ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 7
11 Haziran 2008, saat 11:52’de, elektronik ortamda Mernis’ten alındığı belirtilen belgede, "İşbu nüfus kayıt örneği İstanbul (CMK 250. maddesi ile görevli) Hazırlık Bürosu’na ibraz edilmek üzere düzenlenmiş olup başka amaçla kullanılamaz" ifadesine yer veriliyor. Belgenin ’Düşünceler’ bölümünde ise, "T.C. Emekli Sandığı Kurumu’ndan maaş almaktadır" deniliyor. Bu belgenin gerçekleri yansıtması için, Güney’in bir kamu kuruluşunda çalışarak ya da başka bir nedenle emekliliğe hak kazanmış olması gerekiyor. Ancak, ne Güney’in
açıklamalarında, ne de yazılanlarda bu konuda bir bilgiye rastlanmıyor.
Kayıtlara göre, 1 Mayıs 1988’de İstanbul’da işe başlamış görünüyor ve sicil numarası 18037730. Hürriyet gazetesinin haberine göre SGK’dan bir yetkili, MİT, JİTEM gibi istihbarat elemanlarının ve ismi devletçe gizlenen kişilerin kayıtlarının saklandığını, bunlara ilişkin emeklilik işlemlerinin de özel kurye ile gizli olarak yapıldığını ve bu gibi kişilere ait bilgilerin sadece getiren, işleyen yetkili kişilerde olduğunu bildirdi.
1972 doğumlu olan Tuncay Güney, 2001 yılında yurtdışına çıktığında 29 yaşındaydı. Bu yaştaki bir kişinin kamu kuruluşlarında çalışmış olsa bile emekliliğe yetecek süreyi bulabilmesi mümkün gözükmüyor. Yürürlükteki
sosyal güvenlik mevzuatına göre bu yaştaki bir kişinin emekli veya yetim aylığı alması olanağı bulunmuyor.
Güney’in emekli aylığı aldığına ilişkin kurumda bir kayıt yok. Tuncay Güney’in gazi, özürlü ve yetim aylığı aldığına ilişkin bir kayıt da bulunmuyor. Emekli Sandığı kayıtlarında, Çorum ili, Kargı ilçesi nüfusuna kayıtlı Tuncay Güney adlı bir kişi bulunmuyor. SSK ve Bağ- Kur’dan aylık alanlar arasında yapılan araştırmada da, Tuncay Güney’in emekli maaşı aldığına dair bir bilgiye rastlanmadı. Güney’in, Sosyal güvenlik kurumları nezdinde, iş kazası-meslek hastalığı gibi çok istisnai durumlarda emekli olduğuna dair bir iz bulunamadı.
Mernis’ten alınan belge sahte ise akla şu soru geliyor: Savcı iddianame eki olarak, 398. klasöre bu yazıyı niçin koydu? Bir yetkili, bu duruma ilginç bir açıklama getiriyor: "MİT’tense, kayıtta gözükmez." (Hürriyet, Ağustos 2008)
Güney’in Konut Edindirme Yardımı’ndan (KEY) 42 YTL alacağı var. KEY kesintileri 1988–1994 tarihleri arasında yapıldığına göre, Güney’in KEY alacağı nasıl oluşuyor? Çünkü Güney, iş hayatına SSK iştirakçisi olarak başlıyor.
SSK kayıtlarına göre Güney, -oldukça erken yaşta- 16 yaşında sigortalı oluyor. Sigortası 1988’de başlıyor, -kısa dönemli boşluklar hariç- 1994 yılına kadar devam ediyor. Güney, 6 yılda 5 işyeri değiştiriyor ya da girdi çıktı yapılıyor.
Güney, Aralık 1994 tarihli mahkeme kararıyla (22 yaşında) Rabia Güney adlı eşinden boşanıyor. Boşanma vakasında 40 gün önce (31 Ekim 1994) işten çıkıyor. Güney, bu tarihten sonra, 5 yıl sırra kadem basıyor. Ne, Bağ –Kur, ne SSK, ne de Emekli Sandığı sistemine girmiyor. 1999 yılında, Güney yeniden işe giriyor ve sadece 27 gün sigortalı çalışıyor. Tabii, sonra yine işten çıkıyor. SSK kayıtlarına göre Güney, 1988–1999 döneminde 1.433 prim gün sayısı ödeme yapmış durumda. Yani emekli olabilmesi için gereken şartların, çok uzağında
kalıyor. 1999’dan sonraki iki yılını Emekli Sandığı’nda geçirdiğini varsaysak bile emekli olma şansı yok. Bu durumda, ihtimâller silsilesine, Savcının maddi hata yapmış olabileceği gerçeğini de eklemek gerekiyor. Diğer taraftan, Güney’in devletten emekli olma ihtimâli ise çok az. (Çelik, Ağustos 2008). Babasının ölümünden sonra, 1986’da bağlanan yetim maaşı, Güney’in, 1 Ekim 1992’de çalışmaya başlamasıyla kesildi.
NASIL GAZETECİ OLDU?
Güney’in 1990'lı yılların ortalarında Türk basınındaki maceraları son derece ilginç ve renkli bir öyküye işaret ediyor. İddianamenin ekinde yer alan ifade
tutanağına göre, Güney gazeteciliğe Sabah gazetesinde “ofisboy” olarak başlıyor. Güney'in ifadelerine göre, 1980'li yılların sonunda Pertevniyal Lisesi'nin akşam bölümünde öğrenciyken matematik öğretmeni Ali Kuru kendisini Sabah gazetesinde Tevfik Yener'e gönderdi ve Yener'in yardımıyla “ofisboy” olarak işe başladı. Daha sonra aynı gazetenin eklerinde çalışmaya başlayan Güney, Yener'in Amerika'ya gitmesinden sonra, işten çıkarıldı. Bu süreçte birkaç ay işsiz kaldığını anlatan Güney, Tevfik Yener'in Amerika'dan dönüp Milliyet gazetesine dışarıdan bir magazin dergisi hazırlamaya başlaması üzerine, bu ekte teknik bölümde grafiker olarak görev aldı. Yener, Amerika'ya gidince yeniden işsiz kaldı. İfadesinde bu süreci şöyle anlatıyor: “Tevfik Yener, Neşe Karaböcek’in kocası oluyor, onun da oğlu Hasan Yener, bizim okuldaydı.
Benim yanımda da söyledi…
Babanla görüşmem lazım dedim… Babası okula geldi, efendim beni böyle odasında tanıştırdı. Adam bana randevu verdi, Mecidiyeköy’deki Sabah gazetesindeki bürosuna gittim.
Sabah gazetesindeki bürosunda ofis boyluğunu yapıyordum getir götür işleri… Orada bir buçuk ay, Mecidiyeköy’deki o büroda çalıştım. Sabah’ın eski binasında. Oradan İkitelli’ye yeni taşınmıştı, ilk taşınan Sabah’tır ikitelli’ye… O zaman teşvik fonundan… o binada görevi magazin sayfası yapıyordu Melodi, TV Ekran diye bir dergiyi ilk kez Sabah ek olarak verdi. Ben TV Ekran ve Melodi’de çalışıyordum. Spora hiçbir yatkınlığım olmadığı için orda spor işlerinden anlamadığımdan adam gazete içinde bu tarafta beni görevlendirdi. İşte arşivden şu sanatçının resmini getir, şunun bunun getir götür işlerini yapıyordum. 850 bin lira maaşla beni işe aldırttı.” Türkçesi çok bozuk olan Güney’in, halen düzelmeyen bu kıt Türkçe ile, nasıl gazetecilik yaptığı bir muammadır.
Zayıf Türkçesiyle anlatıyor:
“Sabah gazetesinde iki buçuk üç yıl olmadı. Son dönemlerde bütün masalara bilgisayarlar koymuşlardı bilgisayar falan da öğreniyordum o zaman. Bütün yazıları muhabirler bize getiriyordu. Ben yazıyordum falan, onlar bu polis muhabirleri sırada beklememeleri için bana Capişonlar getirirlerdi falan… Çünkü tak tak yazmaya çalışan bendim, yani bütün servisin üç beş adamı vardı. Sonra Tevfik Yener karısına kaset çıkarmak için Amerika’ya gitti. Ondan iki ay sonra bizi çıkarttılar Sabah gazetesinden. Gazetecilikte biliyorsunuz şef çıkınca
herkesi çıkartırlar, başka bir ekip getirirler. Günaydın’dan Ergin Sevigen diye bir adam geldi. Ben oradan çıkınca boş kaldım. Ondan sonra Tevfik Yener’in Milliyet’e geldiğini öğrendim. Bir gün Yener’e gittim Milliyet’e Cağaloğ-lu’ndaki bürosuna. O dedi ki, gel dedi biz dedi buraya başladık burada çalışacağız. Milliyet de ek veriyor, magazin eki veriyor. Milliyet için dışarıdan hazırlanan bir magazin ekinde (Oskar) teknik sorumluluk üstleniyor Tuncay. TV Ekran orada da benim künyede adım grafiker diye yazar, ben de onun bütün yazılarını geçiyorum. Tevfik bey insanların böyle önünü açmak için onlara etiket verir, her zaman için genç insanları orada şey yapmak için… Orada bir buçuk yıl kadar çalıştım, en son çıktığımda altı milyon iki yüz elli bin lira maaş alıyordum.”
Ardından, Samanyolu televizyonunda çalışmaya başlıyor. O dönemde albay rütbesinde olan Veli Küçük’ün yönlendirmesiyle Akşam gazetesine geçiyor. Güney, burada Behiç Kılıç ve Selahattin Sadıkoğlu'yla birlikte Küçük'ün Akşam'daki gözü kulağı oluyor. Güney, 1994'de kuruluş aşamasında olan Samanyolu TV'de kısa sürede iyi bir çevre edinir. Samanyolu muhabiri Ayhan Kılıç ile bir yılı aşkın süre aynı evi paylaştı. Güney'in iddiasına göre, Harp Okulu'ndan bir öğrenci, emekli Albay Necabettin Ergenekon onu Veli Küçük ile
bu sırada tanıştırıyor. Ancak Albay Ergenekon 1982'de emekli olduğunu belirterek, "Güney'i tanımadığını" söylüyor. Oysa Güney, bu ismin kendisini şu anda Ergenekon örgütü liderlerinden olmakla suçlanan, emekli jandarma tuğgenerali Veli Küçükle tanıştırdığını da iddialarına ekliyor. "Ben bir tanışma manyağıyım" diyen Güney, 20'sinde bir gençten beklenmeyecek ilişkiler kurmaya da böyle başlıyor. Güney, hakkında “JİTEM'ci, MİT'çi” gibi dedikoduların çıkması üzerine 7 ay sonra STV'den ayrılmak zorunda kalıyor. STV'de çalışırken
Ayşe Önal'ı Veli Küçük ile tanıştırması, Güney'in Küçük ile tanışırken STV'de çalıştığını doğruluyor. Güney'in bundan sonraki durağı, milliyetçi çizgideki Tercüman gazetesi. Güney'e bu işi Veli Küçük ayarlıyor. Çalışma şartlarını beğenmeyen Güney, yeniden Küçük'e gidiyor. Küçük de Güney'i HBB televizyonuna gönderiyor. Güney, burada “Küçük'ün adamları olduğunu” iddia ettiği Behiç Kılıç ve Selahattin Sadıkoğlu ile tanışıyor. Güney'in medyadaki en etkin dönemi de böylece başlıyor.
Güney'in iddialarına göre Behiç Kılıç ve Selahattin Sadıkoğlu, tam o sırada Küçük'le bağlantılı olarak Akşam gazetesinde bir operasyon yapmaya hazırlanıyorlar. Güney de bu ekiple birlikte Akşam gazetesine geçiyor.
Güney'in iddiasına göre, “Akşam gazetesi sahibi Mehmet Ali Ilıcak, tamamen Veli Küçük tarafından yönlendiriliyordu.” ( Şardan, Tahincioğlu, 2008). Gazetede, kimlerin tasfiye edileceği konusunda da son kararı Veli Küçük veriyor ve yine Küçük'ün yönlendirmelerine göre başka gazetelerden transferler yapılıyordu. Gazeteye gelen haberlerin belgeleri de yayımlanmadan önce Veli Küçük'e gönderiliyordu. Güney, haber sıkışıklığı çektiklerinde de Veli Küçük'ün kendilerini Doğu Perinçek'e yönlendirdiğini ileri sürüyor Güney, Akşam gazetesindeki süreci ifadelerinde şöyle anlatıyor: “Bir ay gazeteye geldiğimiz fark edilmedi, oturduk hep gizli toplantılar yapardık. Kimleri çıkartacağız, kimleri tasfiye edeceğiz, kimler birinci sayfayı yapacak... Bunları kurardık, fakat bunları Veli Komutan kendi kurardı (...) Akşam gazetesinde biz toplantılar yapıyoruz, bunları
tasfiye hareketi için Ayşe Önal'ı, hepsini çıkartmak için... Mehmet Ali Ilıcak tamamen Veli Albay'ın kucağındaydı... Veli Komutan, Behiç Kılıç daha doğrusu bütün hep kendi adamlarını hepimiz oralara yerleştik. Arslan Bulut'u getirdik.”
Güney, ifadelerinde Akşam macerasının nasıl sona erdiğini anlatmıyor.
FOTOMONTAJ SKANDALI VE FOTO RAF HIRSIZLIĞI
Güney'in gazetecilik kariyerinde kuşkulu durumlar var. 1995'te Akşam gazetesinde çalışmaya başladığını belirten gazetenin o dönemki yayın yönetmeni Behiç Kılıç, "Tuncay ajan muhbir olarak kullandığımız bir elemandı, muhabir ya da gazeteci olarak değil. Aşağılamak için söylemiyorum ama teşbihte hata olmaz: 'Bir ava giderseniz, yanınızda sadık, avcı, rehber köpeğiniz vardır. Avı alır, getirir. Taşıyıcı' olarak kullanırsınız. Biz de Güney'den taşıyıcı olarak yararlandık. Eğitimsizdi, haberi yazamaz ama anlatırdı" diyor. "Bugün çalışmak istese yine işe alırım. Kimlik zaafına rağmen" diye de ekliyor. PKK terörünün yoğun olduğu o dönemde, Güney Irak'ın kuzeyinden haberler taşımış. "Güney'i karşılıklı kullanmışız, biz de gazete olarak kullanılmışız" diyen Kılıç'ın verdiği bir bilgi çok ilginç: "Güney, arşivden aldığı birtakım fotoğraflarla dönemin Başbakan'ı Mesut Yılmaz'ı Susurluk skandalının baş kahramanlarından Abdullah Çatlı'yla yan yana gösteren bir fotomontaj olayına karışıp, ardından da Yılmaz'a muhalif bir milletvekiline 5000 dolara sattı." Buradaki pek çok çalışma arkadaşı, Güney'in "asla haber yazacak bir birikimi olmadığını" vurguluyor. Güney'in o dönemde yazı işleri müdürlüğünü yapan Arslan Bulut ise "Hem Veli Küçük hem de Mehmet Eymür ile bağlantılıydı" diyor, "Güney'in jandarma ve MİT ile ilişkileri vardı. İstihbarat arşivciliğine yönelmişti. Kim yetiştirmişse ona bu işi çok iyi öğretmişler." Bulut, Güney'in ilginç bulduğu çalışma yöntemini de anlatıyor: "Getirdiği haberlerin bir kısmı yönlendirmeydi, Türkiye'nin lehine mi aleyhine mi olduğu pek kestirilemezdi. Büyük kısmım bizzat kendi üretiyordu. Gazeteden sık ayrılmazdı. Tamamen tahmine dayalı ilişkileri, masa başında, şema çıkararak, şekiller çizerek kuruyordu. İstediğimiz bir belgeyi, raporu ele geçirmesi beş dakikasını alırdı." Ancak Bulut, sol eğilimli bir terör örgütü tarafından tehdit edildiği bir dönemde, işe gelip giderken Güney'in kendisini yalnız bırakmayıp eşlik ettiğini de anlatıyor. (Gümüşel, 2008).
1996’da karıştığı fotomontaj skandalı ve foto hırsızlığı Güney’in medyadaki imajını sıfıra indirdi. Güney, ifadelerinde Mesut Yılmaz ve Abdullah Çatlı'yı yan yana gösteren montaj fotoğrafı DYP milletvekiline nasıl sattığını da değiniyor. Birkaç medya kuruluşuyla görüştükten sonra temasa geçtiği milletvekiline fotoğrafı o zamanın parasıyla 5 milyar TL'ye (5000 YTL) sattığını anlatan Güney, fotoğrafların fotomontaj olduğunu bilmediğini de iddia ediyor.
Güney, “Taksim'de The Marmara Oteli'nin ikinci katında görüştük adamla, fotoğrafın bir tanesini adam gördü, bu fotoğrafı gördükten sonra şey yaptı, para yanlarındaydı zaten. James Bond kahverengi bir çanta, içerisinde Halk Bankası dekontlu 5 milyar (5000 YTL) vardı” diyor. Behiç Kılıç, Güney'i nasıl tanıdığını bir röportajında şöyle anlatıyor: “Güney'i, 1995-96 yılları arasında vekâleten Akşam gazetesinin genel yayın müdürlüğünü yaptığım dönemde işe aldım. Güneydoğu ve terörle ilgili ilginç söylemleri vardı. Eğitimi yoktu. Ancak, duyduğu bilgileri
getirip bize anlatırdı (...) Mesut Yılmaz'ın, Abdullah Çatlı ile aynı karede görünen bir fotoğrafının olduğu bilgisi geldi. Fotoğraf, o dönemin Afyon milletvekiline 5 bin dolara satılmıştı (...) Araştırmalarımızda fotoğrafın Tuncay Güney tarafından Afyon milletvekiline 5 bin dolara satıldığını öğrendik. Kendisini çağırdım. Ancak, niye çağırdığımı arkadaşlarından öğrenmiş olmalı ki bir daha gazeteye gelmedi.” (Kesler, 2008)
1995-1996 yıllarında Akşam gazetesinde muhabirlik yaparken, arşivinden fotoğraf çalıp Radikal'e satan Tuncay, masabaşı röportajları ile ünlüydü. Barzani ve Talabani ile yapılmış masabaşı röportajları bulunuyor. Tuncay Güney'i tanıyan Akşam yazarı Rıza Zelyut: "Behiç Kılıç (gazeteci), diyor ki: 'Tuncay; sersem sepelek bir tipti. Bize Amerikan Elçiliği'nden, bazı askerlerden güya haberler getirirdi. Belliydi ki isteyen istediği gibi kullanıyordu…’ Güney'in Akşam gazetesinin arşivinde bulunan ve kazada hayatını kaybeden Abdullah Çatlı ve Özel Harekat Daire Başkanı İbrahim Şahin'i aynı karede gösteren fotoğrafı Kanal D'ye sattığıda biliniyor. Gazeteci-yazar Behiç Kılıç, Tuncay Güney'i Akşam gazetesine aldığı için epey suçlandı. Şunları yazdı:
“Yaptığı işlerden dolayı işin sıkıntısını çeken ve suçlanan da benim.
İş adamlarında şantaj için servis kurmuşum. Bunların yanıtları o dönem çalıştığım gazete sayfalarındadır. Bu kişinin Akşam gazetesinin arşivinden bir fotoğrafın çalınarak (Abdullah Çatlı'nın İbrahim Şahin ile birlikte halay çektiği fotoğraflar) Kanal D'ye satılması olayından sonra işine son verildiğini biliyorum. Bu kişinin televizyon programında ileri sürdüğü şeyler tamamen yalan.”
Güney'i, 1995-96 yılları arasında vekâleten Akşam gazetesinin Genel Yayın Müdürlüğü'nü yaptığı dönemde işe alan Kılıç, ilk defa Güney’i Tercüman gazetesinin İdare Müdürü'nün yanında tanımış. Şöyle anlatıyor:
“Güneydoğu ve terörle ilgili ilginç söylemleri vardı. Daha sonra benden iş istedi. Ben de Mehmet Ali Ilıcak'a söyleyip, özel haber servisinde değerlendirdim. Zor dönemlerdi. Gazetenin çıkış ve tutunma süreciydi. Ancak özel haber yoktu. Tuncay Güney'i özel haber servisinde değerlendirdik. Kendisi haber yapamazdı. Eğitimi yoktu.
Ancak duyduğu bilgileri getirip bize anlatırdı. Biz de onları haber yapardık. Önemli olaylarda, bilgiye sıkıştığımız zamanlarda kendisinden faydalanırdık. Ancak kendisini hiç bir zaman bir gazeteci gibi kadro yapıp çalıştırmadık. Şimdi olsa bize getirdigi bilgiler için yine çalıştırırdım. Haber değeri olan bilgiler getirirdi.
Güney'i işe aldığım zaman Talabani ve Barzani ile tanıştığını söyledi. O dönem PKK'ya karşı olduklarını söyledikleri için her sözleri haber değerindeydi. Röportaj yapabileceğini söyledi. Ben de Mehmet Ali Ilıcak ile görüştüm. Gazetenin sıkışık bütçesinden kendisine ödenek çıkarttık. Kuzey Irak'a gitti. Ancak daha sonra tek başına gitmediği, bir gazeteci grubuyla birlikte gittiği ortaya çıktı. Ilıcak'a karşı zor duruma düştüm. Ancak yan bilgilerle o röportajı özel haber gibi yayınladık.” Çalıntı foto olayından çok büyük sıkıntı çeken Kılıç’ın Tuncay Güney'in neden olduğu dertler bununla bitmedi. Mesut Yılmaz'ın, Abdullah Çatlı ile aynı karede görünen bir fotoğrafının olduğu bilgisi geldi. Fotoğraf o dönemin Afyon Milletvekiline beş bin dolara satılmıştı.
8 .Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder