Hasan Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hasan Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Temmuz 2019 Cuma

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 25

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 25


Bu teşkilâtın bir diğer üyesi ise, Hazım Atıf Kuyucak; "Supreme Konsul”de Türkiye Masonlarını temsil eden iki kişiden biri; diğeri de "Ceza"cı meşhur dönme Sahir Erman’dı... Kuyucak, "Nur Locası"nın da Üstadı olan bir Mason; "Avrupa Birliği"nin "sevdalısı" biriydi.. Celâl Bayar, İ. Sabri Çağlayangil, bunun "altında" olan adamlardı.. 
Bu "Manevi Cihazlanma Teşkilâtı"nın bütün üyeleri aynı zamanda 'Büyük Klüp'ün de üyeleriydiler. 
Büyük Klüp’ün ismi, "Susurluk" meselesinde de geçmiş, hatta Başkanı Duran Kalkan gizlice giderek ifade bile vermişti. Derin devletin iki Yalçın’ını -Yalçın Küçük ve Soner Yalçın’ı- Sebataycılarla ilgili yazdıkları kitapları "maksatlı" bulmamın sebebi, "Geyik" muhabbeti ile kulaklarına üflenen malûmatları "deve" yapmaları ve bu sayede de Kemalist Oligarşi’nin hayatta kalması için "saf Müslüman avına" çıkmalarından kaynaklanıyor. Bu ülkenin sahibi Sebataycılar diyerek aba altından sopa gösteriyorlardı. Bu dizide onları ustaca pazarlayan, 
korkmamızı sağlayan psıkolojik bir savaş yapıtıydı. (Er, 2003) 

12 Eylül sonrası birçok örgüt yöneticileri yurt dışına kaçtı, ancak 29 polisin elinden kaçan ve Nihat Erim, Gün Sazak, Hiram Abbas, Hulusi Sayın, Kemal Kaycan, Özdemir Sabancı suikastlarını gerçekleştiren Dursun Karataş’ın durumu farklıydı. Bu eylemleri savunduğu devrim adına mı, yoksa derin devletimiz Ergenekon adına mı yaptı belli değildi. Dursun Karataş’ın yakalanması için 
polislerin harekete geçirilmesi ve polislerin elinden kaçması devlet içersindeki feodal güçlerin çatışmasındandı. 

Özdemir Sabancı suikastı da, bu tür işlerin, devlet içerisindeki tam olarak kontrol edilemeyen çekirdek kadro tarafından DHKP-C’ye havale edilmiş haliydi. Sabancı’nın Kürt sorunu hakkında barış düşündüğünü açıklaması, devlet tarafından sert bir şekilde uyarılmalarıyla sonuçlandı. Dursun Karataş İnterpol tarafından 174 ülkede 50 ayrı suçtan aranmasına rağmen, bir türlü yakalanmaması 29 polisin baskınından kurtulması belli güçlerin göz yumması ve yönlendirmesiyle olabilirdi. 

Bu çekirdek kadronun her kesim içerisinden, ideolojik fark gözetmeksizin, kullandığı insanlar vardı; kimi zaman devrim için yanıp tutuşan Dursun Karataş, Paşa Güven; kimi zaman da kalbi vatan sevgisiyle dolu Abdullah Çatlı kullanabiliyor du. İçlerinde asker, emniyetçi, profesör bulunan, bulunduğu ülkede kontrol edilemeyen ancak belli güçlerin kontrol 
edebildiği bir güçtür. Rivayetlere göre, Gladio Konseyi’dir Ergenekon. 

Kurtlar Vadisi Konseyi, bu konseyi işaret ediyordu. Baronun öldürüldüğü İstanbul Merkezli Mason Locası, esasen Büyük Klüp ise daha üst karar merciydi. (Er, 2003) Büyük kulübe kimler üye değildi ki... Gündüz Kılıç, Bülent Ulusu, Cevher Özden (Banker Kastelli) Ali Rıza Çarmıklı, Alp Emin Yalman, (Tek Dünya Fikrini Yayma Cemiyeti’ni dahi kurmuştur.), Ömer Çavuşoğlu, - kardeşi - Nazlı Ilıcak ve kocası Kemal Ilıcak, Nejat Eczacıbaşı, Sabri Ruso, Duran Kalkan, (99’a kadar 13 sene başkanlığını yapmıştı), Çetin Emeç, Ahmet Fevzi Ellialtıoğlu (devşirme, 
babalarından biri yeniçeri ocağının "56. ortası"na mensup), Sadettin Bilgiç, Gazanfer Bilge, Atalay Coşkunoğlu, Yuda Leon Çukran, Mehmet Emin Karamehmetler, Ümit Aslan Utku, Nejat Tümer (emekli oramiral), Enver Necdet Egeran (muhteşem Salamon’a "mason değildir" 
belgesi veren TPAO’nun yıllarca başında oturmuştu), Başaran Ulusoy, Selçuk Maruflu, Faruk Arslan (ANAP’lı, "Arı grubu", "Finans Klüp" ve "Mülkiyeliler 
Birliği" üyesi, DPT ve Eximbank’ta uzun süre çalıştı), Raif Dinçkök, Adem Ceylan (meşhur Ceylan Holdingin "para işlerine" bakan üyesi), Vehbi Koç, Sakıp Sabancı, Şerif Egeli vesaire... liste uzayıp gidiyor. 

“Büyük Klüp" idari heyeti Yönetim Kurulu, Başkan: Duran Akbulut sanayici, Gündüz Kaptanoğlu armatör, Türk armatörler birliği Koop.Bşk., Ercan Targay bankacı, Tevfik Altınok Hazine ve Dış Ticaret eski müsteşarı, M. Okan Oğuz sanayici, ihracatçı (TİM eski başkanı) Rıdvan Kartal avukat, ekonomist, armatör, Yağız Dağlı hukukçu, Uluslararası Avukatlar Birliği Yönetim Kurulu üyesi, Ergun Erez inşaat müteahhidi, Ferudun Pehlivan 19. ve 20. dönem Bursa milletvekili, Mehmet Özcan sanayici, Nuri Baylar işadamı. 

Yedek üyeler: Perviz Zekioğlu sanayici, O. Taylan Kendirli ekonomist, Çetin Yentur bankacı, İnan Şefkatlioğlu sigortacı, Hande Yılmaz ihracatçı, Murat Numan Erdem ekonomist, Nevhan Gündüz işletmeci. Balotaj Kurulu: Ali Rıza Özkan sanayici, Metin Selçuk bankacı, Halkbank Eski genel müdürü yardımcısı, Ahmet Malaz sanayici, Mehmet Seren Dinçler avukat, Ahmet Bedri İnce armatör, Koptagel İlgün Prof. Dr. eski başhekim, Selcuk Gökçe ihracatçı, Haşmet Olgaç kimya mühendisi, Melih Tavukcuoğlu müteahhit, Rıza Dedehayır işadamı, Ahmet Özbilge yönetici, Adem Ceylan sanayici, Misel Gülçicek sanayici, Burhan Sargın 
işadamı, Ugurman Yelkencioğlu yönetici, Tofaş eski genel. Müdürü. Yedek Üyeler: Serpil Bağrıaçık ekonomist, Coşkun Bekar gümrük müşaviri, Emir Berduk Marsan yönetici, Mehmet Güven endüstri ve kimya mühendisi, Atilla Tacir ekonomist. 

Disiplin Kurulu: Yekta Güngör Özden Anayasa Mahkemesi eski başkanı, Necip Kocayusufpaşa-oğlu Prof. Dr. (hukuk), Nezih İserı emekli amiral, yüksek mühendis, Nazmi Akıman emekli büyükelçi, Ahmet Serpil Prof. Dr. Yeditepe Üniversitesi rektörü, Erol Cihan Prof. Dr. , Sabi Ruso avukat, Sevgi Gümüştekin avukat, THY genel müdür eski muavini, Turgut İçten yeminli mali müşavir, Ersin Eti Dr. yüksek mühendis, Ertuna Yaşar avukat. Yedek Üyeler: Besalet Barım işadamı, Oktay Özcan ithalât-ihracat, İsmail Yıldız işadamı, Zeki Tanyeri sanayici, Tekin Akmansoy sanatçı. Denetleme Kurulu: Halil Gümüş yeminli mali müşavir, Alper Kuş İstanbul eski defterdarı, Engin Berker yeminli mali müşavir, Yedek üyeler: Sinan Kılıç doktor, Yiğit Tavukcu-oğlu ekonomist, Orhan Tuncer işadamı. (Er, 2003) Masonlar, Ergenekon'un her zaman tepesinde oldular. 
Mason localarının Türkiye'yi istikrarsız hale getirmek için devreye girdiği artık yazılıp çiziliyor. Hatta Fransız masonların Türklerden şiddet talep ettiği ortaya atıldı. Ergenekon Terör Örgütü'nün, operasyonda adı geçenlerle sınırlı olmadığını herkes biliyor. Dikkatden kaçan konu, dünyada masonluk çöküşte iken sadece Fransa ve Türkiye'de yükseliyor. 

İtalya’daki P2 mason locasının Gladio kontraterör örgütüyle bağlantıları vardı. NATO üyesi ülkelerde kurdurulan tüm derin devlet ve Gladio yapılanmalarında masonlar organizatördü. İtalya’da gerilim çıkararak, hükümetler değiştiren ve siyasi cinayetlerde parmağı olduğu ortaya çıkan P2 mason locasının üyeleri arasında devrin gizli servis sorumluları, polis müdürleri, hâkimler, savcılar, avukatlar, gazeteciler, iş adamları, adli tıp görevlileri gibi ülkenin önde gelen insanları vardı. O dönemde P2 locası üstadı Licio Gelli, emrinde 142 milletvekili ve senatörün olduğunu açıklamıştı. Ülkemizde durum bundan farklı değil, hatta daha da kötü... İtalya’yı yıllarca mafyavâri ve dış bağlantılı olarak yöneten P2 mason locasının ilişkiler ağı çözüldüğünde, gözler öteki ülkelerdeki mason localarına çevrildi. Türkiye’de çok fazla kamuoyunun önüne çıkmayan ve bu 
yüzden hep “esrarengiz örgüt” olarak kalan mason localarının, 28 Şubat’ta perde arkasında önemli rol oynadığı iddia edildi. 

Susurluk'un üstünün örtülmesi masonların becerisiydi. 

Şapkadan, ulusalcılık maskesiyle, Ergenekon adlı bir ucube çıkarmayı başardılar. Dünyada toplam 12 milyon mason bulunuyor. Son 15 yılda Anglosakson masonluğu İngiltere’den başlamak üzere 200 bine yakın üye kaybetti. Amerikan masonluğu ise, 11 Eylül'den sonra 1 milyon 150 bin üye kaybına uğradı. 
Peki Türkiye’deki durum nedir? 

Ülkemizde 198 locaya kayıtlı 14 bin mason var. Almanya Birleşik Büyük Locası’na bağlı 5 mahalli büyük locada gurbetçi Türkler mevcut, çoğunluk Türkay locasında yer alıyor. Dünya üzerinde buna benzer, yine TC uyrukluların 
çoğunluğu teşkil ettiği 6 adet loca bulunuyor. Biri Paris’te “Corn d’Or Locası”. İki tane Nur locasından birisi Tel- Aviv’de diğeri Washington’da, ayrıca New York’ta Anatolia locası var. Romanya Bükreş’te Işık locası tamamı yine Türklerden oluşan ve Türkçe ritüelle çalışan bir loca. İlginç olan husus, Kıta Avrupa’sı masonluğu başta Türkiye Büyük Locası olmak üzere, her yıl yüzde 6.5’luk artış kaydediyor. Bu artışın büyük kısmını gençler teşkil ediyor. 30 yaş altı gençler oluşturuyor. Gençlerde “bu çevreye gireyim, iş ve sosyal çevremde gelişme 
sağlayayım” düşüncesi hâkim. 

Masonluğun büyük bir değişim geçirdiğini belirten Büyük Doğu'nun Fransa Büyük Üstad'ı Jean-Michel Quillardet, masonluğun iki ana geleneğinden birini oluşturan İngiliz masonluğunun düşüşe geçtiğini ve yaşlandığını, buna karşın Büyük Doğu'nun tarihî bir atılım içerisinde olduğunu açıkladı. Ak Parti'ye kapatma davasının temel sebebi, hiyerarşik olarak Türk masonların bağlı olduğu Fransız mason locasının başörtüsü kırmızı çizgisinin çiğnenmesiydi. 

Başörtü karşıtlığı için masonlar sayfa sayfa gazetelere reklam bile verecekti. 
Yargı kurumu, yıllardır en güçlü oldukları yer. Başörtüsü yasağının kaldırılması girişimi, kıta Avrupasının en eski ve en büyük mason locası olan Büyük Doğu 'nun (Grand Orient) Paris'teki toplantısında gündeme gelmişti. Büyük Üstad Jean-Michel Quillardet, ilginç basın toplantısında, başörtüsünün serbest bırakılması için “geriye gidiş” ifadesini kullanmış, yasal düzenlemeyi “laikliğinin yeniden tanımlanması yolunda açılan tehlikeli bir gedik” olduğunu savunmuş, 
başörtüsünün "İslamî olmadığını, Kur’ân'da yer almadığını ve sonradan üretildiğini" ileri sürmüştü. 
Bir ülkenin iç işlerine nasıl karışıldığını ispatlayan, tarihî sözlerdi bunlar. 
Türkiye'deki masonlarla sağlam bir diyalog kurduklarını anlatan Büyük Üstad, halkın %80'inin başörtüsü yasağına karşı olmasını ise şöyle yorumluyordu: "Ben, kamuoyunun her zaman haklı olduğunu düşünmem. Halk yanılabilir, demokrasiye karşı olabilir." Büyük Üstad, hiçbir Avrupa ülkesinde üniversitede dînî sembol yasağının olmadığı hatırlatılınca, “Türkiye'deki yasak kalkamaz" diye kükremişti. 
Ak Parti'yı cezalandırma veya burnunu sürtme girişiminin kaynağı budur! 

Ergenekon soruşturmasında, örgütün dış istihbarat örgütleriyle ve masonlarla bağlantısı olduğuna polisin ulaştığını sanıyorum. Çarklar tersine dönüyor, masonların çöküşü, -Fransız mason locasının kapsama alanından kurtulabilirsek tabii- Ergenekon'u bitirebilir. 

EN GÜÇLÜ BARON ADAYI KOÇLAR 

Her ülkede derin devletin patronunun ülkenin en zengini olduğu yönünde, yerleşmiş bir görüş vardır. Bu nedenle alınmasın, gücenmesin, darılmasın; ülkemizin en zengini olan Rahmi Koç’un öncelikle özgeçmişine bir bakmak gerekir: Vehbi Koç, 1934 yılında İstanbul’da ilk teşebbüsüne başladı. Bu aynı zamanda onun ilk sanayi teşebbüsüydü. Haliç Sütlüce’de Hovagimyan Biraderler’in kurduğu boru fabrikasına ortak oldu. Ancak daha işin başında, hesaplar iyi yapılmadığı için, iş battı. Böyle bir iki tecrübe geçirdikten sonra, “Başkalarının kurduğu işe ortak olmam, kendi kurduğum işe ortak ararım” kararını verdi. 1937’de İstanbul’da ilk şubesini açtı. Fermenciler’de 100 
bin lira sermayeli Vehbi Koç ve Ortakları Kolektif Şirketi faaliyete geçti. 1938’de de Koç Ticaret Anonim Şirketi’ni kurdu. Artık, ülkenin sayılı ticaret adamlarından biri haline gelmişti. 1930 yılında oğlu Rahmi Koç, 1938’de kızı Sevgi Koç (Gönül) ve 1941’de de kızı Suna Koç (Kıraç) doğmuştu. Artık üç çocuk babası bir ticaret 
adamıydı. 1944 yılı, yıllar boyunca başarılı bir şekilde sürecek bir işbirliğinin başlangıcı oldu. Otomobil işinde daha da gelişmek için, iyi bir yönetici arıyordu. Sonunda Bernar Nahum’la tanıştı ve onu transfer etti. 1944 başlarında, Bernar Nahum, Koç Ticaret A.Ş. Otomobil Şubesi Müdürü oldu. Böylece uzun yıllar sürecek bir işbirliği ve dostluk başladı. Bu arada İkinci Dünya Savaşı devam ediyordu. 

1945’te savaş sonrası ticarette öncelik kazanmak için New York'ta Ram Commercial Corporation şirketini kurdu. Ama bu şirket istediği sonucu vermedi. Bu arada lastik firması U.S. Rubber (Uniroyal) firmasının temsilciliğini aldı. Savaş sonrası ilk Amerika seyahatine çıktı. 52 gün kaldığı bu ülkede, gördüğü herşey onu etkiledi. 102 katlı Empire State binası, yollar, binalar, fabrikalar, mağazalar, araçlar, herşey ama herşey bambaşka bir dünyanın görüntüsü gibiydi. 

Burada işadamlarının zamanı nasıl kullandıklarını, iş görüşmelerini nasıl yaptıklarını gördü. Amerika seyahati, bir anlamda “işadamlığı stajı” gibiydi. Bu seyahatte Ford’la ilişkilerini geliştirdi, ama Henry Ford’la görüşmeye muvaffak olamadı. General Electric’i Türkiye'de ampul fabrikası kurmaya ikna etti. 1947’de kendi sermayesiyle ilk sanayi teşebbüsüne girişti. Ankara Oksijen Sanayi Şirketi’ni kurdu. Ardından bir yıl sonra da General Electric Ampul Fabrikası’nı kurdu. Artık, ticaretten sanayiye kayıyordu. Bunda, çocukluk yıllarının etkisi büyüktü. O çok iyi bir gözlemciydi. Ticarete, ticareti çok iyi yapan gayrimüslimleri izleyerek girmiş, hep en kazançlı işleri seçmişti. Sanayiye girerken de, ülkenin, insanların ihtiyaçlarını gözledi. (Er, 2003) 

Türkiye’nin en büyük şirketler topluluğu Koç’un Yönetim Kurulu Başkanı Rahmi Koç, 2002 başı itibariyle, babası Vehbi Koç’tan 54 yaşında devraldığı koltuğunu, 18 yıl sonra 41 yaşındaki oğlu Mustafa Vehbi Koç’a devretti. Koç Topluluğu’nun bir numaralı profesyonellik kadrosu Chief Executive Officer (CEO) görevi de, Temel Atay’dan 52 yaşındaki Bülend Özaydınlı’ya geçti. Son CEO ise, Bülent Bulgurlu. Holdingin kurucusu olan babasının 83 yaşında emekliye ayrılmasıyla, 30 Mart 1984 tarihinde İdare Meclisi Başkanlığı’nı üstlenen Rahmi Koç, 2002 yılında girdiği 72 yaşında bu görevi büyük oğlu Mustafa Koç’a bıraktı. 
Mustafa Vehbi Koç, 1960 yılında doğdu. İsviçre’de Lyceum Alpinum Zuoz’daki öğreniminin ardından ABD’deki George Washington Üniversitesi’nde işletme okudu. 1984 yılında Tofaş Oto’da satış elemanı olarak toplulukta görev alan Koç, Kofisa Ceneve’de Satış Müdürlüğü, Ram Dış Ticaret’te genel müdür 
yardımcılığından sonra, Koç Holding’de sanayi-enerjiticaret şirketleri başkanına yardımcı pozisyonuna getirildi. Rahmi Koç, tartışmasız olarak iş dünyasının bir imparatoru haline gelmişti. Türkiye'nin en zengini Rahmi Koç, 4.9 milyar dolar servetin sahibi ve bu servetle dünyada 103. sırada. AK parti döneminde servetini üçe katlasada, 2006’dan beri parasını ABD’de batan Hedge fonları ve borsaya yatırdığı için milyar dolarlar kaybetti. 
Yabancı sermayeye entegre Koç Grubu’nda Rahmi Koç CFR’ye üye olana kadar yalnızca BB üyesiydi. CFR'nin Şubat 2001'deki toplantısı, Koç Holding binasında Rahmi Koç'un ev sahipliğinde gerçekleşti. Bu toplantı Türk ekonomisinin küresel güç baronları arasında paylaşıldığı toplantılardan sadece birisidir. Ekonomi bu toplantıdan sonra battı. (Er, 2003) 
İlginç konuşmalarıyla sık sık gündeme gelen Koç, AB ve ABD yanlısıydı ve Washington'u herzaman savundu. “En iyisi akıllı diktatörlük, o da bu devirde olmaz.”, “Müslümanların tek dini lideri olmalı” gibi lâfları unutulmaz. Özellikle, 2001 yılı Ağustos ayında Koç Holding İcra Kurulu Başkanı Rahmi Koç’un CNN Türk’e yaptığı açıklama ilginçtir. Rahmi Koç, Erdoğan’ın bir milyar dolarlık bir servete sahip olduğunu belirtmiş ve bu servetin kaynağını sormuştur. Aynı şekilde Hürriyet Ankara bürosu şefi Sedat Ergin de 2 Ocak 2004 yazdığı yazısında Erdoğan’ın ortak olduğu üç firmadan söz etmiştir, ki bu firmalar Ülker ürünlerinin dağıtımı ile iştigâl etmektedirler. 

Koç grubunun servetini yaparken, devletin ve yurtdışı merkezlerin icazetini aldığı muhakkak. Gitmesi gereken yerlere gittiği için, yükselmişti Koç imparatorluğu. Perde arkasında durmayı seven azınlıkların servetlerini, baba Koç gibi, oğul Koç’lar da çok iyi kullandılar. Türkiye'nin en büyük şirketlerinden olan Arçelik'te ve Arçelik'in dağıtım ağı Atılım Pazarlama'da önemli bir hisse payına sahip olan Burla Biraderler bundan 500 yıl önce İspanya'dan Osmanlı topraklarına göç eden bir İspanyol Yahudi ailesidir. Can Kıraç'ın “Anılarımla Patronum Vehbi Koç” kitabını okurken, kitabın satır aralarında geçen bir soyisim dikkatleri çekiyor; Burla Biraderler. (Kıraç, 2003) 

Türkiye'deki kökleşmiş isimlerin yer aldığı “Kim Kimdir?” kitabına bakıldığında, Burla ailesi ile ilgili hiçbir bilgi kırıntısına rastlanmıyor. 
Musevi cemaatine ait aile fertlerine ulaşmak kolay değil. Yine medyatik bir umut ışığı var: Monik Burla. Burla Biraderler'in torunu, Avni Benardete ile evlendikten sonra, kamuoyu daha doğrusu sosyete dünyası onu Benardete soyadı ile biliyor. 
Fakat Avni Benardete daha sonra, genç bir hanımla başlattığı ilişki sebebi ile Monik Benardete'den boşanıyor. 
Monik ise şu anda bilinmeyen bir sebeple, Avni Bey'in amcazadesi Ceri Benardete ile beraber. Ortada karışık bir ilişkiler ağı var. Monik Burla mübalâğasız Burla ailesinin piyasa tarafından bilinen tek ismi. Gece hayatında, 
partilerde ve magazin dergilerinde boy göstermeyi çok seviyor. Saklı yapılar artık illegaliteyi akla getirir oldu. 
Masonluk bile belli ölçüde şeffaflaşmaya gitmek zorunda kaldı. Birçok azınlık gibi, Burla Biraderler de Türk milletinin üstünden çok büyük paralar kazanmış, otomotivden tekstile pekçok sektörde faaliyette bulunmuş bir aile olarak Türkiye'de çok önemli ticari işlere imza atmış ama kendilerini hep perde arkasında tuttular. (Dursun, 2008) 

Burla Ailesi İspanya Yahudilerinden ve Osmanlı topraklarına 1492 yılında göç eden bir aile. Bu sebeble 500. Yıl Vakfı'nın aktif üyeleri arasında Lori Burla da var. Aile şirketleri tekstilden otomotive, büro, kırtasiye malzemelerinden elektrik malzemelerine, oradan rulman ve fotoğraf makinesi pazarlamasına kadar birçok alanda faaliyet gösteriyor. Ailenin önemli isimlerinden Monik Burla ile Rahmi Koç arasında çok sıkı bir dostluk ilişkisi var. Monik hanımın verdiği tüm davetlere Koç ailesi tam kadro katılıyor. Ayrıca küçük bir grup her ayın ilk perşembesi basından habersiz bir araya gelerek gurme toplantıları yapıyorlar. Aşağı yukarı 10 ailenin bulunduğu bu süzme toplantılara öğrenebildiğimiz kadarı ile, Rahmi Koç ve Monik Burla'nın dışında Nuri Çolakoğlu, Tezcan Yaramancı, Hakko ailesi, Nursen Gündüz ve ailesi ve Ceri Benardete katılıyor. 
Burla Biraderler ile Vehbi Koç arasındaki ilişki, sadece ticari alanda olmadı. Vehbi Koç'un arkasındaki “gizli kahraman” olarak bilinen Bernar Nahum'un da Koç Grubu'na Burla Biraderler'den 1944 yılında transfer edildilmesi çok stratejik bir konumlanma örneğiydi. Bernar Nahum biraz zor verdiği bu kararın arkasından 
hayatının sonuna kadar Vehbi Koç ile beraber oluyordu. Şimdi de Nahum'un oğlu Jan Nahum Koç Holding'e ait Tofaş Grubu'nda murahhhas aza olarak görev yapıyordu. Nahum, Koç'tan sonra Koç Grubu'ndaki en önemli soyadı. Koç'un özellikle yurtdışı ilişkilerinin arkasında, hep Bernar Nahum'un uluslararası seviyede güçlü bağlantıları yatıyordu. Elektrik ampulü, taşıt lastikleri, buzdolabı, çamaşır makinesi, Anadol otomobili üretimi gibi başlangıçta çok zor gibi görünen sektörlere girilmesinde Nahum'un hayâl gücünün ve uygulama üstünlüğünün payı büyüktü. Bernar Nahum eğer Burlalarda kalsa idi Koç bu kadar büyüyebilir miydi bilinmez, ama doku uyuşmazlığı olmaması halinde Burla ailesinin şimdikinden daha büyük bir noktada olacağı muhakkaktı. 

26. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 24

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 24


Herşey, 1990 Kasım ayında İtalya başbakanı Gullio Andreotti'nin 1958'den itibaren İtalya'da faaliyet gösteren bir teşkilât olduğunu itiraf etmesiyle başladı. Bu itirafla, başta İtalya olmak üzere, Avrupa'nın bir çok ülkesinde soruşturmalar açılınca da, pekçok ülkede bu tip faaliyetler gösteren ''sol karşıtı örgütler olduğu'' ortaya çıktı. Yunanistan'daki 1967 Albaylar Darbesi’nde özel eğitimli CIA ajanlarının etkin rol oynadığı ortaya çıktı İskandinavya'da, 1973'de, CIA başkanı olan William Colby tarafindan, bir örgüt kurulduğu öğrenildi. 1985 yılında İsviçre'de P26 isimli bir örgüt kuruldu. P26 bünyesinde 400 ajanın yanısıra çok gelişmiş silah sistemleri de bulunuyordu. Fransa'da, Gallio adlı örgüt, bu olayların açığa çıkmasından sonra feshedildi. Daha dünyanın bir çok ülkesinden örnekler verilebilirdi. 
Türkiye'de bu örgütün varlığı, Özel Harp Dairesi adıyla duyuldu. 1980 öncesi bu kurumun başı, Turgut Özal’a 1983 seçiminde rakip olan ve derin devletin seçtirmek istediği Turgut Sunalp paşamızdı. MHP kadrolarının bu örgütün içinde planlı, sistemli katliamlarda kullanıldığı ileri sürüldü. CHP Lideri Bülent Ecevit, bu yapılanmayı illegal olarak nitelendirdi. Devlet tarafından beslenen bu sağcı tetikçiler, giderek devlet içinde üst düzeyde kadrolaştılar. Sovyetler Birliği, KGB’nin Türkiye’de örgütlediği illegal sol örgütler vasıtasıyla sol terör estirirken, kendini savunma refleksini kullanan, devlet destekli sağ gerillalar 1970'li yıllarda 12 Eylül darbesi öncesi bugün kitle katliamları, bilim adamı, sanatçı ve yazar kıyımı olarak nitelenen sayısız eyleme, icazetli olarak karıştılar. Zira, devlet elden gidiyordu ve Sovyetler’in uydusu olmak üzereydi. 

1 Şubat 1979'da Abdi İpekçi öldürüldü ve failleri bulunamadı! Bulunanlar da, zaten çıkartılan aflarla, devlet eliyle cezaevinden ya resmen çıkarıldı veya kaçmalarına göz yumuldu. Prof. Dr. Ümit Doğanay, 20 Kasım 1979 
günü katledildi. Yakalanan katillerden biri itirafçı oldu. Bu kişi derin devlet örgütlenmesinin beyin kadrolarından olan Alaaddin Çakıcı'nın sağ kolu iken, çıkar çatışmaları nedeniyle, Çakıcı tarafından öldürülen, Nurullah Tevfik Ağansoy'du. Bu katil, devlet tarafından korunmuştu. Prof. Cavit Orhan Tütengil, 7 Aralık 1979'da otobüs durağında katledildi. Doç. Dr. Bedrettin Cömert, Prof. Dr. Bedri Karafakioğlu, Savcı Doğan Öz, Disk Genel Başkanı Kemal Türkler de bu terörden nasibini aldı. Sokak çatışmaları, binlerce can aldı. Gladio, sağ ve sol eliyle meydandaydı. 

PKK terörü 1990 sonrası, KGB’nin elinden Batılı güçlere geçince, derin devlet politikası tekrar sertleşti. Çünkü Batılı istihbaratlar, daha fazla lojistik destek sağlayarak, şiddetin dozunu artırmışlardı. Merhum cumhurbaşkanı Turgut Özal, ileriyi gören bir politikacıydı. Bir yandan Özel Tim kurulmasına öncülük ederken, bir yandan Kuzey Iraklı Kürt liderleri Ankara’da yüksek bir statüde ağırladı ve soruna siyaset çerçevesinde barışçı bir çözüm bulmak gerektiğine inandı. 
1992 yılının başlarında MGK, PKK’ya yardım ve yataklık yapanlara, aman vermeme yönünde gizli bir karar aldı. Bu değişkliğin ardından PKK terörüne son vermek için Kürt köy ve mezraları boşaltıldı. 1992'nin sonlarında, bu strateji değisikliği MGK'nın gündemine bir kez daha geldi. Konu, bu savaşta kullanılmak için özel örgüt kurulmasını içeriyordu. Kurulacak bu örgütün şeması ve bu organizasyonda görev alacak kişilerin isimleri belirlendi. Abdullah Çatlı ve arkadaşları, Özel Tim'den seçilmiş bazı polisler ve özel eğitimli askerleri 
yer alıyordu. Bu organizasyonda yer alan kişiler konusunda Özal ve Bitlis paşa, devletin resmî olmayan kişilerle işbirliğine giderek iş görmesine karşı çıkıyorlardı.. 

Barış yanlısı Özal ve Eşref Bitlis, Gladio ile sopa gösterirken, devletin merhametli elini de uzatmak istedi. 
Ancak, derin Ankara ve derin askerler, buna karşı çıktılar. Kürt isminin bile kullanılmasına karşıydılar. Bu olaydan sonra Özal da, Bitlis de suikastla öldürüldüler. Maalesef bu konuda açıklama yapmak Doğu Perinçek’e düştü: 

''Eşref Bitlis, Çekiç Güç'ün Türkiye alehindeki faaliyetlerini saptamış, gıda yardımı adı altında PKK'ya gönderilen silahları da yakalatmıştı. Çekiç güç hakkında iki kez rapor hazırlayıp Genel Kurmay’a gönderen Bitlis, özel harp uzmanı ABD'li subayları da Jandarma Genel Komutanlığı’ından attı. ABD'li casusların Kuzey Irak'a girişlerini de engelledi. Körfez Savaşı sırasında ABD'in Türkiye üzerinden ikinci cepheyi açma planını öğrenip Genel Kurmay ve Cumhurbaşkanına bildirdi. Özal da bu raporları ABD başkanı Bush'a iletti. Bu nedenle Bitlis'in ortadan kaldırılmasına 4 kişilik ABD komutan heyeti karar verdi. Genel Kurmay istihbaratınca saptanan bu 4 kişilik heyette, Çekiç Güç Kuzey Irak'taki komutanı Albay Naab ve Albay Wilson da bulunuyordu. ABD'li 
komutanların kararını da özel harpçi Türk subayları icraa etti.'' Perinçek'e göre JİTEM grup komutanı Binbaşı Cem Ersever liderliğindeki bir grup subay, Bitlis’in uçağının motoruna sabotoj düzenledi. Daha sonra, Ersever ve sabotoji gerçekleştiren ekibi, Abdullah Çatlı ekibi tarafından çok şey biliyorlar gerekçesiyle, atış alanında sorgulanıp öldürdüler. Özal'ın ölümüne gelince. Kanıtlanmış birşey yok ama diğer ülkelerdeki devlet başkanlarının 
Gladio tarafından öldürülmelerine ve emperyalizmin dünya genelindeki organizasyonuna baktığımız zaman bu olasılık çok güçlü duruyordu. 
(Yılmaz, 1992) 

1990’ların sonunda, 28 Şubat süreci en büyük darbeyi, derin devletteki değişimle, kendi içinde gerçekleştirmişti. Önce hükümeti infaz emrinin nereden geldiğini irdeleyelim. Orgeneral Çevik Bir, 27 Şubat 1997 günü İsrail'den döner, daha önce ise ABD’ye uğramıştır. 28 Şubat’ta REFAHYOL hükümetine bir kararname dikte edilir, hükümet kabul etmeyince asker, basın, Tüsiad, Türk-İş, Disk, Tisk, Tobb, aşırı sol kesim ittifakı ile hükümet yıkılır. Sonradan gelen hükümetler, İHL, Kur'ân kursları, İslâmi sermaye-cemaatlerin en sivrisinden 
(Aczimendiler) başlayarak, en sonunda da en çok kullandıkları ilim grubuna (basının vermiş olduğu adla Hizbullah) dek, tüm İslâmi cemaatler geriletilir... Başörtüsü irticanın sembolü kabul edilir, memur , öğrenciler, eşi örtülü asker, bürokratlar görevlerinden alınır... Yolsuzluk, rüşvet, suistimal, vurgun, yalantalan, cinayet, faili meçhul, işsizlik, ahlâksızlık, riyakârlık, enflasyon, trafik kazası, ırkçılık, hukuksuzluklar, yapay irtica, bölücülük çığlıkları arasında kaybolur ve ülke batmanın eşiğine getirilir, Batı’dan yeniden kredi dilenilir 
hale getirilir. Bir ülke böyle batırılır. 
28 Şubat, ABD ve İsrail’in Türkiye'deki taşeronları eliyle uygulanan bir kolaniyal operasyon, içteki derinlerin kullanılarak yapılan bir postmodern ihtilâldir. Derin devletin teşviyle meydana gelen 28 Şubat, Gladio’yu da dönüştürmüştür. Çünkü, 28 Şubat irtica safsatasıyla sadece dindar kesimlere karşı yürütülen bir psikolojik savaş değildi. Derin devlet, Susurluk’ta temizlenmesi gereken kirli bağırsaklarla birlikte Gladio’yu emekliye ayırmış, yeni bir oluşumun içine girmişti. Bu oluşumun adı yeni Ergenekon’du. 

LİDERİN ŞEMAİLİ VE BAĞLANTILARI 

Herkes ısrarla bir numaranın kim olduğunu soruyor. 
Herkesin bir tahmini var. Çoğu asker kökenli zannediyor. İddianamede sarı bıyıklı bir Rumeliliden bahsedildiğini görenler, Atatürk’ün portresini çizmiş diye savcıyı alaya aldılar. Hedef saptıracağım diye savcı fazla kendisini zorlamıştı. Biraz yardımcı olalım… 

Ne Ak Parti ne de başka bir iktidar, yakın tarihlerde “O” kişiyi karşısına alabilir. Bu nedenle epey kirlenen Ergenekon örgütünün tasfiyesine, zoraki de olsa, gerçek liderin izin verdiği görüşündeyim. Hatta ABD, Avrupa’dan konsensüs söz konusu. 2001’de “tükürdüğünü yalamak” zorunda kaldığı, hoşuna gitmeyen temizlik emrini daha büyük yerden aldığını bildiğim için “zoraki” diyorum. Ak Parti’yi ve liderini beğenmese de içeriye dört tane bakan seviyesinde “Truva Atı” sokacak kadar beceriklidir baronumuz. Burada Türkiye’yi hangi “derin ABD örgütleri” yönlendiriyor, sorusu ortaya çıkıyor. Bizim lider, neoconların en aşırı kanadına bağlı, Cumhuriyetçi, yani Bush taraftarı. Diğer derin Amerikan devletlerinin çatışması sırasında neoconlar, Irak savaşında yaşanan fiyasko sonrası etkinliğini göreceli yitirdi. Türk liderde geri adım atmak zorunda kaldı. Lider, ılımlı Washington’un uyarılarına rağmen, Ak Parti’yi devirmek 
için, söz konusu çeteyi ve generalleri 2001’de görevlendirdiğine pişman oldu. 
Gerçek liderin uluslararası bağlantıları ve güçlü ekonomik yapısı, isminin dile getirilmesini bile engelliyor. Görünürde hiç bir zaman illegal iş yapmayan, cep telefonu ve bilgisayar kullanmadığı için dinlenemeyen ve izlenemeyen lideri suçlamaları zor. Yaşı artık epey ilerledi. Asker olmadığını biliyorum. 
Dört kuşak öncesinden Rum dönmesi, cumalara gidiyor, ölümü hatırlattığı için cenaze namazlarını sevmiyor, gitmiyor. Dört defa hacca gitmiş biri. Berberi Atina’da ismi Alexo, her 15 günde bir tıraş olmak için Yunanistan’a gidiyor. Şık giyinmeyi sevdiği için sürekli Paris’te dolaşıyor. Netice itibariyle ailesinin kurduğu, geliştirdiği işini koruyor, siyasi iktidarını, gücünü kimseyle paylaş mıyor. Seçimle başa gelen iktidarların muktedir olamaması, söz konusu elit liderimizin karizmasından kaynaklanıyor. Koordinatlarını vereceğim liderin portresini anlamanız için mensup olduğu derin örgütleri ve etkisini kavramanız 
gerekiyor. 
Liderimiz sosyal demokrat gözüküyor ve asla bu özelliklere ulaşamayan CHP'ye, oy vermeye devam ediyor. 
Oysa bu doktrin, ilkelerini, sosyal adalet prensibinden alır. ABD ve Avrupa’da liberal geçinenler bu akımdandır. Liderimiz liberal, ama aslında Amerikalılardan beter bir “kapitalist.” Eski Türk sosyalist ve komünistler, liderimizin şirketlerinde üst düzey yönetici. 
Dünyadaki pek çok tüketim ve üretim malzemesini, medyayı, devletleri sistematik gizli örgüt ağına sahip bir elitler grubu kontrol ediyor. Dünyanın %40 servetine sahip 200 en zenginin yönlendirdiği grup, tüm dünyada 8 bin üst düzey elemanla koordineyi sağlıyor. Globalizasyon’un ve Yeni Dünya Düzeni'nin temel felsefesini ortaya koyan “Kaostan Düzen” mottosu ile ortaya çıkmış Illüminati, Skulls and Bones Society (SBS, Kuru Kafa ve Kemik Cemiyeti), Bohemian Grove (veya Bohemian Club) adlı gizli cemiyetleri var. Bu elitler grubun arkasında masonik gizli örgütlenmelerin olduğunu kimse yazamıyor. Bu uluslararası ağın, 20. yüzyılda bünyesine eklediği Council on Foreign Relations (Dış İlişkiler Konseyi), Trilateral Komisyon ve Bilderberg isimli örgütler bulunuyor. Bu örgütlere üye olan kişiler, istihbarat örgütlerinin, silahlı kuvvetlerin, NATO'nun veya Savunma Bakanlıkları’nın, bankaların, dev tröstlerin en tepesindeki insanlar. Bizim yerli liderimiz de CFR, Bilderberg ve Illüminati üyesi. Illuminati, üyelerini inanılmaz bir sır gibi saklıyor ve bugün hemen her ülkede mevcut. Özel eğitim, tören ve alt mason kültüründen gelmeyenler Illuminatiye kabul edilmiyor. Başında Henry Kissenger bulunuyor, 
Türkiye'den sorumlu adamı Richard Perle, bizim liderle içli dışlı. NATO bağlantılı Gladyolar kurmak onların kararıydı. Yeraltı örgütleri ile ilişkiyi Trilateral Komisyon sağlıyor. Trilateral Commission (TC), Yeni Dünya Düzenini tüm dünyaya daha iyi yayabilmek için oluşturuldu. 1973'te David Rockefeller, Henry Kissenger ve Zbigniew Brzezinski tarafından kurulan gizli örgüt, CFR'yi Atlantik 
ötesi ülkelerde CIA ile örgütlüyor; siyaset, darbe, mafya mühendisliği yapıyor. 
CFR'nin uluslararası düzeyine taşınmış bir şekli olan ve 1954'de kurulmuş Bilderberg, her yıl gizli toplantılar düzenliyor. Türkiye'de son 50 yıldır başa geçen ünlü politikacıların çoğunluğu Bilderberg üyesi, bizim lider de toplantılarına katılır veya temsilcilerini mutlaka gönderir. Tüm dünyada TC, Bilderberg ve CFR birbirinin içine girmiş durumda. Her üçünün de üyesi olan Bill Clinton, Brent Scowcroft, John Mark Deutsch, Robert Strange gibi 50 kişi var, bizim lider de bunlardan biri, hem de çok güçlü biri. 

Küresel sermayeyi yöneten elitler, amacına ulaşmak için savaşlar çıkartıyor, değişmez sanılan ülke sınırlarını değiştiriyor, kaostan düzen çıkartıyor, ulus devletleri tehdit ediyor. Ergenekon’un gerçek liderinin neden yakayı sıyıracağı, isminin dahi açıklanamayacağı sır olmasa gerek. Ergenekon örgütünün kara kutusu olarak adlandırılan Tuncay Güney, TVNET'e verdiği röportajda çarpıcı 
açıklamalarda bulunacaktı. Altı saat süren ve ilk bölümü yayınlanan röportajda, Ergenekon soruşturmasında gelinen noktayı değerlendiren Güney, bugün gelinen noktayı buzdağının üst kısmı olarak tanımladı. Kanada'da TVNET Haber editörü Bedir Acar'a konuşan Tuncay Güney, şifreli cümleler kurarak, Ergenkon örgütünün “Cesur Hırsızlar Partisi”nin himayesinde olduğunu söyledi. Türk televizyonlarında ilk kez, ayrıntılı şekilde Ergenekon'u anlatan Güney, 1950'li yıllardan itibaren devlet içinde örgütlenen bir yapı olduğunu anlattı. Ergenekon için “Susurluk'un babası” diyen Güney, ilk bölümü yayınlanan röportajında, Ergenekon örgütü ve soruşturma ile ilgili olarak, şu çarpıcı bilgileri verdi: "Ergenekon çözülürse sistem çöker. Cesur Hırsızlar Partisi, Ergenekon'u himaye ediyor. Ergenekon'un sermaye boyutuna ve sistem içindeki uzantılarına 
dokunulmamıştır. Küçük parmağı kesilse ne olur. Örgüt kendini yeniler. Sistem devam eder." 

Güney’in kast ettiği ya TÜSİAD veya İstanbul Merkezli Masonik Büyük Klüp. Bu baronlarının yönettiği, bu derin gizli örgütün adı Ergenekon’du. Diğer tanımıyla NATO üyesi ülkelerde CIA tarafından kurdurulmuş Gladio. Tüm NATO ülkelerinde gizli operasonlar için kurulan ve önceleri Komünistlere ve Kürt ayrılıkçılara göz 
açtırmayan Gladio, 28 Şubat ve 11 Eylül sürecinden sonra dindar Müslümanları, daha doğrusu İslâm'ı hedef alır. MOSSAD'ın katkılarıyla Türkiye örgütlenmesinde yönetim zaten 1960'lardan beri Sebataycı eksenli masonik bir yapının elindedir. Çıkarları için sağ el veya sol el farketmez. Logosunun yanında 50 yıldır takiyye yaparak “Türkiye Türklerindir” diyen gazete, medyadaki ana üsleridir; dolayısıyla Perde arkasındaki grubun çıkarları Türkiye'nin çıkarlarından önce gelir. Kemalizm ve laiklik oyuncaklarıyla Sebataycı örgütlenmeye karşı çıkanlar yok edilir veya sindirilir. 

Atatürk tarafından Selanik’ten mübadele ile getirilerek ayrıcalıklı konum verilen Sebataycıların yönetici, mafya konumundaki altdakilerin günah keçisi, sıradan işçi olduğunu, pek az insan farkedebiliyordu. Soner Yalçın, “Efendi” adlı kitabını boş yere yazmadı. Bu kitap; çifte dinle ve kimlikle yaşadıkları için su yüzüne bugüne kadar çıkamayan, hain, dönek damgası yemekten korkan ülkemizin gerçek yöneticileri Sebataycıların, Türkiye'nin AB'ne bağlanan umutlarıyla paralel su yüzüne çıkma girişimiydi. “Bu vitrini hazırlamak”, Yalçın'ın deyimiyle, 
“dincilere” bırakılamazdı. Artık herkes onlardan saygı ve korku ile bahsetmeliydi; şapka çıkarmalıydı. Sağcı Ergenekon’u gören, solcuları ıskalayan Yalçın'ın gayretkeşliği bu yüzdendi. “20. yüzyılda Yahudiler iki devlet kurdu biri Türkiye, diğeri İsrail'dir” diyen Sebataycıların ülkemizde kurduğu Ergenekon, bu ülkenin 
gerçek sahiplerine yeni tuzaklar kuracaktı. Sebataycıların “bizdendi” diye sahiplendiği Atatürk, mason localarını kapatmıştı ve komunist yapılanmalarına göz açtırmamıştı. Selanik'ten ülkemize getirdiği çoğunluğu yüksek eğitimli ve paralı 25 bin Sebataycının Türkiye Cumhuriyeti ve inkılâplarının çekirdek kadrosu olduğu doğru bile olsa, Atatürk'ün kökü dışarıda olan yapılanmalara soğuk yaklaştığı inkâr edilemez. Zaten Türkiye'nin gerçek Kurtlar Vadisi, Atatürk'ün ölümünden sonra TL'ye kendi resmini bastıracak kadar hoyratlaşan 
faşist ve manda taraftarı İsmet İnönü'nün hediyesiydi. Eşi Mevhibe Sebataycıydı, aynen Bülent Ecevit'in eşi Rahşan Ecevit gibi. Sebataycı Yakup Kadri, Halide Edip, Fatih Rıfkı Atay, Ahmet Emin Yalman, Abdi İpekçiler’den bugüne geldiğimizde bu entellektüel misyonu taşıyan Orhan Pamuk gibi kalemler, bizi hep bizden uzaklaştırdı. 
Bir yandan kültürel yozlaşma, bir yandan asıl güçlerini barındıran iş dünyasıyla ortaklaşa ülkemizi sömürdüler. 
Siyaseti onlar belirledi ve bunlara ek olarak, medyamafyaasker-bürokrat bağlantılarını kullanarak demokrasimizin acı tarihine düşen dört askeri darbeyi onlar gerçekleştirdi. 

Buzdağının üst yüzeyinde gözüken, yani Susurluk’ta belirginleşen mafya-siyasetçi-iş dünyası ve gizli örgütler şeytan üçgeninin fotoğrafı, değişik bir açıdan çekilmeliydi. Buzdağının görünmeyen dev kütlesinde yer alanların, deşifre edilmesi için masonların deşifresi elzemdi. Derin Devlet-Derin Mafya-Derin Sebataycılar üçgeni ilişkisi hiç yazılmadı bugüne kadar. Eski İçişleri Bakanı Saadettin Tantan, eğer zorla istifa ettirilmesiydi “Gümüşsuyu çetesi!” olarak nitelediği “Büyük Klüp”, yani “Manevi Cihazlanma Teşkilâtı”nı deşifre edecekti. 
Dünyanın her ülkesinde kendilerine özgü derin devletcikler bulunuyordu. İtalya, güya temiz eller operasyonu ile kendi derin devletinin derin mafya yapılanmasını temizledi. Türk derin devleti ve mafya yapılanmasının elbette dış bağlantıları çok güçlüydü ve süreklilik arz ediyordu. 

Bir ahtapot gibi kolları olan bu örgütün, ülkemizdeki yasal adı CIRCLE D’ORIENT: Büyük Klüp. İngilizce isminde geçen 'Circle' aynı zamanda Tapınakcıların yurtdışındaki yayın organının ismidir. 

Siyonizm, Sabataycılar ve Tapınak Şövelyeleri arasındaki gizli bağlantı Siyonist Tapınağı Tarikatı'na kadar uzanır. Üstad-ı âzamlarının unvanı “Denizci”dir. Güven Erkaya'nın bir dönem başkanlığını yürütmesi sadece eski Deniz Kuvvetleri Komutanı olmasından kaynaklanmamaktaydı. Emekli deniz oramirali ve 12 
Eylül sonrası başbakanlık yapan Bülent Ulusu, uzun süre Büyük Klüp'ün başkanlığını yürüttü, halen üyedir. Onun döneminde üye olan meşhurlar arasında babasından misyonu devralan Mehmet Ağar ve Beşiktaş'ın efsanevi 
başkanı Süleyman Seba sayılabilir. Seba, emekli olmadan önce MİT'in İstanbul Bölge Müdürüdür. Ünlü mafya babası Aladdin Çakıcı, Ulusu döneminde üye kabul edilir. Çakıcı, ülkenin en büyük uyuşturucu ve silah taciri Dündar Kılıç'ın damadıdır. Sebataycıların kullandığı mafya kolunu temsil etmektedir. Kara para onlardan sorulur. Hakkındaki onca delile rağmen, beraat ettirilir. Çakıcı, bu ülkede devletin adamı olarak derin devlete çalışan en derin adamdır. Konuşursa âlem karışır. Bu nedenle devlet eliyle kaçırılır. Beşiktaş Jimnastik kulübü 
eski genel sekreteri Sinan Engin sadece talimatı yerine getirmiştir. 

İngilizcesiyle "Moral Rearmament-Mr", Türkçesiyle "Manevi Cihazlanma Teşkilâtı"nın kökleri dışardadır. Tapınakcıların, zuhuruna vesile oldukları Protestan mezhebinin bağlısı (Lutheryan) Amerikan Pastor’u Frank Buchman tarafından, 1929’da "Oxford Group" olarak tesis edilir. Buchman daha sonra, İngiltere’de Evanjelik olur; yani Bush’un ve oğlunun, "Yeni Dünya Düzencileri"nin mezhebine duhûl eder!.. Bu derneğin Türkiye şubesi Beyoğlu’ndadır. Hatta oranın bir sokağında, "Asmalı Mescid” vardır; aynı sokakta, "B’nai B’rith-Ahdin Kardeşleri" teşkilâtı, "Fakirleri Koruma Derneği" adı altında faaliyet göstermektedirler. İşte bu sokakta, "Manevi Cihazlanma Teşkilâtı" da faaliyete başlar. "Toplum faydasına dernekler" listesinde olup, 
vergiden muaf ve üste "bütçe"den para da alan bu iki derneğin, kurucu başkanı, -mini mini vali- Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay'dır... 33. dereceden mason olan Gökay’ın, Göztepe-İstasyon durağındaki köşkü teşkilatın toplantı yeri idi; bugünlerde kullanılan başka bir toplantı yeri ise İsmail Ağar’ın, Kadıköy’deki köşkü... Bu adam, 60 ihtilalinde idam edilen F. R. Zorlu’nun da akrabası ve Ayasofya'nın Ortodoks ibadetine açılmasını istiyordu. 

Heybeliada'daki Ruhbani okulunun açılmasıyla istekleri durulmayacaktı. 
(Er, 2003) 

25. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 22

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 22



Bazısı onu 'mâlî' amaçlı bir örgütlenme sanmış; bazılarıysa, MHP'nin iktidarda bulunmasıyla irtibatlandır-mış...” 
(Kıvanç, Mayıs 2001). Oysa, "Yeniden kurulsun" diye hakkında rapor hazırlanan Ergenekon çok kapsamlı, bir partiyle irtibatı bulunmayan 'devleti yapılandırma' amaçlı bir örgüt... Taha Kıvanç, esas ismi ile Fehmi Koru'ya en büyük tepki, zamanın Mao'cu, PKK yandaşı terörist örgütü, şimdinin ise ordu yanlısı, Kuvayı Milliyeci, Kemalist kuruluşu Aydınlık grubundan geldi. 6 Mayıs 2001 tarih ve 720 sayılı Aydınlık gazetesinde Hikmet Çiçek "CIA’nın “Ergenekon” yaygarasında Fehmi Koru başı çekti. Bütün bunlarla birlikte, piyasaya ‘Ergenekon’ dedikoduları da sürülüyor. Bilindiği gibi Can Dündar Türkiye SüperNATO’sunun (Kontrgerilla) 
‘Ergenekon’ adıyla kurulduğunu anlatan kitap yazdı. Anlaşılıyor ki, ABD Türkiye’de kurdurduğu SüperNATO’ya bu adı koymuş veya bu adın konmasına izin vermiş. “...Türkiye ve Türk Ordusu büyük bir tertiple karşı karşıya. CIA, SüperNATO ve MİT şeflerinin işbirliğiyle Orduyu yıpratma kampanyası her alanda sürdürülüyor. Psikolojik savaşta sözde dosyalar ve raporlar imal ediliyor. “Ergenekon” hikayeleri de bu tertibin bir parçası." (Çiçek, Mayıs 2001) Fehmi Koru'ya hücum etti. 

Bu telâşlı tepkiye, bir bölümünü Fehmi Koru'nun yayınladığı, daha geniş bir şekilde de Aksiyon dergisinin yer verdiği (Aksiyon 12 Mayıs 2001, sayı: 336, Harun Odabaşı-Sivil Ergenekon başlıklı yazı) "Ergenekon: Analiz-Yeniden yapılanma, yönetim ve geliştirme projesi" başlıklı ve "Emir ve tensiplerinize..." hitabıyla biten raporu, "bizzat Doğu Perinçek'in kaleme aldığı ve Ergenekon'un yeniden yapılanmasında önemli fonksiyonlar yüklendiği" söylentileri neden olmuştu. (Odabaşı, Mayıs 2001) 

İnternet'te yayın yapan Ergenekon Sayfası veya Gerçek Ergenekon isimli web sitesi Ergenekon yapılanması ile ilgili şu haber ve yorumlara yer vermişti: "NATO uzantısı eski ‘derin devlet’ yapılanmasının yerine geçmek üzere (!) ulusalcı/ milliyetçi yeni Ergenekon, toplantılara başladı. Eski ‘derin devlet’in operasyon birimleri ilk toplantısını 2003 Haziran ayı içerisinde Akdeniz sahillerinde lüks bir otelde toplanarak yaptı. Yeni oluşumun başında, eski (!) bir MİT daire başkanı bulunuyordu. Başbakanlık danışmanlığı da yapan MİT'ci lider, eski teşkilata benzer bir yapılanmaya gidilmesini savunurken, daha üst seviyelerden bağımsız bir organizasyonun kurulmasının ‘rica’ edildiği ileri sürülüyordu.” 
(Gerçek Ergenekon, Haziran 2003) 
MİT eski Müsteşar Yardımcısı Mikdat Alpay bu oluşumda görevlendirilmesine karşın, grubun eski elemanlarının Alpay'a güvenmediği hatta, Alpay'ın da katıldığı bir toplantıya yüzlerinde kar maskesiyle katıldıkları, sitenin elde ettiği ilginç bilgilerdi. Yeni Ergenekon’cuların ulusal olmasını bekleyen eski 
Ergenekon’cu-lar, 11 Eylül'deki Amerikan kâbusu sonrasında, bu ekibin patronları tarafından büyük ölçüde yine ABD'nin hizmetine tahsis edildiğini öğrenmiş ve yeni oluşumu ifşaa etme telâşına düşmüştü. Uzun süredir, 
başbakanlık örtülü ödenekleri kesildiği için, harçlık bile alamayan ekibin yeniden düzenli aylığa bağlanması, 1974'de kesilen CIA yardımının yine başladığı anlamına geliyordu. 

Eski başbakan Bülent Ecevit, Sabah’ta yayınlanan bir röportajda “Özel Harp Dairesi’nden ilk kez 1974’te tesadüfen haberdar olduğunu ve o vakit kendilerine askerlerce brifing verildiğini” hatırlatmıştı... Daha önce bu konuda biraz daha ayrıntılı konuşmuştu; Ecevit: 

“1974’teki başbakanlığım esnasında zamanın Genelkurmay Başkanı Org. Semih Sancar, Başbakanlık’ın örtülü ödeneğinden acil bir ihtiyaç için birkaç milyon lira istedi. Genelkurmay’dan bu paranın hangi amaçla istendiğini sormak zorunda kaldım. ‘Özel Harp Dairesi için istiyoruz’ yanıtı geldi. O vakte kadar bu dairenin tüm giderlerini bir gizli ödenekle ABD’nin karşıladığı, ancak artık ABD’nin bu parasal katkıyı kestiği, o nedenle Başbakanlık’ın örtülü ödeneğinden para istenmek zorunda kalındığı bana bildirildi. Özel Harp Dairesi’nin nerede olduğunu sordum. ‘Amerikan Askeri Yardım Heyeti ile aynı binada’ yanıtını aldım...” (Milliyet, 28 Kasım 1990) 
Yeniden yapılanma sürecinde, askeri otoritelerin bunun Anti-Amerikan bir görünüm kazanmasını en azından şimdilik istemedikleri, bu yönde yapılacak yayınları dezenformasyon şeklinde sunmasından belliydi. Aydınlık dergisinin "Ergenekon kuruldu" şeklindeki haber ve yorumları CIA dezenfarmasyonu şeklinde sunulmuştu. Kıskanç eski Ergenekon’cuların kuruluş toplantısına katılanlardan aldığı bilgiler ve organizasyonda görev aldıklarını duydukları kimselerin genel karakterlerinden hareketle, Ergenekon’cuların henüz Ergenekon ismi üzerinde dahi karara varamadıkları görüşündeydi. Onlara göre, ABD bu yapılanmayı bir süre izleyecek, bağımsız bir çizgide gitmede ısrar ederse içerdeki adamları vasıtasıyla bunu deşifre edecekti. 

Aslında Aydınlık Grubu'nun bir taraftan Süper NATO'yu deşifre etmeye çalışırken (!) diğer taraftan Ergenekon'u savunması da bu çerçevede anlam kazanıyordu. Ergenekon'un siyasi kanadı, topluma en itici gelen gruplar eliyle yürütülüyordu. Gariptir ki, küçük bir azınlıktan gayrı, kimseye de güven duymuyorlardı. Aynı site "Perinçek'in Türkçüleri" bölümünde ise şöyle denmişti: “Ergenekon'un dayandığı ana tezler şunlardı; Ulusal Bağımsızlık, IMF karşıtlığı (hatta AB muhalifliği), AntiAmerikancılık, Amerika'nın dışlandığı bir Avrasya Stratejisi, Yeniden Kuvayı Milliye hareketi... Atatürkçü Düşünce dernekleri, ve eski Marxist organizasyonlarla içli dışlı çalışan bu grup, kimi zaman da Alevilik'i yalnızca bir kültür olarak yutturmaya çabalayan ‘ateist’ fakat ‘mezhepçi’ bazı derneklerle de işbirliği yürütüyordu.” (Gerçek Ergenekon, Haziran 2003) 

Anlaşılan, "Gerçek Ergenekon" Ergenekon'la ilgili gelişmelerden ve Perinçek'in bu organizasyon içinde bulunmasından pek memnun değildi. Enterasan gelişmeydi zira eskidüşman Perinçek, Ergenekon'daydı... Sedat Peker'in başını çektiği "Öz Türkler" veya Peker'in tanımıyla Pantürkizm (Turancılık) hareketinin gövde 
gösterisinin, "Ergenekon'un yeniden yapılandığı" söylentisi ile eş zamanlı olması ilginçti. Anlaşılan Türkler bundan böyle, "Öz Türkler" ve "Üvey Türkler" diye ikiye ayrılacaktı... İstanbul Hilton Oteli'nde 22 Mayıs akşamı yapılan "Öz Türkler" gününe, diğer bir tarifle Sedat Peker'in beyninde sembolize ettiği ismiyle "Birleşik Türk Devletleri"nin kuruluşuna, bir çok ünlü şahsiyetin yanısıra eski Kara Kuvvetleri Komutanı ve Genel Kurmay Başkanlığı adayı Muhittin Fisünoğlu'nun katılması günün en dikkat çeken haberleri arasındaydı. 
Kartvizitinde Emekli paşa yazmasına rağmen Orgeneral Muhittin Fisunoğlu, Hayyam Garipoğlu’nun Sümerbank'ında, farkında olmadan "Yönetim Kurulu Üyesi" yapılmış eski bir komutanımızdı. Yargıtay'ın kararıyla 14 Nisan 2005'te Garipoğlu, Korkmaz Yiğit'le birlikte Türkbank davasından hapis yatmaktan zaman aşımı nedeniyle kurtulmuştu. Paşamız Hilton'daki davete de, yine Mehmet Ali Yılmaz ve Atilla Yıldırım davet edince farkında olmadan gitmiş ama, kapıdan içeri girince manzarayı anlamış. "Olmamam gereken bir yerdeydim. Ama ne var ki, bir kere içeri girmiş bulundum. Hemen dönüp çıkamadım" diyordu. 
Yönetim Kurulu Başkanı yapıldığının farkında değilmiş gibi yaptı. Muhittin Fisunoğlu'nun referans gösterdiği ve yemeği birlikte yediğini söylediği Mehmet Ali Yılmaz, Dündar Kılıç'ın eski iş ortağı, bir politikacıydı. Atilla Yıldırım da, Alaattin Çakıcı'nın işlerini takip eden ve bir çok kere gözaltına alınan bir isimdi. Paşa, herhalde Sedat Peker'den bir sitem aldı ki "Peker'i tanımaktan pişman değilim" diye düzeltme yapmak zorunda kaldı. Anlaşılan yeni dönemde Çakıcı'nın yerini Peker dolduracaktı. Kendi çizgileri ile "gönüllü zaptiye memuru anlamında" onurlu bir külhanbeyi olan Türkçü-Turancı Sedat Peker'in Aydınlık gibi, ipleri kimin elinde olduğu belli olmayan bir organizasyonla yakınlık kurmasının izah edilecek bir yanı yoktu. Sedat Peker, 19 Mayıs 2004’te Aydınlık'a büyük bir ilan vermişti. Çok profesyonelce düzenlenmiş web sitesi için ise söyleyecek 
bir söz yoktu. Bizce, düşüncesi ne olursa olsun, arkasında kim olduğu belli olan siteler, fikri gelişme ve değişik bir şeyler öğrenme açısından yararlıydı. Esasında legal platformlar içinde, "milliyetçi" duygularımızın kamçılanmasına ve tepkilerimizi açıkça beyan eden bireyler haline gelmemize ihtiyaç da vardı. Ancak, "Birleşik Türk Devletlerinin" kurulması, devlet içinde "Ergenekon" gibi illegal bir yapılanmaya gidilmesi fikirlerini ise, tehlikeli atılımlardı. Hele hele, Perinçek gibi ajan-provakatörlerin içinde bulunduğu oluşumlar hiç bir zaman Türkiye'ye fayda getirmezdi. 

Madem ki bu beyler ve/diğer beyler/akıllarına karpuz kabuğu düşmüş gibi “Kızılelma Koalisyonu” nitelemesi kullandılar, kavramın açılımını H. Nihal Atsız’ın 1947 yılında Kızılelma Dergisi 1. sayısında yazdığı bir yazıdan alıntılarla tamamlayalım: “Kızılelma, Türk Milletinin manevi besinidir!...Bir topluluktan ortak ülküyü kaldırın, insanların hayvanlaştığını görürsünüz. Ortak düşünce olmayan toplulukta, herkes, yalnız kendi çıkar ve zevkini düşünür. Böyle bir toplulukta fedakarlık, saygı, nezaket kalmaz. Bencillik, kabalık, rüşvet, adam kayırma ve namussuzluğun türlüsü alır yürür. Maddileştirilmiş bir insan vatanı için ölür mü? Milletine inanmayan bir adam, yabancı ile işbirliği yapmaz mı? Erdemi gülünç bulan biri çalıp çırpmaz mı? ” 

Bu ittifakın çalıp çırpacağı mazide yaptıklarından belli. Adama sormazlar mı; Allah'tan korkmayan, salon ülkücülüğü, kuru edebiyatla ahlâk timsali mi olacak. Maocu-Türkçü-Tarikatçı-Kemalist ittifakına bel bağlayan yeni derin devlet oluşumu Ergenekon yine yanlış ellerdeydi! 

Perinçekgiller'in Milliyetçi-Ulusalcı-Tarikatçı saçaya-ğı, Türkiye Amerikan düşmanlığı ve AB karşıtlığı organize etmek, daha doğrusu provoke etmek için, hassas noktamız bayrak yakma eylemiyle, fitne tohumunu ilk Mersin'de 
ateşledi. Perinçek, Aydınlık’ta Mersin'deki eylemi beş Amerikalı iki İsrailli ajanın kente 15 gün önce gelerek provoke ettiğini yazarak hedef saptırdı. Yeni Ergekoncu Ulusalcılar, derin devletin son ürünüydü. Bu müthiş kadrodan ancak yeni psikolojik savaşlar beklenebilirdi. Yeni Şafak'ta Ali Bayramoğlu 12 Nisan'da açıkca yazdı: 
"TAYAD'lıların dağıttığı bildiri öncesi Trabzon'daki yerel Kasırga televizyonunun üç kez alt yazı geçerek bayrak yakıldığını, PKK bayrağı açıldığını kamuoyuna duyurmasını" nasıl açıklıyor Trabzon valisi? Daha olaylar başlamadan önce Trabzon'un kimi çevre ilçelerinden gelen, bayrağı kim yaktı telefonlarını nasıl izah ediyor? Trabzonlular bilir... 

Kasırga TV daha önce önceden Kadırga TV adını taşırdı. Kadırga TV, MGK'nın bir dönem devşirdiğini açıkladığı, özellikle Trabzon bölgesinde yapılan her toplantı da, benim de birkaç kez şahit olduğum üzere provokasyon yapmayı adet haline getirmiş, bir dini cemaatin, Haydar Baş'ın televizyonuydu. Komedinin son halkası Trabzon'da 6 Nisan'da bildiri dağıttığı dört arkadaşıyla birlikte linç girişimine maruz kalan Zeynep Erduğrul (25)’dan geldi. 
Akşam'a kışkırtıcı olmadığını, ancak birileri tarafından kullanılmış olabileceğini söylemiş. Arkalarında kim ve kimler olduklarını yeterince izah ettim sanırım... Daha fazla söze ne hacet! İyi saatde olsunların yeni yüzüyle karşı karşıyayız. Biz bu filmi görmüştük desekte yine izletiyorlar... Yeni ergenekon başınızda paralansın! 

NOT: Trabzon'un ve Trabzonlunun adını karalayan terör eylemleri, rahip cinayeti, kitap evi misyoner cinayeti, Danıştay saldırısı, Ümraniye cephaneliği, ortaya çıkartılan 13 den fazla hücre evi şeklinde örgütlenmiş çeteler, Cumhuriyet gazetesinin güya bombalanması, Hrant Dink cinayeti... Liste uzun... Şehirlere taşan PKK eylemleri, araba kundaklamalar, PKK'nın silahlandırılarak azdırılması, ordumuzu Kuzey Irak'a sokup ABD ile çatıştırma telaşı, PKK'nın kirli eylemlerde kullanılması, şehitler üzerinden sömürü girişimleri, uyuşturucu ticaretindeki çetelerle PKK'nın derin izleri.. 

Orhan Pamuk ve Fehmi Koru'ya suikast planları son operasyonla ortaya çıktı. 
Bir hukuk devletinde buna dur demek gerekirdi. Veli Küçük, Fikri Karadağ, Kemal Kerinçsiz gibi dokunulmazlığı olduğunu sananlara dokunmak gerekirdi. Kirli bağırsaklarımızı bakalım bu sefer temizleyebilecek miyiz? Susurlukta yaşanan hayâl kırıklığı, umarım bu defa yaşanmaz. 

ON SORU-CEVAPLA ULUSALCILARIN İHANET ÇETELERİ! 

Danıştay saldırısıdan hemen sonra 3 Haziran 2006’da kaleme aldığım, sonsaniye.net ve platform dergisinde yayımlanan aşağıdaki yazım, sanırım Ergenekon operasyonu başlatan polislere, istihbaratçılara ilham kaynağı oldu: “Türkiye’deki yeni oyunun adı Ulusalcılık”: 1990’larda İBDA-C, Hizbullah ve 
Aczimendileri kullanmış olan ‘İhanet Örgütü’, bu sözde dinci örgütlenmelerin geride kalan kırıntılarını, sol örgütlerle ve sağ mafya ile birleştirerek 2001'den beri ulusalcı çatısı altında yeniden sahneye sürmeye karar verdi. 

Ancak, güvenlik güçleri tarafından ardı ardına operasyonlar yapılan bu sözde dinci örgütler ve çeteler, azınlık cuntacılarının kendilerine biçtiği misyonu henüz yerine getiremediler. 
Bu nedenle gücü artırılan ve yeniden yapılandırılan güya sivil ulusalcı örgütler, 2005'den itibaren hızla devreye sokuldu. Ak Parti, erken seçim diyene kadar İhanet Örgütü, dinci ve milliyetçi çizgideki gruplar, ocaklar, tarikatlar ve cemaatler adına yapılmış gibi gözükecek provokasyon eylemler devam edecektir. Şiddete bulaşmayan dini hassasiyeti olan ve milliyetçi grupların şiddete başvurmasını ve sokağa dökülmesini sağlamak için, bu kesimlerin önde gelen isimlerine karşı suikastların yapılması beklenmelidir. Kısa bir süre sonra, ister laik, ister dinci, isterse milliyetçi kesimden önde gelen birileri suikastlara kurban giderse, herhangi bir kritik kurumun personeline veya binasına büyük bir 
bombalama eylemi gerçekleştirilirse, bu duruma hiç şaşırmamak ve asla millet olarak paniğe kapılmamak gerekiyor. 

Soru-cevaplarımıza geçmeden önce, en son gelişmeleri hatırlayalım. 
Ankara’da, Atabey Grubu adını taşıyan, yeni bir çete oluşumu ortaya çıkarıldı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) en seçkin birliği olarak gösterilen özel kuvvetlerden biri yüzbaşı iki subay, bir astsubay, beş siville birlikte 9 kişi gözaltına alındı. Baskınlarda çok sayıda el bombası, iki Glock tabanca ve C-4 bulundu. Yakalanan zanlıların ajandasında yer alan 9 adet kroki de Başbakan Erdoğan’ın evi ve Danışmanı Cüneyt Zapsu’ya yönelik silahlı eylem planları ve Zapsu'nun BİM marketlerine yönelik planları ele geçirildi. Başbakan Erdoğan'a suikast planı istihbaratı, zaten daha önce alınmıştı. Başbakan son zamanlarda yüze yakın korumayla geziyor. Emekli askerlerin ve istihbaratçıların çetelerde ortaya çıkması, Türk ordusunu bağlamaz. 28 Şubat’cı çete, kamuflajla yine ortaya çıktı. 

Danıştay provokasyonuna baştan beri yanlı yaklaşan, devletden daha devletçi, kraldan kralcı Hürriyet gazetesi, derin askerlerle ilintili olduğu açık bu olayı maskelemek için, habere ilginç bir yorum kondurmuştu. Güya Askeri 
çevreler kroki ve Atabey gerilla grubu kodları hakkında şu bilgiyi vermişler: "Özel kuvvetlerin eğitiminde bu tür hayali gerilla grupları kurulur. Ama eğitimden sonra bu belgelerin imhası gerekliydi. Krokiler ise yine eğitim 
amaçlı, savaş zamanında birliğin birbiriyle haberleşmesi gerekir. Krokilerle bu tatbikat yapılır." Yani ele geçirilenler çete değil istihbaratın çete kurma oyunu idmanı... Bu yeni çete ile gündem meşgul iken Danıştay'a saldırı ve Sauna Çetesi'yle ilgili soruşturmalarda adı geçen Ata Ocakları eski başkanı Ayhan Parlak, teslim oldu. Güya hiç yurtdışına kaçmamış. Serbest bırakılan Muzaffer Tekin ve cani Alparslan Arslan ile beş günde 60 küsur defa ne konuştuğu merak ediliyor. Boşuna heveslenmeyelim, nasıl ifade vereceği ezberletilmiştir. Kollanacağı garantisini alarak, derin ihanet çetesinin üstünü örtmek için ortaya çıkmıştır. 

1. Soru : Son bir yılda sayısız eylem gerçekleştiren ve Danıştay provokasyonu ile dikkatleri üzerilerine çeken ulusalcıların görünürdeki akıl hocası kim? 

Cevap: 80'ine merdiven dayamış, köhne cuntacı, Sabetaycı, “gizli Yahudi” olan, Cumhuriyet başyazarı İlhan Selçuk. Cumhurbaşkanı Ahmet Sezer ile özel görüşmeler yaparak hükümeti erken seçime götürmek için danışmanlık yapan Selçuk, bakın yakın geçmişte neler yaptı? “İhanet Örgütü” tarafından kullanılan aşırı sol terör örgütleri, yeni eylemler için daha çok insan kaynağına ihtiyaç duyuyordu. “Cuntacı örgüt” bu sebeple, hapisteki aşırı sol görüşlü militanların affedilerek tekrar örgütsel faaliyetlere dönmelerini sağlamak amacıyla, sabetaycı İlhan Selçuk kanalıyla, Cumhurbaşkanı Sezer’den talepte bulunmuştu. Bu talepler üzerine Sezer, bugüne kadar aşırı sol görüşlü yüzlerce militanı affetmiş ve tekrar illegal örgütsel faaliyetlere dönmelerini sağlamıştı. 
İlhan Selçuk'un babası Mehmet Kasım Selçuk bir ‘gizli Yahudi’ yani ‘sabetaydır’. (TC Kimlik Numarası: 39292926484), Eşi Handan Gör’ün babası ve annesi, ‘kayıtlı birer Yahudidir.’ Kayınbaba Hamdi Namık Gör (TC Kimlik Numarası: 52552159026) ile kayınvalide Şivekar Gör’ün (TC Kimlik Numarası: 52549159190) dinleri (dolayısıyla ırkları) nüfusta Yahudi olarak kayıtlıdır. Sabetaylarda, sabetay/Yahudi olmayan kadınla evlenmek büyük günahlar arasında sayılmaktadır ve lanetlenme sebebidir. 
Çünkü anaerkil olan Yahudilerde, soyun, kadınlar üzerinden devam ettiğine inanılır. Bu sebeple evlenilecek eşler, mutlaka sabetay asıllı olanlar arasından seçilir. İlhan Selçuk’un ailesinde de bu kurala hassasiyetle riayet edilmiş ve aileye alınan diğer gelinler de sabetaylardan seçilmiştir. Yengesi Sema Köymen’in akrabası olan Öykü Köymen gibi, akrabalarının pek çoğu sabetaylara ait olan Şişli Terakki Vakfı Özel Şişli Terakki Lisesi mezunudurlar. Bir diğer yengesi olan Ruhan Selçuk’un ninesinin isminin Yuhna ve yeğenlerinin isimlerinin Samuel ve Benjamin (Gümüşsoy olması, bir kanaat veriyor olsa gerek!) Selçuk’un akrabalarının soyadlarına bakıldığında tamamına yakınının sabetay 
asıllı oldukları görülecektir: Ertel, Köymen, Kiper, Oskay, Uzel, Yenersü… 

2. Soru: Ulusalcı oluşumlar nasıl meydana geldi? 

Cevap: 2001 yılında Sedat Peker ile İP Lideri Doğu Perinçek, ulusalcılık adı altında “Kızıl Elma Koalisyon”u kurarak, oluşuma resmen başlattılar. Kısa sürede kimi milliyetçi, kimi solcu, kimi sağcı, kimi İslâmcı, kimi sosyalist, kimi Maocu bir çok grup, sözde ulusalcı Kızıl Elma çatısının altına, bir yerlerden talimat almış gibi, hızla girdi. Daha sonra eski MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç’ın Avrasya’ya yaptığı atıfdan vazife çıkaranlar, Rusya’nın öncülüğünde stratejik birliktelik olan Avrasya Hareketi'ni 2004'den itibaren örgütlediler. Ulusalcılar olarak adlandırılan “koalisyon” da Avrasya'nın içine girdi. Ulusalcı harekette buluşan sol, Kemalist ve milliyetçi unsurlar şimdi bu üst şemsiyede, Avrasya coğrafyasının anti-Amerikancı unsurlarıyla bir aradaydı. Temel karakteri Amerikan karşıtlığı olan harekete katılmak için İslâmcı, solcu, sağcı olmak fark etmiyordu. Konunun sadece Doğu Perinçek’in hayâli değil, bir kısım sivil ve askeri bürokratın önemsediği, argümanlarını dile getirmekten çekinmediği, bir oluşum olduğu zamanla ortaya çıktı. Hareketin aktörlerinden Kemalist ulusalcı bir şahsın (adı bizde saklı) anlatımıyla, kırk yıllık NATO’cular, Özel Harpçiler şimdilerde Avrasya 
Hareketi’nin en hızlı neferleriydi. 

3. Soru: Bu oluşumların önde görünen, teorik değil aktif iş görecek, sözde NGO'ları kimlerdi? 
Cevap: MGK, 1997’de ülkücü mafyalar nedeniyle iç tehdit kabul ettiği “aşırı sağ”ı, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nden, yani Kırmızı Kitap’dan 2005 sonbaharında çıkardı. Türk milliyetçiliği bazı kesimlerce ırkçılığa dönüştürülmek, sağ mafyadan yararlanılmak isteniyordu. Güya 1980'lerde ASALA'ya karşı kullanılan ülkücülerin toplandığı operasyonel bir birim olan TİT'in elemanları yeniden toplandı. TİT'in bugünkü devamcıları olan Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi (VKGBH) ve Ulusal Birlik Partisi'yle birlikte başka bir ulusalcı oluşum da, Türk Solu dergisiydi. Radikal milliyetçi-agresif yayın yapan Türk Ergenekon ve Ötüken gibi gruplar mantar gibi bitmeye başladı. Milyonların üye yapıldığı ulusal dernekler, Türk milliyetçiliğini kullanarak, binlerce dolar 
saçmaya başladılar. Emekli veya emekli gözüken özel haraket mensupları, operasyon yapacak vurucu timleri, hücre evleri halinde örgütledi. Kurulan 40'ya yakın çete, birbirini tanımıyordu; irtibatları sağlayan liderleri tanıyordu. Derin çete görüntüsü, istihbarat ayağını ortaya koyuyordu. Adam toplamaya başladılar ve bulmakta gecikmediler. 

4. Soru: Değirmenin suyu nereden geliyor, nerede kullanılıyor? 
Cevap: Bir iddiaya göre, Başbakana bağlı olmayan, Orta Asya'da Türk milliyetçiliğine derinden yardım eli uzatan örtülü bir ödenekten geliyor. Diğer gelir kalemi ise, Peker grubu gibi, derinlerle çalışan mafya çeteleri. Söylemleri 
masonluk ve ABD karşıtlığı olmasına rağmen Soros Vakfı tarafından finanse edildikleri de ileri sürülüyor. 
Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi (VKGBH), bir yıl içinde 1,5 trilyon lira harcayarak, ülke çapında 190 şube açtı ve 3 milyona yakın üye kaydetti. İlçeler hatta köylerde bile örgütlendi. Meselâ, Mersin’de 70 bin üye kaydedildi. Dergileri Türkeli, 250 bin basılıyor. Bir milyondan fazla tüzük, teşkilâtlara gönderilmiş durumda. Giriş aidatları 40 YTL, yıllık üyelik aidatı ise 100 YTL. Başkanları Taner Ünal, MHP'den dışlanan, sözde bir ülkücü. İnternet ortamında “Özel Büro” ve “Kuvayı Milliye” isimleri altında örgütlenen başka bir grup ulusalcı, bir süredir coplu, telsizli, 1 milyon kişilik teşkilât kuruyor. Sözde Kürt mafyasına karşı harekete geçmeyi planladıklarını açıklayan ve kendilerini “Özel Büro” olarak tanımlayan gurubun başında, proje koordinatörü olarak, Ali Özoğul adlı kişi bulunuyor. 
Ali Özoğul, manifestosu deşifre edilen, Kuvayı Milliye Derneği’nin de genel başkan yardımcısı. Yani, Danıştay baskını soruşturması esnasında göz altına alınıp, günlerce sorgulanan emekli yüzbaşı Muzaffer Tekin’in yakın dostu, emekli Nato Özel Harp Dairesi Başkanı Fikri Karadağ’ın yardımcısı. Tam 2000 motorize ekipten oluşan, telsizli istihbarat ekiplerini 2007 içinde faaliyete sokacaklardı. Bu 2000 kişilik ekip, öncelikli olarak İstanbul içinde ve iki yakada donanımlı olarak hareket edecekti. Asli işleri, istihbarat olan bu ekipler, başta Kürt Mafyası olmak üzere her türlü mafya ve organize suç şebekesine karşı mücadele etmekle görevlendirilmişti. 

Emniyet ve diğer güvenlik birimleri ile eşgüdümlü ve koordineli olarak çalışacaklarını ileri sürseler de, bunlara kimin görev verdiği bir bilmeceydi. Acaba, devletin polisine güvenmeyerek özel istihbaratçılık ve poliscilik 
oynayanlar kimlerdi? Bu çapta bir faaliyet, MİT ve MGK'dan habersiz yapılabilir mi? 

5. Soru: Bu grupların söylemleri nedir, nasıl üye kaydediyorlar; yaptıkları illegal değil mi? 
Cevap: Söylemleri ilginç. Halkın nabzına göre şerbet vererek yanlarına çekiyorlar. Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi , ABve PKK'ya karşı. İddialarına göre, Türkiye’deki sivil toplum örgütlerinin %93’ü dışarıdan 
destekleniyor. Bir tek kendileri millî. MİT'in yan kuruluşu gibi çalışan ASAM'ı, RAND ile işbirliği yapmakla suçluyorlar. Kim kimdir, kimin eli kimin cebindedir, yıllardır araştıklarını öne sürüyorlar. Bilgi kirlenmesi savaşı için ortam hazırlıyorlar. 21 bin tane büyük şirketin, 19 bininin Mason olduğunu belirtiyorlar. 
Erkut Ersoy, kendilerini Kuvayı Milliye grubunun bir alt kolu olarak tanımlıyor. Her türlü terör örgütüne karşı ve sözde Ermeni Soykırımı konularında mücadele ettiklerini söylüyor. Halen, gruplarında 6214 görevli olduğunu öne süren Ersoy, grupların içinde Genel Kurmay, MİT ve polisten de yetkililerin olduğunu iddia ediyor. Özel Büro kendisini, “PKK sitelerini çökertiyoruz, bilgi topluyoruz, Türk istihbaratına da bu bilgileri aktarıyoruz” diye anlatıyor. 2000 değil mümkünse, 1 milyon motorize ekip oluşturmayı planlıyorlar. İlk olarak İstanbul’da, 100 motor olarak, -aynen Yunuslar gibi; ama Vespa tarzı motorlarla- başlayacaklar. 30'u Ak Parti'den olmak üzere, çeşitli partilerden 80’e yakın milletvekilinin ve bazı işadamlarının projeye destek verdiğini ileri sürüyorlar. 
Gönüllü hareketi olduğu için, illegal olmadıklarını ve yasal izne ihtiyaç duymadıklarını iddia ediyorlar. Gizli bir ordu kuruyorlar. Çünkü ülke Sevr döneminde olduğu gibi işgal altındaymış. Kim işgal etmiş: Ak Parti ve dış güçler... 

23. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***