Demokrat Parti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Demokrat Parti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Mart 2021 Pazar

MUZAFFER ÖZDAĞ VE ÜLKÜCÜ HAREKET

 MUZAFFER ÖZDAĞ VE ÜLKÜCÜ HAREKET



Dr. Sakin ÖNER
07 Şubat 2014



















6 Şubat 2002 tarihinde aramızdan ayrılan Muzaffer Özdağ şerefli bir Türk subayı, milliyetçi bir fikir ve siyaset adamı, gerçek bir entelektüel, parıltılı bir aydın, başarılı bir hatip, bilinçli bir Atatürkçü ve samimi bir Müslümandı.

Muzaffer Özdağ’ın adını ilk defa 27 Mayıs 1960 İhtilâlinin gerçekleşmesinden sonra Türkiye radyolarından işittim. İhtilâli yapan Milli Birlik Komitesi’nin 38 kişilik kadrosunun en genç üyesiydi. Henüz 27 yaşındaydı. “Cumhuriyet döneminin üsteğmen rütbesiyle kurmay sınıfına katılan en genç subayı” olarak askeri literatürümüze geçmişti.

Komitenin adı toplumca tanınan ve en çok dikkati çeken iki isminden biri Alparslan Türkeş, biri de Muzaffer Özdağ’dı. İhtilâlden bir müddet sonra Milli Birlik Komitesi’nde Demokrat Partilileri şiddetle cezalandırmak ve iktidarı CHP’ye teslim etmek isteyen zihniyeti savunanlarla, Demokrat Parti yöneticilerinin idamlarına karşı çıkan ve devlet yönetimini çağdaş normlara göre yeniden yapılandırdıktan sonra adil seçimlerle demokratik hayata geçilmesini savunanlar arasında ciddi bir ikilik meydana geldi. Birinci grup, 13 Kasım 1960’da, 14 kişiden oluştuğu için “14’ler” adı verilen ikinci grubu bertaraf etti ve hepsini ayrı ayrı dünyanın çeşitli ülkelerine askeri ateşe olarak sürgün etti. Muzaffer Özdağ da bu süreçte Tokyo’ya sürgün edildi.

14’ler, 1963 yılı Şubatından sonra peyderpey yurda döndüler. 14’ler içinde Türk milliyetçiliği fikrini benimsemiş Alparslan Türkeş liderliğinde toplanan 10 kişi birlikte hareket ettiler. Bunlardan biri de Muzaffer Özdağ’dı. Bu kadro, fikirlerini ancak siyaset alanına taşıyarak devlet hayatında etkili olacaklarını düşünüyorlardı. Bu düşünceyle Alparslan Türkeş ve arkadaşları 31 Mart 1964’te terazi amblemli CKMP (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi)’ne üye oldular. Türkeş 1 Ağustos 1965’teki kongrede CKMP Genel Başkanı oldu. 10 Ekim 1965 tarihinde yapılan genel seçimlerde CKMP, 11 Milletvekili çıkardı. Bu 11 Milletvekilinden biri de Afyon Milletvekili Muzaffer Özdağ’dı.

Muzaffer Özdağ’la ilk tanışmamız 1966 yılında Cağaloğlu- Klodfarer Caddesindeki CKMP İl Merkezinde gerçekleşti. O zaman Özdağ 33, ben de 19 yaşında bir üniversite öğrencisi ve aynı zamanda Babıalide Sabah gazetesi muhabiriydim. Sonra İstanbul’a her gelişinde il merkezinde karşılaşıyorduk. Devamlı güler yüzlü ve mütevazıydı. Gençlere değer verir, onlarla sohbet etmekten zevk alırdı. Türkeş ve arkadaşları her fırsatta gençleri eğitme misyonunu yüklenmişlerdi. Özdağ da bunların başında geliyordu.

Muzaffer Özdağ, gerçek bir kültür adamı ve entellektüeldi. Çok zekiydi. İfadesi çok düzgündü. 1966 yılında hareketin ilk yayın organı olarak İstanbul’da aylık Milli Hareket dergisi yayımlandı. Derginin sahibi 7. Sayıya kadar Ali Muammer Işın’dı. Dergiyi 7. Sayıdan sonra, Işın’la birlikte yola çıkan değerli dava adamı Ahmet Büyükkarabacak çıkardı. İlk üç-dört sayısından sonra kapandığı 50. Sayısına kadar ben de derginin çıkarılmasında teknik sekreter ve yazı işleri müdürü olarak kısa adıyla “Karabacak” Ağabeyimle birlikte yer aldım. Partinin yöneticilerinin dergimizde sürekli yazılarının bulunmasını arzu ediyorduk. Özellikle Muzaffer Özdağ ve Dündar Taşer’den yazı istiyorduk. Fakat ikisi de yoğun çalıştıklarından vakit bulup yazamıyorlar dı.
1967 yılında soğuk bir kış günü CKMP’nin Ankara Kızılay’daki genel merkez binasına gittiğimde Muzaffer Ağabey’le karşılaştığımda “Ağabey, bu defa derginin önümüzdeki sayısına mutlaka bir yazınızı istiyoruz” dedim. Partinin parası olmadığından genel merkezin kaloriferleri yanmıyordu. Rahmetli Türkeş, Genel Başkanlık odasında uzun siyah paltosuyla oturuyordu. Herkes gibi Muzaffer Ağabeyin üzerinde de paltosu vardı. “Madem çok istiyorsun, otur şu masanın yanına, kalemi kâğıdı çıkar, yaz bakalım” dedi. Ben oturuyordum, kendisi ayaktaydı. Kırk beş dakika içinde irticalen bir makaleyi hiçbir kelimesini tekrar etmeden, düzeltmeden baştan sona yazdırdı. Yazı Atatürk, Cumhuriyet’in erdemleri ve milliyetçilik üzerindeydi. Milli Hareket dergisi koleksiyonunda bulunabilir. Ben hayretler ve hayranlık içindeydim. Çünkü bir makaleyi böyle irticalen bir defada kesintisiz yazdırabilecek çok az insan vardır. İşte Özdağ bunlardan biriydi. İnsanın bu eylemi yapabilmesi için, engin bir entelektüel birikime, kuvvetli bir mantığa, zengin bir kelime dağarcığına, güçlü bir ifade kudretine, insicamlı bir mantık ve düşünce yapısına sahip olması gerekir. 

Onun için “Muzaffer Özdağ gerçek bir entellektüeldi” diyorum

1967 yılında Ankara’da yapılan ve İstanbul delegesi olarak katıldığım CKMP Genel Kongresinde bir konuşma yapmıştım. Çok heyecanlı ve hareketliydim. Özdağ, Dündar Taşer’le birlikte beni yanlarına çağırdı. Genel İdare Kurulu üyeleri Koç Otobüs firması sahibi Kamil Koç ve İsmail Hakkı Yılanlıoğlu’na “Bilin bakalım bu delikanlının adı ne?” diye sordular. Tabii ikisi de “Sakin” olduğunu tahmin edemediler. Sonra “Sakin” olduğunu söyleyip, hep birlikte güldüler. Rahmetli Türkeş, 1969 seçimlerinde Rahmetli Galip Erdem(Burdur adayı idi) ile birlikte propoganda için Denizli’ye geldiğinde beni de aracına aldı. Gittiğimiz yerlerde önce ben, sonra Galip Erdem ve sonunda Türkeş konuşuyordu. Kale ilçesine giderken yolda bana “Sakin, bu isim seni tam anlatmıyor, senin adın eski Türklerde –şimşek- anlamına gelen – Çakın - olsun” dedi. Rahmetli Türkeş beni Denizli’den Adana’daki kendi seçim kampanyasına gönderdi. Orada Ankara’dan gelen Şevket Bülent Yahnici ve merhum Mehmet Nedim Budak’la birlikte propaganda çalışmalarında görev aldık.

Muzaffer Özdağ, aynı zamanda başarılı bir hatipti. Kendisinin partinin İstanbul’daki ve Ankara’daki toplantılarındaki konuşmalarını dinlemiştim. İrticalen sakin ve akıcı konuşuyordu. Ama onun gerektiğinde muhalif dinleyicilerini bile bir anda ardından sürükleyecek kadar etkileyici bir hatip olduğunu, meşhur 1969 Adana Kongresinde gördüm. Hareket için bu kongre, bir dönüm kongresiydi. Artık terazi amblemli CKMP, adıyla ve amblemiyle genç ve dinamik bir kadroya sahip olan Hareket’i tatmin etmiyordu. Kongreden altı ay kadar önce Milli Hareket dergisinin kapağında dönen üç hilal amblemini tanıtmaya başladık. Bu amblemi bu şekliyle Dündar Taşer düşünmüştü. Hareketin dinamizmini ifade etmesi bakımından hilaller döner biçimde düşünülmüştü. Bir müddet sonra hilaller bu şekliyle karşıt partililerce Hitler’in, Nasyonal Sosyalistlerin gamalı haçına benzetilmeye başlandı.

   Partinin genç ve yaşlı bütün taraftarları isim konusunda hemfikirdi. Herkes “Milliyetçi Hareket” isminde birleşmişlerdi. Yalnız amblemi “Üç hilâl” veya “Bozkurt” olması konusunda ciddi bir ikilik oluşmuştu. Gençliğin bir bölümü ile partinin halk tabanı, partinin Türk milliyetçiliğinin yanısıra İslami hassasiyetini de vurgulayacağı ve muhafazakar kitlelere daha rahat ulaşabileceği için amblemin “Üç hilâl” olmasını istiyorlardı. İstanbul delegesi olan ben de, bu nedenle üç hilâl amblemini destekleyen gençlerin içindeydim. Aslında biz de, Bozkurt’a karşı değildik. Nihal Atsız ve Türkçüler Derneği çizgisinden gelen gençler ile bazı 21 Mayısçı arkadaşlar ise amblemin, mutlaka “bozkurt” olmasını arzu ediyorlardı. Başbuğ Türkeş bu amblem konusunda tarafsız görünüyordu. Fakat her iki taraf da kulislerde Başbuğ’un kendilerini desteklediğini iddia ediyordu. Üç hilâli savunan kitlenin önünde Dündar Taşer, Ahmet Er, Mehmet Altınsoy, İsmail Hakkı Yılanlıoğlu, Osman Yüksel Serdengeçti ve Faruk Akkülah gibi büyüklerimiz vardı. Bozkurt’u savunan kitlenin önünde ise 14’lerden Muzaffer Özdağ, Rıfat Baykal, Numan Esin ve Şefik Soyuyüce ile siyaset arenasında pek görünmeyen Türkçü kanaat önderleri vardı. Halk ve delege planında “Üç hilâlciler”, ülkücü gençlik planında ise “Bozkurtçular” güçlü idi.

Efsane Adana İl Başkanı merhum Faruk Akkülâh’ın liderliğinde hazırlanan tarihi Adana Kongresi, 8 Şubat 1969 sabahı mehter takımı eşliğinde yapılan muhteşem bir yürüyüşle başladı. Bu yürüyüş Adana halkından da büyük ilgi gördü. Adana Kapalı Spor Salonu’nda başlayan kongrenin birinci günü, divan teşekkülü ve protokol konuşmaları ile geçti. Divanı, “Üç hilâlciler”in adayları kazandı. Bu seçimi kaybeden “Bozkurtçu” gruba mensup, çoğu da delege olmayan gençlerle delegeler arasında yer yer kavga boyutuna ulaşan amblem tartışmaları yaşanıyordu. Gün boyu süren bu tartışmalar, gece de tarafların kaldığı otellerde kulis biçiminde sabaha kadar devam etti.

İkinci gün (9 Şubat 1969), dananın kuyruğunun kopacağı gündü. Atmosfer, partinin bir yol ayrımına geldiğini gösteriyordu. Benim gibi bir çok arkadaş, düne kadar birlikte olduğumuz ve aynı idealleri paylaştığımız dava arkadaşlarımızla bir amblem meselesinden dolayı karşı karşıya gelmemizden dolayı çok üzülüyordu. Bir ara salonda bağırma, sürtüşme ve kavga oldukça yoğunlaştı. Adalet Partisi Milletvekilliğinden kısa süre önce CKMP’ye katılan ve herkesin sevdiği Osman Yüksel Serdengeçti ağabeyimiz sinirlenerek kalpağını havaya fırlattı. Altınsoy ve Yılanlıoğlu kızarak protokoldan kalkıp delegelerin arasında oturdular. Çoğu delege olmayan ve çoğunluğu gençlerden oluşan Bozkurtçular ise salonun ortasına doğru toplu halde yürüdüler. Önlerinde de Özdağ, Baykal ve Esin vardı, fakat aslında bu gençleri sakinleştirmek istiyorlardı. Karşılıklı protestolardan kongre yapılamaz duruma gelmiş, tıkanmıştı. Bu duruma üzülen birçok insan benim gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Çünkü göz göre göre bölünüyorduk ve partinin dinamik unsuru gençliğin önemli bir bölümü kopuyordu.

İşte o anda sahneye Muzaffer Özdağ çıktı. Muhalif grubun liderlerinden olduğu için delegeler kendisini pek alkışlamadı. Özdağ mikrofon kablosunun oldukça uzun olmasından da istifade ederek salonun ortasına kadar ilerledi. Salonun içinde dolaşarak, jest ve mimiklerle, konuya göre değişen ses ritmiyle yaptığı akıcı konuşmada; Türk ve İslam tarihinden, Peygamberimizin hayatından iftihar tabloları sundu. Müslüman Türk’ün faziletlerinden, zaferlerimizden, Alparslan’dan, Fatih’ten, Kanuni’den Barbaros’tan, üç hilâlli bayrağın gölgesinde gerçekleştirilen üç kıtadaki Türk hâkimiyetinden bahsetti. Son olarak Türk milletinin Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirdiği Samsun’dan başlayıp İzmir’de sona eren şanlı Kurtuluş Savaşımızdan ve Cumhuriyet’in kuruluşu ile modern Türkiye’nin oluşumu yönünde atılan adımlardan söz etti. Konuşmasını Türk milliyetçiliğinin ve “Ülkücü Hareket”in millet hayatımızdaki önemini vurgulayarak bitirdi.

Bütün delegeleri kapsayacak bir şov görünümündeki bu tarihi konuşma, kısa sürede salonu etkisi altına aldı. Konuşma ilerledikçe salonda büyük bir heyecan dalgası oluştu. Özdağ, başlangıçta kendisini soğuk ve tepkisiz karşılayan muhalif delegelerin tamamının kısa sürede beğenisini kazandı ve konuşmasının her bölümü büyük alkış aldı. Kavga unutulmuştu. İşte Muzaffer Özdağ, üstün hitabet kudreti ve engin kültürü ile ortamı hem yumuşattı ve hem de kendine kızanlara kendini alkışlatmayı başardı. O gün örnek bir davranış daha sergiledi, arkadaşları ile birlikte partinin daha fazla zarar görmemesi için, konuşmasıyla biraz sakinleştirdiği Bozkurtçu gençleri salonun dışına çıkardı. Tabii gençler kızarak, marşlar söyleyerek ve delege olanlar kartlarını atarak salonu terkettiler.

Burada bir konuya açıklık getirmek istiyorum. Partinin adı ve amblemi bu kongrede değişmedi. Çünkü o kavga ortamında bu değişikliğin yapılması uygun değildi. Kongrede delegeler, bu değişikliği yapma yetkisini Genel İdare Kurulu’na bıraktılar. Bir ay kadar sonra Genel İdare Kurulu, partinin adını “Milliyetçi Hareket” ve amblemini “Üç hilâl” olarak değiştirdi. “Üç hilâl” ambleminin öncülüğünü yapan Dündar Taşer, gençlerin de isteklerini karşılamak için Gençlik Kollarının ambleminin de, İslâmiyet ve Türklüğü birlikte temsil eden “Hilâl içinde bozkurt” olmasını önerdi ve kabul edildi. Bu formül, Adana Kongresi sonucu kırgın olan birçok gencin de yeniden Hareket’e ısınmasını sağladı.

MHP’sinde Alparslan Türkeş’le birlikte partiye katılan 14’lerden konuşmaları, düşünceleri ve yazıları ile en etkili olanlar; Türkeş dışında Dündar Taşer, Muzaffer Özdağ ve Ahmet Er olmuştur. Bu arada şunu da ifade edeyim, o zamanlar partinin temeli, 1948 yılında Mareşal Fevzi Çakmak tarafından kurulan Millet Partisi’ne dayandırılıyordu. Partide o tarihlerde çok sayıda o partiden kalan büyüklerimiz vardı. O yüzden, geçmişte o partide genel başkanlık yapmış olan Osman Bölükbaşı da partinin toplantılarına katılıyor ve büyük ilgi görüyordu. Bizzat Alparslan Türkeş, her ölüm yıldönümünde partide Mareşal Fevzi Çakmak anısına anma toplantısı düzenletiyordu.

Muzaffer Özdağ 1971’den sonra partide aktif bir görev almadı, fakat Hareket’le, Türkeş’le ve ülkücü camia ile ilişkilerini kesmedi. Milliyetçi teşekküller içinde yer aldı, faaliyetlerine katıldı. Kendisiyle son görüşmemiz, vefatından bir müddet önce, Ankara’da Türk Dil Kurumu’nun Konferans Salonu’nda yapılan İLESAM (İlim Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği)’ın Genel Kongresinde oldu. Uzun yıllar görüşmemiştik. Fakat beni görünce hemen tanıdı. Sanki hiç ayrılmamış gibiydik. Orada kendisine söz verildi. Yine irticalen güzel bir konuşma yaptı. O günlerde Nazım Hikmet’in mezarının Türkiye’ye getirilmesi ve itibarının iadesi tartışılıyordu. İyi bir antikomünistti. Nazım Hikmet’in büyük vatan şairi gösterilmesine kızıyordu. Onun bir şiirinin sonundaki meşhur: “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür/ve bir orman gibi kardeşçesine,/ bu hasret bizim…” mısralarını ele alarak, ağacın toprağa bağlı olduğu için hür olmadığını, bu yüzden şiirde bir mantık zafiyeti olduğunu, ayrıca Nazım’ın Türkiye’den kaçtıktan sonra yurt dışında yaptığı konuşmalardan ve faaliyetlerden örnekler vererek bir milli şair olamıyacağını, bir vatan haini olduğunu ifade etti.

1965-1970 yılları arasında yetişen gençler olarak biz Alparslan Türkeş, Muzaffer Özdağ ve arkadaşlarından çok şeyler öğrendik. Türk milliyetçiliğini, Türk töresini, Türk tarihinin büyüklüğünü, Türkiye’nin meselelerinin çözüm yollarını, “Milliyetçi Türkiye” idealini, kültürlü olmanın kazanımlarını, erdemli olmayı, dürüstlüğü, cesareti, vakur duruşu, idealistliği, vefayı, dâva adamı olmayı onlardan öğrendik. Mesela “liderin fikir, yani dâvanın kendisi olduğunu” Muzaffer Özdağ’dan öğrendim. Gençliğimde anlamını kavrayamadığım bu düşünce, ileriki yıllarda parti hakkında düştüğüm tereddütlerde cankurtaran simidim oldu. Onlar bizi kardeşleri ve evlatları gibi sevdiler ve özenle yetiştirdiler. Biat ettirmediler, şahsiyet verdiler, lider kimlikli yetiştirdiler. Türk milliyetçiliği dâvasının bugünlere gelmesinde onların çok büyük emekleri vardır. Hepsini ayrı ayrı rahmetle, minnetle ve şükranla anıyorum ve mekânları cennet olsun diyorum.
***

19 Aralık 2020 Cumartesi

27 Mayıs Askeri Darbesine Giden Yolda Türk Dış Politikası

  27 Mayıs Askeri Darbesine Giden Yolda Türk Dış Politikası


27 MAYIS DARBESİ VE TÜRK DIŞ POLİTİKASI.,
GİRİŞ

27 Mayıs darbesi T.C tarihinde demokrasiyi kesintiye uğratan ilk askeri darbedir. Bu darbe kendinden sonra gelen 12 Mart muhtırası ve 12 Eylül darbesine örnek teşkil etmiştir. Bu bölümde, 27 Mayıs darbesini ve bu dönemdeki Türk dış politikası açıklanmıştır. Amaç, 27 Mayıs darbesinin Türk dış politikasında meydana getirdiği değişimleri açıklamaktır.

Bu kapsamda ilk olarak, 27 Mayıs darbe ile iktidarına son verilen Demokrat Parti’nin dış politikasının genel hatları ve dış politika araçları üzerinde durulmuş ve 27 Mayıs darbesine giden yol anlatılmıştır.

İkinci olarak ise 27 Mayıs askeri darbesi anlatılmış, darbe yönetimin ülkeyi yönetirken nasıl bir tutum içinde olduğu, yönetimin işleyişi anlatılmıştır.
Son olarak 27 Mayıs yönetiminin anayasası olan 1961 Anayasası’nın içeriğinden ve getirdiği değişikliklerden bahsedilmiştir.

Üçüncü olarak da, bu dönem dış politikası incelenmiş, uluslar arası sistemde diğer devletlerle olan ilişkiler anlatılmıştır. İlk olarak Amerika Birleşik Devletleri Türkiye ilişkileri, ikinci olarak Sovyetler Birliği Türkiye ilişkileri, üçüncü olarak Üçüncü Dünya Ülkeleri ve Türkiye ilişkileri ve son olarak Kıbrıs sorunu kapsamında Türkiye’nin tutumu incelenmiştir.

   27 Mayıs Askeri Darbesine Giden Yolda Türk Dış Politikası

Demokrat Parti Dönemi Dış Politikası Genel Hatları Türkiye Cumhuriyeti, 12 Temmuz 1946’ da yapılan ilk çok partili seçimlere kadar tek parti yönetimi ile yönetilmiştir.

7 Ocak 1946 tarihinde Demokrat Parti resmen kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti siyasi tarihinde demokratikleşme yolunda önemli bir adım atılmıştır. DP’nin kurulmasından dört yıl sonra 14 Mayıs 1950’de, CHP ve DP arasında yapılan seçimler, DP’nin zaferiyle sonuçlamıştır.1

Milli Mücadele’nin, Kurtuluş Savaşı’nın ve devrimin değişmeyen siyasal
örgütü CHP 27 yıl boyunca iktidarda kalmış, ülkeyi tek elden yönetmiş, ancak
halkın oyuyla düşmüş, devletin idaresini Demokrat Partiye bırakmıştır.2

DP’liler seçimlerde kazandıkları bu zaferi “Beyaz Devrim” olarak nitelendirmişler,3 DP’nin lider kadrosu da CHP’nin içinde çıkmıştır.4 
DP Türkiye genelinde 408 milletvekili ile iktidara gelmiş Adnan Menderes DP
genel başkanı ve Başbakan, Celal Bayar Cumhurbaşkanı ve Refik Koraltan
da TBMM Başkanı olmuştur.

Beklenmedik bir zaferle başlayan 1954 ve 1953’de yapılan seçimlerle tekrar elde edilen, 10 yıllık DP iktidarı, 27 Mayıs Askeri Darbesi ile sonlanmıştır.5

Demokrat Parti iktidarı boyunca dış politikasını öncelikli olarak CHP karşı muhalefet yıllarında yaşanan, uluslararası sistemdeki ve ülke içindeki
yaşanan gelişmelere göre şekillendirmiştir. Menderes başbakan olmadan
önce İzmir Tepecik Köy’de 27 Ağustos 1948’ de yaptığı konuşmasında dış
politika hakkındaki görüşlerini şu şekilde dile getirmiştir;

”O tarihlere nazaran bugün Avrupa’da kuvvetler dengesi kökünden değişmiştir. Faşist yönetimler ortadan kalkmış,buna dayanan dünya sistemi yıkılmıştır.  

Almanya artık askeri bir kuvvet değildir, o devrin bağımsız hareketleri
olan Romanya,Bulgaristan,Polonya,Çekoslovakya ve Macaristan da demir
perdenin arkasında kalarak Sovyet Rusya’nın eline geçmiştir.Japonya’ da dünya
siyasetinde oynadığı önemli rolden uzaklaşmıştır.ABD’nin ise dünya barışını
korumak adına Avrupa’da ve Yakın Orta Doğu’daki rolü bir Avrupa Devleti’nden
daha önemli hale gelmiş, bir zamanların Avrupa dengesi olan milletlerarası bir
politika yerini tüm dünyayı içine alan ve ideolojik esaslara göre ayrılan bir güçler
karşılaşmasına bırakmıştır.Yani dünya barışı artık bir bütün haline gelmiştir”.6

Başbakan Menderes, ABD ile aktif politikanın yürütmenin dış politikada önemli nokta teşkil ettiğini düşünmüş, diplomasisinin temelinin de Batı ülkeleri ve Orta Doğu’da gelişen siyasi olaylara katılımın oluşturacağını belirtmiştir. Soğuk Savaş Döneminde de her iki bloğuda gerçek güç dengesi görmüş, bölgedeki güç boşluğunu Türkiye’nin yararı doğrultusunda kullanmaya çalışmıştır.7

10 yıllık DP iktidarı boyunca dış politikadaki belirleyici aktörler , Adnan
Menderes ve TBMM başkanı Fuat Köprülü ve 25 Kasım 1957’den itibaren
kısa sürelide olsa dış işleri bakanlığı görevini yapan Fatin Rüştü Zorlu
olmuştur.8

DP’nin ilk hükümet programında BM’ye bağlı kalınacağı, İngiliz, Fransız ittifakına ve ABD ile kurulmuş olan dost ve yakın ilişkiye devam edileceği belirtilmiştir.Bu programda SSCB ile ilişkilere ve Kıbrıs politikasına hiçbir şekilde yer verilmemesi eleştirilen bir durum olmuştur.1950-1960 arasındaki dönemde Sovyet tehdidine karşı batı yanlısı bir dış politika izlenmiştir. Batının desteğini alırken diğer bölgelerinde önemi üzerinde durulmuş Arap Devletleri, özellikle İran, Filistin, Hindistan ve Endonezya ile ilişkiler geliştirmeye çalıştırılmıştır. Akdeniz ülkeleri ile de dostluk ve barış ortamının Sadabat Paktı sonrasında olduğu gibi devam ettirilmek istenmiştir 9.

Menderes Batı yanlısı bir dış politika izlenmiştir, çünkü; sermaye kazanımı ve teknolojik gelişmenin sağlanması için Batı’dan destek ve yardım almalıdır, bu sayede az gelişmiş bir ülke olan Türkiye kalkınma yoluna gidecektir. İzlenen batı yanlısı politikada güvenlik, öncelikli hedef olmuş , bu bağlamda dış politikada güvenlik arayışlarına gidilmiştir.10 4 Nisan 1949 yılında Belçika, Danimarka, Fransa, İngiltere, İzlanda, İtalya, Kanada, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz ve ABD kurulan NATO’ya (North Atlantic Treaty Organization) üye olmak istenilmiştir.11

ABD’nin NATO’ya üye olan Avrupalı müttefiklerinden beklentisi, değişen savaş teknolojisine uygun olarak NATO bölgesinin sorumluluğunun üstlenilmesi, güvenliğin sağlanması olmuştur. Avrupa ülkeleri de savaş tehdidi göze alınıyorsa ABD’nin vereceği ya da yapacağı nükleer silahı kullanma hakkına sahip olma hakkını istemiştir.12 Bu kapsamda kurulan ittifaka katılmak sağlam bir güvence olarak görülmüştür. ABD’nin tam desteğiyle, kurucu üyelerin karşı çıkmasına rağmen 21 Eylül 1951’de NATO konseyi Türkiye ve Yunanistan’ı üyelik için davet etmiş,19 Şubat 1952’de TBMM tarafından davet kabul edilmiş ve üyelik gerçekleşmiştir.13.

1950’de gerçekleşen Kore Savaşı Türkiye’nin üyeliği ve NATO’nun
oluşumu açısından oldukça önemli olmuş, Türkiye savaşa asker yollama şartı
ile ittifaka davet edilmiştir.14Türk dış politikasında NATO, ABD ile özdeş
görülmüş, NATO’nun çıkarları ile Türkiye’nin çıkarları aynı kabul edilmiştir.
Menderes hükümeti batıya ve ABD’ye yakın bir politika izleyip ekonomik ve
askeri yardım almayı hedeflemiştir, bunun için NATO bünyesinde yer almak
oldukça önemli görülmüştür15.

Menderes bu durumu Milliyet Gazetesi baş yazar Ali Naci Karacan’ a verdiği
mülakatta şu şekilde belirtmiştir;

Arzu etmesek de üçüncü bir Dünya Savaşı’nın çıkması halinde Türkiye’nin
ne kadar nazik ve önemli bir durum arz edeceği asla gözden uzak tutulamaz. Dünyada öyle kilit noktaları vardır ki bunlar hem zayıf hem de güvensiz
bırakıldığı takdirde tecavüz hem kolaylaştırılmış, hem tahrik edilmiş olur. 
Bu gerçeklerin dikkatle göz önünde bulundurulacağı ve tecavüze açık kapı
bırakılmamak yolunda esaslı tedbirler alınacağına inanıyoruz.16

Dış politika belirlenirken Demokrat Parti programında en önemli ayrıntı ekonomik ilişkile olmuş, uluslar arası ilişkilerde ülkelerle ekonomik ittifaklar kurmak için çalışmış, yabancı sermayenin iç piyasaya girmesi hedeflenmiştir. Bu kapsamda batı ittifakı dahilinde İtalya, Almanya ve İspanya ile ekonomik ittifaklar kurulmaya çalışılmıştır.

Bunun yanında Menderes iktidarının uluslar arası ilişkilerde üçüncü dünya ülkelerine gerektiği kadar değer vermemiş olması sıkça eleştirilmiştir çünkü Türkiye bu dönemde sömürgeci güçlere karşı bağımsızlık mücadelesi veren Afrika’nın kuzeyi ve Ortadoğu ülkelerinin karşısında batının yanında yer almıştır, bu durum Atatürkçü dış politikaya aykırı bir durumdur.17

Bağımsızlıklarını elde eden bu devletler,1955 Bandung Konferansı doğu ve batı bloğunun karşısında uluslar arası yeni bir hareketi başlatmışlardır. 

”Bağlantısızlık”(Non-aligment) hareketinin temel felsefesi hiçbir bloğa ya da askeri bir ittifaka bağlı olmamaktır.18Bağlantısızlar hareketi içindeki devletler oluşum sürecinde, kendi içlerinde ayrılıklara düşmeye başlamış, zaman zaman anlaşmazlık lar iş birliğini gölgede bırakmıştır ,bu yüzden de bloklar kadar uluslar arası sistemde etkin olamamışlardır. Doğu bloğunun yıkılmasından sonra da bu hareketin anlamı kalmamıştır.19

Demokrat parti hükümeti, uluslar arası sistem açısından önemli bir
yere sahip olan bağlantısızlık hareketine karşı çıkmış, bağlantısızlık
politikasını kesinlikle reddetmiş, batı bloğuna olan yakınlığını sürdürmüştür.
Menderes hükümeti döneminde batıyla yakın ilişkilerin sinyalleri aslında
önceden verilmiştir. DP daha kuruluş aşamasındayken Fuat köprülü Vatan ve
Kuvvet Gazetesindeki yazılarında şu şekilde belirtmiştir; Dünya ideoloji bakımından birbirine tamamıyla zıt iki büyük cepheye ayrılmıştır.Bunlar insanlık haysiyetinin ve milletlerin hürriyet ve istikbalini esas tutan hürriyet ve sulh cephesiyle , bu esaslara hiç kıymet vermeyerek her ne suretle olursa olsun , aşırı solcu bir dünya yaratmak isteyen karşı cephedir. Buna göre II.Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmaya çalışılan insani boyut yeni uluslar arası siyasi düzeni tehdit eden Bolşevik emperyalizmidir”….”Komünizm karşısında dikilen ABD ,İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki siyasetiyle insanlığa hizmet etmektedir”…”Türkler de bu davada kızıl emperyalizm karşısında kurulan demokrasi cephesinde yerini almalıdırlar. 

Türk milletinin demokratik milletler safında, BM idealinin gerçekleşmesi yolunda kendisine düşen vazifeleri samimiyetle ifa edeceğinden bütün dünya emin olabilir.20
Menderes hükümeti Sovyetler Birliği’ne hep temkinli bir şekilde yaklaşmıştır. Stalin’den sonra başa gelen Kruşçev Türkiye’ye yönelik toprak taleplerinden vazgeçtiğini belirten 1950 Beyanatını yayınlanmış, ancak bu beyan Celal Bayar, Fuat Köprülü ve Adnan Menderes tarafından samimi olarak algılanmamıştır.21

Sovyetler Birliği de Türkiye aleyhine bir dış politika izlemiştir. 

Örneğin; 6 Ekim 1953’te Türkiye üye ülke devletleri tarafından verilen 40 oy ile
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine seçilmiştir, ancak Rus delegesi
Vichinsky, bu mevkie Türkiye veya Filipinler’ in BM’nin kuruluş anlaşmasında
belirtilen coğrafi esasa aykırı olduğunu belirterek itiraz etmiştir. 

Bu itiraz reddedilmiş ve Rus delegesi genel kurul başkanı tarafından susturulmuş tur. 22

İki ülke arasındaki bu durum, Menderes’in Amerika ziyareti sırasında
1958 yılında ABD’den talep ettiği 300 milyon dolarlık ek yardım reddedilip,
kalkınma hızının %7-8 den %4’e düşürülmesi önerisini alıncaya dek devam
etmiş ancak bu tarihten itibaren dış politikada alternatif değişim önerileri
aranmış Sovyet seçeneği de değerlendirilmeye başlamıştır.9 Aralık 1959’da
Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Dr.Lütfi Kırdar’ın Moskova’yı ziyareti ile
SSCB ile olan 20 yıllık kesinti sona ermiştir. Menderes de 1960 yılının
Temmuz ayında resmi bir ziyarette bulunacağını açıklamıştır.23
Menderes dönemi dış politikasında önemli bir diğer nokta ise Ortadoğu’ da izlenmek istenen aktif siyaset olmuştur.24 

Ortadoğu, II.Dünya Savaşı’ndan günümüze kadar Ortadoğu Türkiye’den İsrail’e ,Mısır’dan Suudi Arabistan’a kadar geniş bir coğrafyada tüm ülkeler üzerinde etkili
olmuş,dünya politikasında “merkezi” bir rol oynamıştır.Bölge Asya,Afrika ve

Avrupa kıtaları arasında geçiş yeri konumundadır.25
II.Dünya Savaşından sonra ABD ve SSCB arasındaki rekabet gittikçe
belirginleşmeye başlamıştır.Bu rekabet Yakın ve Ortadoğu’da etkin bir
şekilde hissedilmiştir çünkü bu bölgeler sahip olduğu stratejik açı, petrol
kaynakları ve doğal kaynaklar ile önem giderek artmıştır.Türkiye Avrupa ve
Ortadoğu’yu birbirine bağlayan bölgede bulunması nedeniyle Batı’nın
gözündeki değerini arttırmış, askeri ve siyasi pozisyonu açısından en fazla
ihtiyaç duyulan ülke durumuna gelmiştir. Türkiye’nin üstlendiği bu politika da
SSCB ile karşı karşıya getirmiştir.26 Menderes hükümetinin Ortadoğu’da
izlediği aktif siyaset 1954 yılından sonra bozulmaya başladı. Bunun nedeni
DP hükümetinin ABD’den daha fazla yardım alabilmek için Ortadoğu’daki
konumunu ve önemini pazarlanacak bir ürün gibi kullanmaya başlamasıdır.
Ayrıca bu tarihlerde Türkiye’nin sınır komşusu olarak Batı karşıtı Arap ülkeleri
kurulmaya başlamıştı, Türkiye Arap ülkeleri için sınırdaş, dindaş, aynı kültürel
zeminden gelen bir ülkeydi ancak Batı yanlısı bir politika izlediği için Ortadoğu’ da söz sahibi olamazdı. Türkiye 1955’de Ortadoğu’yu komünizmden korumaya yönelik bir ittifak olan Bağdat Paktı’na imza atarak Ortadoğu’daki Batı yanlısı politikasını daha belirginleştirmiş, Arap ülkelerinin tepkisini iyice çekmiştir 27. 

Menderes’in Ortadoğu politikası dönemin şartlarına göre kaçınılmaz, hatta iyi niyetli bir politikaydı ancak Menderesin sahip olduğu ideoloji, dünya görüşü ve vizyonu, bölgede uygulanan aktif ve atak dış politika başta ülkedeki muhalefetin olmak üzere çoğu çevrenin tepkisini çekmiştir.28

1957 yılında üçüncü Menderes hükümetinin kurulmasından sonra dış
politikada diğer önemli husus Kıbrıs sorunu olmuştur. Bunun nedeni; adadaki
Türk halkına uygulanan kötü muamele ve uluslar arası sistemde kaybedilen
prestij olmuştur. Kıbrıs sorunu bu tarihten sonra artık uluslar arası bir kimlik
haline getirmiştir.29 Menderes hükümeti Kıbrıs üzerinde söz sahibi olan ve
korumacı politika izleyen İngiltere’nin politikasını dikkatle takip etmiş, Kıbrıs
sorunun çözümü için iş birliği arayışlarına girmiştir. Hem Kıbrıs sorunu çözüp
hem de İngiltere ile olan ilişkilerini sağlam tutmaya çalışmıştır. Menderes
Hükümeti Yunanistan’ın Enosis 30 politikasına karşı resmi bir tez halini almış
ve 5 istek ileri sürülmüştür bu istekler; İngilizler’in Kıbrıs’ta kalması ve
Rumların çıkması halinde adanın Türkiye’ye verilmesi, bunlar olmazsa
adanın taksim edilmesi, self goverment (özerlik) verilmesi ve Yunanistan’a
verilmesi olmuştur. Bu istekler Londra ve Zürih Anlaşmaları’na kadar devam
ettirilmiştir.31Türkiye’nin bu taleplerine karşın Yunanistan adanın hakimiyetini
ele geçirmek hususunda kararlı bir tutum sergilemiştir. Kıbrıs Cumhurbaşkanı
Makarios Kıbrıs’ın istiklalinin temin edilmediği takdirde tek başına adada
Cumhuriyet ilan edeceğini belirtmiş, ayrıca Kıbrıs halkını İngiliz iradesine
davet ve teşvik etmeyeceğini belirterek tehdit etmiştir.32 Menderesin iktidarda
olduğu yılar hem Yunanistan hem de Türkiye de, Kıbrıs konusuyla beraber
gündeme gelen ulusçu toprak kazanımlarının ideolojik, siyasi ve hukuksal
temele oturtulmaya çalışıldığı yıllar olmuştur.33

Menderes başbakanlığı süresince, dönemin şartlarına göre dış politika vizyonunu şekillendirmiş, kısmen de olsa Atatürk dönemi dış politikası doğrultusunda ilerlemeye çalışmış, bu doğrultuda istikrar paktları imzalamıştır. Ancak bir çok noktada 1950-1960 dönemi dış politika anlayışı farklılaşmıştır. Atatürkçü dış politikanın hedefi Türkiye sınırları çerçevesinde güvenlik çemberi kurmak olmuş, bu amaç için kurulan Balkan ve Sadabad Paktı ile SSCB ile dost ilişkiler kurulmuştur. Saldırmazlık ve Dostluk İttifakları ile yakın ilişkiler geliştirilmiş tir. Menderes döneminde SSCB ile ilişkiler önceleri olumsuz şekilde ilerlese de daha sonra iyileştirme yoluna gidilmiştir.34

DİPNOTLAR:

1 Melih Aktaş.”Celal Bayar ve Adnan Menderes’in Dış Politika Felsefesi”,(der.)Haydar
Çakmak,Türk Dış Politikası (1918-2008),s.432
2 Suna Kili,”Türk Devrim Tarihi”,Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2001,İstanbul,s.255-256
3 Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecince Türkiye (1945-1980),Hil Yayın,İstanbul,2007,s.60
4 Nuray Mert,Merkez Sağın Kısa Tarihi,Selis Kitaplar,İstanbul,2007,s.21
5 Aktaş,a.g.e,s.432
6 Meltem Yetener,”Adnan Menderes”.(der.).Ali Faik Demir.Türk Dış Politikası’nda Liderler,Bağlam Yayınları,Ankara,2007.s.50-51
7 Mehmet Seyfettin Erol,Batı İle İlişkiler (1950-1960), Haydar Çakmak(der.).,Türk Dış Politikası 1918-2008),s.438
8 Aktaş,a.g.e,s.434
9 Yetener,a.g.e.s.52
10 Erol,a.g.e, s.437
11 Fahir Armoğlu,”20.Yüzyıl Siyasi Tarih”i,Alkım Yayınevi,2007,İstanbul,s.448
12 Oral Sander,”Siyasi Tarih 1918-1994”,İmge Kitapevi,İstanbul,2007,s.335-339
13 Ali,L .Karaosmanoğlu.”Türkiye’nin NATO’ya Girişi” Haydar Çakmak(der.)..,Türk Dış Politikası (1918-2008),s.503-504
14 Gözen,”Nato,ABD ve Türk Dış Politikası”, a.g.e.s.164
15 Sönmezoğlu.a.g.e.s.48
16 Yetener,a.g.e. s.53
17 Yetener,a.g.e.s.54
18 Armaoğlu,a.g.e.s.625
19 Sander,a.g.e.427-428
20 Yetener,a.g.e.,s.63
21 Aktaş,a.g.es.435
22 Türkiye Güvenlik Konseyine Seçildi.(1953,Ekim 6).Cumhuriyet,p.A1
23 Aktaş,a.g.e.s.435
24 Mehmet Hasgüler,”Dönemin Dış Politika Değerlendirmesi”,Haydar Çakmak (der.), “Türk Dış Politikası (1918-2008)”,s559
25 Sander,a.g.e.s.294
26 Sönmezoğlu,a.g.e.s.95
27 Hasgüler,a.g.e.s.560
28 Gözen,a.g.e.s.182
29 Hasgüler.a.g.e.s.561
30 (“Birleşme anlamına gelmektedir. Kıbrıs Adası'nın Yunanistan ile birleşmesi dileğini belirtmekte kullanılan bir deyimdir. 
     Yunanistan ve Kıbrıs Rumları arasında benimsenen
     Enosis, Megalo İdea düşüncesinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır )Enosis Nedir?,(b.t),5 Ocak 2010, 
     http://www.turkcebilgi.com/enos%DDs/ansiklopedi
31 Hüseyin Bağcı, “Kıbrıs Sorunu”,Haydar Çakmak(der.) “Türk Dış Politikası 1918- 2008,s.522-526
32 Makarios İngiltere’ye Dün Tehdit Savurdu.(1960, Nisan 3).Akşam.p.A1
33 Fuat Aksu,”Türk Yunan İlişkileri, İlişkilerin Yönelimini Etkileyen Faktörler Üzerine Bir İnceleme, Stratejik Araştırma ve Etüdler Milli Komitesi Araştırma 
     Projeleri Dizisi 2,Ankara,2001,s.156
34 Yetener,a.g.e.s.55

***

5 Ekim 2019 Cumartesi

DARAĞACINA GİDEN DEMOKRASİ, BÖLÜM 4

DARAĞACINA GİDEN DEMOKRASİ, BÖLÜM 4




C. Bayar ve Menderes Üzerine Birkaç Söz

DP'nin ilk Genel Başkanı Celal Bayar DP'nin gerçek lideridir. Bayar, kendi ifadesiyle, "bir yola çıktığında arkasına bakmaz, kaç kişi benimle geliyor diye düşünmez"di. Doğru bildiği yolda yalnız da olsa yürürdü. Demokrat Parti'nin gerek muhalefet döneminde, gerekse iktidar döneminde itici güç Bayar olmuştur. Bayar, birçok defa milletin değerleri ile ters düşmesine rağmen, politik manevraları ve liderlik vasıflarıyla halkın güvenini yeniden kazanmasını bilmiştir. En büyük başarısı "Menderes'in keşfi"dir. 1950 yılında başbakan olması beklenen Fuad Köprülü'nün de, Refik Koraltan'ın da milletle dokularının uyuşmayacağını sezmiş ve Menderes'i başbakanlığa getirerek, kendisine de 10 yıl süreyle Çankaya Köşkü'nün kapılarını açmıştır. Her ne kadar Demokrat Parti ile Menderes isimleri özdeşleşmiş olsa da DP'nin gerçek patronluğunu Celal Bayar yapmıştır. Bayar, 1950-1960 yılları arasında siyasetin iplerini Çankaya'da elinde tutmuş, perdeye Menderes'i çıkararak, DP'nin 3 seçim üst üste kazanmasına zemin hazırlamıştır. Bayar, 20. yüzyıl Türkiyesi'nin en önemli komitacısıdır. Aynı zamanda en iyi particisidir: Celal Bayar; Jön Türkler, İttihat ve Terakki, Teceddüt Fırkası, Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti, Mustafa Kemal'in isteğiyle Yeşil Ordu, yine Mustafa Kemal'in isteğiyle Komünist Fırkası, Halk Fırkası ve Demokrat Parti'de önemli görevler almış, hepsinde siyaset becerisi ve komitacılık ruhu öne çıkmıştır.69

Adnan Menderes'in hakkında ise çok farklı değerlendirmeler bulunmaktadır. Bununla birlikte Menderes'in, güler yüzlü, sempatik tavırlı, orta boylu, yuvarlak çehreli, zeki, zengin bir toprak ağası olduğu bütün bu değerlendirmelerde karşımıza çıkmaktadır. Mütevazı oluşu ve aşırı nazik tavırları da Menderes hakkında ortak görüştür denilebilir.
Ancak Menderes hakkında birbiriyle bağdaşmayan tahliller de yapılmıştır: 
Genellikle Menderes'ten pek hoşlanmayanlar, "kendi sonunu kendi hazırladı" cümlesini kullanabilmek için sayfalar dolusu izahatlar yapmış, kimi zaman çift kişilikli, kimi zaman çocuk ruhlu, kimi zaman da psikopat Menderes'ten söz etmişlerdir. Bu görüşte olanlardan başta Cihad Baban ve Şevket Süreyya Aydemir, Menderes'ten çok Celal Bayar'a husumet beslemektedirler ve Menderes'i Bayar'ın kuklası olmakla suçlamaktadırlar.
Adnan Menderes'i bu tür değerlendirenlerin yanında, onu abartan, hatta bir mehdi gibi görenlerin sayısı da az değildir. Ona karşı beslenen sevgi ve sempatiyi, idamdan sonra aşırı hayranlığa hatta tabulaştırmaya kadar götürenler olmuştur.
Adnan Menderes politikaya girmeden önce toprak ağası idi. "Bey" özelliklerini hayatının her aşamasında koruyan Menderes; çekici, söylev verme gücü yüksek ve rahat, seçmenlerin hoşuna gitme konusunda endişeleri olmayan bir kişiliğe sahipti. Halk düzeyine inmeyi biliyordu. Kibirli, aşırı duygulu bir kişiliği vardı.70
1931 yılında milletvekili olduktan sonra DP'nin kurulduğu 1946 yılına kadar geçen 15 yıllık sürede Hukuk Fakültesi'ni bitirmiş, İngilizcesini geliştirmiş ve CHP'nin seçkinci-laikçi söylemleriyle yoğrulmuştur. Gerek muhalefet döneminde, gerekse başbakanlığı döneminde yer yer halka tepeden bakması ve onları fazla kaale almaması 1931-1946 döneminin kendisine kazandırdığı özelliklerdendi. Ancak davranışlarının genelinde göze çarpan içtenlik genlerinden geliyordu.
Konuşmalarının bir kısmı derin bir tarih ve dil bilgisi gerektiriyordu: "Ebucehil gibi kazdıkları kuyuya düştüler", "sinizmin bu derecesi dünyada görülmemiştir" gibi. Öte yandan bazı konuşmaları iptidai kalmıştır: "Odunu koysam seçilir" gibi. Bütün bunlara rağmen Adnan Menderes, cumhuriyet tarihinin halk tarafından en çok sevilen başbakanı olmuştur.71

D. Sonuç

DP'nin sınıfsal niteliği ve kimin çıkarlarına hizmet ettiği konusu, değerlendirme yapanın bakış açısına göre değişen, tartışmalı bir konudur. DP'nin tek parti otokrasisine karşı yükselen bir halk hareketi olduğu ileri sürüldüğü gibi, memleketi kapitalist ve emperyalist bloka teslim eden bir egemen sınıflar koalisyonu olduğu da iddia edilmiştir.72
Siyasette söz sahibi olan, siyaseti belirleyen, siyasetçiyi etkileyen kesimleri Türkiye'de 1960'lara kadar üç ana gruba ayırabiliriz. Bunlardan birincisi sivil ve askeri bürokrasidir. İkinci grup sermaye; üçüncü grup ise millettir.73
Bu sınıflandırmanın ikinci ve üçüncü ayağı 1923-1950 arası yoktur. Cumhuriyet'in ilk yıllarından itibaren devlet eliyle özel sektörün kurulması için çalışılmış, bunda belli ölçülerde de başarılı olunmuştur. Ancak Kurtuluş Savaşı sonrasının fakir Türkiyesi, 1929 dünya ekonomik buhranından etkilenmiş, daha sonra da II. Dünya Savaşı yıllarını yaşamıştı. Bu nedenle sivil ve askeri bürokrasi 1950'ye kadar siyasette belirleyici tek güç olmuştur. Demokrat Parti iktidarı ise, siyasetin çevreden merkeze okunmasıdır. O güne kadar siyasette figüran bile olmasına izin verilmeyen milletin aktör olma mücadelesidir.
Şüphesiz ki, Demokrat Parti Cumhuriyet Türkiyesi'ne tepki olarak ortaya çıkmış bir parti değildir. DP daha çok siyasal ve ekonomik liberalizm taraftarlarınca kurulmuştur. Partiyi destekleyenler ilk başta eşraf, tüccar ve toprak ağaları gibi "Anadolu Yerlileri"dir. Bunları, yukarıdaki sınıflandırmaya göre sermaye olarak adlandırmak sağlıklı değildir. Bu kesimler, üçüncü ayak yani millettir. 1950 yılında DP'yi iktidara getiren güç olan milletin içinden küçük bir kesim DP politikaları sayesinde sermayeyi oluşturmaya başlamış, 1954 seçimlerinden itibaren de sermaye ciddi bir güç olarak doğmuş ve 1960'a kadar siyaseti etkileyen unsurlar arasında en önemli yeri almıştır.74
DP İktidarı Döneminde Siyaset, Seçkinler uğraşı olmaktan çıkarak, geniş halk kitlelerine ulaştı. Böylelikle ülkemizdeki siyasi kültüre olumlu etkide bulunulurken, bürokratik-baskıcı devlet geleneğinin yumuşaması ve milli bir ticaret-sanayi burjuvazisinin doğması sağlandı. Tarım reformu, barajlar ve hidroelektrik santraller, eğitim ve ulaşım hizmetlerinin yaygınlaştırılmasının sonucu olarak siyasi yapının katı kalıpları yıkıldı ve Türkiye tarihinin en önemli değişimini yaşadı. Köylü, 'çiftçi' oldu; amele 'işçi'. Teba ise 'vatandaş'.75 Nitekim "Türk burjuvazisinin ekonomik kökenli ve sınıf bilincine sahip olmayan bir nitelikten çıkıp siyasal taleplerde bulunacak hale gelmesinde en önemli nokta 1950 hareketidir. O yıl iktidara gelen DP, yalnız burjuvazinin hem daha yaygın bir sınıfa dönüşmesine yol açmış hem de toplumsal dönüşümün, asker, mülki bürokrasi ve aydınlara dayalı seçkinci merkezden taşraya, yani çevreye kaymasına önayak olmuştur."76

Demokrat Parti Köyün Kente yürüyüşüdür.

DİPNOTLAR;

1 MİNKARİ, Ali Esen; 1950-1960 Yılları Arasında İktisadi Kalkınma ve Gelişme; Demokratlar Kulübü Yayınları: 6; Ankara -1992; Burhanettin Ulutan'ın Önsözü s. V.
2 YÜCEL, M. Serhan; Demokrat Parti; Ülke Kitapları-10; İstanbul-2001; s 37.
3 AHMAD, Feroz; Türkiye'de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi (1945-1947); Bilgi Yayınları; Ankara-1976; s. 15.
4 FERSOY, Orhan Cemal; Bir Devre Adını Veren Başbakan: Adnan Menderes; Maytaş Yayınları; İstanbul-1971; s. 120.
5 FELEK, Burhan; Milliyet Gazetesi, 15 Ocak 1975.
6 YÜCEL, M. Serhan; Demokrat Parti Kongreleri, Emek Matbaası; Ankara-1997; s. 9-12.
7 BURÇAK, Rıfkı Salim; Türkiye'de Demokrasiye Geçiş 1945-1950; Olgaç Matbaası; Ankara-1979; s. 203.
8 YÜCEL, a.g.e., s. 79.
9 KARPAT, Kemal; Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul-1967.
10 Ulus Gazetesi, 5-7 Haziran 1950.
11 Arapça ezan yasağının kalkmasının "irticanın hortlatılması ve Atatürk devrimlerinden sapma" olarak değerlendirilmesine 1960'lı yıllardan sonra sıkça rastlanmaktadır.
12 YÜCEL, a.g.e., s. 85.
13 EROĞUL, a.g.e., s. 59. Eroğul TSYB'nin yabancı çıkarlara -özellikle Amerika'ya-memleketi açmak ve yerli burjuvaziye destek olmak amacıyla kurulduğunu ifade etmektedir.
14 Cumhuriyet Gazetesi, 5 Eylül 1950 (asıl kaynak) Alıntı yaparak kullanan: EROĞUL, Cem; Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, İkinci Baskı; Ankara-1990; s. 59.
15 DP iktidarı döneminde para ve pullara yeniden Atatürk'ün resminin basılmasına başlanırken, 10 Kasım 1953'te de Atatürk'ün naaşı Anıtkabir'e nakledildi.
16 NADİ, Nadir; Cumhuriyet Gazetesi; 11 Mart 1951. Nadi bu olayı "pire için yorgan yakmak" olarak değerlendirmiştir.
17 TBMM Tutanak Dergisi, Dönem 9, Cilt 6, s. 28.
18 Halbuki aynı dönemde toptan eşya fiyatları %163 oranında artmıştır. 1950-1960 dönemi ekonomik göstergeleri için bkz. DEMİRER, Mehmet Arif; Demokrat Parti; DP Yayınları No: 1; İstanbul- 1994, s. 51.
19 YÜCEL; a.g.e., s. 94.
20 Ulus Gazetesi, 15-16 Ekim 1951.
21 BURÇAK, Rıfkı Salim; On Yılın Anıları (1950-1960); Nurol Matbaacılık; Ankara-1998; s. 216.
22 14 Aralık 1942 günü kabul edilen Cumhuriyet tarihinin ilk seçim kanunu, 5 Haziran 1946 tarihinde bazı değişikliklere uğramıştır. İllerde en çok oyu alan partinin, o ilin tüm milletvekillerini kazanması anlamına gelen "çoğunluk sistemi" antidemokratik olmakla birlikte 27 Mayıs 1960
22 darbesine kadar geçerliğini korumuştur. Ayrıntılı bilgi için bkz. YÜCEL, M. Serhan-MUTLU, Abdullah; Siyasi Partiler ve Seçim (baskıda).
23 BURÇAK, On Yılın Anıları, s. 223.
24 YÜCEL; a.g.e., s. 108.
25 MİNKARİ; a.g.e., s. 16.
26 GÜNVER, Semih; Fatin Rüştü Zorlu'nun Öyküsü; Bilgi Yayınevi; Ankara-1985; s. 52.
27 GÜNVER; a.g.e., s. 52; Asıl Kaynak: KUNERALP, Zeki; "Sadece Diplomat".
28 GÜNVER; a.g.e., s. 66; Emekli Büyükelçi Mahmut Dikerdem'den aktarma.
29 GÜNVER; a.g.e., s. 70.
30 27 Mayıs Darbesi'nden sonra Fatin Rüştü Zorlu, Yassıada'da 6-7 Eylül olaylarının tertipçilerinden olmakla suçlanarak yargılandı. Kendisine yapılan haksız ve kasıtlı ithamlar karşısında Mahmut Dikerdem, gerçekleri çarpıtan tanıklıklara karşı savunma tanıklığı yapmak üzere, Zorlu'nun avukatına başvurdu. Yüce Divan bu davada aleyhte 76 tanık dinlemişken savunma tanıklarının dinlenmesine gerek görmediğini bir ara karar ile bildirdi. Bu karar üzerine Zorlu: "Savunma tanıklarının dinlenmesine gerek görülmemesini Yüksek Mahkemece suçsuzluğuma kanaat getirilmiş olmasının delili sayıyorum" dedi. Altı yıl hapse mahkum edildi. Ayrıca bu davanın görülmesi sırasında Fuad Köprülü ve damadı Coşkun Kırca'nın Bayar, Menderes ve Zorlu aleyhine verdiği ifadeler yüzünden Yunanistan Türkiye'ye nota vererek maddi manevi tazminat istemiştir.
31 1957 seçimlerinde Manisa, Burdur ve Ankara'da başarılı bir seçim kampanyası gerçekleştiren Hürriyet Partisi, seçimlerde 350 bin oy ve 4 milletvekili kazanabildi. 24 Kasım 1958 tarihinde topladığı kongre ile 5 muhalife karşı 175 oyla CHP'ye katılarak siyasal hayattan çekildi.
32 YÜCEL; a.g.e., s. 116.
33 Nitekim, 29 Kasım 1955 tarihinden sonra Demokrat Parti'de doğrular söylenmedi, söyleyenler harcandı. 29 Kasım, Adnan Menderes'in "dostlarını, yol arkadaşlarını satan adam" olarak değerlendirilmesine yol açtı ve Menderes'in parti içi diktasına kadar gidecek süreci başlattı.
34 5 Ocak 1957.
35 Aynı gün ABD, Bağdat Paktı Askeri Komitesi'ne gireceğini ilan etti.
36 1957 seçimlerinde DP'nin muhalefete şiddetli baskı uyguladığı iddia edilmiştir. Oysa ki, 1946 seçimlerinde halkın alışık olmadığı "Hasolarla Memoların ayağına gidilen" seçim kampanyası
31 gibi, 1957 Seçimleri de, bu kez "propaganda teknikleri" açısından yepyeni bir dönemin başlangıcıydı. Özellikle 1980 sonrası, her seçimden önce yenilenen seçim kanunları ve günümüzde partilerin rakiplerine karşı yürüttükleri kampanyalar göz önüne alındığında, DP'nin 1957 seçim kampanyasının sadece propaganda teknikleri bakımından farklı olduğu görülecektir.
37 YÜCEL; a.g.e., s. 128.
38 TUNÇAY, Mete; Türkiye Tarihi-4 (Siyasal Tarih 1950-1960 başlıklı makale); CemYayınevi; İstanbul 1989; s. 184-185. 27 Mayıs 1960 Darbesinden sonra ihbarın doğru olduğu anlaşılacaktı.
39 Cumhuriyet'in 75 Yılı, YKB Yayınları, 1999.
40 Londra ve Zürih Antlaşmaları 4 Mart 1959 tarihinde TBMM'de görüşülerek kabul edildi. 16 Ağustos 1960'a kadar süren hazırlık devresinden sonra Kıbrıs bağımsız bir devlet statüsünü kazandı. İngiltere'ye Londra-Zürih Antlaşmaları çerçevesinde Ada'da 99 mil2 tutarında iki deniz üssü verildi, Ada'daki İngiliz kuvvetleri bu üslere nakledildi. Kıbrıs'ta cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra, Anayasa hükümlerinin uygulanmasına ilişkin sorunlar, taraflar arasında görüş ayrılıklarına ve toplumlar arasında gerilimlere yol açtı. 1962'de iki Türk camiine yapılan bombalama eylemiyle tırmanan olaylar, 1963'te Makarios'un Kıbrıs Anayasası'nda değişiklik yapılmasını önermesiyle çatışmalara dönüştü. Zürih ve Londra Antlaşmalarının ihlal edilmesi anlamına gelen bu gelişmeler sonucunda, 1964'te Üçüncü Londra Konferansı toplandı. Ancak, 1974 Harekatı'na kadar siyasi irade, DP dönemindeki gibi net tavır ortaya koyamadı. Nihayet, 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edildi. 2002 yılına gelindiğinde "Avrupa Birliği'ne girmek için Kıbrıs'tan vazgeçelim" görüşünü dillendiren "ver kurtulcu"lar mevcuttur.
41 EROĞUL; a.g.e., s. 147.
42 ALBAYRAK, Mustafa; Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960); Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü; Yayımlanmamış Doktora Tezi; Ankara-1992; s. 1192.
43 YÜCEL; a.g.e., s. 138.
44 EROĞUL; a.g.e., s. 149.
45 Polisin müdahale ettiği grup, DP'lilere göre taşkınlık yapan Halkçılar; CHP'lilere göre İnönü'ye saldırmaya gelen Demokratlardı!
46 25 Mayıs'ta çalışmalarını tamamladığı Menderes tarafından söylenen Tahkikat Komisyonu, raporunu hazırlama fırsatı bulamadan 27 Mayıs Darbesi yaşanmıştır.
47 1970'li yıllarda sıkça görülecek bu manzara Türkiye'nin o günkü şartlarına çok yabancıydı.
48 Cumhuriyetin 75 Yılı; Yapı Kredi Bankası Yayınları; s. 484-485.
49 Bu sayı 1965'te 26'ya, 1977'de 103'e ve 1980'de 333'e çıkmıştır.
50 SİNANOĞLU, Oktay; Bir Nev-York Rüyası "Bye-bye" Türkçe; Otopsi Yayınevi, II. Baskı; İstanbul-2001; s. 111-112. Sinanoğlu'nun Türk dili ile ilgili değerlendirmeleri, günümüzde yedi yüz civarında seyreden kelime dağarcığımız ve üniversitelere bile konan Türkçe Dersleriyle -ne yazık ki-doğrulanmaktadır.
51 Ege Üniversitesi-1955, Karadeniz Teknik Üniversitesi-1955, Ortadoğu Teknik Üniversitesi-1957, Atatürk Üniversitesi-1958.
52 YÜCEL; a.g.e., s. 178.
53 TUNÇAY; a.g.m., s. 187.
54 Rönesans'ın Floransa'dan yayılması da bu iddiayı doğrulamaktadır. Müzisyenlerin, ressamların, heykeltraşların ve diğer sanatçıların eserleri o tarihlerde Avrupa'nın okuma yazma oranı en yüksek kenti olan Floransa'da ilgi görmüş ve bu kent Rönesans'ın doğduğu kent olarak tarihe geçmiştir.
55 YÜCEL, Mehmet; Okullarımızda Müzik Eğitimi ve Düşündürdükleri; Tercüman Gazetesi; 25 Mart 1984 Pazar; s. 2.
56 Kültür ve sanatı zorla benimsetmek, sevdirmek mümkün değildir. Yaşanmış mıdır bilinmez, Bayburt'ta kaymakamın zorlamasıyla operaya gidenler çıkışta konuşurlar "Bayburt Bayburt olalı böyle zulüm görmedi".
57 TANSUĞ, Sezer; Resim Sanatının Tarihi; Remzi Kitabevi; s 163.
58 Meydan-Larousse; Türkiye Maddesi, Sinema alt başlığı; C. 19, s. 513.
59 KATOĞLU, Murat; Cumhuriyet Türkiyesi'nde Eğitim, Kültür, Sanat; Türkiye Tarihi-4; Cem Yayınevi; İstanbul-1989; s 446.
60 Katkılarından dolayı Mimar Nedim DİKİCİ'ye teşekkürler.
61 Menderes'in, İstanbul'da Vatan ve Millet Caddelerini açmak için kentin dokusunu bozduğu öne sürülmüştür. Bu eleştiride haklılık payı vardır. Plansızlık bir çok kentin bu arada İstanbul'un tarihi ve kültürel dokusunu bozmuş, alınan kararlarda fiili durumlar etkili olmuştur.
62 ÖZKIRIMLI, Atilla; Edebiyat İncelemeleri Yazılar-1; Cem Yayınevi; İstanbul-1983; s. 142.
63 ÖZKIRIMLI; a.g.e., s. 149.
64 Yardımlarından dolayı Aysun Önen'e ve Abdullah Mutlu'ya teşekkürler.
65 KABAKLI, Ahmet; Türk Edebiyatı (4. Cilt); Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları; İstanbul-1991; s. 270.
66 Türk Yurdu dergisi ile Necip Fazıl Kısakürek'in çıkardığı Büyük Doğu dergisine Demokrat Parti iktidarının özellikle son yıllarında Örtülü Ödenekten para aktararak destek olduğu bilinmektedir.
67 KATOĞLU; a.g.m., s. 465.
68 Ortalama transfer ücretleri 5-10 bin lira civarındaydı.
69 YÜCEL; a.g.e., s. 243.
70 HOTHAM, David; Türkler; s. 59-60 (asıl kaynak); alıntı yaparak kullanan: YÜCEL; a.g.e., s. 244.
71 YÜCEL; a.g.e., s. 244.
72 TUNÇAY; a.g.m., s. 178.
73 Bu tasnif 1960'a kadar geçerlidir. 21. yüzyılın başında siyaseti etkileyen güçler sınıflandırılması yapılacak olursa sivil bürokrasi ile askeri bürokrasiyi birbirinden tamamen ayırmak gerekirken, bunlara medya, taşra burjuvazisi ve yargı bürokrasisini de eklemek gerekir: Medya ve sermaye ittifağı sivil bürokrasiyi kullanarak siyasette belirleyici role sahiptir.
74 Bu değerlendirmeye göre 1960 darbesi, sivil ve askeri bürokrasinin kenara itilmeye karşı verdiği tepkidir.
75 YÜCEL, a.g.e., s. 242.
76 KAHRAMAN, M. Bülent, Radikal Gazetesi, 09.01.2002 (Devletçi burjuvazi devlete karşı).

KAYNAKÇALAR;

AHMAD, Feroz; Türkiye'de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi (1945-1947); Bilgi Yayınları; Ankara, 1976.

AKŞİN, Sina (Yayın yönetmeni) Türkiye Tarihi-4 (Çağdaş Türkiye 1908-1980); Cem Yayınevi; İstanbul 1989. 
(Mete TUNÇAY ve Murat KATOĞLU'nun makaleleri).

ALBAYRAK, Mustafa; Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960); Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü; Yayımlanmamış Doktora Tezi; Ankara-1992.

BURÇAK, Rıfkı Salim; Türkiye'de Demokrasiye Geçiş 1945-1950; Olgaç Matbaası; Ankara-

BURÇAK, Rıfkı Salim; On Yılın Anıları (1950-1960); Nurol Matbaacılık; Ankara-1998.

DEMİRER, Mehmet Arif; Demokrat Parti; DP Yayınları No: 1; İstanbul-1994. FELEK, Burhan; Milliyet Gazetesi, 15 Ocak 1975.

FERSOY, Orhan Cemal; Bir Devre Adını Veren Başbakan: Adnan Menderes; Maytaş Yayınları; İstanbul-1971.

GÜNVER, Semih; Fatin Rüştü Zorlu'nun Öyküsü; Bilgi Yayınevi; Ankara-1985. 

KABAKLI, Ahmet; Türk Edebiyatı (4. Cilt); Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları; İstanbul-1991.

KAHRAMAN, M. Bülent, Radikal Gazetesi, 09.01.2002 (Devletçi burjuvazi Devlete Karşı). KARPAT, Kemal; Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul-1967.

MİNKARİ, Ali Esen; 1950-1960 Yılları Arasında İktisadi Kalkınma ve Gelişme; Demokratlar Kulübü Yayınları: 6; Ankara-1992.

NADİ, Nadir; Cumhuriyet Gazetesi; 11 Mart 1951.

ÖZKIRIMLI, Atilla; Edebiyat İncelemeleri Yazılar-1; Cem Yayınevi; İstanbul-1983.

SİNANOĞLU, Oktay; Bir Nev-York Rüyası "Bye-bye" Türkçe; Otopsi Yayınevi, II. Baskı; İstanbul-2001.

TANSUĞ, Sezer; Resim Sanatının Tarihi; Remzi Kitabevi.

YÜCEL, M. Serhan; Demokrat Parti Kongreleri, Emek Matbaası; Ankara-1997.

YÜCEL, M. Serhan; Demokrat Parti; Ülke Kitapları-10; İstanbul-2001.

YÜCEL, M. Serhan-MUTLU, Abdullah; Siyasi Partiler ve Seçim (baskıda).

YÜCEL, Mehmet; Okullarımızda Müzik Eğitimi ve Düşündürdükleri; Tercüman Gazetesi; 25 Mart 1984 Pazar; s. 2.

1900 Yılından 1990'a 20. Yüzyıl Ansiklopedisi (Tercüman Gazetesi). Cumhuriyetin 75 Yılı (Yapı Kredi Bankası).

Cumhuriyetin 75. Yılında Türkiye Ekonomisi (Dünya Gazetesi) Meydan-Larousse.

https://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=354646

***

DARAĞACINA GİDEN DEMOKRASİ, BÖLÜM 3

DARAĞACINA GİDEN DEMOKRASİ, BÖLÜM 3



5. 27 Mayıs Darbesi ve Sonrası

27 Mayıs Darbesi Silahlı Kuvvetlere mensup otuzyedi subay tarafından gerçekleştirilmişti. Ancak darbe, emir-komuta zinciri içinde yapılmamıştı. Bu sebeple darbeciler daha ilk günden "cunta" görüntüsü vermeye başlamıştı. Darbeciler, kendilerine meşruiyet temelleri arama zorunluluğu duyuyorlardı. Meşruiyet sorunu, her fırsatta "27 Mayıs Devrimi'ni yapan Türk Milleti" ibaresi kullanılarak çözülmeye çalışılacaktı.

27 Mayısçılar darbeden sonra, üniversitenin desteğini arkalarında güçlü bir şekilde hissedebilmek için "biraz devrim, biraz hukuk" mantığını çalıştırdılar. 27 Mayı'sı gerçekleştiren subaylar (Milli Birlik Komitesi), bu yönde ilk adımı 12 Haziran 1960'da Geçici Anayasa'yı kabul ederek attı. Geçici Anayasa ile Demokrat Parti mensuplarını yargılamak üzere, üyeleri Bakanlar Kurulu'nun teklifi üzerine Milli Birlik Komitesi (MBK) tarafından seçilecek olan Yüksek Adalet Divanı adlı bir olağanüstü mahkeme kurulması öngörülüyordu. Olağanüstü mahkeme kısa sürede oluşturulduktan sonra 1950-1960 dönemi Yassıada'da yargılanmaya başlandı.

Dünya hukuk tarihinin patolojik simgesi Yassıada Duruşmalarında Celal Bayar, hep eski Kuva-yı Milliyeci Bayar'dı. İstiklal Savaşı'nın Galip Hocası, sert, ciddi, metin bir devlet adamı görüntüsünde ve edasında idi. Adnan Menderes ise aşırı nazik ve kibar, ayrıca mahkeme heyetine abartılı şekilde saygılı davrandı. Diğer yargılananlardan tamamına yakını vakurdu. Devlet adamı niteliklerini korudular.

Yassıada'da duruşmalara 14 Ekim 1960'ta başlandı. Kararın açıklandığı 15 Eylül 1961'e kadar geçen 11 ay 1 gün içinde toplam 592 sanık hakkında 19 ayrı dava açıldı. Başsavcı, bu davalarda 228 sanık hakkında idam cezası istedi. Toplam 202 oturum yapıldı, 1000'i aşkın tanık dinlendi. Ancak Mahkeme Heyeti, savunma tanıklarının neredeyse tamamını "gereksiz" gördüğünden dinlemedi. Tanıkların çoğu, kendilerine ezberletilen metinleri mahkeme salonunda tekrar etti.

Yassıada Davalarının adları, açılma ve karar tarihleri ile verilen kararlar şu şekilde özetlenebilir:

1 Köpek Davası (14 Ekim 1960-24 Ekim 1960): Celal Bayar ve Tarım eski Bakanı Nedim Ökmen, Afganistan kralı tarafından Bayar'a hediye edilen bir Afgan tazısını zorla Hayvanat Bahçesi'ne satmaktan yargılandılar ve mahkum oldular.

2 6-7 Eylül Olayları Davası (20 Ekim 1960-5 Ocak 1961): Bu dava 1955'te halkı İstanbul'da yaşayan Rumlara karşı ayaklanmaya azmettirmek ve can ve mala zarar vermek iddiasıyla açıldı. Sanıklardan Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve İzmir eski Valisi Kemal Hadımlı mahkum oldu, diğer sanıklar beraat etti.

3 Bebek Davası (31 Ekim 1960-22 Kasım 1960): Adnan Menderes gayri meşru çocuğunu öldürmeye azmettirmek iddiasıyla yargılandı. Beraat etti.

4 Vinileks Şirketi Davası (4 Kasım 1960-26 Kasım 1960): Hasan Polatkan, kişisel çıkar karşılığı Vinileks Şirketi'ne usulsüz kredi vermek iddiasıyla yargılandı ve mahkum oldu.

5 Dolandırıcılık Davası (8 Kasım 1960-3 Aralık 1960): Eski bakanlardan Hayrettin Erkmen ve Zeyyat Mandalinci ABD'ye yaptıkları geziden artan dövizleri geri vermemek iddiasıyla yargılandı. Her ikisi de beraat etti.

6 Arsa Davası (11 Kasım 1960-26 Kasım 1960): Tarım eski Bakanı Nedim Ökmen, hükümeti, eşine ait arsaları fahiş fiyattan satın almaya zorlamaktan yargılandı ve mahkum oldu.

7 Ali İpar Davası (15 Kasım 1960-19 Ocak 1961): Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan, Medeni Berk ve Hayrettin Erkmen ile İpar Transport Şirketi'nin sahibi armatör Ali İpar döviz yasasını ihlal etmek iddiasıyla yargılandılar ve mahkum oldular.

8 Değirmen Davası (18 Kasım 1960-3 Aralık 1960): Ticaret eski Bakanı Sıtkı Yırcalı yolsuz kredi kullanımı suçuyla yargılandı. Zaman aşımına uğradığından dava düştü.

9 Barbara Davası (21 Kasım 1960-20 Aralık 1960): Hasan Polatkan ve Refik Koraltan, bir Alman hizmetçi getirmek ve kendisine döviz tahsis ederek Döviz Kanunu'nu ihlal etmekten yargılandı. Her ikisi de mahkum oldu.

10 Örtülü Ödenek Davası (25 Kasım 1960-2 Şubat 1961): Adnan Menderes ve Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur, Başbakanlık örtülü ödeneğini yasalara aykırı biçimde kullanmaktan yargılandılar ve mahkum oldular.

11 Radyo Davası (29 Kasım 1960-26 Aralık 1960): Adnan Menderes ve yedi eski bakan devlet radyosunu, siyasal amaçlarına alet ederek partizanca kullanmak, muhalefete radyoyu kullanma hakkını tanımamak ve bu suretle anayasayı ihlal etmek suçuyla yargılandılar ve mahkum oldular.

12 Topkapı Olayları Davası (2 Aralık 1960-17 Nisan 1961): Celal Bayar, Adnan Menderes, eski bakanlar ve eski milletvekillerinden oluşan toplam 60 sanık, 4 Mayıs 1959'da Topkapı'da İsmet İnönü'ye karşı bir suikast düzenlemek amacıyla halkı kışkırttıkları gerekçesiyle yargılandı. Aralarında Celal Bayar ve Adnan Menderes'in de bulunduğu 17 sanık mahkum oldu, 43 sanık beraat etti.

13 Çanakkale Olayları Davası (27 Aralık 1960-10 Mart 1961): Adnan Menderes ve üç eski bakan, CHP'li iki milletvekilinin seyahat özgürlüğünü engellemek suçuyla yargılandılar ve mahkum oldular.

14 Kayseri Olayı Davası (9 Ocak 1961-20 Nisan 1961): CHP Genel Başkanı İsmet İnönü'nün seyahat özgürlüğünü engellemek suçuyla yargılanan 13 sanıktan 8'i beraat etti, içlerinde Celal Bayar ve Adnan Menderes'in de bulunduğu 5 sanık mahkum oldu.

15 Demokrat İzmir Davası (12 Ocak 1961-5 Mayıs 1961): 2 Mayıs 1959 tarihinde halkı "Demokrat İzmir" gazetesinin matbaasını tahrip etmeye teşvik iddiasıyla yargılanan 24 sanıktan 8'i beraat etti, içlerinde Adnan Menderes'in de bulunduğu 16 sanık mahkum oldu.

16 Üniversite Olayları Davası (2 Şubat 1961-27 Temmuz 1961): 28 Nisan 1960'da İstanbul'da ve 29 Nisan 1960'da Ankara'da meydana gelen olaylarla ilgili açılan bu davada 118 sanık yargılandı. Demokrat Partili bakanların yanı sıra bazı Silahlı Kuvvetler mensupları ile Emniyet görevlileri bu davada sanık sandalyesindeydi. Kanunlara aykırı olarak üniversiteyi basmak, halka ateş açmak ve yasalara aykırı olarak sıkıyönetim ilan etmek suçuyla yargılanan 118 sanıktan 84'ü mahkum olurken, 34'ü de beraat etti.

17 İstimlak Davası (17 Nisan 1961-21 Haziran 1961): Adnan Menderes ve 9 eski devlet memuru, İstanbul'da birçok vatandaşın mülkünü bedelini tam olarak ödemeden istimlak etmek iddiasıyla yargılandı. Menderes, mahkum oldu.

18 Vatan Cephesi Davası (27 Nisan 1961-21 Haziran 1961): Demokrat Parti'nin önde gelenlerinden 22 kişi, Vatan Cephesi'ni kurarak, bu örgütü bir sınıfın başka bir sınıf üzerinde tahakkümü için araç olarak kullanmak suçlamasıyla yargılandı. Aralarında Bayar ve Menderes'in de bulunduğu 19 sanık mahkum olurken, 3 sanık beraat etti.

19- Anayasanın İhlali Davası (11 Mayıs 1961-5 Eylül 1961): Başsavcı bu davanın iddianamesinde, Türk Ceza Kanunu'nun 146. maddesini ihlal eden 8 suç saydı:

a- 1951 ve 1953 yıllarında CHP'nin mallarına el konulması
b- Kırşehir'in CKMP'ye oy verdiği için 1954 yılında ilçe yapılması, böylelikle halkın siyasal inançlarından dolayı cezalandırılması,
c- 1953 yılında, hükümete 25 yıllık hizmet süresini dolduran yargıçları emekliye ayırma hakkı tanıyan kanun
d- 1954 ve 1957 yıllarında Seçim Kanunu'nun demokrasiye aykırı olarak değiştirilmesi, e- 1956'da toplantı ve gösterileri kısıtlayıcı kanunların çıkartılması, f- 1960 yılında art niyetle Tahkikat Komisyonu'nun kurulması, g- Tahkikat Komisyonu'na olağanüstü yetkiler verilmesi,
h- Tahkikat Komisyonu'na verilen olağanüstü yetkilerle anayasanın fesih ve ilgasına yeltenilmesi.

Anayasanın İhlali Davası'nda 400'ü aşkın sanık yargılandı ve hemen hemen hepsi mahkum oldu.

Sonuç olarak, Yüksek Adalet Divanı, Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ı oybirliği ile, 11 "sanığı" da oyçokluğu ile idam cezasına çarptırdı. 31 Demokrat Partili sanık ömür boyu hapis cezasına çarptırılırken, 418 sanık da, 6 ayla 20 yıl arasında değişen çeşitli hapis cezaları aldı. 123 sanık beraat ederken, 5 sanık hakkındaki dava düştü.

Milli Birlik Komitesi, Yüksek Adalet Divanı'nın kararlarının açıklanmasından sonra toplanarak Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan hakkında oybirliğiyle alınan idam kararlarını onayladı. Celal Bayar'ın cezası, yaşı 65 yaşını geçmiş olduğundan, idama mahkum edilen diğer 11 "sanığın" cezaları da, haklarındaki kararlar "oyçokluğu" ile verildiğinden ömür boyu hapse dönüştürüldü. Fatin Rüştü Zorlu ile Hasan Polatkan 16 Eylül 1961'de İmralı Adası'nda idam edildi. Adnan Menderes ise 15 Eylül günü intihara teşebbüs etti. İntiharı önlendi, 17 Eylül günü 14.30'da o da idam edildi.

6. Demokrat Parti'nin Aklanması

27 Mayıs'ın "Hürriyet ve Demokrasi Bayramı" olarak kutlatılması, yirmi yıl sürdükten sonra 12 Eylül 1980 İhtilali'yle sona erdi. Yine 27 Mayısçıların kendilerini ölene kadar tabii senatör ilan etmeleri ve ülke yönetiminde ölene kadar söz sahibi olma arzuları 12 Eylül'le birlikte sona erdi.

Demokrat Parti ve mensupları, Yassıada yargılamalarında zimmet ve diğer mali suçlamalardan aklanarak çıkmışlardı. Kamuoyu vicdanında ve tarih karşısında aklanıp aklanmadığı konusunda ise şunlar söylenebilir:

1- 27 Mayıs'tan sonra kurulmuş birçok siyasi parti, kamuoyunun görüş ve eğilimlerine uygun olarak "DP'nin devamı hatta kendisi olduklarını, onun hizmet felsefesini, demokrasi tutkusunu, hedef ve misyonunu sürdürme azim ve kararında olduklarını" açıkça ilan etmekte birbirleriyle yarışmışlardır.

2 27 Mayıs zihniyetinin ağır baskılarına rağmen, gerek Meclis gerekse Cumhuriyet Senatosu, DP ile ilgili af kanunlarını birbirinin peşi sıra çıkarmıştır.

3 27 Mayıs'ın hemen ardından türlü türlü "haksız iktisap"la suçlanan Demokrat Partili milletvekillerinden hiçbiri Yassıada Mahkemesi'nde görülen "hırsızlık ve suiistimal" davalarından mahkumiyet almamışlardır.

4 Caddelere, havaalanlarına, üniversitelere ve önemli tesislere "Adnan Menderes" ve "Celal Bayar" isimleri verilmiştir.

5 "Demokrasi şehitleri" denilerek Anıtkabir'e gömülmüş olan birkaç öğrencinin mezarı 12 Eylül 1980 İhtilalinden sonra Anıtkabir'den taşıtılmıştır.

6 Celal Bayar 1986 yılında vefat ettiğinde cenazesi Harp Okulu Öğrencileri tarafından taşınmış, Silahlı Kuvvetlerin en üst düzeydeki komutanları (birçoğu 27 Mayıs 1960'da Yüzbaşı idi) cenazenin arkasından saygı yürüyüşü yapmışlardır.

7 TBMM, DP mensupları için "iade-i itibar" kanunu çıkarmıştır.

8 Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın mezarları, idamlarının 29. yılında "devlet töreni" ile İmralı'dan İstanbul'daki Anıtmezar'a taşınmış, bu törene tahminen bir milyon kişi katılmıştır.

9 1914 yılında Enver, 1953 yılında Fatih "moda" isimler olmuştu. Bütün baskılara ve idamlara rağmen, 1960 ve 1961 yılının en yaygın isimlerinin "Adnan" ve "Menderes" olması kamuoyunun DP'ye bakışını göstermesi açısından belki de en önemli göstergesidir.

B. 1950-1960 Döneminde Türkiye

1 Nüfus: 1950'de 20 milyon 900 bin olan Türkiye nüfusu, 1960 yılına gelindiğinde 27 milyon 700 bine ulaştı.

2 Temel Ekonomik Veriler: Türkiye'nin Milli Geliri 1950 yılında cari fiyatlarla 10 milyar 384 milyon TL iken, bu sayı 1960'da 48 milyar 963 milyon TL oldu (Sabit fiyatlarla 29 milyardan 50 milyara yükseldi). Para arzı 1 milyar 3 milyon liradan 4 milyar 586 milyona, ihracat 263 milyon dolardan 321 milyona yükselirken ithalat 286 milyon dolardan 468 milyon dolara çıktı. Kamu yatırımları 1950'de 327 milyon lira iken 1960'da 4 milyar 30 milyona yükseldi. Özel yatırımlar ise 673 milyon liradan 3 milyar 749 milyon liraya çıktı.

3 Kanun ve Kararnameler: 1950-54 döneminde, TBMM'den 746 kanun, 147 kararname geçmişken bu sayı 1954-57 döneminde 646 kanun, 243 kararname olmuştur. 1957-60 döneminde ise, 426 kanun ve 164 kararname kabul edilmiştir.

4 Sağlık: Kamu sektörüne ait genel sağlık kurumlarında yatak adedi 1950'de 11.637 iken bu sayı 1960 yılında 42.814'e yükseldi.

5 Milli Eğitim: 1960 bütçesinde Milli Eğitime ayrılan tahsisat, 1950 yılından %470.7 fazladır. Ayrıca ilkokul sayısı 12.511'den 22.011'e, ilkokul öğretmeni sayısı da 33.844'den 53.174'e yükseldi. Ortaokullar 343 iken 688, liseler de 59 iken 138'e çıktı. 1950 yılında 76.931 olan ortaöğretim öğretmenlerinin sayısı 1960 yılında 306.851 idi. Öte yandan Demokrat Parti, iktidara geldiğinde 4 olan İmam Hatip Lisesi sayısını 16'ya çıkarmıştır.49
Kuruluşundan kapatılmasına kadar 20 bin mezun veren Köy Enstitüleri'nin Öğretmen Okullarına dönüştürülmesi 1950-60 döneminin çok eleştirilen icraatlarından biri olmuştur. Kapatılma sebebi olarak farklı gerekçeler ileri sürülmekle birlikte esas sebebi Demokrat Parti'nin var olma nedenine bağlamak yanlış olmaz: Köyün kente yürüyüşü olarak özetlediğimiz Demokrat Parti, köyü köyde tutup kalkınmayı köyden başlatmak gibi bir düşünceye sahip olmamıştır. Köy Enstitüleri ise köyün ve köylünün köyde kalıp orada kalkınması için düşünülmüştü. Demokrat Parti iktidarı ile Köy Enstitüleri zaten misyonunu tamamlamış oluyordu. Demokrat Parti'nin misyonuna uygun okullar ise "çağdaş misyonerlik okulları" idi. 
Sinanoğlu'nun bu okullarla ilgili yaklaşımı şöyledir: "Türk biliminin Türkiye'de gelişmesine önemli bir engel teşkil eden bu okullar, eğitim düzenimizin gitgide ve hızla yabancılaşmasına yol açan işleve sahip olmuşlardır. 1953 yılına kadar sadece Samsun ve Trabzon St. Joseph gibi, Robert Kolej gibi okullarda böyle bir eğitim uygulanmakta ve bu okulların amaçları herkesçe bilinmekteydi. 1930'larda kurulan Türk Eğitim Derneği'nin Yenişehir Lisesi, 1953 yılında İngilizce eğitim yapan Ankara Koleji'ne dönüştürüldü. Bu işi örgütleyen İngiliz Mr. Browning, 20 yıl sonra İngiliz Kraliçesinden madalya aldı. Çünkü başlayan yabancı oyunu tuttu ve İngilizce eğitim yapan Anadolu Liseleri, Kolejler ve daha sonra da üniversiteler hızla yayıldı... Türkiye kendi bütçesinden misyonerlik okulları açmaya başladı."50

6 Yüksek Öğretim: 1950 yılında Ankara, İstanbul ve İstanbul Teknik Üniversiteleri vardı. 1950­60 arasında dört üniversite daha kuruldu.51 1950'de yüksek öğrenimde 24.919 öğrenci varken, öğrenci sayısı 1960 yılında 56.718'e yükseldi.

7 Milli Savunma: 1960 bütçesine konan tahsisat, 1950 yılından %152 fazladır. Ayrıca her yıl "karşılık para fonu"ndan Milli Savunma'ya liberasyon yolu ile tahsisler yapıldı.

8 Tarımsal Ürün: 1950'de 14 milyon 542 bin hektar olan ekim alanları, 1960 yılında 25 milyon hektara yaklaşmıştı. Tarımda modernizasyonla birlikte (traktör sayısı 10 yılda 16.585'ten 42.135'e yükselirken, gübre kullanımı 10 yılda 4 kat arttı) Türk tarımı altın devrini yaşadı. Buğday üretimi 4 milyon tondan 8.5 milyon tona, pancar üretimi 850 bin tondan 4.5 milyon tona, pamuk üretimi de 120 tondan 180 tona yükseldi. Bu gelişme, tahılı muhafaza ve onun ihraç pazarlarına sevkini kolaylaştıracak tesislere olan ihtiyacı da arttırdığından yeni silolar ve hububat depoları inşası  programını ortaya çıkardı. DP döneminde 14 betonarme silo, 70 çelik silo, 390 çelik depo ve kagir ambar inşa edilerek hizmete alındı.

9- İçme Suyu: 1950 yılında 58 bin 101 köy ve mahallenin 8 bin 809'unda içme suyu varken, 1959 yılında bu sayı 33 bin 554'e yükseldi.

10 Sulama: DP döneminde o güne kadar boş akan sular değerlendirildi, kurak toprakları nemalandıracak ve enerji üretecek birer kaynak haline getirildi. DP iktidarı 19 büyük baraj inşasını programa aldı ve bunların büyük bir kısmını gerçekleştirdi: Sarıyar, Seyhan, Ayrancı, Sille, Kemer, Demirköprü, Samsa ve Hirfanlı Barajları DP iktidarı döneminde tamamlanarak faaliyete geçti. Mamasun, May, Apa ve Altınapa Barajlarında 1960 yılında; Kesikköprü, Almus, Sarımsaklı, Selevir, Seyitler ve İbrala Barajlarında da 27 Mayıs Darbesi'nden birkaç yıl sonra üretim başladı. 1950'de barajlardaki toplanan su hacmi 157 milyon m3 iken, 1959'da kapasite 80 kat artarak 13 milyar m3 seviyesine ulaştı. Sulanan arazi de 547 bin dönümden 1 milyon 521 bin dönüme çıktı.

11 Elektrik: Türkiye 1950-60 yılları arasında elektrik enerjisi üretiminde büyük hamle yaptı. 1950 yılında 737 milyon kw saat olan enerji üretimi, 1960 yılında 2 milyar 815 milyon kw saate yükseldi.

12 Kömür: Taşkömürü üretimi 4 milyon tondan 6 milyon 550 bin tona; linyit üretimi de 957 bin tondan 2 milyon 602 bin tona yükseldi.

13 Rafineri: Yıllık kapasitesi 300 bin ton olan Batman Rafinerisi'nin kapasitesi 700 bin tona yükselirken, Mersin'de 3 milyon 250 bin ton kapasiteli, İzmit'te ise 1 milyon ton kapasiteli iki büyük rafinerinin temelleri atıldı.

14 Ağır Sanayi: Endüstri on yılda 9 kat büyüdü. Ayrıca özel sektör teşvik edildi. Yünlü ve pamuklu sanayide iğ sayısı 290 bin iken 1958 sonunda bu sayı 1 milyona yükseldi. Mevcut tezgah sayısı 6.316'dan 18.257'ye çıktı. Tekstil sanayiinde üretim miktarı 250 milyondan 785 milyona ulaştı.

15 Çimento Sanayi: DP döneminde yapılan 16 yeni fabrika ve mevcut 4 fabrikanın kapasitelerinin genişletilmesi sonucu 1950'de 395 bin ton olan çimento üreti mi 1960 yılında 2 milyon tona; 1962 yılında da 2 milyon 700 bin tona ulaştı.

16 Şeker Sanayi: 11 şeker fabrikası tamamlanarak hizmete alındı, 2 fabrika da 1961 yılında tamamlandı. 1950'de 137 bin ton olan şeker üretimi 1959 yılında 500 bin tona yükseldi.

17 Demir-Çelik Sanayi: Kok, pik ve pik boru üretimleri on yıl içinde üçer kat arttı. Öte yandan çelik üretimi de %208 oranında yükseldi.

18 Kağıt Sanayi: 1949 yılının 18 bin ton kağıt üretimi 1960'a gelindiğinde 63 bin tona ulaştı. 1949'da kişi başına kağıt üretimi 1 kg iken, bu sayı 1960'a gelindiğinde 6 kg oldu.

19 Karayolları: Karayolları üzerine 1323 köprü yapıldı. Bu köprülerin uzunluğu 52.647 metredir. 1950-1960 arası asfalt yollar 17 bin 465 km'den 40 bin 800 km'ye yükseldi. Ayrıca DP iktidarı döneminde hedeflenen 150 bin km'lik köy yolları şebekesinin 54.670 km'lik kısmı tamamlandı.

20 Liman ve İskeleler: Mersin, İskenderun, Haydarpaşa, Salıpazarı, Samsun, Giresun ve Trabzon limanları yapılarak hizmete girdi.

21 Dış Politika: DP iktidarı, NATO, CENTO, Ortak Pazar (Avrupa Birliği) ve Kıbrıs konularında etkin ve Türkiye çıkarlarını gözeten adımlar attı. Komşularla özellikle SSCB ile sorunlarda taviz vermeye yanaşmayan politikalar izledi. Ancak 12 Nisan 1960 tarihinde Adnan Menderes, Temmuz ayında SSCB'yi ziyaret edeceğini açıkladı (Türk-Sovyet Ortak Bildirisi). SSCB ziyareti, Menderes'in ve DP iktidarının darbenin eşiğinde ABD politikasını dengeleme bahanesiyle Rusya'nın güdümüne girmekle suçlanmasına yol açacaktı.52 ABD'nin 27 Mayıs müdahalesine ses çıkartmayışının nedeni, büyük bir olasılıkla bununla ilgiliydi.53

22 ABD ile İlişkiler: Diğer taraftan DP iktidarının Türkiye'yi ABD'ye bağımlı hale getirdiği eleştirileri yapılmıştır. Bu, gerçekte DP'nin değil, II. Dünya Savaşı sonrası TC'nin genel politikası olmuş, Türkiye ile ABD arasında 1947 ile 1960 yılları arasında toplam 91 adet ikili antlaşma yapılmıştır. Bunlardan bir bölümü açık, bir bölümü de gizli antlaşmadır. Açık antlaşmaların 16'sını kanunla onaylanan, 12'sini harita antlaşması mahiyetinde olan, 26'sını yardım, 14'ünü NATO ittifakıyla ilgili ve 13'ünü de 1954 tarihli Askeri Kolaylıklar Antlaşması'ndan güç alan antlaşmalar oluşturmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri'ne bu antlaşmalardan elde ettiği haklara dayanarak, Türkiye'de hava üsleri, radar ve haberleşme tesisleri kurması için 32 milyon metrekarelik alan tahsis edilmiştir. ABD ile ilişkilerde CHP diğer hiçbir konuda göstermediği yardımı DP iktidarına göstermiş, birçok antlaşmayı destekleyerek lehte oy kullanmıştır.

23 Kültür-Sanat Politikaları: Cumhuriyet'le birlikte her alanda yurtdışından getirilen uzmanlara İkinci Dünya Savaşı yıllarında Avrupa'dan kaçan bilim adamlarıyla sanatçılar eklenmiş ve DP iktidara geldiğinde sanat altyapısı güçlü bir Türkiye devralmıştı. Ancak DP'nin kültür-sanat politikalarına önem verdiği, hatta böyle bir politikasının olduğu söylenemez. Gerçi, kültür ve sanatta ilerleme tamamen eğitim seviyesi ile ilgilidir.54 Demokrat Parti döneminde kültür ve sanatın ihmal edilmesi sonucu önceki yıllarda olduğu gibi empozeyle değil, kendi başarılarıyla sivrilenler görülmüştür.

24 Müzik: İlk mezunlarını 1941'de veren Devlet Konservatuarı'na, DP döneminde yenileri eklenememiş, burası da 1940'lı yıllardaki altın devrini 1950'lerde yaşayamamıştır. Macaristan'dan 1930'lu yıllarda getirilen ünlü besteci Bela Bartok'un çabalarıyla 1937 yılından itibaren musiki folklorunu içeren geniş araştırmalar yapılmaktaydı. Başta Muzaffer Sarısözen olmak üzere Halil Bedii Yönetken ve Mahmut Ragıp Gazimihal tarafından yürütülen bu derleme çalışmaları sonunda 1952 yılında bir arşiv meydana getirildi. Ancak 1952'den sonra Muzaffer Sarısözen'in kişisel çabalarıyla derlediği türkülerden başka musiki folkloruna ilişkin ciddi bir çalışma yapılmamıştır.55
Köyden kente göçün bir ürünü olan ve 1970'li yıllarda doğan "arabesk" müzik için sosyal alt yapı 1950'lerden itibaren oluşmaya başladı. Öte yandan Klasik Türk Müziği yine zirvedeydi. Ankara'da Dörtyol Aile Çay Bahçesi ile Samanpazarı'ndaki Esenpark; İstanbul'da da Tepebaşı ile Bomonti, halkın rağbet ettiği her akşam fasıllarıyla meşhur mekanlardı. İstanbul'da Selahattin Pınar, Yorgo ve Aleko Bacanos, Şerif İçli ve Şükrü Tunar gibi devrin en meşhur bestekarları program yaparken, Ankara'da kemani Selahattin İnal ve kanuni Nuri Şenneyli gibi, bestecilikleriyle birlikte yorumculuklarıyla da ünlenmiş sanatçıların programları hınca hınç doluyordu. Klasik Türk Müziği'nin en büyük bestecisi olarak kabul edilen Sadettin Kaynak, ömrünün son on yılına rastlayan 1950-60 döneminde hız keserken, Münir Nurettin Selçuk zirvedeydi. 20. yüzyılın en büyük yorumcusu olarak kabul edilen Zeki Müren'in tanınması da 1950-60 dönemine rastlar.
Devletin zorlamasıyla ayakta duran opera, senfoni orkestrası ve bale gibi sanatlara 1950-60 döneminde-toplumsal belirleyicilik açısından-yine ilgi yoktu. 56

25 Resim: 1950-1960 arası, yeni eğilimleri gerçekleştiren resim sanatçılarının dönemidir. Nuri İyem, Neşet Günal gibi toplumun eğiliminde görülen sanatçıların yanı sıra Orhan Peker, Nedim Günsür, Adnan Çoker kişisel üsluplarını başarıyla ortaya koyan sanatçılardır. Bu sanatçılara Eren Eyüpoğlu, Aliye Berger gibi resim ilgilerini özgün biçimlerde geliştiren ressamları da kuşak farkına rağmen katmak gereklidir.57

26 Sinema ve Tiyatro: 1950-1960 yılları arasında Türk sineması, sinemayı doğrudan doğruya meslek olarak benimseyen nesil sayesinde ayrı bir sanat olarak gelişme imkanı bulmuştur. Türk sinemasında sinemacılar dönemi olarak adlandırılan bu dönemin öncüsü Ömer Lütfi Akad olmuştur. 1952 yılında çevrilen Kanun Namına isimli polisiye film ile sinema dili başarılı olarak kullanılmıştır. Ayrıca çekilen filmlerde Anadolu yaşamı başarıyla canlandırılmış, folklor malzemesi büyük bir gerçekçilikle filmlerde kullanılmıştır. Bu dönemin önemli özelliklerinden biri de, filmlerin tiyatro unsurlarından kurtularak, sinema sanatına has nitelikler kazanmış olmasıdır. İlk renkli Türk filmi olan Halıcı Kız'ın çekimleri, Muhsin Ertuğrul tarafından bu dönemde gerçekleştirilmiştir.58

1950-1960 yıllarında tiyatroda da önemli atılımlar görülür. Özellikle Devlet Tiyatroları, 1954­1958 arası Muhsin Ertuğrul yönetimi ile daha sonra da Cüneyt Gökçer ile başarıdan başarıya koşmuştur: 1941-1950 arası oynanan piyes toplamı 32'de kalırken 1950-1960 döneminde bu sayı 147'ye çıkmıştır.59 Tiyatro yazarlığı da 1950-1960 döneminde gelişmiş, "Eleştirel Dönem" olarak tanımlanan bu dönemde Orhan Asena, Turgut Özakman, Necati Cumalı, Çetin Altan ve Refik Erduran ün yapmışlardır.

27 Mimarlık60: 1950-1960 arası mimarlıkta en genel özellik ünlü mimarların ürünlerini kopya etme çabaları olarak değerlendirilebilir. Kitap ve dergi gibi yayınların kolaylıkla temini ve sıkça gidilebilen seyahatler mimari ufku genişletmiştir. Mimari eylemler arasında büyük çapta endüstri

27- yapıları üretilmesi, şehircilik çalışmaları, kampus planlamaları yer almıştır. Büyük kentlerin merkezlerine yakın, halkın mimarisi olarak tanımlanabilecek "gecekondu" yerleşmeleri ilk kez bu dönemde görülmektedir.61 1950-60 dönemine damgasını vuran başlıca eserler, Ankara'da Ulus İşhanı ve Çarşısı, Maltepe Camii, ilk gökdelen denemesi olan Emek İşhanı, DSİ Genel Müdürlüğü; İstanbul'da Hilton, Sheraton ve Çınar Otelleri, Belediye Sarayı, Manifaturacılar Çarşısı olarak sayılabilir.

28 Edebiyat: 1950-1960 dönemi Türk Edebiyatı "köyün keşfi ve edebiyatçıların köye yürüyüşü" olarak özetlenebilir. Bir diğer deyişle Demokrat Parti döneminde köy kente yürürken, Edebiyat da köye doğru yürümüştür. Köy Enstitülü yazarlarla köyü yakından tanıyan yazarların birbiri ardı sıra ürün vermeleri bu döneme rastlamaktadır. "Üç Kemal" olarak adlandırılan Orhan Kemal, Yaşar Kemal ve Kemal Tahir'in 1954 yılından itibaren yayınlanan köyü konu alan romanları köy edebiyatının ilk örnekleridir.62 Bu akımın diğer yazarları arasında Reşat Deniz, Sami Kocagöz, Necati Cumalı ve Fakir Baykurt sayılabilir. Buna karşın bireyi öne alan ve varoluşçulukla bilinç akımı tekniğinden etkilenen Onat Kutlar, Erdal Öz, Bilge Karasu bu dönemde özgün eserler vermişlerdir.63 Şiirde de 1940'lı yılların "Garip Hareketi"ne taban tabana zıt "İkinci Yeni Akımı" bu yıllarda doğmuştur. Söyleyişteki rahatlık yerini şiir dilini zorlamaya; anlaşılırlık yerini anlamca kapalılığa; somut yerini soyutlaşmaya bırakmıştır. Cemal Süreya ve Edip Cansever Marksist görüşle gerçeküstücülüğü sentezlemeye çalışmış, Sezai Karakoç da yine gerçeküstücü üslupla Türk-İslam mistizmini ifade eden orijinal şiirler yazmıştır. İlhan Berk, Ece Ayhan, Atilla İlhan ve Ülkü Tamer İkinci Yeni Akım'ın diğer başlıca şairleridir. 64
1950-60 döneminin önemli şiir hareketlerinden biri de Ankara'da 1950 yılında çıkmaya başlayan Hisar Dergisi olmuştur. Munis Faik Ozansoy, İlhan Geçer, Mehmet Çınarlı, Gültekin Samanoğlu gibi şairler bu dergide yazdıkları şiirlerle isimlerinden söz ettirmişlerdi.

29 Düşünce ve Felsefe: Nurettin Topçu, Hilmi Ziya Ülken, Cahit Okurer, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Osman Turan, Mehmet Kaplan ve 1954 yılında şüpheli bir uçak kazasında vefat eden Remzi Oğuz Arık (aynı zamanda Türkiye Köylü Partisi Genel Başkanlığı da yapmıştı) 1950-60 döneminin düşünce dünyasında ilk akla gelen isimler olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle Nurettin Topçu'nun 1952 yılında kaleme aldığı "Din ile Kinin Mücadelesi" makalesi ve Hareket Dergisi'nde yazdıkları, fikir dünyasının ne kadar ileri bir noktada olduğunun başlıca göstergesidir.
Hareket, Türk Yurdu, Bizim Türkiye, Büyük Doğu ve İstanbul dergilerinin yanı sıra -her ne kadar bir şiir dergisi görünümünde de olsa- Hisar Dergisi, fikir hayatına önemli katkılar sağlayan dergiler arasında sayılabilir. Tarık Buğra ve M. Fahri Oğuz'un hikayeleri ile Cemil Meriç'in şairane denemelerinin bir kısmı Hisar'da çıkmıştır.65 Yeni İslamcılık olarak adlandırılabilecek görüşün Necip Fazıl Kısakürek'ten Sezai Karakoç, Nuri Pakdil ve Rasim Özdenören çizgisine doğru gelişimi de bu yıllardan itibaren başlamıştır.66

30 Müzeler: Cumhuriyet'ten önce sayıları 7 olan müzelere 1923-40 arası 22, 1941-50 arası 7 müze daha eklenmiş ve 1950'ye gelindiğinde toplam müze 36'yı bulmuştur. 1950-60 arası faaliyete geçen yeni müze sayısı 13'tür. Bunlardan en önemlileri TBMM ve Anıtkabir Müzeleridir.67

31 Spor: 1950-60 dönemi sporda birkaç başarının kazanıldığı, Güreş ve Futbol (birazda boks) dışında spor dallarına ilginin olmadığı yıllar olmuştur. Güreşçilerin 1948 Olimpiyatlarındaki başarılarından sonra 1952 Olimpiyatlarında da benzer başarı beklenirken 1952 Helsinki Olimpiyatlarına çok az bir zaman kala Nasuh Akar, Gazanfer Bilge, Celal Atik ve Yaşar Doğu'nun profesyonel ilan edilip olimpiyatlara gidememesi uzun süre eleştiri konusu oldu. Helsinki'de Serbest Güreşte 52 kiloda Hasan Gemici ile 62 kiloda Bayram Şit altın madalya aldılar. 1956 Melbourne Olimpiyatlarında da madalyalar güreşten geldi. Serbestte 57 kilo güreşçisi Mustafa Dağıstanlı ile ağır siklet Hamit Kaplan, Greko-Romen'de 73 kilo güreşçisi Mithat Bayrak altın madalya kazandılar. 27 Mayıs'tan 3 ay sonra yapılan 1960 Roma Olimpiyatlarında Türk Güreşçiler 7 altın 2 gümüş madalya kazandılar.
Futbolda 1952 yılında profesyonellik kabul edildi. İstanbul Profesyonel ligi kuruldu. 1954'te ilk Dünya Kupası'na katılan Türk Milli Takımı bir varlık gösteremedi. Ancak 1956 yılında Avrupa'da fırtına gibi esen Macaristan'ı 3-1 yenerek adından söz ettirdi. Galatasaraylı Kadri Aytaç'ın 57.500 TL karşılığında Karagümrük Kulübü'ne geçmesi 1958 yılının sporda en çok konuşulan konusuydu.68 1958 yılında ulusal lig oluşturuldu. 1958-1959 sezonunda Birinci Futbol Ligi'nin ilk şampiyonluğunu Fenerbahçe kazandı.

4.CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***