5 Temmuz 2019 Cuma

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 4

ERGENEKON UN.,  KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 4


Güney, güya gay’lik iddialarını başlatan benden, intikam almak için Kanada’da yayımlanan Kürt gazetesi Yeni Hayat’ın, Mart 2008 nüshasında -yukarıda Hasan Yılmaz’ın bahsettiği tarzda- çirkin üslupta, bel altından vuran bir yazı yazdı. Resmen savaş açan bu yazıya, yanıt vermedim. Gazete, Kürt toplumundan büyük tepki aldı. 
Kürtleri yargısız infazlarla öldürdüğü militan Kürtler, özellikle de PKK’lılar tarafından bilinen, Ergenekoncuların içinden geldiği izlenimini veren Güney’i protesto ettiler. Gazetenin editörü Süleyman Güven, Nisan nüshasında özür dileyeceğini belirtmesine rağmen, Güney ile röportaj yaptı. Ancak Güney’i 
jenerikten çıkardı. Yayın danışmanı unvanını sildi. 

Canada Türk editörü Hasan Yılmaz, Güven’in bu tavrını dile getirince, özür dilemek zorunda kaldı ve Güney ile ipleri kopardı. Çünkü PKK ve militan Kürtlerin yayın organları, yıllardır bangır bangır, JİTEM’in cinayetlerini 
Ergenekon’un işlettiğini yazıyordu. Bu çevrelerden gelen Güven, Güney’i gazeteyi kurarken danışman almasının hata olduğunu çok geç fark etti. İltica davasında Güney’e yardım eden, zaman zaman tercümanlığını yapan Güven, 
Güney ile ilişkisini tamamen bitirdi. Güney’in kendisini kullandığını, dost meclislerinde sık sık ifade etti. PKK’yla bir geçmişi olmadığını iddia eden Güven, beni Taraf gazetesine şikâyet etti. Çünkü Taraf’ta köşesi olan Emre 
Uslu, 27 Nisan 2008’deki yazısında, Güney’in bir “dezenformasyon olup olmadığını” benim web sayfamdaki bilgileri kaynak göstererek, sorguladı. Uslu, Güven’in Kanada’da PKK’lıların iltica hikâyelerini kaleme aldığını da vurgulamıştı. 

Güney, Yeni Şafak’tan Şaban Arslan ile başlayan, Saygı Öztürk ile devam eden röportaj ve haberler serisiyle birden bire meşhur oldu. Her gün şok iddialar ile başka bir medyada gündeme geldi. Sabah gazetesi, Toronto’ya özel muhabir gönderdi. 32. Gün ise özel bir program düzenlemek için 14 Ağustos 2008’de Toronto’da Kanada Türk Dernekleri Federasyonu Başkanı Nedim Düzenli’yi aradı. Güney’e benim aracılığımla ulaşmak isteyen Düzenli’ye söz konusu nazik durum nedeniyle red yanıtı verdim, Güney’in telefonunu vermedim. Bunun yerine 
çok yakından tanıdığı Ergenekon’un Kanada’daki ayağını aramasını salık verdim. 

32. Gün’deki konuşmasında “Kral Faruk yazıyor, medya alıntı yapıyor” diye, hakkımda sitemle bahseden Güney’in, kimi kast ettiğini elbette hiç kimse anlamadı. Güney ile ilgili her haberi, ve bilgiyi yakından takip ettim. Kim ne derse desin, Ergenekon’un ipliğinin pazara çıkmasında Güney’in çok büyük katkıları oldu. Güney’e, “senin yaptığını Çorumlu yapmaz!” diye, sitem etmiştim. 
O da “bir Çorumlu başka bir Çorumlu’ya böyle yapmaz, Faruk ağabey üzerime fazla gelmesin” diye, Hasan Yılmaz ile haber gönderdi. Ergenekon’u ortaya çıkaran gazeteci olarak Çorum’a heykelinin dikilmesi gerektiğini savundu. (Canada Türk, 2008) 
2008 Ramazan’ında, Kadir gecesi olduğuna inandığım gece Güney ile helâlleşmeye, barışmaya karar verdim. 

Aşağıdaki e-maili 22 Eylül 2008’de yazdım: 

“Tuncay, Bana kızgın olduğunu söyledi Hasan. Halbuki Çorumlu hemşerin olarak statü alman için hikayene yardımcı oldum bugüne kadar. Seni meşhur ettim. Daha ne yapayım? 

Neyse, yayınevim seni merkez alarak gerçek hayat hikayenle birlikte Ergenekonda ortaya çıkmayanlara değineceğim bir kitap istiyor. Bendeki bilgilerle yazarım, ama seninde katkın olursa daha gerçekci olur. 
Sen aileme sövdün, bak sana kin duymuyorum. Gel barışalım, haklarımızı helal edelim. Ergenekonun ortaya çıkmasında unutulmaz katkın oldu. Daha fazla bilgiler, deliller ortaya çıkmalı ki ceza alsınlar. Eğer kurtulurlarsa, Susurluk gibi olursa intikam alırlar. Bak aşağıdaki linke neler yazılmaya başlamış. (Yazıda Güney’in 20 Ekim 2008 Silivri duruşmasından önce MOSSAD veya Ergenekon tarafından öldürüleceği kehanetinde bulunuluyor) Elinde hazır yazılmış bir hayatın varsa gönder düzelteyim, sana son halini göstererek kitabı baskıya göndereyim.” 
Aynı gün, şöyle yanıt verdi: 
“Faruk; 

Ben zaten bir çok kimse tarafından meşhur olarak tanınıyordum. Kitabınızda yazacağınızı tahmin edebiliyorum. Ailen konusunda haklısın, fakat benimde haklı olduğum bir taraf yok mu? Senin bana saldırın çok çirkin ve ahlaksızca oldu. Ergenekon konusunda Türkiye bir adım bile atmadı ve atmıyordu. Tespitin doğru, Susurluk gibi olacak. Hayatımı ben doğru anlatsamda sen yazmazsın. Gerek yok, daha doğrusu güvenmiyorum. Siz Nurettin Veren’e ‘abi’ derken, ben Nurettin'in kim olduğunu tanırdım. Helalleşme konusunda ben de hakkımı helal ediyorum. Aydınlık dergisi senden alıntı yapmış. Ben onları aradım, Aydınlık senin yazını delil gösterdi. Ve annem o haberleri okudu. Bir annenin nasıl bir duygu içinde olduğunu anlıyabilirsiniz. Anneme karşı ne sıkıntı çektiğimi, onun nasıl hüngür hüngür telefonda ağladığını halen unutamam. Siz yazmaya ve 
gazeteciliğinizi yapmaya ve çirkin saldırılarınıza devam edebilirsiniz. Göndermiş olduğunuz ekteki link'deki yazıyı okudum. Böyle bir yazıyı ilk yazan ve öldürüleceğimi yazan ilk sizdiniz. Ne yapalım kaderde varsa sırlarımızla ölürüz. 

Saygı ve dostca, 
Tuncay Güney” 

Bende şöyle bir cevap yazdım: “Cevap için teşekkürler. Benden yana hakkın helal olsun. Ben hiç bir zaman öldürüleceğini filan yazmadım. Konuşana bir şey yapamazlar. Mevcut yapının tasfiyesini lider baron ve diğer baronlar ile askerlerde onaylıyor sanırım, JİTEM’in günahlarını yıkamak için günah keçisi lazımdı AB’ye girebilmek için. Şimdi mesele, JİTEM’in faili meçhullerini, kirli çamaşırlarını saçıp, bir daha böyle haltlar yemelerini engellemek olmalı. Bu nedenle deliller lazım. Asit çukurlarıyla ilgili Hasan’a bahsettiğin adresi İsveç’te yaşayan PKK itirafçısı Abdulkadir Aygan’da kitabında yazmıştı zaten. Ölüm kuyuları acilen ortaya çıkartılmalı. Aydınlık’ın ne kadar fesat ve çarpıtma haber yaptığını, işlerinin güçlerinin dezenformasyon olduğunu bilirsin. Küçük bir şeyi abarttılar, onu dostun Ayhan söylemişti. Ama haklısın, yazmam doğru değildi, bana yakışmadı. Annene çok üzüldüm, hakkını helal etsin. Yazı insanları hata yaparlar, kitapda telafi edeceğim. Bu arada davada senide sanık yapacaklardı, görüşümü polis istihbaratdan bir arkadaş telefonla aradı, sordu. Senin mağdur, kurban olduğunu, iki arada bir derede kaldığını söyledim. 

Medyada yer alan yalan yanlış değil doğru bilgileri verdim. 

Az daha Ergenekon üyesi sayacaklardı, sonra tanık yapacaklardı. Ama devam eden bir davan var biliyorsun, yapamazlardı. Ayrıca karşı taraf seni çok yıpratacak ve üzerinden davaya sulandırıp magazinleştirecek, çürütecekti. Sen görevini yaptın, verdiğin bilgilerin çoğu doğru ve davaya ciddi bir kamuoyu desteği sağladı. 
Herkes seni hafife alıyordu. Neyse. Eğer bilgi gönderirsen hayatınla ilgili kitaba koyarım, sen bilirsin. Bir ara Hasan’ın evinde BBQ yiyelim. Selamlar. Faruk.” Bu e-maile 23 Eylül 2008’de Tuncay’dan gelen cevap şuydu: 
“Faruk; Bana Ergenekon iddianamesinde yardımcı olduğunu söylüyorsun. Doğrusunu Allah bilir, ben samimi olduğunuza inanıyorum. 
Annem konusunda üzüntü duyduğuna inanıyorum. Fakat bu güne kadar Ergenekon konusunda hiç bir yalan söylemedim. Fakat polisteki ifadelere 
bakarsan çok karışık. Hiç bir şeyden anlamıyorlardı ve işkence gördüm. İşkence nedir; küfür, dayak, sabaha kadar kaliföre bağlama. Sen de Türk polisini biliyorsun. Adil Serdar Saçan işkence yaptı. 3500 dolar cebimde param vardı.  Adil Serdar mahkemeye sevk etti. El koymadı, hırsız demiyorum. Ama işkenceyi yaptı, küfürleri, anama küfürleri görmeliydin. Ben düşmanım olsa, PKK’lı da olsa işkence görmesin kardeşim diyorum. 
Ayhan’a gelince… Ayhan’ı Ottawa’daki büyükelçilikten Albay bana yolladı. Kızıldereli bir kızla evlenmiş kağıt için, kız sokağa atmış. 

Doğum günümde evime aldım. İlk iş olarak Ukraynalı Yahudi bir işadamının Wilson’daki ekmek fabrikasında işe soktum. Aynı evi sekiz ay paylaştık. 
Onun bana size söylediği dedikodu dışında çok kötülüğü dokundu. 

Ben onun ahlaksızlığını belden aşağı anlatmadım, anlatmamda. Derdi, ‘bende senin gibi maaş alayım, evde oturayım, beni de içinize sok.’ Bende ‘böyle bir 
şey yok’ dedim. Kavga buradan çıktı, adam bende evde oturayım diyor. 
Kanada’da çalışmak istemiyormuş. Cinsel olarak ben ona vurmadım, vurmamda. Neyse, bu da benim sorunum… Bir gün kahve içmek daha iyi. 
Arayabilirsinde. Bu e-maildeki iyi niyetin için teşekkür ederim. Belki bir gün hayatımı yazarsın heee… 
Güvensem anlatırım hayatımı size, sadece doğruları anlatırdım. Ama içimde halen bir burukluk var. Eşiniz hakkını helal etsin. 
Saygı ve Dostca, 
Tuncay Güney” 
Ve kitaplaşma süreci böylece hız kazandı. Kolay olmadı. 
Tuncay, hemen ardından İşçi Partisi’nin yalanlarına cevabını gönderdi, üçüncü bölümde okuyacaksınız. 
Elinizde tuttuğunuz mütevazı çalışmanın kısa öyküsü böyle. 

AYDINLIK’IN SAHTE TUNCAY GÜNEY BİYOGRAFİSİ.,

Ergenekon davası, Aydınlık gazetesini ve İşçi Partisi’ni yerle bir etti. ‘CIA ajanı’ diye nitelendirdikleri Güney’in aşağıdaki sahte biyografisini yazdılar, dezenformasyona alıştılar. Gerçek öyküye geçmeden önce, kamuoyunu yalan yanlış bilgilerle dolduran, bilgi kirliliğine yol açan bu iddiaları okuyalım: "Ergenekon Operasyonu -Tuncay Güney'in 2 Mart 2001'de İstanbul Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi'nde verdiği ifade ve teslim ettiği bazı belgelere dayandırılıyor. İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz de soruşturmayı Tuncay Güney'in ifadelerine göre yürütüyor. 

Adı: Tuncay Güney. Çorum'un Kargı ilçesi nüfusuna kayıtlı. 1972 doğumlu. 2001'de aldığı 10 yıllık ABD vizesiyle, 7 yıldır New York'ta yaşıyor. 

Tuncay Güney, CIA denetimindeki ‘New York Institutes’ adlı web sitesinin Genel Yayın Yönetmeni! Babası, Tuncay Güney çok küçükken ölüyor. Yetim ve yoksul. Çorum'da okurken İmam Hatip Lisesi'nde ‘ağabeyler’ tarafından fark ediliyor. İstanbul'a getiriliyor. Ünlü ‘babalar ve oğullar’ uygulamasına maruz kalıyor. 
Kişiliği yok ediliyor. Suç işleyecek bir makine haline getiriliyor. Irzına geçilerek eşcinsel yapılıyor. Önce İsmailağa dergahına yerleştiriliyor. Samanyolu televizyonunun kurulmasını sağlayan ekipte yer alıyor. O dönemde Samanyolu televizyonunda programlar yapıyor. 

Zamanın Başbakanı Tansu Çiller ve Bülent Ecevit'i bile programına konuk ediyor. 1993-1996 yıllarında Akşam gazetesinde muhabirliğe başlıyor. 1998 Ocak'ında yayın hayatına başlayan haftalık Strateji dergisinin haber koordinatörü görevini yürütüyor. 

Tuncay Güney'in o dönemde yaptığı eylemleri de kendi ağzından aktaralım: 
-Doğu Perinçek'in Bekaa kampında Abdullah Öcalan'la yaptığı görüşmelerin fotoğraflarını PKK'dan alıp MİT'e getirdim. Lübnan'da PKK'nın adamıyla buluşup, fotoğrafları teslim aldım, getirip teslim ettim. 
-Tansu Çiller ile Abdullah Çatlı'yı birlikte gösteren fotomontaj fotoğrafı DYP milletvekiline 2.5 milyar lira karşılığında sattım.” Aydınlık’a göre, Tuncay Güney, sekiz yıl önce, 2000 yılında CIA tarafından ele geçirilmiş, kendisine o zaman 
10 yıllık ABD vizesi verilmiş, uydurma ifade vermesi sağlandıktan sonra ABD’ye yerleştirilmiştir. Diğer saçma iddiaya göre Güney, Ergenekon operasyonu başlatılmadan hemen önce Türkiye’ye getiriliyor. İstanbul Kağıthane’de Yahya Kemal Mahallesi’ndeki eve gelip gittiği saptanıyor. (Aydınlık, 2008) 

Güya CIA’ya bağlı New York Institutes’ün Kanada’daki adresi 216 Westmount Ave, M6E 3M8, Toronto, O.N, Canada. Tuncay Güney’in sitesinin yan tarafında “Congregation Melech Yisrael” diye bir başlık var. 
Tıklayınca başka bir siteye geçiliyor. İsa’yı peygamber olarak benimseyen bağnaz bir Yahudi tarikatının resmi sitesi. CIA varsa, MOSSAD’ın bulunması olağan. (Aydınlık, 2008) 

Güney’in yayın yönetmenliğini yaptığı sitedeki makaleler CIA ve MOSSAD bağlantısını ortaya koyuyor. Bir başlık: “Ermeniler Türkler Tarafından Baltalarla Öldürüldü. “Anatolia College Müdüründen Sinirleri Altüst Eden Açıklama.” Kasım 1917 tarihli The New York Times’taki makale, Türkçe olarak yayınlanıyor: “Hükümet adamları Merzifon’un Ermeni mezarlığını da tarla gibi sürerek dümdüz ettiler ve oraya tohum ektiler. Bu yerde bundan böyle hiçbir Ermeni yaşamasın, ölmesin, gömülmesin diye. Anatolia College’de hiçbir Ermeni öğrenci bırakılmadı. Kentteki Protestan topluluğu 950 kişiydi. 900’den çoğu pastörleriyle birlikte katledildi. Bir uçtan öbür uca hükümet programıydı bu. Ermeni halkına karşı jenosit.” (Aydınlık, 2008) 

5 . Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 3

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 3


Bu yazıdan sonra beş tane daha, Güney ile ilgili haber ve yazı yazdım. Fehmi Kala, aradı ‘abi seninki The Toronto Star’da haber olmuş, dedi, 2007 yılının ilk günlerinde. Mısır’da yakalanan MOSSAD ajanı Muhammed Attar, Daniel Lévi adını kullanan Tuncay’ın adını vermiş, İnterpol arama çıkarmıştı. 
Kanada istihbaratı sözcüsü, Güney ile ilgilenip ilgilenmediklerini söylemeye yetkili olmadığını savundu. 
Ortada tuhaf bir durum vardı, Canada Türk’e ilk giren Tuncay haberi budur. Daha sonra Ergenekon’da kilit adam olduğu anlaşılınca Güney’e ulaşmaya çalışan gazeteciler, yazılarımdan yararlanarak haber ve yorumlar yaptılar. Güney, “sonu Susurluk gibi olacak, konuşanların başı belaya girecek” endişesiyle konuşmak istemiyordu. 
Ergenekon soruşturmasının iddianameye dönüşebilmesi, davanın kabul edilmesi, kamuoyu desteği almasına bağlıydı. 
Yeni Şafak’tan Şaban Arslan, CanadaTürk’ü arayarak bizden Güney’in telefon numarasını aldı ve Tuncay Güney’i buldu, internet aracılığıyla bağlantı kurdu, ardından da başka bir kaynaktan 2001 tarihli ifadelere ulaştı. İkisini birleştirdi, ve Yeni Şafak gazetesi beş gün boyunca Tuncay Güney’in ve ifadelerinin üzerinde durdu. 
Bu ifadeleri arka arkaya Mart 2008’de manşet yaptı. Her bir manşet dün ve bugüne ilişkin yaşanan karanlığın başka bir boyutu üzerinde duruyordu. 

İlk manşet “Susurluk’un kara kutusu”ydu. Tuncay Güney ifadelerinde “ben dokuz yıl boyunca Veli Küçük’ün mutemetliğini yaptım…” diyor, adı her geçtiğinde Perinçek, Küçük gibi isimleri paniğe sürüklüyordu. 

Güney, Ergenekon iddianamesinde adı en çok geçen listenin dokuzuncu sırasındaydı. Adı tam 592 kez geçiyordu. Güney, açılmıştı. Kim arasa, artık konuşuyordu. Toronto’ya kadar gelen Sabah muhabiri Abdurrahman Şimşek’e şunları söyledi. "Ergenekon örgütü benden çıkan belgelerle deşifre oldu. 
Ama maalesef Türkiye'de iki savcı, beş emniyet müdürüyle bu iş bitmez. Yapılan operasyon Ergenekon'un sokaktaki adamlarına yapılmıştır. Ben 2001 yılında, Ergenekon yapılanması ile ilgili 11 saat ifade verdim. 
Ancak benim anlattıklarımdan dolayı bir operasyon yapılmadı. Dönemin Emniyet Müdürü Adil Serdar Saçan, dokuz günlük işkenceden sonra, emniyetteki odasında eliyle pasaportumu bana vererek, 'Hiçbir işlem yapmadan 
dolaylı olarak kaç' dedi. Ben de elimi kolumu sallaya sallaya Amerika'ya, oradan Kanada'ya geçtim." (Sabah, Ağustos 2008) 

17 Ağustos’da 32. Gün’de yaptığı konuşmada, "Ben Ergenekoncu değilim ben bir gazeteciyim. Ergenekoncu olsaydım yurt dışına kaçmazdım. Ergenekon'daki insanlarla tanıştım. Bu da şans oldu. Bana bilgiler sızdırıldı. Ben Ergenekoncu olsam bugün zulüm çekmezdim" diye kendini savunuyor. "Akşam gazetesinde 
çalışırken bu dosyaları genel yayın yönetmenim Behiç Kılıç'a sundum. Kendisi bunları yayınlamayacağını söyledi. Bir çok gazeteciyle görüştüm ama yayınlamadılar. Bu ülkede bir örgütlenme var dediğimde, Susurluk ne ki bunlar babası dediğimde, gazetecilerin hepsi ‘Üstat sakın bu işlere girme, Uğur Mumcu'yu görmüyor musun’ dediler. Ergenekon’u ortaya çıkaran gazeteci olduğum için diğer gazeteciler beni kıskanıyor" (32. Gün, Ağustos 2008) 

Bu ifadelerin sahibi Tuncay Güney, Ergenekon’da en çok konuşan figür, âdeta bir kara kutu... 

Açılan davanın dayanağı olduğu, ortalıkta kirliliğe yol açan dezenformasyon bilgiler dolaştığı için, gerçek yaşam öyküsü yazılmalıydı. Bu kitap, Ergenekon’un kara kutusunun çok karmaşık sanılan ilişkilerini, Güney’in sıra dışı ama sıradan bir Çorumlu olduğunu ve her şeyin komplo teorisinden uzak, basit bir açıklaması nın bulunduğunu ortaya çıkartıyor. 2 bin beş yüz sayfalık Ergenekon iddianamesi, sadece Güney'in ifadelerine dayanmıyor. 

Bir takım medyanın yazıp çizdiği gibi ne ‘hiçbir şey’, nede bazılarının söylemiyle ‘ her şey’. Karşımızda bombalarıyla, silahlarıyla, suikast planlarıyla, krokileriyle, gizli belgeleriyle, illegal örgüt şemasıyla kökü çok derinlerde olan bir çete bulunuyor. Mesele sadece Tuncay Güney ya da Veli Küçük ile sınırlı değil. Daha ötesi var. Türkiye bu yapıyla yüzleşmeye mecbur. Görüntü, 9 Mart 1971 dönemini hatırlatıyor. Tuncay Güney Mahir Kaynak'ı, Cemal Madanoğlu ise Veli Küçük'ü andırıyor. Türk solu uzun yıllar boyunca 9 Mart'ın sembolik resmi olarak hep Kaynak'ı hatırladı; Madanoğlu'nu, Faruk Gürler'i Muhsin Batur'u değil. 9 Mart cuntasını o gün yorumlayan basın, Mahir Kaynak üzerinden sundu her şeyi. Kaynak, cuntanın içine sızmış MİT görevlisi olarak o kadar çok anlatıldı ki asıl suçlular, darbe heveslileri ve cuntacılar, unutuldu. Oysa ordudan medyaya kadar uzanan antidemokratik bir yapı vardı ortada. Güney üzerinden de Ergenekon davası bir yandan sulandırılmaya çalışılırken, öte yandan abartılıyor. Kaynak, haklı olarak Güney’in ‘herşeyi bilen’ imajına kızıyor. Tuncay’ı yakından 
tanıyan Behiç Kılıç, Aydoğan Vatandaş, Mustafa Dolu, Arslan Bulut, Hasan Yılmaz, Ayşe Önal, Mehmet Özbek, Rıza Zelyut gibi gazetecilerin yazılarına, Ali Bayramoğlu, Abdurrahman Dilipak gibi yazarların köşe yazılarına kitabımıza yer verdik. Sağcılardan, Ülkücü tetikçilerden oluşan Ergenekon’u yazmaya meraklı Soner Yalçın, Can Dündar gibi uzman gazetecilerin, solcuların, Ergenekon’u ortaya çıkınca sus pus olmasına bir anlam veremedim. 
AK Parti’ye yarar düşüncesiyle dilini yutan solcu aydınlara yazık oldu. Medyada oluşturulan yanlış Tuncay Güney portresini düzeltebilirsek, hem gazeteciliğin namusunu kurtarmış, hem de Ergenekon gibi önemli bir davaya, doğru kaynak sunmuş olacağız. 

Faruk Arslan Toronto 
30 Aralık 2008 


Birinci Bölüm 

GÜNEY’LE NEDEN BOZUŞTUK, NİÇİN BARIŞTIK? 

Bir takım medyanın ve CHP’nin küçümsediği ve üstünü, örtmeye çalıştığı soruşturmanın ciddiye alınması, sonuca gidebilmesi için önemli bir tanık olan Güney’in konuşması gerekiyordu. Gözaltına alınanlar, hatta tutuklananlar konuşmuyordu. Polisin elindeki dinlemeler yetersiz kalabilirdi. Medyaya konuşması için Güney’i ikna etmeye çalıştım. Uzun süre konuşmaya çekindi. 
Gönderdiğim e-maile cevap vermedi. Bana küskün olduğunu öğrendim. 
CanadaTürk’ün editörü Hasan Yılmaz, bunu 1 Nisan 2008 nüshasında şöyle anlatıyor: 
Yazar arkadaşımız Faruk Arslan, geçtiğimiz yıl Tuncay Güney ile görüşmüş ve izlenimlerini kaleme almıştı. 
Ancak bu yazıyı bazı yönlerden uygun bulmayarak Canada Türk’te yayınlamadık. Bu tarihten sonra da Faruk Arslan, Tuncay Güney ile ilgili başka yazılarda yazdı. Hiçbiri Canada Türk’te yayınlanmayan bu yazıların birinde Güney için homoseksüel ifadesi kullanılmıştı. 
Tuncay Güney, bu ifadeye çok bozulmuş. Bu yüzden Faruk Arslan’a cevaben Yeni Hayat gazetesinde bir yazı kaleme aldı. 
Aslında buna yazıdan çok iğrenç ifadelerin kullanıldığı, başkalarının namusuna dil uzatan bir küfür demek daha doğru olur. 
Bu yazıyı okuduktan sonra Yeni Hayat gazetesinin genel yayın yönetmeni Süleyman Güven ile görüştüm. Yazının bir gazetede yayınlanmayacak kadar iğrenç olduğunu, bir yayıncı ve bir gazetenin editörü olarak meslek adına daha 
dikkatli olması gerektiğini kendisine hatırlattım. 
Özellikle namus konusunda “ben özgürlükten yanayım, sansüre karşıyım” şeklindeki yaklaşımın doğru olmadığını, gazetecilik mesleğinin namusunun bu tür kişiler ve kişilerin yazdıklarıyla kirletilemeyeceğini ifade ettim. 

Namus kavramına kendisinin de çok büyük önem verdiğini söyleyen Güven, bu yazıyı yayınlamakla hata ettiğini ve hem okuyuculardan hem de Faruk Arslan’ dan özür dilediğini beyan etti. Aynı yazı konusunda Tuncay Güney’le de görüştüm. 

Güney, kendisi hakkında ilk kez Faruk Arslan’ın homoseksüel ifadesini kullandığını, Ergenekon kapsamında tutuklanan Doğu Perinçek’in de 
Arslan’ın yazısından yola çıkarak kendisi hakkında homoseksüel dediğini iddia etti. 

“Eğer Faruk Arslan böyle birşey yapmışsa hata etmiştir, ancak senin yaptığın hata bu hatanın yanında devede kulak kalır” diyerek kendisini eleştirdim. 
O da “ben eğer genel yayın yönetmeni olsam yazıyı kesinlikle yayınlamazdım” diyerek, topu Süleyman Güven’e attı. Ayrıca Faruk Arslan’ın özür dilemesi halinde kendisinin de özür dilemeye hazır olduğunu kaydetti. Kendisinin homoseksüel olmadığını iddia eden ve bu yüzden Faruk Arslan’a yönelik iğrenç bir yazı kaleme alan Tuncay Güney, 27 Mart’ta (2008) Tempo dergisinde yayınlanan Saygı Öztürk imzalı röportajın sonunda özel yaşamı ile ilgili bir soruya bakın nasıl cevap veriyor: “Evet itiraf ediyorum. Erkeklerle yatmayı seviyorum” Tuncay Güney ile yaptığım telefon görüşmesinde son günlerde ismi etrafında yazılıp çizilenlerle ilgili de konuştuk. İşte bu konuşmadan ana başlıklar: Tuncay Güney, bir dönem benim de görev yaptığım Samanyolu TV’de “Doruktakiler” adında bir program yapmış. Said-i Nursi’nin Risalelerini çok iyi biliyor iddiasına cevabı: “Bir defa okumaya kalkıştım, dili ağır geldi, anlamadım. Daha sonra da bir daha kapağını açmadım.” 

İsmailağa Camii’nde hafızlık eğitimi aldığı yönündeki iddialar gerçek dışı imiş. 

İmam Hatip’te de okumamış. Sebataycı imiş. 

Samanyolu TV haricinde Milliyet ve Akşam gazetelerinde çalışmış. 
2001’de gözaltına alınmış ve 9 gün boyunca işkence yapılmış. Cinsel organına elektrik verilmiş, copla taciz edilmiş. 
Sorgusunu yapan dönemin İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şubesi Müdürü Adil Serdar Saçan, Güney’in elinde 6 çuval çok önemli belgeyle karşılaşınca şaşkınlığından “A..... Bunların sen de ne işi var” diye tepki vermiş. 
73 yaşındaki annesini bir süre önce sorguya almışlar. Annesi “açım” deyince polisler kebab ısmarlamış. “Oğlun CIA adına çalışıyormuş, doğru mu?” sorusuna “o ne” diye karşılık vermiş. ABD’de bir istihbarat teşkilatı olduğu söylenince “Ne güzel işte. Desenize oğlum ta Amerika’da devlet işi bulmuş, çalışıyor” diye sevinmiş. 
Ergenekon’un bir numarasını kesinlikle bilmediğini iddia ediyor. 

1972 doğumlu olduğunu söylüyor. 27-28 yaşındaki bir gazetecinin, bu kadar bilgiye nasıl ulaştığının cevabını tam olarak veremiyor. 
Akşam gazetesinde çalışmasına rağmen, bu bilgileri neden haber olarak değerlendirmediği sorusuna ise “o dönem Akşam’ın sahibi Mehmet Ali Ilıcak’ın belgelerden haberi olduğunu, ancak, Ilıcak’ın yayınlamaya cesaret edemediğini” ifade ediyor. 

Veli Küçük dahil, kimseye saldırmadığını, sadece onlar tarafından yapılan açıklamalardaki yanlış ifadelere cevap verdiğini söylüyor. “Veli Küçük’ü kaç defa görüşmüşündür?” sorusuna, “yüzlerce defa” diye yanıt veriyor. 

Tuncay Güney ismi, bir süre daha Türkiye’de gündemi meşgul edecek gibi gözüküyor. Kendisi ne kadar korkmuyorum dese de, korkuyor. 
Fakat, meşhur olmanın dayanılmaz çekiciliği ile, bu korkuyu bastırıyor. 

Söylediklerinde doğruluk payı varsa da, çevresine pek güven vermiyor. 
Bir süre önce karşılaştığı bir Türk’e “beni bugün Gül aradı” demiş. 
Arkadaş da 
“Mehmet Gül mü” (Toronto Türk Festivali’nin organizatörü) diye, karşılık vermiş. 
“Yok, Abdullah Gül. Cumhurbaşkanı.” Meğerse, 
Abdullah Gül, “Ergenekon konusunda tüm bildiklerini anlat da örgütü ortaya 
çıkaralım” diye, ricada bulunmuş. 

Bu arada bir kişi, kredi alma bahanesiyle, Tuncay Güney tarafından dolandırıldığından şikayet ediyordu. Bir başkası da “Türkiye’de hep yanlış 
adamlarla takılmış, 

Kanada’da da ne kadar yanlış kişi varsa onlarla görüşüyor” diye saptamada bulundu. (Yılmaz, Nisan 2008) 

Hasan, daha sonra Tuncay ile pek çok defa görüştü, Canada Türk’e her sayısında haber oldu, bana konuşmuyordu, çünkü küsmüştü. Evet, hata yaptım. Yazılarımdan birinde Güney’in cinsel eğilimiyle ilgili, küçük bir bilgi notu yazmıştım. Küçük ayrıntı gibi gözüken bu bilgi, birden bire medyada şişirildi. İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, polisteki ifadesinde Güney’in iddialarını, cinsel eğilimine dayanarak çürütmeye çalıştı. Yargıtay Cumhuriyet eski Başsavcısı, Sözcü Yazarı Vural Savaş, yazısında bu bilgiyi 
kullanarak Güney’in güvenirliğini sorguladı. Bugün ve Vatan gazetelerinde çıkan haber ve yazılarda, Güney’in 2001’de polise işkence altında verdiği ifadelerin homoseksüellikle ilgili bölümüne geniş yer verdi. Hürriyet ve Tempo’da Saygı Öztürk, Güney’in dilinden ‘gay’liğini yazdı. Halbuki Güney, ona böyle bir bilgi vermemişti. Güney’in verdiği yalan yanlış bilgilerle, bir de kitap yazan Öztürk, Güney’in yalanlamasını ise yayımlamadı. Ergenekon soruşturmasını çürütmek için Güney’e bel altından vuruyorlardı. 

Tamamen kontrolüm dışında gelişen ve kontrolden çıkan gay’lik iddiaları, Güney’in 73 yaşındaki annesi Ayşe Hanımı yatağa düşürdü. Oğluyla telefonda konuşurken, hüngür hüngür ağlıyordu. Gözü yaşlı anne, “başıma bunlarda mı gelecekti, doğru mu bunlar, doğruysa sana hakkımı helâl etmem” diyordu. Belki de bu iddialar doğru değildi. Güney’in şimdi düşmanı olan çevresindeki eski dostları, beni yanlış bilgilendirmiş olabilirdi. Doğru olan, Güney’in iltica mahkemesine, gay olan avukatı Tim’in tavsiyesiyle, resmi statü ‘kâğıt’ı alabilmek amacıyla başvuruda bulunmasıydı. Çevresine gaylikten iltica ettiğini söylesede bu bir yalandı. Güney’in dediğine göre, hep gay çevrelerde dolaşmış, ama gay olmamıştı. Çevresine gay olduğu izlenimi verdiğini, bu söylentilerin habere dönüşmesinde katkısı olduğunu söyledim. 

4 .CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 2

ERGENEKON UN.,  KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 2



Koyu bir sohbete başladık. Kişisel web sayfamda anne ve baba tarafından aslen Çorumlu olduğumu öğrenince, bana olan sevgi ve saygısı artmıştı. “Uzun yıllardır yazılarını biriktiriyorum, hayranım yaklaşımlarına, ortak görüşleri paylaşıyoruz” diyen Tuncay, mutlaka kitaplarıma ulaşmak istiyordu. Festivalde lokum çadırı çok yoğun olduğundan, çok fazla konuşamadık. Daha sonra buluşmak için sözleştik. Benden kitaplarımı imzalı istedi. 
Kanada’da 2004’den beri aylık yayımlanan, köşe yazarı ve yayın danışmanı olduğum Canada Türk gazetesinin bulunduğu çadıra giden Tuncay, editör Hasan Yılmaz’dan Yahudiler aleyhinde yazmaktan vazgeçmesini talep etti. 
“Git işine buradan kovmadan” diye bir araba azar işitti. O sırada İsrail, Lübnan’a saldırmıştı. Kanadalı Arapları bölgeden tasfiye etmek için, Ottawa, Ankara’dan yardım istemişti. 2005 sonunda kurulan Kanada Dinlerarası Diyalog Merkezi’nin 2006 yılındaki çalışmalarını yürüten Fehmi Kala, Yahudi toplumundan diyalog kuracak kimse bulamayınca, ‘Yahudi’ sandığı Tuncay’dan destek istemişti. Toronto’da sinagog sinagog dolaşarak, Kanada’da ilk defa 2006 Ramazan’ında düzenlenecek diyalog yemeğine çağıracak Yahudi aradılar. Sonuçta biraz ılımlı olan bir Yahudi ve Tuncay’dan başka Ramazan ayında gerçekleşen iftara katılan ‘Yahudi’ olmadı. Daha sonra Kala’ya, “koskoca Toronto’da diyalog yapacak ‘sahte Yahudi’ Tuncay’dan başka adam mı bulamadın” diye epey takıldım. Kala da, insanları etkilemeyi bilen Güney’in kurbanlarındandı. Güney, beni de kandırmıştı. Daha sonra, düştüğümüz hâle, ikimizde çok güldük. Toronto’da King Oteli’nde gerçekleşen iftar sırasında ve sonrasında, Tuncay ile ayak üstü sohbet ettik. İftar masamda “kim bu konuştuğun Yahudi?” diye soran Türklere, sırf şaka olsun diye, “hiç, arkadaş MOSSAD’a çalışıyor, rapor yazmaya gelmiş” cevabını, alelade bir cevapmış gibi verdim. Çünkü, bir kaç dakika önce Tuncay aynı soruma, böyle cevap vermişti. Öyle bir izlenim veriyordu. Çevresindeki insanlar kendinden korksun, saygı duysun diye, MOSSAD’ım diyordu. 
İftardan sonra Tuncay’ın başındaki kippa ve kara fötr şapka ile fotoğraflar çektirdim. ‘Net Kırılma’ adlı kitabımı imzalayıp Güney’e getirmiştim. Dışarı çıktık, araba ile evine bırakmayı önerdim, kabul etti. 
Henüz otelin merdivenlerinden inerken, ilk tepkisi programa katılan Yahudi’ye oldu. Cuma akşamı düzenlenen iftar hataymış, bir Yahudinin bu iftara katılması daha büyük hataymış. Çünkü, Cuma akşamı ve Cumartesi günleri, dindar Yahudiler hiçbir etkinliğe katılmaz. Programı düzenleyenlerin bunu bilmeyecek 
kadar cahil olmadığını var sayarak, Yahudileri dışladıklarını sonucuna varmıştı Güney. Bir kasıtları olmadığını söyledim. Program boyunca, ılımlı Yahudinin -koyu kara ve beyaz gömlek Yahudileri temsil eden kıyafet giydiği için- kendisine korku ve endişe ile baktığını ve rahat konuşamadığını, rapor edeceğini bildiğini savundu. Kime rapor edeceksin dediğimde, daha önce şaka yaptığını sandığım sözü tekrarladı: MOSSAD’a... 

İkinci tepkiyi, programda onur konuğu olan ABD Toronto Konsolosu’na gösterdi. Daha yeni göreve başlamasına rağmen, Fehmi Kala’nın nasıl olup ta böyle bir diplomatı ‘ele geçirdiğini’ merak etti. Bir dahaki diyalog iftarına geleceğine dair bu programda söz vermesine rağmen, gelememesi için gerekli yerlere rapor 
edeceğini, CIA’yı bilgilendireceğini söylemeyi ihmal etmedi. Ne kadar önemli, büyük bir adam olduğunu sürekli imâ ediyordu. 

Saatlerce konuştuk, pek azını kaleme aldım. Herkesten bilgiler kotarıp, ilgi duyan bir başkasına satıyordu. 2006 Ekim ayında, internette köşe yazdığım sonsaniye.net ve Almanya’da yayımlanan Platform dergisinin web sayfasında “Mossad’a Çalışma ve Masonluk Teklifi” başlıklı aşağıdaki yazım yayımlandı. Yazı, muhatabımın çifte kişilikli olmasından kaynaklanan, bazı yanlış bilgileri de barındırıyordu. Ergenekon’un kara kutusu Güney’i tanımak isteyen pek çok kişiye kaynak oluşturduğu için, buraya olduğu gibi alıntılamak zorundayım: 
“Sonunda başıma bu da geldi. MİT veya derin devlete çalışmadığım konusunda ikna olan MOSSAD, meğerse bir aracıya ‘bizim ile çalışır mı?’ diye sordurtmuş. Aracı Yahudi dostum, bana haber bile vermeye gerek duymadan, ‘onurlu bir Müslümandır, çalışmaz’ demiş. Yahudi dostum ciddi ciddi, ‘yahu sen Mason olsan, müthiş yükselirsin’ dedi. 

Yukarıdaki öneri espiri değil. Tuncay müstear ismini kullanan Yahudi hayranım, uzun süredir kitaplarımı imzalı istiyordu. Nihayet buluştuk ve aramızda aşağıdaki ilginç diyalog geçti. Asıl ismini yazmayacağım. Pek çok Yahudi gibi çıkarlarına uygun olduğu için Türkiye'yi ve insanını seven bir Yahudi. Türkiye'de Yahudi düşmanlığı yoktur dedim ve başındaki kipasını başıma geçirerek fotoğraf çektirdim. İsrail'i kuran ve esas yönetici kadro Eşkenaz Yahudilerinin soyu, Musevi olan Hazar Türklerine dayanır, aralarında akrabalık ilişkisi vardır. Bu 
topraklardan İspanya'ya göç ettiler, daha sonra katliama uğradılar ve Osmanlı’ya 500 sene önce tekrar göç etmek zorunda kaldılar; işte bu Yahudiler İsrail'i kurmuştur. 
Biraz ipucu vereyim. İstanbul Üniversitesi mezunu bir gazeteci. Milliyet, Sabah, Akşam gibi gazetelerde çalışmışlığı var. Türkiye vatandaşı olabilmek için İstanbul Müftülüğü'ne gidip numaradan kelime-i şehadet getiren, aslında koyu dindar bir Musevidir. Oldukça iyi takiyye yapmış; pek çok sûre ezberinde ve Kur’ân'ı tecvidiyle okuyabiliyor. Bir ara JİTEM mensubu olduğu ortaya atıldı. (Ortaya atan arkadaş dostum olur, ona lanet okuyor, kimin elindense ölmesini diliyor) Bunun nedeni dünyanın en dönek ve bukelemun adamı olarak nitelediği İşçi Partisi Başkanı Doğu Perinçek ile PKK elebaşısı Abdullah Öcalan'a gül verirken çekilen fotoğrafı elde etti, MİT'e verdi. MİT ise medyaya verdi. MİT'e yaptığı servisler ve MİT'in ona yaptığı servislerin çoğu 28 Şubat sürecinde gerçekleşmiş. Türkiye'yi bir Türk'ten daha iyi tanıyan, karış karış dolaşmış bir meraklı. Türkçesi 
mükemmel. Kanada'da da Sion Tarikatı Toronto Merkez'inde Türkiye Masası uzmanı olarak çalışıyor. Ayrıca Toronto Mason Örgütü'nün Bathurist ve St. Clair West şubesine üye. 
‘Senin yazılarını tercüme etmekten anam ağladı!’ diye söze başladı Tuncay. 
- Peki, kime gönderiyorsun bunları, ne diyorlar yazılarıma? MOSSAD'a mı çalışıyorsun? 
- Genelde ‘Fuck’, ‘Shit’ diyorlar. Yahudi teşkilatlarına gönderiyorum. 
- Çok mu Yahudi aleyhtarı yazıyorum sence? 
- Çok ta laf mı? Akit-Vakit çizgisindekiler yazsa güler geçeriz, ciddiye almayız. Ama senin yazdıkların Müslümanları uyandırıyor. Özellikle genç entellektüel gençlik üzerinde büyük etkin var. Çok açık yazıyorsun. Biraz liberal ol, üslubunu yumuşat. 
-Yalan mı yazıyorum? Ben fundamentalist Yahudi zihniyetine karşıyım. Dünyayı kana bulayan dinlerin fanatik grubudur. Bu ayrımı yapabiliyor musun? 
- Doğru yazıyorsun. Ben çok beğeniyorum, hepsini arşivlemişim. Sana hak veriyorum. Ama bu fanatik dindarlar İsrail devletinin teminatıdır. Sen sizin derin devleti eleştirir gibi yapıp aslında savunuyorsun? Cidden söyle bana, derin devlete mi, yoksa MİT'e mi çalışıyorsun? 
- (Burada epey gülüyorum) Eski bir gazeteciyim, yazmak benim hobim. Aslen bakliyat ihracatcısıyım. Türk derin devletinin benim gibi adamla çalışmadığını sende iyi biliyorsun. İsrail derin devletine gelince; başbakanları İzak Rabin'i öldürecek kadar barıştan uzak, kan isteyen caniler güruhundan oluşuyor. Bunlar nasıl dindar ve ne tür bir Allah korkuları var, anlayamadım? İsrail'in devlet terörü işlemesinin sebebi bu çete. Bu durum sence İsrail'i ve halkını bölgede güvenlikte mi kılıyor, yoksa ateşe mi atıyor? 
- İstihbaratların değişik mesleklerde bir sürü ajanı vardır ya, neyse! Sizin derin devletin asker ayağı güçlü değil mi? 
- Derin devlete tamamen karşı değilim. Her ülkenin olmalı. Ama kime hizmet eden derin devlet olacağı önemli. Bir tane Türk derin devleti yok ki! En güçlüsü sen de biliyorsun ekonomimizi elinde bulunduran İstanbul baronları, yani sizin Sebataycıların ekibi. Asker, bu ekibin içinde yer alan operasyonel çalışmaları yapan en güçlü kolu olduğu için halkın gözünde derin devlet asker gibi algılanır. Kime suikast düzenleneceğine baron karar verir, alt birimler uygular. Bazen diğer derin devlet ekibiyle çatıştıkları olur ve ortaya Susurluk kazası, Şemdinli krizi, Söylemezler çetesi gibi skandallar çıkar. 
- Doğru söylüyorsun. Uğur Mumcu'nun öldürülmesine Türkiye'nin baronu karar verdi. Taşeron olarak bir örgüt kullandılar. 
- Söyle çekinme! Sizin MOSSAD'ın Türkiye'de kurduğu taşeron örgütünün adını söyle. Suçu nasıl da 

Müslümanların üstüne attılar. Derin devlet işte aslında devlete değil bazılarının çıkarlarına çalışır. Rejimi koruma derler, başka teraneler uydururlar, ama esasında potansiyel ekonomik ve siyasi rakiplerini kirli yollarla temizlerler. Türkiye'de derin devlet yok, derin çete var. 

Derin devlet cinayet işlemez, öldürse bile vatanı korumak içindir. Bunların işi gücü cinayet. 
- İyi ama bizim derin devletimiz olmasa İsrail'de olmazdı. HAMAS ve Hizbullah'a kök söktürüyorlar. 
- Bravo yani! Onlar devlet terörü organize ediyor. HAMAS ve Hizbullah'da İslam'da olmayan terör yöntemi ile cevap veriyor. Kan ve şiddet durmuyor. İkisinin de yaptığı terör estirmek. Şimdi bana sen kalkmış bu derin 
devletlerin lazım olduğunu anlatıyorsun. 
- PKK ile HAMAS-Hizbullah arasında ne fark var? Batıda PKK, Kürtlerin özgürlüğü için savaşıyor diye algılanıyor. 
- Türkiye'de 10 milyon Kürt var. PKK bunun yüzde kaçını temsil ediyor, yüzde birini bile değil. Kürt vatandaşlarımızın çoğu şiddete, teröre karşıdır. PKK'yı kimlerin kullandığının farkındasındır. Ama siz Filistinlilerin yurdunu işgal etmişsiniz. İştahanız doymuyor, hepsini sürmeye, öldürmeye çalışıyorsunuz. 
İsrail'in devlet gibi yaşamaya hakkı var, ama Filistinlilerin de devlet gibi yaşamaya hakkı var. 
- Ben de aynı şey Kürtler için dersem ne dersin? 
- Kürtleri kimlerin maşa olarak kulandığını iyi biliyorsun. Oralara gittin gördün. Ben bu olayı dış mihrak kadar, bizim derin devletin kirli bağırsağı olarak görüyorum. 
- Olabilir. Ama sizin derin devlet kara cahil aşırı ırkçıları tetikçi olarak kullanıyor. Adamlarda kültür yok, medeniyet yok. Yazık vallahi! 
- Ne yapsınlar? Onların yaptıkları katliam operasyonlarını hangi aklı başında insan yapar? Vatan-Millet-Sakarya edebiyatıyla biraz gaz verdin mi, ellerine üç-beş kuruş tutuşturdun mu, işlem tamam. Kaybedecekleri birşey yok; zaten aslında suçlular, işledikleri devlet adına suç, ama kahramanlık, şan-şöhret katıyor. Doğru mu? Yanlış elbette. Devlet katili işe almaz. O zaman balansı yakalayamaz, bu adamlar kontrolden çıkar ki, çıkmıştır. Hesabını veremiyorlar. Terörü kim işlerse işlesin terördür. 
- Abdullah Çatlı'yı ne kadar büyüttünüz öyle! 
- Biz büyütmedik. Baronlar öyle istedi. Bir kamuflaj görevi gördü. Altındaki, arkasındaki pislikleri gizledi. Biraz deşilseydi derin devletin tetikçilere azmettirenleri halk görebilecekti. Çatlı'nın efsaneleştirilen bedeni, 
derinlere inilmesini engelledi. Kirli bağırsakları temizleme fırsatı kaçırıldı. 
- Papa suikastında asıl organizatör Çatlı değil, Oral Çelik'ti; adam ‘ben yaptım’ diyor halen serbestçe geziyor. 

Belli ki, derinlerden korunuyor. 

- Derin devlet, İsrail'de olduğu gibi karanlık eylemlerini taşeronlara yaptırır. Türkiye'de bile MOSSAD'ın kaç tane taşeron örgütü var, bunları biliyorsun. 
- Devletin bekası için bunlar gerekli şeyler. Veli Küçük’le uzun süre çalıştım. Bugün yaptıklarımdan dolayı 
utanıyorum. Küçük ekibini yanlış yönlendirdiğim için kendimi suçlu hissediyor um. 
- Evet, defterini dürmek isteyenlerin defterini Allah dürdü. 
Tevbe edenlere Allah'ın ve salih kullarının kapısı her zaman açıktır. 
- Türkleri seviyorum. Ermeni sözde soykırımı meselesinde sizin yanınızdayız. 
- Acaba niye bizi destekliyorsunuz? Çıkarınız nedir? 
- Hımm! İyi bir soru. 
- Soykırıma uğrayan mazlum millet imajınızı tekelinizde bulundurmak ve maddi-siyasi çıkarlar elde etmek olmasın. 
- Bak. Sana MOSSAD'ın e-mail yazarak, tehdit etmesi olayını, arkadaşlara sordurdum. Direk olarak öyle bir şey yok dediler, ama endirek olabilirmiş ve bu onları bağlamazmış. 
- Eee.. sonra! 
- Sonra senin yazılarının tercümelerini okuduktan sonra bu adam Türk MİT'i veya derin devletine mi çalışıyor diye sordular. 
- Sen ne dedin? 
- Hayır dedim, mümkün değil. Bize çalışmak ister mi diye sordular bu sefer. 
- Bir bu eksikti. Sen ne cevap verdin? 
- Kesinlikle çalışmaz, çok onurlu bir Müslümandır dedim. 
Radikal Müslümanları ikna ederiz, Faruk Arslan'ı edemeyiz dedim. 
- Beni iyi tanımışsın, aferin! Ankara'da iken İsrail Büyükelçisi Uri Bar ile o kadar iyi ilişkilerimiz vardı ki, sorma! Hatta makamıma gelip Yahudilerin aleyhine çok 
yazıyorsun, ayağını denk al diye şantaj yapabiliyordu. 
Ben bildiğim doğruları yazıyorum. Bunların bazıları elbette Yahudilerin hoşuna gitmeyecek şeyler. Çünkü Türkiye'nin çıkarlarını savunuyorum. GAP bölgesi ve Irak'taki çalışmalarınıza kuşku ile yanaşıyorum. Filistin konusundaki gidişatınızı beğenmiyorum, dünyada nefreti artırıyorsunuz. 
- Nil’den Fırat'a Büyük İsrail projesi bizim ekmek teknemiz. Söyler misin bana; ayda 5000 dolara yakın, bir Yahudiden Kuzey Amerika'da Büyük İsrail için bağış topluyoruz. Böyle bir projemiz olmasa ne adına para isteyeceğiz? 
- Ermenilerde soykırım endüstrisi kurmuş, aynı taktikle zengin Ermenileri soyuyor. Var mı, o kadar geniş araziyi dolduracak kadar Yahudi? Zengin Yahudileriniz oraya savaş içine yaşamaya gitmez ki, bence hayal kuruyorsunuz! 
-Topluyoruz. 3. dünya ülkelerinde yaşayan fakir Yahudileri finanse edip, yerleştiriyoruz. 
- Haydi topladınız diyelim. Bu proje barış mı, getirir yoksa daha fazla savaş mı? Daha fazla kan ve gözyaşından başka ne getirir? 
- Bu noktada haklısın. Ama bu bizim yüzyıllardan beri devam eden rüyamız. MOSSAD'ı ve derin devletimizi yöneten koyu hahamlar, bu hedefe ulaşmadan 
durmayacaklar. 
- Her zaman her dinin derin fanatizm çeteleri çok tehlikelidir. Benim fanatik olmadığımı biliyorsun. 
Barışcıl ve huzurlu bir dünya istiyorum. 
- Elbette biliyorum. Sorun da bu zaten. Radikal olsan safdışı etmek çok kolay. Sen ve senin gibi hiçbir arkadaşın terör, şiddetle alakalı değil, bilakis 
karşısınız. 

Üstelik çok okumuş, entellektüelsiniz, sizi ikna etmemiz zor. Yani bizim fanatik Yahudilerin beğenmediği tiplersiniz. Onlar, cahil, şiddet yanlısı radikal 
Müslüman seviyor. 
- Fanatiklerinizin düşüncesi kendisine kalsa hiç karışmayacağım. Ama ABD'de 45 milyonu bulan Evanjelistleri Kabala öğretileri ve kıyamet teorileriyle etkiliyorlar. ABD güç aygıtını savaşlardan savaşa kulağından tutarak sürüklüyorlar. Korkarım, birgün uyutulan Amerikan halkı bataklığın içine düşürüldüklerini anladıktan sonra bu suçun sorumlularını arayacak ve fanatik Yahudi çeteyi bulacaktır. Bu haraketleri nefret ve kin olarak kendilerine geri dönebilir. Ateşle oynuyorlar. 
- Evet haklısın. New York'ta onların arasında uzun süre yaşadım. Akıl almaz radikal fikirleri var, ayrı düştüm Kanada'ya geldim. 
- New York'ta 4.5 milyon Yahudi yaşıyor. Bunların hepsi fanatik değil. İçlerinde eminim benim yazdıklarıma aynen katılacak bir milyona yakın Yahudi çıkar. Radikal olanlar maalesef rahatı yerinde çok zengin olanlar, para babaları. 
ABD derin devletinin babaları. Bir derin çete de burada var. Görünüşte Amerikan, esasen fanatik Yahudi çıkarları için yapmayacakları çılgınlık yok. Bu adamlar Üsame Bin Ladin'den daha tehlikeli. 
- Biliyorum. Türkiye'den Mehmet Ali Birand'ı bunların yanına götürmüştüm. ABD'de üst düzey bir devlet kurumundayız. Adamlar, 22 ülkenin sınırlarının değişeceğini anlatıyor ve listede Türkiye'nin de adı var. 
Birand şok oldu, bana döndü ve dedi ki : Bunlar çıldırmış, Türkiye'yi de bölmek istiyorlar. 
- Bizim laik ve Batı teslimiyetçisi kesim ABD-İsrail ve CIA-MOSSAD ile iyi ilişkiler kurunca Türkiye'nin kapsam dışı tutulacağını sandı. 
- Birand'a korkmayın, siz ikinci sıradasınız diyebildim sadece. 
- Evet, Türkiye'ye sıra Suriye, Suudi Arabistan ve İran engeli aşıldıktan sonra gelecek. En iyi ihtimalle 2015 sanırım. 
- Başka bir şey soracağım. Masonlara neden şiddetle karşısın? 
- Görünüşteki niyetlerini samimi bulmuyorum. Tek dünya devleti ve tek dünya dini için çalışıyorlar. Aslında amaçları din filan değil, tüm dinleri yıkmak ve paranın tanrılaştığı tek dünya devleti çatısı adı altında kurdukları şeytani ekonomi sistemleriyle dünyaya hükmetmek. 
- Tamam dini açısından sakıncalı buluyorsun. Ama masonlar cahil insanlar değiller. 
- Elbette değiller. Entellektüel, toplumda iyi bir makamı, zenginliği elde etmiş elit kesim masonluğa davet ediliyor. 
- Seni mason yapmaları için teklifde bulunduralım. İnan, kısa sürede çok yükselirsin. 
- İstemem, kalsın. 

3 . CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ERGENEKON UN, KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 1

ERGENEKON UN, KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 1






Faruk Arslan - Kara Kutu 
ERGENEKONUN KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY.,
Tanıtım 

Ergenekon’u deşifre eden, kilit adam, kara kutu Tuncay Güney, sürekli konuşuyor. Ergenekon iddianamesinde adı en çok geçenler arasında dokuzuncu sırada, tam 592 kez geçiyor. 

Ama Ergenekon davasına dayanak olduğu halde güvensizlikten tanık veya sanık yapılmadı. Şehir efsanesi haline getirilen medyatik yaşam öyküsü, 
ilişkileri sanal mı, gerçek mi? 

Ortada, Ajan filmlerine taş çıkartan bir figür duruyor, kimse gerçekleri araştırmıyor. Kimilerine göre en uçuk romanlarda ve filmlerde bile, böyle sanal 
kahraman, usta oyuncu bulmak zordur. 

   Şok açıklamalar yapan Güney’in, anlattıklarının ne kadarı doğru, kayıp çuvaldakiler neler? CIA ajanı sanılan Güney’in evine baskın yapan CIA ajanı 
neden çok şaşırdı? Mısır’da MOSSAD ajanlığından ceza aldığı halde neden Interpol tutuklamıyor? Ergenekon davasında dış istihbaratlar, gerçek baronlar, finans kaynakları neden yok? JİTEM’in yargısız infazları, faili meçhullerin mezarı: Ölüm Asit Çukurları nerede? Kimdir bu derin devlet, gerçek lideri, baronu kimdir, ne gibi bağlantıları vardır? Kanada’da, Güney’i gerçekten MOSSAD mı koruyor, yoksa sıradan bir vatandaş mı? 

Yılan hikâyesine dönen iltica davasında, bahsi geçen homoseksüelliği neden gerçek dışı? Haham yardımcısı olarak çalıştığı sinagoga neden Rebai olamaz, oldu ise nasıl oldu? Terörist Abdullah Öcalan, neden onu MOSSAD ajanı ilan etti; operasyonu onlar mı yürütüyor? Tuncay Güney’in gerçek hayat hikayesi bambaşka. O, sıradan bir ‘kahraman’ Çorumlu. Bu kitapta kafanıza takılan soruların gerçek cevaplarını bulacaksınız. 

Önsöz., 

Ergenekon’u Çökertmek iki Çorumlu’ya Kaldı Ergenekon’un kara kutusu Tuncay Güney, Ergenekon ile PKK ilişkisine, Hizbullah’ı Ergenekon’un kurdurduğuna ilk dikkati çeken isim. Veli Küçük, Doğu Perinçek ve İlhan Selçuk’a ve pek çok Ergenekon’cuya sorgulamada sorulan yüzlerce sorunun kaynağı Güney’in 
açıklamalarıydı. Ergenekon davası, onun dayanak teşkil eden açıklamaları olmasa, ne kamuoyu desteği alır, ne de dava açılabilirdi. Bununla gurur duyuyor, Ergenekon’un ipliğini pazara çıkaran gazeteci olduğu için, diğer gazetecilerin kendisini kıskandığını iddia ediyor. Bu sırada PKK elebaşısı Abdullah Öcalan, MOSSAD’ın Ergenekon’u çökertiğini, Tuncay Güney’in MOSSAD ajanı olduğunu öne sürdü. 

PKK çevrelerine, bunun kaynağını soran Tuncay Güney’e göre, Öcalan bu iddiaları benim yazılarıma bakarak söylüyormuş. Öcalan’a, Aydınlık’a, Doğu Perinçek’e ilham veren Faruk Arslan’mış, bu nedenle kendisini MOSSAD ajanı olmakla suçluyorlarmış. Güney, bana bu nedenle 32. Gün’den sitem ediyordu: “Kral Faruk yazıyor, Türk medyası alıntı yapıyor.” 

Ona 4 Ekim 2008’de şu yanıtı gönderdim: 

Tuncay, 

“Türkiyede çıkan Newsweek’ten Semin hanıma, Ergenekon ve seninle ilgili olarak, bir saat mülâkat verdim. Hep seni sordu; doğruları söyledim. ‘Tuncay bey, sizin anlattığınız gibiyse, gerçek hayatını anlatsın, Ergenekon davası daha da güçlenir,’ dedi muhabir. Haklı. Karmaşık görünen ilişkilerin kafalarını karıştırıyor, tam bir şehir efsanesi oldun. Başkası gibi olma kendin ol, olmadığın gibi görünmeyi bırak, ‘pretend’ yapma artık. 
Muhabire de aynı yorumu yaptım. Ergenekon’un sokaktaki bu adamlarını temizleme işinde, bir konsensüsün varolduğu görünüyor. ABD, AB, İsrail, TSK, masonlar ve baronlarımız, tüm kirli işleri, faili meçhulleri illegal JİTEM’e ve bu küçük günah keçisi Ergenekonculara yıkıp, kendilerini temize çıkaracaklar. 

Böylece, Türkiye AB’ye girecek. 

Plan bu. 

Sonra da yeni bir Ergenekon sistemi kuracaklar. 100 kişiyi suçla, 4000 kişilik 
yapılanmada iş değil. 

Bunca işi yapan Ergenekon’un, hani nerede dış istihbarat ayağı, finans odakları, baronları, bankamatik danışmanı emekli generalleri? Herkes olayın ideolojik savaş değil, ekonomik savaş olduğunu biliyor. O zaman neden, ekonomiyi kontrol etmek için bunca yıldır fitne çıkaran baronlara uzanamıyorlar? 

Bu işi çözmek seninle bana, iki gariban Çorumluya mı kaldı? Bu arada, Çorumlu akrabalarımla konuştum. Akrabalarımın neredeyse hepsi ölmüşler, bir dayım, iki teyzem, iki halam, iki amcam kalmış geriye. 12 yıldır Çorum’a gidemedim. Faruk Arslan” 

5 Ekim 2008’de Tuncay’ın verdiği şu cevap aslında tüm gerçekleri çok yalın olarak ve olduğu gibi anlatmaya yetiyor: “Faruk bey, Tespitleriniz doğru, fakat bugünkü gazeteciler çok cahil. Örnek isterseniz, Hürriyet beni manşet yapmıştı. MİT’den 29 yaşında emekli oldu, diye. On gazeteci aradı. 

Doğruları anlattım. Dedim ki, babamdan yetim maaşı almıştım. Ama 16 yıl oldu, 18 yaşımdan sonra kesildi. 
Hiç kimseyi inandıramadım. Bakan Çelik, açıkladı da inandılar. Zorla, MİT emeklisisin itiraf et, dediler. 
Bu saatten sonra, bunlara doğruları anlatsan da, inanmıyorlar. Ne yapayım? Tek suçlu ben miyim? Bak iki Çorumlu olarak, senin ile benim ‘Ergenekon’u ortaya çıkartmaya çalışan.’ Çorum’a heykelimi diksinler. Newsweek dergisi beni de aradı. Ama yine kendi bildiklerini yazacaklar. Meselâ, ABD’de kalman için 10 yıllık vizeyi CIA verdi, Kanada’da devletin özel misafirisin değil mi, diyorlar. İlticacıyım diyorum, yok anlamıyorlar. ABD, Kanada, İsrail sana özel statü vermiş de kalıyorsun, diyorlar. Sonunda, ne biliyorsanız, aman onu yazın dedim. İlticacı olduğuma inanmıyorlar. Ben ne yapayım söyleyin, tek suçlu ben değilim. Nasıl karanlık görmek istiyorlarsa, öyle görsünler. CIA’dan kaç para alıyorsun, dediler. 100 dolar, metropass mavikart parası, dedim. 

Canada Türk’de okuduk dediler, çok az buldular. Ne CIA’sı, dedim. 100 dolar alıyormuşsun, diye ısrar ettiler. Gel de çık işin içinden kardeşim! 

Bu arada ben de gazetelerden öğrendim. Çorum’da teyzem ölmüş. Haberim yoktu, çok üzüldüm. Çok severdim kendisini. Annemin tek kardeşi idi, çok 
üzüldüm. Annem de kahroldu. Bir ağabeyim 17 yaşında idi, trafik kazasında öldü. 
Babam, teyzem öldü. 
Annem artık çok üzülüyor. 
Bana da üzülüyor. 
Hayırlısı. Çorum’a belki beraber gideriz. 
Bence bu Ergenekon’u deşifre etmek seninle bana, iki Çorumluya kaldı. Bak Çorum’dan neler çıkıyormuş… 
Saygı ve dostça Tuncay Güney“ 
Faruk Arslan 


Giriş 


Tuncay Güney’i Nasıl Tanıdım? 

Ergenekon’un kara kutusu Tuncay Güney’in gerçek hayat öyküsünü yazmak zorunlu hâle geldi. Ergenekon soruşturmasıyla ‘şehir efsanesi’ne dönüştürülen Güney’i Ergenekon soruşturmasından bir buçuk yıl önce, 1 Ekim 2006’da ilk defa gündeme getiren gazeteciyim. 
Türkiye’nin meşhur gazetecileri, Ergenekon soruşturması sayesinde ünlenen Tuncay Güney tarafından yanlış bilgilendirildi. Uğur Dündar’dan Saygı Öztürk’e Fatih Altaylı’dan İbrahim Karagül’e, Mehmet Ali Birand’a ve bu satırların yazarına kadar herkesi yanlış yönlendirmeyi başaran Güney, bir fenomen olmayı hak ediyor. Ertuğrul Özkök’ün “haberin şehavetine kapıldık da, yer verdik” savunması, Türk gazeteciliğinin düştüğü içler acısı durumu kurtarmıyor. 

Ergenekon oluşumuna, ilk olarak, 2 Mart 2001’de gazeteci Tuncay Güney’in ofisine ve evine yapılan baskında bulunan, “Ergenekon Gizli Örgütü’ adlı dosyada rastlandı. Bu kadar önemli bir soruşturma, hazırlanan iddianame ve davanın dayanağı, oldukça ilginç bir şahıstı. 

Aynı dosya, Doğu Perinçek’ten Veli Küçük’e Adil Serdar Saçan’a kadar pek çok insanda bulundu, Ümraniye el bombacılarında çıktı. Göz altına alınanlara, - Güney’in ifadelerine dayanılarak - sorular soruldu. Peki, kimdi bu Güney? Gerçekten önemli bir kaynak, bir tanık mıydı, örgütün içinden mi geliyordu, yoksa örgütün kurbanı mıydı? Ajan mıydı? Gay miydi? 

Çorumlu hemşerim olan Güney ile ilk tanışmamızda anormal bir durum yoktu. Onu meşhur eden yazıları 2006 ve 2007’de kaleme alırken, ortada Ergenekon soruşturması da, davası da bulunmuyordu. Bu yazılardan dolayı çok eleştiriler aldım. Güney’i sanal, sahte, uydurma bir kişilik sanıyorlardı. Ergenekon’da kilit isim olunca, ismini, internetten “google”layanlar yazılarımla karşılaştı. Pek çokları faydalandığı halde, kaynak göstermeden, kimileri de ismimi zikrederek Güney’i yazdılar. Kanada ile Türkiye arasında inanılmaz bir haber ağı kuruldu. 

Tuncay, artık “benimki”ydi, uzmanlık alanıma girmişti. “Seninki yine filanca medyaya konuşmuş, aslı nedir?” diye takılanlara açıklama yapmaktan yoruldum. Oysa herkes, işin gerçek yüzünü merak ediyordu. Bu süreçte, sayısını hatırlayamadığım kadar gazeteci, Güney’in telefonunu, e-mailini istedi. Güney’in verdiği müthiş bilgilerle Ergenekon aydınlanırken, şahsı ile ilgili dezenformasyon bilgiler ortada dolaşıyordu. Bunları düzeltmek elzem olmuştu. Ortada casus filmlerine taş çıkartan bir figür dolaşıyordu, en uçuk romanlarda ve masallarda bile, böyle sanal kahraman bulmak zordu. 

Oysa her şeyin basit bir açıklaması vardı. Bu sürecin başlangıcında, 2002 yılından 2003’e kadar aynı kentte -Toronto’da yaşadığım halde- Güney ile ilgilenmemiştim. Bu nedenle Saskatchewan’ın başkenti Regina’da üç yıl kaldıktan sonra, Ontario’nun başkenti Toronto’ya geri dönüş yaptığım 2006 Temmuz’unda 
“Yahudi hayranın seni arıyor” diyen ebedi ve ezeli komşum, dostum, arkadaşım, sırdaşım gazeteci Nasir Balcı’nın, kimi kast ettiğini önce anlamadım. Şaka yapıyor sandım, Yahudilerden hayranım çıkacağını pek sanmıyordum. 

Başında kippa’sıyla Yahudilerin caddesi Bathuristde dolaşan, ve aksanlı Türkçe konuşan Tuncay, kendini herkese Yahudi olarak tanıtıyor, ve Türkiye’yi çok sevdiğini belirtiyordu. 2005’de Ottawa’da meskun ‘Türkiyeliler’ adlı bir grupla gelip, Kanada Türk Federasyonu genel seçiminde yönetimi ele geçirmeye 
çalışmasa, kimse onun Türk vatandaşı olduğunun farkına bile varmayacaktı. Burada bir de konuşma yapan Güney’in, aksanlı, bozuk Türkçe kullanması dikkat çekiyordu. Güney, ‘aptal’, ‘salak’ rolünü oynamayı çok seviyordu. 

Tarih: 7 Ağustos 2006. Yer: Toronto, Yonge ve Dundas Meydanı. Kanada’da ilk defa, -Kanada Türk Dostluk Vakfı’nın girişimiyle- gerçekleştirilen Toronto Türk Festivali’nin organizatörlerinden birisi olarak, Türk lokumu çadırında, lokum ikram ediyordum. Nasir, yumurta sarısı saçlı, ablak kırmızı yüzlü, sürekli 
sırıtan birini koluna takmış olarak, çadırıma geldi. Meğerse biraz önce benden lokum alan Tuncay, biraz ileride karpuz standında bulunan Nasir’e burada olup olmadığımı sormuş. Nasir’den de “dostum, sen kimden lokum aldığını bilmiyorsun sanırım” cevabını almış. Nasir, “işte seni arayan Yahudi hayranın bu” dedi ve yanımızdan ayrıldı. 


2 . Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***