Rıza Zelyut etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Rıza Zelyut etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Temmuz 2019 Cuma

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 24

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 24


Herşey, 1990 Kasım ayında İtalya başbakanı Gullio Andreotti'nin 1958'den itibaren İtalya'da faaliyet gösteren bir teşkilât olduğunu itiraf etmesiyle başladı. Bu itirafla, başta İtalya olmak üzere, Avrupa'nın bir çok ülkesinde soruşturmalar açılınca da, pekçok ülkede bu tip faaliyetler gösteren ''sol karşıtı örgütler olduğu'' ortaya çıktı. Yunanistan'daki 1967 Albaylar Darbesi’nde özel eğitimli CIA ajanlarının etkin rol oynadığı ortaya çıktı İskandinavya'da, 1973'de, CIA başkanı olan William Colby tarafindan, bir örgüt kurulduğu öğrenildi. 1985 yılında İsviçre'de P26 isimli bir örgüt kuruldu. P26 bünyesinde 400 ajanın yanısıra çok gelişmiş silah sistemleri de bulunuyordu. Fransa'da, Gallio adlı örgüt, bu olayların açığa çıkmasından sonra feshedildi. Daha dünyanın bir çok ülkesinden örnekler verilebilirdi. 
Türkiye'de bu örgütün varlığı, Özel Harp Dairesi adıyla duyuldu. 1980 öncesi bu kurumun başı, Turgut Özal’a 1983 seçiminde rakip olan ve derin devletin seçtirmek istediği Turgut Sunalp paşamızdı. MHP kadrolarının bu örgütün içinde planlı, sistemli katliamlarda kullanıldığı ileri sürüldü. CHP Lideri Bülent Ecevit, bu yapılanmayı illegal olarak nitelendirdi. Devlet tarafından beslenen bu sağcı tetikçiler, giderek devlet içinde üst düzeyde kadrolaştılar. Sovyetler Birliği, KGB’nin Türkiye’de örgütlediği illegal sol örgütler vasıtasıyla sol terör estirirken, kendini savunma refleksini kullanan, devlet destekli sağ gerillalar 1970'li yıllarda 12 Eylül darbesi öncesi bugün kitle katliamları, bilim adamı, sanatçı ve yazar kıyımı olarak nitelenen sayısız eyleme, icazetli olarak karıştılar. Zira, devlet elden gidiyordu ve Sovyetler’in uydusu olmak üzereydi. 

1 Şubat 1979'da Abdi İpekçi öldürüldü ve failleri bulunamadı! Bulunanlar da, zaten çıkartılan aflarla, devlet eliyle cezaevinden ya resmen çıkarıldı veya kaçmalarına göz yumuldu. Prof. Dr. Ümit Doğanay, 20 Kasım 1979 
günü katledildi. Yakalanan katillerden biri itirafçı oldu. Bu kişi derin devlet örgütlenmesinin beyin kadrolarından olan Alaaddin Çakıcı'nın sağ kolu iken, çıkar çatışmaları nedeniyle, Çakıcı tarafından öldürülen, Nurullah Tevfik Ağansoy'du. Bu katil, devlet tarafından korunmuştu. Prof. Cavit Orhan Tütengil, 7 Aralık 1979'da otobüs durağında katledildi. Doç. Dr. Bedrettin Cömert, Prof. Dr. Bedri Karafakioğlu, Savcı Doğan Öz, Disk Genel Başkanı Kemal Türkler de bu terörden nasibini aldı. Sokak çatışmaları, binlerce can aldı. Gladio, sağ ve sol eliyle meydandaydı. 

PKK terörü 1990 sonrası, KGB’nin elinden Batılı güçlere geçince, derin devlet politikası tekrar sertleşti. Çünkü Batılı istihbaratlar, daha fazla lojistik destek sağlayarak, şiddetin dozunu artırmışlardı. Merhum cumhurbaşkanı Turgut Özal, ileriyi gören bir politikacıydı. Bir yandan Özel Tim kurulmasına öncülük ederken, bir yandan Kuzey Iraklı Kürt liderleri Ankara’da yüksek bir statüde ağırladı ve soruna siyaset çerçevesinde barışçı bir çözüm bulmak gerektiğine inandı. 
1992 yılının başlarında MGK, PKK’ya yardım ve yataklık yapanlara, aman vermeme yönünde gizli bir karar aldı. Bu değişkliğin ardından PKK terörüne son vermek için Kürt köy ve mezraları boşaltıldı. 1992'nin sonlarında, bu strateji değisikliği MGK'nın gündemine bir kez daha geldi. Konu, bu savaşta kullanılmak için özel örgüt kurulmasını içeriyordu. Kurulacak bu örgütün şeması ve bu organizasyonda görev alacak kişilerin isimleri belirlendi. Abdullah Çatlı ve arkadaşları, Özel Tim'den seçilmiş bazı polisler ve özel eğitimli askerleri 
yer alıyordu. Bu organizasyonda yer alan kişiler konusunda Özal ve Bitlis paşa, devletin resmî olmayan kişilerle işbirliğine giderek iş görmesine karşı çıkıyorlardı.. 

Barış yanlısı Özal ve Eşref Bitlis, Gladio ile sopa gösterirken, devletin merhametli elini de uzatmak istedi. 
Ancak, derin Ankara ve derin askerler, buna karşı çıktılar. Kürt isminin bile kullanılmasına karşıydılar. Bu olaydan sonra Özal da, Bitlis de suikastla öldürüldüler. Maalesef bu konuda açıklama yapmak Doğu Perinçek’e düştü: 

''Eşref Bitlis, Çekiç Güç'ün Türkiye alehindeki faaliyetlerini saptamış, gıda yardımı adı altında PKK'ya gönderilen silahları da yakalatmıştı. Çekiç güç hakkında iki kez rapor hazırlayıp Genel Kurmay’a gönderen Bitlis, özel harp uzmanı ABD'li subayları da Jandarma Genel Komutanlığı’ından attı. ABD'li casusların Kuzey Irak'a girişlerini de engelledi. Körfez Savaşı sırasında ABD'in Türkiye üzerinden ikinci cepheyi açma planını öğrenip Genel Kurmay ve Cumhurbaşkanına bildirdi. Özal da bu raporları ABD başkanı Bush'a iletti. Bu nedenle Bitlis'in ortadan kaldırılmasına 4 kişilik ABD komutan heyeti karar verdi. Genel Kurmay istihbaratınca saptanan bu 4 kişilik heyette, Çekiç Güç Kuzey Irak'taki komutanı Albay Naab ve Albay Wilson da bulunuyordu. ABD'li 
komutanların kararını da özel harpçi Türk subayları icraa etti.'' Perinçek'e göre JİTEM grup komutanı Binbaşı Cem Ersever liderliğindeki bir grup subay, Bitlis’in uçağının motoruna sabotoj düzenledi. Daha sonra, Ersever ve sabotoji gerçekleştiren ekibi, Abdullah Çatlı ekibi tarafından çok şey biliyorlar gerekçesiyle, atış alanında sorgulanıp öldürdüler. Özal'ın ölümüne gelince. Kanıtlanmış birşey yok ama diğer ülkelerdeki devlet başkanlarının 
Gladio tarafından öldürülmelerine ve emperyalizmin dünya genelindeki organizasyonuna baktığımız zaman bu olasılık çok güçlü duruyordu. 
(Yılmaz, 1992) 

1990’ların sonunda, 28 Şubat süreci en büyük darbeyi, derin devletteki değişimle, kendi içinde gerçekleştirmişti. Önce hükümeti infaz emrinin nereden geldiğini irdeleyelim. Orgeneral Çevik Bir, 27 Şubat 1997 günü İsrail'den döner, daha önce ise ABD’ye uğramıştır. 28 Şubat’ta REFAHYOL hükümetine bir kararname dikte edilir, hükümet kabul etmeyince asker, basın, Tüsiad, Türk-İş, Disk, Tisk, Tobb, aşırı sol kesim ittifakı ile hükümet yıkılır. Sonradan gelen hükümetler, İHL, Kur'ân kursları, İslâmi sermaye-cemaatlerin en sivrisinden 
(Aczimendiler) başlayarak, en sonunda da en çok kullandıkları ilim grubuna (basının vermiş olduğu adla Hizbullah) dek, tüm İslâmi cemaatler geriletilir... Başörtüsü irticanın sembolü kabul edilir, memur , öğrenciler, eşi örtülü asker, bürokratlar görevlerinden alınır... Yolsuzluk, rüşvet, suistimal, vurgun, yalantalan, cinayet, faili meçhul, işsizlik, ahlâksızlık, riyakârlık, enflasyon, trafik kazası, ırkçılık, hukuksuzluklar, yapay irtica, bölücülük çığlıkları arasında kaybolur ve ülke batmanın eşiğine getirilir, Batı’dan yeniden kredi dilenilir 
hale getirilir. Bir ülke böyle batırılır. 
28 Şubat, ABD ve İsrail’in Türkiye'deki taşeronları eliyle uygulanan bir kolaniyal operasyon, içteki derinlerin kullanılarak yapılan bir postmodern ihtilâldir. Derin devletin teşviyle meydana gelen 28 Şubat, Gladio’yu da dönüştürmüştür. Çünkü, 28 Şubat irtica safsatasıyla sadece dindar kesimlere karşı yürütülen bir psikolojik savaş değildi. Derin devlet, Susurluk’ta temizlenmesi gereken kirli bağırsaklarla birlikte Gladio’yu emekliye ayırmış, yeni bir oluşumun içine girmişti. Bu oluşumun adı yeni Ergenekon’du. 

LİDERİN ŞEMAİLİ VE BAĞLANTILARI 

Herkes ısrarla bir numaranın kim olduğunu soruyor. 
Herkesin bir tahmini var. Çoğu asker kökenli zannediyor. İddianamede sarı bıyıklı bir Rumeliliden bahsedildiğini görenler, Atatürk’ün portresini çizmiş diye savcıyı alaya aldılar. Hedef saptıracağım diye savcı fazla kendisini zorlamıştı. Biraz yardımcı olalım… 

Ne Ak Parti ne de başka bir iktidar, yakın tarihlerde “O” kişiyi karşısına alabilir. Bu nedenle epey kirlenen Ergenekon örgütünün tasfiyesine, zoraki de olsa, gerçek liderin izin verdiği görüşündeyim. Hatta ABD, Avrupa’dan konsensüs söz konusu. 2001’de “tükürdüğünü yalamak” zorunda kaldığı, hoşuna gitmeyen temizlik emrini daha büyük yerden aldığını bildiğim için “zoraki” diyorum. Ak Parti’yi ve liderini beğenmese de içeriye dört tane bakan seviyesinde “Truva Atı” sokacak kadar beceriklidir baronumuz. Burada Türkiye’yi hangi “derin ABD örgütleri” yönlendiriyor, sorusu ortaya çıkıyor. Bizim lider, neoconların en aşırı kanadına bağlı, Cumhuriyetçi, yani Bush taraftarı. Diğer derin Amerikan devletlerinin çatışması sırasında neoconlar, Irak savaşında yaşanan fiyasko sonrası etkinliğini göreceli yitirdi. Türk liderde geri adım atmak zorunda kaldı. Lider, ılımlı Washington’un uyarılarına rağmen, Ak Parti’yi devirmek 
için, söz konusu çeteyi ve generalleri 2001’de görevlendirdiğine pişman oldu. 
Gerçek liderin uluslararası bağlantıları ve güçlü ekonomik yapısı, isminin dile getirilmesini bile engelliyor. Görünürde hiç bir zaman illegal iş yapmayan, cep telefonu ve bilgisayar kullanmadığı için dinlenemeyen ve izlenemeyen lideri suçlamaları zor. Yaşı artık epey ilerledi. Asker olmadığını biliyorum. 
Dört kuşak öncesinden Rum dönmesi, cumalara gidiyor, ölümü hatırlattığı için cenaze namazlarını sevmiyor, gitmiyor. Dört defa hacca gitmiş biri. Berberi Atina’da ismi Alexo, her 15 günde bir tıraş olmak için Yunanistan’a gidiyor. Şık giyinmeyi sevdiği için sürekli Paris’te dolaşıyor. Netice itibariyle ailesinin kurduğu, geliştirdiği işini koruyor, siyasi iktidarını, gücünü kimseyle paylaş mıyor. Seçimle başa gelen iktidarların muktedir olamaması, söz konusu elit liderimizin karizmasından kaynaklanıyor. Koordinatlarını vereceğim liderin portresini anlamanız için mensup olduğu derin örgütleri ve etkisini kavramanız 
gerekiyor. 
Liderimiz sosyal demokrat gözüküyor ve asla bu özelliklere ulaşamayan CHP'ye, oy vermeye devam ediyor. 
Oysa bu doktrin, ilkelerini, sosyal adalet prensibinden alır. ABD ve Avrupa’da liberal geçinenler bu akımdandır. Liderimiz liberal, ama aslında Amerikalılardan beter bir “kapitalist.” Eski Türk sosyalist ve komünistler, liderimizin şirketlerinde üst düzey yönetici. 
Dünyadaki pek çok tüketim ve üretim malzemesini, medyayı, devletleri sistematik gizli örgüt ağına sahip bir elitler grubu kontrol ediyor. Dünyanın %40 servetine sahip 200 en zenginin yönlendirdiği grup, tüm dünyada 8 bin üst düzey elemanla koordineyi sağlıyor. Globalizasyon’un ve Yeni Dünya Düzeni'nin temel felsefesini ortaya koyan “Kaostan Düzen” mottosu ile ortaya çıkmış Illüminati, Skulls and Bones Society (SBS, Kuru Kafa ve Kemik Cemiyeti), Bohemian Grove (veya Bohemian Club) adlı gizli cemiyetleri var. Bu elitler grubun arkasında masonik gizli örgütlenmelerin olduğunu kimse yazamıyor. Bu uluslararası ağın, 20. yüzyılda bünyesine eklediği Council on Foreign Relations (Dış İlişkiler Konseyi), Trilateral Komisyon ve Bilderberg isimli örgütler bulunuyor. Bu örgütlere üye olan kişiler, istihbarat örgütlerinin, silahlı kuvvetlerin, NATO'nun veya Savunma Bakanlıkları’nın, bankaların, dev tröstlerin en tepesindeki insanlar. Bizim yerli liderimiz de CFR, Bilderberg ve Illüminati üyesi. Illuminati, üyelerini inanılmaz bir sır gibi saklıyor ve bugün hemen her ülkede mevcut. Özel eğitim, tören ve alt mason kültüründen gelmeyenler Illuminatiye kabul edilmiyor. Başında Henry Kissenger bulunuyor, 
Türkiye'den sorumlu adamı Richard Perle, bizim liderle içli dışlı. NATO bağlantılı Gladyolar kurmak onların kararıydı. Yeraltı örgütleri ile ilişkiyi Trilateral Komisyon sağlıyor. Trilateral Commission (TC), Yeni Dünya Düzenini tüm dünyaya daha iyi yayabilmek için oluşturuldu. 1973'te David Rockefeller, Henry Kissenger ve Zbigniew Brzezinski tarafından kurulan gizli örgüt, CFR'yi Atlantik 
ötesi ülkelerde CIA ile örgütlüyor; siyaset, darbe, mafya mühendisliği yapıyor. 
CFR'nin uluslararası düzeyine taşınmış bir şekli olan ve 1954'de kurulmuş Bilderberg, her yıl gizli toplantılar düzenliyor. Türkiye'de son 50 yıldır başa geçen ünlü politikacıların çoğunluğu Bilderberg üyesi, bizim lider de toplantılarına katılır veya temsilcilerini mutlaka gönderir. Tüm dünyada TC, Bilderberg ve CFR birbirinin içine girmiş durumda. Her üçünün de üyesi olan Bill Clinton, Brent Scowcroft, John Mark Deutsch, Robert Strange gibi 50 kişi var, bizim lider de bunlardan biri, hem de çok güçlü biri. 

Küresel sermayeyi yöneten elitler, amacına ulaşmak için savaşlar çıkartıyor, değişmez sanılan ülke sınırlarını değiştiriyor, kaostan düzen çıkartıyor, ulus devletleri tehdit ediyor. Ergenekon’un gerçek liderinin neden yakayı sıyıracağı, isminin dahi açıklanamayacağı sır olmasa gerek. Ergenekon örgütünün kara kutusu olarak adlandırılan Tuncay Güney, TVNET'e verdiği röportajda çarpıcı 
açıklamalarda bulunacaktı. Altı saat süren ve ilk bölümü yayınlanan röportajda, Ergenekon soruşturmasında gelinen noktayı değerlendiren Güney, bugün gelinen noktayı buzdağının üst kısmı olarak tanımladı. Kanada'da TVNET Haber editörü Bedir Acar'a konuşan Tuncay Güney, şifreli cümleler kurarak, Ergenkon örgütünün “Cesur Hırsızlar Partisi”nin himayesinde olduğunu söyledi. Türk televizyonlarında ilk kez, ayrıntılı şekilde Ergenekon'u anlatan Güney, 1950'li yıllardan itibaren devlet içinde örgütlenen bir yapı olduğunu anlattı. Ergenekon için “Susurluk'un babası” diyen Güney, ilk bölümü yayınlanan röportajında, Ergenekon örgütü ve soruşturma ile ilgili olarak, şu çarpıcı bilgileri verdi: "Ergenekon çözülürse sistem çöker. Cesur Hırsızlar Partisi, Ergenekon'u himaye ediyor. Ergenekon'un sermaye boyutuna ve sistem içindeki uzantılarına 
dokunulmamıştır. Küçük parmağı kesilse ne olur. Örgüt kendini yeniler. Sistem devam eder." 

Güney’in kast ettiği ya TÜSİAD veya İstanbul Merkezli Masonik Büyük Klüp. Bu baronlarının yönettiği, bu derin gizli örgütün adı Ergenekon’du. Diğer tanımıyla NATO üyesi ülkelerde CIA tarafından kurdurulmuş Gladio. Tüm NATO ülkelerinde gizli operasonlar için kurulan ve önceleri Komünistlere ve Kürt ayrılıkçılara göz 
açtırmayan Gladio, 28 Şubat ve 11 Eylül sürecinden sonra dindar Müslümanları, daha doğrusu İslâm'ı hedef alır. MOSSAD'ın katkılarıyla Türkiye örgütlenmesinde yönetim zaten 1960'lardan beri Sebataycı eksenli masonik bir yapının elindedir. Çıkarları için sağ el veya sol el farketmez. Logosunun yanında 50 yıldır takiyye yaparak “Türkiye Türklerindir” diyen gazete, medyadaki ana üsleridir; dolayısıyla Perde arkasındaki grubun çıkarları Türkiye'nin çıkarlarından önce gelir. Kemalizm ve laiklik oyuncaklarıyla Sebataycı örgütlenmeye karşı çıkanlar yok edilir veya sindirilir. 

Atatürk tarafından Selanik’ten mübadele ile getirilerek ayrıcalıklı konum verilen Sebataycıların yönetici, mafya konumundaki altdakilerin günah keçisi, sıradan işçi olduğunu, pek az insan farkedebiliyordu. Soner Yalçın, “Efendi” adlı kitabını boş yere yazmadı. Bu kitap; çifte dinle ve kimlikle yaşadıkları için su yüzüne bugüne kadar çıkamayan, hain, dönek damgası yemekten korkan ülkemizin gerçek yöneticileri Sebataycıların, Türkiye'nin AB'ne bağlanan umutlarıyla paralel su yüzüne çıkma girişimiydi. “Bu vitrini hazırlamak”, Yalçın'ın deyimiyle, 
“dincilere” bırakılamazdı. Artık herkes onlardan saygı ve korku ile bahsetmeliydi; şapka çıkarmalıydı. Sağcı Ergenekon’u gören, solcuları ıskalayan Yalçın'ın gayretkeşliği bu yüzdendi. “20. yüzyılda Yahudiler iki devlet kurdu biri Türkiye, diğeri İsrail'dir” diyen Sebataycıların ülkemizde kurduğu Ergenekon, bu ülkenin 
gerçek sahiplerine yeni tuzaklar kuracaktı. Sebataycıların “bizdendi” diye sahiplendiği Atatürk, mason localarını kapatmıştı ve komunist yapılanmalarına göz açtırmamıştı. Selanik'ten ülkemize getirdiği çoğunluğu yüksek eğitimli ve paralı 25 bin Sebataycının Türkiye Cumhuriyeti ve inkılâplarının çekirdek kadrosu olduğu doğru bile olsa, Atatürk'ün kökü dışarıda olan yapılanmalara soğuk yaklaştığı inkâr edilemez. Zaten Türkiye'nin gerçek Kurtlar Vadisi, Atatürk'ün ölümünden sonra TL'ye kendi resmini bastıracak kadar hoyratlaşan 
faşist ve manda taraftarı İsmet İnönü'nün hediyesiydi. Eşi Mevhibe Sebataycıydı, aynen Bülent Ecevit'in eşi Rahşan Ecevit gibi. Sebataycı Yakup Kadri, Halide Edip, Fatih Rıfkı Atay, Ahmet Emin Yalman, Abdi İpekçiler’den bugüne geldiğimizde bu entellektüel misyonu taşıyan Orhan Pamuk gibi kalemler, bizi hep bizden uzaklaştırdı. 
Bir yandan kültürel yozlaşma, bir yandan asıl güçlerini barındıran iş dünyasıyla ortaklaşa ülkemizi sömürdüler. 
Siyaseti onlar belirledi ve bunlara ek olarak, medyamafyaasker-bürokrat bağlantılarını kullanarak demokrasimizin acı tarihine düşen dört askeri darbeyi onlar gerçekleştirdi. 

Buzdağının üst yüzeyinde gözüken, yani Susurluk’ta belirginleşen mafya-siyasetçi-iş dünyası ve gizli örgütler şeytan üçgeninin fotoğrafı, değişik bir açıdan çekilmeliydi. Buzdağının görünmeyen dev kütlesinde yer alanların, deşifre edilmesi için masonların deşifresi elzemdi. Derin Devlet-Derin Mafya-Derin Sebataycılar üçgeni ilişkisi hiç yazılmadı bugüne kadar. Eski İçişleri Bakanı Saadettin Tantan, eğer zorla istifa ettirilmesiydi “Gümüşsuyu çetesi!” olarak nitelediği “Büyük Klüp”, yani “Manevi Cihazlanma Teşkilâtı”nı deşifre edecekti. 
Dünyanın her ülkesinde kendilerine özgü derin devletcikler bulunuyordu. İtalya, güya temiz eller operasyonu ile kendi derin devletinin derin mafya yapılanmasını temizledi. Türk derin devleti ve mafya yapılanmasının elbette dış bağlantıları çok güçlüydü ve süreklilik arz ediyordu. 

Bir ahtapot gibi kolları olan bu örgütün, ülkemizdeki yasal adı CIRCLE D’ORIENT: Büyük Klüp. İngilizce isminde geçen 'Circle' aynı zamanda Tapınakcıların yurtdışındaki yayın organının ismidir. 

Siyonizm, Sabataycılar ve Tapınak Şövelyeleri arasındaki gizli bağlantı Siyonist Tapınağı Tarikatı'na kadar uzanır. Üstad-ı âzamlarının unvanı “Denizci”dir. Güven Erkaya'nın bir dönem başkanlığını yürütmesi sadece eski Deniz Kuvvetleri Komutanı olmasından kaynaklanmamaktaydı. Emekli deniz oramirali ve 12 
Eylül sonrası başbakanlık yapan Bülent Ulusu, uzun süre Büyük Klüp'ün başkanlığını yürüttü, halen üyedir. Onun döneminde üye olan meşhurlar arasında babasından misyonu devralan Mehmet Ağar ve Beşiktaş'ın efsanevi 
başkanı Süleyman Seba sayılabilir. Seba, emekli olmadan önce MİT'in İstanbul Bölge Müdürüdür. Ünlü mafya babası Aladdin Çakıcı, Ulusu döneminde üye kabul edilir. Çakıcı, ülkenin en büyük uyuşturucu ve silah taciri Dündar Kılıç'ın damadıdır. Sebataycıların kullandığı mafya kolunu temsil etmektedir. Kara para onlardan sorulur. Hakkındaki onca delile rağmen, beraat ettirilir. Çakıcı, bu ülkede devletin adamı olarak derin devlete çalışan en derin adamdır. Konuşursa âlem karışır. Bu nedenle devlet eliyle kaçırılır. Beşiktaş Jimnastik kulübü 
eski genel sekreteri Sinan Engin sadece talimatı yerine getirmiştir. 

İngilizcesiyle "Moral Rearmament-Mr", Türkçesiyle "Manevi Cihazlanma Teşkilâtı"nın kökleri dışardadır. Tapınakcıların, zuhuruna vesile oldukları Protestan mezhebinin bağlısı (Lutheryan) Amerikan Pastor’u Frank Buchman tarafından, 1929’da "Oxford Group" olarak tesis edilir. Buchman daha sonra, İngiltere’de Evanjelik olur; yani Bush’un ve oğlunun, "Yeni Dünya Düzencileri"nin mezhebine duhûl eder!.. Bu derneğin Türkiye şubesi Beyoğlu’ndadır. Hatta oranın bir sokağında, "Asmalı Mescid” vardır; aynı sokakta, "B’nai B’rith-Ahdin Kardeşleri" teşkilâtı, "Fakirleri Koruma Derneği" adı altında faaliyet göstermektedirler. İşte bu sokakta, "Manevi Cihazlanma Teşkilâtı" da faaliyete başlar. "Toplum faydasına dernekler" listesinde olup, 
vergiden muaf ve üste "bütçe"den para da alan bu iki derneğin, kurucu başkanı, -mini mini vali- Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay'dır... 33. dereceden mason olan Gökay’ın, Göztepe-İstasyon durağındaki köşkü teşkilatın toplantı yeri idi; bugünlerde kullanılan başka bir toplantı yeri ise İsmail Ağar’ın, Kadıköy’deki köşkü... Bu adam, 60 ihtilalinde idam edilen F. R. Zorlu’nun da akrabası ve Ayasofya'nın Ortodoks ibadetine açılmasını istiyordu. 

Heybeliada'daki Ruhbani okulunun açılmasıyla istekleri durulmayacaktı. 
(Er, 2003) 

25. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ERGENEKONUN KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 20

ERGENEKONUN KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 20



BAŞKA SÖZE HACET VAR MI? 

Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu’nun şu yazısı başka söze hacet bırakmıyor: “Haber şu: Danıştay davası sanıklarından Osman Yıldırım, Cumhuriyet gazetesine atılan bombaları Veli Küçük'ten aldıklarını açıkladı… 
Veli Küçük emekli bir general… 
Albay olduğu dönemlerde ünlendi. 
Adı ilk kez Hanefi Avcı'nın Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkan Yardımcısı olduğu dönemde Susurluk Komisyonu'na verdiği ifadede duyuldu. Avcı, Küçük'ün Cem Ersever'le birlikte Susurluk'un, yani ‘devlet merkezli gayri meşru araç ve eylemler sistemi’nin jandarma ve asker ayağını organize edip, temsil ettiğini söylüyordu. 

İddialar zamanla belgelendi. 

Örneğin Küçük'ün Çatlı'yla defalarca telefon görüşmesi yaptığı ortaya çıktı. 
Susurluk kazasında Çatlı'nın cesedini teslim alan ve gizli tutan Jandarma Alay Komutanı Veli Küçük'tü… 
Devletin hazırlattığı Susurluk raporunda faili meçhul cinayetlerin baş ismi olarak bilinen Yeşil'in cep telefon numarasının Veli Küçük üzerine kayıtlı olduğu iddia edildi. 
Küçük, TBMM Susurluk Komisyonu'na ifade vermeyi reddetti… 
Tüm bu tartışmalara rağmen albaylıktan tuğgeneralliğe yükseltildi. 
2000'de emekli olduktan sonra adı yeniden siyasi olaylara karıştı… 
Türk Mafya Birliği'ni kurmaya çalıştı. 
2001'de Bakü'de Azeri basınına ‘Türk ordusu yardıma hazır’ tarzı beyanatlar verdi. 301. madde davaları sırasında iyice görünür hale geldi. 
Kuvayı Milliye Derneklerinin mitinglerinde boy göstermeye başladı. Hrant Dink'in davasına müdahil olmak üzere dilekçe verdi ve duruşma salonunda yer aldı. 
Ergenekon operasyonları sırasında tutuklanan ilk isimlerden oldu. 
JİTEM olarak bilinen ve adı faili meçhul cinayetlerle anılan bir resmi yapının kurucusu olduğunu Ergenekon hakimi karşısında kabul etti. 
Aynı soruşturma kapsamında Çanakkale ve Antalya'da tutuklanan gençler Veli Küçük'ten kimi kişilere yönelik infaz emri aldıklarını söylediler. 
Ve en nihayet, Danıştay bombaları konusunda tekrar baş aktör olarak karşımıza çıktı… 
Başka bir şey eklemeye, başka bir şey söylemeye gerek var mı? 
Bugünlerde başka Jandarma Alay Komutanı gündemde… 
Trabzon'da görevliydi Ali Öz ve Dink cinayetinin en çok konuşulan isimlerinden birisi... 

Ali Öz, savunulacak tarafı kalmayınca, Trabzon'dan alındı önce Bilecik'e, sonra Bursa'ya tayin edildi… 

Nasıl? 

Etyen Mahçupyan'ın, konu üzerine Taraf'ta çıkan yazısına birlikte göz atalım: ‘Hrant Dink cinayeti ile bağlantılı olarak Trabzon 2. Sulh Ceza Mahkemesi'nde sıradışı iki beyanla karşılaştık. Sanıklar Veysel Şahin ve Okan Şimşek daha önceki yazılı ifadelerini reddettiler ve kendi üstlerini açıkça suçlayıcı bir biçimde konuştular. Şahin ve Şimşek Hrant Dink'in Yasin Hayal ve arkadaşları tarafından öldürülebileceğini 2006 yılının temmuz ayında Hayal'in akrabası olan Coşkun İğci'den öğrenmişler. 

Bunu şube müdürleri Yüzbaşı Metin Yıldız'a bildirmişler ama mesele haftalık rutin toplantılarında gündeme geldiğinde Albay Ali Öz konuyu sonra konuşacaklarını söyleyerek meseleyi kapatmış. Sonraki günlerde bu konuda hiçbir önlem alınmadığını gözlemleyen Şimşek yeniden Yıldız'la konuşmuş, ancak yüzbaşı, Şimşek'i başından savmış...’ 

Devam ediyor Mahçupyan: ‘Cinayet sonrasındaki soruşturmada Jandarma müfettişleri bu olayda Jandarma'nın hiçbir sorumluluğu olmadığına dair rapor vermişlerdi. Müfettişlerin böyle kolayca kandırılmasını mümkün kılan ortamın niteliği hakkında ne söylenebilir? Muhataplar mı çok zekiydi, yoksa Yıldız ve Öz'ün görev değişikliğini hayata geçirenlerin telkinleri mi kuvvetliydi? Sonuç birim amirlerini de aşan bir 'kasıtlı ihmalin' işlendiğidir... 

Bugün olan ise Ergenekon soruşturmasının genişleyen gölgesi altında Şimşek ve Şahin'in doğruyu anlatmalarını teşvik eden farklı bir ortama girilmiş olmasıdır...’ Başka söze, başka eke gerek var mı?” (Bayramoğlu, Mart 2008) 

KAYIP DOSYALARDAKİ JİTEM 

Tuncay Güney, 2001 yılında evinden alınan kayıp dosyalarla ilgili olarak, kendisini sorgulayan eski Organize Suçlar Şube Müdürü Adil Serdar Saçan’a verdiği ifadeleri ve bulunan dosyaları Taraf’a anlattı. 
Güney, uzun süre Taraf’a mülâkat vermemek için direndiği için bu haberi önemsiyorum. Çünkü Güney, hep Taraf’ı düşman olarak gördü, bir takım istihbaratlara çalıştığına inandı. 

Barıştıktan sonra Güney’e JİTEM ile igili açıklama yapması fikrini verdim. Güney, dosyaların Saçan tarafından birilerine verildiğini söyleyerek, bu dosyalar içerisinde yer alan ve Cem Ersever tarafından Veli Küçük’e verilen dosyanın Saçan’a sorulması gerektiğini ifade etti. 

Tuncay Güney’in 2001 yılında İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde, Organize Şube tarafından alınan ifadesini, o dönem Organize Şube’nin başında olan polis müdürü Adil Serdar Saçan, bizzat kameraya çektirmişti. 
Güney ifadelerinin işkence altında alındığını söylese de ortaya çıkan belgeler Ergenekon yapılanmasını ortaya çıkardı. O dönemde Güney’in evinde ele geçirilen belgelerin bir kısmı uzun süre bulunamadı.Bu belgelerin 
bir kısmı daha sonra bir ihbar neticesinde Gaziosmanpaşa’da bir depoda bulundu. 

Kayıp olan ve iki kasetten oluşan sorgu görüntüleri daha sonra Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılar tarafından Fatih Adliyesi emanetinde bulundu. Depoda bulunan belgeler arasında Tuncay Güney’in evinde ele geçirilen ancak Adil Serdar Saçan’ın özel arşivine koyduğu iddia edilen belgeler vardı. 2001 yılında gözaltına alınmadan evvel tüm belge ve dosyalarını ABD’ye, güvenli bir adrese de ulaştırdığını söyleyen Güney, Adil Serdar Saçan’ın elinde bulunduğunu iddia etttiği kayıp dosyalarla ilgili Saçan’a bu dosyaların sorulması gerektiğini söyledi. 

Güney kayıp dosyaların içerisinde Hizbuttahrir örgütünün yapılandırılmasından, eski vali Rıdvan Yenişen’e yapılan seks şantajına, Hayyam Garipoğlu, Korkmaz Yiğit’le ilgili dosyalara kadar birçok dosya bulunduğunu, Doğu Perinçek’e Cumhurbaşkanı Kenan Evren’e ait makam aracının verilmesi olayının da bu kayıp dosyalar içerisinde yer aldığını anlattı. Doğu Perinçek’in Ergenekon örgütüne gönderdiği raporlarla ilgili dosyaların da kayıp olduğunu söyleyen Güney, dosyalar içerisinde İran’lı Simko, Tarık Ümit ve Yeşil dosyalarının yanı sıra Cem Ersever tarafından Veli Küçük’e verilen ve bir fotokopisi de kendisinde olan dosyanın da kayıp olduğunu söyledi. Bu dosyanın da diğer dosyalar gibi Saçan’ın tarafından bilindiğini ve ona sorulmasını istedi. Tuncay Güney, JİTEM’in kurucularından Cem Ersever’in Ankara’ya gitmeden önce Adapazarı’nda Veli Küçük’le görüştüğünü ve kendisinin istifa edeceğini Küçük’e söylediğini, Küçük’ün de Ersever’e “istifa etme” dediğini aktardı. Ersever’in daha sonra Ankara’da Hüsamettin Cindoruk ile görüştüğünü de ifade eden Güney, Ersever’in Küçük’e verdiği dosyalar içerisinde herkesin isminin olduğu, ‘JİTEM ve faaliyetleri’ isimli dosya var” dedi. Bu dosyanın yanı sıra personel dosyasının da olduğunu söyleyerek bu dosyaların şu an nerede olduğunun sorulması gerektiğini söyledi. Ersever’in Küçük’e verdiği dosyalar içerisinde numara sistemine göre isimlerin kaydedildiğini de söyleyen Güney, Ömer Lütfi Topal cinayetinin de bu dosyalarda yer aldığını ifade etti. Ersever’in verdiği dosyada Güneydoğu’daki ilişkiler ve yapılan çalışmaların da olduğunu anlatan Güney, itirafçıların nasıl devşirildiklerinin de anlatıldığını söyleyerek “şimdi Kanada’da aynı dosyayı sil baştan okuyorum” dedi. 

MİT’e çalıştığı tüm gazeteciler tarafından tahmin edilen Tuncay Özkan’ın tutuklanması beklenmiyordu. 
Tutuklanmadan önce Özkan, bir süre önce siyasi yaşamına Bağımsız Cumhuriyet Partisi’nde (BCP) devam etme kararı almıştı. Özkan, borçları nedeniyle zor günler yaşayan partinin genel başkanı Mümtaz Soysal’a “bu çatı altında siyaset yapmak istiyoruz. Kongreye gidelim” teklifinde bulunmuş ve olumlu yanıt almıştı. Özkan gözaltına alınmasaydı BCP Ankara’da olağanüstü kongreye gidecek ve Özkan’ı genel başkan seçecekti. 
Tuncay Özkan’ın yeni kanalı Kanal Biz’in Gültepe’deki ofisine yapılan baskında el konan CD’ler arasında, Özkan tarafından kurulan, Siyaset Okulu’nun İzmit Kartepe’de 1400 kişiye verdiği eğitim CD’leri de var. Eğitim verilen kişilerin çoğunluğu BCP üyesi. Eğitimlerde Özkan partililere eğitim, enerji, su ve kalkınma projelerini anlatmış. Okulda, Mümtaz Soysal ve Yaşar Okuyan da ders verdi. 

Ergenekon soruşturması kapsamında Ankara’da gözaltına alınan ve Danıştay 12. Daire Başkanı Yücel Irmak’ın koruması olan Adnan Kılıçarslan, daha önce de eski ASAM Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ ile Yargıtay Savcısı Nuri Düzgün’ün korumalığını yaptı. Ümit Özdağ, son MHP kongeresinde Devlet Bahçeli’nin karşısına genel başkan adayı olarak çıkmıştı. Özdağ’ı, Bahçeli’nin karşısına Veli Küçük’ün çıkarttığı öne sürülmüştü. Küçük’ün telefon konuşmalarında, Özdağ’a 
verdiği destek de deşifre edilmişti. 
Danıştay’daki görevine bir yargıcın ölümü ve dört yargıcın yaralanmasıyla sonuçlanan Danıştay baskınından sonra, başladığı öğrenilen Kılıçarslan’ın, meslekten birkaç kez ihraç edilen Adil Serdar Saçan’ın Danıştay’daki dosyalarını takip etmek ve Saçan lehine karar çıkmasını sağlamakla suçlandı. (Taraf, 2008) 
İlişkiler derin, derine inildikçe pislik kokusu geliyor. 

HANİ NEREDE DIŞ İSTİHBARATLAR? 

Farklı bir kesimden, Vakit’den Abdurrahman Dilipak’ın Ergenekon’a bakış açısına yer vermezsek büyük eksiklik olurdu. Savcının değinmediği, kimsenin yazmadığı Ergenekon’un dış istihnaratlarla ilişkileri konusunda Dilipak şunları yazdı: “Bu Ergenekon işi, görüldüğü kadar basit bir iş değil. Bunun arkası çorap söküğü gibi gelir.. İşin içinde silah kaçakçılığı da var, eroin kaçakçılığı da, arazi mafyası da var, petrol kaçakçılığı da.. 

Kozmik belgelerin elden ele dolaştığı bir vadi burası.. Sınırları Türkiye sınırları ile sınırlı değil.. Kökü İttihat Terakki’ye kadar gider.. Ama en azından 1978’e gitmelisiniz bugünkü olayın iç yüzünü anlamak için.. Hatta 1971’e.. İşin içinde olmayan karar verici kimse yok gibi. 

Mesela 1 Mayıs’ın izini sürün, Şah’ın İran’ına kadar gidersiniz. SAVAK’ın bu işle ne alakası var demeyin. RCD, Cento, hepsi bu derin planın bir parçası.. İran’da duramazsınız, zaten Afganistan’a, Pakistan’a uzanırsınız. 

Beriye gel Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün. İsrail’in bu resimde ayrı bir yeri var.. 

Sovyetler’i alınca Balkanlar ve Kafkaslar’ı da işin içine dahil etmiş oluyorsunuz..

Bulgaristan’ın ayrıca özel ve önemli bir yeri var. Tabii Arnavutluk ve Romanya’nın da.. Çin doğrudan işin içinde olmasa da ‘Çinci’ler, ‘3. Dünyacı’lar sistemin bir parçası idi.. 

NATO zaten sistemde büyük oyuncu! Biraz Mısır’ı da katarız bu işe.. 

Bu Ergenekon işini, zamana yaymadan kısa sürede bitirmeniz gerekir.. Eğer zamana yayarsanız, bu kriz bölgeye yayılır.. O zaman da hiç toparlayamazsınız.. 
Şöyle bir ipucu vereyim: ‘Bizim iyi çocuklar’ Irak’ta, Suriye ve Lübnan’da, İran’da, Avrupa’da, Rusya (vd) operasyonlara gönderildiler, onların ‘iyi çocukları’ da burada ve diğer bölgelerde operasyonlara giriştiler.. Kanlı 1 Mayıs’ın arkasında SAVAK da çıkabilir mesela! Bu piyasada kimin eli kimin cebinde belli değil. Avrupa bir şekilde hesabı kapattı, defteri dürdü ama, bizdeki hesaplaşma devam edince, oradaki eski defterlerin de yeniden açılma riski ortaya çıktı.. 
Bizimkiler, ötekileri bu işe dahil etmeye çalışıyor. 

Ötekiler ise, bu işlerin bu şekilde uluorta tartışılmasından rahatsız. ABD, AB, NATO, bu işin kısa sürede halledilmesini istiyordu, gördüğüm kadarı ile. Hükümet bu işten çekindi, hep topu taca attı. Ama sonunda bu pimi çekilmiş bombayı kucağında buldu. 

Bu iş öyle 3-5 savcının altından kalkacağı bir iş değil. Ele geçen belgeler şimdilik, çok sınırlı bir zamanı, mekanı, kişileri kapsıyor. Peki, ana arşivlere ulaşılırsa, ana depolara ulaşılırsa ne olacak? Suriye yönetimi ve istihbaratı da, İsrail yönetimi ve istihbaratı da, Alman, Amerikan, İtalyan, Fransız yönetimi ve istihbaratı da bundan rahatsız olur. İşin içinde Masonlar da var, Tapınakçılar da, illuminati de, herkes, olmayan yok ki! Apo, muhaberattan habersiz mi kaldı Bekaa’da! 

Bizim birçok siyasi liderin kariyeri yara alır. Dini önderler, büyük iş adamları vs.. 

Kontrol dışı unsurlar, ‘Merkez’den umudu keser. ‘İş başa düştü’ diye, durumdan vazife çıkartacak olurlarsa, bütün bu bölgede istihbaratçılar arası iç savaş başlar. Burnuna yumruk yiyen başbakandan, ‘bizim çocuklar’dan ‘iyi çocuklar’a kadar birçok kişi susturulabilir.. Birileri sıranın kendine geldiğini, ya da eylem arkadaşının konuşacağını farkederse, düşünürse eski iş ortağının kafasına silahını dayayabilir. 

Gizli arşivler imha edilirse bir dert, ele geçse bir başka dert. 

Ama asıl büyük dert bu işin fazla uzaması.. Bakın yakında karşı informasyonlar gelebilir. Gördüğüm kadarı ile Almanya sıkıntılı. CHP’nin Alman vakıfları ile ilişkisi filan, öncü sarsıntılar. Mafia hesaplaşması vesilesi ile İtalyanların da başı sıkışacak. İşin Türkiye ayağı, İtalya’dakinden de büyük ve sıkıntılı. 
‘Temizeller savcısı’ bile zor kalkar bu işin Türkiye ayağının içinden. Bakın son olarak Papa suikastında Ağca’nın kullanılmasının STASİ’nin planı olduğu yazılıp çizilmeye başlandı. Almanya’da yayımlanan Der Spiegel dergisi, eski Doğu Almanya istihbarat teşkilatı STASİ’nin Mehmet Ali Ağca’nın Papa 2. Jean Paul’e yönelik başarısız suikast girişimini Türk ülkücülere mal etmeye çalıştığını iddia etti. Ben yine aynı şeyleri söylüyorum: Petrol ve uyuşturucu kaçakçılığı gibi para kaynaklarını kesin. Örtülü KİT’leri, derin devletin taşeron firmalarını, gazetelerini tasfiye edin. Silah depolarını kontrol altına alın, arşivleri ele geçirin, tetikçileri değil, derin devlet baronlarını yakalayın. TSK ile bu işin bağının kesilmesi gerek. Bu yapının Media, Sermaye, Siyaset, Bürokrasi, STK içindeki bağlarının kesilmesi şart. Sonra 50-100 kişi neyse tepedekiler dışında para ve silahlarını teslim eden ve pişmanlık duyanları şartlı şekilde serbest bırakın. Bu işte geç kalınıyor. Eğer böyle giderse, gün gelir olaylar bir patlak verirse arkasını zor toplarsınız. Birçok 
ülkede bombalar patlar, silahlar konuşur, çok kişi bu işten zarar görür. 

Sanıyorum biz Ergenekon’u gözümüze fazla yaklaştırınca, arkasında bir ormanı kaybediyoruz.. Bu, soğuk savaştan kalma, ABD’nin başımıza bela ettiği bir örgüt. Şimdi işleri bitti, kontrol dışına çıktılar, Sam Amca artık tasfiye edilmesini istiyor ama, bu güç buna direniyor. Aslında bu yapının kökleri bizde İttihat Terakki’ye kadar dayanıyor. Osmanlı’yı bu yapı ile çökertmediler mi? 3 yıl iki ayda bir imparatorluğu tasfiye ettiler. Biz o kadar sürede, Etibank’ı bile tasfiye edemedik. Bakın bunların gözü dönmüş. Zamanında kan hesabı yapmamışlar mıydı, 28 Şubat’ta? Saçan Kömürcü’ye ne diyordu: ‘Bizim birimiz onların ellisini haklar.’ Eski polis şefi ile gazeteci böyle düşünüyor! Ha, Avusturya seçimlerinin sonuçlarını biliyorsunuz değil mi? Radikal sağın oy toplamı, en büyük blok’u 
oluşturuyor. Avusturya’da Ergenekon kazandı, anlayacağınız. Ergenekon davasında gelişmeler böyle devam edecek olursa, Avrupa’da ve Türkiye’de görülen, görülmekte olan, faili meçhul kalmış, üstü örtülmüş bir çok dava tekrar açılmak zorunda kalabilir. 

Bu işin Şangay Platformu’na kadar uzanması mümkün. Çin ile Rusya, yani BÇG gösterip Doğu Çalışma Grubu oluşturmaya çalıştılar. Ateş Paşa boşuna İran ve Rusya’nın adından söz etmedi bir zamanlar. Batı biraz da bunun için Ergenekon operasyonu konusunda sessiz! Bu arada EPDK’nın petrol usulsüzlüğü ile ilgili cezaların tahsili yönünde adım atması da önemli.. Petrol kaçakçılığı, kamuya eksik satış, solvent, bozuk yemeklik yağın mazota katılması gibi daha birçok ayağı var. Yani petrol işi derin. %20 değil, toplamda %40’ı bulan bir kara sektör. 

Bizim bu işlerle ilgili tek şansımız, sistem içi güçlerden bir bölümünün artık bu işin böyle gitmeyeceğini görmesi ve yarın bu işin daha tehlikeli bir hal alacağını görüp, tasfiyeye razı olması. Öte yandan yapı içinde görünürde, sağ, sol, Kürt, Türk, dindar görünen, ateist, herkes bu yapıda olmasına rağmen, sokakta vuruştursalar da, merkezde bir araya gelip kadeh tokuşturabiliyorlardı. Maksat vatan kurtulsun. Kontrollü bunalım stratejisi dedikleri şey! Şimdi bir sürü 1 numara çıktı. Kendi aralarında kanlı bıçaklı oldular. El altından birbirleri 
aleyhine bilgi sızdırıyorlar.. Birileri bu işten yakasını sıyırmaya çalışırken, birileri, tehditle ve şantajla bir yerlere varmaya çalışıyor. Kimi aldatıldıklarını düşünüyor, kimi suçluluk psikolojisi ile karanlık hesaplaşmaların faturasını eski iş ortağına yamamaya çalışıyor. Yani kendi aralarında da bir iç savaş var. 
Önemli olan da bu. Ne olursa olsun, bu işlerin artık daha fazla böyle gitmeyeceği anlaşıldı. Bu önemli. Şimdi herkes kendini ve ekibini kurtarma çabasında. Birtakım baronlar ise kendilerine dışarıdan sığınacak ülke, örgüt arıyor sanki. Ve zaman kazanmaya çalışıyorlar. Dikkat. Şimdi daha tehlikeliler. Bu yapı tasfiye edilmez değil, ama dikkatli olmak gerek. 

Operasyondan önce strateji ve takdiklerin iyi hesaplanması gerek. Nihai hedefin iyi belirlenmesi gerek. Bana kalırsa hükümet, bu işi açık açık ABD ve AB ile görüşmeli. Soğuk Harbin başımıza bela ettiği bu yapının tasfiyesinde bilgi ve belge değişimi olmalı. Kertenkelenin kuyruğunu bırakın, gövdesi nerede ona bakın! Bayram sonrası piyasa kızışacak gibi..” (Dilipak, Ekim 2008) 

21 .Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 17

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 17


BAŞKA BİR TUNCAY GÜNEY PORTRESİ 

Kenthaber’de yazan Mehmet Özbek’in kaleme aldığı başka bir Tuncay Güney portresini okuyalım: ”Hayat bazen hiç karşılaşmak istemeyen insanları bir araya getirebiliyor. İstemeseniz bile aynı yerde çalışmak zorunda kalıyorsunuz. Eskiler buna hayatın cilvesi derler… 
Benim de başımdan böyle bir hadise geçti… 
Galiba 1994 veya 1995 yılı idi. Yeniden yayına başlayan, televizyon ve buzdolabı ile medyadaki promosyonu azdıran Mehmet Ali Ilıcak’ın Akşam gazetesinde yazı işleri yönetimi değişmiş, ben de yazı işlerinde çalışmaya başlamıştım.. 

Bir gün yeni yayın yönetmeni Behiç Kılıç, bir gazetecinin elinde bir iş olduğunu, kendisiyle benim ilgilenmemi istedi… 
Behiç Kılıç, ustası Rahmi Turan ekibinden yetişme Günaydın tipi gazetecilikten gelen bir kişiydi.. Onun için fotoğraf ve manşet önemliydi.. Gerisi laf… Derdi de ‘vatan hainleri’ydi. Bir taraftan Kardak krizi, bir taraftan PKK sorunu, bir taraftan da başta ABD olmak üzere AB ve onların yerli işbirlikçilerinin hain oyunları, yayın yönetmeninin en baş derdiydi… Derdin hikayesi, Batı karşısında güçsüz olan Türkiye’nin kimlik arayışından kaynaklanan korku ve telaş duygusuydu. 
Devir faili meçhul cinayetlerin azdığı Tansu Çiller, Necmettin Erbakan ve Mesut Yılmaz’ın üçlü koalisyon . Başbakan Tansu Çiller yayın yönetmeni için ‘dişi Asena’, eşi Özer Çiller ise ‘abi’ydi… 

O nedenle bir süre sonra papaz olmaya başladık… Neyse… Daha tam papaz olmadan, aynı gazetede çalışan fakat ayağını sürüyen meslektaşımız Ayşe Önal, yönetim değişikliğinden önce Kuzey Irak’a, oradan da Suriye üzerinden Lübnan’a giden bir gazetecinin tekrar işe alınmasına ricacı olmuştu hatırladığım kadarıyla… 
Yazı işleri odasına Ayşe Önal getirdi o kişiyi. Temiz yüzlü bir insandı odaya giren.. Temiz, pak, spor giyimli, sanki ana kuzusu sıcaklığından ormana düşmüşlüğünü çehresinde gizleyen soğukkanlılığı bir maske gibiydi. Adı 
Tuncay Güney’di… 

Hani Hürriyet’ten Saygı Öztürk’ün ‘Ergenekon’un hahamı’ diye haber yaptığı kişi… 

Tanıştık… Odadaki boş bir masaya iki iskemle yanaştırdım… Elindeki işi sordum…Daha önceki yönetim tarafından Kuzey Irak’a gönderilmiş, oradan Suriye’ye oradan da Lübnan’a gittiğini anlattı. 
Söylediği yerlere daha önce ben de gittiğimden, oradan buradan konuştuk… 
Bir süre Samanyolu’nda çalıştığını anlattı... 
Yaptığı gezi ile ilgili yazıyı verdi… 

Şöyle bir baktım… 

Yazısı iyi değildi. İçeriği de sığdı. Dişe dokunur pek bir şey yoktu. Zorlama ile 2-3 günlük bir dizi yapabilirdim. 
Yazıdan hatırımda kalan, Barzani'nin mi Talabani'nin mi, -pek ayırt edemiyorum- Turgut Özal’ın eşi Semra Özal’a selam göndermesiydi o günlerden bugüne.. 

Fotoğrafları istediğimde, oradan buradan alınmış kareleri gösterdi. Örneğin görüştüğünü ve söyleşi yaptığını söylediği Talabani ve Barzani ile çektirilmiş fotoğrafları yoktu. Tuhaftı. Oralara kadar gideceksin, o bölgenin en 
önemli liderleriyle konuşacaksın ve fotoğraf çektirmeyeceksin! 

Lübnan gezisi ile ilgili fotoğrafları isteğimde ise bir sürelik yanımdan ayrıldı ve çok güzel dia (o zamanlar film olarak dia kullanılıyordu) kareleri getirdi. Gördüğüm gibi tanıdım fotoğrafları… Daha önceki dönemde Akşam’da çalışmış olan benim de iyi arkadaşım olan Sedat Aral’ın Lübnan ve Filistin ile ilgili büyük bir arşivi vardı… Gösterdiği dialar onun o bölgelerde çektikleriydi… 

Uyanık Güney, Aral’ın dialarını kendisininki diye yutturmaya çalışmıştı… 
Dakika bir gol bir… Ben de, saf saf, bir daha böyle bir şey yapmamasını, yaptığı şeyin emeğe saygısızlık olduğunu anlatmaya çalıştım.. O da kös kös dinledi… Nereden bilirdim adamın nelere bulaştığını… 
Güney’in içi boş, zorlamayla doldurmaya çalıştığım yazısı iki veya üç günlük bir dizi oldu sanırım… 
Meğer Güney’in dizileştirdiğim gezide neler olmuş neler… Gezi arkadaşları, Aydınlık muhabirleri ve görevlilermiş (acaba JİTEM’ciler mi?)… Güney bu gezi sırasında Veli Küçük’le Barzani’yi tanıştırmak istemiş, Barzani’ye ve Talabani’ye 12 bin, PKK’nın önemli liderlerinden Cemil Bayık’a da 6 bin silah teslim 
etmişler… Lübnan’dan da Apo ile Doğu Perinçek’in birlikte çekilmiş o meşhur fotoğrafını PKK’lılardan alıp MİT’e getirmiş… Bunlar, Ergenekon haberlerinin etrafa saçıldığı zamanımızda, Güney’in açıklamaları… 
Silahların PKK’ya verilmesi doğruysa tam bir skandal…Ve Güneydoğu’da nelerin döndüğünün nasıl oyunların oynandığının en hazin tarafı… 
Fakat o zamanki gezi yazısında bunların dirhemi bile yoktu. Ne bunlar ne de doğru dürüst bir Kuzey Irak, Suriye ve Lübnan analizi… 

Tuhaf bir insandı. Gazetenin yazı işleri katındaki ziyaretçi yerinde, bilinen gazeteci camiasının tiplerinden farklı, daha çok İslami dünyanın badem bıyıklı, yüzleri kağıt gibi beyaz gençleriyle gördüm birkaç kez. 
Onun yeri istihbarat servisindeydi. Güney’i oradaki arkadaşlara birkaç defa sordum. Pek tanıyan ve huyunu suyunu bilen de yoktu. 
Bu arada, Güney, yayın yönetmeni Behiç Kılıç’ın koruyucu kanatlarının altına girdi. Kılıç, bana güvenmediği için Güney’i ve getirdiği haberleri şimdilerde Yeni Çağ gazetesinde yazarlık yapan ve samimi milliyetçi çizgisi ile tanınan Arslan Bulut’a teslim etmiş, beni de bu tuhaf insandan kurtarmıştı. 
Kılıç, zaman zaman Güney’i yanına çağırır, o günlerin gündemdeki konusu ilgili olarak, haber başlığı verir ve hadi git hemen haberi yap gel derdi… 
O da elinde bir müsvedde ile birkaç saat sonra gazeteye gelir, Akşam’ın manşeti oluşurdu… 
Başlık konuları hemen hemen birbirinin kopyası gibiydi: 
Vatan hainleri vatanı ABD’ye sattı, ABD ile PKK işbirliği yapıyor veya yerli uşaklar vatanı AB’ye satıyor… 
Kısa zamanda Güney’in haber kaynağı da ortaya döküldü… Ben MİT’e gittiğini sanıyordum… Meğer oraya değil de Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndeki Doğu Perinçek’in liderliğindeki Aydınlık dergisi veya İşçi Partisi merkezine gidiyor, oradaki ağabeylerinden haberi alıyor ve geliyordu. 
Akşam yönetiminin hoşuna gidecek haberler Aydınlık’ta mebzul miktardaydı. Tek ki istenilsin… Artık, Aydınlık’tan Akşam’a açık açık haber servisi başlamıştı… 
Haberler hiç çek edilmiyor, esası bozulmadan yazı işlerinde senaryolaştırılıyor du. 

Benim için Güney tehlikeli adamdı. Gazeteci hiç değildi. 
Çünkü ismen Aydınlık da olsa kaynağı bana göre karanlıktı. 
Türkiye medyasının bir sorunu vardır. İstihbarat servisleri ile ilgili doğru dürüst uzman haberci yetiştireceklerine, istihbarat servislerinin gazetelere bilerek yerleştirdikleri görevlilere hep kucak açmışlardır… Bugün bile hemen hemen tüm gazetelere yerleştirilen elemanlar vardır. Yani bir anlamda basın istihbarat servislerinin, dolayısıyla hep devletin kontrolünde olmuştur. 

Bu nedenle istihbarat alanında uzmanlaşmış gazetecilerin yapacakları doğru dürüst haberler yerine, önemli zamanlarda okuyucu bu elemanların dezenformasyon (çarpıtma) haberlerine mahkum edilir. 

Benim teşhisim Tuncay Güney de onlardan biriydi… Emekli MİT’çi Mehmet Eymür’e göre, çift mesleklilerdendi. Fakat şimdiye kadar gördüklerimden, bildiklerimden veya işittiklerimden farklıydı… 
Büyük gazetelerde bu tip elemanlar memur kılıklı veya servise zaman zaman parça başı muhbirlik yapan meslekten kişilerdir. Bazıları ise, bu görevi gazetelerin köşelerinde yazarlık yaparak yerine getirirler… Ellerine önemli dosyalar verilir. Zamanla mesafeyi iyi ayarlayamayıp çizmeyi aşanların başlarına da olmadık işler gelir. Güney ise arka sokaklara düşmüş iyi aile çocuklarının korkaksılığına karşın bir militandı. Üzerinde memur hımbıllığı, yazar kibri yoktu. Gençti, dinamikti ve zekiydi. Bilgi olarak donanımlı mıydı? Onu bilemeyeceğim… Entelektüel bir dünyası olduğunu sanmıyorum… Yani Osmanlıya Arabistan’da kök söktüren bir İngiliz Lawrence gibi değildi. Herhalde, bilmesi gerekenleri biliyordu… Veya öyle yetiştirilmişti… 

Bizim gazeteler ortalama veya ortalamanın altı kalitede insanlara kapılarını açtıklarından, basına gazeteci olarak sızması da sorun değildi... Veya devşirilmesine müsait bir yapısı vardı… 
Ki bir zamanlar yol arkadaşlığı yaptığı Aydınlık’ın web sitesinde onun kişiliği ile ilgili ortaya dökülmen bilgiler, Güney’i hiçleştirmek, sıradanlaştırmak içinse de önemli… Çorum’un Kargı ilçesinde 1972’de doğmuş.. Babasını küçük yaşta kaybetmiş.. İmam Hatip Okuluna gitmiş.. Orada ağabeyler tarafından keşfedilip, İstanbul’a postalanmış. İstanbul’dayken dini cemaatlerde ırzına geçilmiş. İddiaya göre suç makinesi haline dönüştürülmüş… Hikaye böyle uzayıp gidiyor… Evet.. yine Akşam günlerine dönelim… 

Akşam’da ünlendikçe Güney’in eşcinselliğiyle ilgili dedikodular, gazete koridorların da istihbarat servisinin şeytana pabucunu ters giydiren muhabirlerin eğlencesi olmaya başlamıştı. O sıralarda Güney’in Aydınlık’tan getirip, yazı işlerinde senaryolaştırılan haberlerden rahatsız olan ABD’nin İstanbul konsolosluğundan birkaç görevli gazeteyi ziyaret etmişti… 

Yani ABD’liler işi ciddiye almışlardı… Çünkü gazete ne kadar gayrı ciddiyse tirajı da o derece yüksekti.. O çılgın buzdolabı ve TV promosyonlarıyla gazete 1.5 milyon satıyordu. Tirajda birinciydi… 
Ben o sıralarda gazeteden ayrılmak zorunda kaldım. Bir süre işsiz kaldıktan sonra, yayın hayatına yeni başlayan Radikal’in özel haber servisinin ikinci yöneticisi oldum. 
1996 yılıydı. Tirajı yerlerde sürünen Radikal, Susurluk olayını iyi değerlendirerek isminden söz ettirmeye başladı. Susurluk haberlerinin çoğu da Özel Haber Servisi’nin ürünüydü. Servise çarpıtma, yani dezenformasyon haberleri yağıyordu. 
Bu konuda hiçbirimiz uzman değildik. Çoğu işin altından, tartışarak, biraz da el yordamıyla çıkıyorduk. Ve tecrübe kazanıyorduk. 
Bu arada Tuncay Güney yeniden sahneye çıktı. Bir fotoğrafı Radikal’e yüksek bir fiyatla yedirmeye çalıştı.. 
Fotoğraf, Susurluk kahramanı Abdullah Çatlı ile Tansu Çiller’in birlikte çektirdiği fotoğraftı. Radikal bu oyuna gelmedi. Çünkü fotoğraf fotomontajdı. Radikal de fotoğrafı ‘asparagas fotoğraf’ olarak tersinden haber yaptı. 
Olay ortaya çıktığında Akşam da Tuncay Güney’in işine son verdi… Veya vermek zorunda kaldı. 
Bu arada Susurluk haberleri bizim de başımızı yemişti… Servis hemen hemen dağıtıldı. 
Arkadaşlarımızla işsiz kaldık… 
2000’li yıllardı sanırım… Veya 1999… Gazetelerde Güney’le küçük bir haber ile karşılaştım Taksim’de dolandırıcılıktan gözaltına alınmıştı. İşyeri olarak kullandığı bürosunda JİTEM’ciyim diye iş bitiriyormuş. 
İş sarpa sarmış… İşlerini hallettirmek isteyenler, dolandırıldıklarını anlayınca iş polise intikal etmiş… 
Bundan 15-20 gün önce, Akşam’dan Güney’i tanıyan bir arkadaşıma sordum o olayı… Meğer Güney yalnız JİTEM’ci sahtekarlığı değil, OMO, piyango sahtekarlığı da yapıyormuş o dönem…. 

Tuhaf ilişkiler ağı… Fakat Susurluk olayından sonra işsiz kalanların piyasada çek-senet işi yaptığını da unutmayalım. Demek ki, Güney de aynı yolun yolcusu olmuş… Demek ki Güney yaptığı işlerden yeterli parayı kazanamamış…Ne de olsa burası Türkiye. 

Ve bilindiği gibi ünlü Ergenekon dosyası Güney’in işyerindeki bilgisayarında ortaya çıktı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlar ve Silah Kaçakçılık Şube Müdürü Adil Serdar Saçan, tarafından sorgulanan ve 11 sayfalık ifade veren Güney, daha sonra serbest bırakılıp, eline de 10 yıllık ABD vizeli pasaport 
tutuşturulup ABD’ye postalanır… İlginç değil mi? 
Bu arada İstanbul Devlet Güvenlik Savcılığı bilgisayardan çıkan bilgileri yeterli görmez ve olayla ilgili dava bile açmaz… Bu da tuhaf değil mi? 
Elde Ergenekon yapılanması ile ilgili dosya var, Güney’in poliste verdiği yazılı ve videolu ifade var… 
Fakat ne Güney hakkında ne de Ergenekon yapılanması ile ilgili dava açılıyor.. . Bu daha ilginç değil mi? 
Tüm bu ilginçliklerin arkasından, Ergenekon dosyası tesadüfen bilgisayarında çıkan Tuncay Güney, normal vatandaşlara yapılmayan bir uygulama ile, serbest bırakılarak, 2001 yılında ABD’ye gönderiliyor… 
Aklıma bir soru takıldı: Acaba Tuncay Güney ABD veya başka devlet servisleri tarafından korunmaya mı alındı. 
Yani şunu söylemek istiyorum: Tuncay Güney öldürülmesin diye mi ABD’ye gönderildi… 
Poliste işkence gördüğünü söyleyen Güney, her konuştuğunda korktuğunu söylüyor… Ve, nasıl bir görevinin olduğunu devletin bildiğini de sözlerine ekliyor. 
Ne karışık.. Ne tuhaf bir dünya… 
MİT, JİTEM, Emniyet… Galiba devletin o katlarında büyük bir gürültü var… Acaba niye? 
Paylaşılamayan ne? 

Bir ilginçlik daha… 

Nedense gazeteler, Güney’in palavradan hamamlık ve kişisel cinselliğine ait olan eşcinselliğine ağırlık veriyorlar… Hem de koro halinde… 
Güney ne kadar tuhaf bir tip olsa da, ortaya çıkan Ergenekon yapılanması Türkiye’nin demokratik geleceğini tehlikeye sokacak türden bir örgütlenme… İyi 
ki Güney gibi sallapati adamlar var ortalıkta… Onun tedbirsizliği olmasaydı o korkunçluklar ortaya çıkmayacaktı… Bazen müsibetlerin de hayrı dokunur insanlığa… 
Binlerce insanın fişlenmesi, binlerce insanın öldürüleceği ile ilgili dosyadan sızan korkunç bilgiler nedir? 

Belden aşağı eşcinsellik hikayeleriyle Ergenekon dosyasının içi boşaltılmaya çalışılıyor... Bunun için de kamuoyu yaratılmaya çalışılıyor… 
Ergenekon’un içine nüfuz etmiş olan Güney’in bilgisayarından çıkan dosyanın içinde neler var? Daha tam bilmiyoruz… Veli Küçük dışında daha başka isimler ortaya çıkacak mı? Onlar kim?…Boğazda oturan hangi iş adamı, hangi bürokrat? Hangi emekli asker? 
Ayşe Önal ablasının elinden tutup Akşam’ın yazı işleri odasına getirdiği, abisi Behiç Kılıç’ın tepe tepe kullandığı Güney ciddiye alınmalı ve korunmalı… 
Hatta Türkiye’ye getirilmeli ve yargılanmalı, çünkü kendisi de o yapılanma içinde… 
Güney’in, kişisel güvenliği için sık sık konuşup, bir yerlere mesaj verme zorunluluğundan da doğan, kendine göre çarpıtmalarından ziyade, basındaki çarpıtmaya dikkat edilmeli... 
Ergenekon soruşturmasını sürdüren İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz’ün işi gerçekten çok zor… Arkasındaki vefasız, belkemiksiz siyasi iradeden nasıl güç alacak... Şemdinli savcısının durumu ortada... 
Adamı ortada yapayalnız bıraktılar. 
Ben yine umutlu olayım ve acaba Ergenekon’un ucu, öldürülüp ortalıktan kaldırılan binlerce faili meçhul cinayetlere de uzanacak mı diye bekleyeyim? 
Tuncay Güney haberlerine dikkat…” (Özbek, Nisan 2008) 

18 .Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***