidir 62. Bu anlamda uluslararası hukuk kişiliği, uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve yükümlülüklere sahip 
olabilme yetene ğini ifade eder'''. Uluslararası hukuk kişiliği, şekli anlamda devletlerin yanında, uluslararası örgütler 64, özel konumlu bazı oluşumlar ve 
kısmen bireyler için de söz konusu olmaktadır. 

Uluslararası örgütler, devletlerden farkl ı olarak uluslararası hukukun asli süjeleri de ğil, diğer uluslararası süjelerin birleşmelerinden ortaya çıkan türemiş 
kişiliğe sahiptirler. Devletlerin aksine, uluslararası örgütlerin kendiliğinden uluslararası hukuk süjeliği söz konusu değildir. Çünkü, uluslararası hukukun 
genel esaslarında, uluslararası örgütlere devletler gibi as ıl bir hukuk süjesi olma vasfı tanıyan bir norm yoktur. Uluslararası örgütlerin uluslararası hukuk kişiliği 
ve bunun kapsam ı , uluslararası hukukun genel kurallarından değil, bilakis sadece uluslararası andlaşmalardan ortaya çıkmaktadır. Uluslararası örgütlerin 
uluslararası hukuk kişiliği, kurucu devletlerin/örgütlerin takdirinde olduğu için, bunun doğal sonucu olarak da uluslararası örgütlerin hepsinin uluslararası 
hukuk kişiliğinden bahsedilemez 65 . 

Uluslararası örgütlerin hukuki kişiliğinin her halükârda andlaşmada açıkça öngörülmüş olması gerekli değildir. Aynı zamanda, örgüte baz ı hak ve borçlar 
ve görevler yükleyerek dolaylı olarak hukuki kişilik ihdas edilebilir. Başka bir anlatımla, kurucu andlaşmalar, uluslararası örgütlerin hukuki kişiliğini açık bir 
şekilde öngörebileceği gibi, dolaylı şekilde de, zorunlu olarak hukuki kişiliği şart koşan baz ı yetki ve görevler verilerek yaratabilir". Burada, âkit tarafların 
görev ve yetkilerle donat ılmış organlara sahip bir örgüte hukuki kişilik tanıma isteklerinin olup olmadığı önemli değildir. Böyle bir durumda, hukuki kişilik 
âkit tarafların gerçek iradelerinden de ğil, direkt olarak genel hukuk ilkelerinden ortaya çıkmaktadır. Çünkü, verilen yetki ve görevlerin kullanılması (kararların 
alınması , uluslararası andlaşmaların imzalanması vb.) örgütün işlem/fiil ehliyetini gerekli kılmaktadır. Sonuç olarak, bir uluslararası örgütün 
uluslararası hukuki kişilik gerektiren kendine ait yetki ve görevleri ile donatılmış olması , uluslararası hukuk süjesi olması için yeterlidir. 

Uluslararası örgütler, esas itibariyle kısmi uluslararası hukuk süjeliğine sahiptir. Bunların hak ehliyeti, kurucu andlaşmada çizilen amaç ve yüklenilen 
görevler çerçevesinde sınırlandırılmıştır. Örgütlerin organlar ı bu sınırlar dahilinde işlevlerde (eylem ve işlemler) bulunabilirler. Bir başka anlatımla, 
uluslararası örgütlerin hukuki kişiliğinin kapsam ı , kurucu andlaşmada kendilerine tevdi edilen yetki ve görevlerine göre değişmektedir 67 . 

Uluslararas ı örgütlerin uluslararası hukuki kişiliği için şekli bir kurumsal yapı gereklidir. Uluslararası örgütlerin kendi iradelerinin tecelli etmesi ve 
gerekli olduğu durumlarda uluslararası alanda temsil edilebilmeleri için en azından bir organa sahip olmaları gerekmektedir". Uluslararası örgütler, genel 
olarak birden çok organa sahiptirler. Organlar, şeklen sözleşme tarafların iradelerinden ayrılabilen bağımsız bir irade ortaya koyarak örgüt adına işlem 
yaparlar. 

Uluslararası örgütlerin kurucu andlaşmalarda açık veya dolaylı olarak öngörülen hukuki kişilikleri, âkit taraflar karşısında mevcut olmasına rağmen, üçüncü devletler ve diğer uluslararası örgütler karşısındaki hukuki kişiliklerinin ortaya çıkabilmesi için ayrıca "tanıma" gerekir. "Tanıma" açık şekilde yapılacağı gibi, dolaylı şekillerde (zımnen) de olabilir 69 . 

b. Ortaklığın Uluslararası Hukuk Kişiliğinin Araştırılması 70 

Ortaklığın uluslararası hukuk kişiliğini kabul etmeyenler', ortaklık ilişkisinde kurumsal iradenin âkit taraflar ın ortak iradesiyle ortaya çıktığını ve 
ortaklığın kurumsal iradesinin hiçbir zaman bir âkit tarafının iradesinden ayrılamayacağını ileri sürmektedirler. Ortaklık kurumlarının bağımsız bir 
iradeye sahip olmadıklarından dolayı , ortaklığın uluslararası hukuk kişiliği bulunmamaktadır72 . 

Tarafların, "oy birliği" ilkesinin sonucu olarak Konsey kararlar ını etkileyebilme imkanlar ı sadece ortaklığın negatif anlamda etkilenmesi (bloke 
edilmesi) sonucunu yaratabilir, bunun d ışında, ortaklığı kendi amaçları için kullanmasına imkân vermez'''. Ayrıca, Ortaklık Andlaşmasına Türkiye ve 
Topluluğun yanında, üye devletler de imza koymuş veya sonradan katılmış olmalarına rağmen, ortaklığın kurumlarında Topluluk ve üye devletleri Türkiye 
karşıs ında sadece bir taraf olarak temsil edilmektedir. 

Her bir üye devletin oy haklarının yanında siyasi ve ekonomik güçleri ölçüsünde az veya çok uluslararası örgütlerin kurumsal iradelerini etkileyebileceği inkâr edilemez. Zira, aslında üye devletler organlar içerisinde bir araya gelerek uluslar arası örgüt adına kararlar alınmaktadır. Bu ölçüde, ortaklığın hukuki kişiliğinin her halükârda kurumsal iradenin bir sözleşme tarafının iradesinden ayrılabilmesi şartına bağlı olup olmadığı sorusunun anlamı kalmamaktadır. 
Burada önemli olan, Ortaklık Konseyinin âkit taraflar arasındaki ilişkileri ortaklık adına en azından şeklen hukuki yönden bağlayıcı olarak düzenleyip düzen lenemeyeceğidir. Olaya bu açıdan bakıldığında, ortaklığın hukuki kişiliği olmadığı tezi savunulamaz. Çünkü, burada söz konusu olan sadece ortaklığın kurumsal iradesinin ortaya çıkma şeklidir. Hukuki kişilik, kural olarak kurucu andlaşmanın bir hükmünden çıkmaktadır. Eğer andlaşmada ortaklığın hukuki kişiliğe sahip olduğu sarih şekilde belirtilmiş olsa idi, o zaman da mı ortaklığın akit taraflar ın iradesinden bağımsız bir iradesi olmadığı gerekçesiyle hukuki ki şiliği kabul edilmeyecek idi? 

Hukuki işlem/fiil ehliyeti hukuki kişiliğin bir şartı değil, tam tersine bir sonucudur. Bir uluslararası örgüt eğer organlar ı aracılığıyla hukuk kuralları 
ihdas edebiliyorsa, kendi hukuki kişiliğinin önceden var olması demektir. 

Türkiye - AT Ortaklık ilişkisi, aşağıda değinileceği gibi, belirli bir düzeyde kurumsallaşmıştır ve andlaşmada ortaklık kurumlarına bazı görev ve yetkiler 
verilmiştir. Ortaklık kurumları da âkit taraflar karşısında, ortaklık adına işlem yaparlar. Ortaklık Konseyi tarafından alınan kararlar sözleşme taraflar ını 
hukuken bağlar ve bu kararlar ın gerekleri yerine getirilmek zorunludur. 

c. Değerlendirme., 

Ankara Andlaşması ile kurulan Türkiye - AT Ortaklığı uluslararası işbirliğinin yeni bir şeklini yaratmıştır ve uluslararası hukuk kapsamında yapılan bir "birleşme" olarak uluslararası örgüt niteliğini haizdir. Ortaklık, bu kapsamda kurumsal bir yapıya sahiptir ve sözle şme tarafları karşısında kendine özgü bir organ iradesiyle hukuki durumun ta şıyıc ıs ı olarak çıkmaktadır. Fakat, buradaki uluslararası hukuki kişilik açık bir sözleşme hükmünden değil, dolaylı 
şekilde Ortaklık Konseyinin yetki ve görev alanlarından çıkmaktadır. 

Ortaklığın, kendi görevlerini ifa edebilmesi için hukuki kişiliğe sahip olması zorunludur. 

Ortaklığın uluslararası hukuki niteliği her ne kadar dogmatik olarak bu şekilde açıklanmış olsa da, bunun uygulamada pratik bir anlamı ve önemli bir 
fonksiyonu yoktur. Bunun temelinde şunlar yatmaktadır: İlk olarak, Ortaklık Konseyi dışa (üçüncü kişilere) kar şı ortaklık adına hareket etmeksizin sadece 
ortaklığın gelişimi ve uygulanması için taraflar arasındaki iç ilişkide görev yapmaktadır. Andlaşmanın hiçbir yerinde Ortaklık Konseyine üçüncü kişiler 
karşısında yetkiler (andlaşma imzalama vb.) verilmemi ştir. Bu yüzden, ortaklık dış ilişkide kendisi için ve üyeleri yerine işlem yapabilen bağımsız bir 
uluslararası hukuk süjesi olarak çıkmamaktadır. Daha ziyade yetkili ve sorumlu olan bir taraftan Topluluk ve kendi üye devletleri, öbür taraftan Türkiye'dir. 
İkinci olarak, ortaklık kurumlarında karar alma her halükârda sözleşme taraflar ın uzlaşışıyla olmaktadır. Üçüncü olarak, ortaklığın faaliyet alanının 
kapsam ı dardır. Bu yüzden, ortaklığın klasik uluslararası örgütlerden farklı olarak, kendi özel ajanları ve idari bütçesi yoktur. Fakat bu eksiklikler, 
ortaklığın uluslararası hukuk kişiliğini reddetmeye yeterli argümanlar değildir.

B. Akit Tarafların Konumu 

Ankara Andlasmas ı sadece Topluluk ile Türkiye arasında imzalanmamıştır, bilâkis "karma sözleşme" olarak, Toplulu ğun üye devletlerinin katılımı ile 
meydana gelmiştir'. Bu yüzden, Ankara Andlaşması , iki taraflı ve çok tarafl ı andlaşmaların karışım ı teşkil eden bir andlaşmadır. Ankara Andlaşması , 
kurumsal yapısı açısından taraflarının çokluğuna rağmen çok taraflı andlaşma olarak nitelendirilemez. Tam tersine, burada uluslararası hukuk açısından 
karşılıklı olarak e şit (pariter) bir konumda olan iki taraf bulunmaktadırlar. Çünkü, Topluluk ve üye devletleri Türkiye karşısında tek bir sözle şme tarafı 
olarak temsil edilmektedir. Topluluk tarafında ortak bir irade oluşumu söz konusu olmaktadır. Ortaklığın bu iki taraflı (bilateral) yapısı , andlaşmanın 
kurumsal hükümlerinde tam ifadesini bulmaktadır. Ortaklık kurumları , bir yandan Türkiye Cumhuriyeti'nin temsilcileri, öte yandan Topluluğun ve üye 
devletlerin temsilcilerinden meydana gelir ve kararlar ını oy birliği ile alır (m. 23 I AA). 

Topluluk ile Türkiye arasında kurulmuş olan ortaklık, Roma Andlaşmasının 310. (eski: 238.) maddesine dayan ır. Bu madde, Topluluğun ortaklık andlaşmalarına bir tan ım getirmektedir. Bu tanıma göre: "Topluluk, üçüncü bir devlet, bir devletler birliği, ya da bir uluslararası örgüt ile, karşılıklı hak ve yükümlülüklere dayanan ve ortak eylemler ile usuller öngören ortaklık andlaşmaları bağıtlaya bilir." ATAD, ortaklık ilişkisini, "üçüncü ülkelerin Topluluğun sistemine katılmasını sağlayan sürekli, genel ve kurumsallaştırılmış bir işbirliği" olarak tarif etmektedir'''. ATAD' ın bu içtihadı ortaklık statüsündeki devletin Toplulu ğa katılımın hangi düzeyde olaca ğın ı açık bıraktığı için, öğretide 76 eleştiri konusu yapılmıştır. Divan daha sonra, "Avrupa Ekonomik Alan ı" hakkında verdiği 1/91 say ılı bilirkişi kararında'', "Topluluğun akdettiği ortaklı k andlaşmalarının, sadece Roma Andlaşmasının maddi içeriğini kapsayabileceğini, bunun dışında, üçüncü devletlerin Topluluğun kurumsal yapısına bir katılımını an göremeyeceğini" belirterek konuya açıklık getirmiştir. Öğretide de, ortakl ık statüsündeki bir devletin Topluluğun organlarına katılmasının sadece Avrupa Birliği Andlaşmasi nın 49. maddesi uyarınca bir sözleşme değişikliği ile mümkün olabileceği ifade edilmektedir 78 . 

Ankara Andlaşması da Topluluk tarafı ve Türkiye arasında bir egemen eşitliği esas aldığı için, ne Türkiye'nin Topluluğun kurumsal yapısına katılımı öngörmek te 79, ne de Topluluğun organları gibi supranasyonal (ulusüstü) kurumlar 
kurmuştur. 

C. Ortaklığın Kurumları 

1. Ortaklık Konseyi 

a. Ortaklık Konseyinin Organ Niteliği 

Ortaklığın hukuki niteliği üzerindeki görü ş ayrıl ıkları n ın sonucu olarak Ortaklık Konseyinin hukuki niteliği de tartışma yaratmaktadır. Hakim görüşte 80 , Ortaklık Konseyinin bir uluslararası örgüt organı karakteri kabul edil memektedir; bu kurum, sadece tarafların beraberce i şlem yaptıkları bir 
"sözleşme organı " olarak değerlendirilmektedir. 

Bu kapsamda, Ortaklık Konseyinin âkit taraflar ın birbirleri ile danışmalarını ve karar almalarını sağlayan "sınırlı bir uluslar arası konferans" olduğu 
da ifade edilmiştir. 

Yukarıda yapılan tespitlerden anlaşılabileceği gibi, Ortaklık uluslararası hukuk kişiliğine sahip bir uluslararası örgüt olarak görülebildiği takdirde, Ortaklık Konseyine "organ" niteli ği tanınmasına herhangi bir engel yoktur. Ortaklık Konseyinin "organ" olarak kabul edilmesi durumunda, kendisi tarafından yapılan tasarruflarının hukuki niteliği de aydınlatılmış olacaktır. Konseyin kararları o zaman hiç şüphesiz "organ kararlar ı" olarak görülebilir ve ortaklığın ikincil hukukunun kaynağını teşkil eder'''. Nitekim, Ankara Andlaşması da bu bağlamda, Ortaklık Konseyi kararların dan bahsetmektedir (m. 21 AA). 

Buna karşılık öğretideki hakim görüşte, Ortaklık Konseyi kararlarını "basit usul"e göre imzalanan uluslararası sözleşmeler olarak nitelendirilerek, bunlar ın 
bağlayıcı uluslararası irade açıklamaları olduğu ileri sürülmektedir. Bu bağlamda Konsey kararları , " adhoc sözleşmeler", "mini sözleşmeler", "sözleşme benzeri işlemler" veya "kendine özgü kararlar" olarak nitelendirilmektedir. Ayrıca, Konsey kararlarının doğası gereği Topluluk yönergelerine benzeştiği de ifade edilmektedir. 

Konsey kararlarının uluslararası sözleşmeler olarak nitelendirilmesi baz ı hukuki sorunları beraberinde getirmektedir'''. Bir Konsey kararının andlaşmaya 
aykırı olması durumunda, her şeyden önce hangi sonuçlar ı doğuracağı belirsizdir. Böyle bir durumda bir sözleşme değişikliğinden mi bahsedileceği, 
yoksa andlaşmaya aykırılık nedeniyle geçersizlik yaptırımına mı tabi tutulması gerekeceği tartışma yaratmaktadır. 

Gerçi âkit taraflar, "sözleşmenin efendileri" olarak 1969 tarihli Uluslararası Andlaşmalar Hakkında Viyana Konvansiyonunun 39. maddesi 83 uyarınca her 
zaman Ortaklık Konseyi üzerinden sözleşme değişikliğine girişebilirler. Fakat böyle bir durumda, bir organ iradesinden ziyade, âkit taraflar ın ortak iradesi söz konusudur. "Basit usul" çerçevesinde yap ılan bir sözle şme değişikliği yeni bir andlaşma teşkil eder. Fakat bu şekildeki sözleşme değişikliklerinin uluslararas ı hukuk açısından bağlayıcı hale gelebilmesi için, tarafların iç hukukunda bir onaylama sürecini gerekli kılabilir. Konsey kararlarında ise, uluslararası hukuk 
açısından "onaylama" şartı söz konusu değildir. Çünkü taraflar Ortaklık Andlaşması ile, Konsey kararlar ının otomatik olarak kendilerini bağlayacağını 
ve iç hukuklarında kararın gereklerini yerine getireceklerine dair yükümlülük altına girmişlerdir. Ortaklık Andlaşması her iki âkit tarafın iç hukuklarında 
usulüne uygun şekilde yürürlüğe girmiştir. 

1982 tarihli Türk Anayasası uluslararası örgüt organlar ının hukuki tasarruflar ı konusunu hükme bağlamamıştır. Kanımızca, Ortaklık Konseyi kararlarının iç hukukta uygulanabilmesi için bir "onaylama" süreci gerekli değildir". Çünkü, Konsey kararlar ı Türk hukuk düzeninin parçasını oluşturan bir andlaşmanm kapsamı dahilinde vuku bulmaktadır. 

Ankara Andlaşması , Ortaklık Konseyinin sadece andlaşmada belirtilen alanlar dahilinde kararlar alabileceğini belirtmek suretiyle "basit usul" çerçevesinde bir sözleşme değişikliği yolunu kapatmıştır. Bu nedenle, Konseyin andlaşmaya aykırı bir karar alması söz konusu olamaz. Aksi halde, andlaşmaya aykırılık durumu doğan 

b. Oluşumu ve Çalışma Düzeni 

Ortaklık Konseyi, bir yandan Topluluk üyesi devletlerin hükümetleri ile Konsey ve Komisyon temsilcilerinden, öte yandan Türk hükümetinin 
temsilcilerinden olu şmaktadır (m. 23 I AA). Ortakl ık Konseyinde tarafların birer oyu vardır ve kararlar oybirli ğiyle alınır85 . Ortaklık Konseyi başkanlığı , 
altışar aylık süreler için Türkiye ile Topluluk temsilcilerinden biri taraf ından, sıra ile yap ılır (m. 24 I AA). Ortaklık Konseyi, m. 24 II AA gereğince, çalışma 
biçimi ve koşullarını bir iç tüzükte düzenlemiştir. Ortakl ık Konseyi andlaşmada tespit edilen durumlarda kararlar almak için her alt ı ayda en az bir kez bakanlar düzeyinde toplanır. Ortaklık Konseyi, büyük elçiler seviyesinde de toplan ıp kararlar alabilir. Ortaklık Konseyi, görevleri esnasında kendisine 
yard ım edebilecek ve özellikle Andlaşmanın iyi yürütülebilmesi için gerekli 
işbirliğinin devamlığını sağlayacak komiteleri kurmaya karar verebilir (m. 24 II AA). 
Ortaklık Konseyi bu komitelerin görev ve yetkilerini tespit eder (m. 24 III AA). 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

TÜRKİYE - AVRUPA TOPLULUĞU ORTAKLIK İLİŞKİSİNİN HUKUKİ ÇERÇEVESİ., BÖLÜM 2

TÜRKİYE - AVRUPA TOPLULUĞU ORTAKLIK İLİŞKİSİNİN HUKUKİ ÇERÇEVESİ., BÖLÜM 2


III. Ortaklık Rejiminin Uygulanması 

A. Genel Bakış 

Türkiye - AT Ortaklık Andlaşması yürürlüğe girmesinden bu yana kırk yıl gibi kı sa sayılamayacak bir süre geçmiş olmasına rağmen, başlangıçta öngörülen hedefler tamamıyla gerçekleştirilememiştir. Ortaklık, Ankara Andlaşması ve Katma Protokolde belirtilen hükümlere uygun şekilde yürütülememiş tir 26. Burada özellikle vurgulanması gereken husus, Katma Protokolde kararlaştırılan sürelere yeterince uygulanamadığı dır. Bunun altında yatan en önemli sebep, 1960'l ı yılların ekonomik ve siyasi koşullarının zamanla değişmesine paralel olarak taraflar ın çıkarlarının ve bununla bağlantılı olarak ortaklık ilişkisinden do ğan beklentilerinin de de ğişmiş olmasıdır. 

Türkiye, 1970% yıllarda içinde bulundu ğu ekonomik krizler ve siyasi mülahazalar dolaysıyla Katma Protokol'den kaynaklanan yükümlülüklerini 
yerine getir(e)memiştir. Ülkenin iç politik yaşamında o dönemde yaygın olan düşünce ve endişeler, Topluluk ile yaratılan ortaklık ilişkinin bir çeşit sömürü 
düzeni kurmakta olduğu, ulusal pazar ı Topluluk ürünlerine açmanın 
sanayileşmeyi ve kalkınmayı engelleyeceği, dolayısıyla koruma önlemlerinin 
muhafaza edilmesi gerekti ği konusunda odaklanmıştı . Türkiye'nin, bu mülâhazalar la, kendi yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınması ve 
Toplulukla ilişkilere soğuk bakmaya başlamış olması , Toplulu ğun da bunu bahane ederek kendi yükümlülüklerini aksatmaya ve ortakl ık ilişkisinin 
geliştirilmesi yönünde çaba harcamaktan kaç ınmasına sebep olmuştur. 

Başlangıçta sadece ekonomik olan sorunlar, 12 Eylül 1980 askeri yönetimi döneminde ve Yunanistan' ın 1980'de Toplulu ğa tam üye olmasıyla başka bir 
aşamaya geçerek, gittikçe siyasi boyut kazanmaya başlamıştır 27 . Topluluk, bu gelişmelerin sonucunda Türkiye ile siyasi ilişkilerini dondurmuş ve mali 
işbirliğini askıya almıştır. 
Bu dönemde, Katma Protokolün sadece ticari hükümleri işlemeye devam etmiş , fakat diğer bütün hükümlerinin uygulanması Topluluk tarafından durdurul  
muştur. 1983 yılında Türkiye'de sivil idarenin yeniden kurulması ve 1984 
yılından itibaren ülkemizin ithal ikamesi politikalarını hızla terk ederek dışa açılma sürecini başlatması (liberal ekonomi politikalarının izlenilmesi), ortaklık rejimine yeniden işlerlik kazandırmaya başlatmıştır. Ortaklık ilişkileri 16 Eylül 1986 tarihinde Brüksel'de yap ı lan Ortaklık Konseyi toplantısıyla birlikte tekrar rayına girmiştir. Türkiye, ertelemiş olduğu gümrük vergileri uyum ve indirim takvimini 1988 yılından itibaren hızlandırılmış bir şekilde yeniden yürürlüğe koymuştur. Türkiye'nin 14 Nisan 1987'deki üyelik müracaat ına ilişkin Komisyon tarafından 1989 yılında verilen cevabın 2 B Türk makamları tarafından olumlu karşılanmış olması , gümrük birliğinin, Katma Protokolde öngörüldü ğü gibi, 1995 yılında tamamlanması için gerekli hazırlıkların yapılmasını hızlandırmıştır. 

B. Gümrük Birliği 

5 Mart 1995 tarihinde yapılan Ortaklık Konseyi toplantısında alınan karar uyarınca, Türkiye ile Avrupa Toplulu ğu arasındaki gümrük birliğinin29 son 
evresine geçi ş kararlaştırılmıştır. 22 Aralık 1995 tarih ve 1/95 say ılı Ortaklık Konseyi Kararı ile gümrük birliğinin kuruluşunun tamamlanması 1 Ocak 1996 
tarihinden geçerli olmak üzere sağlanmıştır". 

1/95 sayıl ı Ortaklık Konseyi Kararı , adetâ bir gümrük birliği andlaşmas ıymış gibi takdim edilmektedir. Oysa burada gerçek anlamda bir andlaşma yoktur31 . 1/95 sayılı Konsey Karar ı , adından da anlaşılacağı gibi, sadece sanayi malları için kurulmas ı öngörülen gümrük birli ğinin son dönemini yaşama geçiren bir "uygulama karar ı"dır33 . 

Gümrük birliği, sanayi malları ve işlenmiş tarım ürünlerinde yap ılan ticareti kapsamaktadır. Tarı m ürünlerinin serbest dola şım ı Ankara Andlaşması'nın temel amaçlar ından biri olmakla beraber, Türkiye'nin Topluluğun ortak tar ım politikasına uyum sağlayamam ış olması nedeniyle, işlenmemiş tarım ürünleri gümrük birliğinin kapsamı dışında tutulmu ştur33 . Kömür ve Çelik Topluluğu Andlaşması kapsamındaki ürünler ise, 1 Ağustos 1996 tarihinde yürürlü ğe girmiş olan bir serbest ticaret anla şması 34 kapsamında işlem görmektedir. 

1/95 sayılı Konsey Kararı ile taraflar arasında aslında bir gümrük birli ğinin kurulmasından çok, Türkiye'nin Topluluğun gümrük birliğine girişi 
sağlanmıştır. Çünkü, Türkiye, gümrük birli ği kapsamındaki mevcut ve gelecekteki Topluluk müktesebat ını benimseyeceğini ve çıkacak yorum ve 
uygulama sorunlarını da Avrupa Toplulukları Adalet Divan ının (ATAD) içtihatları çerçevesinde çözeceğine dair taahhüt altına girmiştir 35 . Burada e şitler 
arasında bir durumun ileri sürülemeyecek kadar aç ık ve kesin olmadığı gözükmektedir. Türkiye'nin çok yak ın bir gelecekte Avrupa Birli ği'ne girmesine yönelik büyük ümitler ve bunun sonucunda olu şan yanlış öngörüler nedeniyle gümrük birli ğinin kurumsal ve içerik olarak bu şekilde yapılandırılmış olmas ı , Türkiye'de doğal olarak baz ı sert ele ştirilerin do ğmasına yol açmışt ır36. Türkiye'nin, üyesi bulunmad ığı Avrupa Toplulu ğu'nun organlarının verdiği/verece ği kararlar doğrultusunda mevzuat ını deği ştirece ğine ve gümrük birliğinin uygulanmasında ortaya ç ıkacak sorunları da bu örgütün mahkemesinin içtihatlar ı çerçevesinde çözece ğine dair uluslararas ı yükümlülüğü'', Türk anayasa hukuku aç ısından sorun yaratabilir niteliktedir. 
Çünkü, burada bir nevi Avrupa Toplulu ğu organlarına "dolayl ı bir yetki devri" durumu vard ır. Bu durumun Türk Anayasas ı'nın 6. ilâ 9. maddeleri ile bağdaşıp bağdaşmadığı tartışmaya açıktır'''. 

Gümrük birli ğinin etkileri, taraf ülkelerin ekonomilerinin özelliklerine ("güçlü" veya "zay ıf", "rakip" veya "tamamlay ıc ı" vb.) geniş ölçüde bağlıdır39 . 
Bu açıklamalar göz önünde bulundurularak gümrük birli ğinin kuramsal anlamda etkilerini şu şekilde izâh edilebilir40: Gümrük birli ği, herşeyden önce piyasanın geni şlemesine hizmet ederek büyük ölçekli üretimden yararlanma imkânlarına, rekabetin güçlenmesine ve taraf ülkeler lehine ticaret sapmalar ına katkıda bulunur'''. Bu çerçevede olu şan yeni rekabet ko şulları , genel fiyat düzeyini aşağılara çekerek talebi uyar ır; bu da firmalar ı daha fazla üretime sevkeder. Böylece, taraf üye devletlerin piyasalar ında rasyonel kaynak dağılımı da sağlanmış olur. Buradan hareket edildi ğinde, gümrük birliğinin Türk piyasas ında rekabeti art ıracağını ve bunun sonucu olarak da tüketicilerin daha yüksek kalite, daha ucuz ürünler ve daha fazla çe şitli mallardan yararlanmalar ını sağlayacağı; üreticiler için de, istikrarl ı ve büyük bir ihracat pazarına eri şim yanında, daha ucuz ve daha kaliteli girdilerden yararlanma imkânlarını sağlayacağı sonucuna varılabilir. 

Türkiye ile Topluluk üyesi devletler aras ında görünürde bir ticaret aç ığı mevcuttur. Avrupa Toplulu ğu Türkiye Temsilciliğinin görüşüne göre42, bu 
ticaret aç ığının esas nedeni, gümrük birli ğinin kendisinden ziyade, Türkiye'nin genel ticaret hacminin büyümesi ve kur hareketleridir. Ithalat art ışın çoğu, ülke 
ekonomisine katma değer yaratan hammadde, sermaye mallar ı ve ara mamul mallarından olu şmaktadır43 . Tüketim malları ise, Türkiye'nin toplam ithalat ı 
içinde çok fazla bir yer tutmaktad ır (ithalatın sadece % 10'u civar ında)`. Öte yandan, 20 y ıldan daha uzun bir zamand ır ülkede devam eden politik ve 
ekonomik istikrars ızlık, kırtasiyecilik ve yolsuzluklar, Türk firmalar ının uluslararas ı rekabet güçlerini etkiledi ği gibi, dış sermayenin ülkeye giri şine de 
engel olmaktad ır45 . Fakat, gümrük birli ğinin Türk ekonomisine etkilerinin niteliği konusunda uzmanlar tarafından farkl ı görü şler ileri sürülmektedir". 

Gümrük birli ğini eleştiren yazarlar, 1/95 say ı l ı Ortakl ık Konseyi kapsam ındaki gümrük birli ğinin Türk ekonomisi üzerinde olumsuz etkileri 
olacağın ı dile getirmektedirler. Türk firmalar ının Avrupa'daki rakipleri karşıs ında, rekabet gücü fazla de ğildir. Rekabet imkan ı olan tekstil endüstrisi 
gibi sektörlerin47 , Avrupa Birli ği'nin üçüncü ülkelerin iç pazar ına daha kolay girmesine olanak veren iki tarafl ı serbest ticaret anla şmaları yüzünden, Türkiye 
Avrupa Birli ği içindeki ayrıcal ıklı pozisyonunu yitirmi ştir. Öte yandan, öngörülen mali yardımlar da gerekti ği gibi verilmemiştir. 

Bu eleştirilere katılmakla birlikte, fakat burada, Türkiye'nin gümrük birli ği çerçevesinde üstlenmi ş olduğu yükümlülüklerin liberalle şme sürecindeki bir 
ülke konumuyla uluslararas ı ticari ili şkilerinde bir gereklilik olarak ortaya çıkmış olduğunun ayrıca belirtilmesi gerekir. De ği şen dünya ticaret ko şulları 
karşıs ı nda, Türkiye ulusal mevzuat ını uluslararas ı ticaretin genel ilke ve kurallarıyla uyumlaştırmak zorundadır. Avrupa Birli ği, sadece Türkiye'nin dış 
ticaretinin de ğil, dünya ticaretin önemli bir kı smını belirlemektedir45 . 

Türkiye'nin Avrupa Birli ği'nin kendileriyle tercihli andla şmalar yapmış olduğu üçüncü ülkeler ile serbest ticaret andla şmaları49 imzalama yükümlülüğü, kendi 
ulusal pazarını bu ülkelere açt ığı gibi, bir o kadar da kendisi için yeni pazarlar yaratmaktadır 50. 

Bu şartlar altında, Türkiye'nin gümrük birliğinden doğan yükümlülükleri, tek tarafl ı taviz olarak de ğil, bilakis atılması gerekli adımlar olarak değerlendirilmeli dir. Keza bu yükümlülükler, genel ölçüde Türkiye'nin Dünya Ticaret Örgütü ile ilgili yükümlülükleriyle de uyuşmaktadır. Ayrıca, gümrük birliğinin tamamlanma sıyla Türkiye'nin Avrupa Birliğine entegrasyon istikametinde çok önemli bir a şama kat edilmiştir. Ticaret açığın büyümesine rağmen, Türk ekonomisi ve sanayii, tam üyeli ğin gerektireceği yükümlülükleri kaldırabileceğini 
göstermiştir. 

"Türkiye'nin AB ile ya şadığı sorunlar Gümrük Birliğinden değil stratejik karar mekanizma-larında inisiyatifin Birliğe devredilmesinden kaynaklanmaktadır. Gümrük Birliği Türkiye için nas ı l oynayacağını ve kurallarınuı bilmediği bir oyun gibidir."5' 

C. Ortaklığın Diğer Düzenleme Alanları 

Ankara Andlaşması ve Katma Protokol, malların serbest dolaşımının yanında, iş gücü, hizmetler ve sermayenin serbest dolaşımın gerçekleştirilmesinin Roma Andlaşmasının ilgili kuralları çerçevesinde kademeli olarak gerçekle ştirilece ğini öngörmektedirler. Fakat bu kapsamda-ki hükümler hukuki yönden esas itibariyle bağlayıcı olmayıp, geleceğe yönelik program, temenni ve dilekler içermekten öteye geçmez. Bu konularda herhangi bir hukuki mükellefiyet do ğabilmesi için, Ortaklık Konseyi kararları gereklidir. 

Gerçi, Katma Protokolün 36. Maddesinde Ankara Andlaşmasının 12. Maddesine yap ılan atıf gereğince, işçilerin serbest dolaşımının Roma Andlaşmasının ilgili hükümlerine dayandırılarak 1986 yılına kadar kademeli olarak gerçekleştirileceği ve bu konuda izlenecek yöntemlerin Ortakl ık Konseyi tarafından belirleneceği hükme bağlanmıştır. 
Fakat, bu konuda sadece kısmi bir ilerleme sağlanabilmiştir. Öngörülen serbest dolaşım hakkı 1. ve 2. aşaması itibariyle uygulamaya geçirilmek üzere yürürlüğe konulmuş ise de, nihai ve son aşama için Türkiye ile Topluluk arasında herhangi bir hukuki düzenleme yapı lması siyasi ve ekonomik nedenlerle ve Topluluk üye devletlerinin isteksizliği sonucu bugüne kadar mümkün olamamıştır. 

Ortaklık Konseyinin 1/8052 sayılı ve 3/805' sayılı kararları ile işgücü pazarına entegre olmuş göçmen işçilerin ve aile fertlerinin hukuki statülerinin 
korunmasına yönelik bazı hak ve güvenceler getirilmiş 54, fakat bu kararlar istenilen ve amaçlanan işçilerin serbest dolaşımını tam manasıyla 
gerçekleştirememişlerdir. Ayrıca, bu çerçevede öngörülen haklar ın, Türkiye'nin baz ı üye devletlerle imzaladığı ikili iş gücü andlaşmaları. 55 ile sağlanan 
hakların ötesine geçemediği de ifade edilmektedir  56 . 

Yerleşim serbestisi, hizmetlerin, sermayenin serbest dolaşımı ve diğer konularda bugüne kadar önemli bir gelişme sağlanamamıştır. 

D. Mali İşbirliği. 57 

Türkiye'nin sosyal ve ekonomik gelişmesini teşvik amacıyla Topluluk tarafından, bir dizi mali yardımlar yapılmıştır. Mali yardımlar, esas olarak taraflar aras ında imzalanan mali protokollerle düzenlenmiştir. 1964-1981 y ılları arasında üç ayrı mali protokol bir de tamamlayıcı protokol imzalanmıştır. 1981 yılı sonrasında 600 milyon Ecu tutarında Dördüncü Mali Protokol hazırlanmışsa da, Avrupa Parlamentosunun ve Yunanistan' ın muhalefeti nedeniyle yürürlüğe sokulamamış tır. Mali protokoller kapsamındaki yardım türü ağırlıklı olarak kredi olmak üzere kredi ve hibelerden oluşmakta olup, krediler, Avrupa Yatırım Bankası ve Topluluk kredilerini kapsamaktadır. Toplam olarak 1.433 milyar Ecu tutarında yardım öngörülmesine rağmen, kullanılabilen yardım toplam 830 Milyon Ecu gibi dü şük bir seviyede kalmıştır. 

Topluluk tarafı , 1/95 say ılı Ortaklık Konseyi Kararının eki niteliğindeki tek taraflı deklarasyonla gümrük birliğinin Türk ekonomisi üzerindeki olası olumsuz etkilerini bertaraf etmek üzere Türkiye'ye 4-5 yıllık bir dönem içinde 2,5 milyar Euro'ya varan mali yardım yapacağını taahhüt etmişse de, öngörülen bu mali yardımlar Türkiye tarafından değişik nedenlerden dolayı ve özellikle de Yunanistan' ın muhalefeti yüzünden yeterince kullanılamamıştır. 

Mali protokoller ve gümrük birli ği çerçevesinde öngörülen mali yardımların dışında, Topluluk tarafından Türkiye'ye yönelik çok sayıda mali yardımlar verilmiş/verilecek olsa da, bunlar, Topluluk tarafından Türkiye verilmesi zorunlu olan mali yardımlar karşısında önemli bir yekun tutmamaktadır. 

IV. Ortaklığın Kurumsal Yapısı 

A. Ortaklığın Hukuki Niteli ği Sorunu 

Ortaklığın hukuki niteliği, ortaklık ilişkisinin bugüne kadar tam olarak aydınlığa kavuşturulamamış temel sorunlarından birisidir. Ankara Andlaşması , 
maddi hükümleri aç ısından çok s ıkı bir şekilde Roma Andlaşmasının ilkelerine dayanmasına rağmen, ortaklığın hukuki kişiliği haiz olduğuna ilişkin herhangi 
bir hükme yer vermemiştir. Bu yüzden, ortaklığın "uluslararası örgüt" şeklinde bir oluşum olarak mı , yoksa sadece basit bir "sözleşme ilişkisi" olarak mı 
değerlendirilmesi gerekti ği tartışma yaratmaktadır. 

Ortaklığın hukuki niteliğinin aç ıklanması için, ilk olarak, uluslararası örgüt kavramı üzerinde kısaca ve ana hatlarıyla durulacak ve daha sonra da, 
ortaklığın bu ölçütleri taşıyıp taşımadığı incelenecektir; buradan hareketle, 
ortaklığın hukuki kişiliğe sahip bir uluslararası örgüt olarak görülüp görülemeyeceği tartışılacaktır. 

1. Ortaklığın Uluslararası Örgüt Olarak Nitelendirilmesi 

a. Görüşler 

Avrupa Topluluklar ı Adalet Divanı 58 ve öğretideki hakim görü ş 59 , andlaşma da ortaklığın hukuki kişiliğine ilişkin açık bir hüküm içermediği  gerekçesiyle, ortaklığın uluslar arası örgüt olarak nitelendirilmesini reddetmektedir. Bu görü şe göre, ortaklık uluslar arası ilişkilerde hem kendisi için, hem de üyeleri için bağımsız kararlar alabilen ve sorumluluk taşıyabilecek yetkilere sahip değildir. Ortaklık andlaşmaları , Topluluk ile sözleşme tarafı arasında herhangi bir devletler arası kurumsallaşma yaratmayan uluslar arası sözleşmelerdir. Ortaklığın kurumları sadece âkit tarafların beraberce karar aldıkları "sözleşme organları" niteliğindedir. Hak ve borçlar, ortaklığın kendisi için değil, kural olarak sadece âkit taraflar için geçerlidir. Buna karşılık öğretideki azınlık görüşü 60, uluslar arası örgütlerin tipik özelliklerine dikkat çekerek, ortaklığın bu özelliklere sahip oldu ğunu savunmaktadır. 

b. Uluslararası Örgütün Tanımı ve Genel Özellikleri 

Uluslararası örgütler, uluslararası hukukta açık bir şekilde tanımlanmamıştır. Genel anlamda, devletler tarafından imzalanan uluslar arası sözleşmeler ile belli bir amaç için yarat ı lan ve sürekliliği olan, kurumsallaşmış birleşmeler olarak ifade edilmektedirler. Buna göre, bir olu şumun uluslar arası örgüt olarak nitelendirilebilmesi için aşağıdaki özellikleri ta şıması gerekir: 

-Bir uluslar arası andlaşmaya dayanmadı , 
-Süreklilik arz etmesi, 
-Üyelerden bağımsız kendi özel iradesini oluşturabilecek bir kurumsal yapıya sahip olması ve 
-Ortak bir amaca hizmet etmesi. 

c. Değerlendirme 

Türkiye - AT Ortaklığinı uluslararası örgütlerin genel kabul görmüş tanımı ile bir karşılaştırmaya tabi tutulduğunda, kendisinin uluslararası örgüt olarak nitelendirilmesi mümkündür. Ortaklığın kuruluşu bir uluslararası sözleşmeye dayanmaktadır. Kurumsal yapısı bakımından da uluslararası örgütlere benze şti ği yadsınamaz. Zira Ortaklık, görevlerini yerine getirmek için hukuk kural ı ihdas etmeye yetkili bir Konsey ile donatılmıştır. Bu bakış açısı , ortaklığı kesin olarak uluslararası değiş tokuş (ticari) sözleşmelerden ayırmaktadır. 


3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

TÜRKİYE - AVRUPA TOPLULUĞU ORTAKLIK İLİŞKİSİNİN HUKUKİ ÇERÇEVESİ., BÖLÜM 1

TÜRKİYE - AVRUPA TOPLULUĞU ORTAKLIK İLİŞKİSİNİN HUKUKİ ÇERÇEVESİ., BÖLÜM 1 



Dr. Hacı CAN*
Ankara Avrupa Çal ışmalan Dergisi Cilt:3, No:1 (Güz: 2003), s. 19-43 
* Dokuz Eylül Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Ö ğretim Görevlisi. 
HACI CAN 


Giriş 

1950 'li yıllarda başlayan ve birçok aşamadan geçerek günümüzün Avrupa Birliği (AB) boyutuna ula şan Avrupa'daki bütünleşme hareketinin en dinamik 
kısmını oluşturan Avrupa Topluluğu (AT) birçok ülke ile ekonomik ilişkiler 
kurmuştur. 
Bu ülkelerden birisi olan Türkiye, her ne kadar Avrupa'da olu şan bu 
bütünleşme hareketine başından beri kayıtsız kalmayarak kat ılım amacıyla 1963 yılında bir ortaklık andlaşması imzalamışsa da, bu sürecin içerisine 
tamamıyla dahil olamamıştır. 40 yıllık bir geçmişi bulunan ortakl ık ilişkisi ve Türkiye tarafından girişilen köklü reform hareketlerine rağmen, gelinen durum 
beklentilerin bir hayli gerisinde kalmıştır. Ortaklık rejimi çerçevesinde gerçekle şen ekonomik ilişkilerin daha çok Topluluk üyesi devletlerin lehine bir 
gelişim göstermesi, Türkiye'de ortaklık ilişkisinin yeniden gözden geçirilmesi konusunda yeni eğilimlerin doğmasına yol açmışsa da, ülkemizin Avrupa 

Birliği üyeliği hakkındaki tartışmalar nedeniyle fazla yankı uyandırmamaktadır. Nitekim, ortaklık ilişkisi temel işlevini yerine getiremediği içindir ki, 
Türkiye ortaklık rejimi çerçevesinde Topluluğa katılmayı beklemeden tam üyelik için başvurusunu 14 Nisan 1987'de erken yapmak zorunda kalmıştı . 

Avrupa Birliğinin halen devam eden son genişleme sürecinin 2007 y ılında tamamlanacak olması , Türkiye'nin tam üye olarak katılma yönündeki çabalarını 
hızlandırmıştır. Yapılan tartışma ve incelemeler de bunun sonucu olarak genelde Türkiye'nin Avrupa Birliğine girişi konusunda odaklanmıştır. Oysaki, 
ortaklık ilişkisi çerçevesinde ihdas edilen kurallar, Türkiye ile Avrupa Birli ği arasındaki ilişkilerin hukuki temelini oluşturmaktadırlar ve bu kapsamda da 
önemli uygulama alanlar ı vardır. Ayrıca, Türkiye'nin ne zaman Avrupa Birliği'ne tam üye olarak gireceği henüz kesinleşmiş de değildir. Gerçi, Aralık 
2002'de Kopenhag'da yapılan Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesinde, Türkiye'nin Kopenhag kriterlerini Aral ık 2004'e kadar yerine 
getirmesi durumunda, 2005 yılından itibaren kendisiyle üyelik müzakere sürecinin açılacağı resmen deklare edilmiştir'. Ancak, en iyimser tahminler 
Türkiye'nin AB üyeliğinin en erken 2011 yılından sonra mümkün olabileceği yönündedir. 

Aşağıdaki çalışma, Türkiye'nin üyeliğe hazırlık aşaması olarak planlanmış olan ortaklık ilişkisini analiz etmektedir. Bu kapsamda, esas itibariyle ortaklık 
ilişkisi çerçevesinde öngörülen alanlar ve ortaklığın kurumsal yap ısı inceleme konusu yapılmaktadır. 

I. Ortaklık İlişkisinin Kuruluşu 

Türkiye ve Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET)2 arasındaki ortakl ık ilişkisi, 12 Eylül 1963'te Ankara'da imzalanan' ve 1 Aralık 1964'te yürürlüğe giren andlaşma ile kurulmuştur. AET - Yunanistan Ortakllık Andlaşması İçeriğine göre yaplılan bu Andlalşma', bir yandan Topluluğa üye devletler örneği arasında "andlaşmanın amacı" ve "içeriği" konusunda olu şan görüş ayrılıkları , öte yandan Türkiye'de yaşanan siyasal çalkantılar nedeniyle birçok kesintiye uğrayarak, dört yıl süren bir müzakere sürecinden sonra imzalana bilmiştir 6. 

Bu yüzden Andlaşmada, AET 
- Yunanistan Ortaklık Andlaşmasının içeriği gibi somut düzenlemeler getirilememiş , sadece ileride yap ılmas ı amaçlanan bütünleşmenin bir çerçevesi çizilebilmiş tir. 

Türkiye açısından ortaklık ilişkisinin kurulmasının nedenleri aşağıdaki başlıklar altında açıklanabilir 7 : 

-Tanzimat döneminden beri devam eden batılılaşma çabaları , 
-Soğuk savaş döneminde izolasyondan kurtulma ve NATO üyesi konumuyla Batı Bloğundaki yerini ekonomik entegrasyonla destekleme, 
-Topluluğun ABD karşısında denge faktörü olması , 
-Topluluk yardımlarından istifade ve Topluluk üyesi devletlerdeki pazar payını kaybetmemek ve 
-Yunanistan faktörü'. 

Topluluk tarafı açısından ortaklık ilişkisinin kurulmasın ın en önemli nedeni, üye devletlerin soğuk savaş döneminde ihtiyaç duyduklar ı güvenlik kaygılarıdır 9. Topluluk üyesi devletler, Türkiye'nin Doğu Bloğu ülkelerine yaklaşmasın ı engelleyerek Doğu Akdenizin  kendi kontrolü altında kalmasını sağlamak istemişlerdir'''. Yeni kurulan Toplulu ğun, kendini uluslararası arenada tanıtma ve özellikle de EFTA karşısında konumunu güçlendirme çabası da, ortaklığın kurulmasında bir diğer neden olarak çıkmıştır". 

II. Ortaklığın Hukuki Temelleri 

A. Ankara Andlaşması 

1. Andlaşmanın Amacı 

Ankara Andlaşmasının (AA) dibacesi ve ikinci maddesinde, ortaklığın amacı şu şekilde düzenlenmiştir: Karşılıklı çıkar temelinde ve Türkiye'nin ekonomik durumu da gözetilerek, taraflar arasında ekonomik ve ticari ili şkileri aralıksız ve dengeli olarak güçlendirmeyi teşvik etmek suretiyle, Türkiye'nin mümkün olduğu kadar Toplulu ğa yakınlaşması ve nihayetinde bir üyeliğin gerçekleşmesidir. 

Türkiye'nin gelecekte Topluluk içerisinde yerini alabileceği, daha somut olarak 28. maddede açık olarak ifade edilmiştir. Bu hüküm şöyledir: 

"Anlaşmanın işleyişi, Topluluğu kuran Andlaşmadan doğan yükümlülüklerin tümünün Türkiyece üstlenebileceğini gösterdiğinde, âkit taraflar, Türkiye'nin Topluluğa katılması olanağını incelerler." 

Ortaklık ilişkisi, bu süreç içerisinde bir nevi Türkiye'nin üyeli ğe haz ırlık aşamas ı olarak i şlev görecektir. Bununla birlikte anılan bu maddenin lafzının 
yorumunda, hukuki yönden bağlayıcılığı konusunda görü ş ayrılığı vardır. Türkiye, bu hükme dayanarak ortaklık ilişkisini "sonraki bir üyeliğin bağlayıcı 
bir ön aşaması" 12 olduğunu ileri sürerken, Topluluk tarafı ise, bunu sadece "incelenmesi gereken bir olanak" olarak görmektedir. Topluluk taraf ının 
görüşüne 13 göre, 28. madde ile, Türkiye'ye Topluluk üyeliğine giriş hakkı verilmemi ştir, daha ziyade, Türkiye'nin üyelik imkanının sadece bütün 
yükümlülüklerin Türkiye tarafı ndan yerine getirilmesi durumunda incelene bileceğini hükme bağlanmıştır. 

Kanımızca da, Ankara Andla şmas ının 28. maddesinde öngörülen üyelik perspektifi otomatik olmayıp, bazı somut şartların gerçekleşmesine bağlanmış tır. Türkiye, ortaklık rejimi içerisinde Avrupa Ekonomik Topluluğu'nu kuran Roma Andlaşmasından doğan yükümlülükleri yerine getirebilecek konuma geldiğinde sanayileşmiş bir Avrupalı devlet konumuna erişmiş olacaktır. Böylece Türkiye'nin Toplulu ğa tam üye olarak katılması imkanı gündeme gelecektir'''. Ancak buradan her halükârda bir üyeli ğin gerçekleşeceği sonucuna da varılamaz. 
Çünkü, Türkiye'nin üyeliği konusu her iki tarafın objektif değerlendirmeleri sonucunda alacaklar ı ortak bir karara bağlıdır. Tarafların, Türkiye'nin yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğinin tespitinin yanında, ayrıca "üyelik imkanını" da inceleyecekleri için, geni ş takdir ve değerlendirme alanlarına sahiptirler. Bu durum, 28. maddenin hukuki yönden bağlayıcılığını zayıflatmaktadır. Burada düzenlenmiş olan üyelik perspektifini daha ziyade "siyasi hedef" olarak değerlendirmek gerekir. Keza, Ankara Andlaşmasınin dibacesi de bu anlamda "sadece" ortaklığın Türkiye'nin Topluluğa üye olarak katılmasını kolaylaştıracağı ümidini ifade etmektedir. 

2. Andlaşmann İçeriği 

Ankara Andlaşması bir başlangıç maddesi dışında 33 maddeden olu şan ve üç kısma ayrılan Esas Andlaşmanın yanında, bir Geçici Protokol, bir Mali Protokol, bir Son senet, üç Niyet ve Yorum Bildirisinden oluşmaktadır. 

Bu Protokol ve Bildiriler, Esas Andlaşmanın 30. maddesi gereğince andlaşmanın 
"ayrılmaz parçalarıdır" ve ayn ı hukuki değere sahiptirler. 

Esas Andlaşmanın birinci kısmı (m. 1 - 7 AA) ortaklığın genel ilke ve esasları düzenlenmektedir. Üç alt bölüme ayr ılan ikinci kısmın (m. 8 - 21 AA) 
ilk bölümünde (m. 8 - 10 AA), ortaklığın geçiş döneminin uygulanmasına ilişkin hükümler bulunmaktadır. İkinci bölüm (m. 11 AA), tarım konusunu 
hükme bağlamaktadır. Üçüncü bölüm (m. 12 - 21 AA), ekonomik nitelikte sair hükümleri içermektedir. Andlaşmanın son kısmı (m. 22 - 33 AA) ise, genel ve 
son hükümlere ilişkin düzenlemeler getirmektedir. 

Ankara Andlaşması bir "çerçeve andlaşması" 15 niteliği taşır. Ana ilke ve esasları bakımından Roma Andlaşmasının hükümlerinden esinlenmiştir 16. 
Bu kapsamda esas itibariyle içerisinde mallar ın, hizmetlerin, sermayenin ve kişilerin ortak bir rekabet düzeni çerçevesinde serbestçe dolaşabileceği bir 
"ekonomik alan" yaratılması için bir program tespit edilmiştir. Kademeli olarak kurulacak olan gümrük birli ği, andlaşmanın temel noktas ını teşkil eder 
(m. 10 AA). 

Bunun yanında, tarım (m. 11 AA), işçilerin serbest dola şımı (m. 12 AA), yerle şme serbestisi (m. 13 AA), hizmetlerin serbest dola şımı (m. 14 AA), 
ulaştırma (m. 15 AA), rekabet ve vergiler (m. 16 AA), mevzuat ve ekonomi politikalarının uyumlaştırılması (16 ve 17 AA) sermaye ve ödemelerin serbest 
dolaşımı (m. 18, 19 ve 20 AA) hakkında andlaşmada hükümler öngörülmüştür. 

Ankara Andlaşmasında öngörülen hükümler esas itibariyle taraflar ın somut yükümlülüklerinden ziyade, genel ilkeler getirmekte ve "Roma Andlaşmasının 
ilkelerinden esinlenme de uyuşmuşlardır" gibi muğlak ifadeler içermektedir. 

Bu hükümlerin büyük çoğunluğunun program niteliği taşıması , âkit taraflara 
ortaklık rejiminin uygulanmasında önemli derecede takdir alanı bırakmaktadır. Ancak, taraflar ın ortaklık rejimin uygulamasında iki temel yükümlülükleri 
vardır. Bu temel yükümlülüklerden birincisi, 7. maddede düzenlenen, 
"sözleşmeye sadakat" borcu, diğeri ise, 9. maddede belirtilen "ayrımcılık 
yasağı"dır. 

Türkiye ile Topluluğun üye devletleri arasında mevcut olan ekonomik gelişmişlik farkı nedeniyle, ortaklık rejiminin kademeli olarak uygulanması ve 
Türkiye'nin bu süreç içerisinde Topluluğun ekonomik ve mali yardımları ile desteklenmesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, ortakl ık 
rejiminin birbirini izleyen hazırlık, geçiş ve son dönem olmak üzere toplam üç evreden geçerek gelişeceği kararlaştırılmıştır. Hazırlık döneminden geçiş 
dönemine intikal otomatik olmayıp, geçi ş dönemin koşullarının taraflar 
arasında görüşülerek bir protokol ile saptanması gereklidir (m. 4 AA). Son döneme geçiş konusu ise andlaşma da düzenlenmeyerek aç ık bırak ılmıştır. 

Ortaklığın ilk evresini hazırlık dönemi oluşturmaktadır. Bu dönemin esas amacı , Türkiye'nin ekonomik ve sosyal gelişmesini sağlamak olarak öngörülmüştü. Türkiye ortaklığın geçiş ve son dönemlerinde kendisine düşecek yükümleri üstlenebilmek için bu dönem içerisinde herhangi bir yükümlülük 
altına girmemiştir. Bu çerçevede Türkiye lehine baz ı ekonomik yardım ve imtiyazlar l7 verilmiş ise de beklenen sosyoekonomik katkı sağlanamamıştır. 
Hazırlık döneminin süresi esas itibariyle 5 yıl olarak planlanmıştı . Ancak, hazırlık dönemi Geçici Protokolde öngörülen usullere uygun şekilde uzatılarak 
9 yıl sürmüş ve 31 Aralık 1972'de sona ermiştir (m.3 AA). 

Belirli istisna halleri d ışında 12 yıl sürmesi gereken geçiş dönemi, âkit tarafların karşılıklı ve dengeli yükümlülükleri esasına dayalı olarak, Türkiye ile 
Topluluk arasında bir gümrük birliğinin gittikçe gelişen şekilde yerleşmesi, ortaklığın iyi işlemesini sağlamak için Türkiye'nin ekonomi politikalarının 
Topluluğun ekonomi politikalarına yaklaştırılması , bunun için de gerekli ortak eylemlerin geliştirilmesine hizmet etmesi amacıyla yapılandırılmıştır (m. 4 AA). 

Ortaklığın son dönemi gümrük birli ğine dayan ır ve âkit taraflar ın ekonomik ve sosyal politikalar ı arasındaki koordinasyonun güçlendirilmesini 
gerekli kılmaktadır (m. 5 AA). Diğer dönemlerin aksine, son döneme geçi ş şekli Ankara Andlaşmasında düzenlenmediği gibi, bu dönemin süresinin uzunlu ğu da 
açık bırakılmıştır'''. Ortaklığın son dönemi, doğal olarak "ortaklık"tan "tam üyeliğe" geçişi hazırlama fonksiyonu görecektir 19 . 

Ortaklık kurumsal olarak yapılandırılmıştır. Ankara Andlaşması , süreklilik arz eden bir hukuki ilişki yarattığı için, kurumsal nitelikli hükümler de 
içermektedir. Andlaşmanın 6. maddesinde, ortaklık rejiminin uygulanması ve gittikçe gelişmesini sağlamak üzere âkit taraflar ın bir araya gelebileceği bir 
Ortaklık Konseyinin kurulması öngörülmüştür. 24. maddenin 3. fıkrasında ise, Ortaklık Konseyinin, görevlerinde kendisine yardım edebilecek her komiteyi ve 
Andlaşmanın iyi yürütülmesi için gerekli işbirliği ve devamlılığını sağlayacak bir komite kurmaya karar verebileceği belirtilerek, yardımcı organların 
kurulmasına izin verilmiştir. Bu hüküm uyar ınca, Ortaklık Konseyi tarafından bir dizi Komiteler kurulmuştur 2°. Anlaşmazlıkların çözümü için bir prosedür 
düzenlenmekle beraber, herhangi bir yargı organ ı öngörülmemiştir. Ayrıca, Avrupa Parlamentosu ve daha sonra Ekonomik ve Sosyal Komite ile öte yandan 
TBMM ve diğer ilgili Türk makamları arasında gerekli işbirliğinin sağlanması amac ıyla gerekli tedbirler alınacağı hükme bağlanmıştır (m. 27 AA). 

B. Katma Protokol., 

23 Kası m 1970'de imzalanıp 1 Ocak 1973'te yürürlüğe giren Katma Protokol (KP) 21 , Ankara Andlaşmasında düzenlenen alanlar ın Türkiye'nin ekonomik durumuna uygun bir şekilde yürürlüğe konmasını sağlayan bir "uygulama andlaşması "22 niteliğini taşımaktadır. Burada, Ankara Andlaşması ile yaratılan hukuki temel üzerinde geçiş döneminin ayrıntıları ve özellikle de kurulacak gümrük birliğinin ilke ve usulleri esaslı bir biçimde düzenlenmiştir 23 . 
Topluluk bu kapsamda, sanayi mallar ında Türkiye'den yapacağı ithalata (tekstil ve petrol ürünleri istisnalar ı saklı kalmak kaydıyla) hiçbir gümrük veya e ş etkili 
vergiler koymamayı ve miktar kısıtlamaları uygulamamayı garanti ederken 24 , Türkiye ise, Topluluk çıkışlı mallara uygulanan gümrük ve e ş etkili vergilerini 
12/22 yıllık dönemler içerisinde tedricen kaldırmayı ve aynı dönem içinde Topluluğun ortak gümrük tarifesi ve tar ım politikasına uyum sağlamayı taahhüt etmiştir. 

Katma Protokol, sanayi ürünleri için gümrük birliğinin kurulmasıyla ilgili hükümlerin yanında, tarım ürünleri, işçilerin serbest dolaşımı , yerleşme hakkı , 
hizmetlerin serbest dolaşımı , taşımacılık, rekabet, devlet yardımları , Ekonomik politikaların ve mevzuat ın yakınlaştırılması konularında da düzenlemeler   getirmektedir. Fakat, bu hükümler gümrük birliği ile ilgili hükümler gibi "doğrudan uygulanabilir" niteliğine sahip olmadıklarından, uygulanabilmeleri için Ortaklık Konseyi kararları gereklidir'''. 

Katma Protokol, ortaklık rejimin uygulanmasına iki sınır çizmektedir. Birinci olarak, Türkiye, bu Protokolün kapsamına giren alanlarda üye devletlerin Roma Andlaşması uyarınca bir-birlerine tanıdıklarından daha elverişli işlemden yararlanamaz (m. 59 KP). İkinci olarak da, tarafların, ciddi ekonomik zorluklar ile karşılaşmaları durumunda korunma önlemlerine başvurma imkanlarının olmasıdır. Katma Protokol, 60. maddede öngörülen genel hükmün yan ın-da, özellikle Türkiye'ye yönelik çe şitli korunma hükümlerine de yer vermektedir. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

25 Ekim 2018 Perşembe

Bazı Büyüklerin Masalı

Bazı Büyüklerin Masalı,




Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com 
29 Kasım 2010

Türkiye 1963 yılında, Avrupa Birliği ile Ankara Anlaşmasını imzaladı. 

   Geçen zaman içinde Avrupa Ekonomik Topluluğu, (AET) tek devlet olmayı hedef haline getiren, AB’ne döndü. Türkiye AB ile gelişen, değişen, tıkanan bir çizgi içerisinde birlikte oldu. Bu birlikteliğin en önemli aşaması hiç şüphesiz Gümrük Birliği Anlaşması’dır.Türkiye Gümrük Birliği Anlaşması ile AB ile başka örneği bulunmayan bir düzene girmiştir. Bunun açtığı yolda AB üyeliği olmayan; karar alma aşamalarına katılamayan ancak mallarının serbest dolaşabildiği bir düzen kurulmuştur. 

Serbest dolaşabilen Malların sahiplerinin ne yazık ki serbest dolaşım hakkı yoktur. 

   AB’nin imzaladığı “Serbest Ticaret Anlaşmaları”na (STA) doğrudan taraf olamayan ve trafik sapması sebebiyle pazarını sadece AB ülkelerine değil, dolaylı olarak AB’nin STA imzaladığı ülkelere de açan Türkiye, çok sıkıntılı bir dönem yaşamaktadır.  Zira Türkiye’nin büyümesi bu yapı içerisinde dolaylı olarak ithalata bağımlı hale gelmiştir. İhracatını sanayileşme yoluyla değil, ithalatla arttırabilen bir ekonomik yapıyı işletmek zorunda kalınmıştır. Sanayileşme durunca işsizlik artmaya başlamıştır.  

   AB ile imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması Türkiye’yi ciddi bir pazar bağımlılığına mahkûm etmiştir. Pazarın gelişmesini, çeşitlenmesini engelleyici bir unsur olmuştur.Bu şartlarda Türkiye, tam üyelik bahsekonu edilmeksizin “aday ülke” ilan edilmiş, bunu takiben de “müzakere eden aday ülke” statüsüne çekilmiştir. AB, masaya toplam 35 müzakere başlığı koymuş, açılması mümkün olan başlık sayısı yalnızca 3te kalmıştır. Bunun manası hukuki olarak olmasa bile fiilen üyelik sürecinin AB tarafından dondurulduğudur. 

 Böyle bir ortamda Gümrük Birliği’nin Türkiye’nin AB’ye girmesinde siyaseten itici unsur olarak ele alınmasının hayal olduğu görülmektedir.Gümrük Birliği’ni takiben Türkiye, hukuk mevzuatı açısından AB’yi temel model olarak almıştır. Ekonomide işlenmiş tarım ve sanayi ürünlerinde “sıfır vergi” rejimine geçilmiş, her türlü gümrük engeli ortadan kaldırılmıştır. Bu anlaşmanın Türk Sanayii’ne rekabet gücü kazandırdığı doğrudur. Ya kaybettirdikleri?Gümrük Birliği imzalanınca yoğun bir propaganda ile hemen her iktidarın vazgeçemediği “tarihi zafer kazandık” sloganlarıyla Türkiye, AB’nin STA imzaladığı her ülkeye sıfır gümrükle ülkemizde mal satma imkânı tanımıştır. AB üyesi olmadığımız için bu ülkelere aynı haklarla mal satma imkânı bulamamıştır. Hiç şüphesiz ki bu konu bir makalenin sınırlarını aşacak güçte veağırlıktadır.Bu ağırlığın önemli çizgilerinden birisi, AB’nin mevcut yapısında patlayan sosyal ve ekonomik güçlüklerdir. 

Bunlar: yıkılan aile, yaşlanmış bir nüfus yapısı; artan işsizlik, manevi ve ahlaki değerlerde büyük ölçüde yaşanan yozlaşma, gençliğin aşırı alkol, sigara tüketimi ve uyuşturucu kullanmasıdır.Bu yapı geçtiğimiz yıl yaşanan ekonomik krize dayanamamış, çok ağır tahribata uğramıştır. AB’nde 2008 yılının ilk çeyreği ile 2009 yılının son çeyreği arasındaki dönemde toplam 2,5 milyon kişi işsiz kalmıştır. IMF’nin en son Ekim 2009’da güncelleştirdiği tahminlerine göre AB % 4,2 küçülmüştür. 2010 yılında ise ancak % 0,5 oranında büyüyebilecektir. Özellikle dünyada ve Avro bölgesinde ihracatı ve ihracata yönelik yatırımları destekleyecek kayda değer düzeyde bir talep artışının kısa dönemde ortaya çıkması mümkün değildir. 

İşsizlik de ağırlaşan bir problem olmaya devam edecektir.AB çok sıkıntılı günler geçirmektedir. Sosyal güvenlik fonlarının  zayıflaması ve bu konuda hükümetlerin aldıkları kemer sıkma tedbirleri uygulamaya konulamamıştır. 

Kriz Türkiye’nin AB pazarına olan ihracatını 68 milyar dolardan gerileterek 42,5 milyar dolara indirmiştir. 

Türkiye, AB’nin STA imzaladığı ancak kendisinin anlaşma imzalayamadığı ülkelerden gelen malların yarattığı haksız rekabete artık dayanamaz. AB mevzuatına uyacağız diye silahlı kuvvetlerin ve emniyet teşkilatının teröre karşı dinamik, vurucu hareket etmesi büyük ölçüde tahrip edilmiştir. Milli devlettin temel değerleri her geçen gün yara almaktadır. Türkiye AB’nin kapısında onurundan daha fazla fedakârlık yapamaz. Milli Devletimizi yıkmak, ekonomimizi, sanayimizi bitirmek isteyen projelerin hepsinde AB patenti vardır. Yunanistan’ın Megalo İdea taleplerine, Ermenistan’ın saçmalıklarına, büyük Kürdistan projesine hayır diyerek ayağa kalkmanın zamanı çoktan gelmiştir. Bu saçmalığa son diyelim! 

AB Çocuk kalmış bazı Büyüklerin Masalı olarak yaşamasına devam etsin!.. 


Kaynak Yeniçağ: Bazı büyüklerin masalı - Agah Oktay GÜNER 
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/bazi-buyuklerin-masali-15898yy.htm


1 Ağustos 2018 Çarşamba

AB, BİTMEYEN YOL., BÖLÜM 6


AB, BİTMEYEN YOL., BÖLÜM 6


Helsinki'den Sonra Hangi Gelişmeler Oldu? 

Helsinki kararından sonra 2000 yılında Türkiye ile tarama sürecine geçilmesi gerekiyordu. Bu amaçla 11 Nisan 2000'de Türkiye-AB Ortaklık Konseyi toplandı. Toplantıda 31 başlıktan oluşan AB mevzuatının analitik incelemesi için 8 alt komisyon oluşturulması kararlaştırıldı. Tarama sürecinin Mayıs-Haziran döneminde başlatılması beklendi. Ancak bu süreç hiç başlamadı; onun yerine, terminolojide yeri olmayan yeni bir ifadeyle, derinleştirilmiş analitik inceleme gibi muğlak bir ifade bulundu. 
Helsinki'den sonra özellikle güneydoğu konusunda açık talep ve müdahaleler yoğunlaştı. Dışişleri Bakanı İsmail Cem bile "Bunlar kendilerini sömürge valileri sanıyorlar." demek zorunda kaldı. Cem, 2002 yılına geldiğimizde aynı ifadeyi, bir kez daha kullanacaktı. Bu aslında, ilişkilerin yerinde saydığının, AB'nin Türkiye'ye karşı tutum ve niyetlerinde en ufak bir değişiklik görülmediğinin de itirafı olacaktı.
Bu arada Fransa ve İtalya'nın ardından, AB Parlamentosu da sözde Ermeni Soykırımı tasarısını kabul etti. Böylece Kürt meselesi, Kıbrıs ve Ege'den sonra "Ermeni" meselesi de sıradaki yerini almış oldu. 


Katılım Ortaklığı Belgesi İle Türkiye'den Neler İstendi? 

Türkiye'ye bundan sonra neleri yapması gerektiğini anlatan Katılım Ortaklığı Belgesi 8 Kasım 2000 tarihinde verildi. KOB'da, "Öncelikler ve Orta Vadeli Hedefler" başlığı altında şu değerlendirme yapıldı: 
"AB Komisyonu, İlerleme Raporlarında, aday devletlerin üyelik hazırlıklarında bazı alanlarda geliştirilmesi ve devam etmesi gereken çabaların altını çizer. Bu durum öncelikler kapsamında ara aşamaların tanımının yapılmasını ve her tanımın ilgili devletlerin işbirliğiyle belirlenecek kesin amaçlarla tamamlanmasını gerektirir. Bunun başarıya ulaşması verilecek yardımın derecesini, bazı ülkelerle devam eden müzakerelerde kaydedilen gelişmeyi ve diğer ülkelerle yeni müzakerelerin açılmasını belirler. Katılım Ortaklığının öncelikleri kısa ve orta vade olarak iki gruba bölünmüştür. Kısa vadede sıralananlar, Türkiye'nin 2001 yılına kadar tamamlaması veya somut olarak ileriye götürecek adımları atması beklentisi esas alınarak seçilmiştir. Orta vadede sıralananlar ise, tamamlanması bir yıldan fazla sürmesi mümkün, ancak imkânlar ölçüsünde çalışmaları 2001 yılı içinde başlatılması beklenenlerdir.
Katılım Ortaklığı, Türkiye'nin üyelik hazırlıkları için gerekli öncelik alanlarını belirlemektedir. Buna göre, "Türkiye her halükârda İlerleme Raporunda yer alan tüm konulara eğilmek durumunda olacaktır. Türkiye'nin, Ortaklık Anlaşması, Gümrük Birliği ve örneğin, tarım ürünlerine ilişkin ticaret rejimi gibi AT-Türkiye Ortaklık Konseyi kararları çerçevesinde mevzuatın uyumu ve uygulamasına ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmesi de önem taşımaktadır. AB mevzuatının yasalara meczinin tek başına yeterli olmadığı, ayrıca Avrupa Birliği'nin uyguladığı standartlarda uygulanmasının güvence altına alınmasının gerekli olduğu da hatırda tutulmalıdır. Aşağıda sıralanan tüm alanlarda mevzuatın güvenilir ve etkin uygulaması gerekmektedir." 

KOB ile Türkiye için belirlenen kısa ve orta vadeli öncelikler ve ana hedefler şöyle olmuştur: 

Kısa Vade (2001): Güçlendirilmiş Siyasal Diyalog ve Siyasî Ölçütler 
Helsinki sonuçlar bildirgesine uygun olarak, siyasal diyalog bağlamında, Helsinki sonuçlar bildirgesinin 9(a) maddesinde atıf yapıldığı gibi, BM Genel Sekreteri'nin Kıbrıs sorununa kapsamlı bir çözüm bulunması sürecini başarılı bir sonuca bağlamaya yönelik çabalarını güçlü bir biçimde desteklemek. 
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. maddesi doğrultusunda, ifade özgürlüğü hakkı için yasal ve anayasal güvenceleri güçlendirmek. Bu bağlamda şiddet içermeyen görüşlerini açıklamaktan hapis cezası verilen kişilerin durumuna işaret etmek.
Dernek kurma özgürlüğü ve barışçıl toplantı hakkı ve sivil toplumun gelişmesini cesaretlendirmek için yasal ve anayasal güvenceleri güçlendirmek. 
İşkence uygulamalarına karşı mücadeleyi pekiştirmek için yasal hükümleri güçlendirmek ve bu yönde gereken bütün tedbirleri almak ve Avrupa İşkenceyi Önleme Sözleşmesine uyumu sağlamak. 
Mahkeme öncesi gözaltı ile ilgili yasal uygulamaları (prosedürleri), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümleri ve İşkenceyi Önleme Komitesi tavsiyeleri doğrultusunda daha fazla uyumlulaştırmak. 
Her türlü insan hakları ihlaline karşı hukukî yeniden yargılama olanaklarının güçlendirilmesi.
Diğer ülkeler ve uluslararası örgütlerle işbirliği içinde kanun uygulayıcı yetkililerin insan hakları konusunda yoğun olarak eğitimi. 
Yargının - Devlet Güvenlik Mahkemeleri de dahil olmak üzere - işleyiş ve etkinliğini uluslararası standartlara uygun olarak iyileştirmek. Özellikle, hakim ve savcıların Avrupa Birliği mevzuatı - insan hakları alanı dahil olmak üzere - eğitimlerini güçlendirmek. 

Ölüm cezası ile ilgili fiilî moratoryumun devam etmesi. 
Türk vatandaşlarının kendi anadillerinde televizyon ve radyo yayını yapmalarını yasaklayan her türlü yasal hükmün kaldırılması. 
Bütün vatandaşların ekonomik, sosyal ve kültürel olanaklarını artırıcı bir bakış açısıyla, bölgesel dengesizliklerin azaltılmasına yönelik, ve özellikle Güneydoğudaki durumun iyileştirilmesi için kapsamlı bir yaklaşım geliştirmek. 


Orta Vadeli Öncelikler

Helsinki sonuçlar bildirgesine uygun olarak, siyasal diyalog bağlamında, anlaşmazlıkların Birleşmiş Milletler Anayasası'na uygun şekilde barışçı yollardan çözülmesi ilkesi kapsamında, Helsinki sonuçlar bildirgesinin 4. maddesinde atıf yapıldığı gibi, devam eden sınır anlaşmazlıklarını ve diğer ilgili konuları çözmek için her çabayı sarf etmek. 
Hiçbir ayırıma tabi tutulmaksızın ve dil, ırk, renk, cinsiyet, politik düşünce, felsefî inanç veya dinlerine bakılmaksızın tüm bireylerin bütün insan hakları ve temel özgürlüklerden tam olarak yararlanmalarının güvence altına alınması. Düşünce, vicdan ve din özgürlüklerinden yararlanma koşullarının daha da geliştirilmesi. 
Türk Anayasasının ve diğer ilgili mevzuatın, bütün Türk vatandaşlarının hak ve özgürlüklerini Avrupa İnsan Haklarının Korunması Sözleşmesinde belirtildiği gibi güvence altına alan bir bakış açısıyla, tekrar gözden geçirilmesi ve bu tür yasal reformların uygulanmasının ve Avrupa Birliği Üye Devletlerinin uygulamalarıyla uyumun sağlanması. 
Ölüm cezasının kaldırılması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6 No'lu Protokolü'nün imzalanması ve onaylanması. 
Uluslararası Medenî ve Siyasî Haklar Sözleşmesi ve tercihli Protokolü'nün, ve Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi'nin onaylanması. 
Cezaevlerindeki gözaltı koşullarının Birleşmiş Milletler Hükümlü ve Tutukluların Muamelesinde Gözetilecek Standard Asgarî Kurallar ve diğer uluslararası normlara uygun hale gelecek şekilde düzeltilmesi.
Millî Güvenlik Kurulunun hükümete bir danışma organı niteliğindeki Anayasal rolünün Avrupa Birliği üye ülkelerinin uygulamalarına uyumlulaştırılması. 
Güneydoğu'da halen devam etmekte olan Olağanüstü Hal'in kaldırılması. 
Kültürel çeşitliliğin sağlanması ve kökenlerine bakılmaksızın tüm vatandaşların kültürel haklarının güvence altına alınması. Bu hakların kullanılmasını engelleyen her türlü yasal hüküm - eğitim alanındakiler de dahil olmak üzere - kaldırılması. 

Türkiye, Bu Talepleri Ulusal Programı İle Nasıl Cevaplandırdı?

AB'nin KOB'una Türkiye 19 Mart 2001 tarihinde bir Ulusal Programla cevap verdi. Programda, siyasî talepler ile ilgili yapabileceklerimiz şöyle sıralandı: 
Kıbrıs: Türkiye Kıbrıs'ta tarafların egemen eşitliğine ve ada gerçeklerine dayalı karşılıklı olarak kabul edilebilir bir çözüm kapsamında, yeni bir ortaklık kurulması için BM Genel Sekreterinin iyi niyet misyonu çerçevesindeki çabalarına destek vermeye devam edecektir.
Düşünce ve İfade Özgürlüğü (Kısa Vadede): Anayasa'nın temel hak ve hürriyetlerle ilgili bölümlerinin başta düşünceyi açıklama ve yayma, bilim ve sanat ile basın özgürlükleriyle ilgili hükümler olmak üzere gözden geçirilmesi, 
TCK'nın 312. maddesinin koruduğu değerler zedelenmeden gözden geçirilmesi, 
Terörle Mücadele kanununun 7. ve 8. maddelerinin gözden geçirilmesi, 
RTÜK kanunun gözden geçirilmesi, 
Basın suçlarının kapsamı ve öngörülen cezalarla ilgili olarak basın kanununun gözden geçirilmesi planlanmaktadır. 

(Orta vadede) 

Siyasî Partiler Kanunu'nun, Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu ve Tüzüğü ile Jandarma Teşkilat Görev ve Yetkileri Kanunu ve Yönetmeliği, Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu ve Tüzüğünün, 3257 sayılı Sinema Video ve Müzik Eserleri Kanunu ile ilgili diğer mevzuatın gözden geçirilmesi, Yeni TCK'nın yasalaşması. 
Ölüm Cezalarının Kaldırılması: Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına göre kesinleşmiş idam cezalarının yerine getirilmesi kararı münhasıran TBMM'nin yetkisindedir. Hükümet, TBMM'nin 1984 yılından bu yana yaşam hakkının özüne dokunulmaması yönünde benimsediği uygulamaya saygılıdır. Türk ceza hukukundan ölüm cezasının kaldırılması hususu şekil ve kapsam itibariyle TBMM tarafından orta vadede ele alınacaktır. 
Kültürel Yaşam ve Bireysel Özgürlükler: Türkiye Cumhuriyetinin resmi ve eğitim dili Türkçe'dir. Ancak bu vatandaşların günlük yaşamlarında farklı dil, lehçe ve ağızların serbest kullanılmasına engel teşkil etmez. Bu serbestlik ayrılıkçı veya bölücü amaçlarla kullanılamaz.
Dinî Azınlıklar: Ülkemizde yaşayan ve Türk vatandaşı olmayan gayrımüslim kişilerin de mensup oldukları dinin vecibelerini yerine getirmelerinde ve kendileriyle ilgili diğer uygulamalarda gerekli pratik kolaylıkların kamu düzeninin korunmasına ilişkin mevzuatımız çerçevesinde geliştirilmesini sağlayacak tedbirlerin alınması (orta vadede). 

Ancak AB, Ulusal Programımızı beğenmedi ve bunu da 2001 İlerleme Raporu'nda şöyle ifade etti: 

"Ulusal program, kültürel haklara ilişkin öncelikler gibi KOB'da yer alan bir takım önceliklerin nasıl ele alınacağı konusunda yeterince açık değildir. KOB'da kökenleri ne olursa olsun bütün yurttaşlar için kültürel hakların garanti edilmesine dair öncelik ile ilgili olarak, UP bir hayli geri bir noktadadır. Ayrıca Türk yurttaşlarınca tv/radyo yayınlarında anadillerinin kullanılmasını yasaklayan bütün hükümlerin kaldırılmasına ilişkin öncelik UP'a dahil edilmelidir. Ölüm cezası hükümlerinin kaldırılmasına ilişkin öncelik UP'a dahil edilmelidir. Ölüm cezası konusunda AİHS'nin 6 nolu protokolünü imzalamaya yönelik bir taahhüt ulusal programda eksiktir. Söz konusu belge özellikle Lozan Antlaşması'nın kapsamına girmeyen azınlık dinleri (Müslüman ve gayrı müslim topluluklar) bakımından Türkiye'nin din özgürlüğünü ne şekilde garanti etmeyi öngördüğünü belirtmelidir." 

Başbakan Ecevit ve Yardımcısı Yılmaz ile diğer AB taraftarları, ısrarla Türkiye'nin Ulusal Program'da verdiği taahhütleri yerine getirmesinden bahsetmektedirler. Oysa AB, istedikleri hususların Ulusal Program'da bulunmadığı tesbitini yaparak, bunların programa konmasını istemekte ve böylece, kendi açısından daha açık ve dürüst davranmaktadır. Ulusal Program'da yer almayan hususları ve sözleri varmış gibi göstererek, kamuoyunu yanıltanlara, altına imza koydukları Ulusal Program'la ilgili olarak, eğer bilgisizlikleri sözkonusu değilse, bu tutumlarının sebebinin sorulması gerekmektedir. 

KOB'da Kıbrıs'ın "Ön Şart" Olmasına  ve Diğer Taleplere Ecevit ve Yılmaz Nasıl Tepki Gösterdiler? 

Başbakan Ecevit başta olmak üzere ilk etapta KOB'a olumlu tepkiler geldi. Kısa bir süre sonra ise tam bir curcuna yaşandı, hükümet ortakları ve bakanlar çelişkili açıklamalar yaptılar. Ecevit, "AB bizi aldatmıştır" derken, ortağı Mesut Yılmaz, "istenenlerin atla deve olmadığını" söyledi. Dışişleri Bakanı Cem ise hem Başbakan Ecevit'le, hem de Bakanlığı ile ters düştü. Başbakan Ecevit, 22 Kasım 2000 tarihinde partisinin Meclis Grup toplantısında, şu değerlendirmeyi yaptı: 
"Türk ulusunun siyaset anlayışı dürüstlük üzerine kuruludur. O nedenle bana göre, uluslararası ilişkilerde güvenilirlik ölçütü Kopenhag ölçütünden çok daha değerlidir. Avrupa Komisyonu'nun 8 Kasım günü Türkiye için açıkladığı Katılım Ortaklığı Belgesi bu açından bende derin hayal kırıklığı yaratmıştır. Çünkü bu belge ile, Avrupa Birliği, 10 Aralık 1999 günü Helsinki Doruğu'nda Türkiye'yi üye adaylığına kabul ederken, Kıbrıs ve Ege konularında bize vermiş olduğu sözü çiğnemiştir. Yani bizi aldatmıştır. Üstelik her iki konu Türkiye için yaşamsal önem taşımaktadır. Her iki konuda da asla veremeyeceğimiz ödünler vardır. Bu iki konudaki duyarlılığımız bütün Avrupa Birliği üyesi ülkelerce bilinmektedir. 
18 Kasım günü yaptığım açıklamada da belirttiğim gibi, Avrupa Birliği Komisyonu veya Konseyi bizim bu duyarlılığımızı gereğince değerlendirmezse, Avrupa Birliği ile ilişkilerimizi yeniden gözden geçirmemiz kaçınılmaz olacaktır. 

Önümüzdeki günlerde yeniden toplanacak olan bu kurulun, Kıbrıs ve Ege konularında Türkiye'nin beklentilerine uygun bir sonuca varacağını umarım. Böyle bir sonuca varılmazsa, Türkiye'nin tepkisi herhalde sözde kalmayacaktır.
Ancak şunu da belirtmeliyim ki; Türkiye kendiliğinden üye adaylığını askıya alacak veya üyelik amacından vazgeçecek değildir. Bunu temenni edenler varsa boşuna hayal kurmasınlar. Avrupa yalnızca Avrupa Birliği üyelerinin ülkesi değildir. Avrupalılık da, Avrupa Birliği üyelerinin tekelinde değildir. Türkler yaklaşık 600 yıldır Avrupalıdırlar. Türkiye 1949'dan beri Avrupa Konseyi'nde üyedir. 1952'den beri NATO üyesidir. 1963'den beri Avrupa Birliği'nde ortak üyedir. 1995'den beri Batı Avrupa Birliği'nde ortak üyedir. 6 Mart 1995'den beri Avrupa Birliği'yle Gümrük Birliği ilişkisi içindedir. 10 Aralık 1999'dan beri de Avrupa Birliği'nde üye adaydır. Türkiye Avrupa Birliği'yle böylesine çok yönlü ve çok boyutlu ilişkiler içindeyken, hiçbir güç onu Avrupa'dan veya Avrupalılıktan koparıp soyutlayamaz. 

Eğer Avrupa Birliği Kıbrıs'ta uzlaşı istiyorsa, bunun yolu Kıbrıslı Türkleri baskı altına alıp, Rum egemenliğine sürüklemek olamaz. Bunun yolu Kıbrıs'ta iki ayrı bağımsız devlet bulunduğu gerçeğini içlere sindirmektir.
Eğer Avrupa Birliği Ege sorununun hakça bir çözüme ulaşmasını istiyorsa, onun da yolu, Yunanistan'ın kaprislerine boyun eğmek değil, onu Türkiye ile uygarca bir diyaloğa yöneltmektir." 

Başbakan Ecevit, o günlerde, siyasetin ölçüsünü dürüstlük olarak belirleyip, "güvenilirliği" Kopenhag kriterlerinin üzerinde görüyor ve AB'ye güvenmediğini ima ediyordu. Ancak bugün Kopenhag kriterleri, tüm değerlerin üzerine çıkartılmıştır. 
Ecevit, ayrıca AB'nin Helsinki Zirvesi'ndeki sözünü çiğnediğini hatırlatmaktadır. Evet, AB bir kez daha sözünü çiğnemişti ama devlet işlerinin yazılı belgeler yerine, sözler veya hukukî bağlayıcılığı olmayan mektuplarla yürütülmesi halinde bu tür aldatmalarla özellikle AB ile ilişkilerde her zaman karşılaşabileceğimizi bilmemiz gerekmektedir. Hatırlanacağı gibi Türkiye, Helsinki Zirvesi'ne, tüm ısrarlarıma rağmen bizden istenenlerden ne anladığını yazılı bir belge ile bildirmemiş, Lipponen ve İngiltere Dışişleri Bakanının birer mektup ile verdikleri sözle yetinmiştir. 

Ecevit'in, AB'nin Türkiye'nin beklentilerine uygun bir karara varmaması halinde tepkimizin sözde kalmayacağına ilişkin ifadesi ise doğru ama sözde kalan bir tepki olmuştur. Zira Ecevit, bir yandan adaylığımızı gözden geçireceğimizi söylerken, öte yandan Türkiye'nin AB üyeliği amacından vazgeçmeyeceğini hatırlatmıştır. Çelişki gibi değerlendirilebilecek bu ifadeler gerçekte Ecevit'in, çoğu zaman gördüğümüz tutumuna uygundur. Şöyle ki, "aldatıldığımızı" söyleyerek, bir yandan Türkiye'de AB'ye tepkili olanlara selam verirken, öte yandan AB'den kopacağımız endişesi duyabilecek olanlara da AB'ye bağlılık mesajları göndermiştir. Ecevit, böylece bir taşla iki kuş vurmuştur ama kaybeden tek taraf olmuştur, o da "aldatıldığı" bizzat Başbakan tarafından söylenen Türkiye'dir. Maalesef burada bazı siyasetçilerimizin devlet idaresi anlayışına somut bir örnek sergilenmiştir. Ayrıca, AB, Kıbrıs ve Ege konularında bilinen politikasını sürdürmüş, Türkiye'nin tepkisi de sözde kalmıştır.
Ecevit'in Kıbrıs konusundaki "Bizi aldattılar" sözlerine, AP-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Daniel Cohn Bendit cevap verdi. Kıbrıs'la ilgili tepkileri abartılı bulan Bendit, "Hiçbir ülke bir üye ülkeyle sınır sorunlarını çözmeden AB'ye giremez." dedi ve Ecevit'in yaklaşımının hatalı olduğunu söyledi. Bendit'in ifadesinden de görüleceği gibi AB için, hak veya hukukun değil, üyesi ülkenin önceliği önemlidir. Bendit, sınır ihtilaflarının, Türkiye'nin AB üyeliği için kriter ama nedense Kıbrıs Rum kesiminin üyeliği için kriter olmadığını bir kez daha teyid ediyordu. 

Ecevit, konuşmasının bundan sonraki bölümünde, AB'nin " Sanal Azınlıklar" yaratma çabalarına "saçmalık" diye tepki göstermiştir:

"Avrupa Türk ulusunu, kandırmacalarla, baskılarla, dayatmalarla, etnik lobilere veya bölücü akımlara destek olmakla kendi güdümüne alamaz veya yıldıramaz. Avrupa Parlamentosu'nda Türkiye konusunda cahilce laflar ediliyor. Kıbrıs'ta barışın güvencesi olan Türk Ordusu "İşgalci" diye suçlamaya kalkışılıyor. Türkle Kürdün ayrılmaz bir bütün olduğunu kavrayamadıkları için, kimi Avrupa Parlamentosu sözcüleri, Türkiye bağlamında, Korsika ve Bask benzetmeleri yapmaya kalkışıyorlar. Çoğunluğun ayrılmaz bir öğesi olan yurttaşlarımızı "Azınlık" gibi göstermeye uğraşıyorlar. Türk ulusunun bu tür hezeyanlara karnı tok, kulakları tıkalıdır. Türk'ün Avrupalılığında da böyle saçmalıkların yeri yoktur." 
Sadece kendi toplumunun tepkilerini yatıştırmaya yönelik bu demeci sonrasında Kıbrıs ve Ege konuları AB'nin planladığı şekilde ilerlerken, Ecevit 2 yıl sonra AB'nin "kimi yurttaşlarımızı azınlık" gibi gösterme politikasına da uyum sağladı. 2000 yılında bu konudaki talepleri "saçmalık" olarak nitelendiren Ecevit, 2002 yılının başlarına gelindiğinde kendisiyle çelişmesi pahasına Kürtçe eğitimi olmasa da, Kürtçe yayını kabul etti. Eğitim talebi konusunda,"Bunu kabul edemeyiz. Olacak şey değil. Bu, ucu bazı Avrupa ülkelerine kadar giden çevrelerin Türkiye'yi bölmek için çocukları, gençleri kullanarak yapmaya çalıştıkları bir tertip. Bölücü akımı açıktan ifade edemiyorlar, yavaş yavaş o yolda adımlar atıyorlar." 

tesbitinde bulunan Ecevit, nedense eğitimin bir adım öncesi olan yayın isteklerini bu çabalardan ayrı tuttu. Oysa ki, eğitim belli alanda, sınırlı sayıda insanla yapılan bir çalışmadır. Tv ve radyo yayını ise Ecevit'in ifadesiyle, "istesek de istemesek de her yere erişmektedir". Bu sebeple de dolaylı eğitim araçlarından birisidir ve ülke genelini kapsar. O zaman mesele hükümet ortağı ANAP Genel Başkanı Yılmaz'ın savunduğu "dershanede öğretimin" çok ötesine götürülerek, tüm ülke bir anlamda dershane haline getirilmiş olmayacak mıydı? Bazı şeylerin millete hazmettirile hazmettirile yapıldığı ortadadır.

Başbakan Ecevit, KOB'la ilgili değerlendirmesinde azınlık yaratma çabalarına tepki gösterirken, Dışişleri Bakanı İsmail Cem, liderinin bu konuşmasından sadece 21 gün sonra "Türkiye'de yaşayan herkesin kendi ana dillerinde TV yayını yapma özgürlüğüne sahip olması" gerektiği bombasını patlatıyordu. Basına, "Kürtçe TV sürprizi" başlığı ile yansıyan bu açıklamasında Cem, "AB gelip de Türkiye'ye `gelin bir azınlık tanımı yapın. Bu azınlığa belli bir isim verin' demiyor zaten. Peki azınlık yok diye biz insanlarımızın kendi ana dilinde TV yayını yapma isteği varsa, özlemi varsa buna mani mi olacağız?" diyordu. Önümüzdeki en büyük engelin insan hakları ve ekonomi değil mevzuat olacağını savunan Cem, "Özgün kimliği, güçlü birikimi, tarihî ve potansiyeli ile Ankara uysal, kendini beğendirmeye çalışan talebe gibi davranmayacak." diye de iddialı konuşuyordu. Cem'in bu "sürprizine" ilk destek, Türkiye'ye geldiğinde yetkililerle değil, HADEP'li belediye başkanları ve İnsan Hakları Derneği ile görüşen, açıklamaları ile adeta diplomatik skandallar yaratan İsveç'in Dışişleri Bakanı Anna Lindth'den geldi. Lindth, "İsmail Cem'in Kürtçe tv konusundaki açıklamasını, bütün AB üyeleri olarak çok olumlu karşıladık. Ama somut adım bekliyoruz. Zaten, Avrupalı meslektaşları olarak İsmail Cem'i çok takdir ediyoruz." dedi. 
Dışişleri Bakanımızın, Kürtçe TV ihtiyacına ilişkin sözleri ANAP Genel Başkanı Yılmaz'ın gerekçeleriyle örtüşmüştür. Böyle bir ihtiyacı kim, ne zaman ve nasıl tesbit ettiyse, ısrarla, "Bu insanlarımızın kendi ana dilinde TV yayını yapma isteğinden" bahsedilmektedir. Cem, AB ile ilişkilerimizde önümüzdeki en büyük engelin insan hakları ve ekonomi değil, mevzuat olacağını iddia ederken de oldukça öngörüsüz davranmıştır. Doğrudur, gerçek bir ilişkide temel engellerden birisi mevzuattır. Ama AB-Türkiye ilişkileri "sanal" bir çerçeveye oturtulduğu için Cem'in aksini savunmasına rağmen sadece 1 yıl sonra "insan hakları" kapsamında, Kürtçe TV, eğitim ve idam önümüze "olmazsa olmaz şartlar" olarak konulmuştur. 


7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***