5 Temmuz 2019 Cuma

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 6

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 6


" Özel İstihbarat Dairesi ile onun devamı niteliğindeki Kontr Terör Merkezi"ni bu kızgınlığa alet etmeselerdi sözleriyle meslekdaşlarına da kızdı. 
Şimdi karşımıza çıkan tabloya bakın: 
Devletin istihbarat teşkilatı, Jandarma’nın istihbarat teşkilatı içine ajan sokup bilgi almaya çalışıyor. Bu ortaya çıkınca devletin istihbarat teşkilatı, “O bizim ajanımız değil, bizim içimizde, tasfiye ettiğimiz bir ekibin ajanı” diye açıklama yapıyor. Ve “derin devlet”i çözmesi umulan dava, bu iç çatışmanın sağladığı verilerle ve bu çatışmanın gürültüsüyle yürüyor. 
Eski başbakan Mesut Yılmaz, durumu şöyle yorumluyor: 
“Bakın, Tuncay Güney diye birinin evinde Ergenekon örgütünü çözecek çok sayıda evrak bulundu. Bu adam o zaman 22 yaşında... ortaokul mezunu bir genç... Bu evrak kendisine komple teslim edilmiş. Amatör bir iş olmadığı 
belli... Bu, bir teşkilat işi... Teşkilat onu kullanmış, sonra bırakmış. Ona bu belgeleri veren teşkilat ortaya çıkarılmadan bu olay çözülemez. Mahkeme, bunun elde ediliş şekli üzerinde yoğunlaşırsa iş çözülebilir. Bu, aynı zamanda hükümet için de bir samimiyet sınavıdır. (Dündar, 2008). 

4 Aralık’taki duruşmada mahkeme, Güney’in MİT’e sorulma talebini kabul etti ve resmi yazı yazdı. Oysa MİT içindeki grup sızdırdığı belge ile zaten cevabını vermişti. Türkiye’de bunlar yaşanırken, Güney sürekli taşlanırken, bir yandanda Ergenekon’un Kanada ayağı Güney’i tehdit ederek söylediklerin aksini açıklamasını istiyor. 
İlk tehdit, 13 Haziran 2008 günü Mustafa Doygun tarafından işletilen Toronto’daki İstanbul Marche’de, aşırı solcu bir Kürt Alevi vatandaşı tarafından yapıldı. Tuncay tehdit edildiğini bana gönderdiği açıklamasıyla doğruladı. 
Daha önce yalanlamıştı. 14 yıldır Kanada’da yayın işi yapan Bizim Anadolu gazetesi, geçmişte Doğu Perinçek ile çalışmış Ömer Özen tarafından çıkarılıyor. Özen’in görevlendirdiği Toronto Muhabirleri Celal Uçar, Güney’e Perinçek ve İşçi partisi hakkında söylediklerini Cumhuriyet’de yalanlaması için baskı yapıyordu. Bu mesajı getiren eski CHP’li Sabataycı Ali Topuzdu. Kızı Toronto’da okuyan Topuz, şantaj için maşa kullandı. Olayın şahidi olan müşteri Kemal Bey, kapı dışarı edilmişti, ama yerin kulağı vardı. Ergenekonla ilgili Aydınlık ve Cumhuriyet alıntılı haberler yapanların maskesi düştü. Güney, kaybedecek hiçbir şeyi olmayan biri. O yüzden de her şeyi yapabilir. Bir kuyuya taş atar, kırk akıllı çıkaramaz. Çorum'un Gölet köyünden Toronto'ya uzanan yolculuğunu "Gecekondudan Şatoya" diye özetliyor. Fakir bir ailenin çocuğu. Babasıyla aynı kaderi paylaşmamak için çırpınmış, garip bir Çorumlu. Efendimin kölesiyim, yani idealist değilim diyor. Efendi kim Tanrı. Yani inanıyor. Bana ikinci görüşmemizde hiç bir dine ve kutsal kitaba inanmadığını, bunların insanların uydurması olduğunu söylemişti. Yaşadıkları nedeni ile inancı zayıflamış olabilir, ama imansız değil. Güney, öyküsündeki tüm çelişkilere, güvenilmezliğine, iddialarının ispattan yoksun olmasına karşın Türkiye tarihinin en önemli siyasi davalarından birinin başrol oyuncusu. Güney’in herşeyi bilen adam olarak lanse edilmesine kızan Mahir Kaynak, bugüne kadar Güney’in deşifre ettiklerini neden kendisi kamuoyuna açıklamadı? 

Söylediklerinin çoğu doğruydu. Ama şahsı ile ilgili gizemleri fazla. Bordrolu MİT elemanı olduğunu sanmıyorum. Lise 1 terk, İngilizce bilmeyen biri MİT'e memur olarak giremez. Ama kullanılabilir. Kayıt altına alınmamış haber kaynağı demek, bedava, maaş verilmeden kendisinden gönüllü yararlanılan anlamındadır. İngilizcede buna ' Walk in' ajan denir. Kulanılır ve tedavülü dolunca bir köşeye atılır. Veli Küçük ile 9 yıl süren sıkı fıkı ilişkileri Ergenekon’u anlamak için daha önemli. Mehmet Eymür’ü tanıdığını sanmıyorum. Ama Eymür’e çalışan MİT elemanlarına bilgi vermiş olabilir, bu da Güney’i MİT elemanı yapmaz, düşük seviyede bilgi kaynağı yapar. 

32. Gün programında eski MİT Kontr-terör Daire Başkanı Mehmet Eymür’ü tanımadığını beyan eden Tuncay Güney’i yalanlayan, eski iş arkadaşı Ümit Oğuztan oldu. Ergenekon davasının görüldüğü İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne verdiği dilekçede, “Güney, İran Konsolosluğu siyasi işler müsteşarı Muhsin Karger’le tanışıp dostluk kurduğunu ve doğrudan Mehmet Eymür’e bilgi ve fotoğraflar aktardığını bizzat şahsıma anlatmıştır” dedi. Oğuztan, Tuncay Güney’in yanında Mehmet Eymür’le telefonla görüştüğünü de belirtti. Eski Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) İstanbul Bölge Başkanı Nuri Gündeş’e göre, Sabah Gazetesi'nde yayınlanan MİT belgesinin Tuncay Güney ile Veli Küçük arasındaki telefon konuşmalarına ait tutanaktan başka bir şey değil. Haberde ismi zikredilen eski MİT İstanbul Bölge Başkanı Galip Tuğcu ve eski MİT İstanbul Bölge Başkanı Kubilay Günay'ı çok iyi tanıdığını açıklayan Gündeş, bu isimlerin sonradan teşkilata bela olacak insanları almayacağını anlatıyor. 
Günay ve Tuğcu, haberde sözü edilen işlere girmelerinin mümkün olmadığı  açıklamasında bulunuyor. Güney'in MİT elemanı olmadığını, bunu Şenkal Atasagun'un da doğruladığını belirten Gündeş, "Böyle bir isim var evet ama MİT ile ilişkili değil. Güney için Atasagun'un vize aldığı bilgisi de kesinlikle doğru değil. Haber birileri tarafından yönlendirme amacıyla uydurulmuş. Belgede bir şey yok. Dinlemeden doğan Veli Küçük ile Tuncay Güney arasındaki bir görüşmenin dinleme tutanağıdır o. Müsaade edin de şüphelenilen insanları da kontrol altına alsınlar yani." diye konuşuyor. ( Ceyhan, 2008). 

Gelelim Güney’in gerçek yaşam öyküsüne… 25 Ağustos 1972’de Çorum’un Kargı İlçesi’nin Gölet Köyü’nde doğdu. Ana adı Ayşe, baba adı Ali. T.C. Kimik Numarası: 22126653748. Din hanesinde İslam yazıyor. Üç çocuğun en küçüğüydü. Tuncay'ın babası Ali Güney köyden ayrıldıklarında küçük Tuncay 6 aylıktı, bundan sonra çocuklar bir daha köye gelmediler. Ablası Keziban ile abisi Murat daha çocuk yaşta İstanbul'da en ağır işlerde çalışıyordu. Abisi 17 yaşında trafik kazasında öldü. Yıllar önce Çorum’un Kargı'ya 40 kilometre mesafede bulunan Gölet Köyü'nden İstanbul varoşlarına gecekondusuna taşınan aile çok zorluklar çekti. Açlıkla yoklukla boğuştular. Zaman zaman babası Ali ile annesi Ayşe köye gelirdi. Ancak ne Tuncay'ı ne de abisi Murat’ı ve ablası Kezibanı köye getirirlerdi. Beşiktaş’ın yukarısında gecekondu semti olan Gültepe Varoşlarına 
yerleştiler. En son 2007 Temmuz ayında kız kardeşinin ölümü nedeniyle köye gelen Ayşe Güney, oğlunun hakkında çıkan iddialar nedeniyle bir daha köye dönmeyi düşünmüyor. Gültepe'nin Harmantepe mahallesi gecekondu semtinde evini zar zor geçindiren baba Ali bey, oğlu Tuncay’ı 12'sinde aynı köyden Mithat Ulusoy adında bir tanıdıkları vasıtasıyla Ayazağa'daki yatılı bir Kuran kursuna götürdü. 

Ayazağa Ortaokulu'na da devam ediyordu. Evde beş nüfusu geçindirecek ekmekleri yoktu. Çoğu zaman bir çorba kazanı bile kaynamıyordu. Annesi (Ayşe) ev hanımı, babası (Ali) o dönem Beşiktaş'taki Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu'nda teknisyendi. kaldığı yurtda gündüzleri belli saatlerde din dersleri veriyorlardı. Biraz Arapça, oldukcada düzgün Kuran okumayı orada öğrendi. Ne İmam Hatip’e gitti, ne İsmailAğa camisinde hafızlık eğitimi gördü, nede iddia edildiği gibi Kuran’ı İran’da öğrendi. Varoşlarda büyüyen Tuncay, fakirliği, yoksulluğu, yokluğu iliklerine kadar hissetti. Fakir çocukları ücretsiz okutan bu talebe pansiyonu halen işlevine devam ediyor. 1986’da babası kalp krizi sonucu öldükten sonra çalışmaya başladı. Annesi, babasının ölümünden sonra psikolojik sorunlar yaşadı. Koca aileyi geçindirmesi imkansızdı.1986’nın 13’ü Şubat ayıydı. 
Babası öldüğü sırada yatılı okulda okuyordu, orta birinci sınıftaydı. Annesi onu okuldan aldı, okutamadığından dolayı demir doğrama atölyesine çocuk çırak olarak işe koydu. Bu iş bir ortaokul çocuğu için çok ağırdı. Bu nedenle kısa sürede buradan ayrıldı, bir konfeksiyon dükkanında ayak işleri yapmaya, yerleri süpürerek evine ekmek götürmeye çalıştı. Annesi Ayşe Hanım, çorap örüyor, cumartesi ve pazar günü halk pazarlarında bunları satarak bir nebze olsun eve katkı sağlıyor, fakirlikten kurtulmaya gayret ediyordu. Çok ezilmişti. Geceleri 
sessiz sessiz ağlıyor, bir gün gelecek bu zalim dünyadan intikamımı alacağım diye yemin ediyordu. Güney, yaşamındaki herşeye gizem katmayı seviyor. 

1984'te Kuran kursuna gönderilmesi ona göre rastlantı değil, çünkü ailesi Sabetayistmiş! Güya böyle aileler de çocuklarını bu kursa gönderirmiş. Sobalı evinde geceleri annesinin Tevrat okuduğunu iddia ediyor. Oysa annesi beş vakit namazında, başı örtülü biri. Ayazağa Talebe Yurdu'nun eski müdürü Halil Atam, Güney'in talebelik dönemini gayet iyi hatırlıyor: "Tuncay, dini, namazı öğrendi. Çalışkan ve uyumluydu." diyor. O yıllarda cemaatin önde gelen isimlerinden, Güney'in "Beni bilirler" dediği Hüseyin Kaplan ve Hüseyin Kumaş ise Sabetayizm iddialarını kesin reddediyor, Güney'i hatırlamadıklarını" belirtiyorlar. (Gümüşel, 2008). 

Halen Gültepe'de komşu çocuklarına Kuran öğreten, mahallelinin "namazında niyazında biri" dediği annesi (73) yıllarca, kökenlerinin Mısır'a uzandığını, Mısırlı dedesinin de paşa olduğunu anlatmış Tuncay'a. O’da buna Sebataycı hikayesi eklemiş, birde sahte belgeler ayarlamış. İlk defa bu iddiayı 1996'da ortaya atan gazeteci arkadaşım olur, ona çok kızdığını söylüyor. Anlaşılan daha sonra bu hoşuna gitti, kullanmak istedi. 

13 yaşında babasının ölümünden sonra, ailesi çok zor günler geçirmiş. Yaz tatillerinde konfeksiyon atölyesinde çalıştı. 1980'lerde orta ikinci sınıfa devam ederken, Refah Partisi'nin eski Kağıthane Belediye Başkanı Arif Calban 
ile İstanbul Çeliktepe'de bir düğme atölyesinde tanışmışlar. Calban, onu "iyi, zeki, fırtına gibi bir çocuk" olarak hatırlıyor. 1986'da Pertevniyal Lisesi'nde öğrenci, hatta lise 1. sınıftan terk. Ancak lisenin müdürü Aziz Yeniyol, böyle bir öğrencilerinin hiç olmadığını belirtiyor. Güney ise ısrarla "Pertevniyal'den çok 
Bedrettin Dalan'ın İstek Vakfı'na ait Tarabya Kemal Atatürk Lisesi'ne gidip geldim" diyor. Güney'in annesi, Tuncay'ın Tarabya'daki o okula gittiğini doğruluyor. Sonra okulun müdür muavini (Ali Kuru) Tevfik Yener ile 
tanıştırdı, oğlum Sabah gazetesinde çalıştı şeklinde konuşuyor. Bir gün konfeksiyon dükkanında okuduğu ilanından bulduğu Sanayi mahallesindeki Yıldız Yemek Fabrikası’nda işe girdi. Yemek fabrikası, İstek Vakfı okullarının hepsine yemek dağıtıyordu. Orada artan yemekleri evine götürüyordu. Asgari ücret bir aylık veriyorlardı. Şişli’de oturan bir Matematik öğretmeni olan yurt müdürü Ali Kuru, öğrencilere yemek servisi yaparken, oda ona yemek servisi yapardı. Öğretmenler kendileri yemek alırken, Kuru kendisine yemek getiren nur yüzlü bu genç delikanlıyı sevdi. Okulda zengin öğrencilerden gelen süveter, gömlek gibi şeyleri ona hediye verirdi. Geleceği için daha düzgün bir yere gitmek istediğini söyledi Tuncay. Ali Kuru, ‘okulda okumuyor musun?’ diye sordu. Ortaokulu Gültepe Alkoç Orta Okulunda bitirmiş, diploma almıştı. Kur, onu
Pertevniyal Lisesine referansla gönderdi. Orada yarım sene okudu. 

Lisede olması gereken yıllarda Sabah ve Milliyet gazetelerinde ofis boy’luk yaptı. Getir götür, süpür ayak işleri yaparken, hep gazeteciliğe özeniyordu. Çok havalı bir meslekti. Ceplerinde üç kuruş simit parası olmayan gazeteciler kendilerini çok güçlü olarak görüyorlar, çok zengin, güçlü insanlarla eşit seviyede görüşüyorlar dı. 
Varoşlardan gelen biri için gazetecilik, sığınılacak mükemmel bir kapı idi. Ama onu birden kapı önüne koydular. 
O yıllarda oğlu aynı okulda okuyan gazeteci (Sabah, Milliyet, Yeni Asır ve Takvim gazetelerinde çeşitli dönemlerde yöneticilik yapan) Yener, Kuru'nun kendisini arayarak Güney'i işe almasını rica ettiğini doğruluyor. 
Kuru saygın, güvenilir biri. Tuncay'dan söz ediyor ve, 'Bu çocuk terbiyeli, çalışkan, babası vefat etmiş, annesine bakıyor, çalışmaya ihtiyacı var' diyor. Meslek sahibi olsun, en azından sayfa yapmayı öğrensin, yetişsin diye 
gazeteye yerleştirmiş; ofis boyluk yaptırmış. Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK-yeni adı Sosyal Güvenlik Kurumu) kayıtları da bunu doğruluyor. Güney'in SSK kayıtları tartışmayı noktalayacak kadar açık: İlk kez sigortalı olduğu 1988'de liseden terk, 16 yaşında, tecrübesiz ve eğitimsiz bir genç olarak, ayda yaklaşık 65 bin 500 lira almış. Bu rakam o dönemde, 16 yaşından küçükler için asgari ücretin yaklaşık iki katı, büyükler için ise yaklaşık yüzde 35 fazlası. İki yıl sonra maaşı 190 bin liraya ulaşmış (asgari ücretin yüzde 30 fazlası). 1991'de, yani 19 yaşındayken Sabah gazetesinden eline geçen aylık kazanç ise 1 milyon 100 bin liranın üzerinde ve bu rakam asgari ücretin yaklaşık beş katı. Gazetecilikle birlikte Güney'in hayatı daha da sisli hale geliyor. Milliyet’den çıktıktan sonra, üç ay kadar bocaladı, işsiz kaldı, ne yapacağını bilemedi. O esnada yaşadığı bölgede Gültepe’nin girişinde Eski adı Kırklar Boğaziçi Erkek Öğrenci Yurdu, şimdiki adıyla Boğaziçi Erkek Öğrenci Yurdu’nun kapısını çalmaya karar verdi. Kırklar, yediler, üçler evliyalarından dolayı yurdun adı Kırklar konmuştu. 
Yurda gelip gidiyordu. 

Bu süreçte orada bir çok arkadaşlar edindi. 

Zaman gazetesinin Cağaloğlu bürosuna uğruyor, Milliyet Kitap’ın ve Zaman’ın verdiği ansiklopedileri biriktiriyordu. Zaman gazetesi ilan bürosunda Süleyman adlı genç Çorumlu bir çocukla tanışmıştı, oranın ilan müdürüydü. Bunu Kırklar Yurdu’ndaki arkadaşlarına söyledi. “Zaman bürosuna gitsem gelsem ayıp olur mu?” diye akıl danıştı. “İstersen beraber gidelim, Kırklar Yurdu’ndan olduğunu gelip gittiğini onlara söyle ki, sana sıcak baksınlar,” tavsiyesini aldı. Tanıştığı insanları referans yapmayı öğrenmişti. 

Gitti, beni hatırladınız mı diye sordu. Hatırladılar. Ben çalışmıyorum, siz de Samanyolu televizyonunu kuruyorsunuz diye kem küm etti. O zamanlar Samanyolu televizyonu Moskova’daydı. Kanal 6 dahi o yıllarda yeni yayına başlamıştı. İlk özel televizyon yayını yapan Kanal 6 da, STV de Moskova’dan yayın yapıyorlardı. Yayını, Tikaş TKM Çemberlitaş’tan veriyorlardı. TKM’de, aynı gün, ikindi namazı vaktinde işe alındı, çok iyi hatırlıyordu. 

Buraya geçişinde ona referans olan isim bir iddiaya göre, Nazlı Ilıcak. Ama sanmıyorum. Kesinlikle Nurettin Veren ile o dönemde tanışmıyor, referans olması mümkün değil. 

Böylece Samanyolu TV’nin (STV) yapım şirketi Işık Prodüksiyon'da işe giriyor. 1994'te, altı ay boyunca "Doruktakiler" adlı bir program hazırladı. Henüz 22 yaşında. Haber yazmayı bile bilmiyor, yazma kabiliyeti sıfır, ama ağzı laf yapıyor. Kendisini iyi pazarlamış. STV'de yetişmiş eleman eksikliği var, iyi kullanmış bu boşluğu. Programına siyasetçi, akademisyen, asker pek çok ünlüyü konuk etti. Aynı yıl STV’de olan Haluk Örgün, Güney'i şöyle hatırlıyor: "Benim frekansıma uymazdı. Kendini çok önemli, herkesle ilişkisi varmış gibi sunuyordu. Şurası kesin, işlerini bir şekilde hallediyordu. Mesela biz habere gidecek kamera 
bulamazken, o buluyordu. Kendini çok iyi satan biri, ama hiç donanımı, birikimi yok. Bu arada Güney, STV’de çalıştığı dönemde İşçi Partisi (İP Başkanı Doğu Perinçek Ergenekon davası tutukluları arasında) ile de ilişki kuruyor. İP'nin yayın organı Ulusal Kanal Genel Müdürü Ferit İlsever "I990'lı yıllarda Aydınlık dergisine (İP yayın organlarından) gidip geldiğini biliyorum" diyerek bunu doğruluyor. ( Gümüşel, 2008). İddiaya göre, MİT onu bu sırada keşfediyor ve kullanmak istiyor. Pertevniyel Lisesi 1. sınıftan terk olan Güney, 5 Mayıs 1997 yılında askere gitti. Bu tarih, Mehmet Eymür’in MİT’deki ekibinin ve şübesinin tasfiye edildiği döneme denk geliyor. Isparta, Kars Ardahan ve Çıldır’da 4 ay askerlik yaptı. Güney, 2001 yılında polise verdiği ifadesinde “4 ay kadar askerlik yaptıktan sonra cinsel yönden bozukluğum nedeniyle, halk dilinde "gay" olarak 
söylenen, cinsel sapmam olduğundan dolayı askerlikten muaf tuttular” dedi. Bunu işkence altında vermiş, gay değilim diyor, elbette sahte çürük raporu aldım diyemiyor. Güney'in Kars Ardahan 9. Tabur Usta Birliği'ndeki askerliği kimi kaynaklara göre altı, kimine göre dört ayda sona eriyor. Kendi anlatımıyla "Canım sıkıldı burada paşa (Veli Küçük'ü kastediyor), herkes devreye girsin, ben gidiyorum" diyor. Asıl gerçek şu: Askerlik yaptığı tugaydan sık sık Veli Küçük’ü telefonla arayan Güney, kendisini askerlikten kurtarması için yalvardı. Küçük, 28 Şubat sürecinde Sisi’nin yanına yerleştireceği Güney’e ihtiyaç duyduğu için yardımcı olmayı kabul ediyor. 
Veli Küçük, 9. Tabur’daki birliğini arayarak Tuncay’ı GATA Psikiyatri kliniğine tedaviye göndermeleri için tasallutta bulundu. Güney, 2001’de Polis’te ve daha sonra pek çok arkadaşına söylediği gibi GATA’dan ‘ homoseksüel’ olduğuna dair askerliğe elverişsiz raporu almadı. GATA Psikiyatri Kliniği’nden aldığı rapor daha ciddi bir iddiayı içeriyor. Çocukluktan başlayan psikolojik bozuklukların şizofreniye dönüşebileceği endişesiyle Tuncay Güney’in askerliğe elverişli olmadığına dair bir askeri doktor, rapor yazdı. GATA’nın beş üst düzey komutanı bu raporu imzaladı. Bu raporu gözü gibi saklayan Güney, Veli Küçük’ün bu 
raporun yazılmasındaki referansını yalanlamıyor. Küçük’ün bu esaslı kıyakı herkese yapmadığını biliyor. Askerlikten yırtmasını sağlayan bu 5 imzayı ve belgenin aslını gören eski bir ev arkadaşı, Tuncay’ın kendisine ‘homo’ raporu almasa bile başka bir arkadaşına para karşılığı homoseksüel raporu aldırarak askerlikten kurtardığını övünerek anlattığını söylüyor. ‘Daha pek çok eşcinselin askerlikten men raporu almasına yardımcı oldum’ diyor. Bu ifadeleri ve sahte çürük raporu ayarlamak suç. Güney'in askerlik yaptığı dönemdeki tugay komutanı, 'Tugay dediğiniz sekiz, dokuz bin kişi. Kendisini hiç hatırlamıyorum, hiç de tanışmadım" diyor. 
Şimdi emekli olan sözkonusu komutanın oğlu Ergenekon davasında tutuklu olarak yargılanıyor. Saygı Öztürk’e Tempo’daki röportajında “Erkeklerle yatmayı seviyorum” diyen Güney’in, bu yönünü doğru veya değil ilk defa ben yazdığım için, özür diliyorum. Güney, polisteki bu ifadeyi ağır işkence altında verdiğini 
savunuyor. Öztürk’e Tempo’da çıkan beyanı kullanmadığını, tekzip ettiği halde yayımlamadıklarını savunuyor. Güney'in köylüleri ve akrabaları televizyondaki ve gazetedeki haberleri duyduklarında şaşırdılar, en çok Güney'in dinini değiştirmesine tepki gösterdiler. Aslında Güney hiç bir zaman dininideğiştirmedi. Ama yaşadıkları nedeniyle Allah’a olan inancını kaybetti. Güney, nefsini Rableştiren ve nefsiyle savaşında bocalayan sıradan bir kimseden farkı yoktu. Gazetecilik başını döndürmüştü. Ortaokul ve lise çağında asla İmam Hatip’e gitmedi ve İsmailağa camisine hiç uğramadı. Eşi Rabia Hanım bu çevredendi, ama Almanya’da okumuş, başı açık bir hemşire idi. Annesinin bulduğu kızla evlenmiş, ancak farklı dünyaların insanları oldukları için, anlaşamamışlardı. Güney’in çok karanlık bir dünyası vardı. Ailesinden ve akrabalarından uzak yaşardı. Savcının iddianameye, nüfus kayıt örneğine göre, “Emekli Sandığı’ndan maaş almaktadır” diye yazması tartışmalara yol açtı. İddianamenin 398. klasöründe yer alan ve tüm şüphelilerin onaylı nüfus kayıt örneklerinin 
verildiği klasördeki bilgilere göre, Tuncay Güney halen Emekli Sandığı’ndan maaş alıyor. Ancak, Emekli Sandığı kayıtlarında Tuncay Güney ismi geçmiyor. 

7 .Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder