5 Temmuz 2019 Cuma

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 8

ERGENEKON UN.,  KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 8



Bu fotoğrafın peşine düştüler. Uzun uğraşılardan sonra genel merkezin de araya girmesi ile fotoğrafa ulaştılar. Mesut Yılmaz ile Abdullah Çatlı aynı karede görüntülenmişti. Ancak Mustafa Dolu, "O fotoğrafın ANAP kongresi çıkısında AA muhabiri tarafından çekilen bir fotoğraf olduğu" yolunda Kılıç’ı uyardı. Baktı ki hakikaten bu fotoğraf orada çekilen fotoğraf. Abdullah Çatlı oraya montajlan mıştı. Onlar için bunu çözmek zor olmadı. 
Araştırmalarında fotoğrafın Tuncay Güney tarafından Afyon Milletvekiline beş bin dolara satıldığını öğrendiler. 
Kendisini çağırdı. Ancak niye çağırdığını arkadaşlarından öğrenmiş olmalı ki bir daha gazeteye gelmedi. 
Gazeteci Mevlüt Yüksel Akşam gazetesinde, özel haber servisi müdürlüğü yaptığı dönemde, Tuncay Güney'i onların servise bağlamalarıyla tanımış. Sonrasını şöyle anlatıyor: “Ancak kendisi fiilen bana bağlı olarak çalışmıyordu. Kendisine biz haber yaptırmıyorduk. Kendisi Behiç Kılıç'a bağlı olarak çalışıyordu. Ancak 
masası sandalyesi bizim servisteydi. Fakat getirdiği haberleri bana değil, Behiç Kılıç'a veriyordu. Kendisi bir defa Kuzey Irak'a gitti. Ancak getirdiği haberlerin kaynakları belli olmadığı için güvenemiyorduk. Susurluk skandalının özel harekatçılarla bağlantısını ortaya çıkartan fotoğrafın gazete arşivinden çalınarak Kanal D'ye satılması olayından sorumlu tutularak işten çıkarıldığını biliyorum.” 

Susurluk skandalında mahkeme tarafından delil olarak kabul edilen fotoğrafları müdürü olduğu Kanal D haber bülteninde yayınlayan Tuncay Özkan ise bu fotoğrafların kendisine bir haber kaynağı tarafından getirildiğini savunuyordu. Özkan, "Bu fotoğraflar bana halen de haber kaynağı olarak görüştüğüm bir kişi tarafından getirildi. 
Ben de bu fotoğrafları alarak kullandım. Kaynağımın da ismini verecek değilim" diyor, Güney’den para ile satın aldığını gizliyordu. (Şardan, Tahincioğlu, 2008) 

Rıza Zelyut, Tuncay Güney’le ilgili köşe yazısında Ergenekon’u Güney’in tutarsız kişiliği üzerinden çürütmeye çalıştı, şunları yazdı: “Ergenekon suçlamasında dayanak noktalarından birisi de Tuncay Güney'in ifadesi... 

Tuncay Güney'i iyi tanırım. Onu size anlatayım da şu Ergenekon çetesinin nasıl uydurulduğunu anlayın: 1995- 96'da ben Akşam gazetesinde yazardım o ise muhabirlik yapıyordu. Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Behiç Kılıç idi. O dönemde sert bir ANAP-DYP rekabeti vardı. Özer Çiller; Behiç Kılıç'a bir fotoğraf gönderir ve bunun gerçek olup olmadığını bir gazeteci gözüyle incelemesini rica eder. Fotoğraf'ta Mesut Yılmaz bir toplantıdan çıkmaktadır ve arkasında da Abdullah Çatlı gözükmektedir. 
Bu fotoğrafı, Afyon'dan milletvekilliği yapmış bir DYP'li, ANAP Lideri Mesut Yılmaz'a karşı kullanılması için 20 bin dolara birisinden satın almıştır. 
Behiç Kılıç, Mustafa Dolu gibi gazetecilerin incelediği bu fotoğrafın kurgu (sahte) olduğu anlaşılır. Ve nereden geldiği araştırılınca da Tuncay Güney'e ulaşılır... 
Bu fotoğraf sahtekarlığı hakkında Mesut Yılmaz'dan başka Yaşar Okuyan'ın da bilgisi vardır. 
Tuncay, Zaman gazetesinde çalışmış (yetişmiş) birisidir. (Günay Zaman’da değil STV’de çalışmıştır. F.A.) Oradan; Mehmet Ali Ilıcak aracılığıyla Akşam'a aktarılmıştır. 
Bu sahtekar, Kuzey Irak'a gideceğim, Talabani ile röportaj yapacağım diye Akşam gazetesinden iyi bir para alır; gider; bir hafta sonra döndüğünde; Talabaninin çok ötelerinde, ilgisiz bir yerde göründüğü bir fotoğraf vardır 
elinde. Röportajı da oturmuş; masa başında yazmıştır. Bu yüzden ikinci kez hırpalanır... 
Tuncay; bununla da yetinmez... Akşam gazetesinin arşivinde bulunan Susurluk çularla ilgili meşhur fotoğrafı çalar, Radikal gazetesine satar.... Ve bu anlaşılınca da kaçar... İnanmayan varsa Tercüman gazetesi başyazarı Behiç Kılıç'a veya Akşam yazarı Mustafa Dolu'ya sorabilir. Tuncay Güney; şimdi Kanada'da imiş... Ve Yahudiliğe hizmet etmekte imiş... Tanrısal İsrail'in kurulması için çalışıyor muş. Yani Nil'den Fırat'a kadar uzanan toprakların Yahudi egemenliğine geçmesi için mücadele eden bir gönüllü imiş o. Yeni Şafak gazetesi Tuncay'ın 
Yahudileştiğini haber olarak verdi de Ergenekon Savcısı'na sormadı: 'Ey Zekeriya Bey; böyle sahtekar ve yabancı ajanı birisinin ifadesine dayanarak sen nasıl iddianame hazırlarsın?' 
Behiç Kılıç, diyor ki: Bağlantıyı görüyor musunuz? Yahuduliğe hizmet eden bir sahtekâr var karşımızda. Bu kişiden alınan ifadeler kullanılarak Veli Küçük üzerinden Cumhuriyet gazetesi ve İşçi Partisi terör örgütü üyesi gösterilmeye çalışılıyor. 

Olayın Amerika'da pişirilip, polise (Polisteki isimleri Aydınlık yayımlamıştı) ve adliyeye (Şu Van savcısı Ferhat Sarıkaya'yı hatırlayın) intikal ettirildiğini acaba anlayabiliyor muyuz? 
Ve okuyucularıma bir soru: Savcı Zekeriya Öz, Tuncay Güney'in kimliğini anladıktan sonra iddianamesini değiştirmeli mi değiştirmemeli mi?” (Zelyut, 2008) Arslan Bulut’un Güney ile ilgili yazdığı yazıyı da kendisine savunma hakkkı vermek açısından buraya olduğu gibi alıntılıyoruz: “Ergenekon davası iddianamesinde ve eklerinde, ayrıca Aydınlık’ın yayınladığı Tuncay Güney’in 2001 tarihinde Adil Serdar Saçan’a verdiği ifadede benim de ismim geçiyor. 2001- 2003 arasında konuyla ilgili bir soruşturma yapıldığı, sonuç alınamadığı da gazetelerde çıktı. 

1995 yılında Ortadoğu gazetesinden istifa etmiştim. İşsizdim. Bir hafta kadar ne yapacağımı düşündükten sonra Akşam gazetesinde bir boşluk olduğunu görerek Mehmet Ali Ilıcak ile görüşmeye karar verdim. O sırada Akşam’da yazan ve benim mesleki geçmişimi iyi bilen Behiç Kılıç’a telefon ederek gazete hakkında bilgi almak istedim. Kılıç, gazete yönetiminin ekip olarak istifa ettiğini, kendisine genel yayın müdürlüğü teklif edildiğini, henüz konunun netleşmediğini söyledi. ‘Fakat sen önerini yap, yönetimi sen alırsan seninle çalışmaktan memnun olurum, ben alırsam da yine birlikte oluruz’ dedi. Bunun üzerine girişimden vazgeçerek Kılıç’tan haber beklemeye başladım. Kılıç, iki gün sonra aradı ve acilen işbaşı yapmamı istedi. Akşam gazetesinde işe başlamam kendi girişimimin sonucudur. Biz gazetede tasfiye yapmadık. Ben gittiğimde zaten 11 kişi 10 gün öncesinden istifa etmişti. İstifa sebebi olarak başka bir medya patronu tarafından ayartılmaları gösteriliyordu ama ben bu konu hakkında bilgi sahibi değilim. 

Tuncay Güney’i ise bir-iki ay sonra tanıdım. Gazetede özel haberci statüsünde çalışıyordu. Benim işim birinci sayfanın siyasi haberlerini düzenlemek ve ayrıca köşe yazısı yazmak olduğu için onu fark edecek durumda değildim. 
Fakat Tuncay Güney imzalı önemli haberler gelmeye başladı. Haberlerin dili çok bozuk olduğu için bunları yeniden yazdırmak gerekiyordu. Bunun üzerine Behiç Kılıç, bu kişi hakkında bana bilgi verdi. Güney’in gazeteye bir istihbarat elemanı olarak yerleştirildiğini zannettiğini, fakat emin olamadığını söyledi. ‘İstersen 
gönderelim, gitsin’ dedi. Güney’in getirdiği haberler o kadar değerliydi ki, bir süre beklemeye karar verdik. PKK kamplarında Amerikan subaylarının fotoğraflarını getiriyordu meselâ! 

İran aleyhindeki haberlerini ise kullanmıyordum. Aksine ABD’nin Türkiye ile İran’ı savaşa tutuşturmak istediğini görüyor, manşetten ‘İran’la savaş tezgahı’ gibi kendi imzamla haberler yapıyordum. Şimdi geriye dönüp baktığımda Akşam gazetesinde çalıştığım 2.5 yılın, meslek hayatımın en verimli dönemi olduğunu görüyorum. O dönemde ve meslek hayatımın tamamında doğruluğuna inanmadığım tek satır bile yazmadım, yayınlamadım. Buna, 30 yıl içinde benimle beraber çalışan bütün meslektaşlarım tanıklık eder. 

Peki, neden durum böyle olduğu halde, Tuncay Güney, beni ve başka gazetecileri de Ergenekon listesine eklemiş? 
Sanıyorum, bunun başka bir sebebi var. Biz, sanki milletin sorumluluğu bizim omuzlarımızdaymış gibi hissettiğimizden hep pervasız davrandık. Meselâ 2000 yılında, bölücü taleplerin kabul edilmesini isteyen çok önemli bir makamdaki devlet görevlisine karşı çok ağır yazılar yazdık! Herhalde bizi, ‘Bu adam, bu kadar pervasız yazdığına göre devlet içinde dayandığı bir güç vardır’ diye değerlendirdiler veya gerçek durumumuzu bilseler bile bizi bu tür iftiralarla cezalandırmak yolunu seçtiler! Her şeyden çok önem verdiğimiz mesleki itibarımızla oynayarak bizi etkisizleştirmek istiyorlar! 

Biz yedek subay öğrencilik dönemindeki askeri eğitimler dışında, hayatımız boyunca kimseden emir almadık. Gazeteciliği de meslek ilkelerine harfiyen uyarak yaptık. Alnımız açık, başımız diktir. Arşivler ortadadır. Hesabını 
veremeyeceğimiz tek satırı bile kimse gösteremez. (Bulut, Ağustos 2008) 

OTO, DİPLOMA, ARSA SAHTEKÂRLIKLARI 

2000 ve 2001 yıllarındada otomobil kaçakçılığı yapan Güney, gemi iyice azıya aldı. Çek senet ve arsa mafyacılığına soyundu. Küçük’ün verdiği veya kendisinin imâl ettiği sahte JİTEM kartıyla esnafı soydu. İşte hikâyenin asıl başladığı yer burası… Bu arada bu sahtekârlıklarını ilk defa Zaman’da yazan Aydoğan 
Vatandaş’a ateş püskürüyor, ölmesini diliyor. İtibarını sarsan ve ülkeyi terketmesine yol açan yazı şu: “Organize Suçlar Şube Müdürlüğü ekipleri, Timur Büyükelmez isimli bir vatandaşın şikayeti üzerine 2001 yılının Mart ayında Taksim’de bulunan Tuncay Güney’in ofisine baskın düzenlendi. Umut Bağbek isimli emekli Emniyet Müdürü ile ortağı Süleyman Gürleyen, bazı proplemlerini çözmeleri için kendisini JİTEM elemanı olarak tanıtan Tuncay Güney’e gitti. Ancak bu kişiler bir süre sonra kandırıldıklarını anlayınca suç duyurusunda bulundular. 

İstanbul Organize Suçlar Şubesi ekipleri Güney’in Taksim’deki bürosuna baskın düzenledi. Büroda çok sayıda sahte evrak ve kimlik ele geçirildi. Güney, dolandırmak istediği insanları emekli Tuğgeneral Veli Küçük'le yakın olduğu imajı ile etkiliyordu. Bu da Güney'in ‘JİTEM elemanıyım’ iddialarını inandırıcı hale 
getiriyordu. Süleyman Gürleyen, Tuncay Güney'in Taksim'deki ofisinin inşaat masraflarını JİTEM karargahı olacağı düşüncesiyle karşılamıştı.” Tuncay Güney'e, Veli Küçük'e verilmesi amacıyla bir cip gönderildi. Güney, hediyeyi Küçük’e iletti, ancak Küçük cipi kabul etmedi. Ergenekon Operasyonu kapsamında tutuklanan Veki Küçük'e hediye cip soruldu. 

Ancak Küçük cipi kabul etmediğini ve Tuncay Güney hakkında 2002 yılında İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne şikayette bulunduğunu söyledi. Bunun üzerine Güney ve arkadaşları, cipi bir süre sonra sahte plakayla Timur Büyükelmez ve Adnan Bilgin'e ayrı ayrı sattılar. Ancak Büyükelmez bir süre sonra yapılan sahtekarlığı anlayarak polise şikayette bulundu. Cipin akıbetini soran Süleyman Gürleyen, Güney'den şu cevabı aldı: Cipi Genelkurmay'a verdik. Adil Serdar Saçan, Ergenekon soruşturmasını engellediğine yönelik iddiaları cevaplarken, Milliyet gazetesinden Belma Akçura'ya gözaltına alınıp tutuklanmadan önce verdiği röportajda müthiş bir iddia ortaya atıyor: "2001 başlarında emekli tuğgeneral Veli Küçük'le bazı polis müdürlerinin arası açılıyor. 

Bunlar Küçük'e Tuncay Güney aracılığıyla bir cip hediye etmek istiyorlar. Veli Küçük kabul etmiyor." Sabah’tan Ergun Babahan, Saçan’ın ağzından kaçırdığı ilişkiyi yakaladı: “Son derece doğal bir olaydan bahsedermiş gibi anlatmış. 
İstanbul'da görev yapan birden fazla polis müdürünün emekli bir tuğgeneralle arası açılıyor. Niye açıldığını bilmiyoruz. Ama daha garibi, normalde ortalama bir otomobil almakta zorlanması beklenen polis memurlarının, arayı düzeltmek için emekli bir generale cip alacak parayı bulmaları. Kaç paradır bir cip o tarihte? 
100 bin dolar civarında mı? İşi ‘organize suçları’ ortaya çıkarmak olan bir polis müdürü bu gerçeği biliyor ve gayet doğal karşılıyor. İstanbul'da görev yapan polis memurlarının aralarının bozulduğu insanlara cip hediye etmesi vakai adliyeden kabul ediliyor. Organize Suç Masası Müdürü Saçan, ‘bazı polis müdürleri’nin binlerce dolarla ifade edilen bir cipi hediye edecek parayı nereden bulduğunu merak etmiyor.” (Babahan, 2008) Ancak, asıl sahtekârlık Sarıyer ve Zekeriyaköy'de ortaya çıktı. Tuncay Güney ve arkadaşları buralardaki bazı 
arazilere göz koymuşlardı. Zekeriyaköy muhtarını yanlarına çağıran sahte JİTEM'ciler, kendilerinin jandarmaya çalıştığını iddia ederek, PKK'ya destek oldukları gerekçesiyle bazı vatandaşların işletmesinde olan yerleri istediler. 
Duyduklarına inanamayan muhtar, karşısında üniformalı Jandarma Maliye Teğmen Murat Oğuz'u görünce kendisinden istenenleri yaptı. Amaç sahte belge düzenleyerek bazı arazilerin tapusunu almaktı. Ama polisin zamanında müdahalesiyle sahtekârlık engellendi. Teğmen Oğuz ile ilgili de soruşturma başlatıldı. Polisçe sorgulandıktan sonra Fatih Savcılığı'na sevk edilen Tuncay Güney, Adem Taşdemir, Ümit Oğuztan ve Gökhan Kasap'a, DGM Savcılığı tarafından “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” suçlamasıyla dava 
açıldı. 1996'da Abdullah Çatlı ve İbrahim Şahin'in fotoğraflarını basına veren de Tuncay Güney ve arkadaşlarıydı. Güney ve arkadaşları bir süre sonra fotomontaj yöntemleriyle ürettikleri fotoğrafları Radikal gazetesine satmak istemiş, ancak Radikal'e 'Sahte Fotoğraf Çetesi' olarak manşet olmuşlardı. Tuncay Güney, o tarihte MİT'te Kontr–Terör Daire Başkanı Mehmet Eymür'ün de ilgisini çekti. Eymür, kendisine ait web sitesinde 'Çift Meslekliler' başlığı altında Tuncay Güney'e yer verdi. Güney o tarihte Akşam gazetesinde çalışıyordu. (Vatandaş, Nisan 2001) 

Emniyet teşkilatı, üç gün sorguladı ve 16 sayfa ifade aldı. Güney, 2001’de dokuz gün boyunca, Ergenekon’la ilgili olarak, gözaltında tutulduğunu ve işkence gördüğünü ileri sürüyor. Bu ifadeleri Adil Serdar Saçan, Emniyet dışına 
kaçırdı. 2004’de Saçan’a ait bir depoda tekrar bulundu. Polislik mesleğinden uzaklaştırılan Saçan, Ergenekon soruşturmasında geç tutuklandı. Oysa Güney’in dediği gibi, Saçan asıl kara kutu olabilir miydi? Güney, aynı dönemde, kendini JİTEM elemanı gibi tanıtıp, İstanbul Sarıyer Kısırkaya’daki bazı arazileri almaya çalıştı. Güney, buradaki muhtara, köye bağlı plajları işletenlerin PKK’lı olduğunu söyleyerek, plaj işletmesinin Mehmetçik Vakfı’na verilmesini istedi ve bazı sözleşmeler imzalattı. Bir yandan sahte meslek diploması satma planları yapıyor du. Evinde yapılan aramada, çok sayıda nüfus cüzdanı bulundu. Güney, bunlar dan kiminin sahibiyle seks yaptığını ve kimliğin kendisinde kaldığını, kimini de yolda bulup üzerine fotoğraf yapıştırmak için sakladığını anlatıyor. Sahte belge hazırlama konusunda ihtisas yapan Güney’in vukuatları oldukça fazla. 2001’deki opreasyonda, evinden Asım Sefa Özler adına düzenlenmiş sahte kimlik belgesi 
çıkmasını şöyle açıklıyor: “Sahte kimlik kullanarak muhtarlardan ikametgah alıp, telefon kartı satın alıyordum. 2-3 ay kullandıktan sonra atıyordum, böylelikle fatura ödememiş oluyordum. Muhtarlar tanıdık olduğu için, kayıtlı olmadığım halde ikametgah alıyordum.” Polisin, “Büronda 115 adet, T.C. Milli Eğitim Bakanlığı Meslek Lisesi Diploması ibareli seri numarası bulunmayan boş diplomalar bulduk. Bunlarla ne yapmayı planlıyordun?” sorusuna ise şu cevabı veriyor: “1996 yılında Akşam gazetesinde çalıştığım zamanlarda Feriköy 
semtinde Şetat İş Merkezi’nde matbaacılık yapan Murat Çelik 115 adet sahte meslek lisesi diploması bastırdı. Bu diplomalara sahte soğuk damga vurduracak tı; beraber satacaktık. O tarihlerde lise mezunu olmayanlara ehliyet 
verilmeyecek diye söylentiler çıkmıştı. Sürücü kursları da araştırmadığı için sahte olduğunu anlamıyorlardı. 

Beraber müşteri bulup tanesini 100 milyona (100 YTL) satacaktık.” Güney, arazi sahtekârlığını ise polise şu sözlerle anlatıyor: “2000 yılı Ağustos ayında Murat Oğuz, Hasdal kışlasına tayin oldu. Kilyos tarafına bakıyordu, sorumlu komutan  dı, bir gün beni çağırdı ve ’Kısırkaya Köyü mevkiinde boş köy arazileri var; ben muhtarla konuştum, boş arazilerin haritasını çıkarttı. Bunları organize edelim, köy satış senedi yapılarak yasallaştırdıktan sonra üzerimize alırız’ dedi. Ben de ’tamam’ dedim... Murat Oğuz, Kısırkaya köyü pafta 4’te bulunan parsel 93 ile 193 sayılı parselde bulunan araziyi köy muhtarlığı aracılığıyla özel şirket olan Mehmetçik İşletme Tesisleri’ne satışını yaptı. Daha sonra köy satış senedi çıkarıldı. Bu da Murat Akgün adına çıkarıldı. Sarıyer belediyesine fotokopileri 
verildi ve harçları yatırıldı. Aradan 1 yıl geçtikten sonra Milli Emlak’a başvurulacaktı.” Polisin, “1 Mart tarihinde yaptığınız telefon görüşmesinde Rabia Güney ile görüştünüz ve 2 milyar (2000 YTL) liradan bahsettiniz. 

Bu parayı nereden aldınız, nereye verecektiniz?” sorusuna ise, yanıtı şu oluyor: “Rabia Güney benim eşim olur. Bahse konu 2 milyar (2000 YTL) satmış olduğumuz sahte plakalı otomobilin parasıdır. Bizim işimiz patlak verdiği 
için bu parayı geri ödemek için karar vermiştik, eşimden bu parayı onun için istedim.” (Vatan, Bugün, Nisan 2008) Hakkındaki tüm iddialara rağmen, Güney 2001'deki bu davada ablasının ödediği kefaletle serbest bırakıldı. Süren 
dava nedeniyle yurtdışına çıkış yasağı olmasına rağmen ABD'ye gitti. Eski avukatı Yusuf Aydın'ın verdiği bilgiye göre, davadaki şikayetçiler zararları tazmin edildiği için şikayetlerini geri çekti. Bu zararlar ise, yine avukatın verdiği bilgiye göre, Güney'in ablası ve Taksim'deki Güney'e ait binanın satışıyla karşılandı. Ancak dava tamamıyla kapanmadı, Güney'in son bir kez ifade vermesi gerektiği için gıyabında duruşması sürüyor. Güney’in terör örgütü üyesi olup olmadığı araştırılıyor. Halen nedeni ortaya çıkmayan bir gerçek var: 

Güney’den ele geçen ve yaklaşık yedi yıl sonra Ergenekon soruşturması kapsamına alınacak belgeler, söz konusu mahkemenin arşivinde değil, Saçan'a yakın birinin deposunda bulundu. 

GÜNEY’İN 28 ŞUBAT’TAKİ ROLÜ 

Tuncay Güney ve Ümit Oğuztan , MİT elemanı Müslüm Gündüz ile Fadime Şahin “tertibinde” baş roldeydi. Fadime Şahin tertibini hazırlayanlar ve televizyonda kanal kanal dolaştıranlar o dönemde gazetecilik yapan Tuncay Güney, Ümit Oğuztan ve travesti Sisi idi. Bunların her ikisi homoseksüeldi; hatta Ümit Oğuztan’ın “Kraliçe Sisi” isimli bir kitabı bile mevcuttur. Güney’in görevi, Küçük ile irtibatı sağlamak ve medyaya yapılacak servislerde kurye olarak çalışmaktı. Ümit Oğuztan Ergenekon operasyonundan dolayı tutukludur. “Sisi” lakaplı Seyhan Soylu’nun gözaltına alınması, dikkatleri 28 Şubat sürecinde, irtica karşıtı yayınlar yapan, Strateji dergisine yöneltti. 28 Şubat döneminde irtica karşıtı yayınlar yapan Strateji dergisinin, imtiyaz sahibi Büyükdağ ile yayın yönetmeni Oğuztan tutuklu, kamuoyunun ’haham’ olarak tanıdığı haber koordinatörü Tuncay Güney de itirafçı olarak anılacaktı. Asıl finans ise, Veli Küçük’ten geldi. Dergi için çalışıp Fadime Şahin olayını ortaya çıkardığını söyleyen Sisi ise, en son gözaltına alınan isimlerdendi. 

Turgut Büyükdağ, 1997-98 yılları arasında çıkan derginin, imtiyaz sahibi; Ümit Oğuztan ise genel yayın yönetmeniydi. Ergenekon davasının gizli tanıklarından birinin ifadesine göre, Turgut Büyükdağ, 28 Şubat sürecinin finansörü ve Turgut Gıda Sanayi isimli sıvı yağ fabrikasının eski sahibi bir işadamı olarak tutuklandı. 
Derginin genel yayın yönetmeni Ümit Oğuztan, Ergenekon operasyonuna, 28 Şubat sürecinde ünlü travesti Sisi (Seyhan Soylu) ile birlikte Ali Kalkancı dosyasını hazırlayıp, Emine Kalkancı’yı televizyona çıkmaya ikna eden ekibin içinde yer aldığı iddiasıyla, Ergenekon kapsamında cezaevine giren ikinci isim oldu. Haber koordinatörü olan Tuncay Güney, kimilerine göre “itirafçı”, kimilerine göre “iftiracı”, televizyonlara çıkıp böyle bir örgütün var olduğunu dile getiren isim oldu. 1990’lı yıllar boyunca “Travestiler Kraliçesi” olarak anılan Sisi ise, Zaman gazetesinden Nuriye Akman’a verdiği röportajda, Strateji dergisi için istihbarat çalışmaları yaptığını söylemiş ve “28 Şubat’ın gizli kahramanıyım” demişti: “JİTEM’in yayın organı olan Strateji dergisi bünyesinde, 8 ay boyunca istihbarat çalışmaları yaptım. Ali Kalkancı tarikatı için tesettüre girdim. O tarihte Refah Partisi’nin oyu yüzde 38’di. Ali Kalkancı ve Emire Kalkancı olayını yakaladık. 

Aczimendi liderinin yakalanmasını, Fadime Şahin ile Emire Kalkancı’nın ekrana çıkarılmasını sağladık. Tarikat içerisinde yaşanan çarpık ilişkileri deşifre etmek, dini insanları sömürme aracı olarak kullananların maskelerini düşürmek için böyle bir şey hazırladık.” şeklinde bir mantık örgüsü sunacaktı kamuoyuna. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder