5 Temmuz 2019 Cuma

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 7

ERGENEKON UN.,  KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 7


11 Haziran 2008, saat 11:52’de, elektronik ortamda Mernis’ten alındığı belirtilen belgede, "İşbu nüfus kayıt örneği İstanbul (CMK 250. maddesi ile görevli) Hazırlık Bürosu’na ibraz edilmek üzere düzenlenmiş olup başka amaçla kullanılamaz" ifadesine yer veriliyor. Belgenin ’Düşünceler’ bölümünde ise, "T.C. Emekli Sandığı Kurumu’ndan maaş almaktadır" deniliyor. Bu belgenin gerçekleri yansıtması için, Güney’in bir kamu kuruluşunda çalışarak ya da başka bir nedenle emekliliğe hak kazanmış olması gerekiyor. Ancak, ne Güney’in 
açıklamalarında, ne de yazılanlarda bu konuda bir bilgiye rastlanmıyor. 

Kayıtlara göre, 1 Mayıs 1988’de İstanbul’da işe başlamış görünüyor ve sicil numarası 18037730. Hürriyet gazetesinin haberine göre SGK’dan bir yetkili, MİT, JİTEM gibi istihbarat elemanlarının ve ismi devletçe gizlenen kişilerin kayıtlarının saklandığını, bunlara ilişkin emeklilik işlemlerinin de özel kurye ile gizli olarak yapıldığını ve bu gibi kişilere ait bilgilerin sadece getiren, işleyen yetkili kişilerde olduğunu bildirdi. 
1972 doğumlu olan Tuncay Güney, 2001 yılında yurtdışına çıktığında 29 yaşındaydı. Bu yaştaki bir kişinin kamu kuruluşlarında çalışmış olsa bile emekliliğe yetecek süreyi bulabilmesi mümkün gözükmüyor. Yürürlükteki 
sosyal güvenlik mevzuatına göre bu yaştaki bir kişinin emekli veya yetim aylığı alması olanağı bulunmuyor. 
Güney’in emekli aylığı aldığına ilişkin kurumda bir kayıt yok. Tuncay Güney’in gazi, özürlü ve yetim aylığı aldığına ilişkin bir kayıt da bulunmuyor. Emekli Sandığı kayıtlarında, Çorum ili, Kargı ilçesi nüfusuna kayıtlı Tuncay Güney adlı bir kişi bulunmuyor. SSK ve Bağ- Kur’dan aylık alanlar arasında yapılan araştırmada da, Tuncay Güney’in emekli maaşı aldığına dair bir bilgiye rastlanmadı. Güney’in, Sosyal güvenlik kurumları nezdinde, iş kazası-meslek hastalığı gibi çok istisnai durumlarda emekli olduğuna dair bir iz bulunamadı. 
Mernis’ten alınan belge sahte ise akla şu soru geliyor: Savcı iddianame eki olarak, 398. klasöre bu yazıyı niçin koydu? Bir yetkili, bu duruma ilginç bir açıklama getiriyor: "MİT’tense, kayıtta gözükmez." (Hürriyet, Ağustos 2008) 

Güney’in Konut Edindirme Yardımı’ndan (KEY) 42 YTL alacağı var. KEY kesintileri 1988–1994 tarihleri arasında yapıldığına göre, Güney’in KEY alacağı nasıl oluşuyor? Çünkü Güney, iş hayatına SSK iştirakçisi olarak başlıyor. 
SSK kayıtlarına göre Güney, -oldukça erken yaşta- 16 yaşında sigortalı oluyor. Sigortası 1988’de başlıyor, -kısa dönemli boşluklar hariç- 1994 yılına kadar devam ediyor. Güney, 6 yılda 5 işyeri değiştiriyor ya da girdi çıktı yapılıyor. 
Güney, Aralık 1994 tarihli mahkeme kararıyla (22 yaşında) Rabia Güney adlı eşinden boşanıyor. Boşanma vakasında 40 gün önce (31 Ekim 1994) işten çıkıyor. Güney, bu tarihten sonra, 5 yıl sırra kadem basıyor. Ne, Bağ –Kur, ne SSK, ne de Emekli Sandığı sistemine girmiyor. 1999 yılında, Güney yeniden işe giriyor ve sadece 27 gün sigortalı çalışıyor. Tabii, sonra yine işten çıkıyor. SSK kayıtlarına göre Güney, 1988–1999 döneminde 1.433 prim gün sayısı ödeme yapmış durumda. Yani emekli olabilmesi için gereken şartların, çok uzağında 
kalıyor. 1999’dan sonraki iki yılını Emekli Sandığı’nda geçirdiğini varsaysak bile emekli olma şansı yok. Bu durumda, ihtimâller silsilesine, Savcının maddi hata yapmış olabileceği gerçeğini de eklemek gerekiyor. Diğer taraftan, Güney’in devletten emekli olma ihtimâli ise çok az. (Çelik, Ağustos 2008). Babasının ölümünden sonra, 1986’da bağlanan yetim maaşı, Güney’in, 1 Ekim 1992’de çalışmaya başlamasıyla kesildi. 

NASIL GAZETECİ OLDU? 

Güney’in 1990'lı yılların ortalarında Türk basınındaki maceraları son derece ilginç ve renkli bir öyküye işaret ediyor. İddianamenin ekinde yer alan ifade 
tutanağına göre, Güney gazeteciliğe Sabah gazetesinde “ofisboy” olarak başlıyor. Güney'in ifadelerine göre, 1980'li yılların sonunda Pertevniyal Lisesi'nin akşam bölümünde öğrenciyken matematik öğretmeni Ali Kuru kendisini Sabah gazetesinde Tevfik Yener'e gönderdi ve Yener'in yardımıyla “ofisboy” olarak işe başladı. Daha sonra aynı gazetenin eklerinde çalışmaya başlayan Güney, Yener'in Amerika'ya gitmesinden sonra, işten çıkarıldı. Bu süreçte birkaç ay işsiz kaldığını anlatan Güney, Tevfik Yener'in Amerika'dan dönüp Milliyet gazetesine dışarıdan bir magazin dergisi hazırlamaya başlaması üzerine, bu ekte teknik bölümde grafiker olarak görev aldı. Yener, Amerika'ya gidince yeniden işsiz kaldı. İfadesinde bu süreci şöyle anlatıyor: “Tevfik Yener, Neşe Karaböcek’in kocası oluyor, onun da oğlu Hasan Yener, bizim okuldaydı. 
Benim yanımda da söyledi… 
Babanla görüşmem lazım dedim… Babası okula geldi, efendim beni böyle odasında tanıştırdı. Adam bana randevu verdi, Mecidiyeköy’deki Sabah gazetesindeki bürosuna gittim. 
Sabah gazetesindeki bürosunda ofis boyluğunu yapıyordum getir götür işleri… Orada bir buçuk ay, Mecidiyeköy’deki o büroda çalıştım. Sabah’ın eski binasında. Oradan İkitelli’ye yeni taşınmıştı, ilk taşınan Sabah’tır ikitelli’ye… O zaman teşvik fonundan… o binada görevi magazin sayfası yapıyordu Melodi, TV Ekran diye bir dergiyi ilk kez Sabah ek olarak verdi. Ben TV Ekran ve Melodi’de çalışıyordum. Spora hiçbir yatkınlığım olmadığı için orda spor işlerinden anlamadığımdan adam gazete içinde bu tarafta beni görevlendirdi. İşte arşivden şu sanatçının resmini getir, şunun bunun getir götür işlerini yapıyordum. 850 bin lira maaşla beni işe aldırttı.” Türkçesi çok bozuk olan Güney’in, halen düzelmeyen bu kıt Türkçe ile, nasıl gazetecilik yaptığı bir muammadır. 

Zayıf Türkçesiyle anlatıyor: 

“Sabah gazetesinde iki buçuk üç yıl olmadı. Son dönemlerde bütün masalara bilgisayarlar koymuşlardı bilgisayar falan da öğreniyordum o zaman. Bütün yazıları muhabirler bize getiriyordu. Ben yazıyordum falan, onlar bu polis muhabirleri sırada beklememeleri için bana Capişonlar getirirlerdi falan… Çünkü tak tak yazmaya çalışan bendim, yani bütün servisin üç beş adamı vardı. Sonra Tevfik Yener karısına kaset çıkarmak için Amerika’ya gitti. Ondan iki ay sonra bizi çıkarttılar Sabah gazetesinden. Gazetecilikte biliyorsunuz şef çıkınca 
herkesi çıkartırlar, başka bir ekip getirirler. Günaydın’dan Ergin Sevigen diye bir adam geldi. Ben oradan çıkınca boş kaldım. Ondan sonra Tevfik Yener’in Milliyet’e geldiğini öğrendim. Bir gün Yener’e gittim Milliyet’e Cağaloğ-lu’ndaki bürosuna. O dedi ki, gel dedi biz dedi buraya başladık burada çalışacağız. Milliyet de ek veriyor, magazin eki veriyor. Milliyet için dışarıdan hazırlanan bir magazin ekinde (Oskar) teknik sorumluluk üstleniyor Tuncay. TV Ekran orada da benim künyede adım grafiker diye yazar, ben de onun bütün yazılarını  geçiyorum. Tevfik bey insanların böyle önünü açmak için onlara etiket verir, her zaman için genç insanları orada şey yapmak için… Orada bir buçuk yıl kadar çalıştım, en son çıktığımda altı milyon iki yüz elli bin lira maaş alıyordum.” 

Ardından, Samanyolu televizyonunda çalışmaya başlıyor. O dönemde albay rütbesinde olan Veli Küçük’ün yönlendirmesiyle Akşam gazetesine geçiyor. Güney, burada Behiç Kılıç ve Selahattin Sadıkoğlu'yla birlikte Küçük'ün Akşam'daki gözü kulağı oluyor. Güney, 1994'de kuruluş aşamasında olan Samanyolu TV'de kısa sürede iyi bir çevre edinir. Samanyolu muhabiri Ayhan Kılıç ile bir yılı aşkın süre aynı evi paylaştı. Güney'in iddiasına göre, Harp Okulu'ndan bir öğrenci, emekli Albay Necabettin Ergenekon onu Veli Küçük ile 
bu sırada tanıştırıyor. Ancak Albay Ergenekon 1982'de emekli olduğunu belirterek, "Güney'i tanımadığını" söylüyor. Oysa Güney, bu ismin kendisini şu anda Ergenekon örgütü liderlerinden olmakla suçlanan, emekli jandarma tuğgenerali Veli Küçükle tanıştırdığını da iddialarına ekliyor. "Ben bir tanışma manyağıyım" diyen Güney, 20'sinde bir gençten beklenmeyecek ilişkiler kurmaya da böyle başlıyor. Güney, hakkında “JİTEM'ci, MİT'çi” gibi dedikoduların çıkması üzerine 7 ay sonra STV'den ayrılmak zorunda kalıyor. STV'de çalışırken 
Ayşe Önal'ı Veli Küçük ile tanıştırması, Güney'in Küçük ile tanışırken STV'de çalıştığını doğruluyor. Güney'in bundan sonraki durağı, milliyetçi çizgideki Tercüman gazetesi. Güney'e bu işi Veli Küçük ayarlıyor. Çalışma şartlarını beğenmeyen Güney, yeniden Küçük'e gidiyor. Küçük de Güney'i HBB televizyonuna gönderiyor. Güney, burada “Küçük'ün adamları olduğunu” iddia ettiği Behiç Kılıç ve Selahattin Sadıkoğlu ile tanışıyor. Güney'in medyadaki en etkin dönemi de böylece başlıyor. 

Güney'in iddialarına göre Behiç Kılıç ve Selahattin Sadıkoğlu, tam o sırada Küçük'le bağlantılı olarak Akşam gazetesinde bir operasyon yapmaya hazırlanıyorlar. Güney de bu ekiple birlikte Akşam gazetesine geçiyor. 
Güney'in iddiasına göre, “Akşam gazetesi sahibi Mehmet Ali Ilıcak, tamamen Veli Küçük tarafından yönlendiriliyordu.” ( Şardan, Tahincioğlu, 2008). Gazetede, kimlerin tasfiye edileceği konusunda da son kararı Veli Küçük veriyor ve yine Küçük'ün yönlendirmelerine göre başka gazetelerden transferler yapılıyordu. Gazeteye gelen haberlerin belgeleri de yayımlanmadan önce Veli Küçük'e gönderiliyordu. Güney, haber sıkışıklığı çektiklerinde de Veli Küçük'ün kendilerini Doğu Perinçek'e yönlendirdiğini ileri sürüyor Güney, Akşam gazetesindeki süreci ifadelerinde şöyle anlatıyor: “Bir ay gazeteye geldiğimiz fark edilmedi, oturduk hep gizli toplantılar yapardık. Kimleri çıkartacağız, kimleri tasfiye edeceğiz, kimler birinci sayfayı yapacak... Bunları kurardık, fakat bunları Veli Komutan kendi kurardı (...) Akşam gazetesinde biz toplantılar yapıyoruz, bunları 
tasfiye hareketi için Ayşe Önal'ı, hepsini çıkartmak için... Mehmet Ali Ilıcak tamamen Veli Albay'ın kucağındaydı... Veli Komutan, Behiç Kılıç daha doğrusu bütün hep kendi adamlarını hepimiz oralara yerleştik. Arslan Bulut'u getirdik.” 
Güney, ifadelerinde Akşam macerasının nasıl sona erdiğini anlatmıyor. 

FOTOMONTAJ SKANDALI VE FOTO RAF HIRSIZLIĞI 

Güney'in gazetecilik kariyerinde kuşkulu durumlar var. 1995'te Akşam gazetesinde çalışmaya başladığını belirten gazetenin o dönemki yayın yönetmeni Behiç Kılıç, "Tuncay ajan muhbir olarak kullandığımız bir elemandı, muhabir ya da gazeteci olarak değil. Aşağılamak için söylemiyorum ama teşbihte hata olmaz: 'Bir ava giderseniz, yanınızda sadık, avcı, rehber köpeğiniz vardır. Avı alır, getirir. Taşıyıcı' olarak kullanırsınız. Biz de Güney'den taşıyıcı olarak yararlandık. Eğitimsizdi, haberi yazamaz ama anlatırdı" diyor. "Bugün çalışmak istese yine işe alırım. Kimlik zaafına rağmen" diye de ekliyor. PKK terörünün yoğun olduğu o dönemde, Güney Irak'ın kuzeyinden haberler taşımış. "Güney'i karşılıklı kullanmışız, biz de gazete olarak kullanılmışız" diyen Kılıç'ın verdiği bir bilgi çok ilginç: "Güney, arşivden aldığı birtakım fotoğraflarla dönemin Başbakan'ı Mesut Yılmaz'ı Susurluk skandalının baş kahramanlarından Abdullah Çatlı'yla yan yana gösteren bir fotomontaj olayına karışıp, ardından da Yılmaz'a muhalif bir milletvekiline 5000 dolara sattı." Buradaki pek çok çalışma arkadaşı, Güney'in "asla haber yazacak bir birikimi olmadığını" vurguluyor. Güney'in o dönemde yazı işleri müdürlüğünü yapan Arslan Bulut ise "Hem Veli Küçük hem de Mehmet Eymür ile bağlantılıydı" diyor, "Güney'in jandarma ve MİT ile ilişkileri vardı. İstihbarat arşivciliğine yönelmişti. Kim yetiştirmişse ona bu işi çok iyi öğretmişler." Bulut, Güney'in ilginç bulduğu çalışma yöntemini de anlatıyor: "Getirdiği haberlerin bir kısmı yönlendirmeydi, Türkiye'nin lehine mi aleyhine mi olduğu pek kestirilemezdi. Büyük kısmım bizzat kendi üretiyordu. Gazeteden sık ayrılmazdı. Tamamen tahmine dayalı ilişkileri, masa başında, şema çıkararak, şekiller çizerek kuruyordu. İstediğimiz bir belgeyi, raporu ele geçirmesi beş dakikasını alırdı." Ancak Bulut, sol eğilimli bir terör örgütü tarafından tehdit edildiği bir dönemde, işe gelip giderken Güney'in kendisini yalnız bırakmayıp eşlik ettiğini de anlatıyor. (Gümüşel, 2008). 

1996’da karıştığı fotomontaj skandalı ve foto hırsızlığı Güney’in medyadaki imajını sıfıra indirdi. Güney, ifadelerinde Mesut Yılmaz ve Abdullah Çatlı'yı yan yana gösteren montaj fotoğrafı DYP milletvekiline nasıl sattığını da değiniyor. Birkaç medya kuruluşuyla görüştükten sonra temasa geçtiği milletvekiline fotoğrafı o zamanın parasıyla 5 milyar TL'ye (5000 YTL) sattığını anlatan Güney, fotoğrafların fotomontaj olduğunu bilmediğini de iddia ediyor. 

Güney, “Taksim'de The Marmara Oteli'nin ikinci katında görüştük adamla, fotoğrafın bir tanesini adam gördü, bu fotoğrafı gördükten sonra şey yaptı, para yanlarındaydı zaten. James Bond kahverengi bir çanta, içerisinde Halk Bankası dekontlu 5 milyar (5000 YTL) vardı” diyor. Behiç Kılıç, Güney'i nasıl tanıdığını bir röportajında şöyle anlatıyor: “Güney'i, 1995-96 yılları arasında vekâleten Akşam gazetesinin genel yayın müdürlüğünü yaptığım dönemde işe aldım. Güneydoğu ve terörle ilgili ilginç söylemleri vardı. Eğitimi yoktu. Ancak, duyduğu bilgileri 
getirip bize anlatırdı (...) Mesut Yılmaz'ın, Abdullah Çatlı ile aynı karede görünen bir fotoğrafının olduğu bilgisi geldi. Fotoğraf, o dönemin Afyon milletvekiline 5 bin dolara satılmıştı (...) Araştırmalarımızda fotoğrafın Tuncay Güney tarafından Afyon milletvekiline 5 bin dolara satıldığını öğrendik. Kendisini çağırdım. Ancak, niye çağırdığımı arkadaşlarından öğrenmiş olmalı ki bir daha gazeteye gelmedi.” (Kesler, 2008) 

1995-1996 yıllarında Akşam gazetesinde muhabirlik yaparken, arşivinden fotoğraf çalıp Radikal'e satan Tuncay, masabaşı röportajları ile ünlüydü. Barzani ve Talabani ile yapılmış masabaşı röportajları bulunuyor. Tuncay Güney'i tanıyan Akşam yazarı Rıza Zelyut: "Behiç Kılıç (gazeteci), diyor ki: 'Tuncay; sersem sepelek bir tipti. Bize Amerikan Elçiliği'nden, bazı askerlerden güya haberler getirirdi. Belliydi ki isteyen istediği gibi kullanıyordu…’ Güney'in Akşam gazetesinin arşivinde bulunan ve kazada hayatını kaybeden Abdullah Çatlı ve Özel Harekat Daire Başkanı İbrahim Şahin'i aynı karede gösteren fotoğrafı Kanal D'ye sattığıda biliniyor. Gazeteci-yazar Behiç Kılıç, Tuncay Güney'i Akşam gazetesine aldığı için epey suçlandı. Şunları yazdı: 
“Yaptığı işlerden dolayı işin sıkıntısını çeken ve suçlanan da benim. 
İş adamlarında şantaj için servis kurmuşum. Bunların yanıtları o dönem çalıştığım gazete sayfalarındadır. Bu kişinin Akşam gazetesinin arşivinden bir fotoğrafın çalınarak (Abdullah Çatlı'nın İbrahim Şahin ile birlikte halay çektiği fotoğraflar) Kanal D'ye satılması olayından sonra işine son verildiğini biliyorum. Bu kişinin televizyon programında ileri sürdüğü şeyler tamamen yalan.” 
Güney'i, 1995-96 yılları arasında vekâleten Akşam gazetesinin Genel Yayın Müdürlüğü'nü yaptığı dönemde işe alan Kılıç, ilk defa Güney’i Tercüman gazetesinin İdare Müdürü'nün yanında tanımış. Şöyle anlatıyor: 
“Güneydoğu ve terörle ilgili ilginç söylemleri vardı. Daha sonra benden iş istedi. Ben de Mehmet Ali Ilıcak'a söyleyip, özel haber servisinde değerlendirdim. Zor dönemlerdi. Gazetenin çıkış ve tutunma süreciydi. Ancak özel haber yoktu. Tuncay Güney'i özel haber servisinde değerlendirdik. Kendisi haber yapamazdı. Eğitimi yoktu. 
Ancak duyduğu bilgileri getirip bize anlatırdı. Biz de onları haber yapardık. Önemli olaylarda, bilgiye sıkıştığımız zamanlarda kendisinden faydalanırdık. Ancak kendisini hiç bir zaman bir gazeteci gibi kadro yapıp çalıştırmadık. Şimdi olsa bize getirdigi bilgiler için yine çalıştırırdım. Haber değeri olan bilgiler getirirdi. 
Güney'i işe aldığım zaman Talabani ve Barzani ile tanıştığını söyledi. O dönem PKK'ya karşı olduklarını söyledikleri için her sözleri haber değerindeydi. Röportaj yapabileceğini söyledi. Ben de Mehmet Ali Ilıcak ile görüştüm. Gazetenin sıkışık bütçesinden kendisine ödenek çıkarttık. Kuzey Irak'a gitti. Ancak daha sonra tek başına gitmediği, bir gazeteci grubuyla birlikte gittiği ortaya çıktı. Ilıcak'a karşı zor duruma düştüm. Ancak yan bilgilerle o röportajı özel haber gibi yayınladık.” Çalıntı foto olayından çok büyük sıkıntı çeken Kılıç’ın Tuncay Güney'in neden olduğu dertler bununla bitmedi. Mesut Yılmaz'ın, Abdullah Çatlı ile aynı karede görünen bir fotoğrafının olduğu bilgisi geldi. Fotoğraf o dönemin Afyon Milletvekiline beş bin dolara satılmıştı. 

8 .Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 6

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 6


" Özel İstihbarat Dairesi ile onun devamı niteliğindeki Kontr Terör Merkezi"ni bu kızgınlığa alet etmeselerdi sözleriyle meslekdaşlarına da kızdı. 
Şimdi karşımıza çıkan tabloya bakın: 
Devletin istihbarat teşkilatı, Jandarma’nın istihbarat teşkilatı içine ajan sokup bilgi almaya çalışıyor. Bu ortaya çıkınca devletin istihbarat teşkilatı, “O bizim ajanımız değil, bizim içimizde, tasfiye ettiğimiz bir ekibin ajanı” diye açıklama yapıyor. Ve “derin devlet”i çözmesi umulan dava, bu iç çatışmanın sağladığı verilerle ve bu çatışmanın gürültüsüyle yürüyor. 
Eski başbakan Mesut Yılmaz, durumu şöyle yorumluyor: 
“Bakın, Tuncay Güney diye birinin evinde Ergenekon örgütünü çözecek çok sayıda evrak bulundu. Bu adam o zaman 22 yaşında... ortaokul mezunu bir genç... Bu evrak kendisine komple teslim edilmiş. Amatör bir iş olmadığı 
belli... Bu, bir teşkilat işi... Teşkilat onu kullanmış, sonra bırakmış. Ona bu belgeleri veren teşkilat ortaya çıkarılmadan bu olay çözülemez. Mahkeme, bunun elde ediliş şekli üzerinde yoğunlaşırsa iş çözülebilir. Bu, aynı zamanda hükümet için de bir samimiyet sınavıdır. (Dündar, 2008). 

4 Aralık’taki duruşmada mahkeme, Güney’in MİT’e sorulma talebini kabul etti ve resmi yazı yazdı. Oysa MİT içindeki grup sızdırdığı belge ile zaten cevabını vermişti. Türkiye’de bunlar yaşanırken, Güney sürekli taşlanırken, bir yandanda Ergenekon’un Kanada ayağı Güney’i tehdit ederek söylediklerin aksini açıklamasını istiyor. 
İlk tehdit, 13 Haziran 2008 günü Mustafa Doygun tarafından işletilen Toronto’daki İstanbul Marche’de, aşırı solcu bir Kürt Alevi vatandaşı tarafından yapıldı. Tuncay tehdit edildiğini bana gönderdiği açıklamasıyla doğruladı. 
Daha önce yalanlamıştı. 14 yıldır Kanada’da yayın işi yapan Bizim Anadolu gazetesi, geçmişte Doğu Perinçek ile çalışmış Ömer Özen tarafından çıkarılıyor. Özen’in görevlendirdiği Toronto Muhabirleri Celal Uçar, Güney’e Perinçek ve İşçi partisi hakkında söylediklerini Cumhuriyet’de yalanlaması için baskı yapıyordu. Bu mesajı getiren eski CHP’li Sabataycı Ali Topuzdu. Kızı Toronto’da okuyan Topuz, şantaj için maşa kullandı. Olayın şahidi olan müşteri Kemal Bey, kapı dışarı edilmişti, ama yerin kulağı vardı. Ergenekonla ilgili Aydınlık ve Cumhuriyet alıntılı haberler yapanların maskesi düştü. Güney, kaybedecek hiçbir şeyi olmayan biri. O yüzden de her şeyi yapabilir. Bir kuyuya taş atar, kırk akıllı çıkaramaz. Çorum'un Gölet köyünden Toronto'ya uzanan yolculuğunu "Gecekondudan Şatoya" diye özetliyor. Fakir bir ailenin çocuğu. Babasıyla aynı kaderi paylaşmamak için çırpınmış, garip bir Çorumlu. Efendimin kölesiyim, yani idealist değilim diyor. Efendi kim Tanrı. Yani inanıyor. Bana ikinci görüşmemizde hiç bir dine ve kutsal kitaba inanmadığını, bunların insanların uydurması olduğunu söylemişti. Yaşadıkları nedeni ile inancı zayıflamış olabilir, ama imansız değil. Güney, öyküsündeki tüm çelişkilere, güvenilmezliğine, iddialarının ispattan yoksun olmasına karşın Türkiye tarihinin en önemli siyasi davalarından birinin başrol oyuncusu. Güney’in herşeyi bilen adam olarak lanse edilmesine kızan Mahir Kaynak, bugüne kadar Güney’in deşifre ettiklerini neden kendisi kamuoyuna açıklamadı? 

Söylediklerinin çoğu doğruydu. Ama şahsı ile ilgili gizemleri fazla. Bordrolu MİT elemanı olduğunu sanmıyorum. Lise 1 terk, İngilizce bilmeyen biri MİT'e memur olarak giremez. Ama kullanılabilir. Kayıt altına alınmamış haber kaynağı demek, bedava, maaş verilmeden kendisinden gönüllü yararlanılan anlamındadır. İngilizcede buna ' Walk in' ajan denir. Kulanılır ve tedavülü dolunca bir köşeye atılır. Veli Küçük ile 9 yıl süren sıkı fıkı ilişkileri Ergenekon’u anlamak için daha önemli. Mehmet Eymür’ü tanıdığını sanmıyorum. Ama Eymür’e çalışan MİT elemanlarına bilgi vermiş olabilir, bu da Güney’i MİT elemanı yapmaz, düşük seviyede bilgi kaynağı yapar. 

32. Gün programında eski MİT Kontr-terör Daire Başkanı Mehmet Eymür’ü tanımadığını beyan eden Tuncay Güney’i yalanlayan, eski iş arkadaşı Ümit Oğuztan oldu. Ergenekon davasının görüldüğü İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne verdiği dilekçede, “Güney, İran Konsolosluğu siyasi işler müsteşarı Muhsin Karger’le tanışıp dostluk kurduğunu ve doğrudan Mehmet Eymür’e bilgi ve fotoğraflar aktardığını bizzat şahsıma anlatmıştır” dedi. Oğuztan, Tuncay Güney’in yanında Mehmet Eymür’le telefonla görüştüğünü de belirtti. Eski Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) İstanbul Bölge Başkanı Nuri Gündeş’e göre, Sabah Gazetesi'nde yayınlanan MİT belgesinin Tuncay Güney ile Veli Küçük arasındaki telefon konuşmalarına ait tutanaktan başka bir şey değil. Haberde ismi zikredilen eski MİT İstanbul Bölge Başkanı Galip Tuğcu ve eski MİT İstanbul Bölge Başkanı Kubilay Günay'ı çok iyi tanıdığını açıklayan Gündeş, bu isimlerin sonradan teşkilata bela olacak insanları almayacağını anlatıyor. 
Günay ve Tuğcu, haberde sözü edilen işlere girmelerinin mümkün olmadığı  açıklamasında bulunuyor. Güney'in MİT elemanı olmadığını, bunu Şenkal Atasagun'un da doğruladığını belirten Gündeş, "Böyle bir isim var evet ama MİT ile ilişkili değil. Güney için Atasagun'un vize aldığı bilgisi de kesinlikle doğru değil. Haber birileri tarafından yönlendirme amacıyla uydurulmuş. Belgede bir şey yok. Dinlemeden doğan Veli Küçük ile Tuncay Güney arasındaki bir görüşmenin dinleme tutanağıdır o. Müsaade edin de şüphelenilen insanları da kontrol altına alsınlar yani." diye konuşuyor. ( Ceyhan, 2008). 

Gelelim Güney’in gerçek yaşam öyküsüne… 25 Ağustos 1972’de Çorum’un Kargı İlçesi’nin Gölet Köyü’nde doğdu. Ana adı Ayşe, baba adı Ali. T.C. Kimik Numarası: 22126653748. Din hanesinde İslam yazıyor. Üç çocuğun en küçüğüydü. Tuncay'ın babası Ali Güney köyden ayrıldıklarında küçük Tuncay 6 aylıktı, bundan sonra çocuklar bir daha köye gelmediler. Ablası Keziban ile abisi Murat daha çocuk yaşta İstanbul'da en ağır işlerde çalışıyordu. Abisi 17 yaşında trafik kazasında öldü. Yıllar önce Çorum’un Kargı'ya 40 kilometre mesafede bulunan Gölet Köyü'nden İstanbul varoşlarına gecekondusuna taşınan aile çok zorluklar çekti. Açlıkla yoklukla boğuştular. Zaman zaman babası Ali ile annesi Ayşe köye gelirdi. Ancak ne Tuncay'ı ne de abisi Murat’ı ve ablası Kezibanı köye getirirlerdi. Beşiktaş’ın yukarısında gecekondu semti olan Gültepe Varoşlarına 
yerleştiler. En son 2007 Temmuz ayında kız kardeşinin ölümü nedeniyle köye gelen Ayşe Güney, oğlunun hakkında çıkan iddialar nedeniyle bir daha köye dönmeyi düşünmüyor. Gültepe'nin Harmantepe mahallesi gecekondu semtinde evini zar zor geçindiren baba Ali bey, oğlu Tuncay’ı 12'sinde aynı köyden Mithat Ulusoy adında bir tanıdıkları vasıtasıyla Ayazağa'daki yatılı bir Kuran kursuna götürdü. 

Ayazağa Ortaokulu'na da devam ediyordu. Evde beş nüfusu geçindirecek ekmekleri yoktu. Çoğu zaman bir çorba kazanı bile kaynamıyordu. Annesi (Ayşe) ev hanımı, babası (Ali) o dönem Beşiktaş'taki Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu'nda teknisyendi. kaldığı yurtda gündüzleri belli saatlerde din dersleri veriyorlardı. Biraz Arapça, oldukcada düzgün Kuran okumayı orada öğrendi. Ne İmam Hatip’e gitti, ne İsmailAğa camisinde hafızlık eğitimi gördü, nede iddia edildiği gibi Kuran’ı İran’da öğrendi. Varoşlarda büyüyen Tuncay, fakirliği, yoksulluğu, yokluğu iliklerine kadar hissetti. Fakir çocukları ücretsiz okutan bu talebe pansiyonu halen işlevine devam ediyor. 1986’da babası kalp krizi sonucu öldükten sonra çalışmaya başladı. Annesi, babasının ölümünden sonra psikolojik sorunlar yaşadı. Koca aileyi geçindirmesi imkansızdı.1986’nın 13’ü Şubat ayıydı. 
Babası öldüğü sırada yatılı okulda okuyordu, orta birinci sınıftaydı. Annesi onu okuldan aldı, okutamadığından dolayı demir doğrama atölyesine çocuk çırak olarak işe koydu. Bu iş bir ortaokul çocuğu için çok ağırdı. Bu nedenle kısa sürede buradan ayrıldı, bir konfeksiyon dükkanında ayak işleri yapmaya, yerleri süpürerek evine ekmek götürmeye çalıştı. Annesi Ayşe Hanım, çorap örüyor, cumartesi ve pazar günü halk pazarlarında bunları satarak bir nebze olsun eve katkı sağlıyor, fakirlikten kurtulmaya gayret ediyordu. Çok ezilmişti. Geceleri 
sessiz sessiz ağlıyor, bir gün gelecek bu zalim dünyadan intikamımı alacağım diye yemin ediyordu. Güney, yaşamındaki herşeye gizem katmayı seviyor. 

1984'te Kuran kursuna gönderilmesi ona göre rastlantı değil, çünkü ailesi Sabetayistmiş! Güya böyle aileler de çocuklarını bu kursa gönderirmiş. Sobalı evinde geceleri annesinin Tevrat okuduğunu iddia ediyor. Oysa annesi beş vakit namazında, başı örtülü biri. Ayazağa Talebe Yurdu'nun eski müdürü Halil Atam, Güney'in talebelik dönemini gayet iyi hatırlıyor: "Tuncay, dini, namazı öğrendi. Çalışkan ve uyumluydu." diyor. O yıllarda cemaatin önde gelen isimlerinden, Güney'in "Beni bilirler" dediği Hüseyin Kaplan ve Hüseyin Kumaş ise Sabetayizm iddialarını kesin reddediyor, Güney'i hatırlamadıklarını" belirtiyorlar. (Gümüşel, 2008). 

Halen Gültepe'de komşu çocuklarına Kuran öğreten, mahallelinin "namazında niyazında biri" dediği annesi (73) yıllarca, kökenlerinin Mısır'a uzandığını, Mısırlı dedesinin de paşa olduğunu anlatmış Tuncay'a. O’da buna Sebataycı hikayesi eklemiş, birde sahte belgeler ayarlamış. İlk defa bu iddiayı 1996'da ortaya atan gazeteci arkadaşım olur, ona çok kızdığını söylüyor. Anlaşılan daha sonra bu hoşuna gitti, kullanmak istedi. 

13 yaşında babasının ölümünden sonra, ailesi çok zor günler geçirmiş. Yaz tatillerinde konfeksiyon atölyesinde çalıştı. 1980'lerde orta ikinci sınıfa devam ederken, Refah Partisi'nin eski Kağıthane Belediye Başkanı Arif Calban 
ile İstanbul Çeliktepe'de bir düğme atölyesinde tanışmışlar. Calban, onu "iyi, zeki, fırtına gibi bir çocuk" olarak hatırlıyor. 1986'da Pertevniyal Lisesi'nde öğrenci, hatta lise 1. sınıftan terk. Ancak lisenin müdürü Aziz Yeniyol, böyle bir öğrencilerinin hiç olmadığını belirtiyor. Güney ise ısrarla "Pertevniyal'den çok 
Bedrettin Dalan'ın İstek Vakfı'na ait Tarabya Kemal Atatürk Lisesi'ne gidip geldim" diyor. Güney'in annesi, Tuncay'ın Tarabya'daki o okula gittiğini doğruluyor. Sonra okulun müdür muavini (Ali Kuru) Tevfik Yener ile 
tanıştırdı, oğlum Sabah gazetesinde çalıştı şeklinde konuşuyor. Bir gün konfeksiyon dükkanında okuduğu ilanından bulduğu Sanayi mahallesindeki Yıldız Yemek Fabrikası’nda işe girdi. Yemek fabrikası, İstek Vakfı okullarının hepsine yemek dağıtıyordu. Orada artan yemekleri evine götürüyordu. Asgari ücret bir aylık veriyorlardı. Şişli’de oturan bir Matematik öğretmeni olan yurt müdürü Ali Kuru, öğrencilere yemek servisi yaparken, oda ona yemek servisi yapardı. Öğretmenler kendileri yemek alırken, Kuru kendisine yemek getiren nur yüzlü bu genç delikanlıyı sevdi. Okulda zengin öğrencilerden gelen süveter, gömlek gibi şeyleri ona hediye verirdi. Geleceği için daha düzgün bir yere gitmek istediğini söyledi Tuncay. Ali Kuru, ‘okulda okumuyor musun?’ diye sordu. Ortaokulu Gültepe Alkoç Orta Okulunda bitirmiş, diploma almıştı. Kur, onu
Pertevniyal Lisesine referansla gönderdi. Orada yarım sene okudu. 

Lisede olması gereken yıllarda Sabah ve Milliyet gazetelerinde ofis boy’luk yaptı. Getir götür, süpür ayak işleri yaparken, hep gazeteciliğe özeniyordu. Çok havalı bir meslekti. Ceplerinde üç kuruş simit parası olmayan gazeteciler kendilerini çok güçlü olarak görüyorlar, çok zengin, güçlü insanlarla eşit seviyede görüşüyorlar dı. 
Varoşlardan gelen biri için gazetecilik, sığınılacak mükemmel bir kapı idi. Ama onu birden kapı önüne koydular. 
O yıllarda oğlu aynı okulda okuyan gazeteci (Sabah, Milliyet, Yeni Asır ve Takvim gazetelerinde çeşitli dönemlerde yöneticilik yapan) Yener, Kuru'nun kendisini arayarak Güney'i işe almasını rica ettiğini doğruluyor. 
Kuru saygın, güvenilir biri. Tuncay'dan söz ediyor ve, 'Bu çocuk terbiyeli, çalışkan, babası vefat etmiş, annesine bakıyor, çalışmaya ihtiyacı var' diyor. Meslek sahibi olsun, en azından sayfa yapmayı öğrensin, yetişsin diye 
gazeteye yerleştirmiş; ofis boyluk yaptırmış. Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK-yeni adı Sosyal Güvenlik Kurumu) kayıtları da bunu doğruluyor. Güney'in SSK kayıtları tartışmayı noktalayacak kadar açık: İlk kez sigortalı olduğu 1988'de liseden terk, 16 yaşında, tecrübesiz ve eğitimsiz bir genç olarak, ayda yaklaşık 65 bin 500 lira almış. Bu rakam o dönemde, 16 yaşından küçükler için asgari ücretin yaklaşık iki katı, büyükler için ise yaklaşık yüzde 35 fazlası. İki yıl sonra maaşı 190 bin liraya ulaşmış (asgari ücretin yüzde 30 fazlası). 1991'de, yani 19 yaşındayken Sabah gazetesinden eline geçen aylık kazanç ise 1 milyon 100 bin liranın üzerinde ve bu rakam asgari ücretin yaklaşık beş katı. Gazetecilikle birlikte Güney'in hayatı daha da sisli hale geliyor. Milliyet’den çıktıktan sonra, üç ay kadar bocaladı, işsiz kaldı, ne yapacağını bilemedi. O esnada yaşadığı bölgede Gültepe’nin girişinde Eski adı Kırklar Boğaziçi Erkek Öğrenci Yurdu, şimdiki adıyla Boğaziçi Erkek Öğrenci Yurdu’nun kapısını çalmaya karar verdi. Kırklar, yediler, üçler evliyalarından dolayı yurdun adı Kırklar konmuştu. 
Yurda gelip gidiyordu. 

Bu süreçte orada bir çok arkadaşlar edindi. 

Zaman gazetesinin Cağaloğlu bürosuna uğruyor, Milliyet Kitap’ın ve Zaman’ın verdiği ansiklopedileri biriktiriyordu. Zaman gazetesi ilan bürosunda Süleyman adlı genç Çorumlu bir çocukla tanışmıştı, oranın ilan müdürüydü. Bunu Kırklar Yurdu’ndaki arkadaşlarına söyledi. “Zaman bürosuna gitsem gelsem ayıp olur mu?” diye akıl danıştı. “İstersen beraber gidelim, Kırklar Yurdu’ndan olduğunu gelip gittiğini onlara söyle ki, sana sıcak baksınlar,” tavsiyesini aldı. Tanıştığı insanları referans yapmayı öğrenmişti. 

Gitti, beni hatırladınız mı diye sordu. Hatırladılar. Ben çalışmıyorum, siz de Samanyolu televizyonunu kuruyorsunuz diye kem küm etti. O zamanlar Samanyolu televizyonu Moskova’daydı. Kanal 6 dahi o yıllarda yeni yayına başlamıştı. İlk özel televizyon yayını yapan Kanal 6 da, STV de Moskova’dan yayın yapıyorlardı. Yayını, Tikaş TKM Çemberlitaş’tan veriyorlardı. TKM’de, aynı gün, ikindi namazı vaktinde işe alındı, çok iyi hatırlıyordu. 

Buraya geçişinde ona referans olan isim bir iddiaya göre, Nazlı Ilıcak. Ama sanmıyorum. Kesinlikle Nurettin Veren ile o dönemde tanışmıyor, referans olması mümkün değil. 

Böylece Samanyolu TV’nin (STV) yapım şirketi Işık Prodüksiyon'da işe giriyor. 1994'te, altı ay boyunca "Doruktakiler" adlı bir program hazırladı. Henüz 22 yaşında. Haber yazmayı bile bilmiyor, yazma kabiliyeti sıfır, ama ağzı laf yapıyor. Kendisini iyi pazarlamış. STV'de yetişmiş eleman eksikliği var, iyi kullanmış bu boşluğu. Programına siyasetçi, akademisyen, asker pek çok ünlüyü konuk etti. Aynı yıl STV’de olan Haluk Örgün, Güney'i şöyle hatırlıyor: "Benim frekansıma uymazdı. Kendini çok önemli, herkesle ilişkisi varmış gibi sunuyordu. Şurası kesin, işlerini bir şekilde hallediyordu. Mesela biz habere gidecek kamera 
bulamazken, o buluyordu. Kendini çok iyi satan biri, ama hiç donanımı, birikimi yok. Bu arada Güney, STV’de çalıştığı dönemde İşçi Partisi (İP Başkanı Doğu Perinçek Ergenekon davası tutukluları arasında) ile de ilişki kuruyor. İP'nin yayın organı Ulusal Kanal Genel Müdürü Ferit İlsever "I990'lı yıllarda Aydınlık dergisine (İP yayın organlarından) gidip geldiğini biliyorum" diyerek bunu doğruluyor. ( Gümüşel, 2008). İddiaya göre, MİT onu bu sırada keşfediyor ve kullanmak istiyor. Pertevniyel Lisesi 1. sınıftan terk olan Güney, 5 Mayıs 1997 yılında askere gitti. Bu tarih, Mehmet Eymür’in MİT’deki ekibinin ve şübesinin tasfiye edildiği döneme denk geliyor. Isparta, Kars Ardahan ve Çıldır’da 4 ay askerlik yaptı. Güney, 2001 yılında polise verdiği ifadesinde “4 ay kadar askerlik yaptıktan sonra cinsel yönden bozukluğum nedeniyle, halk dilinde "gay" olarak 
söylenen, cinsel sapmam olduğundan dolayı askerlikten muaf tuttular” dedi. Bunu işkence altında vermiş, gay değilim diyor, elbette sahte çürük raporu aldım diyemiyor. Güney'in Kars Ardahan 9. Tabur Usta Birliği'ndeki askerliği kimi kaynaklara göre altı, kimine göre dört ayda sona eriyor. Kendi anlatımıyla "Canım sıkıldı burada paşa (Veli Küçük'ü kastediyor), herkes devreye girsin, ben gidiyorum" diyor. Asıl gerçek şu: Askerlik yaptığı tugaydan sık sık Veli Küçük’ü telefonla arayan Güney, kendisini askerlikten kurtarması için yalvardı. Küçük, 28 Şubat sürecinde Sisi’nin yanına yerleştireceği Güney’e ihtiyaç duyduğu için yardımcı olmayı kabul ediyor. 
Veli Küçük, 9. Tabur’daki birliğini arayarak Tuncay’ı GATA Psikiyatri kliniğine tedaviye göndermeleri için tasallutta bulundu. Güney, 2001’de Polis’te ve daha sonra pek çok arkadaşına söylediği gibi GATA’dan ‘ homoseksüel’ olduğuna dair askerliğe elverişsiz raporu almadı. GATA Psikiyatri Kliniği’nden aldığı rapor daha ciddi bir iddiayı içeriyor. Çocukluktan başlayan psikolojik bozuklukların şizofreniye dönüşebileceği endişesiyle Tuncay Güney’in askerliğe elverişli olmadığına dair bir askeri doktor, rapor yazdı. GATA’nın beş üst düzey komutanı bu raporu imzaladı. Bu raporu gözü gibi saklayan Güney, Veli Küçük’ün bu 
raporun yazılmasındaki referansını yalanlamıyor. Küçük’ün bu esaslı kıyakı herkese yapmadığını biliyor. Askerlikten yırtmasını sağlayan bu 5 imzayı ve belgenin aslını gören eski bir ev arkadaşı, Tuncay’ın kendisine ‘homo’ raporu almasa bile başka bir arkadaşına para karşılığı homoseksüel raporu aldırarak askerlikten kurtardığını övünerek anlattığını söylüyor. ‘Daha pek çok eşcinselin askerlikten men raporu almasına yardımcı oldum’ diyor. Bu ifadeleri ve sahte çürük raporu ayarlamak suç. Güney'in askerlik yaptığı dönemdeki tugay komutanı, 'Tugay dediğiniz sekiz, dokuz bin kişi. Kendisini hiç hatırlamıyorum, hiç de tanışmadım" diyor. 
Şimdi emekli olan sözkonusu komutanın oğlu Ergenekon davasında tutuklu olarak yargılanıyor. Saygı Öztürk’e Tempo’daki röportajında “Erkeklerle yatmayı seviyorum” diyen Güney’in, bu yönünü doğru veya değil ilk defa ben yazdığım için, özür diliyorum. Güney, polisteki bu ifadeyi ağır işkence altında verdiğini 
savunuyor. Öztürk’e Tempo’da çıkan beyanı kullanmadığını, tekzip ettiği halde yayımlamadıklarını savunuyor. Güney'in köylüleri ve akrabaları televizyondaki ve gazetedeki haberleri duyduklarında şaşırdılar, en çok Güney'in dinini değiştirmesine tepki gösterdiler. Aslında Güney hiç bir zaman dininideğiştirmedi. Ama yaşadıkları nedeniyle Allah’a olan inancını kaybetti. Güney, nefsini Rableştiren ve nefsiyle savaşında bocalayan sıradan bir kimseden farkı yoktu. Gazetecilik başını döndürmüştü. Ortaokul ve lise çağında asla İmam Hatip’e gitmedi ve İsmailağa camisine hiç uğramadı. Eşi Rabia Hanım bu çevredendi, ama Almanya’da okumuş, başı açık bir hemşire idi. Annesinin bulduğu kızla evlenmiş, ancak farklı dünyaların insanları oldukları için, anlaşamamışlardı. Güney’in çok karanlık bir dünyası vardı. Ailesinden ve akrabalarından uzak yaşardı. Savcının iddianameye, nüfus kayıt örneğine göre, “Emekli Sandığı’ndan maaş almaktadır” diye yazması tartışmalara yol açtı. İddianamenin 398. klasöründe yer alan ve tüm şüphelilerin onaylı nüfus kayıt örneklerinin 
verildiği klasördeki bilgilere göre, Tuncay Güney halen Emekli Sandığı’ndan maaş alıyor. Ancak, Emekli Sandığı kayıtlarında Tuncay Güney ismi geçmiyor. 

7 .Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 5

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 5


19 Eylül 2004 tarihli Tuncay Güney imzalı “Evan-jelizm” yazısı, Ergenekon Operasyonu’nunda kullanılan kışkırtıcı ajanın kimliğini ele veriyor: “Evanjelizm, Kutsal Kitap’a yönelmektir.… Müslüman topluluklar yıllarca, İsa- Mesih’e iman edenlere karşı asılsız iddialar ortaya attılar. Bu yüzyılda saçma sapan iddialar devam ediyor. Kutsal Kitap’ı okusalar ve anlasalar iddia sahiplerinin suçlamalarının asılsız olduğunu görecekler.” (Aydınlık, 2008) 

Yine Tuncay Güney imzalı, 5 Mayıs 2006 tarihli “Sabetay Sevi ve Kuzu Bayramı” başlıklı yazıda Siyonizme müthiş övgü var, işte Tuncay Güney’in “Türkçesiyle” o makale: “Dönemin büyük Rabay’ı Sabatay Sevi, bu tehditler karşısında Müslüman olduğunu açıkladı. Ve adı Mehmet oldu. O sıkıntılı dönemde imanlıları na Sarayın kapalı kapıları ardında olan bitenleri anlatan Sabatay Sevi faaliyetlerini ve ibadetlerini gizli devam ettirmek zorunda kaldı. Fakat, Büyük Israel sevdasından hiç bir zaman vazgeçmedi. Israel’i sevenler olarak hareket eden Rabay’i ve öğrencileri iki isim kullanmaya ve Müslüman gibi yasamak zorunda kaldılar. Bugüne kadar Sabataycılar olarak anılan bu grup’un öğrencileri gizliliğe önem verdiler. Yeni Israel kurulurken destek ve diplomatik yardımlarını esirgemediler. Sabatay Sevi’yi sevenler bir aile teşkilatı değildir. Sabatay Sevi’ye inan ve gönül bağlayan o dönem birçok Hristiyan ve Müslüman kişilerde oldu…. Rabay-Sabatay Sevi hareketi bir kaç ailenin tekelinde gizli bir örgütlenme gibi gösterilmeye çalışılıyor. İmanlılar sion’nun ışık askerleri iken karanlığın ordusu gibi tanıtılmaya çalışılıyor… Kutlu olsun bahar-kuzu ve Sabatay’ın doğum günü” (Aydınlık, 2008). 

Aydınlık’ın savunması, yalan yanlış ve aceleyle kaleme alındığı anlaşılan şu iddialar kadar saçmaydı: 
“Ergenekon Operasyonu”, Türk Ordusu’na karşı Şemdinli’de başlayan uygulamalar dizisinin son halkası ve doruğudur. Siyasal çözüm adı altında Güneydoğu bölgesinin özerkleştirilmesi ve PKK’nın Meclis’teki grubunun güçlendirilmesi planı yürütülmektedir. Bu planın karşısına dikilen Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve başta İşçi Partisi olmak üzere diğer millî güçlerin direncinin kırılması için, iki araç devreye sokulmuştur. Biri türban savaşıdır; diğeri “Ergenekon Operasyonu”. (Aydınlık, 2008) 

Ergenekon sanığı Doğu Perinçek’in savunmasında elindeki ana malzeme Güney’in CIA ajanlığı iddiası. 5 Aralık 2008 Aydınlık sayısındaki başyazısından okuyalım: CIA tertibinin takvimi, satır başlarıyla şöyle özetlenebilir: 

Tuncay Güney 2000 yılı Haziran ayında CIA bağlantılı MİT eski yöneticisi Mehmet Eymür ve Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru tarafından açık yazılarla kamuoyu önünde tehdit ediliyor. Bu tehditler sonucu Tuncay Güney 2000 yılı Temmuz ayında 9 gün ABD'ye götürülüyor ve orada Ergenekon tertibi için eğitiliyor. 10 yıllık ABD vizesini 4 Şubat 1999'da almış. ABD bağı ispatlı. Tuncay Güney, Ergenekon tertibi gereği 1 Mart 2001 günü danışıklı olarak gözaltına alınıyor. Türk Ordusu'nun komuta kademesini ve İşçi Partisi önderlerini suçlayan ünlü Mülakat yazılıyor. 2001 Temmuz'unda Tuncay Güney, yasadışı yoldan CIA marifetiyle temelli ABD'ye götürülüyor. 

Tuncay Güney'in anlatımları 2002 baharı ve yazında, TSK, Hükümet ve Çankaya katında servise konarak, Org. Özkök'ün Genelkurmay Başkanlığı'na getirilmesi sağlanıyor ve Türkiye, AKP'yi iktidara oturtmak için erken seçime sürükleniyor. 
Ergenekon dosyası, 4 Temmuz 2003 tarihinde Kuzey Irak'ta Türk subay ve askerlerine çuval geçirilmesinden 6 gün sonra MİT tarafından Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök'e gönderilerek, Türk Ordusu Genelkurmay Başkanı'na ihbar ve şikâyet ediliyor. Bu girişim de ABD merkezlidir ve Türk Ordusu'nun Kuzey Irak'taki varlığına son verilmesi için yürütülen operasyonun bir parçasıdır. Abdullah Gül'ün 2 Nisan 2003 günü ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell ile Ankara'da yaptığı, kendi itirafıyla "2 sayfa 9 maddelik gizli anlaşma" 
uygulanmıştır. Mayıs 2006'da Yargıtay Başsavcılığı'nın AKP'nin yasadışı faaliyetlerini saptamak için valiliklere yazı yazması üzerine Ergenekon tertibi yeniden sahneye taşınıyor. ( Aydınlıkö 2008). 

Aydınlık’ın Güney portresi çoktan delik deşik oldu. Hangi yanlışı düzeltelim, bilemiyorum. Kirli çamaşırlarını, Ergenekon’un ipliğini pazara çıkarmak için daha az karışık ve güvenilir bir adam bulamadığımız için özür dileriz! Tuncay Güney karışık bir adam olunca, Ergenekon Çetesi masum mu olacak? Atatürkçülük, 
Kemalizm, Ulusalcılık vs gibi toplumun saygı duyacağı kavramların arkasına gizlenerek gerçekleştirilen bu gizli örgütlenmenin defteri dürülüyor. Karışık, karmaşık denilen Güney’in bildiklerini anlatmasıyla, Türk milleti, bir asırdır sırtına kene gibi yapışmış bir cuntadan kurtuluyor, az bir şey mi? 

TUNCAY GÜNEY’İN GERÇEK YAŞAM ÖYKÜSÜ 

Güney, Ergenekon’un kara kutusu olduğuna dair, varolan genel kanıya rağmen, açılan davada sanık veya tanık yapılmadı. Savcı Zekeriya Öz’ün iddianamesinin ekleri arasına koyduğu "Şüphelilerin 2005 yılından önceki Adli Sicil Dökümleri" listesinin 119. sırasında Tuncay Güney yer alıyor. Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü’nün 11 Haziran 2008 tarih ve 2007/1536 sayılı yazısına göre Güney’in adli sicil kaydı bulunmuyor. Dava belgelerinde Tuncay Güney’in adı "firari şüpheli" olarak geçiyor. Ergenekon’un 28. ve 29.duruşmalarında tanık olarak dinlenmesine ve Kanada’da da ifadesinin alınmasına karar verildi. İddianamede tanık yapılmamasına bir anlam veremememişti, en azından tanık olmayı umuyordu. Oysa Savcı Zekeriya Öz, Ergenekon soruşturmasını Tuncay Güney'in 2 Mart 2001'de İstanbul Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi'nde verdiği ifade ve teslim ettiği bazı belgelere dayandırıyor. 4 Aralık’taki Ergenekon duruşmasında Güney’in terror örgütü üyesi olup olmadığının araştırıldığı ortaya çıktı. Güney, ‘kimseye kurşun sıkmadım, elimde kan yok, Türk adaletine güveniyorum’ diyor. Elinde kan olmadığına inanıyorum. Güney, kimseyi öldürecek bir kişilik değil, sünepe biri. Tuncay Güney'in beyanına göre, "Ergenekon'un Yeniden Yapılandırılması" belgesi, Bilecik'te Veli Küçük, Doğu Perinçek, Suphi Karaman, Hasan Yalçın ve Deniz Bilge tarafından hazırlandı. "Lobi" belgesi General Veli Küçük'ün talimatıyla Doğu Perinçek, Ümit Oğuztan, Adnan Akfırat tarafından kaleme alındı. Genelkurmay sitesinde yer alan 27 Nisan 2007 tarihli bildirge, "Genelkurmay'daki Aydınlıkçı subaylar tarafından yazıldı. Genelkurmayı dinleyen kulak davasında yargılanan, Eski Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Bülent Orakoğlu, bunu ‘İhanet Çemberi’ adlı kitabında ve televizyon konuşmalarında dillendiriyor. Tuncay Güney'in yedi yıl önce ifadesini alan o zamanki İstanbul Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi Müdürü Adil Serdar Saçan, bir yıl boyunca yürütülen izleme ve araştırma sonunda somut hiçbir kanıt elde edilemediği için, DGM Başsavcılığının soruşturmayı bitirdiğini Hürriyet gazetesine açıkladı (Hürriyet, 31 Ocak 2008). 

Çünkü belgeleri örten, soruşturmayı örtbas eden Saçan, Ergenekon’un İstanbul emiri Sedat Peker ile ortak çalışıyordu. 
Ergenekon operasyonlarıyla birlikte başlatılan Güney dezenformasyonuna Aydınlık gazetesi tarafından yayımlanan tüm nüshalarda devam etti. Tuncay Güney, bu iddialara karşılık, bana şu cevabı gönderdi: 

“İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Avukat Mehmet Cengiz’in açıklamasıyla oluşturulan ‘Ergenekon Savcısı, Haham Tuncay’ı Türkiye’ye kaçak soktu!’ başlıklı Aydınlık gazetesi sayısı gösteriyor ki, İşçi Partisi avukatı Nusret Senem ütopyada yaşıyor, hayal aleminde geziyorlar. Benim Türkiye’ye kaçak olarak geldiğimi iddia edenler, ellerinde bir delil varsa ortaya koysunlar. Ben 7 yıldır Türkiye’ye gelmedim. Uluslararası havacılık şirketlerinden havalanından benim Türkiye’ye girişim var ise ispatlasınlar. Susurluk’taki görevlerinin altında kalan ‘İhbarcı Parti’ İşci Partisi, Susurluk’daki karanlık ilişkilerinin ortaya çıkmaması için bana karşı saldırı yapıyorlar. İşci Partisi’nin illegal olan örgütü Türkiye’de bombalama eylemlerini nerede yaptılar? Nusret Senem bunu açıklasın. İşci partisine emekli askerler nasıl yollandı? Ve bu partide görev aldılar? Bilgi kirliliğine karşı Türkiye Avukatlar Barosu’na başvuru yapacağım. 

Ve hakkımı aramak için hukuki yolları çalıştıracağım. Türk adaletine güvenmek istiyorum. Türkiye’de bu yalan haberlere karşı hukuk ve adalet bakanlğının hiç bir ceza maddesi işlemiyor. 

Ayrıca pasaportum ve nüfus cüzdanımda adım Tuncay Güney’dir. Tuncay Güney İpek değildir. Böyle bir kimliğim asla olmadı. Böyle bir kimliğim var ise, bunu ispatlamaya davet ediyorum. Tuncay Güney İpek ismi , ‘İhbarcı Parti’nin ütopya, hayal aleminden doğan bir yalandır. Ben diyorum ki, yalanın babası şeytandır. Türkiye’de Perinçek ‘Şeytan’ın ‘Şeyhi’dir. İşci Partililer Doğu Perinçek adlı şeyhlerinin güdümünde olan ‘lokal beyinliler’dir. Nevzat Yılmaz, Aydınlık dergisi nin ve 2000’e Doğru dergisinin arşivinde çalışan birisidir. Türk İstihbarat yetkilileri araştırsın. Bir ara askere giden Nevzat, askerlik görevi bitince de dergide çalıştı. Bu kişi, Mecidiyeköy’de dergi arşivinde idi. Taksim Deva Çıkmazı adresine taşınınca da dergide çalıştı. İşci Partisi, kendi çalışanlarını ‘yalancı şahit’ olarak sunuyor. Nevzat Yılmaz, Veli Küçük’e giderek dosyaların fotokopisini çekmekle görevli arşivcidir. Ve bu dosyaları Ferit İlsever ve Adnan Akfırat’a verirdi. Onlarda Veli Küçük’ün kuryesine verirdi. 

İşci Partisi avukatı Nusret Senem ve Emcet Olcaytu benle irtibata geçip, ‘bu verdiğin ifadeleri yalanla’ diye işbirliği istediler. Toronto’daki elemanlarına benim cevabım şu oldu: Nusret Senem ve Emcet abi seni aracı koymasın. 
Kendileri beni arasın dedim. Ben bu işbirliğine olumlu cevap vermediğim için bana böyle saldırı yapıyorlar. 
Yalancının mumu yatsıya kadar yanar. İhbarcı partinin mumu ikindiye kadar bile yanmıyor. Canlı yayına davet ediyorum İşci partilileri. Nusret Senem bir şey bilmez. 

Muhatabım Şule Perinçek’tir. Şule Perinçek ile canlı yayına çıkalım. Diğerleri cezaevinde. Televizyona çıkamaz. Şule hanımı canlı yayına davet ediyorum. Kanunsuzluğun maddesi’ni öne süren ihbarcı partiye diyorum ki; doğru Türkiye’de bir kanunsuzluk var, o da sizin halen partinizin ve karanlık bombalama eylemlerinizin ve Türkiye’yi kaosa sürüklemek için yaptığınız cinayetlerin soruşturulmamasıdır. Sorgu yaptığınız, işkence yaptığınız gençlerin hesabını soracak bir mekanizma olmamasıdır. PKK’yı uluslar arası camiaya bunlar ‘ulusal kurtuluş’ mücadelesi yapıyor diyerek sundu. PKK’yı bu şekilde tanımlayan raporlarınız ve yayınlarınızdan dolayı hesap sorulmaması kanunsuzluktur. Doğu Perinçek, hangi ülkenin diplomatlarına verdiği rapor ve sunumda, ‘Abdullah arkadaş, gelmiş geçmiş en büyük Kürt önderidir. Kürt 
Hareketi’nin sonu Mahabat cumhuriyeti gibi olmamalıdır. Bu Abdullah arkadaşın mücadelesine destek olmalıyız’ diye yaptığı konuşma metninden dolayı hesap sorulmuyor ise, evet bu kanunsuzluktur… 

Doğu Perinçek, Yunan genarelle olan ilişkini açıkla. Ve PKK kamplarına ziyaret etmesini sağladığından dolayı aldığın teşekkür mektubunu açıkla. Avrasya Konferans’ında Rus lider Vlademir Putin’in ekibinin size yaptığı dedektiflik teklifini açıkla. Avrasya Konferans’ındaki masrafların Ulusal Sanayici İşdamları Derneği Başkanı Kemal Özden’e kim parayı aktardı? 

Bu konferansın masrafları partinize ve ulusal işadamları tarafından otellere nasıl ödendi? Hangi ülke Avrasya konferansının masraflarını ödedi? 
‘Kanunsuzluk var’ diyen İşci Partisi yetkililerine: ‘What dedin, Gülüm’ diyorum. Refah partisi Güneydoğu’da oy patlaması yapacak endişesiyle savcıların RP’ye dava açması için Refah partisi ve PKK bayraklı bir yaprak broşür, hangi ‘Beyaz’ Hoca tarafından basıldı? Ve bunlar Güneydoğu’da insanların evlerinin, işyerlerinin kapısından atıldı. Ankara’da sayın Ecevit’e de bu bayrağı kim getirmişti? Karanlık şebekenizin çökmemesi, evet kanunsuzluktur. 

Ben ve iki Türk arkadaşımla beraber Toronto’da bir Türk restorantına gittik. İşci Partili bir genç öğrenci olarak Toronto’da üniversitede okuduğunu söyledi. Görüşmek için Türk restoranatında Bloor-Yonge’da buluştuk. Nusret Senem’den mesaj getirdiğini söyleyen genç, ‘Atatürk devrim kanunları, elbette bir gün uygulanacaktır’ dedi. ‘ABD’nin TSK’ya ve İşci Partisi güçlerine karşı bu oyununu siz bozabilirsiniz Tuncay bey’ diyerek ‘milli’ ve ajitasyonla dolu bir konuşma yaptı. En son sözü, ‘Sana işkence yapanlar Adil Serdar Saçan değil Fethullahcı 
polisler’ dedi. Benim cevabım ise, ‘Gözlerim açık iken tokat atan ve küfür eden Adil Serdar idi’ dedim. Ve Nusret Senem ile Şule Perinçek gelsin buraya dedim. Seni niye yolluyorlar? Asıl İP’in maskesi düştü dedim. Ve bu görüşmede yemek parasını ben ödedim. Teşekkür etti. Dedim ki, ‘bak Yahudilerin ve CIA’nın parası senin de boğazından geçti’ deyince konuşmaya şahit olan restorantın sahibi Mehmet bey kahkahayı attı. 

Tuncay Güney 
2 Ekim 2008” 

Ergenekon iddianamesinde, savcı Zekeriyya Öz’ün bazı bölümlerde Tuncay Güney'i İpek soyadıyla anması Aydınlık'a malzeme oldu. Güney'in bir Sebataycı ailesinden geldiğini ispatlamak için kullandığı sanılan bu soyadının, MİT tarafından Güney’e verilen bir kod isim olduğu 26 Kasım 2008’de Sabah’ta yayımlanan belgeyle ortaya çıktı. 

Sabah, Ergenekon iddianamesinde adı “şüpheli” olarak geçen ve daha önceki ifadeleriyle iddianameyi epeyce besleyen Tuncay Güney’in Milli İstihbarat Teşkilatı’nda (MİT) çalışmış olduğunu bir belgeyle duyurdu. MİT’in 
yanıtı, “belge doğru” ama “Güney, kayıtlı bir haber kaynağı değildir” oldu. 
MİT ayrıca, geçmişte Mehmet Eymür’ün yönettiği Kontrterör Dairesi’ni de kötüleyerek “Kuruluşu ve işleyişi tartışmalı bu daire 1997’de MİT şemasından çıkarılmıştır” deyip hem eski bir birimini evlatlıktan reddetti, hem de “Güney, Eymür’ün adamı” demeye getirdi. Bu açıklamanın üslubu şaşırtıcıydı ama içeriğinde bir yenilik yoktu, zira Güney’in, 2001’de verdiği ifadede, 1990’larda “Mehmet Eymür’ün adamlarına düzenli olarak bilgi aktardığını” ve “Eymür’ün teşkilattan tasfiye olmasının ardından MİT’le aktif ilişkisi kalmadığını” 
söylediği biliniyordu. 

Tuncay Güney’in ısrarla söyledikleri de aynı doğrultudaydı. MİT adına Ergenekon ve JİTEM’e sızdığını ima ediyordu, ancak Eymür’ü ve yardımcısı Yavuz Ataç’ı tanımadığını anlatıyordu. Eymür’e değil, “Eymür’ün adamlarına” istihbarat aktardığı yönündeki ifadesinin arkasında duruyor ve gizemli bir şekilde, “Ben konuşmadım, sadece konuşanlara cevap verdim. Ama birileri bana verdiği sözde dursun” diyor. (Çongar, 2008). 

Mehmet Eymür ise, Güney’i tanımadığını söylemek dışında ayrıntı vermekten kaçınsa da, İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Ergenekon sanıklarının avukatı Ceyhan Mumcu’ya atin. Org web sayfasından hitap eden şu sözleriyle gazetelerin birinci sayfalarındaydı: “Tuncay Güney yetenekli birisi. Ekibinize başarılı biçimde sızmış. Zokayı fena yemişsiniz.” Tuncay Güney, "MİT elemanı mısınız?" sorusuna "MİT ile karşı karşıya gelmek istemem. 
Çalışmalarını MİT yasası gereği anlatamam. MİT çok saygı duyduğum bir kurumdur" sözleriyle geçmişte MİT’e çalıştığını ima etti. Tuncay Güney’in MİT’in kayıtlı haber elemanı olmaması, MİT’e muhbirlik yapmadığı anlamına gelmiyor. Asıl tuhaf olan, MİT’in kendi kurduğu, bir süre bünyesinde barındırdığı, yararlandığı Kontrterör Dairesi hakkında böylesine dışlayıcı bir dil kullanmasıydı. 
Davayı bulandırmak isteyenler vardı. Yargı, teşkilattan Tuncay Güney’le ilişkisini sorunca, daha cevabı gelmeden bu belgeyi yayımlatmak yoluyla teşkilatı sıkıştırmak isteyenler olabilirdi. Kontrterör Dairesi’nin teşkilat içinde çok rahatsızlık yarattığı doğruydu. Teşkilat bunu açıklayarak, Tuncay Güney hakkında soru işareti yaratmaya yönelik kampanyanın kendisine de bulaşmasını önlemek istemişti. En sert tepkiyi veren eski MİT'ci Mahir Kaynak'a göre, Tuncay Güney ile Ergenekon davası sulandırılmaya çalışılıyor. MİT'in küçümsendiğini, böyle bir davada gerçekleri ortaya çıkartmak için ‘küçük bir MİT muhbiri ‘  gözüken Güney'e ihtiyaç olmadığını savunan Kaynak, Güney'in ‘dezenformasyon aracı’ olduğunu öne sürdü. 
MİT'de ona bağlı çalıştığı ileri sürülen Mehmet Eymür, ne Tuncay Güney’i nede babası Ali Güney’i tanıdığını defalarca söyledi. 3 Aralık’ta ise fena patladı: " Tuncay Güney, Eymür"ün elemanıymış!. Bekledim, Herkes içini boşaltsın diye, Hayretle, ürpererek, üzülerek bekledim. İhanet, cehalet, fabrikasyon, sulandırma, yönlendirme, ön yargı, hepsi birden el ele. Hepsi birden bir süre sonra eriyecek koca bir kartopu gibi. Desteksiz, manasız, insafsızca atıyorlar, Bir uzman edasıyla… Neden, niçin ve ne söylediklerini bile bilmeden. Tuncay Güney"i tanımıyorum. Doğrudan ve dolaylı hiç bir ilişkim olmadı. 

6 .CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 4

ERGENEKON UN.,  KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 4


Güney, güya gay’lik iddialarını başlatan benden, intikam almak için Kanada’da yayımlanan Kürt gazetesi Yeni Hayat’ın, Mart 2008 nüshasında -yukarıda Hasan Yılmaz’ın bahsettiği tarzda- çirkin üslupta, bel altından vuran bir yazı yazdı. Resmen savaş açan bu yazıya, yanıt vermedim. Gazete, Kürt toplumundan büyük tepki aldı. 
Kürtleri yargısız infazlarla öldürdüğü militan Kürtler, özellikle de PKK’lılar tarafından bilinen, Ergenekoncuların içinden geldiği izlenimini veren Güney’i protesto ettiler. Gazetenin editörü Süleyman Güven, Nisan nüshasında özür dileyeceğini belirtmesine rağmen, Güney ile röportaj yaptı. Ancak Güney’i 
jenerikten çıkardı. Yayın danışmanı unvanını sildi. 

Canada Türk editörü Hasan Yılmaz, Güven’in bu tavrını dile getirince, özür dilemek zorunda kaldı ve Güney ile ipleri kopardı. Çünkü PKK ve militan Kürtlerin yayın organları, yıllardır bangır bangır, JİTEM’in cinayetlerini 
Ergenekon’un işlettiğini yazıyordu. Bu çevrelerden gelen Güven, Güney’i gazeteyi kurarken danışman almasının hata olduğunu çok geç fark etti. İltica davasında Güney’e yardım eden, zaman zaman tercümanlığını yapan Güven, 
Güney ile ilişkisini tamamen bitirdi. Güney’in kendisini kullandığını, dost meclislerinde sık sık ifade etti. PKK’yla bir geçmişi olmadığını iddia eden Güven, beni Taraf gazetesine şikâyet etti. Çünkü Taraf’ta köşesi olan Emre 
Uslu, 27 Nisan 2008’deki yazısında, Güney’in bir “dezenformasyon olup olmadığını” benim web sayfamdaki bilgileri kaynak göstererek, sorguladı. Uslu, Güven’in Kanada’da PKK’lıların iltica hikâyelerini kaleme aldığını da vurgulamıştı. 

Güney, Yeni Şafak’tan Şaban Arslan ile başlayan, Saygı Öztürk ile devam eden röportaj ve haberler serisiyle birden bire meşhur oldu. Her gün şok iddialar ile başka bir medyada gündeme geldi. Sabah gazetesi, Toronto’ya özel muhabir gönderdi. 32. Gün ise özel bir program düzenlemek için 14 Ağustos 2008’de Toronto’da Kanada Türk Dernekleri Federasyonu Başkanı Nedim Düzenli’yi aradı. Güney’e benim aracılığımla ulaşmak isteyen Düzenli’ye söz konusu nazik durum nedeniyle red yanıtı verdim, Güney’in telefonunu vermedim. Bunun yerine 
çok yakından tanıdığı Ergenekon’un Kanada’daki ayağını aramasını salık verdim. 

32. Gün’deki konuşmasında “Kral Faruk yazıyor, medya alıntı yapıyor” diye, hakkımda sitemle bahseden Güney’in, kimi kast ettiğini elbette hiç kimse anlamadı. Güney ile ilgili her haberi, ve bilgiyi yakından takip ettim. Kim ne derse desin, Ergenekon’un ipliğinin pazara çıkmasında Güney’in çok büyük katkıları oldu. Güney’e, “senin yaptığını Çorumlu yapmaz!” diye, sitem etmiştim. 
O da “bir Çorumlu başka bir Çorumlu’ya böyle yapmaz, Faruk ağabey üzerime fazla gelmesin” diye, Hasan Yılmaz ile haber gönderdi. Ergenekon’u ortaya çıkaran gazeteci olarak Çorum’a heykelinin dikilmesi gerektiğini savundu. (Canada Türk, 2008) 
2008 Ramazan’ında, Kadir gecesi olduğuna inandığım gece Güney ile helâlleşmeye, barışmaya karar verdim. 

Aşağıdaki e-maili 22 Eylül 2008’de yazdım: 

“Tuncay, Bana kızgın olduğunu söyledi Hasan. Halbuki Çorumlu hemşerin olarak statü alman için hikayene yardımcı oldum bugüne kadar. Seni meşhur ettim. Daha ne yapayım? 

Neyse, yayınevim seni merkez alarak gerçek hayat hikayenle birlikte Ergenekonda ortaya çıkmayanlara değineceğim bir kitap istiyor. Bendeki bilgilerle yazarım, ama seninde katkın olursa daha gerçekci olur. 
Sen aileme sövdün, bak sana kin duymuyorum. Gel barışalım, haklarımızı helal edelim. Ergenekonun ortaya çıkmasında unutulmaz katkın oldu. Daha fazla bilgiler, deliller ortaya çıkmalı ki ceza alsınlar. Eğer kurtulurlarsa, Susurluk gibi olursa intikam alırlar. Bak aşağıdaki linke neler yazılmaya başlamış. (Yazıda Güney’in 20 Ekim 2008 Silivri duruşmasından önce MOSSAD veya Ergenekon tarafından öldürüleceği kehanetinde bulunuluyor) Elinde hazır yazılmış bir hayatın varsa gönder düzelteyim, sana son halini göstererek kitabı baskıya göndereyim.” 
Aynı gün, şöyle yanıt verdi: 
“Faruk; 

Ben zaten bir çok kimse tarafından meşhur olarak tanınıyordum. Kitabınızda yazacağınızı tahmin edebiliyorum. Ailen konusunda haklısın, fakat benimde haklı olduğum bir taraf yok mu? Senin bana saldırın çok çirkin ve ahlaksızca oldu. Ergenekon konusunda Türkiye bir adım bile atmadı ve atmıyordu. Tespitin doğru, Susurluk gibi olacak. Hayatımı ben doğru anlatsamda sen yazmazsın. Gerek yok, daha doğrusu güvenmiyorum. Siz Nurettin Veren’e ‘abi’ derken, ben Nurettin'in kim olduğunu tanırdım. Helalleşme konusunda ben de hakkımı helal ediyorum. Aydınlık dergisi senden alıntı yapmış. Ben onları aradım, Aydınlık senin yazını delil gösterdi. Ve annem o haberleri okudu. Bir annenin nasıl bir duygu içinde olduğunu anlıyabilirsiniz. Anneme karşı ne sıkıntı çektiğimi, onun nasıl hüngür hüngür telefonda ağladığını halen unutamam. Siz yazmaya ve 
gazeteciliğinizi yapmaya ve çirkin saldırılarınıza devam edebilirsiniz. Göndermiş olduğunuz ekteki link'deki yazıyı okudum. Böyle bir yazıyı ilk yazan ve öldürüleceğimi yazan ilk sizdiniz. Ne yapalım kaderde varsa sırlarımızla ölürüz. 

Saygı ve dostca, 
Tuncay Güney” 

Bende şöyle bir cevap yazdım: “Cevap için teşekkürler. Benden yana hakkın helal olsun. Ben hiç bir zaman öldürüleceğini filan yazmadım. Konuşana bir şey yapamazlar. Mevcut yapının tasfiyesini lider baron ve diğer baronlar ile askerlerde onaylıyor sanırım, JİTEM’in günahlarını yıkamak için günah keçisi lazımdı AB’ye girebilmek için. Şimdi mesele, JİTEM’in faili meçhullerini, kirli çamaşırlarını saçıp, bir daha böyle haltlar yemelerini engellemek olmalı. Bu nedenle deliller lazım. Asit çukurlarıyla ilgili Hasan’a bahsettiğin adresi İsveç’te yaşayan PKK itirafçısı Abdulkadir Aygan’da kitabında yazmıştı zaten. Ölüm kuyuları acilen ortaya çıkartılmalı. Aydınlık’ın ne kadar fesat ve çarpıtma haber yaptığını, işlerinin güçlerinin dezenformasyon olduğunu bilirsin. Küçük bir şeyi abarttılar, onu dostun Ayhan söylemişti. Ama haklısın, yazmam doğru değildi, bana yakışmadı. Annene çok üzüldüm, hakkını helal etsin. Yazı insanları hata yaparlar, kitapda telafi edeceğim. Bu arada davada senide sanık yapacaklardı, görüşümü polis istihbaratdan bir arkadaş telefonla aradı, sordu. Senin mağdur, kurban olduğunu, iki arada bir derede kaldığını söyledim. 

Medyada yer alan yalan yanlış değil doğru bilgileri verdim. 

Az daha Ergenekon üyesi sayacaklardı, sonra tanık yapacaklardı. Ama devam eden bir davan var biliyorsun, yapamazlardı. Ayrıca karşı taraf seni çok yıpratacak ve üzerinden davaya sulandırıp magazinleştirecek, çürütecekti. Sen görevini yaptın, verdiğin bilgilerin çoğu doğru ve davaya ciddi bir kamuoyu desteği sağladı. 
Herkes seni hafife alıyordu. Neyse. Eğer bilgi gönderirsen hayatınla ilgili kitaba koyarım, sen bilirsin. Bir ara Hasan’ın evinde BBQ yiyelim. Selamlar. Faruk.” Bu e-maile 23 Eylül 2008’de Tuncay’dan gelen cevap şuydu: 
“Faruk; Bana Ergenekon iddianamesinde yardımcı olduğunu söylüyorsun. Doğrusunu Allah bilir, ben samimi olduğunuza inanıyorum. 
Annem konusunda üzüntü duyduğuna inanıyorum. Fakat bu güne kadar Ergenekon konusunda hiç bir yalan söylemedim. Fakat polisteki ifadelere 
bakarsan çok karışık. Hiç bir şeyden anlamıyorlardı ve işkence gördüm. İşkence nedir; küfür, dayak, sabaha kadar kaliföre bağlama. Sen de Türk polisini biliyorsun. Adil Serdar Saçan işkence yaptı. 3500 dolar cebimde param vardı.  Adil Serdar mahkemeye sevk etti. El koymadı, hırsız demiyorum. Ama işkenceyi yaptı, küfürleri, anama küfürleri görmeliydin. Ben düşmanım olsa, PKK’lı da olsa işkence görmesin kardeşim diyorum. 
Ayhan’a gelince… Ayhan’ı Ottawa’daki büyükelçilikten Albay bana yolladı. Kızıldereli bir kızla evlenmiş kağıt için, kız sokağa atmış. 

Doğum günümde evime aldım. İlk iş olarak Ukraynalı Yahudi bir işadamının Wilson’daki ekmek fabrikasında işe soktum. Aynı evi sekiz ay paylaştık. 
Onun bana size söylediği dedikodu dışında çok kötülüğü dokundu. 

Ben onun ahlaksızlığını belden aşağı anlatmadım, anlatmamda. Derdi, ‘bende senin gibi maaş alayım, evde oturayım, beni de içinize sok.’ Bende ‘böyle bir 
şey yok’ dedim. Kavga buradan çıktı, adam bende evde oturayım diyor. 
Kanada’da çalışmak istemiyormuş. Cinsel olarak ben ona vurmadım, vurmamda. Neyse, bu da benim sorunum… Bir gün kahve içmek daha iyi. 
Arayabilirsinde. Bu e-maildeki iyi niyetin için teşekkür ederim. Belki bir gün hayatımı yazarsın heee… 
Güvensem anlatırım hayatımı size, sadece doğruları anlatırdım. Ama içimde halen bir burukluk var. Eşiniz hakkını helal etsin. 
Saygı ve Dostca, 
Tuncay Güney” 
Ve kitaplaşma süreci böylece hız kazandı. Kolay olmadı. 
Tuncay, hemen ardından İşçi Partisi’nin yalanlarına cevabını gönderdi, üçüncü bölümde okuyacaksınız. 
Elinizde tuttuğunuz mütevazı çalışmanın kısa öyküsü böyle. 

AYDINLIK’IN SAHTE TUNCAY GÜNEY BİYOGRAFİSİ.,

Ergenekon davası, Aydınlık gazetesini ve İşçi Partisi’ni yerle bir etti. ‘CIA ajanı’ diye nitelendirdikleri Güney’in aşağıdaki sahte biyografisini yazdılar, dezenformasyona alıştılar. Gerçek öyküye geçmeden önce, kamuoyunu yalan yanlış bilgilerle dolduran, bilgi kirliliğine yol açan bu iddiaları okuyalım: "Ergenekon Operasyonu -Tuncay Güney'in 2 Mart 2001'de İstanbul Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi'nde verdiği ifade ve teslim ettiği bazı belgelere dayandırılıyor. İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz de soruşturmayı Tuncay Güney'in ifadelerine göre yürütüyor. 

Adı: Tuncay Güney. Çorum'un Kargı ilçesi nüfusuna kayıtlı. 1972 doğumlu. 2001'de aldığı 10 yıllık ABD vizesiyle, 7 yıldır New York'ta yaşıyor. 

Tuncay Güney, CIA denetimindeki ‘New York Institutes’ adlı web sitesinin Genel Yayın Yönetmeni! Babası, Tuncay Güney çok küçükken ölüyor. Yetim ve yoksul. Çorum'da okurken İmam Hatip Lisesi'nde ‘ağabeyler’ tarafından fark ediliyor. İstanbul'a getiriliyor. Ünlü ‘babalar ve oğullar’ uygulamasına maruz kalıyor. 
Kişiliği yok ediliyor. Suç işleyecek bir makine haline getiriliyor. Irzına geçilerek eşcinsel yapılıyor. Önce İsmailağa dergahına yerleştiriliyor. Samanyolu televizyonunun kurulmasını sağlayan ekipte yer alıyor. O dönemde Samanyolu televizyonunda programlar yapıyor. 

Zamanın Başbakanı Tansu Çiller ve Bülent Ecevit'i bile programına konuk ediyor. 1993-1996 yıllarında Akşam gazetesinde muhabirliğe başlıyor. 1998 Ocak'ında yayın hayatına başlayan haftalık Strateji dergisinin haber koordinatörü görevini yürütüyor. 

Tuncay Güney'in o dönemde yaptığı eylemleri de kendi ağzından aktaralım: 
-Doğu Perinçek'in Bekaa kampında Abdullah Öcalan'la yaptığı görüşmelerin fotoğraflarını PKK'dan alıp MİT'e getirdim. Lübnan'da PKK'nın adamıyla buluşup, fotoğrafları teslim aldım, getirip teslim ettim. 
-Tansu Çiller ile Abdullah Çatlı'yı birlikte gösteren fotomontaj fotoğrafı DYP milletvekiline 2.5 milyar lira karşılığında sattım.” Aydınlık’a göre, Tuncay Güney, sekiz yıl önce, 2000 yılında CIA tarafından ele geçirilmiş, kendisine o zaman 
10 yıllık ABD vizesi verilmiş, uydurma ifade vermesi sağlandıktan sonra ABD’ye yerleştirilmiştir. Diğer saçma iddiaya göre Güney, Ergenekon operasyonu başlatılmadan hemen önce Türkiye’ye getiriliyor. İstanbul Kağıthane’de Yahya Kemal Mahallesi’ndeki eve gelip gittiği saptanıyor. (Aydınlık, 2008) 

Güya CIA’ya bağlı New York Institutes’ün Kanada’daki adresi 216 Westmount Ave, M6E 3M8, Toronto, O.N, Canada. Tuncay Güney’in sitesinin yan tarafında “Congregation Melech Yisrael” diye bir başlık var. 
Tıklayınca başka bir siteye geçiliyor. İsa’yı peygamber olarak benimseyen bağnaz bir Yahudi tarikatının resmi sitesi. CIA varsa, MOSSAD’ın bulunması olağan. (Aydınlık, 2008) 

Güney’in yayın yönetmenliğini yaptığı sitedeki makaleler CIA ve MOSSAD bağlantısını ortaya koyuyor. Bir başlık: “Ermeniler Türkler Tarafından Baltalarla Öldürüldü. “Anatolia College Müdüründen Sinirleri Altüst Eden Açıklama.” Kasım 1917 tarihli The New York Times’taki makale, Türkçe olarak yayınlanıyor: “Hükümet adamları Merzifon’un Ermeni mezarlığını da tarla gibi sürerek dümdüz ettiler ve oraya tohum ektiler. Bu yerde bundan böyle hiçbir Ermeni yaşamasın, ölmesin, gömülmesin diye. Anatolia College’de hiçbir Ermeni öğrenci bırakılmadı. Kentteki Protestan topluluğu 950 kişiydi. 900’den çoğu pastörleriyle birlikte katledildi. Bir uçtan öbür uca hükümet programıydı bu. Ermeni halkına karşı jenosit.” (Aydınlık, 2008) 

5 . Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***