1 Ağustos 2018 Çarşamba

AB, BİTMEYEN YOL., BÖLÜM 6


AB, BİTMEYEN YOL., BÖLÜM 6


Helsinki'den Sonra Hangi Gelişmeler Oldu? 

Helsinki kararından sonra 2000 yılında Türkiye ile tarama sürecine geçilmesi gerekiyordu. Bu amaçla 11 Nisan 2000'de Türkiye-AB Ortaklık Konseyi toplandı. Toplantıda 31 başlıktan oluşan AB mevzuatının analitik incelemesi için 8 alt komisyon oluşturulması kararlaştırıldı. Tarama sürecinin Mayıs-Haziran döneminde başlatılması beklendi. Ancak bu süreç hiç başlamadı; onun yerine, terminolojide yeri olmayan yeni bir ifadeyle, derinleştirilmiş analitik inceleme gibi muğlak bir ifade bulundu. 
Helsinki'den sonra özellikle güneydoğu konusunda açık talep ve müdahaleler yoğunlaştı. Dışişleri Bakanı İsmail Cem bile "Bunlar kendilerini sömürge valileri sanıyorlar." demek zorunda kaldı. Cem, 2002 yılına geldiğimizde aynı ifadeyi, bir kez daha kullanacaktı. Bu aslında, ilişkilerin yerinde saydığının, AB'nin Türkiye'ye karşı tutum ve niyetlerinde en ufak bir değişiklik görülmediğinin de itirafı olacaktı.
Bu arada Fransa ve İtalya'nın ardından, AB Parlamentosu da sözde Ermeni Soykırımı tasarısını kabul etti. Böylece Kürt meselesi, Kıbrıs ve Ege'den sonra "Ermeni" meselesi de sıradaki yerini almış oldu. 


Katılım Ortaklığı Belgesi İle Türkiye'den Neler İstendi? 

Türkiye'ye bundan sonra neleri yapması gerektiğini anlatan Katılım Ortaklığı Belgesi 8 Kasım 2000 tarihinde verildi. KOB'da, "Öncelikler ve Orta Vadeli Hedefler" başlığı altında şu değerlendirme yapıldı: 
"AB Komisyonu, İlerleme Raporlarında, aday devletlerin üyelik hazırlıklarında bazı alanlarda geliştirilmesi ve devam etmesi gereken çabaların altını çizer. Bu durum öncelikler kapsamında ara aşamaların tanımının yapılmasını ve her tanımın ilgili devletlerin işbirliğiyle belirlenecek kesin amaçlarla tamamlanmasını gerektirir. Bunun başarıya ulaşması verilecek yardımın derecesini, bazı ülkelerle devam eden müzakerelerde kaydedilen gelişmeyi ve diğer ülkelerle yeni müzakerelerin açılmasını belirler. Katılım Ortaklığının öncelikleri kısa ve orta vade olarak iki gruba bölünmüştür. Kısa vadede sıralananlar, Türkiye'nin 2001 yılına kadar tamamlaması veya somut olarak ileriye götürecek adımları atması beklentisi esas alınarak seçilmiştir. Orta vadede sıralananlar ise, tamamlanması bir yıldan fazla sürmesi mümkün, ancak imkânlar ölçüsünde çalışmaları 2001 yılı içinde başlatılması beklenenlerdir.
Katılım Ortaklığı, Türkiye'nin üyelik hazırlıkları için gerekli öncelik alanlarını belirlemektedir. Buna göre, "Türkiye her halükârda İlerleme Raporunda yer alan tüm konulara eğilmek durumunda olacaktır. Türkiye'nin, Ortaklık Anlaşması, Gümrük Birliği ve örneğin, tarım ürünlerine ilişkin ticaret rejimi gibi AT-Türkiye Ortaklık Konseyi kararları çerçevesinde mevzuatın uyumu ve uygulamasına ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmesi de önem taşımaktadır. AB mevzuatının yasalara meczinin tek başına yeterli olmadığı, ayrıca Avrupa Birliği'nin uyguladığı standartlarda uygulanmasının güvence altına alınmasının gerekli olduğu da hatırda tutulmalıdır. Aşağıda sıralanan tüm alanlarda mevzuatın güvenilir ve etkin uygulaması gerekmektedir." 

KOB ile Türkiye için belirlenen kısa ve orta vadeli öncelikler ve ana hedefler şöyle olmuştur: 

Kısa Vade (2001): Güçlendirilmiş Siyasal Diyalog ve Siyasî Ölçütler 
Helsinki sonuçlar bildirgesine uygun olarak, siyasal diyalog bağlamında, Helsinki sonuçlar bildirgesinin 9(a) maddesinde atıf yapıldığı gibi, BM Genel Sekreteri'nin Kıbrıs sorununa kapsamlı bir çözüm bulunması sürecini başarılı bir sonuca bağlamaya yönelik çabalarını güçlü bir biçimde desteklemek. 
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. maddesi doğrultusunda, ifade özgürlüğü hakkı için yasal ve anayasal güvenceleri güçlendirmek. Bu bağlamda şiddet içermeyen görüşlerini açıklamaktan hapis cezası verilen kişilerin durumuna işaret etmek.
Dernek kurma özgürlüğü ve barışçıl toplantı hakkı ve sivil toplumun gelişmesini cesaretlendirmek için yasal ve anayasal güvenceleri güçlendirmek. 
İşkence uygulamalarına karşı mücadeleyi pekiştirmek için yasal hükümleri güçlendirmek ve bu yönde gereken bütün tedbirleri almak ve Avrupa İşkenceyi Önleme Sözleşmesine uyumu sağlamak. 
Mahkeme öncesi gözaltı ile ilgili yasal uygulamaları (prosedürleri), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümleri ve İşkenceyi Önleme Komitesi tavsiyeleri doğrultusunda daha fazla uyumlulaştırmak. 
Her türlü insan hakları ihlaline karşı hukukî yeniden yargılama olanaklarının güçlendirilmesi.
Diğer ülkeler ve uluslararası örgütlerle işbirliği içinde kanun uygulayıcı yetkililerin insan hakları konusunda yoğun olarak eğitimi. 
Yargının - Devlet Güvenlik Mahkemeleri de dahil olmak üzere - işleyiş ve etkinliğini uluslararası standartlara uygun olarak iyileştirmek. Özellikle, hakim ve savcıların Avrupa Birliği mevzuatı - insan hakları alanı dahil olmak üzere - eğitimlerini güçlendirmek. 

Ölüm cezası ile ilgili fiilî moratoryumun devam etmesi. 
Türk vatandaşlarının kendi anadillerinde televizyon ve radyo yayını yapmalarını yasaklayan her türlü yasal hükmün kaldırılması. 
Bütün vatandaşların ekonomik, sosyal ve kültürel olanaklarını artırıcı bir bakış açısıyla, bölgesel dengesizliklerin azaltılmasına yönelik, ve özellikle Güneydoğudaki durumun iyileştirilmesi için kapsamlı bir yaklaşım geliştirmek. 


Orta Vadeli Öncelikler

Helsinki sonuçlar bildirgesine uygun olarak, siyasal diyalog bağlamında, anlaşmazlıkların Birleşmiş Milletler Anayasası'na uygun şekilde barışçı yollardan çözülmesi ilkesi kapsamında, Helsinki sonuçlar bildirgesinin 4. maddesinde atıf yapıldığı gibi, devam eden sınır anlaşmazlıklarını ve diğer ilgili konuları çözmek için her çabayı sarf etmek. 
Hiçbir ayırıma tabi tutulmaksızın ve dil, ırk, renk, cinsiyet, politik düşünce, felsefî inanç veya dinlerine bakılmaksızın tüm bireylerin bütün insan hakları ve temel özgürlüklerden tam olarak yararlanmalarının güvence altına alınması. Düşünce, vicdan ve din özgürlüklerinden yararlanma koşullarının daha da geliştirilmesi. 
Türk Anayasasının ve diğer ilgili mevzuatın, bütün Türk vatandaşlarının hak ve özgürlüklerini Avrupa İnsan Haklarının Korunması Sözleşmesinde belirtildiği gibi güvence altına alan bir bakış açısıyla, tekrar gözden geçirilmesi ve bu tür yasal reformların uygulanmasının ve Avrupa Birliği Üye Devletlerinin uygulamalarıyla uyumun sağlanması. 
Ölüm cezasının kaldırılması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6 No'lu Protokolü'nün imzalanması ve onaylanması. 
Uluslararası Medenî ve Siyasî Haklar Sözleşmesi ve tercihli Protokolü'nün, ve Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi'nin onaylanması. 
Cezaevlerindeki gözaltı koşullarının Birleşmiş Milletler Hükümlü ve Tutukluların Muamelesinde Gözetilecek Standard Asgarî Kurallar ve diğer uluslararası normlara uygun hale gelecek şekilde düzeltilmesi.
Millî Güvenlik Kurulunun hükümete bir danışma organı niteliğindeki Anayasal rolünün Avrupa Birliği üye ülkelerinin uygulamalarına uyumlulaştırılması. 
Güneydoğu'da halen devam etmekte olan Olağanüstü Hal'in kaldırılması. 
Kültürel çeşitliliğin sağlanması ve kökenlerine bakılmaksızın tüm vatandaşların kültürel haklarının güvence altına alınması. Bu hakların kullanılmasını engelleyen her türlü yasal hüküm - eğitim alanındakiler de dahil olmak üzere - kaldırılması. 

Türkiye, Bu Talepleri Ulusal Programı İle Nasıl Cevaplandırdı?

AB'nin KOB'una Türkiye 19 Mart 2001 tarihinde bir Ulusal Programla cevap verdi. Programda, siyasî talepler ile ilgili yapabileceklerimiz şöyle sıralandı: 
Kıbrıs: Türkiye Kıbrıs'ta tarafların egemen eşitliğine ve ada gerçeklerine dayalı karşılıklı olarak kabul edilebilir bir çözüm kapsamında, yeni bir ortaklık kurulması için BM Genel Sekreterinin iyi niyet misyonu çerçevesindeki çabalarına destek vermeye devam edecektir.
Düşünce ve İfade Özgürlüğü (Kısa Vadede): Anayasa'nın temel hak ve hürriyetlerle ilgili bölümlerinin başta düşünceyi açıklama ve yayma, bilim ve sanat ile basın özgürlükleriyle ilgili hükümler olmak üzere gözden geçirilmesi, 
TCK'nın 312. maddesinin koruduğu değerler zedelenmeden gözden geçirilmesi, 
Terörle Mücadele kanununun 7. ve 8. maddelerinin gözden geçirilmesi, 
RTÜK kanunun gözden geçirilmesi, 
Basın suçlarının kapsamı ve öngörülen cezalarla ilgili olarak basın kanununun gözden geçirilmesi planlanmaktadır. 

(Orta vadede) 

Siyasî Partiler Kanunu'nun, Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu ve Tüzüğü ile Jandarma Teşkilat Görev ve Yetkileri Kanunu ve Yönetmeliği, Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu ve Tüzüğünün, 3257 sayılı Sinema Video ve Müzik Eserleri Kanunu ile ilgili diğer mevzuatın gözden geçirilmesi, Yeni TCK'nın yasalaşması. 
Ölüm Cezalarının Kaldırılması: Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına göre kesinleşmiş idam cezalarının yerine getirilmesi kararı münhasıran TBMM'nin yetkisindedir. Hükümet, TBMM'nin 1984 yılından bu yana yaşam hakkının özüne dokunulmaması yönünde benimsediği uygulamaya saygılıdır. Türk ceza hukukundan ölüm cezasının kaldırılması hususu şekil ve kapsam itibariyle TBMM tarafından orta vadede ele alınacaktır. 
Kültürel Yaşam ve Bireysel Özgürlükler: Türkiye Cumhuriyetinin resmi ve eğitim dili Türkçe'dir. Ancak bu vatandaşların günlük yaşamlarında farklı dil, lehçe ve ağızların serbest kullanılmasına engel teşkil etmez. Bu serbestlik ayrılıkçı veya bölücü amaçlarla kullanılamaz.
Dinî Azınlıklar: Ülkemizde yaşayan ve Türk vatandaşı olmayan gayrımüslim kişilerin de mensup oldukları dinin vecibelerini yerine getirmelerinde ve kendileriyle ilgili diğer uygulamalarda gerekli pratik kolaylıkların kamu düzeninin korunmasına ilişkin mevzuatımız çerçevesinde geliştirilmesini sağlayacak tedbirlerin alınması (orta vadede). 

Ancak AB, Ulusal Programımızı beğenmedi ve bunu da 2001 İlerleme Raporu'nda şöyle ifade etti: 

"Ulusal program, kültürel haklara ilişkin öncelikler gibi KOB'da yer alan bir takım önceliklerin nasıl ele alınacağı konusunda yeterince açık değildir. KOB'da kökenleri ne olursa olsun bütün yurttaşlar için kültürel hakların garanti edilmesine dair öncelik ile ilgili olarak, UP bir hayli geri bir noktadadır. Ayrıca Türk yurttaşlarınca tv/radyo yayınlarında anadillerinin kullanılmasını yasaklayan bütün hükümlerin kaldırılmasına ilişkin öncelik UP'a dahil edilmelidir. Ölüm cezası hükümlerinin kaldırılmasına ilişkin öncelik UP'a dahil edilmelidir. Ölüm cezası konusunda AİHS'nin 6 nolu protokolünü imzalamaya yönelik bir taahhüt ulusal programda eksiktir. Söz konusu belge özellikle Lozan Antlaşması'nın kapsamına girmeyen azınlık dinleri (Müslüman ve gayrı müslim topluluklar) bakımından Türkiye'nin din özgürlüğünü ne şekilde garanti etmeyi öngördüğünü belirtmelidir." 

Başbakan Ecevit ve Yardımcısı Yılmaz ile diğer AB taraftarları, ısrarla Türkiye'nin Ulusal Program'da verdiği taahhütleri yerine getirmesinden bahsetmektedirler. Oysa AB, istedikleri hususların Ulusal Program'da bulunmadığı tesbitini yaparak, bunların programa konmasını istemekte ve böylece, kendi açısından daha açık ve dürüst davranmaktadır. Ulusal Program'da yer almayan hususları ve sözleri varmış gibi göstererek, kamuoyunu yanıltanlara, altına imza koydukları Ulusal Program'la ilgili olarak, eğer bilgisizlikleri sözkonusu değilse, bu tutumlarının sebebinin sorulması gerekmektedir. 

KOB'da Kıbrıs'ın "Ön Şart" Olmasına  ve Diğer Taleplere Ecevit ve Yılmaz Nasıl Tepki Gösterdiler? 

Başbakan Ecevit başta olmak üzere ilk etapta KOB'a olumlu tepkiler geldi. Kısa bir süre sonra ise tam bir curcuna yaşandı, hükümet ortakları ve bakanlar çelişkili açıklamalar yaptılar. Ecevit, "AB bizi aldatmıştır" derken, ortağı Mesut Yılmaz, "istenenlerin atla deve olmadığını" söyledi. Dışişleri Bakanı Cem ise hem Başbakan Ecevit'le, hem de Bakanlığı ile ters düştü. Başbakan Ecevit, 22 Kasım 2000 tarihinde partisinin Meclis Grup toplantısında, şu değerlendirmeyi yaptı: 
"Türk ulusunun siyaset anlayışı dürüstlük üzerine kuruludur. O nedenle bana göre, uluslararası ilişkilerde güvenilirlik ölçütü Kopenhag ölçütünden çok daha değerlidir. Avrupa Komisyonu'nun 8 Kasım günü Türkiye için açıkladığı Katılım Ortaklığı Belgesi bu açından bende derin hayal kırıklığı yaratmıştır. Çünkü bu belge ile, Avrupa Birliği, 10 Aralık 1999 günü Helsinki Doruğu'nda Türkiye'yi üye adaylığına kabul ederken, Kıbrıs ve Ege konularında bize vermiş olduğu sözü çiğnemiştir. Yani bizi aldatmıştır. Üstelik her iki konu Türkiye için yaşamsal önem taşımaktadır. Her iki konuda da asla veremeyeceğimiz ödünler vardır. Bu iki konudaki duyarlılığımız bütün Avrupa Birliği üyesi ülkelerce bilinmektedir. 
18 Kasım günü yaptığım açıklamada da belirttiğim gibi, Avrupa Birliği Komisyonu veya Konseyi bizim bu duyarlılığımızı gereğince değerlendirmezse, Avrupa Birliği ile ilişkilerimizi yeniden gözden geçirmemiz kaçınılmaz olacaktır. 

Önümüzdeki günlerde yeniden toplanacak olan bu kurulun, Kıbrıs ve Ege konularında Türkiye'nin beklentilerine uygun bir sonuca varacağını umarım. Böyle bir sonuca varılmazsa, Türkiye'nin tepkisi herhalde sözde kalmayacaktır.
Ancak şunu da belirtmeliyim ki; Türkiye kendiliğinden üye adaylığını askıya alacak veya üyelik amacından vazgeçecek değildir. Bunu temenni edenler varsa boşuna hayal kurmasınlar. Avrupa yalnızca Avrupa Birliği üyelerinin ülkesi değildir. Avrupalılık da, Avrupa Birliği üyelerinin tekelinde değildir. Türkler yaklaşık 600 yıldır Avrupalıdırlar. Türkiye 1949'dan beri Avrupa Konseyi'nde üyedir. 1952'den beri NATO üyesidir. 1963'den beri Avrupa Birliği'nde ortak üyedir. 1995'den beri Batı Avrupa Birliği'nde ortak üyedir. 6 Mart 1995'den beri Avrupa Birliği'yle Gümrük Birliği ilişkisi içindedir. 10 Aralık 1999'dan beri de Avrupa Birliği'nde üye adaydır. Türkiye Avrupa Birliği'yle böylesine çok yönlü ve çok boyutlu ilişkiler içindeyken, hiçbir güç onu Avrupa'dan veya Avrupalılıktan koparıp soyutlayamaz. 

Eğer Avrupa Birliği Kıbrıs'ta uzlaşı istiyorsa, bunun yolu Kıbrıslı Türkleri baskı altına alıp, Rum egemenliğine sürüklemek olamaz. Bunun yolu Kıbrıs'ta iki ayrı bağımsız devlet bulunduğu gerçeğini içlere sindirmektir.
Eğer Avrupa Birliği Ege sorununun hakça bir çözüme ulaşmasını istiyorsa, onun da yolu, Yunanistan'ın kaprislerine boyun eğmek değil, onu Türkiye ile uygarca bir diyaloğa yöneltmektir." 

Başbakan Ecevit, o günlerde, siyasetin ölçüsünü dürüstlük olarak belirleyip, "güvenilirliği" Kopenhag kriterlerinin üzerinde görüyor ve AB'ye güvenmediğini ima ediyordu. Ancak bugün Kopenhag kriterleri, tüm değerlerin üzerine çıkartılmıştır. 
Ecevit, ayrıca AB'nin Helsinki Zirvesi'ndeki sözünü çiğnediğini hatırlatmaktadır. Evet, AB bir kez daha sözünü çiğnemişti ama devlet işlerinin yazılı belgeler yerine, sözler veya hukukî bağlayıcılığı olmayan mektuplarla yürütülmesi halinde bu tür aldatmalarla özellikle AB ile ilişkilerde her zaman karşılaşabileceğimizi bilmemiz gerekmektedir. Hatırlanacağı gibi Türkiye, Helsinki Zirvesi'ne, tüm ısrarlarıma rağmen bizden istenenlerden ne anladığını yazılı bir belge ile bildirmemiş, Lipponen ve İngiltere Dışişleri Bakanının birer mektup ile verdikleri sözle yetinmiştir. 

Ecevit'in, AB'nin Türkiye'nin beklentilerine uygun bir karara varmaması halinde tepkimizin sözde kalmayacağına ilişkin ifadesi ise doğru ama sözde kalan bir tepki olmuştur. Zira Ecevit, bir yandan adaylığımızı gözden geçireceğimizi söylerken, öte yandan Türkiye'nin AB üyeliği amacından vazgeçmeyeceğini hatırlatmıştır. Çelişki gibi değerlendirilebilecek bu ifadeler gerçekte Ecevit'in, çoğu zaman gördüğümüz tutumuna uygundur. Şöyle ki, "aldatıldığımızı" söyleyerek, bir yandan Türkiye'de AB'ye tepkili olanlara selam verirken, öte yandan AB'den kopacağımız endişesi duyabilecek olanlara da AB'ye bağlılık mesajları göndermiştir. Ecevit, böylece bir taşla iki kuş vurmuştur ama kaybeden tek taraf olmuştur, o da "aldatıldığı" bizzat Başbakan tarafından söylenen Türkiye'dir. Maalesef burada bazı siyasetçilerimizin devlet idaresi anlayışına somut bir örnek sergilenmiştir. Ayrıca, AB, Kıbrıs ve Ege konularında bilinen politikasını sürdürmüş, Türkiye'nin tepkisi de sözde kalmıştır.
Ecevit'in Kıbrıs konusundaki "Bizi aldattılar" sözlerine, AP-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Daniel Cohn Bendit cevap verdi. Kıbrıs'la ilgili tepkileri abartılı bulan Bendit, "Hiçbir ülke bir üye ülkeyle sınır sorunlarını çözmeden AB'ye giremez." dedi ve Ecevit'in yaklaşımının hatalı olduğunu söyledi. Bendit'in ifadesinden de görüleceği gibi AB için, hak veya hukukun değil, üyesi ülkenin önceliği önemlidir. Bendit, sınır ihtilaflarının, Türkiye'nin AB üyeliği için kriter ama nedense Kıbrıs Rum kesiminin üyeliği için kriter olmadığını bir kez daha teyid ediyordu. 

Ecevit, konuşmasının bundan sonraki bölümünde, AB'nin " Sanal Azınlıklar" yaratma çabalarına "saçmalık" diye tepki göstermiştir:

"Avrupa Türk ulusunu, kandırmacalarla, baskılarla, dayatmalarla, etnik lobilere veya bölücü akımlara destek olmakla kendi güdümüne alamaz veya yıldıramaz. Avrupa Parlamentosu'nda Türkiye konusunda cahilce laflar ediliyor. Kıbrıs'ta barışın güvencesi olan Türk Ordusu "İşgalci" diye suçlamaya kalkışılıyor. Türkle Kürdün ayrılmaz bir bütün olduğunu kavrayamadıkları için, kimi Avrupa Parlamentosu sözcüleri, Türkiye bağlamında, Korsika ve Bask benzetmeleri yapmaya kalkışıyorlar. Çoğunluğun ayrılmaz bir öğesi olan yurttaşlarımızı "Azınlık" gibi göstermeye uğraşıyorlar. Türk ulusunun bu tür hezeyanlara karnı tok, kulakları tıkalıdır. Türk'ün Avrupalılığında da böyle saçmalıkların yeri yoktur." 
Sadece kendi toplumunun tepkilerini yatıştırmaya yönelik bu demeci sonrasında Kıbrıs ve Ege konuları AB'nin planladığı şekilde ilerlerken, Ecevit 2 yıl sonra AB'nin "kimi yurttaşlarımızı azınlık" gibi gösterme politikasına da uyum sağladı. 2000 yılında bu konudaki talepleri "saçmalık" olarak nitelendiren Ecevit, 2002 yılının başlarına gelindiğinde kendisiyle çelişmesi pahasına Kürtçe eğitimi olmasa da, Kürtçe yayını kabul etti. Eğitim talebi konusunda,"Bunu kabul edemeyiz. Olacak şey değil. Bu, ucu bazı Avrupa ülkelerine kadar giden çevrelerin Türkiye'yi bölmek için çocukları, gençleri kullanarak yapmaya çalıştıkları bir tertip. Bölücü akımı açıktan ifade edemiyorlar, yavaş yavaş o yolda adımlar atıyorlar." 

tesbitinde bulunan Ecevit, nedense eğitimin bir adım öncesi olan yayın isteklerini bu çabalardan ayrı tuttu. Oysa ki, eğitim belli alanda, sınırlı sayıda insanla yapılan bir çalışmadır. Tv ve radyo yayını ise Ecevit'in ifadesiyle, "istesek de istemesek de her yere erişmektedir". Bu sebeple de dolaylı eğitim araçlarından birisidir ve ülke genelini kapsar. O zaman mesele hükümet ortağı ANAP Genel Başkanı Yılmaz'ın savunduğu "dershanede öğretimin" çok ötesine götürülerek, tüm ülke bir anlamda dershane haline getirilmiş olmayacak mıydı? Bazı şeylerin millete hazmettirile hazmettirile yapıldığı ortadadır.

Başbakan Ecevit, KOB'la ilgili değerlendirmesinde azınlık yaratma çabalarına tepki gösterirken, Dışişleri Bakanı İsmail Cem, liderinin bu konuşmasından sadece 21 gün sonra "Türkiye'de yaşayan herkesin kendi ana dillerinde TV yayını yapma özgürlüğüne sahip olması" gerektiği bombasını patlatıyordu. Basına, "Kürtçe TV sürprizi" başlığı ile yansıyan bu açıklamasında Cem, "AB gelip de Türkiye'ye `gelin bir azınlık tanımı yapın. Bu azınlığa belli bir isim verin' demiyor zaten. Peki azınlık yok diye biz insanlarımızın kendi ana dilinde TV yayını yapma isteği varsa, özlemi varsa buna mani mi olacağız?" diyordu. Önümüzdeki en büyük engelin insan hakları ve ekonomi değil mevzuat olacağını savunan Cem, "Özgün kimliği, güçlü birikimi, tarihî ve potansiyeli ile Ankara uysal, kendini beğendirmeye çalışan talebe gibi davranmayacak." diye de iddialı konuşuyordu. Cem'in bu "sürprizine" ilk destek, Türkiye'ye geldiğinde yetkililerle değil, HADEP'li belediye başkanları ve İnsan Hakları Derneği ile görüşen, açıklamaları ile adeta diplomatik skandallar yaratan İsveç'in Dışişleri Bakanı Anna Lindth'den geldi. Lindth, "İsmail Cem'in Kürtçe tv konusundaki açıklamasını, bütün AB üyeleri olarak çok olumlu karşıladık. Ama somut adım bekliyoruz. Zaten, Avrupalı meslektaşları olarak İsmail Cem'i çok takdir ediyoruz." dedi. 
Dışişleri Bakanımızın, Kürtçe TV ihtiyacına ilişkin sözleri ANAP Genel Başkanı Yılmaz'ın gerekçeleriyle örtüşmüştür. Böyle bir ihtiyacı kim, ne zaman ve nasıl tesbit ettiyse, ısrarla, "Bu insanlarımızın kendi ana dilinde TV yayını yapma isteğinden" bahsedilmektedir. Cem, AB ile ilişkilerimizde önümüzdeki en büyük engelin insan hakları ve ekonomi değil, mevzuat olacağını iddia ederken de oldukça öngörüsüz davranmıştır. Doğrudur, gerçek bir ilişkide temel engellerden birisi mevzuattır. Ama AB-Türkiye ilişkileri "sanal" bir çerçeveye oturtulduğu için Cem'in aksini savunmasına rağmen sadece 1 yıl sonra "insan hakları" kapsamında, Kürtçe TV, eğitim ve idam önümüze "olmazsa olmaz şartlar" olarak konulmuştur. 


7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder