5 Temmuz 2019 Cuma

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 3

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 3


Bu yazıdan sonra beş tane daha, Güney ile ilgili haber ve yazı yazdım. Fehmi Kala, aradı ‘abi seninki The Toronto Star’da haber olmuş, dedi, 2007 yılının ilk günlerinde. Mısır’da yakalanan MOSSAD ajanı Muhammed Attar, Daniel Lévi adını kullanan Tuncay’ın adını vermiş, İnterpol arama çıkarmıştı. 
Kanada istihbaratı sözcüsü, Güney ile ilgilenip ilgilenmediklerini söylemeye yetkili olmadığını savundu. 
Ortada tuhaf bir durum vardı, Canada Türk’e ilk giren Tuncay haberi budur. Daha sonra Ergenekon’da kilit adam olduğu anlaşılınca Güney’e ulaşmaya çalışan gazeteciler, yazılarımdan yararlanarak haber ve yorumlar yaptılar. Güney, “sonu Susurluk gibi olacak, konuşanların başı belaya girecek” endişesiyle konuşmak istemiyordu. 
Ergenekon soruşturmasının iddianameye dönüşebilmesi, davanın kabul edilmesi, kamuoyu desteği almasına bağlıydı. 
Yeni Şafak’tan Şaban Arslan, CanadaTürk’ü arayarak bizden Güney’in telefon numarasını aldı ve Tuncay Güney’i buldu, internet aracılığıyla bağlantı kurdu, ardından da başka bir kaynaktan 2001 tarihli ifadelere ulaştı. İkisini birleştirdi, ve Yeni Şafak gazetesi beş gün boyunca Tuncay Güney’in ve ifadelerinin üzerinde durdu. 
Bu ifadeleri arka arkaya Mart 2008’de manşet yaptı. Her bir manşet dün ve bugüne ilişkin yaşanan karanlığın başka bir boyutu üzerinde duruyordu. 

İlk manşet “Susurluk’un kara kutusu”ydu. Tuncay Güney ifadelerinde “ben dokuz yıl boyunca Veli Küçük’ün mutemetliğini yaptım…” diyor, adı her geçtiğinde Perinçek, Küçük gibi isimleri paniğe sürüklüyordu. 

Güney, Ergenekon iddianamesinde adı en çok geçen listenin dokuzuncu sırasındaydı. Adı tam 592 kez geçiyordu. Güney, açılmıştı. Kim arasa, artık konuşuyordu. Toronto’ya kadar gelen Sabah muhabiri Abdurrahman Şimşek’e şunları söyledi. "Ergenekon örgütü benden çıkan belgelerle deşifre oldu. 
Ama maalesef Türkiye'de iki savcı, beş emniyet müdürüyle bu iş bitmez. Yapılan operasyon Ergenekon'un sokaktaki adamlarına yapılmıştır. Ben 2001 yılında, Ergenekon yapılanması ile ilgili 11 saat ifade verdim. 
Ancak benim anlattıklarımdan dolayı bir operasyon yapılmadı. Dönemin Emniyet Müdürü Adil Serdar Saçan, dokuz günlük işkenceden sonra, emniyetteki odasında eliyle pasaportumu bana vererek, 'Hiçbir işlem yapmadan 
dolaylı olarak kaç' dedi. Ben de elimi kolumu sallaya sallaya Amerika'ya, oradan Kanada'ya geçtim." (Sabah, Ağustos 2008) 

17 Ağustos’da 32. Gün’de yaptığı konuşmada, "Ben Ergenekoncu değilim ben bir gazeteciyim. Ergenekoncu olsaydım yurt dışına kaçmazdım. Ergenekon'daki insanlarla tanıştım. Bu da şans oldu. Bana bilgiler sızdırıldı. Ben Ergenekoncu olsam bugün zulüm çekmezdim" diye kendini savunuyor. "Akşam gazetesinde 
çalışırken bu dosyaları genel yayın yönetmenim Behiç Kılıç'a sundum. Kendisi bunları yayınlamayacağını söyledi. Bir çok gazeteciyle görüştüm ama yayınlamadılar. Bu ülkede bir örgütlenme var dediğimde, Susurluk ne ki bunlar babası dediğimde, gazetecilerin hepsi ‘Üstat sakın bu işlere girme, Uğur Mumcu'yu görmüyor musun’ dediler. Ergenekon’u ortaya çıkaran gazeteci olduğum için diğer gazeteciler beni kıskanıyor" (32. Gün, Ağustos 2008) 

Bu ifadelerin sahibi Tuncay Güney, Ergenekon’da en çok konuşan figür, âdeta bir kara kutu... 

Açılan davanın dayanağı olduğu, ortalıkta kirliliğe yol açan dezenformasyon bilgiler dolaştığı için, gerçek yaşam öyküsü yazılmalıydı. Bu kitap, Ergenekon’un kara kutusunun çok karmaşık sanılan ilişkilerini, Güney’in sıra dışı ama sıradan bir Çorumlu olduğunu ve her şeyin komplo teorisinden uzak, basit bir açıklaması nın bulunduğunu ortaya çıkartıyor. 2 bin beş yüz sayfalık Ergenekon iddianamesi, sadece Güney'in ifadelerine dayanmıyor. 

Bir takım medyanın yazıp çizdiği gibi ne ‘hiçbir şey’, nede bazılarının söylemiyle ‘ her şey’. Karşımızda bombalarıyla, silahlarıyla, suikast planlarıyla, krokileriyle, gizli belgeleriyle, illegal örgüt şemasıyla kökü çok derinlerde olan bir çete bulunuyor. Mesele sadece Tuncay Güney ya da Veli Küçük ile sınırlı değil. Daha ötesi var. Türkiye bu yapıyla yüzleşmeye mecbur. Görüntü, 9 Mart 1971 dönemini hatırlatıyor. Tuncay Güney Mahir Kaynak'ı, Cemal Madanoğlu ise Veli Küçük'ü andırıyor. Türk solu uzun yıllar boyunca 9 Mart'ın sembolik resmi olarak hep Kaynak'ı hatırladı; Madanoğlu'nu, Faruk Gürler'i Muhsin Batur'u değil. 9 Mart cuntasını o gün yorumlayan basın, Mahir Kaynak üzerinden sundu her şeyi. Kaynak, cuntanın içine sızmış MİT görevlisi olarak o kadar çok anlatıldı ki asıl suçlular, darbe heveslileri ve cuntacılar, unutuldu. Oysa ordudan medyaya kadar uzanan antidemokratik bir yapı vardı ortada. Güney üzerinden de Ergenekon davası bir yandan sulandırılmaya çalışılırken, öte yandan abartılıyor. Kaynak, haklı olarak Güney’in ‘herşeyi bilen’ imajına kızıyor. Tuncay’ı yakından 
tanıyan Behiç Kılıç, Aydoğan Vatandaş, Mustafa Dolu, Arslan Bulut, Hasan Yılmaz, Ayşe Önal, Mehmet Özbek, Rıza Zelyut gibi gazetecilerin yazılarına, Ali Bayramoğlu, Abdurrahman Dilipak gibi yazarların köşe yazılarına kitabımıza yer verdik. Sağcılardan, Ülkücü tetikçilerden oluşan Ergenekon’u yazmaya meraklı Soner Yalçın, Can Dündar gibi uzman gazetecilerin, solcuların, Ergenekon’u ortaya çıkınca sus pus olmasına bir anlam veremedim. 
AK Parti’ye yarar düşüncesiyle dilini yutan solcu aydınlara yazık oldu. Medyada oluşturulan yanlış Tuncay Güney portresini düzeltebilirsek, hem gazeteciliğin namusunu kurtarmış, hem de Ergenekon gibi önemli bir davaya, doğru kaynak sunmuş olacağız. 

Faruk Arslan Toronto 
30 Aralık 2008 


Birinci Bölüm 

GÜNEY’LE NEDEN BOZUŞTUK, NİÇİN BARIŞTIK? 

Bir takım medyanın ve CHP’nin küçümsediği ve üstünü, örtmeye çalıştığı soruşturmanın ciddiye alınması, sonuca gidebilmesi için önemli bir tanık olan Güney’in konuşması gerekiyordu. Gözaltına alınanlar, hatta tutuklananlar konuşmuyordu. Polisin elindeki dinlemeler yetersiz kalabilirdi. Medyaya konuşması için Güney’i ikna etmeye çalıştım. Uzun süre konuşmaya çekindi. 
Gönderdiğim e-maile cevap vermedi. Bana küskün olduğunu öğrendim. 
CanadaTürk’ün editörü Hasan Yılmaz, bunu 1 Nisan 2008 nüshasında şöyle anlatıyor: 
Yazar arkadaşımız Faruk Arslan, geçtiğimiz yıl Tuncay Güney ile görüşmüş ve izlenimlerini kaleme almıştı. 
Ancak bu yazıyı bazı yönlerden uygun bulmayarak Canada Türk’te yayınlamadık. Bu tarihten sonra da Faruk Arslan, Tuncay Güney ile ilgili başka yazılarda yazdı. Hiçbiri Canada Türk’te yayınlanmayan bu yazıların birinde Güney için homoseksüel ifadesi kullanılmıştı. 
Tuncay Güney, bu ifadeye çok bozulmuş. Bu yüzden Faruk Arslan’a cevaben Yeni Hayat gazetesinde bir yazı kaleme aldı. 
Aslında buna yazıdan çok iğrenç ifadelerin kullanıldığı, başkalarının namusuna dil uzatan bir küfür demek daha doğru olur. 
Bu yazıyı okuduktan sonra Yeni Hayat gazetesinin genel yayın yönetmeni Süleyman Güven ile görüştüm. Yazının bir gazetede yayınlanmayacak kadar iğrenç olduğunu, bir yayıncı ve bir gazetenin editörü olarak meslek adına daha 
dikkatli olması gerektiğini kendisine hatırlattım. 
Özellikle namus konusunda “ben özgürlükten yanayım, sansüre karşıyım” şeklindeki yaklaşımın doğru olmadığını, gazetecilik mesleğinin namusunun bu tür kişiler ve kişilerin yazdıklarıyla kirletilemeyeceğini ifade ettim. 

Namus kavramına kendisinin de çok büyük önem verdiğini söyleyen Güven, bu yazıyı yayınlamakla hata ettiğini ve hem okuyuculardan hem de Faruk Arslan’ dan özür dilediğini beyan etti. Aynı yazı konusunda Tuncay Güney’le de görüştüm. 

Güney, kendisi hakkında ilk kez Faruk Arslan’ın homoseksüel ifadesini kullandığını, Ergenekon kapsamında tutuklanan Doğu Perinçek’in de 
Arslan’ın yazısından yola çıkarak kendisi hakkında homoseksüel dediğini iddia etti. 

“Eğer Faruk Arslan böyle birşey yapmışsa hata etmiştir, ancak senin yaptığın hata bu hatanın yanında devede kulak kalır” diyerek kendisini eleştirdim. 
O da “ben eğer genel yayın yönetmeni olsam yazıyı kesinlikle yayınlamazdım” diyerek, topu Süleyman Güven’e attı. Ayrıca Faruk Arslan’ın özür dilemesi halinde kendisinin de özür dilemeye hazır olduğunu kaydetti. Kendisinin homoseksüel olmadığını iddia eden ve bu yüzden Faruk Arslan’a yönelik iğrenç bir yazı kaleme alan Tuncay Güney, 27 Mart’ta (2008) Tempo dergisinde yayınlanan Saygı Öztürk imzalı röportajın sonunda özel yaşamı ile ilgili bir soruya bakın nasıl cevap veriyor: “Evet itiraf ediyorum. Erkeklerle yatmayı seviyorum” Tuncay Güney ile yaptığım telefon görüşmesinde son günlerde ismi etrafında yazılıp çizilenlerle ilgili de konuştuk. İşte bu konuşmadan ana başlıklar: Tuncay Güney, bir dönem benim de görev yaptığım Samanyolu TV’de “Doruktakiler” adında bir program yapmış. Said-i Nursi’nin Risalelerini çok iyi biliyor iddiasına cevabı: “Bir defa okumaya kalkıştım, dili ağır geldi, anlamadım. Daha sonra da bir daha kapağını açmadım.” 

İsmailağa Camii’nde hafızlık eğitimi aldığı yönündeki iddialar gerçek dışı imiş. 

İmam Hatip’te de okumamış. Sebataycı imiş. 

Samanyolu TV haricinde Milliyet ve Akşam gazetelerinde çalışmış. 
2001’de gözaltına alınmış ve 9 gün boyunca işkence yapılmış. Cinsel organına elektrik verilmiş, copla taciz edilmiş. 
Sorgusunu yapan dönemin İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şubesi Müdürü Adil Serdar Saçan, Güney’in elinde 6 çuval çok önemli belgeyle karşılaşınca şaşkınlığından “A..... Bunların sen de ne işi var” diye tepki vermiş. 
73 yaşındaki annesini bir süre önce sorguya almışlar. Annesi “açım” deyince polisler kebab ısmarlamış. “Oğlun CIA adına çalışıyormuş, doğru mu?” sorusuna “o ne” diye karşılık vermiş. ABD’de bir istihbarat teşkilatı olduğu söylenince “Ne güzel işte. Desenize oğlum ta Amerika’da devlet işi bulmuş, çalışıyor” diye sevinmiş. 
Ergenekon’un bir numarasını kesinlikle bilmediğini iddia ediyor. 

1972 doğumlu olduğunu söylüyor. 27-28 yaşındaki bir gazetecinin, bu kadar bilgiye nasıl ulaştığının cevabını tam olarak veremiyor. 
Akşam gazetesinde çalışmasına rağmen, bu bilgileri neden haber olarak değerlendirmediği sorusuna ise “o dönem Akşam’ın sahibi Mehmet Ali Ilıcak’ın belgelerden haberi olduğunu, ancak, Ilıcak’ın yayınlamaya cesaret edemediğini” ifade ediyor. 

Veli Küçük dahil, kimseye saldırmadığını, sadece onlar tarafından yapılan açıklamalardaki yanlış ifadelere cevap verdiğini söylüyor. “Veli Küçük’ü kaç defa görüşmüşündür?” sorusuna, “yüzlerce defa” diye yanıt veriyor. 

Tuncay Güney ismi, bir süre daha Türkiye’de gündemi meşgul edecek gibi gözüküyor. Kendisi ne kadar korkmuyorum dese de, korkuyor. 
Fakat, meşhur olmanın dayanılmaz çekiciliği ile, bu korkuyu bastırıyor. 

Söylediklerinde doğruluk payı varsa da, çevresine pek güven vermiyor. 
Bir süre önce karşılaştığı bir Türk’e “beni bugün Gül aradı” demiş. 
Arkadaş da 
“Mehmet Gül mü” (Toronto Türk Festivali’nin organizatörü) diye, karşılık vermiş. 
“Yok, Abdullah Gül. Cumhurbaşkanı.” Meğerse, 
Abdullah Gül, “Ergenekon konusunda tüm bildiklerini anlat da örgütü ortaya 
çıkaralım” diye, ricada bulunmuş. 

Bu arada bir kişi, kredi alma bahanesiyle, Tuncay Güney tarafından dolandırıldığından şikayet ediyordu. Bir başkası da “Türkiye’de hep yanlış 
adamlarla takılmış, 

Kanada’da da ne kadar yanlış kişi varsa onlarla görüşüyor” diye saptamada bulundu. (Yılmaz, Nisan 2008) 

Hasan, daha sonra Tuncay ile pek çok defa görüştü, Canada Türk’e her sayısında haber oldu, bana konuşmuyordu, çünkü küsmüştü. Evet, hata yaptım. Yazılarımdan birinde Güney’in cinsel eğilimiyle ilgili, küçük bir bilgi notu yazmıştım. Küçük ayrıntı gibi gözüken bu bilgi, birden bire medyada şişirildi. İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, polisteki ifadesinde Güney’in iddialarını, cinsel eğilimine dayanarak çürütmeye çalıştı. Yargıtay Cumhuriyet eski Başsavcısı, Sözcü Yazarı Vural Savaş, yazısında bu bilgiyi 
kullanarak Güney’in güvenirliğini sorguladı. Bugün ve Vatan gazetelerinde çıkan haber ve yazılarda, Güney’in 2001’de polise işkence altında verdiği ifadelerin homoseksüellikle ilgili bölümüne geniş yer verdi. Hürriyet ve Tempo’da Saygı Öztürk, Güney’in dilinden ‘gay’liğini yazdı. Halbuki Güney, ona böyle bir bilgi vermemişti. Güney’in verdiği yalan yanlış bilgilerle, bir de kitap yazan Öztürk, Güney’in yalanlamasını ise yayımlamadı. Ergenekon soruşturmasını çürütmek için Güney’e bel altından vuruyorlardı. 

Tamamen kontrolüm dışında gelişen ve kontrolden çıkan gay’lik iddiaları, Güney’in 73 yaşındaki annesi Ayşe Hanımı yatağa düşürdü. Oğluyla telefonda konuşurken, hüngür hüngür ağlıyordu. Gözü yaşlı anne, “başıma bunlarda mı gelecekti, doğru mu bunlar, doğruysa sana hakkımı helâl etmem” diyordu. Belki de bu iddialar doğru değildi. Güney’in şimdi düşmanı olan çevresindeki eski dostları, beni yanlış bilgilendirmiş olabilirdi. Doğru olan, Güney’in iltica mahkemesine, gay olan avukatı Tim’in tavsiyesiyle, resmi statü ‘kâğıt’ı alabilmek amacıyla başvuruda bulunmasıydı. Çevresine gaylikten iltica ettiğini söylesede bu bir yalandı. Güney’in dediğine göre, hep gay çevrelerde dolaşmış, ama gay olmamıştı. Çevresine gay olduğu izlenimi verdiğini, bu söylentilerin habere dönüşmesinde katkısı olduğunu söyledim. 

4 .CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder