Ayşe Önal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ayşe Önal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Temmuz 2019 Cuma

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 25

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 25


Bu teşkilâtın bir diğer üyesi ise, Hazım Atıf Kuyucak; "Supreme Konsul”de Türkiye Masonlarını temsil eden iki kişiden biri; diğeri de "Ceza"cı meşhur dönme Sahir Erman’dı... Kuyucak, "Nur Locası"nın da Üstadı olan bir Mason; "Avrupa Birliği"nin "sevdalısı" biriydi.. Celâl Bayar, İ. Sabri Çağlayangil, bunun "altında" olan adamlardı.. 
Bu "Manevi Cihazlanma Teşkilâtı"nın bütün üyeleri aynı zamanda 'Büyük Klüp'ün de üyeleriydiler. 
Büyük Klüp’ün ismi, "Susurluk" meselesinde de geçmiş, hatta Başkanı Duran Kalkan gizlice giderek ifade bile vermişti. Derin devletin iki Yalçın’ını -Yalçın Küçük ve Soner Yalçın’ı- Sebataycılarla ilgili yazdıkları kitapları "maksatlı" bulmamın sebebi, "Geyik" muhabbeti ile kulaklarına üflenen malûmatları "deve" yapmaları ve bu sayede de Kemalist Oligarşi’nin hayatta kalması için "saf Müslüman avına" çıkmalarından kaynaklanıyor. Bu ülkenin sahibi Sebataycılar diyerek aba altından sopa gösteriyorlardı. Bu dizide onları ustaca pazarlayan, 
korkmamızı sağlayan psıkolojik bir savaş yapıtıydı. (Er, 2003) 

12 Eylül sonrası birçok örgüt yöneticileri yurt dışına kaçtı, ancak 29 polisin elinden kaçan ve Nihat Erim, Gün Sazak, Hiram Abbas, Hulusi Sayın, Kemal Kaycan, Özdemir Sabancı suikastlarını gerçekleştiren Dursun Karataş’ın durumu farklıydı. Bu eylemleri savunduğu devrim adına mı, yoksa derin devletimiz Ergenekon adına mı yaptı belli değildi. Dursun Karataş’ın yakalanması için 
polislerin harekete geçirilmesi ve polislerin elinden kaçması devlet içersindeki feodal güçlerin çatışmasındandı. 

Özdemir Sabancı suikastı da, bu tür işlerin, devlet içerisindeki tam olarak kontrol edilemeyen çekirdek kadro tarafından DHKP-C’ye havale edilmiş haliydi. Sabancı’nın Kürt sorunu hakkında barış düşündüğünü açıklaması, devlet tarafından sert bir şekilde uyarılmalarıyla sonuçlandı. Dursun Karataş İnterpol tarafından 174 ülkede 50 ayrı suçtan aranmasına rağmen, bir türlü yakalanmaması 29 polisin baskınından kurtulması belli güçlerin göz yumması ve yönlendirmesiyle olabilirdi. 

Bu çekirdek kadronun her kesim içerisinden, ideolojik fark gözetmeksizin, kullandığı insanlar vardı; kimi zaman devrim için yanıp tutuşan Dursun Karataş, Paşa Güven; kimi zaman da kalbi vatan sevgisiyle dolu Abdullah Çatlı kullanabiliyor du. İçlerinde asker, emniyetçi, profesör bulunan, bulunduğu ülkede kontrol edilemeyen ancak belli güçlerin kontrol 
edebildiği bir güçtür. Rivayetlere göre, Gladio Konseyi’dir Ergenekon. 

Kurtlar Vadisi Konseyi, bu konseyi işaret ediyordu. Baronun öldürüldüğü İstanbul Merkezli Mason Locası, esasen Büyük Klüp ise daha üst karar merciydi. (Er, 2003) Büyük kulübe kimler üye değildi ki... Gündüz Kılıç, Bülent Ulusu, Cevher Özden (Banker Kastelli) Ali Rıza Çarmıklı, Alp Emin Yalman, (Tek Dünya Fikrini Yayma Cemiyeti’ni dahi kurmuştur.), Ömer Çavuşoğlu, - kardeşi - Nazlı Ilıcak ve kocası Kemal Ilıcak, Nejat Eczacıbaşı, Sabri Ruso, Duran Kalkan, (99’a kadar 13 sene başkanlığını yapmıştı), Çetin Emeç, Ahmet Fevzi Ellialtıoğlu (devşirme, 
babalarından biri yeniçeri ocağının "56. ortası"na mensup), Sadettin Bilgiç, Gazanfer Bilge, Atalay Coşkunoğlu, Yuda Leon Çukran, Mehmet Emin Karamehmetler, Ümit Aslan Utku, Nejat Tümer (emekli oramiral), Enver Necdet Egeran (muhteşem Salamon’a "mason değildir" 
belgesi veren TPAO’nun yıllarca başında oturmuştu), Başaran Ulusoy, Selçuk Maruflu, Faruk Arslan (ANAP’lı, "Arı grubu", "Finans Klüp" ve "Mülkiyeliler 
Birliği" üyesi, DPT ve Eximbank’ta uzun süre çalıştı), Raif Dinçkök, Adem Ceylan (meşhur Ceylan Holdingin "para işlerine" bakan üyesi), Vehbi Koç, Sakıp Sabancı, Şerif Egeli vesaire... liste uzayıp gidiyor. 

“Büyük Klüp" idari heyeti Yönetim Kurulu, Başkan: Duran Akbulut sanayici, Gündüz Kaptanoğlu armatör, Türk armatörler birliği Koop.Bşk., Ercan Targay bankacı, Tevfik Altınok Hazine ve Dış Ticaret eski müsteşarı, M. Okan Oğuz sanayici, ihracatçı (TİM eski başkanı) Rıdvan Kartal avukat, ekonomist, armatör, Yağız Dağlı hukukçu, Uluslararası Avukatlar Birliği Yönetim Kurulu üyesi, Ergun Erez inşaat müteahhidi, Ferudun Pehlivan 19. ve 20. dönem Bursa milletvekili, Mehmet Özcan sanayici, Nuri Baylar işadamı. 

Yedek üyeler: Perviz Zekioğlu sanayici, O. Taylan Kendirli ekonomist, Çetin Yentur bankacı, İnan Şefkatlioğlu sigortacı, Hande Yılmaz ihracatçı, Murat Numan Erdem ekonomist, Nevhan Gündüz işletmeci. Balotaj Kurulu: Ali Rıza Özkan sanayici, Metin Selçuk bankacı, Halkbank Eski genel müdürü yardımcısı, Ahmet Malaz sanayici, Mehmet Seren Dinçler avukat, Ahmet Bedri İnce armatör, Koptagel İlgün Prof. Dr. eski başhekim, Selcuk Gökçe ihracatçı, Haşmet Olgaç kimya mühendisi, Melih Tavukcuoğlu müteahhit, Rıza Dedehayır işadamı, Ahmet Özbilge yönetici, Adem Ceylan sanayici, Misel Gülçicek sanayici, Burhan Sargın 
işadamı, Ugurman Yelkencioğlu yönetici, Tofaş eski genel. Müdürü. Yedek Üyeler: Serpil Bağrıaçık ekonomist, Coşkun Bekar gümrük müşaviri, Emir Berduk Marsan yönetici, Mehmet Güven endüstri ve kimya mühendisi, Atilla Tacir ekonomist. 

Disiplin Kurulu: Yekta Güngör Özden Anayasa Mahkemesi eski başkanı, Necip Kocayusufpaşa-oğlu Prof. Dr. (hukuk), Nezih İserı emekli amiral, yüksek mühendis, Nazmi Akıman emekli büyükelçi, Ahmet Serpil Prof. Dr. Yeditepe Üniversitesi rektörü, Erol Cihan Prof. Dr. , Sabi Ruso avukat, Sevgi Gümüştekin avukat, THY genel müdür eski muavini, Turgut İçten yeminli mali müşavir, Ersin Eti Dr. yüksek mühendis, Ertuna Yaşar avukat. Yedek Üyeler: Besalet Barım işadamı, Oktay Özcan ithalât-ihracat, İsmail Yıldız işadamı, Zeki Tanyeri sanayici, Tekin Akmansoy sanatçı. Denetleme Kurulu: Halil Gümüş yeminli mali müşavir, Alper Kuş İstanbul eski defterdarı, Engin Berker yeminli mali müşavir, Yedek üyeler: Sinan Kılıç doktor, Yiğit Tavukcu-oğlu ekonomist, Orhan Tuncer işadamı. (Er, 2003) Masonlar, Ergenekon'un her zaman tepesinde oldular. 
Mason localarının Türkiye'yi istikrarsız hale getirmek için devreye girdiği artık yazılıp çiziliyor. Hatta Fransız masonların Türklerden şiddet talep ettiği ortaya atıldı. Ergenekon Terör Örgütü'nün, operasyonda adı geçenlerle sınırlı olmadığını herkes biliyor. Dikkatden kaçan konu, dünyada masonluk çöküşte iken sadece Fransa ve Türkiye'de yükseliyor. 

İtalya’daki P2 mason locasının Gladio kontraterör örgütüyle bağlantıları vardı. NATO üyesi ülkelerde kurdurulan tüm derin devlet ve Gladio yapılanmalarında masonlar organizatördü. İtalya’da gerilim çıkararak, hükümetler değiştiren ve siyasi cinayetlerde parmağı olduğu ortaya çıkan P2 mason locasının üyeleri arasında devrin gizli servis sorumluları, polis müdürleri, hâkimler, savcılar, avukatlar, gazeteciler, iş adamları, adli tıp görevlileri gibi ülkenin önde gelen insanları vardı. O dönemde P2 locası üstadı Licio Gelli, emrinde 142 milletvekili ve senatörün olduğunu açıklamıştı. Ülkemizde durum bundan farklı değil, hatta daha da kötü... İtalya’yı yıllarca mafyavâri ve dış bağlantılı olarak yöneten P2 mason locasının ilişkiler ağı çözüldüğünde, gözler öteki ülkelerdeki mason localarına çevrildi. Türkiye’de çok fazla kamuoyunun önüne çıkmayan ve bu 
yüzden hep “esrarengiz örgüt” olarak kalan mason localarının, 28 Şubat’ta perde arkasında önemli rol oynadığı iddia edildi. 

Susurluk'un üstünün örtülmesi masonların becerisiydi. 

Şapkadan, ulusalcılık maskesiyle, Ergenekon adlı bir ucube çıkarmayı başardılar. Dünyada toplam 12 milyon mason bulunuyor. Son 15 yılda Anglosakson masonluğu İngiltere’den başlamak üzere 200 bine yakın üye kaybetti. Amerikan masonluğu ise, 11 Eylül'den sonra 1 milyon 150 bin üye kaybına uğradı. 
Peki Türkiye’deki durum nedir? 

Ülkemizde 198 locaya kayıtlı 14 bin mason var. Almanya Birleşik Büyük Locası’na bağlı 5 mahalli büyük locada gurbetçi Türkler mevcut, çoğunluk Türkay locasında yer alıyor. Dünya üzerinde buna benzer, yine TC uyrukluların 
çoğunluğu teşkil ettiği 6 adet loca bulunuyor. Biri Paris’te “Corn d’Or Locası”. İki tane Nur locasından birisi Tel- Aviv’de diğeri Washington’da, ayrıca New York’ta Anatolia locası var. Romanya Bükreş’te Işık locası tamamı yine Türklerden oluşan ve Türkçe ritüelle çalışan bir loca. İlginç olan husus, Kıta Avrupa’sı masonluğu başta Türkiye Büyük Locası olmak üzere, her yıl yüzde 6.5’luk artış kaydediyor. Bu artışın büyük kısmını gençler teşkil ediyor. 30 yaş altı gençler oluşturuyor. Gençlerde “bu çevreye gireyim, iş ve sosyal çevremde gelişme 
sağlayayım” düşüncesi hâkim. 

Masonluğun büyük bir değişim geçirdiğini belirten Büyük Doğu'nun Fransa Büyük Üstad'ı Jean-Michel Quillardet, masonluğun iki ana geleneğinden birini oluşturan İngiliz masonluğunun düşüşe geçtiğini ve yaşlandığını, buna karşın Büyük Doğu'nun tarihî bir atılım içerisinde olduğunu açıkladı. Ak Parti'ye kapatma davasının temel sebebi, hiyerarşik olarak Türk masonların bağlı olduğu Fransız mason locasının başörtüsü kırmızı çizgisinin çiğnenmesiydi. 

Başörtü karşıtlığı için masonlar sayfa sayfa gazetelere reklam bile verecekti. 
Yargı kurumu, yıllardır en güçlü oldukları yer. Başörtüsü yasağının kaldırılması girişimi, kıta Avrupasının en eski ve en büyük mason locası olan Büyük Doğu 'nun (Grand Orient) Paris'teki toplantısında gündeme gelmişti. Büyük Üstad Jean-Michel Quillardet, ilginç basın toplantısında, başörtüsünün serbest bırakılması için “geriye gidiş” ifadesini kullanmış, yasal düzenlemeyi “laikliğinin yeniden tanımlanması yolunda açılan tehlikeli bir gedik” olduğunu savunmuş, 
başörtüsünün "İslamî olmadığını, Kur’ân'da yer almadığını ve sonradan üretildiğini" ileri sürmüştü. 
Bir ülkenin iç işlerine nasıl karışıldığını ispatlayan, tarihî sözlerdi bunlar. 
Türkiye'deki masonlarla sağlam bir diyalog kurduklarını anlatan Büyük Üstad, halkın %80'inin başörtüsü yasağına karşı olmasını ise şöyle yorumluyordu: "Ben, kamuoyunun her zaman haklı olduğunu düşünmem. Halk yanılabilir, demokrasiye karşı olabilir." Büyük Üstad, hiçbir Avrupa ülkesinde üniversitede dînî sembol yasağının olmadığı hatırlatılınca, “Türkiye'deki yasak kalkamaz" diye kükremişti. 
Ak Parti'yı cezalandırma veya burnunu sürtme girişiminin kaynağı budur! 

Ergenekon soruşturmasında, örgütün dış istihbarat örgütleriyle ve masonlarla bağlantısı olduğuna polisin ulaştığını sanıyorum. Çarklar tersine dönüyor, masonların çöküşü, -Fransız mason locasının kapsama alanından kurtulabilirsek tabii- Ergenekon'u bitirebilir. 

EN GÜÇLÜ BARON ADAYI KOÇLAR 

Her ülkede derin devletin patronunun ülkenin en zengini olduğu yönünde, yerleşmiş bir görüş vardır. Bu nedenle alınmasın, gücenmesin, darılmasın; ülkemizin en zengini olan Rahmi Koç’un öncelikle özgeçmişine bir bakmak gerekir: Vehbi Koç, 1934 yılında İstanbul’da ilk teşebbüsüne başladı. Bu aynı zamanda onun ilk sanayi teşebbüsüydü. Haliç Sütlüce’de Hovagimyan Biraderler’in kurduğu boru fabrikasına ortak oldu. Ancak daha işin başında, hesaplar iyi yapılmadığı için, iş battı. Böyle bir iki tecrübe geçirdikten sonra, “Başkalarının kurduğu işe ortak olmam, kendi kurduğum işe ortak ararım” kararını verdi. 1937’de İstanbul’da ilk şubesini açtı. Fermenciler’de 100 
bin lira sermayeli Vehbi Koç ve Ortakları Kolektif Şirketi faaliyete geçti. 1938’de de Koç Ticaret Anonim Şirketi’ni kurdu. Artık, ülkenin sayılı ticaret adamlarından biri haline gelmişti. 1930 yılında oğlu Rahmi Koç, 1938’de kızı Sevgi Koç (Gönül) ve 1941’de de kızı Suna Koç (Kıraç) doğmuştu. Artık üç çocuk babası bir ticaret 
adamıydı. 1944 yılı, yıllar boyunca başarılı bir şekilde sürecek bir işbirliğinin başlangıcı oldu. Otomobil işinde daha da gelişmek için, iyi bir yönetici arıyordu. Sonunda Bernar Nahum’la tanıştı ve onu transfer etti. 1944 başlarında, Bernar Nahum, Koç Ticaret A.Ş. Otomobil Şubesi Müdürü oldu. Böylece uzun yıllar sürecek bir işbirliği ve dostluk başladı. Bu arada İkinci Dünya Savaşı devam ediyordu. 

1945’te savaş sonrası ticarette öncelik kazanmak için New York'ta Ram Commercial Corporation şirketini kurdu. Ama bu şirket istediği sonucu vermedi. Bu arada lastik firması U.S. Rubber (Uniroyal) firmasının temsilciliğini aldı. Savaş sonrası ilk Amerika seyahatine çıktı. 52 gün kaldığı bu ülkede, gördüğü herşey onu etkiledi. 102 katlı Empire State binası, yollar, binalar, fabrikalar, mağazalar, araçlar, herşey ama herşey bambaşka bir dünyanın görüntüsü gibiydi. 

Burada işadamlarının zamanı nasıl kullandıklarını, iş görüşmelerini nasıl yaptıklarını gördü. Amerika seyahati, bir anlamda “işadamlığı stajı” gibiydi. Bu seyahatte Ford’la ilişkilerini geliştirdi, ama Henry Ford’la görüşmeye muvaffak olamadı. General Electric’i Türkiye'de ampul fabrikası kurmaya ikna etti. 1947’de kendi sermayesiyle ilk sanayi teşebbüsüne girişti. Ankara Oksijen Sanayi Şirketi’ni kurdu. Ardından bir yıl sonra da General Electric Ampul Fabrikası’nı kurdu. Artık, ticaretten sanayiye kayıyordu. Bunda, çocukluk yıllarının etkisi büyüktü. O çok iyi bir gözlemciydi. Ticarete, ticareti çok iyi yapan gayrimüslimleri izleyerek girmiş, hep en kazançlı işleri seçmişti. Sanayiye girerken de, ülkenin, insanların ihtiyaçlarını gözledi. (Er, 2003) 

Türkiye’nin en büyük şirketler topluluğu Koç’un Yönetim Kurulu Başkanı Rahmi Koç, 2002 başı itibariyle, babası Vehbi Koç’tan 54 yaşında devraldığı koltuğunu, 18 yıl sonra 41 yaşındaki oğlu Mustafa Vehbi Koç’a devretti. Koç Topluluğu’nun bir numaralı profesyonellik kadrosu Chief Executive Officer (CEO) görevi de, Temel Atay’dan 52 yaşındaki Bülend Özaydınlı’ya geçti. Son CEO ise, Bülent Bulgurlu. Holdingin kurucusu olan babasının 83 yaşında emekliye ayrılmasıyla, 30 Mart 1984 tarihinde İdare Meclisi Başkanlığı’nı üstlenen Rahmi Koç, 2002 yılında girdiği 72 yaşında bu görevi büyük oğlu Mustafa Koç’a bıraktı. 
Mustafa Vehbi Koç, 1960 yılında doğdu. İsviçre’de Lyceum Alpinum Zuoz’daki öğreniminin ardından ABD’deki George Washington Üniversitesi’nde işletme okudu. 1984 yılında Tofaş Oto’da satış elemanı olarak toplulukta görev alan Koç, Kofisa Ceneve’de Satış Müdürlüğü, Ram Dış Ticaret’te genel müdür 
yardımcılığından sonra, Koç Holding’de sanayi-enerjiticaret şirketleri başkanına yardımcı pozisyonuna getirildi. Rahmi Koç, tartışmasız olarak iş dünyasının bir imparatoru haline gelmişti. Türkiye'nin en zengini Rahmi Koç, 4.9 milyar dolar servetin sahibi ve bu servetle dünyada 103. sırada. AK parti döneminde servetini üçe katlasada, 2006’dan beri parasını ABD’de batan Hedge fonları ve borsaya yatırdığı için milyar dolarlar kaybetti. 
Yabancı sermayeye entegre Koç Grubu’nda Rahmi Koç CFR’ye üye olana kadar yalnızca BB üyesiydi. CFR'nin Şubat 2001'deki toplantısı, Koç Holding binasında Rahmi Koç'un ev sahipliğinde gerçekleşti. Bu toplantı Türk ekonomisinin küresel güç baronları arasında paylaşıldığı toplantılardan sadece birisidir. Ekonomi bu toplantıdan sonra battı. (Er, 2003) 
İlginç konuşmalarıyla sık sık gündeme gelen Koç, AB ve ABD yanlısıydı ve Washington'u herzaman savundu. “En iyisi akıllı diktatörlük, o da bu devirde olmaz.”, “Müslümanların tek dini lideri olmalı” gibi lâfları unutulmaz. Özellikle, 2001 yılı Ağustos ayında Koç Holding İcra Kurulu Başkanı Rahmi Koç’un CNN Türk’e yaptığı açıklama ilginçtir. Rahmi Koç, Erdoğan’ın bir milyar dolarlık bir servete sahip olduğunu belirtmiş ve bu servetin kaynağını sormuştur. Aynı şekilde Hürriyet Ankara bürosu şefi Sedat Ergin de 2 Ocak 2004 yazdığı yazısında Erdoğan’ın ortak olduğu üç firmadan söz etmiştir, ki bu firmalar Ülker ürünlerinin dağıtımı ile iştigâl etmektedirler. 

Koç grubunun servetini yaparken, devletin ve yurtdışı merkezlerin icazetini aldığı muhakkak. Gitmesi gereken yerlere gittiği için, yükselmişti Koç imparatorluğu. Perde arkasında durmayı seven azınlıkların servetlerini, baba Koç gibi, oğul Koç’lar da çok iyi kullandılar. Türkiye'nin en büyük şirketlerinden olan Arçelik'te ve Arçelik'in dağıtım ağı Atılım Pazarlama'da önemli bir hisse payına sahip olan Burla Biraderler bundan 500 yıl önce İspanya'dan Osmanlı topraklarına göç eden bir İspanyol Yahudi ailesidir. Can Kıraç'ın “Anılarımla Patronum Vehbi Koç” kitabını okurken, kitabın satır aralarında geçen bir soyisim dikkatleri çekiyor; Burla Biraderler. (Kıraç, 2003) 

Türkiye'deki kökleşmiş isimlerin yer aldığı “Kim Kimdir?” kitabına bakıldığında, Burla ailesi ile ilgili hiçbir bilgi kırıntısına rastlanmıyor. 
Musevi cemaatine ait aile fertlerine ulaşmak kolay değil. Yine medyatik bir umut ışığı var: Monik Burla. Burla Biraderler'in torunu, Avni Benardete ile evlendikten sonra, kamuoyu daha doğrusu sosyete dünyası onu Benardete soyadı ile biliyor. 
Fakat Avni Benardete daha sonra, genç bir hanımla başlattığı ilişki sebebi ile Monik Benardete'den boşanıyor. 
Monik ise şu anda bilinmeyen bir sebeple, Avni Bey'in amcazadesi Ceri Benardete ile beraber. Ortada karışık bir ilişkiler ağı var. Monik Burla mübalâğasız Burla ailesinin piyasa tarafından bilinen tek ismi. Gece hayatında, 
partilerde ve magazin dergilerinde boy göstermeyi çok seviyor. Saklı yapılar artık illegaliteyi akla getirir oldu. 
Masonluk bile belli ölçüde şeffaflaşmaya gitmek zorunda kaldı. Birçok azınlık gibi, Burla Biraderler de Türk milletinin üstünden çok büyük paralar kazanmış, otomotivden tekstile pekçok sektörde faaliyette bulunmuş bir aile olarak Türkiye'de çok önemli ticari işlere imza atmış ama kendilerini hep perde arkasında tuttular. (Dursun, 2008) 

Burla Ailesi İspanya Yahudilerinden ve Osmanlı topraklarına 1492 yılında göç eden bir aile. Bu sebeble 500. Yıl Vakfı'nın aktif üyeleri arasında Lori Burla da var. Aile şirketleri tekstilden otomotive, büro, kırtasiye malzemelerinden elektrik malzemelerine, oradan rulman ve fotoğraf makinesi pazarlamasına kadar birçok alanda faaliyet gösteriyor. Ailenin önemli isimlerinden Monik Burla ile Rahmi Koç arasında çok sıkı bir dostluk ilişkisi var. Monik hanımın verdiği tüm davetlere Koç ailesi tam kadro katılıyor. Ayrıca küçük bir grup her ayın ilk perşembesi basından habersiz bir araya gelerek gurme toplantıları yapıyorlar. Aşağı yukarı 10 ailenin bulunduğu bu süzme toplantılara öğrenebildiğimiz kadarı ile, Rahmi Koç ve Monik Burla'nın dışında Nuri Çolakoğlu, Tezcan Yaramancı, Hakko ailesi, Nursen Gündüz ve ailesi ve Ceri Benardete katılıyor. 
Burla Biraderler ile Vehbi Koç arasındaki ilişki, sadece ticari alanda olmadı. Vehbi Koç'un arkasındaki “gizli kahraman” olarak bilinen Bernar Nahum'un da Koç Grubu'na Burla Biraderler'den 1944 yılında transfer edildilmesi çok stratejik bir konumlanma örneğiydi. Bernar Nahum biraz zor verdiği bu kararın arkasından 
hayatının sonuna kadar Vehbi Koç ile beraber oluyordu. Şimdi de Nahum'un oğlu Jan Nahum Koç Holding'e ait Tofaş Grubu'nda murahhhas aza olarak görev yapıyordu. Nahum, Koç'tan sonra Koç Grubu'ndaki en önemli soyadı. Koç'un özellikle yurtdışı ilişkilerinin arkasında, hep Bernar Nahum'un uluslararası seviyede güçlü bağlantıları yatıyordu. Elektrik ampulü, taşıt lastikleri, buzdolabı, çamaşır makinesi, Anadol otomobili üretimi gibi başlangıçta çok zor gibi görünen sektörlere girilmesinde Nahum'un hayâl gücünün ve uygulama üstünlüğünün payı büyüktü. Bernar Nahum eğer Burlalarda kalsa idi Koç bu kadar büyüyebilir miydi bilinmez, ama doku uyuşmazlığı olmaması halinde Burla ailesinin şimdikinden daha büyük bir noktada olacağı muhakkaktı. 

26. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 24

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 24


Herşey, 1990 Kasım ayında İtalya başbakanı Gullio Andreotti'nin 1958'den itibaren İtalya'da faaliyet gösteren bir teşkilât olduğunu itiraf etmesiyle başladı. Bu itirafla, başta İtalya olmak üzere, Avrupa'nın bir çok ülkesinde soruşturmalar açılınca da, pekçok ülkede bu tip faaliyetler gösteren ''sol karşıtı örgütler olduğu'' ortaya çıktı. Yunanistan'daki 1967 Albaylar Darbesi’nde özel eğitimli CIA ajanlarının etkin rol oynadığı ortaya çıktı İskandinavya'da, 1973'de, CIA başkanı olan William Colby tarafindan, bir örgüt kurulduğu öğrenildi. 1985 yılında İsviçre'de P26 isimli bir örgüt kuruldu. P26 bünyesinde 400 ajanın yanısıra çok gelişmiş silah sistemleri de bulunuyordu. Fransa'da, Gallio adlı örgüt, bu olayların açığa çıkmasından sonra feshedildi. Daha dünyanın bir çok ülkesinden örnekler verilebilirdi. 
Türkiye'de bu örgütün varlığı, Özel Harp Dairesi adıyla duyuldu. 1980 öncesi bu kurumun başı, Turgut Özal’a 1983 seçiminde rakip olan ve derin devletin seçtirmek istediği Turgut Sunalp paşamızdı. MHP kadrolarının bu örgütün içinde planlı, sistemli katliamlarda kullanıldığı ileri sürüldü. CHP Lideri Bülent Ecevit, bu yapılanmayı illegal olarak nitelendirdi. Devlet tarafından beslenen bu sağcı tetikçiler, giderek devlet içinde üst düzeyde kadrolaştılar. Sovyetler Birliği, KGB’nin Türkiye’de örgütlediği illegal sol örgütler vasıtasıyla sol terör estirirken, kendini savunma refleksini kullanan, devlet destekli sağ gerillalar 1970'li yıllarda 12 Eylül darbesi öncesi bugün kitle katliamları, bilim adamı, sanatçı ve yazar kıyımı olarak nitelenen sayısız eyleme, icazetli olarak karıştılar. Zira, devlet elden gidiyordu ve Sovyetler’in uydusu olmak üzereydi. 

1 Şubat 1979'da Abdi İpekçi öldürüldü ve failleri bulunamadı! Bulunanlar da, zaten çıkartılan aflarla, devlet eliyle cezaevinden ya resmen çıkarıldı veya kaçmalarına göz yumuldu. Prof. Dr. Ümit Doğanay, 20 Kasım 1979 
günü katledildi. Yakalanan katillerden biri itirafçı oldu. Bu kişi derin devlet örgütlenmesinin beyin kadrolarından olan Alaaddin Çakıcı'nın sağ kolu iken, çıkar çatışmaları nedeniyle, Çakıcı tarafından öldürülen, Nurullah Tevfik Ağansoy'du. Bu katil, devlet tarafından korunmuştu. Prof. Cavit Orhan Tütengil, 7 Aralık 1979'da otobüs durağında katledildi. Doç. Dr. Bedrettin Cömert, Prof. Dr. Bedri Karafakioğlu, Savcı Doğan Öz, Disk Genel Başkanı Kemal Türkler de bu terörden nasibini aldı. Sokak çatışmaları, binlerce can aldı. Gladio, sağ ve sol eliyle meydandaydı. 

PKK terörü 1990 sonrası, KGB’nin elinden Batılı güçlere geçince, derin devlet politikası tekrar sertleşti. Çünkü Batılı istihbaratlar, daha fazla lojistik destek sağlayarak, şiddetin dozunu artırmışlardı. Merhum cumhurbaşkanı Turgut Özal, ileriyi gören bir politikacıydı. Bir yandan Özel Tim kurulmasına öncülük ederken, bir yandan Kuzey Iraklı Kürt liderleri Ankara’da yüksek bir statüde ağırladı ve soruna siyaset çerçevesinde barışçı bir çözüm bulmak gerektiğine inandı. 
1992 yılının başlarında MGK, PKK’ya yardım ve yataklık yapanlara, aman vermeme yönünde gizli bir karar aldı. Bu değişkliğin ardından PKK terörüne son vermek için Kürt köy ve mezraları boşaltıldı. 1992'nin sonlarında, bu strateji değisikliği MGK'nın gündemine bir kez daha geldi. Konu, bu savaşta kullanılmak için özel örgüt kurulmasını içeriyordu. Kurulacak bu örgütün şeması ve bu organizasyonda görev alacak kişilerin isimleri belirlendi. Abdullah Çatlı ve arkadaşları, Özel Tim'den seçilmiş bazı polisler ve özel eğitimli askerleri 
yer alıyordu. Bu organizasyonda yer alan kişiler konusunda Özal ve Bitlis paşa, devletin resmî olmayan kişilerle işbirliğine giderek iş görmesine karşı çıkıyorlardı.. 

Barış yanlısı Özal ve Eşref Bitlis, Gladio ile sopa gösterirken, devletin merhametli elini de uzatmak istedi. 
Ancak, derin Ankara ve derin askerler, buna karşı çıktılar. Kürt isminin bile kullanılmasına karşıydılar. Bu olaydan sonra Özal da, Bitlis de suikastla öldürüldüler. Maalesef bu konuda açıklama yapmak Doğu Perinçek’e düştü: 

''Eşref Bitlis, Çekiç Güç'ün Türkiye alehindeki faaliyetlerini saptamış, gıda yardımı adı altında PKK'ya gönderilen silahları da yakalatmıştı. Çekiç güç hakkında iki kez rapor hazırlayıp Genel Kurmay’a gönderen Bitlis, özel harp uzmanı ABD'li subayları da Jandarma Genel Komutanlığı’ından attı. ABD'li casusların Kuzey Irak'a girişlerini de engelledi. Körfez Savaşı sırasında ABD'in Türkiye üzerinden ikinci cepheyi açma planını öğrenip Genel Kurmay ve Cumhurbaşkanına bildirdi. Özal da bu raporları ABD başkanı Bush'a iletti. Bu nedenle Bitlis'in ortadan kaldırılmasına 4 kişilik ABD komutan heyeti karar verdi. Genel Kurmay istihbaratınca saptanan bu 4 kişilik heyette, Çekiç Güç Kuzey Irak'taki komutanı Albay Naab ve Albay Wilson da bulunuyordu. ABD'li 
komutanların kararını da özel harpçi Türk subayları icraa etti.'' Perinçek'e göre JİTEM grup komutanı Binbaşı Cem Ersever liderliğindeki bir grup subay, Bitlis’in uçağının motoruna sabotoj düzenledi. Daha sonra, Ersever ve sabotoji gerçekleştiren ekibi, Abdullah Çatlı ekibi tarafından çok şey biliyorlar gerekçesiyle, atış alanında sorgulanıp öldürdüler. Özal'ın ölümüne gelince. Kanıtlanmış birşey yok ama diğer ülkelerdeki devlet başkanlarının 
Gladio tarafından öldürülmelerine ve emperyalizmin dünya genelindeki organizasyonuna baktığımız zaman bu olasılık çok güçlü duruyordu. 
(Yılmaz, 1992) 

1990’ların sonunda, 28 Şubat süreci en büyük darbeyi, derin devletteki değişimle, kendi içinde gerçekleştirmişti. Önce hükümeti infaz emrinin nereden geldiğini irdeleyelim. Orgeneral Çevik Bir, 27 Şubat 1997 günü İsrail'den döner, daha önce ise ABD’ye uğramıştır. 28 Şubat’ta REFAHYOL hükümetine bir kararname dikte edilir, hükümet kabul etmeyince asker, basın, Tüsiad, Türk-İş, Disk, Tisk, Tobb, aşırı sol kesim ittifakı ile hükümet yıkılır. Sonradan gelen hükümetler, İHL, Kur'ân kursları, İslâmi sermaye-cemaatlerin en sivrisinden 
(Aczimendiler) başlayarak, en sonunda da en çok kullandıkları ilim grubuna (basının vermiş olduğu adla Hizbullah) dek, tüm İslâmi cemaatler geriletilir... Başörtüsü irticanın sembolü kabul edilir, memur , öğrenciler, eşi örtülü asker, bürokratlar görevlerinden alınır... Yolsuzluk, rüşvet, suistimal, vurgun, yalantalan, cinayet, faili meçhul, işsizlik, ahlâksızlık, riyakârlık, enflasyon, trafik kazası, ırkçılık, hukuksuzluklar, yapay irtica, bölücülük çığlıkları arasında kaybolur ve ülke batmanın eşiğine getirilir, Batı’dan yeniden kredi dilenilir 
hale getirilir. Bir ülke böyle batırılır. 
28 Şubat, ABD ve İsrail’in Türkiye'deki taşeronları eliyle uygulanan bir kolaniyal operasyon, içteki derinlerin kullanılarak yapılan bir postmodern ihtilâldir. Derin devletin teşviyle meydana gelen 28 Şubat, Gladio’yu da dönüştürmüştür. Çünkü, 28 Şubat irtica safsatasıyla sadece dindar kesimlere karşı yürütülen bir psikolojik savaş değildi. Derin devlet, Susurluk’ta temizlenmesi gereken kirli bağırsaklarla birlikte Gladio’yu emekliye ayırmış, yeni bir oluşumun içine girmişti. Bu oluşumun adı yeni Ergenekon’du. 

LİDERİN ŞEMAİLİ VE BAĞLANTILARI 

Herkes ısrarla bir numaranın kim olduğunu soruyor. 
Herkesin bir tahmini var. Çoğu asker kökenli zannediyor. İddianamede sarı bıyıklı bir Rumeliliden bahsedildiğini görenler, Atatürk’ün portresini çizmiş diye savcıyı alaya aldılar. Hedef saptıracağım diye savcı fazla kendisini zorlamıştı. Biraz yardımcı olalım… 

Ne Ak Parti ne de başka bir iktidar, yakın tarihlerde “O” kişiyi karşısına alabilir. Bu nedenle epey kirlenen Ergenekon örgütünün tasfiyesine, zoraki de olsa, gerçek liderin izin verdiği görüşündeyim. Hatta ABD, Avrupa’dan konsensüs söz konusu. 2001’de “tükürdüğünü yalamak” zorunda kaldığı, hoşuna gitmeyen temizlik emrini daha büyük yerden aldığını bildiğim için “zoraki” diyorum. Ak Parti’yi ve liderini beğenmese de içeriye dört tane bakan seviyesinde “Truva Atı” sokacak kadar beceriklidir baronumuz. Burada Türkiye’yi hangi “derin ABD örgütleri” yönlendiriyor, sorusu ortaya çıkıyor. Bizim lider, neoconların en aşırı kanadına bağlı, Cumhuriyetçi, yani Bush taraftarı. Diğer derin Amerikan devletlerinin çatışması sırasında neoconlar, Irak savaşında yaşanan fiyasko sonrası etkinliğini göreceli yitirdi. Türk liderde geri adım atmak zorunda kaldı. Lider, ılımlı Washington’un uyarılarına rağmen, Ak Parti’yi devirmek 
için, söz konusu çeteyi ve generalleri 2001’de görevlendirdiğine pişman oldu. 
Gerçek liderin uluslararası bağlantıları ve güçlü ekonomik yapısı, isminin dile getirilmesini bile engelliyor. Görünürde hiç bir zaman illegal iş yapmayan, cep telefonu ve bilgisayar kullanmadığı için dinlenemeyen ve izlenemeyen lideri suçlamaları zor. Yaşı artık epey ilerledi. Asker olmadığını biliyorum. 
Dört kuşak öncesinden Rum dönmesi, cumalara gidiyor, ölümü hatırlattığı için cenaze namazlarını sevmiyor, gitmiyor. Dört defa hacca gitmiş biri. Berberi Atina’da ismi Alexo, her 15 günde bir tıraş olmak için Yunanistan’a gidiyor. Şık giyinmeyi sevdiği için sürekli Paris’te dolaşıyor. Netice itibariyle ailesinin kurduğu, geliştirdiği işini koruyor, siyasi iktidarını, gücünü kimseyle paylaş mıyor. Seçimle başa gelen iktidarların muktedir olamaması, söz konusu elit liderimizin karizmasından kaynaklanıyor. Koordinatlarını vereceğim liderin portresini anlamanız için mensup olduğu derin örgütleri ve etkisini kavramanız 
gerekiyor. 
Liderimiz sosyal demokrat gözüküyor ve asla bu özelliklere ulaşamayan CHP'ye, oy vermeye devam ediyor. 
Oysa bu doktrin, ilkelerini, sosyal adalet prensibinden alır. ABD ve Avrupa’da liberal geçinenler bu akımdandır. Liderimiz liberal, ama aslında Amerikalılardan beter bir “kapitalist.” Eski Türk sosyalist ve komünistler, liderimizin şirketlerinde üst düzey yönetici. 
Dünyadaki pek çok tüketim ve üretim malzemesini, medyayı, devletleri sistematik gizli örgüt ağına sahip bir elitler grubu kontrol ediyor. Dünyanın %40 servetine sahip 200 en zenginin yönlendirdiği grup, tüm dünyada 8 bin üst düzey elemanla koordineyi sağlıyor. Globalizasyon’un ve Yeni Dünya Düzeni'nin temel felsefesini ortaya koyan “Kaostan Düzen” mottosu ile ortaya çıkmış Illüminati, Skulls and Bones Society (SBS, Kuru Kafa ve Kemik Cemiyeti), Bohemian Grove (veya Bohemian Club) adlı gizli cemiyetleri var. Bu elitler grubun arkasında masonik gizli örgütlenmelerin olduğunu kimse yazamıyor. Bu uluslararası ağın, 20. yüzyılda bünyesine eklediği Council on Foreign Relations (Dış İlişkiler Konseyi), Trilateral Komisyon ve Bilderberg isimli örgütler bulunuyor. Bu örgütlere üye olan kişiler, istihbarat örgütlerinin, silahlı kuvvetlerin, NATO'nun veya Savunma Bakanlıkları’nın, bankaların, dev tröstlerin en tepesindeki insanlar. Bizim yerli liderimiz de CFR, Bilderberg ve Illüminati üyesi. Illuminati, üyelerini inanılmaz bir sır gibi saklıyor ve bugün hemen her ülkede mevcut. Özel eğitim, tören ve alt mason kültüründen gelmeyenler Illuminatiye kabul edilmiyor. Başında Henry Kissenger bulunuyor, 
Türkiye'den sorumlu adamı Richard Perle, bizim liderle içli dışlı. NATO bağlantılı Gladyolar kurmak onların kararıydı. Yeraltı örgütleri ile ilişkiyi Trilateral Komisyon sağlıyor. Trilateral Commission (TC), Yeni Dünya Düzenini tüm dünyaya daha iyi yayabilmek için oluşturuldu. 1973'te David Rockefeller, Henry Kissenger ve Zbigniew Brzezinski tarafından kurulan gizli örgüt, CFR'yi Atlantik 
ötesi ülkelerde CIA ile örgütlüyor; siyaset, darbe, mafya mühendisliği yapıyor. 
CFR'nin uluslararası düzeyine taşınmış bir şekli olan ve 1954'de kurulmuş Bilderberg, her yıl gizli toplantılar düzenliyor. Türkiye'de son 50 yıldır başa geçen ünlü politikacıların çoğunluğu Bilderberg üyesi, bizim lider de toplantılarına katılır veya temsilcilerini mutlaka gönderir. Tüm dünyada TC, Bilderberg ve CFR birbirinin içine girmiş durumda. Her üçünün de üyesi olan Bill Clinton, Brent Scowcroft, John Mark Deutsch, Robert Strange gibi 50 kişi var, bizim lider de bunlardan biri, hem de çok güçlü biri. 

Küresel sermayeyi yöneten elitler, amacına ulaşmak için savaşlar çıkartıyor, değişmez sanılan ülke sınırlarını değiştiriyor, kaostan düzen çıkartıyor, ulus devletleri tehdit ediyor. Ergenekon’un gerçek liderinin neden yakayı sıyıracağı, isminin dahi açıklanamayacağı sır olmasa gerek. Ergenekon örgütünün kara kutusu olarak adlandırılan Tuncay Güney, TVNET'e verdiği röportajda çarpıcı 
açıklamalarda bulunacaktı. Altı saat süren ve ilk bölümü yayınlanan röportajda, Ergenekon soruşturmasında gelinen noktayı değerlendiren Güney, bugün gelinen noktayı buzdağının üst kısmı olarak tanımladı. Kanada'da TVNET Haber editörü Bedir Acar'a konuşan Tuncay Güney, şifreli cümleler kurarak, Ergenkon örgütünün “Cesur Hırsızlar Partisi”nin himayesinde olduğunu söyledi. Türk televizyonlarında ilk kez, ayrıntılı şekilde Ergenekon'u anlatan Güney, 1950'li yıllardan itibaren devlet içinde örgütlenen bir yapı olduğunu anlattı. Ergenekon için “Susurluk'un babası” diyen Güney, ilk bölümü yayınlanan röportajında, Ergenekon örgütü ve soruşturma ile ilgili olarak, şu çarpıcı bilgileri verdi: "Ergenekon çözülürse sistem çöker. Cesur Hırsızlar Partisi, Ergenekon'u himaye ediyor. Ergenekon'un sermaye boyutuna ve sistem içindeki uzantılarına 
dokunulmamıştır. Küçük parmağı kesilse ne olur. Örgüt kendini yeniler. Sistem devam eder." 

Güney’in kast ettiği ya TÜSİAD veya İstanbul Merkezli Masonik Büyük Klüp. Bu baronlarının yönettiği, bu derin gizli örgütün adı Ergenekon’du. Diğer tanımıyla NATO üyesi ülkelerde CIA tarafından kurdurulmuş Gladio. Tüm NATO ülkelerinde gizli operasonlar için kurulan ve önceleri Komünistlere ve Kürt ayrılıkçılara göz 
açtırmayan Gladio, 28 Şubat ve 11 Eylül sürecinden sonra dindar Müslümanları, daha doğrusu İslâm'ı hedef alır. MOSSAD'ın katkılarıyla Türkiye örgütlenmesinde yönetim zaten 1960'lardan beri Sebataycı eksenli masonik bir yapının elindedir. Çıkarları için sağ el veya sol el farketmez. Logosunun yanında 50 yıldır takiyye yaparak “Türkiye Türklerindir” diyen gazete, medyadaki ana üsleridir; dolayısıyla Perde arkasındaki grubun çıkarları Türkiye'nin çıkarlarından önce gelir. Kemalizm ve laiklik oyuncaklarıyla Sebataycı örgütlenmeye karşı çıkanlar yok edilir veya sindirilir. 

Atatürk tarafından Selanik’ten mübadele ile getirilerek ayrıcalıklı konum verilen Sebataycıların yönetici, mafya konumundaki altdakilerin günah keçisi, sıradan işçi olduğunu, pek az insan farkedebiliyordu. Soner Yalçın, “Efendi” adlı kitabını boş yere yazmadı. Bu kitap; çifte dinle ve kimlikle yaşadıkları için su yüzüne bugüne kadar çıkamayan, hain, dönek damgası yemekten korkan ülkemizin gerçek yöneticileri Sebataycıların, Türkiye'nin AB'ne bağlanan umutlarıyla paralel su yüzüne çıkma girişimiydi. “Bu vitrini hazırlamak”, Yalçın'ın deyimiyle, 
“dincilere” bırakılamazdı. Artık herkes onlardan saygı ve korku ile bahsetmeliydi; şapka çıkarmalıydı. Sağcı Ergenekon’u gören, solcuları ıskalayan Yalçın'ın gayretkeşliği bu yüzdendi. “20. yüzyılda Yahudiler iki devlet kurdu biri Türkiye, diğeri İsrail'dir” diyen Sebataycıların ülkemizde kurduğu Ergenekon, bu ülkenin 
gerçek sahiplerine yeni tuzaklar kuracaktı. Sebataycıların “bizdendi” diye sahiplendiği Atatürk, mason localarını kapatmıştı ve komunist yapılanmalarına göz açtırmamıştı. Selanik'ten ülkemize getirdiği çoğunluğu yüksek eğitimli ve paralı 25 bin Sebataycının Türkiye Cumhuriyeti ve inkılâplarının çekirdek kadrosu olduğu doğru bile olsa, Atatürk'ün kökü dışarıda olan yapılanmalara soğuk yaklaştığı inkâr edilemez. Zaten Türkiye'nin gerçek Kurtlar Vadisi, Atatürk'ün ölümünden sonra TL'ye kendi resmini bastıracak kadar hoyratlaşan 
faşist ve manda taraftarı İsmet İnönü'nün hediyesiydi. Eşi Mevhibe Sebataycıydı, aynen Bülent Ecevit'in eşi Rahşan Ecevit gibi. Sebataycı Yakup Kadri, Halide Edip, Fatih Rıfkı Atay, Ahmet Emin Yalman, Abdi İpekçiler’den bugüne geldiğimizde bu entellektüel misyonu taşıyan Orhan Pamuk gibi kalemler, bizi hep bizden uzaklaştırdı. 
Bir yandan kültürel yozlaşma, bir yandan asıl güçlerini barındıran iş dünyasıyla ortaklaşa ülkemizi sömürdüler. 
Siyaseti onlar belirledi ve bunlara ek olarak, medyamafyaasker-bürokrat bağlantılarını kullanarak demokrasimizin acı tarihine düşen dört askeri darbeyi onlar gerçekleştirdi. 

Buzdağının üst yüzeyinde gözüken, yani Susurluk’ta belirginleşen mafya-siyasetçi-iş dünyası ve gizli örgütler şeytan üçgeninin fotoğrafı, değişik bir açıdan çekilmeliydi. Buzdağının görünmeyen dev kütlesinde yer alanların, deşifre edilmesi için masonların deşifresi elzemdi. Derin Devlet-Derin Mafya-Derin Sebataycılar üçgeni ilişkisi hiç yazılmadı bugüne kadar. Eski İçişleri Bakanı Saadettin Tantan, eğer zorla istifa ettirilmesiydi “Gümüşsuyu çetesi!” olarak nitelediği “Büyük Klüp”, yani “Manevi Cihazlanma Teşkilâtı”nı deşifre edecekti. 
Dünyanın her ülkesinde kendilerine özgü derin devletcikler bulunuyordu. İtalya, güya temiz eller operasyonu ile kendi derin devletinin derin mafya yapılanmasını temizledi. Türk derin devleti ve mafya yapılanmasının elbette dış bağlantıları çok güçlüydü ve süreklilik arz ediyordu. 

Bir ahtapot gibi kolları olan bu örgütün, ülkemizdeki yasal adı CIRCLE D’ORIENT: Büyük Klüp. İngilizce isminde geçen 'Circle' aynı zamanda Tapınakcıların yurtdışındaki yayın organının ismidir. 

Siyonizm, Sabataycılar ve Tapınak Şövelyeleri arasındaki gizli bağlantı Siyonist Tapınağı Tarikatı'na kadar uzanır. Üstad-ı âzamlarının unvanı “Denizci”dir. Güven Erkaya'nın bir dönem başkanlığını yürütmesi sadece eski Deniz Kuvvetleri Komutanı olmasından kaynaklanmamaktaydı. Emekli deniz oramirali ve 12 
Eylül sonrası başbakanlık yapan Bülent Ulusu, uzun süre Büyük Klüp'ün başkanlığını yürüttü, halen üyedir. Onun döneminde üye olan meşhurlar arasında babasından misyonu devralan Mehmet Ağar ve Beşiktaş'ın efsanevi 
başkanı Süleyman Seba sayılabilir. Seba, emekli olmadan önce MİT'in İstanbul Bölge Müdürüdür. Ünlü mafya babası Aladdin Çakıcı, Ulusu döneminde üye kabul edilir. Çakıcı, ülkenin en büyük uyuşturucu ve silah taciri Dündar Kılıç'ın damadıdır. Sebataycıların kullandığı mafya kolunu temsil etmektedir. Kara para onlardan sorulur. Hakkındaki onca delile rağmen, beraat ettirilir. Çakıcı, bu ülkede devletin adamı olarak derin devlete çalışan en derin adamdır. Konuşursa âlem karışır. Bu nedenle devlet eliyle kaçırılır. Beşiktaş Jimnastik kulübü 
eski genel sekreteri Sinan Engin sadece talimatı yerine getirmiştir. 

İngilizcesiyle "Moral Rearmament-Mr", Türkçesiyle "Manevi Cihazlanma Teşkilâtı"nın kökleri dışardadır. Tapınakcıların, zuhuruna vesile oldukları Protestan mezhebinin bağlısı (Lutheryan) Amerikan Pastor’u Frank Buchman tarafından, 1929’da "Oxford Group" olarak tesis edilir. Buchman daha sonra, İngiltere’de Evanjelik olur; yani Bush’un ve oğlunun, "Yeni Dünya Düzencileri"nin mezhebine duhûl eder!.. Bu derneğin Türkiye şubesi Beyoğlu’ndadır. Hatta oranın bir sokağında, "Asmalı Mescid” vardır; aynı sokakta, "B’nai B’rith-Ahdin Kardeşleri" teşkilâtı, "Fakirleri Koruma Derneği" adı altında faaliyet göstermektedirler. İşte bu sokakta, "Manevi Cihazlanma Teşkilâtı" da faaliyete başlar. "Toplum faydasına dernekler" listesinde olup, 
vergiden muaf ve üste "bütçe"den para da alan bu iki derneğin, kurucu başkanı, -mini mini vali- Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay'dır... 33. dereceden mason olan Gökay’ın, Göztepe-İstasyon durağındaki köşkü teşkilatın toplantı yeri idi; bugünlerde kullanılan başka bir toplantı yeri ise İsmail Ağar’ın, Kadıköy’deki köşkü... Bu adam, 60 ihtilalinde idam edilen F. R. Zorlu’nun da akrabası ve Ayasofya'nın Ortodoks ibadetine açılmasını istiyordu. 

Heybeliada'daki Ruhbani okulunun açılmasıyla istekleri durulmayacaktı. 
(Er, 2003) 

25. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ERGENEKONUN KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 20

ERGENEKONUN KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 20



BAŞKA SÖZE HACET VAR MI? 

Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu’nun şu yazısı başka söze hacet bırakmıyor: “Haber şu: Danıştay davası sanıklarından Osman Yıldırım, Cumhuriyet gazetesine atılan bombaları Veli Küçük'ten aldıklarını açıkladı… 
Veli Küçük emekli bir general… 
Albay olduğu dönemlerde ünlendi. 
Adı ilk kez Hanefi Avcı'nın Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkan Yardımcısı olduğu dönemde Susurluk Komisyonu'na verdiği ifadede duyuldu. Avcı, Küçük'ün Cem Ersever'le birlikte Susurluk'un, yani ‘devlet merkezli gayri meşru araç ve eylemler sistemi’nin jandarma ve asker ayağını organize edip, temsil ettiğini söylüyordu. 

İddialar zamanla belgelendi. 

Örneğin Küçük'ün Çatlı'yla defalarca telefon görüşmesi yaptığı ortaya çıktı. 
Susurluk kazasında Çatlı'nın cesedini teslim alan ve gizli tutan Jandarma Alay Komutanı Veli Küçük'tü… 
Devletin hazırlattığı Susurluk raporunda faili meçhul cinayetlerin baş ismi olarak bilinen Yeşil'in cep telefon numarasının Veli Küçük üzerine kayıtlı olduğu iddia edildi. 
Küçük, TBMM Susurluk Komisyonu'na ifade vermeyi reddetti… 
Tüm bu tartışmalara rağmen albaylıktan tuğgeneralliğe yükseltildi. 
2000'de emekli olduktan sonra adı yeniden siyasi olaylara karıştı… 
Türk Mafya Birliği'ni kurmaya çalıştı. 
2001'de Bakü'de Azeri basınına ‘Türk ordusu yardıma hazır’ tarzı beyanatlar verdi. 301. madde davaları sırasında iyice görünür hale geldi. 
Kuvayı Milliye Derneklerinin mitinglerinde boy göstermeye başladı. Hrant Dink'in davasına müdahil olmak üzere dilekçe verdi ve duruşma salonunda yer aldı. 
Ergenekon operasyonları sırasında tutuklanan ilk isimlerden oldu. 
JİTEM olarak bilinen ve adı faili meçhul cinayetlerle anılan bir resmi yapının kurucusu olduğunu Ergenekon hakimi karşısında kabul etti. 
Aynı soruşturma kapsamında Çanakkale ve Antalya'da tutuklanan gençler Veli Küçük'ten kimi kişilere yönelik infaz emri aldıklarını söylediler. 
Ve en nihayet, Danıştay bombaları konusunda tekrar baş aktör olarak karşımıza çıktı… 
Başka bir şey eklemeye, başka bir şey söylemeye gerek var mı? 
Bugünlerde başka Jandarma Alay Komutanı gündemde… 
Trabzon'da görevliydi Ali Öz ve Dink cinayetinin en çok konuşulan isimlerinden birisi... 

Ali Öz, savunulacak tarafı kalmayınca, Trabzon'dan alındı önce Bilecik'e, sonra Bursa'ya tayin edildi… 

Nasıl? 

Etyen Mahçupyan'ın, konu üzerine Taraf'ta çıkan yazısına birlikte göz atalım: ‘Hrant Dink cinayeti ile bağlantılı olarak Trabzon 2. Sulh Ceza Mahkemesi'nde sıradışı iki beyanla karşılaştık. Sanıklar Veysel Şahin ve Okan Şimşek daha önceki yazılı ifadelerini reddettiler ve kendi üstlerini açıkça suçlayıcı bir biçimde konuştular. Şahin ve Şimşek Hrant Dink'in Yasin Hayal ve arkadaşları tarafından öldürülebileceğini 2006 yılının temmuz ayında Hayal'in akrabası olan Coşkun İğci'den öğrenmişler. 

Bunu şube müdürleri Yüzbaşı Metin Yıldız'a bildirmişler ama mesele haftalık rutin toplantılarında gündeme geldiğinde Albay Ali Öz konuyu sonra konuşacaklarını söyleyerek meseleyi kapatmış. Sonraki günlerde bu konuda hiçbir önlem alınmadığını gözlemleyen Şimşek yeniden Yıldız'la konuşmuş, ancak yüzbaşı, Şimşek'i başından savmış...’ 

Devam ediyor Mahçupyan: ‘Cinayet sonrasındaki soruşturmada Jandarma müfettişleri bu olayda Jandarma'nın hiçbir sorumluluğu olmadığına dair rapor vermişlerdi. Müfettişlerin böyle kolayca kandırılmasını mümkün kılan ortamın niteliği hakkında ne söylenebilir? Muhataplar mı çok zekiydi, yoksa Yıldız ve Öz'ün görev değişikliğini hayata geçirenlerin telkinleri mi kuvvetliydi? Sonuç birim amirlerini de aşan bir 'kasıtlı ihmalin' işlendiğidir... 

Bugün olan ise Ergenekon soruşturmasının genişleyen gölgesi altında Şimşek ve Şahin'in doğruyu anlatmalarını teşvik eden farklı bir ortama girilmiş olmasıdır...’ Başka söze, başka eke gerek var mı?” (Bayramoğlu, Mart 2008) 

KAYIP DOSYALARDAKİ JİTEM 

Tuncay Güney, 2001 yılında evinden alınan kayıp dosyalarla ilgili olarak, kendisini sorgulayan eski Organize Suçlar Şube Müdürü Adil Serdar Saçan’a verdiği ifadeleri ve bulunan dosyaları Taraf’a anlattı. 
Güney, uzun süre Taraf’a mülâkat vermemek için direndiği için bu haberi önemsiyorum. Çünkü Güney, hep Taraf’ı düşman olarak gördü, bir takım istihbaratlara çalıştığına inandı. 

Barıştıktan sonra Güney’e JİTEM ile igili açıklama yapması fikrini verdim. Güney, dosyaların Saçan tarafından birilerine verildiğini söyleyerek, bu dosyalar içerisinde yer alan ve Cem Ersever tarafından Veli Küçük’e verilen dosyanın Saçan’a sorulması gerektiğini ifade etti. 

Tuncay Güney’in 2001 yılında İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde, Organize Şube tarafından alınan ifadesini, o dönem Organize Şube’nin başında olan polis müdürü Adil Serdar Saçan, bizzat kameraya çektirmişti. 
Güney ifadelerinin işkence altında alındığını söylese de ortaya çıkan belgeler Ergenekon yapılanmasını ortaya çıkardı. O dönemde Güney’in evinde ele geçirilen belgelerin bir kısmı uzun süre bulunamadı.Bu belgelerin 
bir kısmı daha sonra bir ihbar neticesinde Gaziosmanpaşa’da bir depoda bulundu. 

Kayıp olan ve iki kasetten oluşan sorgu görüntüleri daha sonra Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılar tarafından Fatih Adliyesi emanetinde bulundu. Depoda bulunan belgeler arasında Tuncay Güney’in evinde ele geçirilen ancak Adil Serdar Saçan’ın özel arşivine koyduğu iddia edilen belgeler vardı. 2001 yılında gözaltına alınmadan evvel tüm belge ve dosyalarını ABD’ye, güvenli bir adrese de ulaştırdığını söyleyen Güney, Adil Serdar Saçan’ın elinde bulunduğunu iddia etttiği kayıp dosyalarla ilgili Saçan’a bu dosyaların sorulması gerektiğini söyledi. 

Güney kayıp dosyaların içerisinde Hizbuttahrir örgütünün yapılandırılmasından, eski vali Rıdvan Yenişen’e yapılan seks şantajına, Hayyam Garipoğlu, Korkmaz Yiğit’le ilgili dosyalara kadar birçok dosya bulunduğunu, Doğu Perinçek’e Cumhurbaşkanı Kenan Evren’e ait makam aracının verilmesi olayının da bu kayıp dosyalar içerisinde yer aldığını anlattı. Doğu Perinçek’in Ergenekon örgütüne gönderdiği raporlarla ilgili dosyaların da kayıp olduğunu söyleyen Güney, dosyalar içerisinde İran’lı Simko, Tarık Ümit ve Yeşil dosyalarının yanı sıra Cem Ersever tarafından Veli Küçük’e verilen ve bir fotokopisi de kendisinde olan dosyanın da kayıp olduğunu söyledi. Bu dosyanın da diğer dosyalar gibi Saçan’ın tarafından bilindiğini ve ona sorulmasını istedi. Tuncay Güney, JİTEM’in kurucularından Cem Ersever’in Ankara’ya gitmeden önce Adapazarı’nda Veli Küçük’le görüştüğünü ve kendisinin istifa edeceğini Küçük’e söylediğini, Küçük’ün de Ersever’e “istifa etme” dediğini aktardı. Ersever’in daha sonra Ankara’da Hüsamettin Cindoruk ile görüştüğünü de ifade eden Güney, Ersever’in Küçük’e verdiği dosyalar içerisinde herkesin isminin olduğu, ‘JİTEM ve faaliyetleri’ isimli dosya var” dedi. Bu dosyanın yanı sıra personel dosyasının da olduğunu söyleyerek bu dosyaların şu an nerede olduğunun sorulması gerektiğini söyledi. Ersever’in Küçük’e verdiği dosyalar içerisinde numara sistemine göre isimlerin kaydedildiğini de söyleyen Güney, Ömer Lütfi Topal cinayetinin de bu dosyalarda yer aldığını ifade etti. Ersever’in verdiği dosyada Güneydoğu’daki ilişkiler ve yapılan çalışmaların da olduğunu anlatan Güney, itirafçıların nasıl devşirildiklerinin de anlatıldığını söyleyerek “şimdi Kanada’da aynı dosyayı sil baştan okuyorum” dedi. 

MİT’e çalıştığı tüm gazeteciler tarafından tahmin edilen Tuncay Özkan’ın tutuklanması beklenmiyordu. 
Tutuklanmadan önce Özkan, bir süre önce siyasi yaşamına Bağımsız Cumhuriyet Partisi’nde (BCP) devam etme kararı almıştı. Özkan, borçları nedeniyle zor günler yaşayan partinin genel başkanı Mümtaz Soysal’a “bu çatı altında siyaset yapmak istiyoruz. Kongreye gidelim” teklifinde bulunmuş ve olumlu yanıt almıştı. Özkan gözaltına alınmasaydı BCP Ankara’da olağanüstü kongreye gidecek ve Özkan’ı genel başkan seçecekti. 
Tuncay Özkan’ın yeni kanalı Kanal Biz’in Gültepe’deki ofisine yapılan baskında el konan CD’ler arasında, Özkan tarafından kurulan, Siyaset Okulu’nun İzmit Kartepe’de 1400 kişiye verdiği eğitim CD’leri de var. Eğitim verilen kişilerin çoğunluğu BCP üyesi. Eğitimlerde Özkan partililere eğitim, enerji, su ve kalkınma projelerini anlatmış. Okulda, Mümtaz Soysal ve Yaşar Okuyan da ders verdi. 

Ergenekon soruşturması kapsamında Ankara’da gözaltına alınan ve Danıştay 12. Daire Başkanı Yücel Irmak’ın koruması olan Adnan Kılıçarslan, daha önce de eski ASAM Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ ile Yargıtay Savcısı Nuri Düzgün’ün korumalığını yaptı. Ümit Özdağ, son MHP kongeresinde Devlet Bahçeli’nin karşısına genel başkan adayı olarak çıkmıştı. Özdağ’ı, Bahçeli’nin karşısına Veli Küçük’ün çıkarttığı öne sürülmüştü. Küçük’ün telefon konuşmalarında, Özdağ’a 
verdiği destek de deşifre edilmişti. 
Danıştay’daki görevine bir yargıcın ölümü ve dört yargıcın yaralanmasıyla sonuçlanan Danıştay baskınından sonra, başladığı öğrenilen Kılıçarslan’ın, meslekten birkaç kez ihraç edilen Adil Serdar Saçan’ın Danıştay’daki dosyalarını takip etmek ve Saçan lehine karar çıkmasını sağlamakla suçlandı. (Taraf, 2008) 
İlişkiler derin, derine inildikçe pislik kokusu geliyor. 

HANİ NEREDE DIŞ İSTİHBARATLAR? 

Farklı bir kesimden, Vakit’den Abdurrahman Dilipak’ın Ergenekon’a bakış açısına yer vermezsek büyük eksiklik olurdu. Savcının değinmediği, kimsenin yazmadığı Ergenekon’un dış istihnaratlarla ilişkileri konusunda Dilipak şunları yazdı: “Bu Ergenekon işi, görüldüğü kadar basit bir iş değil. Bunun arkası çorap söküğü gibi gelir.. İşin içinde silah kaçakçılığı da var, eroin kaçakçılığı da, arazi mafyası da var, petrol kaçakçılığı da.. 

Kozmik belgelerin elden ele dolaştığı bir vadi burası.. Sınırları Türkiye sınırları ile sınırlı değil.. Kökü İttihat Terakki’ye kadar gider.. Ama en azından 1978’e gitmelisiniz bugünkü olayın iç yüzünü anlamak için.. Hatta 1971’e.. İşin içinde olmayan karar verici kimse yok gibi. 

Mesela 1 Mayıs’ın izini sürün, Şah’ın İran’ına kadar gidersiniz. SAVAK’ın bu işle ne alakası var demeyin. RCD, Cento, hepsi bu derin planın bir parçası.. İran’da duramazsınız, zaten Afganistan’a, Pakistan’a uzanırsınız. 

Beriye gel Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün. İsrail’in bu resimde ayrı bir yeri var.. 

Sovyetler’i alınca Balkanlar ve Kafkaslar’ı da işin içine dahil etmiş oluyorsunuz..

Bulgaristan’ın ayrıca özel ve önemli bir yeri var. Tabii Arnavutluk ve Romanya’nın da.. Çin doğrudan işin içinde olmasa da ‘Çinci’ler, ‘3. Dünyacı’lar sistemin bir parçası idi.. 

NATO zaten sistemde büyük oyuncu! Biraz Mısır’ı da katarız bu işe.. 

Bu Ergenekon işini, zamana yaymadan kısa sürede bitirmeniz gerekir.. Eğer zamana yayarsanız, bu kriz bölgeye yayılır.. O zaman da hiç toparlayamazsınız.. 
Şöyle bir ipucu vereyim: ‘Bizim iyi çocuklar’ Irak’ta, Suriye ve Lübnan’da, İran’da, Avrupa’da, Rusya (vd) operasyonlara gönderildiler, onların ‘iyi çocukları’ da burada ve diğer bölgelerde operasyonlara giriştiler.. Kanlı 1 Mayıs’ın arkasında SAVAK da çıkabilir mesela! Bu piyasada kimin eli kimin cebinde belli değil. Avrupa bir şekilde hesabı kapattı, defteri dürdü ama, bizdeki hesaplaşma devam edince, oradaki eski defterlerin de yeniden açılma riski ortaya çıktı.. 
Bizimkiler, ötekileri bu işe dahil etmeye çalışıyor. 

Ötekiler ise, bu işlerin bu şekilde uluorta tartışılmasından rahatsız. ABD, AB, NATO, bu işin kısa sürede halledilmesini istiyordu, gördüğüm kadarı ile. Hükümet bu işten çekindi, hep topu taca attı. Ama sonunda bu pimi çekilmiş bombayı kucağında buldu. 

Bu iş öyle 3-5 savcının altından kalkacağı bir iş değil. Ele geçen belgeler şimdilik, çok sınırlı bir zamanı, mekanı, kişileri kapsıyor. Peki, ana arşivlere ulaşılırsa, ana depolara ulaşılırsa ne olacak? Suriye yönetimi ve istihbaratı da, İsrail yönetimi ve istihbaratı da, Alman, Amerikan, İtalyan, Fransız yönetimi ve istihbaratı da bundan rahatsız olur. İşin içinde Masonlar da var, Tapınakçılar da, illuminati de, herkes, olmayan yok ki! Apo, muhaberattan habersiz mi kaldı Bekaa’da! 

Bizim birçok siyasi liderin kariyeri yara alır. Dini önderler, büyük iş adamları vs.. 

Kontrol dışı unsurlar, ‘Merkez’den umudu keser. ‘İş başa düştü’ diye, durumdan vazife çıkartacak olurlarsa, bütün bu bölgede istihbaratçılar arası iç savaş başlar. Burnuna yumruk yiyen başbakandan, ‘bizim çocuklar’dan ‘iyi çocuklar’a kadar birçok kişi susturulabilir.. Birileri sıranın kendine geldiğini, ya da eylem arkadaşının konuşacağını farkederse, düşünürse eski iş ortağının kafasına silahını dayayabilir. 

Gizli arşivler imha edilirse bir dert, ele geçse bir başka dert. 

Ama asıl büyük dert bu işin fazla uzaması.. Bakın yakında karşı informasyonlar gelebilir. Gördüğüm kadarı ile Almanya sıkıntılı. CHP’nin Alman vakıfları ile ilişkisi filan, öncü sarsıntılar. Mafia hesaplaşması vesilesi ile İtalyanların da başı sıkışacak. İşin Türkiye ayağı, İtalya’dakinden de büyük ve sıkıntılı. 
‘Temizeller savcısı’ bile zor kalkar bu işin Türkiye ayağının içinden. Bakın son olarak Papa suikastında Ağca’nın kullanılmasının STASİ’nin planı olduğu yazılıp çizilmeye başlandı. Almanya’da yayımlanan Der Spiegel dergisi, eski Doğu Almanya istihbarat teşkilatı STASİ’nin Mehmet Ali Ağca’nın Papa 2. Jean Paul’e yönelik başarısız suikast girişimini Türk ülkücülere mal etmeye çalıştığını iddia etti. Ben yine aynı şeyleri söylüyorum: Petrol ve uyuşturucu kaçakçılığı gibi para kaynaklarını kesin. Örtülü KİT’leri, derin devletin taşeron firmalarını, gazetelerini tasfiye edin. Silah depolarını kontrol altına alın, arşivleri ele geçirin, tetikçileri değil, derin devlet baronlarını yakalayın. TSK ile bu işin bağının kesilmesi gerek. Bu yapının Media, Sermaye, Siyaset, Bürokrasi, STK içindeki bağlarının kesilmesi şart. Sonra 50-100 kişi neyse tepedekiler dışında para ve silahlarını teslim eden ve pişmanlık duyanları şartlı şekilde serbest bırakın. Bu işte geç kalınıyor. Eğer böyle giderse, gün gelir olaylar bir patlak verirse arkasını zor toplarsınız. Birçok 
ülkede bombalar patlar, silahlar konuşur, çok kişi bu işten zarar görür. 

Sanıyorum biz Ergenekon’u gözümüze fazla yaklaştırınca, arkasında bir ormanı kaybediyoruz.. Bu, soğuk savaştan kalma, ABD’nin başımıza bela ettiği bir örgüt. Şimdi işleri bitti, kontrol dışına çıktılar, Sam Amca artık tasfiye edilmesini istiyor ama, bu güç buna direniyor. Aslında bu yapının kökleri bizde İttihat Terakki’ye kadar dayanıyor. Osmanlı’yı bu yapı ile çökertmediler mi? 3 yıl iki ayda bir imparatorluğu tasfiye ettiler. Biz o kadar sürede, Etibank’ı bile tasfiye edemedik. Bakın bunların gözü dönmüş. Zamanında kan hesabı yapmamışlar mıydı, 28 Şubat’ta? Saçan Kömürcü’ye ne diyordu: ‘Bizim birimiz onların ellisini haklar.’ Eski polis şefi ile gazeteci böyle düşünüyor! Ha, Avusturya seçimlerinin sonuçlarını biliyorsunuz değil mi? Radikal sağın oy toplamı, en büyük blok’u 
oluşturuyor. Avusturya’da Ergenekon kazandı, anlayacağınız. Ergenekon davasında gelişmeler böyle devam edecek olursa, Avrupa’da ve Türkiye’de görülen, görülmekte olan, faili meçhul kalmış, üstü örtülmüş bir çok dava tekrar açılmak zorunda kalabilir. 

Bu işin Şangay Platformu’na kadar uzanması mümkün. Çin ile Rusya, yani BÇG gösterip Doğu Çalışma Grubu oluşturmaya çalıştılar. Ateş Paşa boşuna İran ve Rusya’nın adından söz etmedi bir zamanlar. Batı biraz da bunun için Ergenekon operasyonu konusunda sessiz! Bu arada EPDK’nın petrol usulsüzlüğü ile ilgili cezaların tahsili yönünde adım atması da önemli.. Petrol kaçakçılığı, kamuya eksik satış, solvent, bozuk yemeklik yağın mazota katılması gibi daha birçok ayağı var. Yani petrol işi derin. %20 değil, toplamda %40’ı bulan bir kara sektör. 

Bizim bu işlerle ilgili tek şansımız, sistem içi güçlerden bir bölümünün artık bu işin böyle gitmeyeceğini görmesi ve yarın bu işin daha tehlikeli bir hal alacağını görüp, tasfiyeye razı olması. Öte yandan yapı içinde görünürde, sağ, sol, Kürt, Türk, dindar görünen, ateist, herkes bu yapıda olmasına rağmen, sokakta vuruştursalar da, merkezde bir araya gelip kadeh tokuşturabiliyorlardı. Maksat vatan kurtulsun. Kontrollü bunalım stratejisi dedikleri şey! Şimdi bir sürü 1 numara çıktı. Kendi aralarında kanlı bıçaklı oldular. El altından birbirleri 
aleyhine bilgi sızdırıyorlar.. Birileri bu işten yakasını sıyırmaya çalışırken, birileri, tehditle ve şantajla bir yerlere varmaya çalışıyor. Kimi aldatıldıklarını düşünüyor, kimi suçluluk psikolojisi ile karanlık hesaplaşmaların faturasını eski iş ortağına yamamaya çalışıyor. Yani kendi aralarında da bir iç savaş var. 
Önemli olan da bu. Ne olursa olsun, bu işlerin artık daha fazla böyle gitmeyeceği anlaşıldı. Bu önemli. Şimdi herkes kendini ve ekibini kurtarma çabasında. Birtakım baronlar ise kendilerine dışarıdan sığınacak ülke, örgüt arıyor sanki. Ve zaman kazanmaya çalışıyorlar. Dikkat. Şimdi daha tehlikeliler. Bu yapı tasfiye edilmez değil, ama dikkatli olmak gerek. 

Operasyondan önce strateji ve takdiklerin iyi hesaplanması gerek. Nihai hedefin iyi belirlenmesi gerek. Bana kalırsa hükümet, bu işi açık açık ABD ve AB ile görüşmeli. Soğuk Harbin başımıza bela ettiği bu yapının tasfiyesinde bilgi ve belge değişimi olmalı. Kertenkelenin kuyruğunu bırakın, gövdesi nerede ona bakın! Bayram sonrası piyasa kızışacak gibi..” (Dilipak, Ekim 2008) 

21 .Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***