Demokrasi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Demokrasi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Şubat 2019 Çarşamba

TÜRK DEMOKRASİ HAYATINDA ASKERİ UYARILAR: 1971 - 2007 MUHTIRALARININ KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ BÖLÜM 1

TÜRK DEMOKRASİ HAYATINDA ASKERİ UYARILAR: 1971 - 2007 MUHTIRALARININ KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ BÖLÜM 1


İsmail DURSUNOĞLU* 
Sinan YAZICI** 

* Dr. Öğr. Üyesi Bayburt Üniversitesi, Kamu Yönetimi Bölümü, El-mek: idursunoglu@bayburt.edu.tr, 
** Dr. Öğr. Üyesi Bayburt Üniversitesi, Kamu Yönetimi Bölümü, El-mek: syazıcı@bayburt.edu.tr, 


ÖZET 

En basit tanımıyla halkın yönetimi olan demokrasi, modern dünyanın en önemli kavramlarından biridir. Meşruiyetinin halka dayanması nedeniyle en saygın yönetim sistemidir. Bu sistem günümüzde, seçilen temsilciler aracılığıyla sürdürülmektedir. 
Demokrasilerde düzenli aralıklarla yapılan seçimlerde halk, iktidarı kullanacak olan yöneticileri seçmektedir. Seçilen bu kişiler belli dönemler içinde ve yasal çerçevede iktidarı kullanmaktadır. Hükümet etme sürecinde, siyasal partilerin veya temsilcilerin halka karşı sorumlulukları bulunmaktadır. Nitekim halk, iktidarın devamlılığı noktasında nihai ve tek karar merciidir. Bu yönüyle demokrasi, aynı zamanda hesap verilebilir bir anlayışı barındırmaktadır. Türkiye, eksikliklerine rağmen yüzyılı aşkın demokrasi geleneğini içselleştirmeyi başarmış bir ülkedir. 

Türkiye, demokrasi hayatı boyunca farklı vesayet odaklarının tehditlerine maruz kalmış, dönem dönem demokrasi askıya alınmış veya demokrasiye balans ayarı verilmiştir. Ancak bütün bu gelişmeler, devletin demokrasiye olan inancından ve bağlılığından bir sapma meydana getirmemiştir. Demokratik değerleri aşındıran bu süreçlerden, demokrasiye sarılarak çıkan ülkede, yaşanan anti-demokratik 
uygulamaların izlerini silmek için adımlar atılmaktadır. Başta anayasa değişiklikleri olmak üzere, siyasal, hukuksal ve sosyo-kültürel çerçevede 
yapılan reformlar bu amaca hizmet etmektedir. Demokratik düzenlemeleri yaparken, farklı vesayet odaklarına hareket imkânı kazandıran alanları bilmek ve bu alanları ortadan kaldırmak gerekmektedir. Bunun için de tarihsel süreçte yaşanan vesayet girişimleri çok iyi analiz edilmelidir. Bu çalışma, Türkiye’de bir vesayet unsuru olan TSK’nın, 1971 ve 2007 yıllarında siyasal iktidarlara yönelik 
verdikleri muhtıraları konu edinmektedir. Çalışmanın amacı, muhtıra metinleri üzerinden asker-siyaset ilişkisinin irdelenmesidir. Çalışmada muhtıra öncesi yaşanan gelişmelere yer verilirken yöntem olarak içerik analizi yapılmış ve iki bildiri metni karşılaştırılarak muhtıraların ortak ve farklı yönleri belirlenmiştir. 

Giriş 

Demokrasi, insanların çeşitli yönetim sistemlerini tecrübe ederek ulaştıkları bir yönetim biçimidir. Günümüzde meşruiyeti en gerçekçi ve uygulanması en yaygın sistem olan demokrasi, toplumlar ve devletler tarafından ulaşılması hedeflenen, ulaşıldığında da korunması amaçlanan bir yönetim anlayışıdır. Demokrasi, Latince demo (halk) ve krasi (iktidar) kavramlarının bir araya gelmesiyle oluşan ve halkın iktidarı şeklinde tanımlanan bir kavramdır (Uygun, 2017:74). Kavramla ilgili en bilindik tanımı yapan Abraham Lincoln’e göre demokrasi, “halkın, halk için halk tarafından yönetimi”dir (Heywood, 2014:102). Tanımla ilgili en fazla dikkat çeken nokta, halk tarafından yönetim vurgusudur. Doğrudan demokrasi, ilk ortaya çıktığı Yunan şehir devleti Atina’da uygulama imkanı bulurken (Aristotales, 2013:3-4) günümüzde bunun mümkün olmadığını belirtmek gerekir. Sanayi devrimi ile birlikte yaşanan gelişmelere paralel olarak devlet işlevlerinde meydana gelen değişimler ve devletler arasında var olan rekabet sürecinin siyasal ve yönetsel faaliyetleri etkin ve verimli şekilde yapma gereği (Yazıcı, 2018:73) gibi faktörler ve günümüzde insanlığın ulaştığı nokta 
(genel oy, nüfus vb) göz önüne alındığında demokrasi, ancak temsilciler aracılığıyla uygulanması mümkün olan bir sistem haline gelmiştir. Dolayısıyla günümüzde temsili demokrasi anlayışı söz konusudur. Demokrasi bugünkü anlamıyla şu unsurları içermektedir; 1 

. Vatandaşların karar alma süreçlerine katılımı 
. Temsil sistemi 
. Hukukun üstünlüğü 
. Bireyler arası eşitlik 
. Özgürlük 

Munck yaptığı çalışmada (2014:12), demokrasinin politik bir kavram olduğuna dikkat çekerken, bu kavramın siyasal özgürlük ve eşitlik değerleri ile yakından ilgili olduğunu belirtmiştir. Siyasal özgürlük karar alma süreçlerinde ve düşünce paylaşımlarında serbestliği ifade etmektedir. 
Eşitlik değerleri ise iktidarın tüm bireylere eşit mesafede olmasını ve hukuki eşitliği içermektedir. 
Beetham’a göre (1998:21) ise demokrasinin başlangıç noktası, insan onurunu koruyan bireysel haklardır. Bunun yanında halkın iktidar sürecine dahil olması, her bireye eşit saygı ve değer gösterilmesi ve siyasal anlamda eşitliğin ilke edinilmesi diğer prensipler olarak ortaya çıkmaktadır. 
Demokrasinin en önemli özelliği, siyasal süreçte bireyin/halkın referans alınmasıdır. Modern demokrasilerde halkın referans alınmasının en yaygın yöntemi ise seçimlerdir. Seçimler demokrasinin işleyişi ve sürdürülebilirliği açısından oldukça önemlidir (Krane ve Marshall, 2003:2). 
Seçimlerle oluşturulan parlamento ise demokrasiyi ve politik süreci yönetmek için yetkilendirilmiş bir kurumdur. Dolayısıyla parlamento veya hükümeti göz ardı edecek her anlayış veya çaba bir nevi halkın iradesini yok sayma anlamına gelecek ve bu durum vesayet olarak kabul edilecektir. 

Demokrasilerin en önemli özelliği yönetenlerin meşruiyetinin halka dayanması ve halkın otoritesi üzerinde herhangi bir güç veya vesayet odağına rıza gösterilmemesidir. Farklı siyasal rejimlerde görülen toplumsal, ekonomik veya askeri elitlerin/güçlerin siyasal otoriteyi doğrudan kullanma veya dolaylı şekilde bu otorite üzerinde tahakküm oluşturma anlayışı demokrasi düşüncesiyle bağdaşmaz. Demokrasi, yönetim anlayışında bireyi temel alan ve meşruiyetini yalnızca halka dayandıran bir sistemdir. Bu nedenle asker veya demokrasi tarafından tanımlanması gereken başkaca unsurların, demokrasiyi tanımlaması ve demokratik hayata müdahale etmesi düşünülemez. 

Batı Avrupa ve ABD dışında demokrasinin ilk yaşam alanlarından biri olan Türkiye, yüzyılı aşkın demokrasi tecrübesiyle, siyasal, hukuki ve toplumsal yapısında demokratik değerleri inşa etme çabası göstermiş ve farklı vesayet odaklarına rağmen bu konuda önemli mesafe almıştır. Bu çalışmada, son yıllara kadar Türkiye’de güçlü bir vesayet odağı olan TSK’nın, 1971 ve 2007 yıllarında siyasal iktidara yönelik verdiği muhtıraların içerik analizi yapılmış, benzer ve farklı yönler karşılaştırılmalı olarak sunulmuştur. Çalışmanın birinci bölümünde askeri vesayet kavramı, ikinci bölümünde 1971 muhtırası ve üçüncü bölümde 2007 e-muhtıra konu edinilmiştir. Son olarak dördüncü bölümde ise iki muhtıra tablo üzerinden karşılaştırılmıştır. 

1.Askeri Vesayet Kavramı 

Vesayet, kelime anlamı itibariyle vasiyet kavramından türetilmiştir. Bir ölünün veya kısıtlı birinin adına hareket etme ve onunla ilgili tasarruflarda bulunma anlamına gelmektedir. Bu yetkiyi kullanan kişi de hukuki literatürde vasi olarak ifade edilmektedir. Vesayet kavramını tanımladıktan sonra askeri vesayet anlayışını da askeri kurumların, çeşitli gerekçelerle rejim üzerinde baskı 
kurduğu ve siyaset alanına yönelik tasarruflarda bulunduğu bir anlayış olarak ifade etmek mümkündür. Yukarıda belirtilen çeşitli gerekçeler, bazı durumlarda toplumun, bazı durumlarda rejimin, bazı durumlarda da demokratik sistemin bizzat kendisinin korunması şeklinde ileri sürülebilir. Türkiye’deki askeri darbelerin gerekçelerine bakıldığında bahsedilen sebeplerin tamamının var olduğu görülmektedir. 

Türkiye’de demokrasisinin yerleşmemesinde doğrudan veya muhtıra biçiminde askeri müdahalelerin rolü bulunmaktadır (Kuru, 2012:38). Bu müdahalelerin gerekçeleri dönemlerine göre farklı olsa da irtica, komünizm, bölücülük, terör, anti-cumhuriyetçilik, toplumsal kaos vb kavramlar ordunun demokrasiye müdahalesi için öne sürdüğü başlıklar arasındadır. Nitekim bu gerekçeler, her 
müdahalede kaleme alınan darbe bildiri veya muhtıra metinlerine yansımakta, hangi gerekçeyle Türk Silahlı Kuvvetlerinin üzerine düşen görevi! yaptığı belirtilmektedir. 

Askeri vesayetin veya askeri müdahale girişiminin demokratik sistemin kökleşmediği toplumlarda ve demokratik değerlerin dikkate alınmadığı yönetimlerde görülme olasılığı daha fazladır. Çünkü demokrasinin, kendi kendisini beslemediği, yüceltmediği ve korumadığı bir yerde farklı odakların demokrasi adına hareket etmesi kaçınılmazdır. Demokrasiye rağmen demokrasi için düşüncesiyle harekete geçen askeri müdahale, en nihayetinde demokrasiyi vesayet altına almaktan başka bir anlam taşımayacaktır. 

Türkiye tarihinde, 1618 yılında Yeniçeri Ocağıyla başlayan2 (Kurt, 2017:72) askeri müdahale geleneği, 15 Temmuz askeri darbe girişimine uzanan bir süreçte farklı tarihlerde ve farklı şekillerde ortaya çıkmıştır. Türkiye’de askerin siyasal iktidara yönelik doğrudan müdahalelerine bakıldığında sırasıyla 31 Mart Vakası (13 Nisan 1909), 27 Nisan 1960 Darbesi, 12 Eylül 1980 Darbesi, 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi görülmektedir. Bu darbelerden, sonuncusu hariç hepsi başarıya ulaşmıştır. Bu tarihler dışında, 28 Şubat 1997 yılında Milli Güvenlik Kuruluda kaleme alınan ve dönemin Refah-Yol hükümetine kabul ettirilen kararlar da siyasi otoriteler tarafından askeri bir müdahale olarak görülmekte ve teamül dışı bir yöntemle bu müdahale gerçekleştirildiği için post-
modern darbe olarak nitelendirilmektedir. Bütün bunların dışında Türkiye’de askerin doğrudan siyasi otoriteye müdahale etmediği ancak yaptığı uyarılarla iktidarı vesayet altına almaya çalıştığı iki önemli tarihi de askeri müdahale çerçevesinde ele almak gerekmektedir. Bunlardan ilki 12 Mart 1971 Muhtırası, ikincisi ise 27 Nisan 2007 E-Muhtıradır. 

2.1971 Muhtırası 

1971 muhtırasını anlamak ve anlamlandırmak için süreci 1960 darbesinden ele almak gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nde başarılı olmuş ilk askeri darbe 27 Mayıs darbesidir. Bu dönemde ordu, anti-demokratik bir anlayışla yönetime el koymuş ve seçilmiş başbakan Adnan Menderes’i ve arkadaşlarını idam etmiştir. Ardından 1965 yılına kadar koalisyon hükümetleri ve başarısız darbe girişimleri (Talat Aydemir olayları) olmuştur. 1965 yılında yapılan seçimlerde halk 
nezdinde Demokrat Parti’nin devamı niteliğinde görülen Adalet Partisi birinci parti olmuş ve tek başına iktidara gelmiştir. 1969 seçimleri ise dünyada hakim olan “68 kuşağı” gençlik hareketlerinin gölgesinde yapılmış ve yine Adalet Partisi tek başına iktidarı ele geçirmiştir. 1961 anayasasının özgürlükçü yapısından da güç alan gençlik hareketleri bu dönemde daha da yoğunlaşmıştır. ODTÜ 
ziyaretinde bulunan ABD büyükelçisinin aracının yakılması, 16 Şubat 1969 tarihinde Taksimde 6. filoya karşı yapılan protesto gösterilerinde 2 kişinin ölümü (Kanlı Pazar), bu dönemdeki eylemlerin simgelerinden olmuştur. Yine benzer şekilde büyük işçi direnişi olarak kabul edilen 15-16 Haziran 1970 tarihli eylemlerde kan dökülmüş ve gösterilerin bastırılması için asker devreye girmiştir. Bu durum, bazı çevrelerce yaklaşan darbe öncesi askerin provası olarak nitelendirilmiştir. 1 Ocak 1971 tarihinde Deniz Kuvvetleri Komutanı Celal Eyiceoğlu’nun verdiği bir röportajda dile getirdiği “1961 Anayasasını bertaraf etmek gayesi güden aşırı ve zararlı akımlar mevcuttur” şeklindeki ifade yaşanan 
süreçlerden ordunun rahatsız olduğunu göstermektedir. 1971 yılının başlarında da bu olaylar devam etmiş toplumun birçok kesimi rahatsızlıklarını dile ‘getirmeye başlamış, sokak kavgaları, üniversite boykotları, adam kaçırma, banka soygunu gibi birçok olay bu dönemde yaşanmıştır. İktidar, sokak 
karşısında çaresiz, ordu perde arkasında hazır beklemektedir.3 Dönemin Genelkurmay Başkanının, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a söylediği ve daha sonra darbelerin ön söylemi olan “genç subaylar rahatsız” sözü bu durumu açıklamaktadır. 

1971 askeri muhtıra öncesi, 1960’lı yılların ortalarından itibaren gelişen öğrenci ve işçi eylemlerini görmek mümkündür. Bu eylemler, o dönem için kaos ortamı yaratmış ve orduya cumhuriyetin kazanımlarını muhafaza, toplumsal barış ve uzlaşı sağlama adına harekete geçme zeminini hazırlamıştır. 1971 Muhtırası öncesi siyasetin genel görünümü ise şu şekildedir. 1965 seçimlerini Demokrat Parti’nin mirasçısı olarak görülen Adalet Partisi kazanmış (%52,9) ve tek 
başına iktidar olmuştur. Sağın bu başarısının yanında o dönem, sol hareket de kendi açısından başarılı bir sonuç almış ve Türkiye İşçi Partisi de 15 milletvekilliği kazanarak meclise girmiştir. Bu durum, sosyalistlerin mecliste ilk defa grup kurmasını sağlamıştır. TİP’in başarısı Türkiye’de sınıf mücadelesini öne çıkarmış ve sol-sosyalist görüşlerin önünü açmıştır. 1968 yılı dünya konjonktürüne paralel biçimde Türkiye’de görülen 68 kuşağının gençlik hareketleri politik bir görünüme dönüşmüştür. Bu hareketlere katılanlar aynı tarihlerde üniversite boykot ve işgalleriyle birlikte kendilerinde siyasal sistemi değiştirme gücü görmüşlerdir. 1969 seçimleri öğrenci hareketlerinin 
gölgesinde yapılmıştır. Ancak 1969 seçimlerinde sandıktan çıkan sonuç sokağın düşüncesini yansıtmamış Adalet Partisi (%46,6) yine tek başına iktidar olmuştur. Bu seçimlerde ortaya çıkan meclis görünümü, istedikleri sonucu alamayan bazı sol çevrelerin parlamenter sisteme olan inancını zayıflatmış ve yeni arayışların kapısını aralamıştır (Başaran, 2017:116-117). 

1960 darbesi sonrası yapılan seçimlerde Demokrat Parti geleneğine veya seçmen tabanına sahip Adalet Partisi’nin önemli başarılar kazanması, 1965 ve 1969 seçimlerinde tek başına iktidar olmasının bazı çevrelerce hoş karşılanmaması, 1961 anayasanın getirdiği özgürlükçü ortam nedeniyle toplumsal fikir ve düşüncelerin sokağa hakim olması, öğrenci olaylarının baş göstermesi, bu dönemde demokrasinin sürdürülmesini tehdit etmektedir. 1968 yılında dünyadaki öğrenci olaylarına paralel biçimde Türkiye’de de bu tür olayların baş göstermesi, bu olayların “sağ sol yok boykot var” sloganı ile zaman sonra anti emperyalizm ve anti Amerikancılığa evrilmesi devrim düşüncesinin doğmasına zemin hazırlamıştır. TİP, Yön/Devrim gibi sol çevrelerce bu düşünce 
gerçekleştirilmeye çalışılmış ve bu durum büyük kaosun kapılarını aralamıştır. Bu şekilde girilen 1969 seçimlerini, güç kaybetmesine rağmen yine Adalet partisi kazanmıştır. Ancak toplumsal olaylar son bulmamış ve artarak devam etmiştir. Dönemin başbakanı Süleyman Demirel bu gelişmeleri 1961 anayasasının fazlaca özgür olmasına bağlamıştır. Ancak bütün bu gelişmeleri yakından takip eden 
ordu, tüm ülkeye yayılan ve artan olayları gerekçe göstererek, 1971 muhtırası ile seçilmiş iktidarı yönetimden uzaklaştırmıştır (Karataş, 2017:145-146). 

12 Mart müdahalesi, 27 Mayıs’tan farklı olarak doğrudan iktidara el koyma biçiminde olmamıştır. Genelkurmay başkanı ve üç kuvvet komutanı tarafından imzalanan muhtıra başbakan ve meclis başkanına verilmiş ve TRT kanalı ile tüm ülkeye duyurulmuştur (Alacadağlı, 2017:564). 
Darbenin gerekçesi olarak yukarıda belirtildiği gibi; ülkede sürüp gitmekte olan anarşi, sokak olayları, ekonomik ve sosyal huzursuzluk öne sürülmüştür. Muhtırada dönemin hükümetinin bu sorunlar karşısında yetersiz kaldığı, bir an önce Atatürkçü bakış açısıyla reformlar yapılması gerektiği ifade edilmiştir. Bu adımlar atılmadığı zaman ise açıkça Türk Silahlı kuvvetlerinin yönetime el koyacağı belirtilmiştir. Muhtıraya ayrıca şu açıdan bakmak gerekmektedir; 12 Mart muhtırası aslında 27 Mayıs darbesinin önemli generallerinden Cemal Madanoğlu’nun başını çektiği ve üç gün önce planlanan 9 Mart cuntasının deşifre olmasının bir sonucu olarak Genelkurmayca verilen bir muhtıradır. Verilen 12 Mart muhtırasıyla hem fiili bir darbe olarak tasarlanan 9 Mart darbesi önlenmiş hem de ordudaki genç subayların rahatsızlığı bir nebze giderilmiştir. Muhtıra 
sonrası, Başbakan Süleyman Demirel istifa etmiştir. 

12 Mart Muhtırası şu Maddelerden oluşmaktadır; 


1. Parlamento ve hükümet; süregelen tutum, görüş ve icraatı ile 
yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine 
sokmuş; Atatürk’ün bize verdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini 
kamuoyunda yitirmiş ve Anayasa’nın öngördüğü reformları tahakkuk 
ettirememiş olup Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ağır bir tehlike içine 
düşürülmüştür. 

2. Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri’nin bu vahim 
ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliği giderecek partiler üstü bir 
anlayışla Meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek ve 
Anayasa’nın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap 
kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik 
kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir. 

3. Bu husus süratle tahakkuk ettirilmediği takdirde Türk Silahlı 
Kuvvetleri, kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak 
ve kollamak görevini yerine getirerek idareyi doğrudan doğruya ele almaya 
kararlıdır. 

3. 2007 E-Muhtıra 

27 Nisan 2007 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinde yayınlanan bildiri, askeri vesayetin bir örneği kabul edilmekte ve e-muhtıra şeklinde tanımlanmaktadır. 
11.Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün TBMM tarafından seçilme sürecine yönelik kaleme alınan bildiride “laiklik” vurgusu ön plana çıkmaktadır. Bildiride laikliğin tarafı ve kesin savunucusu olarak tartışmalarda kendini konumlandıran TSK’nın, bu konuda kararlılığını sürdüreceği ve gerektiğinde görevini eksiksiz yerine getireceği vurgulanmaktadır. Bu yönüyle bildiri, siyasi iktidara yönelik açık 
ve net bir müdahalenin öncesinde yapılmış uyarı niteliği taşımaktadır.4 

Ülkemiz siyasal hayatında, askeri muhtıralar verilmeden veya darbeler gerçekleşmeden önce sosyal ve siyasal hayatta yaşanan gelişmelerin, ortaya çıkan olumsuz durumların, tırmanan sosyal şiddetin ve tepkilerin, bilindik ve alışılagelmiş süreçler olduğu gözlemlenmektedir. Bu konudaki tecrübeler, askeri müdahalelerin hemen hepsinde bu süreçlerin bazen benzer bazen dönemin 
şartlarına uygun biçimde farklılaştırılarak sahneye konulduğunu göstermektedir. Bazen de kendiliğinden oluşan siyasal tepkilerle olaylar yönlendirilmeye çalışılmıştır. 2007 e-muhtırası öncesinde de Türkiye’de birtakım olaylar yaşanmış ve bildiride bizzat bu olaylara da atıflar yapılmıştır. Bildiride yer verilen bu olaylar ve Cumhurbaşkanlığı seçimi, e-muhtıranın gerekçesi olmuştur. 

2007 yılında 11.Cumhurbaşkanının seçilmesi sürecinde yaşanan bir takım gelişmeler e-muhtıra ile zirveye ulaşmıştır. Muhtıra öncesinde AK Parti içinden bir kişinin köşke çıkmasına karşı çıkan kimi çevrelerce tepkiler ortaya konulmuş tur. Bu dönemde ilk olarak Yargıtay Cumhuriyet Eski Başsavcısı Sabih Kanadoğlu tarafından 28 Aralık 2006 tarihinde “TBMM’deki oylamaya 367 milletvekili katılmazsa seçim iptal olur” şeklinde bir açıklama yapılmıştır. Bu, AK Parti’nin meclisteki sandalye sayısı göz önüne alındığında belli olan sonucun önceden iptalinin bir gerekçesi olarak ortaya atılmıştır. Nitekim bu söylem, seçimlerin iptal edilmesini sağlamış ve tarihe “367 krizi” şeklinde not düşürmüştür. Seçimler yaklaştıkça bazı çevreler laiklik ve cumhuriyetin 
savunuculuğuna soyunmuş ve gösteriler düzenlemişlerdir. Daha sonra Atatürkçü Düşünce Derneği tarafından başlatılan cumhuriyet mitinglerinde hükümete karşı tepkiler ortaya konulmuştur. Siyasal partilere bakıldığında ise AK Parti 367 söylemine ve yapılan gösterilere tepki gösterirken; meclisin bir diğer partisi olan CHP’nin genel başkanı Deniz Baykal, 367 vurgusuna destek çıkmış ve dönemin 
Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a aday olmaması çağrısında bulunmuştur. 10 Nisan’da MGK’da Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in irticai akımlara dikkat çekmesi, Çankaya’yı da sürece dahil ederken, 12 Nisan’da Genelkurmay Başkanı yaptığı bir konuşmada “Cumhurbaşkanı, cumhuriyete sözde değil özde bağlı olmalıdır” şeklinde bir ifade kullanmıştır. Daha sonra bu ifade bir biçimle e-
muhtırada yer almıştır. Bu süreçte Ankara Tandoğan Meydanında başlayan ve zamanla diğer illere de yayılan cumhuriyet mitinglerinde “Türkiye laiktir laik kalacak” sloganları atılmıştır. Bu slogan, yaşanan krizin, laiklik eksenli bir kriz olduğuna işaret etmektedir. 14 Nisan’da Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Harp akademilerinde yaptığı bir konuşmada “Rejim hiçbir dönem bu kadar 
tehdit altında olmadı” ifadeleri devletin en üst kademesinde krizin nasıl algılandığını göstermektedir. 

16 Nisan’da ADD Başkanı Şener Eruygur “Muhatapları algılarsa yeni mitinglere gerek kalmaz” diyerek cumhuriyet mitinglerinin amacını açık etmiştir. 23 Nisan’da Deniz Baykal, ilgili resepsiyona katılmayarak tepki göstermiştir. 24 Nisan’da ise AK Parti, Cumhurbaşkanı adayı olarak Abdullah Gül ismini kamuoyu ile paylaşmıştır. 27 Nisan’da yapılan oylamada Abdullah Gül, TBMM Genel 
kurulunda bulunan 361 milletvekilinden 357’sinin oyunu alarak Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Oylamaya ANAP-DYP grubu katılmazken, CHP seçimleri Anayasa Mahkemesine taşımıştır. Aynı gün saat 23:17’de Genelkurmay Başkanlığı’nın resmi sitesinde e-muhtıra yayınlanmıştır. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***

5 Ocak 2019 Cumartesi

TÜRKİYE'DE ÇOK PARTİLÎ SİYASİ HAYATIN KURULMASINDA BİR DÖNÜM NOKTASI: BÖLÜM 3

TÜRKİYE'DE ÇOK PARTİLÎ SİYASİ HAYATIN KURULMASINDA BİR DÖNÜM NOKTASI: BÖLÜM 3



NETİCE

Nitekim, 13 Kasım 4 Aralık tarihleri arasında toplanan CHP'nin yedinci kurultayında daha ileri adımlann atılması yolun dönülmez bir şekilde
tutulduğunu göstermekteydi. Kongrede kabul edilen yeni tüzüğü ile "demokratikleşen", yeni programı ile "demokratlaşan"54 CHP'nin bundan
sonra yaptığı anayasal ve hukuki düzenlemelerin Türkiye'yi getirdiği nokta, halkoyu ile iktidann el değiştirmesi yani demokrasinin fiilen uygulanması
olmuştur. Gerek gelenekselleşmiş bir iktidar anlayışından kaynaklanan parti içi sıkıntılar, gerekse muhalefet partisinin kontrolsüz eleştirileri, dünyada cereyan eden politik şartlar gereği ülke, millet ve rejim için doğru olduğuna inanılan yolda yürümekten İnönü'yü geri çevirememiştir.
Cumhurbaşkanı hayat ve siyaset tecrübesiyle Türkiye'de demokrasinin yerleşmesinin zorluklannı ve mevcut ortamın getirdiği güçlükleri
şahsında yaşamış bir devlet adamı kimliğiyle hal çaresini göstermiştir.

Beyannameyi neşrettikten sonra, etkinliğini devamlı kılan süreci yönetmesi samimiyetinin delilidir. Yine onun deyimi ile bu işin şerefi Halk Partisine, daha doğru bir ifade ile kendisine ve ona destek olanlara aitti.

Kabine İstiyorum.. Biraz bekleyin, beyefendi soğuk duş yaptıktan sonra çıkacaklar, siz girersiniz.



D. P. Plâjcı  
Ek: 1- AKBABA, Sayı 156, Yıl 25, 19 Mart 1947.


DİPNOTLAR;

1. İsmet İnönü'nün 1 Kasım 1945 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışında yaptığı konuşma, inönü'nün Söylev ve Demeçleri, Ankara 1946, s.400.
2. Aynı konuşma, a.g.e., s. 401.
3. Gös. yer. Cumhurbaşkanının 1945 Temmuzu'nda kurulan Milli Kalkınma Partisi'ni yok sayması dikkate değer.
   
 TÜRKIYE'DE ÇOK PARTİLİ SİYASİ HAYATIN KURULMASINDA BIR  İLK ... 143
4. Demokrat Partinin ilk günlerindeki propagandaların yarattığı sıkıntılar karşısında partinin durumunu Bayar şu sözlerle tarif etmektedir: 
"İki jandarma eri gönderebilirler ve partiyi kapatabilirlerdi ve memlekette hiçbir şey olmazdı. Fakat ben İsmet İnönü'nün bunu arzulamadığından 
emindim". Metin Toker,  Demokrasimizin İsmet Paşa'lı Yılları 1944-1973, Tek Partiden Çok Partiye 1944-1950, Ankara 1990, s. 91.
5. Parti içindeki muhaliflerin çok kullandığı bu tez her iki tarafın da işini zorlaştırmış, neticede 1948 yılı ortalarında Millet Partisi halinde yeni bir 
muhalefet partisi olarak ortaya çıkmıştır. Muvazaa söylentileri dönemin Mizah Dergilerine de yansımıştır. İki örnek için eklere bakınız.
6. Gerçekten de başta Nihat Erim olmak üzere iktidar partisinin ileri gelenleri Demokrat Partinin propagandalarını zararlı bulmakta, daha önceki dönemlerde gündeme getirilen anarşi endişesini seslendirmeye başlamışlardı. Şikayetlere mukabil İnönü'nün yapılanın bir tecrübe olduğu ve olmazsa vazgeçileceği yolundaki sözleri için bkz. Toker, aynı eser, s.91
7. Tank Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasi Partiler (1859 - 1952), istanbul 1952, s. 688.
8. inönü'nün şahsi evrakını inceleyen Toker, inönü'nün parti liderleri ile doğrudan görüşmeleri yanında bilhassa muhalefet partisi lideri Bayar'ın 
gelişmeler karşısındaki tavırlannı öğrenmek için aracılar kullandığını yazmaktadır. Ancak Bayar'ın da inönü'ye ılımlı ve olumlu mesajlar vererek 
sürecin partisinin yaranna devamını sağlamaya çalıştığı anlaşılmaktadır, Toker, age., s. 183.
9  Tunaya, Siyasi Partiler, s. 688; İktidar ve muhalefetin karşılıklı suçlamalarıyla ortamın iyice birbirine girdiğine işaret ettiği "Nutuk Düellosu" 
    başlıklı yazısında Hüseyin Cahit Yalçın, "o kanaatteyim ki, liderler eski münakaşalar yerine susmayı bükere göze alsalar anlaşmaya götüren yolun 
    yarısını katetmiş olduğumuzu göreceğiz ve hep rahat bir nefes alacağız. Onun için sırf bir memleket evladı gibi düşünerek diyorum ki: 
    Ben ilk susan liderin partisinden olacağım" sözleri ile tepkisini dile getiriyordu.Tanin, 12 Temmuz 1947.
10. Tunaya, gös. yer.
11. Tunaya, Siyasi Partiler, s. 689.
12. Aynı eser.
13. Bundan önceki iki denemede de yeni parti kurucularının ülke çapında teşkilatlanırken kadrolarını oluştururken yeterli hassasiyeti göstermediklerini, 
     bunun kurulmaya çalışılan çok partili siyasi ortamı başarısızlığa iten en önemli sebeplerden biri olduğunu bilen İnönü, yöneticilerin sorumluluğunu 
     hatırlatmaktaydı. Önceki tecrübelerin yürütücülerinin bu husustaki ihmalleri ve sebepleri hakkındaki değerlendirmeler için bkz. Hasan Rıza Soyak, 
     Atatürk'ten Hatıralar, I-II, istanbul 1973.
14. Tunaya, Siyasi Partiler, s. 689.
15. Memleketin emniyeti konusu kanımızca, hem iç hem de dış politik duruma işaret etmektedir. Zira daha önceki parti denemelerinde halkın hemen 
      her bakımdan iki parçaya ayrıldığı, kahvehaneleri ve hatta camilerini ayırdığı, particiliğin ayrımcılık manasına alındığı bir ortam yaşanmıştı ki, 
      denemelerin başarısızlığının altmda yatan en önemli sebeplerin başında gelmekteydi. Diğer taraftan çok partili siyasi hayatın başlamasında
      amil olan dış politik gelişmeler de ülkenin toprak bütünlüğünü tehdit eder boyutta olduğundan Cumhurbaşkanının bir cümlede her iki duruma 
      da işaret ettiğini düşünmek yanlış olmaz.
16. Tunaya, Siyasi Partiler, gös. yer.
17. İnönü'nün yazdığı resmi konuşmalarına son şekli vermeden önce çok sayıda kopya çıkarttırarak yakın arkadaşlarına gönderip düşüncelerini 
     almak alışkanlığında olduğu hakkında bkz. Hilmi Uran, Hatıralarım, Ankara 1959, s. 474;. Uran, İnönü'nün çalışma arkadaşlarının düşüncelerini 
     her zaman dikkate aldığını ve gerekli düzeltmeleri yapmaktan çekinmediğini belirtmektedir. Metin Toker de, 3 Temmuz günü Nihat Erim'e 
     dikte ettirdiği 10 sayfalık metni Meclis Başkanı, Başbakan, Şemsettin Günaltay, Hüseyin Cahit Yalçın ve Falih Rıfkı Atay'a gönderdiğini, 
     daha sonra Genel başkan vekili Şükrü Saraçoğlu, Hilmi Uran ve Celal Bayar'a da birer suret verildiğini belirtmektedir. 
     Bu metinde İnönü'nün yapılacak ilk kongrede Cumhuriyet Halk Partisinin başından fiilen ayrılmak kararım uygulamaya koyacağı söz konusu
     edilmekteydi. Cumhurbaşkanı böylelikle partiler arasında hakemlik görevini daha iyi yapabileceğini düşünüyordu. Ancak Nihat Erim ve 
     Hüseyin Cahit Yalçın'nın desteğine karşın başbakan Peker, Hilmi Uran ve Kazım Karabekir'in bu fikre şiddetle muhalefet etlikleri biliniyor. 
     İnönü'nün değerlendirmeleri aldıktan sonra metni altı sayfaya indirdiği, dolayısıyla bu ilk nüshanın yayınlanandan oldukça farklı olduğunu
     hakkında bkz. Toker, Tek Partiden Çok Partiye, s. 184.    
18. Uran, Hatıralarım, s. 475, Toker, age, s. 185.
19. Uran, gös. yer. Cumhurbaşkanın aynı zamanda parti başkanı olmamaları gerektiği hususu muhalefet partilerinin daima ısrarla savundukları bir konudur. 
      Bu hususta geniş bilgi için bkz. Ali Arslan, '' Türkiye'de Cumhurbaşkanlığı İle Siyasi Parti Üyeliğinin Birbirinden Ayrılması Süreci (1923-1961) " 
      Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 34, Ankara 1996, s. 223-234.
20. "Parti Genel Başkanı Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde bu vazife üzerinde bulunduğu müddetçe Genel başkanlığın bütün yetki ve sorumlulukları 
      Genel Başkan Vekiline ait olacaktır" şeklindeki düzenleme için bkz., Tunaya, Siyasi Partiler, s. 576; Uran, age, s. 475; Hikmet Bilâ, CHP 1919-1999, 
      istanbul 1999, s. 126-127.
21. Hilmi Uran, Peker'in sert tavırlarını daima şikayet mevzuu yapan muhalefet partisinin bundan memnun olmasını beklerken Bayar'm "adet yerini bulsun 
     diye yapılmış bir şeydir" diyerek yapılan yeniliği hafife almasından dolayı hayal kırıklığı yaşadıklarını anlatmaktadır. Üran, Hatıralarım, s. 478.
22. Uraıı, Hatıralarım, s. 479.
23. Hilmi Uran, Hatıralarım, s. 480.
24. Nihat Erim, "Cumhurbaşkanı'nm Beyannamesi", Ulus, 12 Temmuz 1947.
25. Fuat Köprülü, "Son Tebliğin Büyük Manası", Kuvvet, 12 Temmuz 1947,
26. Köprülü, aynı makale.
27. Asım Us, "Cumhurbaşkanımızın Parti Münasebetleri Hakkındaki Karan", 13 Temmuz 1947.
28. Us, aynı makale.
29. Etem izzet Benice, "inönü'nün Beyannamesinden Sonra Son Durum", Son Telgraf, 13 Temmuz 1947, sayı 3804.
30. Benice, "inönü'nün Tebliğinden Sonra Demokrat Parti'ye Düşen Hizmet ve Mesuliyet Payı", Son Telgraf, 15 Temmuz 1947, sayı 3806.
31. A. E. Yalman, 'Tebliğden Çıkan Mânâlar", Vatan 13 Temmuz 1947, sayı 2202.
32. Vatan, gösterilen yer.
33. Vatan 15 Temmuz 1947, sayı 2204.
34. A. Emin Yalman, "Önümüzdeki Güzel Ufuklar", 12 Ağustos 1947, sayı 2232.
35. Vatan 25 Ağustos 1947, sayı 2243.
36. Akşam, 13 Temmuz 1947, sayı 10324.
37. Yalman, "Milli Hakimiyet Bloku", 8 Eylül 1947, sayı 2257.
38. Ulus, 19 Eylül 1947.
39. inönü'nün çok partili hayatı ülkenin iç ve dış gelişiminin şartı olarak göstermesi olayın kendi şartlarımız kadar dış politikadaki gelişmelerin yönlendirdiği 
     bir süreç olduğunu düşündürmektedir, inönü'nün nutku için bkz. Vatan 2 Kasım 1947, sayı, 2309.
40. Nihat Erim, "Demokrat Parti'nin Son Tebliği", Ulus, 26 Temmuz 1947.
41. "Hakikatleri Açık Lisan ile Konuşalım, A. Emin Yalman,Vatan 16 Temmuz 1948, s.2566.
42. Feroz ve Bedia Turgay Ahmad, Türkiye'de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi 1945-1971, Ankara 1976, s. 34; Çok partili siyasi hayat 
     denemesinin dış politika gereği olduğu yolundaki kanaatlerin o günlerde yurt dışında da oldukça yaygm olduğu hakkında bkz. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 
     Politikada 45 Yıl, İstanbul 1984, s. 190-191.
43. Toker, Tek Partiden Çok Partiye, s. 187. inönü, 12 Temmuz günü kabul ettiği Dışişleri Bakanı Hasan Saka'ya "Yüzlerce yıllık hanedan, sandıktan 
      çıkan oylann neticesine boyun eğiyor, vapura binip memleketi terk ediyor. Bizde hala sandık oyunuyla iktidarda kalacağız düşüncesinde olanların 
      aklına şaşarım" demektedir.
44. Toker, a.g.e., s. 195.
45. Celal Bayar, Başvekilim Adnan Menderes, (Derleyen ismet Bozdağ), istanbul 1986, s. 85-86; Mahmut Goloğlu, Demokrasiye Geçiş 1946-1950, 
      istanbul 1982, s. 168-169.
46. Uran, Hatıralarım, s. 476.
47. F. Giritlioğlu, Türk Siyasi Tarihinde Cumhuriyet Halk Partisin'nin Mevkii, Ankara 1965, s. 203-204
48. Partiler içi çekişmeler hakkında geniş bilgi için bkz. Cihat Baban, Politika Galerisi, İstanbul 1970.
49. Feroz ve Bedia Turgay Ahmad, Türkiye'de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi 1945-1971, Ankara 1976, s. 37; 
     Falih Rıfkı Atay ise İsmet inönü'yü "demokrasiyi Atatürk devrimlerinin tavizleri üzerine kurmak gafleti" ile suçlarken Ulus
     Gazetesinden ayrılmasını, "Hasan Saka ve Şemseddin Günaltay'm aralıksız Atatürk devrimlerinden taviz vermelerine katlanamayarak 
     Ulus gazetesinde CHP'yi savunmamak kararını vermesi" olarak izah etmektedir. Geniş bilgi için bkz. Falih Rıfkı Atay, Bayrak, istanbul 1980, s. 170-171.
50. Beyanname sonrası gelişmeleri Cumhuriyet Halk Partisi açısından değerlendiren yaklaşımları için bkz. Asım Us, 1930-1950 Haura Notlan, 
      istanbul 1966, s. 718- 722.
51. Us, a.g.e., s. 718- 719; Cumhurbaşkanı ve yakın çevresi tarafından tenkit edilen başbakan Peker'in parti grubunda çoğunluk sağlayarak gerekirse 
      Cumhurbaşkanına karşı bir çıkışa geçmek hazırlıklan hakkında ayrıca bkz. Toker, Tek Partiden Çok Partiye, s. 197-198.
52. Bu yoldaki iddia ve kaynaklan için bkz. Rıfkı Salim Burçak, Türkiye'de Demokrasiye Geçiş 1945-1950, Ankara 1979, s. 129-131.
53. Cem Eroğul, Demokrat Parti, Tarihi ve ideolojisi, Ankara 1998, s. 62-63.
54. Hikmet Bilâ, CHP, s. 128.


***

TÜRKİYE'DE ÇOK PARTİLÎ SİYASİ HAYATIN KURULMASINDA BİR DÖNÜM NOKTASI: BÖLÜM 2

TÜRKİYE'DE ÇOK PARTİLÎ SİYASİ HAYATIN KURULMASINDA BİR DÖNÜM NOKTASI: BÖLÜM 2





12 TEMMUZ BEYANNAMESİNİN BASINDAKİ YANKILARI

Beyanname başlangıçta her iki kesimden de olumlu tepkiler almıştır. Halk Partisinin yayın organı Ulus, "İnönü'den yalnız şu parti veya bu grup değil, bütün rejim faydalanmalı, partiler liderleri başlan dara geldiği anda onun masası başında toplanmalıdırlar" demekteydi. Ulus'un başyazarlanndan Nihat Erim, değerlendirmesinde iki tarafın birbirleri hakkındaki görüşlerini özetledikten sonra, "Peker'in yurdu içinden sarsmadan çok partili hayatı faziletli neticelere götüren yollarda muhaliflerle birleşmeye kani olduğunu bildirmesi ile İnönü'nün hakemliğinin mana kazandığının" altını çizmiştir. Erim'e göre -kendisinin de parti içinde mücadele ettiği- muhalefet safındaki müfritlerin ihtilalci metotlannın, halkın süratle gözünden düşerek kenarda kalmalan da bu uzlaşmaya imkan hazırlamıştır.

Son tahlilde Erim, "şimdi olması gereken İnönü'den şu veya bu partinin değil bütün dava ve rejimin faydalanmasıdır"24 diyerek olaya genel olarak ülkenin menfaati açısından baktıklarını göstermiştir.

Demokrat Partinin yayın organı Kuvvet'de ise Fuat Köprülü, çok olumlu karşıladığı beyannameden beklentisini "İnönü'nün beyannamesi memlekette yeni bir hayat neşesi yaratacaktır" sözleriyle ortaya koymuştur. Muhalefet partisinin dört kurucusundan biri olarak Köprülü, Devlet Reisinin Türk Milletine neşrettiği bu tebliği, "dünya ve memleket şartlannı samimiyetle ve cesaretle kavrayan tarafsız bir devlet reisinin en buhranlı dakikada en isabetli bir karannın parlak bir ifadesi "olarak değerlendirmiştir 25. 

"Veciz fakat geniş manalı" olarak nitelediği beyannamenin neşri ile "çözülmez gibi görünen çok buhranlı bir vaziyete son vermek suretiyle kalplere bir ferahlık bahşettiğini", bu hamlesiyle İnönü'yü artık "yepyeni bir sima ile yani sadece tarafsız bir devlet reisi olarak gördüklerini" Cumhurbaşkanı'nın "her iki partinin de müşterek malı, bir milli şahsiyet" haline geldiğini belirtmekteydi26.

   Beyannamenin yayımlanmasının ertesi günü Vakit'te iktidara yakınlığı ile bilinen Asım Us, ortamı "karanlık geceler içinde ümitsiz yaşayan bir adam birdenbire sihirli bir değnek yardımı ile aydınlık bir dünyaya çıkınca ne hal alırsa bu beyannameyi okuyanın ruhu da öyle geniş bir ferahlık duyuyor" cümlesiyle tarif ediyordu27. Beyanname, taraflann her türlü şikayetlerine rağmen birini haklı, diğerini haksız gösterme yoluna girmeden, herkese vazifelerini hatırlatan üslubu dolayısıyla da "tarafsız adalet hükmünün bir şaheseri" olarak vasıflandırı yordu 28.

Son Telgrafta Etem İzzet Benice, beyanname ile yeni bir devir açıldığı yorumunu yaparken işlemin aynı zamanda genel gidişten duyulan bir endişenin sonucu olarak ortaya çıkan siyaset manevrası olduğunu vurgulamıştır.

Türkiye'de gerçekleştirilen İnkılaplardan rahatsız olanlann her muhalefet olayında yeni oluşumlann arasına kanşarak fırsattan istifadeye yeltendiğine işaretle, Benice, "açık kapalı, maskeli maskesiz unsurlann da muhalefetin safında yer alarak araya kanşmalannın inönü'yü, CHP iktidannı, memlekete hakim her türlü münevver kütleyi ve vatanı tehdit etliği bir dönemden geçildiğini, muhalefetin şimdiye kadar kullandığı laktikten vazgeçmesi, bu ruh ve görüşü benimsemesi gerektiğini" hatırlatmıştır29. Benice, 15 Temmuz'da bundan sonra bütün dikkat ve mesuliyet payının DP'ye yüklendiği kanaatini seslendirmektedir; "memlekette iktidara ve dikkatine olan inancı yayacak, iktidann tarafsızlığım, ve güvenini  teminat altında tutacak, insan hak ve hürriyetlerinin en geniş demokratik zihniyet içinde muhafaza edecek bütün harekeüerin DP'nin hareket tavnna bağlandığını" bunu temin ettiği ölçüde, memleket halkının zihin ve ruhunda müspet mesaisini ne ölçüde arttınrsa, muhalefet ve hükümet arasındaki emniyetsizliği o ölçüde sıfıra indireceği" tespitini yapmıştır30.

1946 - 1950 döneminde muhalefeti daha ziyade demokrasi kavramının içeriğine uygun olarak desteklemesiyle dikkat çeken Ahmet Emin Yalman, "idare amirlerinin tek parti döneminden gelen alışkanlıkla, kanuni vazifeleri ile iktidara hizmet etmeyi birbirine kanştırdıklannı, bunun da tarafların eşit şartlarda mücadelesini imkansız kıldığını belirterek, İnönü'nün açıklamalannın bu zeminde önem kazandığına, demokrasinin "ancak tatbikle tekevvün edeceği" için beyannamenin hürriyet ortamının bir müjdesi olduğuna işaret etmektedir31.

Vatan, Demokrat Partililerin de beyannameyi "demokrasinin temelini teşkil eden hürriyetlerin teminat altında bulunması, muhalefetin emniyet altında çalışabilmesi, partiler için eşit haklar sağlanması, mevcut baskıların kaldınlması, ve nihayet devlet reisliği yüksek makamının parti mücadelelerinin üstünde ve dışında tutulması gibi bu gün ve yarın için çok derin ve şümullü manalar taşıyan bir vesika mahiyetinde" gördüklerini tespit etmekteydi 32.

Beyannamenin Halk Partisi için bir zaaf teşkil ettiği düşüncesindeki bazı müfritlerin gelişmelerden memnun olmadıkları, partinin sadece İnönü'den kuvvet alarak ayakta durduğu yolundaki eleştirilere karşılık Kazım Karabekir'i ön plana çıkarmaya çalıştıkları da basına yansımıştır 33.
Yaklaşık bir ay sonra bile Vatan'da beyanname ve İnönü lehine değerlendirme lerin göze çarpması demokrasi yolunun kaçınılmazlığı açısından yarattığı ümidin de göstergesi olmalıdır. Nitekim Yalman, İnönü'nün "hükümetin DP'nin hareketini bir ihtilal teşebbüsü gibi göstermek yolundaki cereyanlara karşı gelerek memleketi büyük bir felaketten kurtardığını, dahili sulh ve emniyetin korunması bakımından bu teşebbüsün çok önemli olduğunu" vurgulamaktadır. Böylece Halk fırkasını "tek bir şahıstan kuvvet almaya çalışan, ve tahakküme güvenen bir yaran zümresi halinden kurtularak halkın sevgisini kazanmaya çalışır duruma getirmek" İnönü'nün yaklaşımıyla gerçekleşmiştir 34.
Aynı paralelde Köprülü de, beyannamedeki vaatlerin fiiliyata çıkmasını sabırla beklediklerini ifade ederken "türlü yalanlar uydurarak maskeli bir takım insanların iç siyaset havasını zehirlediklerin den" şikayet; halk partisi içindeki aklı selim ve vatan menfaati düşüncesinin totalitarizm mutaassıplarına galip geleceğini de ümit ettiğini" hatırlatmaktaydı 35.

Akşam Gazetesi de büyük akisler yaptı dediği beyannameyi, "Türk milletini tam demokrasiye ve hürriyete kavuşturacak bir ışık" olarak görmekte, tek parti zihniyeti ile hareket etmek isteyen bir zümrenin artık taraftar bulmasına imkan kalmadığını belirtmektedir36.
Yalman ise, sert tavır yanlısı başbakan Peker'in istifasının arifesinde yaptığı nihai tahlilde "İsmet İnönü ve Halk Partisine mensup vatandaşların memleketin kahir ekseriyetini temsil eden milli hakimiyet bloku hesabına hayırlı bir zafer kazandıkları ortadadır. İnsaf sahiplerinin uyanmaları, eski arkadaşlarından gelen yaranlık baskısından kurtulmaları ve vicdanlarının emrine göre serbestçe yürüme kararını vermeleri milli birliğe duyulan ihtiyacın neticeleridir" diyerek bir anlamda dönemin genel manzarasını resmetmiştir 37.

İsmet İnönü, Başbakan Peker'in istifasından sonra çıktığı gezinin ikinci durağı olan Kars'ta 18 Eylül 1947'de verdiği demeçte, idare mekanizmasının
en küçük jandarma karakoluna kadar partilere eşit gözle bakan tarafsız ve adaletli durumda olması gerektiğini hatırlatmıştır. Öte yandan partilerin bütün çalışmalarının kanun içinde kalmasını da "siyasi hayatta emniyetin ilk ve temel kanunu" olarak dikkatlere sunmuştur. Bu suretle "idare mekanizması partiler içinde kanşacak şüpheli unsurlan meydana çıkarmakta ve partileri onlara karşı masun bulundurmada çok faydalı bir yardımcı olur" diyerek temel görüşlerini yinelemiştir38. Sözlerinin son kısmını dikkatle incelediğimizde İnönü'nün çok partili denemelerde daha önce görülen ve başansızlığa yol açan istismarlardan duyduğu endişenin had safhada olduğu ortaya çıkar.

İnönü, 8 dönem II. Toplantı yılı açış konuşmasında ise" demokratik hayatın iki ana partiden kurulduğunu hatırlatarak bundan sonra demokrasi için bu partilerin karşılıklı çalışmaları gerektiğinin üzerinde durmuştur. İdare mekanizmasının siyasi partilerle münasebetierini sağlam ve sarsılmaz temeller üzerine yerleştirmelerinin birinci derecede önemli olduğunu vurgulamıştır. Kanuni partilere karşı idari mekanizmanın eşit ve tarafsız muamelesinin şart olduğu üzerinde duran İnönü, "memleketin iç ve dış gelişiminin demokratik inkişafa bağlı olduğuna değinmiştir"39.

    Diğer taraftan muhalefet partisi yöneticileri 12 Temmuz Beyannamesi ile verilen vaatlerin adım adım yerine getirilmesi için takipçi olacaklarını
sonraki günlerde de dile getirmeye devam etmiştir. Demokrat Partinin 22-24 Temmuz tarihleri arasında topladığı küçük kongrenin kapanış tebliğinde, beyannamenin yayınlanmasından önceki şikayet konulannın önemli ölçüde tekrarlanması dikkat çekmekteydi. Buna mukabil Cumhuriyet Halk Partisi'nin ılımlı kanadının önde gelen ismi Nihat Erim de, parti ilişkileri bakımından 12 Temmuz'un adeta bir milat olarak görülmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Demokrat Parti'nin geçmişi bir yana bırakıp, "12 Temmuz tarihinden bugüne yeni şikayet konulan ile karşılaşmış ise onlan ortaya" koymasını isteyen Erim, eski şikayetleri sistemli bir tarzda tekrarlamanın "Cumhurbaşkanının bir an önce doğmasını sağlamaya çalıştığı karşılıklı saygı ve güven durumunu sadece geciktireceği" uyansını yapmaktaydı 40.

12 Temmuz Beyannamesinin yıldönümünde yani bir senelik süreçte Cumhuriyet Halk Partisinin gerek idari, gerekse siyasi yapıda gerçekleştirdiği değişimi gördükten sonra yaptığı bir değerlendirmeyle Yalman, olayın iç politika açısından önemini kavradığını göstermektedir: "12 Temmuz ne İnönü'nün bir atıfetidir, ne de bir oyalama manevrasıdır. Sadece Türk milletinin basiret, itidal, azim ve birlik sayesinde elde ettiği ilk esaslı demokrasi zaferidir. Girift menfaat hisleriyle müşterek nüfuz hırsıyla kısmen suç ortaklığı ile birbirine bağlı olan unsurlardan ve dilsiz münevverlerden ve iyi niyet sahiplerinden mürekkep bir iktidar kalesine karşı yalnız bir sene içinde böyle bir netice elde edilmesi ve bu kalede bu
kadar esaslı bir gedik açılması, tarihi ölçülerle havsalaya sığmayacak kadar mühim bir başandır" demekte, iç banş için önemli bir adım tanımlaması 
yapmaktadır 41.

BEYANNAME HAKKINDA DEĞERLENDİRMELER

12 Temmuz Beyannamesinin yayınlandığı gün Amerikan yardım anlaşmasının imzalanmış olmasının "dikkate değer bir gelişme"42 olarak değerlendirilip İnönü'nün çabalannın dış gelişmelerden önemli ölçüde etkilendiğinin ima edilmesine mukabil, 12 Temmuz Beyannamesi, Türkiye'nin savaş sonrası dönemindeki iç siyasi ortam ve gelişmelerin aynası olmak bakımından müstesna bir önemi haizdir.

Cumhurbaşkanı'nin yakın çevresinde yer alan gazeteci yazar Metin Toker, İnönü'nün iki parti arasındaki arabuluculuk faaliyetinden "milli şeflikten Cumhurbaşkanlığına geçmek" gibi bir işlev beklediği değerlendirmesini yapmaktadır. İnönü'nün Cumhurbaşkanlığının tarihi hizmeüerinden
ziyade, mevcut en iyi seçenek olmasından kaynaklandığının bütün politikacılar ve halk tarafından kabul edilmesi demek olan partiler arası fikir birliği, gerçekten de onun çabalan ile devam etmiştir. Nitekim, anayasada olmayan bir yetkiyi kullanmasına "prensip" olarak karşı çıkan başbakan Recep Peker'in parti içindeki konumunu sarsmak için, Nihat Erim'in başkanlığında muhalif "35'ler" grubunu bizzat İnönü oluşturmuştu 43.
Peker de daha 4 Ağustos 1947'de Cumhurbaşkanı 'na "yeni politikasını takip etme kudretini kendinde bulamadığını" ifadesiyle istifa etmiş, ancak Cumhurbaşkanı'nın Meclisin açılışına kadar göreve devam etmesi yolundaki ricasını kabul etmişti 44.

Aslında Cumhurbaşkanının partiler arası hakemliğe soyunmasını "olmayan bir yetkiyi kullanmak" olarak değerlendirmede Peker yalnız değildir.
Cumhuriyet Halk Partisi içindeki tek parti idaresinin devamını savunan "aşın"lann yanısıra, Demokrat Parti içinde Yusuf Kemal Tengirşenk ve Ahmet Tahtakılıç başta olmak üzere bir grup milletvekili, "beyannameyi olumlu karşılamanın İnönü'nün yasadışı davranışını kabul etmek olacağını" savunmaktaydı. Beyannamenin kabulü Adnan Menderes, Fuat Köprülü ikilisinin başını çektiği "ılımlı" milletvekillerine aşınlardan Refik Şevket İnce'nin de katılması ile mümkün olmuştur 45.

12 Temmuzdan sonraki gelişmelerin çok partili siyasi hayatın devamını temin eder mahiyette gelişmesini göz önüne alan dönemin CHP Genel Başkan Vekili Hilmi Uran, beyannameyi, "taraflann iddia ve şikayetlerine taraftar görünmeksiz in ve onlan incitmeksizin yumuşatma tedbirini bulabilmiş siyasi bir eser" olarak nitelendirmiştir 46.
Bu kanaat önemli ölçüde ortaktır. Nitekim, DP'nin o zamana kadar memleket çapında gösteremediği gelişmeyi ortaya koyma imkanı bulduğunun
altını çizen F. Giritlioğlu, beyanname ile sağlanan huzur ve güven ortamının, demokratik faaliyetler için ne kadar önemli olduğunu hatırlatmıştır 47.
Gerçekten, İnönü de beyannamenin en önemli hedefi olarak iki parti arasında güven ortamı yaratmak istediğini, zira bunun demokrasi ortamının zemini olduğunu ifade etmekteydi. Güven aslında Türk siyasi hayatının tamamının da kilit kavramıydı. Zira hem Demokrat Parti içinde genel başkanın devlet başkanı ile ilişkilerinden endişe eden, her türlü yakınlaşmayı iktidar ile "muvazaa" örtüsü altına sokan bir muhalif grup olduğu gibi, Halk Partisi içinde de muhalefetin ihtilal çıkarmak için çalıştığı saplantısında olan ve zamanın basınında "müfritler" olarak tanımlanan bir grup vardı. Bayar kendi partisi içinde Müstakil Demokratlar grubunu , İnönü de CHP içinde başbakan Peker'in etrafında toplanan muhalifleri
nötralize etmeye mecburdular48. Gerçekten de Parti içindeki çekişmenin boyutlan basında Halk Partisinin ikiye aynlacağı haberlerinin görülmesine
yol açacak derecededir. İnönü'nün yakın çevresinde yer alan Nihat Erim'in Ulus Gazetesinde yazdığı ılımlı başyazıların Falih Rıfkı Atay'ın sözcülüğünü yaptığı müfritlerin sert ve tavizsiz yaklaşımlan ile aynı zamanda yer alması parti içindeki çekişmenin açık kanıtlanndan sayılmalıdır.

Nitekim Atay, bu sürecin sonunda gazeteden ayrılmak zorunda kalacaktır49.

Cumhurbaşkanının müdahalesinin ehemmiyeti, dönemin etkili siyasi simalan tarafından da takdir edilmekteydi. Nitekim, beyanname öncesini başbakan ve muhalefet liderinin bir araya gelip konuşamadığı bir ortam olarak tarif eden Asım Us, "eğer Cumhurbaşkanı işleri kendi haline bırakmış olsaydı bu defa başlanmış olan demokrasi hareketi de iflas etmiş olacaktı"diyerek, siyasi hayatın içine düştüğü çıkmaza dikkat çekmekteydi 50. Us, gazetelerde görülen partinin ikiye ayrılabileceği tehlikesine de işaret etmekle birlikte daha önemli bir hususun ipuçlarını vermektedir.

Cumhurbaşkanı, başbakanın Mecliste bulunan Halk Partisi grubunun çoğunluğunu kendisine karşı kullanmak istediğini düşünmektedir. Recep
Peker'in de 27 Ağustos tarihindeki güvenoyu'nu kastederek Cumhurbaşkanının artık ısrarcı olmayacağını sandığını, ancak yanına Demokrat Partili
bir milletvekili alarak Doğu seyahatine çıkmasının aradaki aynlığın devamını gösterdiği yolundaki sözlerini bu niyete delil olarak almaktadır51.
Diğer taraftan İnönü'nün çıktığı gezide 12 Temmuz Beyannamesinin ruhuna atıflarda bulunan konuşmalarından sonra 1 Kasım 1947 tarihinde

Meclisin 8. Dönem II. Yıl toplantısında da aynı hassasiyeüeri vurgulaması, çok partili hayatın devamında ne kadar ısrarlı ve kararlı olduğunu göstermiştir.
Bu konuşmada Demokrat Partinin içerisinde de kanunlara aykırı hareket etmek isteyen grupların yer aldığına işaret eden Cumhurbaşkanı her iki tarafın da aynı hassasiyeti göstermesi gerektiğinin altını çiziyordu. 1946 Erken genel seçimlerinden sonra "artan tansiyonun bir bildiri ile düşürülmüş olmasını, İnönü hesabına büyük bir başarî'sayan Rıfkı Salim Burçak, bildirinin daha önemli bir işlevine dikkat çekmektedir: Ordu kaynaklı bir patlamanın önüne geçmek. Zira, "iktidar - muhalefet tartışmalarının son raddeye geldiği o sıralarda, orduda da bir kaynaşma vardı ve subaylar tarafından kurulan siyasi hayata müdahale amaçlı örgütler oldukça yaygın bir hale gelmişti"52.

Beyannamenin iki parti arasındaki tartışmalar için bir "mütareke" olduğu, "gerçek banşın ancak anti-demokratik kanunlann yerini demokratik
kanunların almasından sonra kurulabileceği"53 hükmü ise beyanname sonrasında İsmet İnönü'nün yönlendirdiği gelişmelerle doğrulanacaktır.

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


***

TÜRKİYE'DE ÇOK PARTİLÎ SİYASİ HAYATIN KURULMASINDA BİR DÖNÜM NOKTASI: BÖLÜM 1

TÜRKİYE'DE ÇOK PARTİLÎ SİYASİ HAYATIN KURULMASINDA BİR DÖNÜM NOKTASI: BÖLÜM 1




12 TEMMUZ (1947) BEYANNAMESİ.,


Doç. Dr. Cezmi ERASLAN.,*
* İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi.

Çok partili siyasi hayatı yaşama geçirmek, "bila kayd ü şart hakimiyeti milliye" düsturu ile yola çıkan, demokratik bir cumhuriyet idealini ortaya koyan Türkiye Cumhuriyeti için dönüm noktalarından biridir. Atatürk'ün hedeflediği çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmadaki en önemli adımlardan biri olan çok partili parlamenter hayata geçiş ancak ikinci dünya savaşı sonunda gerçekleştirilebilmiştir. 
Atatürk'ün çok istemesine rağmen çeşitli sebeplerle hayata geçiremediği çok partili demokratik hayatın kurucusu ve uygulayıcısı olmak hizmeti ise ismet İnönü'ye aittir.

Bu süreci çeşitli yönleri ile değerlendirmek bir makale hacmine sığmayacağından biz burada İsmet İnönü'nün demokrasi hakkındaki görüşlerine kısaca işaret ettikten sonra başanya giden yoldaki en önemli dönüm noktalanndan biri olarak gördüğümüz 12 Temmuz Beyannamesini, Beyannameyehakim olan anlayışı ve etkilerini değerlendirmeye gayret edeceğiz.

İsmet İnönü Ve Demokrasi

İsmet İnönü'nün milli hakimiyet anlayışının en açık ve öz anlatımı onun Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışında yaptığı konuşmada görülür.
Çok partili sürecin henüz başlangıcında yaptığı değerlendirme Cumhuriyetin ilanından o güne değin bu başlık altında toplayabileceğimiz düşüncelerinin özeti mahiyetindedir. Kişi ve aile hakimiyetinin belirleyici olduğu altı asırlık bir devlet anlayışı ve geleneğinden yepyeni bir döneme geçiş aşamasında yaşananları bir zaruret olarak niteleyen İnönü, devletin temel karakterine dikkat çekmekteydi "Devletin karakterinin bu kadar büyük değişiklikleri meydana getirebilmek için devrimci olması zaruridir. Bunun yanında temel olarak Cumhuriyetin bir halk idaresi olarak kuruluşu, yani demokratik karakteri esas tutulmuştur"1.

***

TÜRKİYE'DE ÇOK PARTİLÎ SİYASİ HAYATIN KURULMASINDA BİR DÖNÜM NOKTASI: 12 TEMMUZ (1947) BEYANNAMESİ

Doç. Dr. Cezmi ERASLAN*

Çok partili siyasi hayatı yaşama geçirmek, "bila kayd ü şart hakimiyeti milliye" düsturu ile yola çıkan, demokratik bir cumhuriyet idealini ortaya koyan Türkiye Cumhuriyeti için dönüm noktalarından biridir. Atatürk'ün hedeflediği çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmadaki en önemli adımlardan biri olan çok partili parlamenter hayata geçiş ancak ikinci dünya savaşı sonunda gerçekleştirilebilmiştir. 
Atatürk'ün çok istemesine rağmen çeşitli sebeplerle hayata geçiremediği çok partili demokratik hayatın kurucusu ve uygulayıcısı olmak hizmeti ise ismet İnönü'ye aittir.
Bu süreci çeşitli yönleri ile değerlendirmek bir makale hacmine sığmayacağından biz burada İsmet İnönü'nün demokrasi hakkındaki görüşlerine kısaca işaret ettikten sonra başanya giden yoldaki en önemli dönüm noktalanndan biri olarak gördüğümüz 12 Temmuz Beyannamesini, Beyannameye hakim olan anlayışı ve etkilerini değerlendirmeye gayret edeceğiz.

İsmet İnönü Ve Demokrasi

İsmet İnönü'nün milli hakimiyet anlayışının en açık ve öz anlatımı onun Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışında yaptığı konuşmada görülür.
Çok partili sürecin henüz başlangıcında yaptığı değerlendirme Cumhuriyetin ilanından o güne değin bu başlık altında toplayabileceğimiz düşüncelerinin özeti mahiyetindedir. Kişi ve aile hakimiyetinin belirleyici olduğu altı asırlık bir devlet anlayışı ve geleneğinden yepyeni bir döneme geçiş aşamasında yaşananları bir zaruret olarak niteleyen İnönü, devletin temel karakterine dikkat çekmekteydi "Devletin karakterinin bu kadar büyük değişiklikleri meydana getirebilmek için devrimci olması zaruridir. Bunun yanında temel olarak Cumhuriyetin bir halk idaresi olarak kuruluşu, yani demokratik karakteri esas tutulmuştur"1.

Söz konusu ortamda yapdan inkılabın halkın oybirliği ile gerçekleştirilmesinin beklenemeyeceğine işaretle: "İlk devirlerinde fesin yerine şapkanın giyilmesini ve devletin laik bir Cumhuriyet olmasını ve Latin harflerini bütün bunları açık ve uzun tartışma ile kabul ettirmemizi insaflı hiç kimse bekleyemezdi" diyen İnönü, yapılanlann millet temsilcilerinin kararlarına dayandığını da hatırlatmaktaydı: "Bütün bu devrimlerin yine bir diktatörlük rejiminin eseri olarak meydana gelmemiş, hepsi Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin denetleri ve hesap sormalan önünde yenilmişti.

İnönü, söz konusu dönemi değerlendirirken "bütün büyük devrimlerin 1923'ten 1939'a kadar meydana geldiği, ve altı seneden beri de bir cihan harbi içinde bulunduğumuz unutulmamalıdır" diyerek gerek şekil gerekse içerik olarak büyük değişimlerin çok kısa bir sürede gerçekleştiğini hatırlatmak ihtiyacını duymuştu2.

Gerçekten de "Demokratik karakter bütün Cumhuriyet devrinde prensip olarak muhafaza olunmuştur. Diktatörlük prensip olarak hiçbir zaman kabul olunmadıktan başka zararlı ve Türk milletine yakışmaz olarak daima itham edilmiştir". Yapılan her işte ve harcamada Millet Meclisinin kontrolünün bulunduğuna dikkat çeken İnönü, sistemin tek eksiğinin muhalefet partisi olduğunu ancak bunun da Türkiye'nin kendine özgü şartlarına göre gerçekleşeceğini vurguluyordu: " Bizim tek eksiğimiz hükümet partisinin karşısında bir parti bulunmamasıdır. Bu yolda memlekette geçmiş tecrübeler vardır. Hatta iktidarda bulunanlar tarafından teşvik olunarak teşebbüse girişilmiştir. İki defa memlekette çıkan tepkiler karşısında teşebbüsün muvaffak olmaması büyük talihsizliktir. Fakat memleketin ihtiyaçları şevkiyle hürriyet ve demokrasi havasının tabii işlemesi sayesinde başka siyasi partinin de kurulması mümkün olacaktı". "Demokrasinin her millet için müşterek prensipleri olduğu gibi, her milletin karakterine ve kültürüne göre bir çok özellikleri de vardır" diyen İnönü'ye göre "Türk milleti kendi bünyesine ve karakterine göre demokrasinin
kendi için özelliklerini bulmağa mecburdur"3. 1946 şartlarında Cumhuriyet Halk Partisi üyelerinin "hükümeti tenkitte , devlet ve millet işlerini denetlemede hiçbir kayda, hatta hiçbir ölçüye bağlı bulunmadıkları herkesin gözü önünde bir gerçektir. Memleketimizin hürriyet, güvenlik içinde halk idaresini bütün şartlanyla geliştirebilecek bir yolda ilerlediğini inanla söyleyebiliriz" sözleri ile iyimserliğini gösteren inönü, bu gelişme için ilk şartı "her vatandaşın vazife ve sorum duygusuyla ilgili olması" şeklinde ifade etmekteydi.

12 TEMMUZ BEYANNAMESİ

İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanı sıfatı ile yayınladığı beyanname, Atatürk dönemindeki başarısız iki denemeden 15 yıl sonra girişilen çok partili demokratik hayat denemesinin başarıya ulaşmasında önemli bir yere sahiptir. 

Çeşitli sebeplerle bekleneni tam anlamı ile veremese de deneyimin öncekiler gibi başarısızlığa uğramadan devam ettirilmesini sağlamak gibi bir işlevi vardır. 12 Temmuza kadar geçen bir buçuk yıllık süre içerisinde muhalefet partisinin faaliyetine devam etme yolunda aktif bir halk desteğinden mahrum oluşu, dolayısıyla iktidarın müsamaha ve izni ile devam etmek zorunda kalışı işlerin normal seyrinde gitmesinin önündeki en önemli engel olarak görülmelidir4.

Demokrat Partinin kuruluşu sırasında yapılan görüşmeler gerek halk arasında gerekse bir kısım partililer arasında "muvazaa" söylentilerinin yayılmasına yol açmış, bu yoldaki isnatlar partinin ikiye aynlmasına yol açacak kadar etkili olmuşlardı5. Demokrat Partinin yöneticileri halk arasında yayılan bu suçlamanın asılsız olduğunu gösterebilmek amacıyla normalden daha sıkı bir muhalefet yapma gayreti içine girmek durumunda kalmışlardı. Diğer taraftan iktidar partisi yöneticilerinin bu deneyimi tamamen kendi lütufları olarak görmeleri ve muhalefet partisinin eleştirilerine katlanamayarak ılımlı bir muhalefet beklemeleri netice almayı daha da güçleştirmekteydi 6.

Demokrat Partinin kuruluşundan kısa bir süre sonra erken genel seçimlerin yapılması ve çeşitli yorumlara yol açan uygulamadan sonra yeni Partinin 61 milletvekilliği kazanarak Türkiye Büyük Millet Meclisinde yerini alması iktidarı daha dikkatli davranmaya zorlamıştır. Karşılıklı yapılan ithamlarla gerginleşen ortamı yumuşatmak ve sürecin devamını sağlamak üzere İnönü devreye girme ihtiyacı hissetmiş, taraflarla çeşitli görüşmeler yaptıktan sonra düşüncelerini 12 Temmuz 1947 tarihinde radyo ve basın yoluyla halkla paylaşmıştır. Bu açıdan beyanname, yayınlandığı güne kadar olan muhalefet - iktidar ilişkilerinin de seyir defteri mahiyetindedir. Beyannamenin Tahlili 12 Temmuz günlü gazetelerde yer alan  beyanatında İnönü, " Başbakan ve muhalefet partisi başkanı ile yaptığı görüşmeleri ve bu konudaki düşüncelerini halkı ile paylaşmak zamanının 
geldiğine işaret etmektedir"7. 

İnönü 7 Haziran da Bayar ile yaptığı görüşmede, muhalefet partisi liderinin "hükümet ve idare organlannın baskısı altında olmaktan" dolayı  şikayetlerini dinlemiş, durumu aktardığı Başbakan ise böyle bir baskının olmadığını, bilakis yönetim olarak "muhalefetin huzuru bozacak muzır  tahriklerinden" dolayı zor durumda kaldıklannı ifade etmiştir. 

14 Haziranda taraflan bir araya getiren İnönü, iki buçuk saatlik görüşmenin "başladığı noktada bittiğini" belirtmektedir. Bu buluşmadan üç gün  sonra Cumhurbaşkanı ile görüşen Bayar, arkadaşları ile görüştüğünü baskı altında olduklan kanaatinin umumi olduğunu, ancak çabalanndan dolayı İnönü'ye takdir duygulanyla dolu olduklannı iletmiştir8. Yeniden Başbakan ile görüşen İnönü, ondan da iktidar muhalefet ilişkilerinin düzelmesi yolunda üzerlerine düşeni yapacaktan, bir iki ay içerisinde partiler arasındaki güveni artıncı gelişmeler ümit ettikleri vaatlerini alır. Ancak 24 Haziranda kendisine aktanldığında Bayar, söze değil hükümetin eylemine bakmak lazım geldiğini dile getirecektir. Kısaca, arzulanan güven ortamı henüz kurulamamıştır. İnönü'nün ifadesiyle "vaziyet karşılıklı iddialar bakımından düğüm halini muhafaza etmiştir"9. Gerçekten de Bayar'ın Sivas konuşması ve Başbakanın cevabi beyanlannda benzer ifadelerle aynı iddialar tekrarlanmıştır. Konuşmalar sırasında "akılda kalan karşılıklı
iyi niyet ifadeleri" ni havayı yumuşatan bir işaret olarak gören İnönü, "dertleri bilenlerin kendiliklerinden karşı tarafı teskin edici tedbirler alacaktan"
ümidindeydi10. Bu ümitle taraflann birini haklı diğerini haksız çıkarmağa uğraşmadan, mevcut durumu daha ileri götürebilecek bir yaklaşım ile; başbakanın hükümetin baskı yapmadığını, şahsen böyle bir şeyi kabul edemeyeceğini söylemesini bir teminat olarak almıştır.

Diğer taraftan muhalefet liderinin kanun dışı amaçlar ve yollan kullandıklan iddialannı ret etmesini, kanun dairesinde hareket edildiği, ve bundan sonra da edileceği iddialannı teminat kabul etmiştir. Bu yaklaşımını taraflara aktardığını ve ulaştığı neticeye inanmak istediğini ve inandığını belirten Cumhurbaşkanı, ortamı siyasi partilerin çalışıp gelişebilecekleri bir vasatta görmekteydi. Önceki tecrübelerdeki başansızlığın temelinde, karşılıklı suçlamalara ve inkarlara dayanamamanın yattığını belirten İnönü, mevcut siyasi durumu muvaffakiyet olarak değerlendirmekteydi.

Kendisinin ilk iki denemede hükümet başkanı olduğunu hatırladığımızda, İnönü'nün geçmişteki tahammülsüzlüklerin yarattığı kaos ortamlarından olumlu neticeler çıkardığını ve bunu ülke hizmetinde başarıyla kullandığını görürüz.

Ümit kinci olaylara rağmen devam eden sürecin korunmasında iktidar ve muhalefetin vazifeleri olduğunu hatırlatan Cumhurbaşkanı, devam şartının kendini tamamen haklı, karşısındakini tamamen haksız görmemekten geçtiğinin altını çizmektedir, "karşılıklı şikayetler içinde mübalağa payı ne olursa olsun hakikat payı da vardır" diyerek her iki tarafı da sorumlu tutan İnönü, her iki tarafa karşı eşit mesafede olduğunu hatırlatmaktadır 11.
Kanun sınırlan içinde çalışan muhalefet partisinin, iktidar partisinin şartlan içinde çalışmasını temin etmek lazımdır" derken, ne muhalefetin iddialannı tamamen kabul etmiş, ne de hükümetin karşı iddialanm tamamen reddetmiştir.

Bu noktada devlet müesseselerini yönetenlerin halkın nezdinde devleti temsil edenlerin psikolojik zorluklannın da farkında olduğunu gösteren İnönü, "İdare mekanizması, yani valilerimiz ve maiyetleri bir seneden beri çok ağır bir tecrübe geçirmişlerdir" derken, uzun zamandır tek bir partinin uygulamalanna göre çalışmış, devlet ile özdeşleşmiş bir partinin ferdi olarak davranmış bürokratlann, içine düştükleri çelişkinin altını çizmekteydi12.

Huzur ve asayişi sağlarken muhalif meşru müesseselere karşı da tarafsız eşit muamelenin bir mecburiyet olduğunu hatırlatan devlet başkanı, bunun, güvenli siyasi hayatın temel şartı olduğunu hatırlatmaktaydı.

Bununla birlikte, farklı amaçlar taşıyarak partiye girenlerin suistimallerini etkisiz bırakmanın, partilerin sorumluluklan olduğunu dile getirmekteydi13.

Diğer taraftan Bürokrasinin devlet idaresindeki etkin konumunu hiçbir zaman göz ardı etmeyen İnönü, iktidara kim geçerse geçsin, "bürokrasinin
hak ve itibar yönünden adil bir muameleye maruz kalacağını temin etmek zorunda" olduğunun altını çizmekteydi 14.

İnönü bundan sonra yeniden temel hedefine dönerek, vatandaşlanna en üst düzeydeki devlet meselelerinin gelişimi ve tepedeki makam olarak kendi yaptıklan hakkında bilgi verdiğini ihsas etmekteydi. İşlerin sadece Meclis bünyesinde cereyan ettiği bir gelenekten sonra doğrudan vatandaşı
muhatap alan bir yaklaşımın bizzat kendisi tarafından ortaya konması da, bu sürecin önemli kilometre taşlarından olmalıdır.

Cumhurbaşkanı son olarak varmak istediği neticeyi başlıca iki parti arasında temel şartın, yani emniyetin yerleşmesi olduğunu yeniden gündeme getirmiştir. Ancak asıl vurgulamak istediği nokta, bunun "bir bakımdan memleketin emniyeti manasını taşıması" dolayısıyla kendi açısından "çok ehemmiyetli" olmasıydı15. İnönü arzuladığı ortamı şöyle tarif etmekteydi; "Muhalefet teminat içinde yaşayacak ve iktidann kendisini ezmek niyetinde olmadığından müsterih olacaktır; İktidar, muhalefetin kanun haklarından başka bir şey düşünmediğinden müsterih olacaktır.

Büyük vatandaş kitlesi ise iktidann bu partinin veya öteki partinin elinde bulunması ihtimalini vicdan rahatlığı ile düşünebilecektir"16.

Demokrasinin kavram olarak temelini oluşturan bu üç esasın hayata geçirilebilmesi pek de kolay bir iş değildir. Türkiye örneğinde zorluğun
çoğunlukla maddi sebeplerden ziyade, ruhi sebeplere bağlı olduğunu, bir diğer ifade ile alışkanlıklann kuvvetinden kaynaklandığını bilen İnönü, "iktidar ve muhalefetteki liderlerin samimi yardımlan ile bu güçlükleri yeneceğini" ifade etmekteydi. Başbakana ve muhalefet liderine neşrinden önce gösterdiği bu beyanatı ile Cumhurbaşkanı, yaklaşık çeyrek asırlık siyasi hayatının bütün birikimini ortaya koymakta, geçmişte yaşanan başarısızlıklarının temelinde yatan sebepleri de tespit ederek aynı hatalann bir daha tekrarlanmaması için devreye girmektedir. Zira onun gözünde artık çok partili hayatı başarmak kişisel bir mesele olmaktan çoktan çıkıp bir devlet ve millet meselesi haline gelmiştir.
İnönü, yukanda işaret etmeye çalıştığımız değerlendirmeleri, yakın çalışma arkadaşlannın görüşlerini de aldıktan sonra halka açıklamıştır17.

Dönemin Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri Hilmi Uran, beyannamenin, kendisi de dahil yakın çalışma arkadaşlarına gönderilen müsveddesinin yayınlanan nüshadan oldukça farklı olduğuna dikkat çekmektedir.

Bu süreçte daha ziyade başbakan Recep Peker'in tarafında olduğu izlenimini veren Uran, değişikliklerin çoklukla Demokrat Parti lehine yazılan kısımlarda yapıldığını belirterek, Peker'in "muhalefet partisine gösterilmek istenen bazı lüzumsuz tavizleri kaldırtmış olduğu" değerlendirmesini yapmaktadır 18. Yapıldığı anlaşılan değişikliklerin Cumhuriyet dönemi siyasi hayatında muhalefet partilerinin daima şikayet ettiği hususlardan kaynaklanması İnönü'nün bu vesile ile pek çok problemli meseleyi halletmeye karar verdiğini göstermektedir. Uran çıkarılan pasajlar arasında "İnönü'nün aynı zamanda Halk Partisinin başkanı olduğu halde Cumhurbaşkanı sıfatıyla iki parti yöneticilerinin arasına girişini haklı ve mazur göstermeye çalışan cümlelerinin" olduğunu söylemektedir 19. Muhalefetin bu konudaki rahatsızlığını bilen İnönü'nün çevresinden gelen tenkitler üzerine metinden çıkardığı bu hususu Cumhuriyet Halk Partisinin yapılan ilk kurultayında parti karan haline getirdiğini görüyoruz. Yapılan bir düzenleme ile Cumhurbaşkanı olduğu süre için Parti başkanlığını bırakmıştır20. 12 Temmuz Beyannamesinin yayınlanmasından kısa bir süre sonra (yaklaşık iki ay) muhalefete karşı sert tavırlar takınan Recep Peker'in istifa etmesi ve yerine daha ılımlı Hasan Saka'nın hükümeti kurmaya memur edilmesi Beyannamenin çok partili sistemi sürdürmek yolundaki hedefine başanyla ilerlediğini göstermektedir. Bu arada yeni Başbakanın belirlenmesi sürecinde muhalefet partisi başkanının da fikri sorularak partiler arası ilişkilerde yeni bir sayfa açılması hedeflenmişti 21. 

17 Kasım- 4 Aralık tarihleri arasında faaliyet gösteren yedinci büyük kurultayda parti tüzüğünde demokratikleşme yolunda önemli değişiklikler yapılmıştır.
Aradan geçen dört aylık süreye rağmen yumuşatılamayan partiler arası ortamda İnönü, yaptıklarının gerekçelerini kongre delegelerine anlatmıştır.

Cumhurbaşkanı, her türlü olumsuzluklara rağmen çok partili demokratik yapıyı devam ettirmek azmiyle; "siyasi emniyetin prensibi, devlet idaresini kuvvetli bir hükümetle yürütmek yanında açık bir muhalefetin siyaset cihazı olarak mevcut olmasını lüzumlu görmektir. Bu prensip kabul edilince karşı partinin bulunmaması milli bir eksiklik sayılır. Bu gün iktidarda yarın karşıda vazife sahibi olmak ihtimalleri şahıs bakımından aynı derecede tabii görülür" diyerek olması gereken siyasi zemini tarif etmiştir. Kendisinin devreye girmesini "zaruri" olarak niteleyen İnönü, vatandaşın, onun partilere karşı eşit konumda olmasını bir emniyet unsuru kabul ettiğini, dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı süresince bütün yetkileri kullanacak bir genel başkan vekilinin seçilmesi gerektiğini delegelere hatırlatmıştır 22. Bu şekilde gelişen süreçte seçim şeklinin değişmesiyle
başlayan gelişmeler, 1950 seçimlerinde iktidann halk oyu ile değiştiği bir noktaya kadar gelmiştir.

Bütün iyi niyetine ve çevresindeki insanlar üzerindeki büyük karizmasına rağmen, çeşitli sebeplerin engellemesiyle Atatürk'ün başarıyla sonuçlandıramadığı çok partili hayatın iktidarı halkın oyu ile değiştirecek seviyeye gelmesinde İsmet İnönü'nün zamanında müdahalesi ve partiler arası ilişkilerdeki  dengeleyici rolü gerçekten de belirleyici olmuştur. Nitekim, kongrede söylediği şu sözler bu gerçeğin de ifadesidir; "Tarih, Türkiye'nin
demokratik inkişafında siyasi muhalefetin emniyet içinde çalışması hadisesini Cumhuriyet Halk Partisinin iktidar ve mesuliyet zamanına kaydedecektir"23.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


***

15 Aralık 2018 Cumartesi

TÜRKİYE’DE 1946-1960 DÖNEMİ İKTİDAR-MUHALEFET İLİŞKİLERİ: CUMHURİYET HALK PARTİSİ (CHP) DEMOKRAT PARTİ (DP)’YE KARŞI. BÖLÜM 5

TÜRKİYE’DE 1946-1960 DÖNEMİ İKTİDAR-MUHALEFET İLİŞKİLERİ: CUMHURİYET HALK PARTİSİ (CHP) DEMOKRAT PARTİ (DP)’YE KARŞI. BÖLÜM 5



 18 Nisan.da çıkarılan Yetki Yasasının çıkmasından sonra, ülkede büyük bir siyasal kaos yaşanmıştır. Bunda muhalefetin de katkısı büyüktür. CHPnin Ulus 
Gazetesi aracılığıyla gençliği göreve çağırması, siyasi tansiyonun yükselmesine yol açmıştır. Bundan sonra iktidarla muhalefet arasındaki kavga sokaklara taşmıştır. İstanbul Üniversitesi ve Ankara Üniversitesinde öğrencilerle polis arasında çatışmalar çıkmaya başlamış ve bu olaylardan sonra İstanbul ve Ankara.da sıkıyönetim ilan edilmiştir. Bu sırada Harp Okulu öğrencilerinin dahi yürüyüşe geçmesi, sonun başlangıcının bir işareti olmuştur. Artık ordu da duyduğu rahatsızlığı dışa vurmaya başlamıştır. Üstelik müdahale için de gerekli koşullar olgunlaşmıştır (Okutan, 2011: 147). Bu dönemde muhalefet de 5 Mayıs saat 5.te Kızılay.da (555 K) ses getiren bir protesto yürüyüşünü düzenlemiştir. Ülkede iktidar-muhalefet arasındaki gerginliğin iyice arttığı, ihtilalin sıradan bir olaymış gibi konuşulduğu bir atmosferden bunalan Menderes, iç siyasetteki tıkanmaları gidermek, dolaşan dedikoduları yalanlamak ve moral toplamak amacıyla Ege gezisine çıkmaya karar vermiştir (Demir, 2010: 375). Ancak 27 Mayıs.ta Menderes Eskişehir deyken Türk Silahlı Kuvvetleri darbe yaparak yönetime el koymuştur. Menderes Eskişehir.den Konya.ya giderken Kütahya.da, Bayar ise Çankaya.da teslim alınmıştır. Saat 04:30.da Ankara.da yapılan bir anonsla ordunun yönetime el koyduğu halka duyurulmuştur (Taşyürek, 2009: 118). 

27 Mayıs Darbesini yapan subaylar ve darbeye sıcak bakan bilim adamları, DP.yi seçim sistemini bozmak, diğer siyasi partilere haksızlık yapmak, yargıçlara ve memurlara baskı uygulamak, Meclis.in hükümeti denetleme mekanizmasını zayıflatmak, Meclis araştırması kurumunu yozlaştırmak, ara seçimleri yapmamak, halkın CHP.ye oy vermesine ceza olarak Kırşehiri ilçe yapmak, Adıyaman ı Malatya.dan ayırarak il yapmak, muhalefetin varlığına ve denetimine tahammülsüzlük göstermek, parti ile devletin işlevlerini birleştirmek, devlet hizmetine girecekleri parti süzgecinden geçirmek gibi birçok kanunsuz davranışla suçladılar. Şüphesiz DP iktidarı döneminde diğer iktidarlar gibi Anayasa ve yasalara aykırı pek çok eylem ve işlem yapılmıştır. Ancak sıralanan bu sebepler iddia edildiği gibi halkın seçtiği bir iktidarın askeri darbeyle yıkılmasını meşru kılacak nitelikte değildir (Taşyürek, 2009: 119). Darbenin ardından Menderes ve arkadaşları Yassı ada.ya götürülerek aylarca yargılanmıştır. Bunlardan bazıları intihar etmiş, bazıları ise acımasız Şartlara dayanamayarak kısa sürede yaşamını yitirmiştir. Yassı adada yapılan duruşmalarda 15 idam, sayısız müebbet ve ağır cezalara çarptırılan DP. lilerden Bayar yaş haddinden idamdan kurtulurken Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dış işleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu idam edilmiştir (Seyhanlıoğlu, 2011: 224). 

 27 Mayıs Darbesiyle iktidarına son verilen DP muhalefet yıllarında iktidara gelmek için demokrasinin kurallarını istemiş ve bu yönde davranmıştır. Ancak 
iktidara geldikten sonra muhalefete karGı kendisinin muhalefetteyken istediği hakları CHP.nin ifrat politikasından dolayı yeterince tanımamıştır (Şeyhanlıoğlu, 
2011: 289). CHP de muhalefet yıllarında DP.nin muhalefet yıllarındaki taleplerini ve söylemlerini anımsatırcasına oldukça benzer bir siyasal üslup ve söylem 
içerisine girmiştir. Bu çerçevede 1950-1960 yıllarının demokrasi savunuculuğu nu CHP üstlenmiş ve siyasal söyleminin temel motifi demokrasi olmuştur. Her iki parti özelinde de denilebilir ki hem CHP hem de DP, demokrasiye oldukça pragmatik bir bakış açısıyla yaklaşmış ve birbirlerine karşı yürüttükleri siyasal 
iktidar mücadelesinde demokrasi kavramının içeriğini hem dönemin konjonktürü 
hem de bu konjonktürün belirleyiciliği altında partilerin menfaatleri belirlemiştir 
(Özçelik, 2010: 186). 

  DP muhalefet yıllarında CHP.nin siyasete yaklaşımı ve muhalefete karşı tavrından hoşnutsuzluk duymuştur. Ancak iktidar döneminde geçmişin etkilerinden hiçbir zaman tam olarak kurtulamamıştır. CHP.nin zaman zaman yaptığı eleştirilere hep tek parti dönemini referans göstererek tepki vermiştir (Demir, 2010: 629). Özellikle III. Menderes Hükümeti döneminden sonra gerçek demokratik ilkelere uygun davranışlardan ziyade, tek parti dönemine öykünen uygulamalara yönelinmiştir. Demokrat Parti iktidarının bu niteliği, Parti kurucularının ve önderlerinin tek parti dönemindeki deneylerle yetişmiş olmasına bağlanabilir. Bir başka ifadeyle, DP.li önderler siyasal eğilimlerini tek parti düzeni uygulamaları içinde tamamlamışlardır. Bu nedenle DP.nin tek parti düzenine karşı kurulmuş olmasına rağmen, DP.nin yöneticileri kendilerini tek parti döneminin baskıcı tutumundan kurtaramamıştır. DP.li yöneticilerin davranışları demokratik olmaktan çok, baskıcı eğilimleri vurgulamış; karşıt grup ve düşünceleri dikkate almamışlardır (Kongar, 2006: 150). Ancak 27 Mayıs Darbesi.ne gelinmesinde öncelik Bayar ve Menderes yönetiminin sorumluluğundan kaynaklansa da, İnönü ve CHP nin iktidara alternatif politikalar üretmek yerine basın üzerinden sert politikalar üretmesi, başka bir ifadeyle muhalefet alışkanlığı kazanmamasının da önemli ölçüde rolü bulunmaktadır. DP iktidarı muhalefeti ezmek için Meclis.teki gücünü kanunları zorlayarak kullanırken, CHP de Meclis dışındaki güçleri birleştirerek hükümete karşı direnerek varlığını korumak ve siyasetteki gerilimi sürekli artırmanın yollarını aramıştır (Demir, 2010: 630). 

Sonuç itibariyle geniş halk desteğini arkasına alarak art arda üç kez iktidara gelen DP nin darbe yoluyla iktidardan indirilmesi, Türk siyasal hayatında yeni bir dönemi başlatmıştır. DP yöneticilerinin trajik sonları Türk halkının hafızasından hiç silinmemiş, idam edilen Menderes siyasi bir sembole dönüşmüş (Bulut, 2009a: 44), Menderes.in anısı her politikacı ve parti tarafından siyasal amaçlarla kullanılagelmiştir (Ahmad, 2011: 164). 

 27 Mayıs Darbesiyle ordunun siyasete bu şekilde müdahalede bulunması, Cumhuriyet.in ilk günlerinde temel bir ilke olarak kabul edilen silahlı kuvvetlerin 
tarafsızlığı ilkesini sona erdirmiştir. 27 Mayıs Darbesi, Osmanlı geleneğine de aykırı bir nitelik taşımıştır. Zira Osmanlı döneminde yeniçeriler, iktidara doğrudan el koymak yerine yönetici grup içerisinde değişiklik yapmaya yönelik bir baskı yapmakla yetinmişlerdir. Bu bakımdan 27 Mayıs Darbesi, gelenekten ciddi bir kopuşu simgelemekte ve uzun vadeli etkilere neden olabilecek bir örnek teşkil etmektedir. 27 Mayıs Darbesi, Cumhuriyetin ilk otuz yılında kurulan siyasal dengenin toplumsal temellerini zayıflattığı gibi, toplumsal örgütlenme ve devlet otoritesine ilişkin geleneksel anlayışın son kalıntılarının ortadan kalkmasına neden olmuştur. Ayrıca ekonomik ve sosyal çatışmaların yüzeye çıkmasını sağlamış ve bu konular hakkındaki düşüncelerin billurlaşmasına da katkı sağlamıştır (Karpat, 2009: 111). 

   Ancak sonuçta Cumhuriyet tarihinin ilk askeri darbesi olan 27 Mayıs,ülkemizde daha sonra askeri darbe anlayışının yerleşmesinde önemli bir dönüm 
noktası olmuştur. Ülke ilerleyen yıllarda çok sayıda darbe girişimine tanıklık etmiştir (Buran, 2005: 108). 


SONUÇ 

 Ülkemizde partileşme sürecini başlatmak amacıyla Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan, ulus devletin kurulmasında ve şekillenmesinde önemli işlevler üstlenen CHP.den sonra Atatürk.ün de desteğiyle 1924 ve 1930 yıllarında TpCF ve SCF olmak üzere iki kez çok partili hayata geçiş denemesi gerçekleştirilmiş; ancak birtakım sosyo-kültürel ve konjonktürel nedenlerden dolayı bu girişimler başarısız olmuştur. Atatürk.ün ölümünden sonra CHP.nin başına geçen İnönü ise, Parti içindeki konumunu güçlendirmek ve Atatürk.ün Parti.deki izlerini silmek için birçok antidemokratik girişimde bulunmuş, çok partili bir hayattan ziyade Parti içinden milletvekillerinden oluşan bir Müstakil Grup.un kurulmasını sağlamıştır. İnönü döneminde izlenen sıkı iktisat politikası ve tek parti döneminin baskıcı uygulamalarından dolayı toplumda beliren hoşnutsuzluk, Batı ülkelerinin tek parti rejimlerine karşı olumsuz tavrıyla birleşince ülkemizde tek parti rejimi derinden sarsılmıştır. 1945.de Toprak Reformu Kanunu ile bütçe görüşmeleri sırasında Mecliste yaşanan tartışmalardan sonra, Parti içinde yükselen muhalefet kanadı tarafından Parti uygulamalarından duydukları hoşnutsuzluğu dile getirmek amacıyla verilen Dörtlü Takrir.le Parti.den kopmalar başlamış ve ülkemizi fiili anlamda çok partili hayatla tanıştıracak olan DP.nin temelleri atılmıştır. İnönü.nün icazetinin alınmasıyla Bayarın başkanlığında kurulan DP, CHP tarafından kendisine meydan okumadan faaliyette bulunacak sembolik bir muhalefet partisi olarak addedilip, ilk başlarda DP ile sıkı ilişkiler tesis edilmeye çalışılmıştır. Ancak DP.nin gerçek bir muhalefet partisi olacağı anlaşılınca partiler arasındaki ilişkiler bozulmaya başlanmıştır. CHP.li yöneticiler DP.nin güçlenmesine fırsat vermemek ve seçmenleri kendi safına çekmek için CHP.yi demokratik bir görünüme kavuşturmak ve parti-devlet anlayışnı sonlandırmak için önemli revizyonlara gitmiştir. Ayrıca bir yıl sonra yapılacak olan yerel ve genel seçimleri öne alarak DP.yi hazırlıksız yakalamak istemişlerdir. DP.nin katılmama kararı aldığı yerel seçimlerden sonra, genel seçimler için her iki parti de seçim çalışmalarına başlamış olup, bu seçimlerde ilk kez adaylar meydanlara inerek halkın ayağına gitmiştir. 

Ancak 1946 seçimleri, 4918 sayılı yasa gereği açık oy-gizli sayım, çoğunluk sistemi ve sayım sonrası oy pusulalarının yakılması ilkelerine göre seçim 
güvenliğinden yoksun olarak yapılmıştır. 1946 daki haksız yenilgiden sonra muhalefette kalan DP nin örgütlenmesini ve büyümesini engellemek amacıyla, 
CHP tarafından birçok girişimde bulunulmuş, partiler arasındaki ilişkiler gittikçe bozulmuştur. Ancak 1946-1950 döneminde DP, yaptığı ciddi muhalefetle CHP 
yönetiminin ve ülkemizin daha demokratik bir görünüme kavuşmasına birçok katkıda bulunmuştur. DP Kongrelerinde alınan kararlar, CHP yönetiminin birçok 
dini liberalizasyona gitmesine ve halk önceliğine önem vermesine, Parti Program ve Tüzüğünü değiştirmesine yol açmıştır. DP tarafından yapılan etkili muhalefet ten dolayı, demokratik nitelikli seçim yasaları çıkarılmış ve diğer siyasi partilerin de seçim propagandaları için radyodan yararlanmasının yolu açılmıştır. Bu dönemde CHP, DP ile rekabet edebilmek için ülkedeki birçok anti-demokratik nitelikteki yasaları ve uygulamaları kaldırmıştır. 

Günaltay Hükümeti döneminde çıkarılan seçim yasasından sonra, 1950 seçimlerinin hazırlıklarına başlanmıştır. DP.nin tek parti idaresinin din üzerindeki baskısı ve ekonomi üzerindeki sıkı denetimi üzerine kurulu bir seçim kampanyasını yürüttüğü, Türk siyasi hayatına damgasını vuran “Yeter! Söz Milletindir!” sloganını kullandığı 1950 seçimlerinde DP, oyların %53.3.ünü alarak 420 milletvekiliyle tek başına iktidar olmuştur. DP 1950-1954 döneminde, dini ve ekonomik liberalizasyona yönelik birçok yasal düzenlemeyi gerçekleştirmiş olup, İnönü.nün Atatürk.ün izlerini silmek için yaptığı birçok düzenlemeye son vermiş ve CHP.den farksız olarak laiklik konusundaki hassasiyetlerini de göstermekten çekinmemiştir. Ancak 1946-1950 dönemindeki gibi siyasal özgürlüklerle ilgili çatışmalar, bu dönemde de görülmeye başlanmıştır. DP iktidarının ilk yıllarında demokratik prensipler yerleştirilmeye çalışılmış, ancak daha sonradan bunlardan uzaklaşılmıştır. İktidarla muhalefet arasındaki ilişkiler giderek sertleşmiş ve muhalefet birçok engellemeyle karşılaşmıştır. Birçok kamu yatırımının gerçekleştiği, ekonomik verilerin düzeldiği bir dönem olan 1950-1954 döneminde arkasındaki toplumsal desteğe güvenen DP, CHP.nin elindeki malları hazineye devrederek, Halk evlerini, Köy Enstitülerini kapatarak ve radyoyu DP.nin tekeline alarak CHP ile hesaplaşmasına devam etmiştir. Ayrıca yaptığı yasal düzenlemelerle CHP.ye yakın olan askeri, bürokrasi ve basını da cezalandırmıştır. 1954 seçimleriyle en büyük siyasi zaferini elde eden DP, 1954-1957 döneminde sert ve otoriter, muhalefete karşı tahammülsüz bir tavır benimsemiştir. Şöyle ki bu dönemde seçimlerde CHP ve CMP.nin çoğunluk sağladığı iller cezalandırılmış, muhalefet partilerinin işbirliğini önlemek amacıyla karma liste oluşturmaları önlenmiş, CHP.ye yakın olan asker, bürokrasi, akademisyen, yargıçların ve basın organlarının cezalandırılmasına devam edilmiştir. 1957 seçimleriyle üçüncü kez tek başına iktidara gelen DP ile önceki dönemlere nazaran Meclis içinde güçlenen CHP, 1957-1960 döneminde birbirine karşı oldukça hoşgörüsüz bir tavır içine girmiştir. Bu dönemde muhalefet partileri arasında görülen birleşmelere karşı Vatan Cephesi kurularak siyasi kutuplaşmalar devam etmiş; basına karşı ciddi yaptırımları uygulayan, başta İnönü olmak üzere birçok CHP.li millet vekilini cezalandıran ve siyasi faaliyet yasağı getiren Tahkikat Komisyonu kurulmuştur. Bu uygulamadan sonra, CHP.nin ve CHP.ye yakın basın organlarının aracılığıyla ülkedeki siyasi tansiyon yükselmiş, İstanbul ve Ankara.da öğrenci olayları çıkmış ve buralarda sıkıyönetim ilan edilmiştir. Bunu da 27 Mayıs Darbesi izlemiştir. 

 Sonuç olarak Türk siyasal hayatının çok partili hayatla ve muhalefet olgusuyla tanıştığı 1946-1950 döneminde, iktidar olan CHP ile DP arasında oldukça sert ve ciddi bir muhalefet yaşanmış olup, bu dönemde DP, demokrasinin kurallarını sürekli vurgulamış ve bu yönde davranmıştır. CHP de bu dönemde DP ile rekabet edebilmek için Parti içinde önemli revizyonlara gitmiş, ülkedeki birçok anti-demokratik yasa ve uygulamalara son vermiş, daha demokratik ve eşitlikçi bir siyasi ortamı Şekillendirmek durumunda kalmıştır. 1950.den sonra üç kez ardarda tek başına iktidara gelen DP, muhalefetteyken iktidardan istediği hakları iktidara geldiğinde muhalefete tanımamıştır. Her iki parti de demokrasi kavramının içeriğini pragmatist bir bakış açısıyla doldurmuş, her iki partinin muhalefete karşı olan tutumu da birbirinden farksız olmuştur. Devletçi-seçkinci yaklaşıma karşı olan DP, halktan aldığı siyasi güce dayanarak tek parti dönemine öykünen uygulamalara yönelmiş, baskıcı bir tutum içinde karşıt görüşe sahip olanları dikkate almamış, Meclis çoğunluğundan dolayı elde ettiği gücünü kanunları zorlayarak kullanmıştır. Ancak CHP de alternatif politika üretmek yerine sert eleştirilere dayanan, Meclis dışındaki güçlerini devreye sokarak siyasi gerilimleri tırmandıran bir politika izlemiştir. Muhalefet ve iktidar arasında izlenen bu yanlış politikalar; Cumhuriyetin ilk otuz yılında kurulan siyasi dengeleri zayıflatan, halkın özgür iradesini hiçe sayan ve demokrasiyi rafa kaldırarak toplumsal gelişmeyi sekteye uğratan, partileşme sürecimizi ve modernleşme serüvenimizi dinamitleyen 27 Mayıs Darbesini doğurmuştur. 

KAYNAKÇA 

AHMAD, Feroz (2011), Modern Türkiyenin Oluşumu, 9. Baskı, Kaynak Yayınları, İstanbul. 
AKŞĞIN, Sina (2008), Kısa Türkiye Tarihi, 2. Baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul. 
ALTAŞ, Sedat (2011), Çarıklı Demokrasi, 1. Baskı, İkinci Adam Yayınları, İstanbul. 
BAYAR, Celal (2010), Başvekilim Adnan Menderes, Hazırlayan: İsmet BOZDAĞ, Truva Yayınları, İstanbul. 
“1957 Yılı Genel Seçim Sonuçları” (2011), http://www.belgenet.net/ayrinti.php?yil_id=3, Erişim Tarihi: 13.01.2011. 
BİNGÖL, Yılmaz, Şener AKGÜN (2005), “Demokratlıktan Muhafazakâr Demokratlığa: Demokrat Parti ile Adalet ve Kalkınma Partisinin Karşılaştırmalı Bir Analizi”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Vol 9; 1-33. 
BURAN, Hasan (2005), Seçim Sistemleri ve Türkiye için Yeni Bir Seçim Sistemi Önerisi, Siyasal Kitabevi, Ankara. 
BULUT, Sedef (2009 a), “Üçüncü Dönem Demokrat Parti iktidarı (1957-1960): Siyasi Baskılar ve Tahkikat Komisyonu”, Gazi Akademik Bakış Dergisi, Vol 2, Issue 4; 125-145. 
BULUT, Sedef (2009b), “27 Mayıs 1960.tan Günümüze PaylaGılamayan Demokrat Parti Mirası”, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Vol 19; 73-90. 
CHP (Cumhuriyet Halk Partisi) (2012), “CHP Tarihi”, http://www.chp.org.tr/?page_id=67,  Erişim Tarihi: 14.07.2012. 
DEMİR, Şerif (2010), Türk Siyasi Tarihinde Adnan Menderes, Paraf Yayınları, İstanbul. 
DİLİPAK, Abdurrahman (1990), Menderes Dönemi, Beyan Yayınları, İstanbul. 
KAHRAMAN, Hasan Bülent (2007), AKP ve Türk Sağı, 1. Baskı, Recep Yener, Agora Kitaplığı, İstanbul. 
KARPAT, H. Kemal (2009), Osmanlı.dan Günümüze Kimlik ve Gdeoloji, (Çev. Güneş Ayas), 2. Baskı, Timaş Yay, İstanbul. 
KAŞTAN, Yüksel (2006), “Türkiye Cumhuriyetinde Tek Partili Dönemden Çok Partili Döneme Geçişte CHP.nin Yönetim Anlayışındaki Gelişmeler (1938-1950)”, 
A.K.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, Vol 8, Issue 1; 123-140. 
KEYDER, Çağlar (1979), “Türkiye.de Demokrasinin Ekonomik Politiği”, İrvin Cemil Schick ve Ertuğrul Ahmet Tonak (Der.), (1987), Geçiş Sürecinde Türkiye, Belge Yayınları, İstanbul; 38-75. 
KIRKPINAR, Leyla (2002), “Demokrat Parti ve Muhalefet Stratejisi”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, Vol 1; 85-98. 
KONGAR, Emre, (2006), 21. Yüzyılda Türkiye 2000.li Yıllarda Türkiye.nin Toplumsal Yapısı: Remzi Kitabevi, İstanbul. 
İNAN, Süleyman (2007), “Demokrat Parti Dönemi (1950-1960)”, Yakın Dönem Türk Politik Tarihi, Süleyman İnan, Ercan Haytoğlu (Der.), (2007), Anı Yayıncılık, Ankara; 117-145. 
OKUTAN, Çağatay (2011), “Demokrat Parti Dönemi (1950-1960)”, Yusuf TEKİN-Çağatay OKUTAN (Der.), (2011), Türk Siyasal Hayatı, Orion Kitabevi, Ankara; 
134-147. 
ÖZÇELİK, Pınar Kaya (2010), “Demokrat Partinin Demokrasi Söylemi”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Vol: 65, Issue: 3; 163-187. 
ŞEYHANLIOĞLU, Hüseyin (2011),Türk Siyasal Muhafazakarlığı nın Kurumsallaşması ve Demokrat Parti, Kadim Yayınları, Ankara. 
TAŞYÜREK, Muzaffer (2009), Adnan Menderes, Anonim Yayıncılık, İstanbul. 
TOROĞLU, Celal (2007), “DP ve Demokrasi Yalanı (8)! Son”, 
http://blog.milliyet.com.tr/dp-ve-demokrasi-yalani--8---son/Blog/?BlogNo=66682,  Erişim Tarihi: 16.07.2012. 
TUNÇAY, Mete (2000), “Siyasal Tarih (1959-1960)”, Mete TUNÇAY vd., (Ed.), (2000),  Türkiye Tarihi 4 Çağdaş Türkiye 1908-1980, Cem Yayınevi, İstanbul; 177-184. 
YETKİN, Çetin (1983), Türkiye.de Tek Parti Yönetimi 1930-1945, Altın Kitaplar  Yayın evi, İstanbul. 
YILMAZ, Hakan S. (2007), “İdris Küçükömerin Siyasal Tezleri Bağlamında AKP ve CHP  Parti Programlarının Analizi”, Selçuk iletişim, Vol 5, Issue 1; 156-173. 



***