28 Ocak 2018 Pazar

PKK Terörünün Tasfiyesi İçin Bir Örnek. İngiltere ve İRA , BÖLÜM 1

PKK Terörünün Tasfiyesi İçin Bir Örnek : İngiltere ve İRA, BÖLÜM 1 


Doç. Dr. Celalettin Yavuz
07.10.2011

Birincisi 1974 yılında yürürlüğe girmiş olan Terörü Önleme Geçici Yasasıdır. Bu yasa Parlamentoda yılda bir kez görüşülmekte ve zamanın şartlarına göre değişikliklerin yapılabileceği esnekliğe sahiptir.
Bu yasa bağlamında, ilgili bakana, terörle ilgili şüpheli kişileri İngiltere ve Kuzey İrlanda dışına çıkarma ya da bu kişilerin bu ülkeye girişini engelleme yetkisi ile polislere terörizm ile ilgili olarak gözaltı belgesi olmadan şüphelileri 48 saat gözaltında tutmak ve ilgili bakanın izni ile bu süreyi beş güne kadar uzatmak yetkisi verilmiştir. Terörist örgüt üyeleri ile mülakat yapılması ve yayınlanması yasaklanmıştır. 
PKK Terörünün Tasfiyesi için Bir Örnek : İngiltere ve İrlanda Cumhuriyet Ordusu (İRA)
Doç Dr. Celalettin Yavuz - TÜRKSAM
www.acikistihbarat.com 
07.10.2011

(Açık İstihbarat : Aşağıdaki yazı, İngiltere'nin IRA ile mücadelesi açısından tarihi , etnik ve sosyolojik boyutlarını ele alışı açısından okunması gereken bir yazı. Fakat, PKK ile İRA arasındaki ve arka planındaki tarihsel, etnik ve sosyolojik boyutlarının farklılığını bu kadar net ortaya koyan bir yazının başlığının "PKK ile mücadelede bir örnek" olarak atılması ise yadırgadıcı. Bu yazı; başlığının aksine PKK ile mücadelede IRA örneğinin neden temel alınamayacağının ipuçları ile doludur)

 ---------------------------------------

 Devlet görevlilerinin PKK terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan’la İmralı’da görüşme- müzakereleri yanında, bazı terör elebaşılarıyla benzer müzakerelerin Oslo’da sürdürüldüğünün anlaşılması, ancak bu müzakerelerin aksine PKK’nın istekleri verilmeyince, Haziran 2011’in sonundan itibaren artan sayıda terör olayları Türkiye’nin en önemli gündem maddesi haline geldi. 

Terörün tasfiyesi konusunda da çeşitli fikirler gene havada uçuşmaya başladı. Terörün tasfiyesi bir günde, bir ayda, bir yılda olabilecek bir şey değildir. Tasfiye yavaş, ancak kararlılıkla, ülkenin ve Meclis’in uzlaşmasıyla mümkün olabilmektedir. Terörün tasfiyesi konusunda en sık verilen İngiltere’deki İrlanda Cumhuriyet Ordusu (İRA)’nın tasfiyesi örneği, bu yazının esasını oluşturmaktadır.[1]

IRA Terörünü Hazırlayan Sebepler

Kuzey İrlanda olayları, diğer milliyetçi hareketlenmeler gibi kısa bir geçmişe değil, oldukça köklü bir tarihe sahiptir; İngiltere ile İrlanda arasındaki bu sorun dünyanın birçok bölgesinde koloni oluşturma yarışına girmiş olan İngiltere’nin 12. yy’de İrlanda adasını ele geçirmesiyle başlamıştır. 

 IRA’nın oluşumuna zemin hazırlayan etkenlerin başında Katolik-Protestan çatışmasının geldiği görülmektedir.

İrlanda adasında meydana gelen bu mezhep bölünmesinin kökleri, Katolik Kilisesi’nin Kral VIII. Henry’nin Anne Boleyn ile evlenmesine izin vermemesi sonucu Kral Henry’nin mezhebini değiştirerek Anglikan Kilisesi’nin kurulmasını sağladığı dönemlere kadar uzanmaktadır. 

 Katolik mezhebinin tüm değerlerini silebilmek amacıyla sert ve kararlı adımlar atılmış, baskı 12. yy’de Kral II. Henry tarafından İngiltere’ye katılan İrlanda adasındaki Katoliklere de uygulanmıştır. 

İngiltere Kilisesi 16. yy’de Vatikan’dan uzaklaşarak kendi Protestan Kilisesi’ni kurmaya başladı. 

İngiltere, Galler ve İskoçlar Protestanlığı kabul ederken, İrlanda Katolik olarak kalmayı sürdürdü. Bu “İngilizleştirme” harekâtı 1534’ten 1691 yılına kadar çeşitli savaşlarla devam etti. 

 Özellikle de Kral VIII. Henry’nin İrlanda’ya Britanyalı göçmenleri yerleştirmesi ile İrlanda’da ayrımcılıkla ilgili çatışmaların kıvılcımı çakıldı. 

VIII. Henry, Katolik Kilisesinin tüm mal varlığına el koymuş ve İrlanda adasına göç eden Protestanlara bu mal ve toprakları dağıtmıştır. Bu şekilde adada, dini ve geleneksel değerlerini korumaya çalışan İrlandalı Katolikler ile Anglikan Kilisesi’ne girerek Protestanlığı kabul eden göçmenler olmak üzere iki grup oluşmuştur. 

Yüzyıllar boyunca adanın Katolikler lehine olan nüfus yapısı değiştirilmeye çalışılmış; önceleri toprakların %60’ına sahip olan Katolikler, zamanla 18. yy’nin ortalarına varıldığında sadece %7’sini ellerinde tutabilmişlerdir. 

Büyük Britanya Kralı William of Orange dönemi ise, Katolikler açısından tam bir felaket olmuş, kamu kurumlarında görev almaları ve üniversite eğitimi almaları yasaklanmıştır. Bu durum İrlanda milliyetçiliğinin doğmasına zemin oluşturmuştur. İrlanda’da din eksenli bölünme, bu gelişmeler doğrultusunda etnik kökenli bölünmeye doğru yol almıştır. 

Kolonisi olarak İrlanda’da hakimiyetini devam ettirmek isteyen İngiltere, İrlanda ile arasında halk, kültür, düşünce ve dil değiş-tokuşu yapmış ancak yapılan bu değiş-tokuşun adaletsiz bir şekilde uygulanması zamanla Katoliklerin mal varlığının elinden alınmasına neden olmuş ve Protestanlar varlıklı bir hayat sürerken, Katolikler yoksulluk içerisinde hayatlarına devam etmişlerdir. 

 Bu durum Katoliklerin, Protestanlara ve onların bu varlıklı hayata sahip olmalarını sağlayan İngilizlere karşı kin ve nefret beslemelerine neden olmuştur.

İrlanda milliyetçiliğinin doğmuş olduğu ortamda Kuzey İrlanda’daki Katoliklerin oranı %34 civarındaydı ki, bu oranın çoğunluk olan Protestanların içerisinde asimile edilmesi çok zordu. 

 Dolayısıyla ilk önce ‘Birleşik İrlanda Topluluğu’ oluşturulmuş, bu topluluğun etkin rol oynadığı 1798 isyanı sonucu 20.000’den fazla kişi ölmüştür. 

Bu ayaklanma İngiltere’yi, İrlanda’yı bir an önce Britanya’ya katma gerektiğini hatırlattı. Bu maksatla rüşvet, asalet ve toprak dağıtarak İrlanda Parlamentosunu adeta satın alarak ikna ettiler. 

 Buna rağmen “Birleşme Yasası” ilk oylamada 104’e karşı 109 oyla reddedildi. Bunun üzerine ikinci bir oylama yapıldı ve 115 ret oya karşılık 158 oyla ilgili yasa kabul edildi. 

 Zaman içerisinde de Protestanların baskın olduğu yeni yerleşim bölgeleri kurularak, İngiltere’yi destekleyen milletvekillerinin sayısı artırılmaya çalışıldı. Ağustos 1800 tarihli bu İrlanda ve İngiltere parlamentoları tarafından kabul edilen “Birleşme Yasası”na göre kabul edilen temel maddeler şöyle idi:

“1. İrlanda, Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı’na katılacaktır.

2. Dublin Parlamentosu feshedilecektir. İrlanda, İngiliz Parlamentosunda 100 milletvekili, 4 daimi ve 28 geçici lord tarafından temsil edilecektir. (Hepsi de Anglikan olacaktır.)

3. İngiltere ile İngiltere arasında serbest ticaret yapılacaktır.

4. İrlanda, Birleşik Krallığın genel harcamalarının on yedide ikisinden sorumlu olacak, ayrı bir maliye bakanı istihdam edecektir.

5. İrlanda kendi mahkemeleri ve memuriyet sistemini koruyacaktır. 

6. Hiçbir Katolik, memur olamayacaktır.”

Aslında bunun anlamı “Birleşme” değil, İrlanda’nın, İngiltere’nin boyunduruğu altına girmesi demekti. 

Birleşme Yasası böyle kabul edilirken, Katolikler ile Protestanlar arasında eşitliği amaçlayan ‘Katolik Topluluğu’ ise, 1823 yılında kurulmuştur. 

İrlanda’daki baskı ve fakirlik dolayısıyla İrlanda adasını terk edip New York’a yerleşen İrlandalı Katolikler ‘Fenian Brotherhood’ adlı örgütü kurmuş ve İrlanda’nın bağımsızlığı için çabalamıştır. 

 Bu örgütün Dublin’deki karşılığı ise ‘İrlanda Cumhuriyetçi Kardeşliği’ örgütüdür. Bu örgütlerden de anlaşılacağı üzere, İrlanda milliyetçiliği oldukça yaygın bir hale gelmiştir. 

İngiltere’nin artık rahat edebileceğini düşündüğü bir dönemde bu kez İrlanda’daki büyük kıtlık yeni bir sorun yarattı. 1845’te çıkan ve özellikle patateste görülen büyük kıtlık dönemi beş yıl sürdü. Bu dönemde büyük sıkıntı çeken İrlandalılara İngiltere yardım etmedi. 

 Kıtlığın atlatılmasında gene en büyük yardımı İrlandalılardan görmüşlerdi. Yani, evvelce Amerika’ya göç eden ve yıllar sonra İrlanda’nın bağımsızlığın da da kendilerine yardımcı olacak olan Amerikalı İrlandalılardan… 

İrlanda’yı kendi içerisinde özerk yapabilecek olan bir düzenleme nihayet 20. yy.’da hazırlanmış, lakin Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ile bu tasarı askıya alınmıştır, bu durum İrlandalıların silahlı mücadeleye başvurmasına neden olmuştur. 

 Bu süreç içerisinde 1919 yılında İrlandalı gönüllü grupları bir araya gelerek silahlanmış ve İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA)’nu kurmuşlardır. Bu örgüt üyelerinin yaş durumları incelendiğinde %5’inden çok daha azının 40 yaş ve üzerinde olduğu, büyük bir bölümünü ise arkadaş etkisiyle örgüte katılan 18 ile 19 yaşlarındaki gençlerin oluşturduğu görülmektedir. 

 Örgüt üyelerinin hem genç hem de bekar oluşu inandıkları değerlere daha sıkı bağlanmalarına ve hayatta riske atacak pek fazla varlıklarının olmayışı nedeniyle beklenenden çok daha fazla şiddet eylemine yönelmelerine neden olmuştur. Erkekler silahlı örgüt içerisinde yer alırken, kadınlar genellikle örgütün siyasi kolu olan Sinn Fein içerisinde bulunmuş ya da IRA’ya destek olan ve yarı-askeri bir birliktelik olarak bilinen ‘Cumann na mBan’ isimli örgütte görev üstlenmişlerdir. 

Eski “IRA” olarak da bilinen bu ilk IRA’nın mensupları 1919 yılında patlayıcı madde nakline refakat eden İrlanda Kraliyet polisine saldırarak ikisini öldürmüştü. Bu eylemleri dönemin IRA militanlarından Dan Breen, 

“Kasıtlı olarak eylem yaptık. Treacy (diğer saldırgan) bana, savaşı başlatmanın yolunun birisini öldürmek olduğunu söyledi ve biz bir savaş başlatmak istiyorduk. Bu yüzden düşman güçlerinin en önde ve en önemli dalından olan polisleri öldürmeye karar verdi…”  şeklinde anlatmıştır. 

IRA, 1920’li yıllarda eylemlerini kentlere taşımış, ardından bombalamalar, yaralamalar ve diğer terör eylemleri birbirini izlemiştir. İrlandalılar uzun yıllar süren mücadeleler sonrası, Birinci Dünya Savaşı sonrasında uygun atmosferden yararlanarak Bağımsız İrlanda Cumhuriyetini ilan etmiştir. 

İngiltere, İrlanda adasının kuzeyinde yer alan Ulster bölgesinin kendisine bağlı kalması şartı ile Bağımsız İrlanda Cumhuriyeti’ni tanımıştır. 

1921 tarihli bu anlaşmaya göre, Kuzey İrlanda istemesi halinde, anlaşmada belirlenen koşullar dâhilinde “Serbest İrlanda”dan ayrılabilecekti. Bunun için de anlaşmanın imzalanmasından itibaren birkaç aylık belirli bir süre gerekliydi. Serbest İrlanda ile Kuzey İrlanda arasındaki sınır ise “İrlanda sınır komisyonu” tarafından belirlenecekti. Fakat bu işlem gerçekleşmedi. Serbest İrlanda’nın İngiltere’ye olan borcunun silinmesi karşılığında sınırlar değiştirilmedi. İki yıl boyunca Kuzey ve Güney iki İrlanda Meclisi ve iki hükümet mevcuttu. 

Ancak, adanın ikiye bölünmesi ve Kuzey İrlanda’nın İngiltere’ye bağlılığı üzerinde anlaşmaya varılması sonucu, bu durumu IRA içerisinde kimi gruplar Cumhuriyete ihanet olarak kabul etmiş ve örgüt ikiye bölünmüştür. Bundan böyle IRA iç hesaplaşma ile İrlanda topraklarında da terör estirmeye başlamıştır.

İç savaş sonrasında İrlanda hükümeti, IRA’yı yasadışı terör örgütü olarak ilan etmiş ve tasfiye etme harekâtına başlamıştır. Bu dönem sonrasında ise Cumhuriyetçi İrlandalılar 1921 yılında ayrıldıkları soydaşlarıyla birleşmek amacıyla İngiltere ve İngiliz kontrolündeki Kuzey İrlanda hükümetine karşı mücadele etmeye başlamışlardır. 

Cumhuriyetçilerin isteği, İrlanda adasındaki tüm İngilizlerin adayı terk etmesi idi. Buna karşılık adada önemli sayıda Protestan İngiliz iskân edilmişti. Bu Protestan Kuzey İrlandalılar da yapılan bağımsızlık antlaşmasından tedirginlerdi. Çünkü yeni Katolik devletin dini özgürlükleri kısıtlayacağı endişesini taşıyorlardı. Üstelik adanın diğer sakinlerine göre sanayi açısından çok daha gelişmiş ve daha varlıklı idiler. Gelecekte adanın diğer yerleri gibi “geri” kalacakları düşüncesine sahiplerdi.

 Bu sebeple Kuzey İrlandalı Protestanlar da silahlanmışlardı. Bu grup daha sonra “Birlikçiler” adıyla anılacaklardı. Amaçları İrlanda Cumhuriyeti’nden bağımsız, Protestanların kontrolü altında ve İngiltere’nin bir parçası olarak “Kuzey İrlanda” adı altında toplanmaktı. “Ulster Unionist Party” (Ulster Birlikçi Parti) ve “Democratic Unionist Party” (Demokratik Birlikçi Parti) şeklinde de iki önemli parti kurmuşlardı.

Öte yandan, “Cumhuriyetçiler” ya da “Milliyetçiler” olarak da bilinen Kuzey İrlanda’nın Katoliklerinin ana hedefi İngilizlerin tamamen İrlanda adasından çıkarılmasıydı. Sosyal Demokrat Liberal Parti (SDLP) ve IRA’nın siyasi kanadı olan Sinn Fein adında da iki parti mevcuttu. 

 SDLP, İrlandalı Protestan nüfusun da ikna edilmesi suretiyle birleşmeyi savunurken, Sin Fein, birleşmenin derhal yapılmasını ve İngilizlerin de adadan çıkarılmasını hedefliyordu. Sinn Fein’ın siyasi destek verdiği IRA ile bu tarihten sonra amansız mücadeleler başladı. Çok iyi finanse edilen IRA aynı anda 400 militan bulundurabilmekteydi. 

1921 yılından itibaren pek çok IRA faaliyeti sonunda çok sayıda insan öldürüldü, IRA elemanları yakalandı. 

Ekim 1921’de İrlanda’daki İngiliz askeri sayısı 57.000’e, güvenlikle ilgili RIC polisi sayısı 14.200’e ve gene güvenlik güçlerine yardımcı milislerin sayısı 2.600’e çıkmıştı. Anlaşmanın imzalanmasıyla birlikte Güney İrlanda’daki İngiliz birlikleri 12 Ocak 1922’den itibaren çekilmeye başladılar. 

Anlaşma yanlıları ve IRA grupları arasındaki iç savaş 1923 yılı ortalarına kadar sürdü. Bir taraftan da Serbest İrlanda devleti ile İngiltere arasındaki müzakereler sürdürülmekteydi. Bunların sonucunda 6 Aralık 1922’de Serbest İrlanda devleti de resmen kuruldu. 

 Bu devlete ait hükümet kuvvetleri karşısında IRA’nın yenilmesi sonucu, 1923 yılı ortalarında iç savaş da sona ermişti. 4.000 kişinin hayatına mal olan bu savaş sonucunda, anlaşma karşıtı yaklaşık 12.000 kişi de bir yıl süreyle toplama kamplarında tutukluluk hali yaşadılar. 

 Anlaşma sonrasında 32 vilayetin yer aldığı Serbest İrlanda’ya karşılık, 6 vilayetin bulunduğu Protestan ağırlıklı Kuzey İrlanda İngiltere’ye bağlı kalıyordu. Bu sonuçla İngiltere İrlanda’dan vazgeçmiş, sadece Kuzey İrlanda ile yetinmişti. Ancak Serbest İrlanda hala “bağımsız” değildi. 

Bu yeni düzenlemeyle İrlanda’nın kuzeyi Protestan ağırlıklı bir otonomiye kavuşurken, Serbest İrlanda’da da Protestanlar baskılara maruz kalıyorlardı. Bu sebeple kuzeyle güney İrlanda arasında karşılıklı göç yaşandı. Bir taraftan da şiddet olayları devam ediyordu. Kuzey’deki Protestan yönetiminde ilk Başbakan James Craig’le birlikte kurulan tüm “Birlikçi” hükümetler Katolik azınlığa karşı ayrımcı politikalar izlemeye başladılar. 

 Kamu kesimi, gemi inşa ve ağır sanayideki mühendislik iş alanlarında Katoliklere yer verilmeyen bir uygulama başlatıldı. 

1929 yılında da nispi temsil (orantılı temsil) sistemi kaldırılarak, 50 yıl sürecek bir “Birlikçi” tek parti iktidarının yolu açıldı. Bu arada aynı yıl 12 Temmuz’da Protestan Kardeşlik Örgütü’nün “Orange Tarikatı”, Orange’li Prens William’ın 1690 tarihli Katolik Kral II. James’e karşı zaferini simgeleyen yürüyüş yıldönümünde, bu yürüyüşü Katolik mahallelerinden yapmaya kalkınca çıkan çatışmada 9 kişi öldü.

Bu karışıklıklara rağmen “Kuzey İrlanda”, 1969 yılına kadar, IRA’nın zaman zaman yaptığı saldırılar dışında nispeten sakin, ancak Katoliklerin dışlandığı ve ekonomik açıdan yoksullaştırıldığı bir bölge olarak kaldı. 

Serbest İrlanda ise 1949 yılında bağımsızlığını ilan ederek “İrlanda Cumhuriyeti” adını aldı ve İngiliz Milletler Cemiyeti’nden de ayrıldı. Adanın bölündüğü 1920’li yıllarda nüfusun %10’u Protestan iken, gelinen günde bu oran %4’lere kadar düştü. 

Kuzey İrlanda’daki çatışmalar 1960’lı yıllarda yeni bir boyut kazanmış ve ABD’deki bağımsızlık hareketi örnek alınarak İnsan Hakları Hareketi başlatılmıştır. 

Bu haklar ev ve iş dağılımın adil bir şekilde yapılmasını, seçimlerde uygulanan adaletsizliklerin giderilmesini öngörmekteydi. Bu hareket dâhilinde yürüyüşler, oturma eylemleri düzenlenmiş, kitle iletişim araçlarının ilgisini çekmek planlanmıştır. Ancak bu hareket, başarılı olduğu takdirde imtiyazlı hakları ellerinden alınabilecek olan Protestanlar tarafından karşılık bulmuş ve şiddet eylemleri iki taraflı sürdürülmüştür. 

Ekim 1968’de Londonderry’de “ Sivil halklar Yürüyüşçüleri ” İngiliz RIC polisleri tarafından dövüldüler ve bu manzara televizyonlardan da gösterildi. 

Bunun üzerine eski IRA militanları tarafından “Geçici İrlanda Cumhuriyeti Ordusu” (PIRA) kuruldu. Her ne kadar PIRA olarak kurulsa da, kamuoyunda “IRA” olarak anılmayı sürdüren bu İrlandalı örgüt, silahlandı. Katolikler güvenlik güçlerinin giremeyeceği “kurtarılmış bölgeler” oluşturmaya başladılar. 

Ağustos 1969’da Kuzey İrlanda hükümeti İngiliz kuvvetlerini yardıma çağırdı. Temmuz 1970’te Belfast’a ulaşan İngiliz birlikleri sokağa çıkma yasağı ilan ettiler. Masum dört sivilin öldüğü çıkan olaylar sonucu 337 kişi tutuklanmış, tüm evler aranmıştı. 

Altı ay sürmesi düşünülen bu “Barışı koruma Harekâtı” bir türlü sonuçlanmamış, 38 yıl devam etmişti… Zaman içerisinde Protestanlar da mücadelenin içerisine girdiler. 30 Ocak 1972’de İngiliz askerleri Derry’de 13 silahsız protestocuyu silahla katlettiler. Bu olay üzerine IRA, öldürülen Katoliklerin intikamını almak istediğini dile getirmiş ve şiddetin artmasına neden olmuştur. Oysa IRA’nın daha önceki eylemleri, can kaybına yol açmayacak, fakat hayatı sekteye uğratacak türdendi. 

Tarihe “ Kanlı Pazar ” olarak geçen bu olayından sonra, İngiltere, kurulduğu ilk günden bu yana ‘Protestanlar için Protestan Parlamentosu’ olarak anılan Kuzey İrlanda Parlamentosunu kapatmış ve bu durum Katolik toplum için bir zafer olarak anıla gelmiştir. 

Kuzey İrlanda Parlamentosunun kapatılması IRA eylemlerine son vermemiş, aksine bombalama eylemlerini arttırmıştır ve IRA’nın artan eylemleri sonucu yargıç kararı olmaksızın tutuklamaya izin veren ‘internment’ (enterne etme) yasası yürürlüğe girmiştir. 

Bu yasanın 12. Maddesine göre İçişleri Bakanı “Kuzey İrlanda’da barışın korunması ve kamu düzeninin sürdürülmesine zarar vereceği veya verdiği ya da vermekte olduğundan kuşkulanılan herhangibir kimseye karşı” enterne etme emri verebiliyordu. 

IRA’nın dönem lideri Macstiofain ise örgütün amacının, Kuzey İrlanda’yı yönetilmez hale getirmek olduğunu sürekli dile getirmiştir. İnsan Hakları Hareketi ve daha sonra meydana gelen şiddet eylemleri sonrasında hükümet ekonomik ayrımcılığın önüne geçebilmek amacıyla 1976 yılında ‘Adil İşe Alım Yasasını’ çıkartmıştır, ancak bu yasanın, her bir Katolik’e verilen işin Protestan’ın o işi kaybetmesi anlamına geldiği için şiddeti yok etmede etkili olduğu söylenememektedir. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

27 Ocak 2018 Cumartesi

PTT ÖZELLEŞTİRMESİ VE KAYBEDİLEN DEĞERLERİMİZ BİR TALANIN HİKAYESİ, BÖLÜM 2

PTT ÖZELLEŞTİRMESİ VE KAYBEDİLEN DEĞERLERİMİZ BİR TALANIN HİKAYESİ, BÖLÜM 2


SORUN 2: TÜRK TELEKOMDAKİ KAMU HİSSELERİNİN HALKA ARZI ve TÜRK TELEKOMDAN AYRILANLARIN DURUMU

12/5/2001 gün ve 4673 sayılı kanunun 3 md. İle değişik 406 Sayılı Kanunun Ek 17. maddesinde; “Türk Telekom hisselerinin satışında Türk Telekom ile T.C. Posta ve Telgraf Teşkilatı Genel Müdürlüğü çalışanları ve küçük tasarruf sahiplerine %5 pay ayrılır. Bu payın satışı halka arz yöntemiyle ve sermaye piyasası mevzuatına uygun olarak gerçekleştirilir. Değer tespiti sonuçları ile satışa sunulacak hisselerin ne kadarının ve hangi satış yöntemiyle satılacağına, çalışanlar ve küçük tasarruf sahiplerine ayrılan % 5’lik payın ne oranda satılacağına, Özelleştirme İdaresi Başkanlığının görüşü ve Ulaştırma Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca karar verilir.” Hükmü yer almaktadır.
Yasa koyucu, bu hükmü kanunlaştırırken 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Kanunun ilgili hükümlerini esas almış ve Türk Telekom ve PTT personelinin, telekomünikasyon hizmetlerine yaptığı katkıyı dikkate alarak ve özelleşme sonrası hak kaybına uğrayabileceğini gözeterek, Halka arzda PTT ve Türk Telekom Personeline ayrıcalık tanımıştır. Bu husus 4000 sayılı Kanun’un gerekçesinde açıkça vurgulanmıştır.
Gerek 4000 sayılı gerekse 4673 sayılı Kanunlar çıkarılırken, Kanun koyucu özelleştirme yöntemi olarak blok satışı öngörmediği, halka arzı hedef aldığı ve bu durumda da özelleştirme sırasında Türk Telekom Personelinin tamamının Türk Telekomda çalışmaya devam edeceğini öngördüğü için yasaya “Türk Telekom’dan ayrılanlar da dahil” gibi gereksiz bir hüküm koymaya gerek duymamıştır. Söz konusu yasa hükmünden, “Yasanın yayınlandığı tarihte (12.05.2001) Türk Telekom ve PTT Personeli olanların” anlaşılması gerektiği gayet açıktır.
Türk Telekom hisseleri halka arz edilirken; halka arzda Türk Telekom ve PTT çalışanları en fazla 20 bin pay, küçük tasarruf sahipleri en fazla 2 bin paya kadar talepte bulunabilmelerine ve bunların satış fiyatının da %7 ucuz olmasına karar verildi. Türk Telekom’dan ayrılan personelin talepleri, Türk Telekom personeli olarak değerlendirilmeye alınmadı.
Türk Telekom’a yıllarca hizmet edip terini akıttıktan sonra Türk Telekom’dan ayrılmak zorunda bırakılanlara, emekli olanlara TT’un hisseleri halka arz edilirken bir ayrıcalık tanımayacaksınız, buna karşılık, 1995’den sonra PTT’de göreve başlayan, telekomünikasyonun T’sinden haberdar olmayan kişilere veya Türk Telekom özelleştikten sonra Türk Telekom’da göreve başlayan bir gün kamu adına hizmet yapmamış kişilere ayrıcalık tanıyacaksınız. Bu kişilerin herhangi bir kamu çalışanından ne farkı vardır ki böyle bir ayrıcalıktan yararlandırılmıştırlar.
Kanaatimce 12/5/2001 gün ve 4673 sayılı kanunun 3 md. İle değişik 406 Sayılı Kanunun Ek 17. maddesi hatalı yorumlanmış ve hatalı uygulanmıştır.
Bu konuda da, halka arzların devam da edeceği gözetilerek hukuki girişimler başlatılabileceğini düşünüyorum.

SORUN 3: SÖZLEŞMESİ FESHEDİLEREK DEVLET PERSONEL BAŞKANLIĞINA BİLDİRİLEN 2.TİPLERİN GASPEDİLEN İHBAR VE KIDEM TAZMİNATI HAKKI
Bilindiği üzere, uygulamada Türk Telekom Genel Müdürlüğü 2. Tip sözleşme imzalayan personeli istediği zaman Devlet Personel Başkanlığına Bildirmekte ve bu personele ne ihbar ne de kıdem tazminatı ödememektedir.
Oysa Türk Telekom Yönetiminin istediği zaman 2. tip personeli Devlet Personel Başkanlığına bildirme hakkı yoktur. İş Kanununda belirtilen haklı fesh nedenleri dışında, 2. Tip Personelin Sözleşmesini feshederek Devlet Personel Başkanlığına bildirmesi durumunda ihbar ve kıdem tazminatı ödemek durumundadır.
Şöyle ki;
5398 Sayılı Yasayla Değişik 406 Sayılı Kanunun 29. Maddesi aynen aşağıdaki gibidir.
“(1)“Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakil için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır. Bu fıkrada belirtilen süre içinde nakle tabi personelden Türk Telekom tarafından hizmetine ihtiyaç duyulmayanlar tespit edildikleri tarihten, kendi isteği ile nakil talep edenler ise talep tarihinden itibaren en geç doksan (yüzseksen günlük aylıksız izin süresi aşılmamak kaydıyla ve 15 Ocak 2006 tarihindeki üçüncü fıkraya göre hesaplanan ücretleriyle) gün içinde Türk Telekom tarafından Devlet Personel Başkanlığına bildirilir ve bunların aylıksız izinleri bu tarih itibarıyla sona erer. Hizmetine ihtiyaç duyulmayan personelin tespiti ve kendi isteği ile nakil talebinde bulunma süresi, hisse devir tarihinden itibaren yüzelli günü aşamaz. Bu fıkrada belirtilen personelin aylıksız izinli sayıldıkları süre içerisinde bağlı bulundukları sosyal güvenlik kurumları ile ilgileri devir tarihindeki kadro, görev veya pozisyonları esas alınmak suretiyle devam ettirilir ve bu şekilde geçirilen süreler hisse devir tarihindeki statülerinde geçmiş sayılır. Bu fıkranın birinci cümlesinde sayılanlardan aylıksız iznin bitiminden sonra Türk Telekomun tabi bulunduğu mevzuata ve bu fıkraya istinaden akdedilen sözleşmeye göre çalışmaya devam edenlerden hisse devir tarihinden itibaren en geç beş yıl içinde iş sözleşmesi herhangi bir nedenle sona erenler, bu madde hükümlerine göre işlem yapılmak üzere iş sözleşmesinin sona erdiği tarihten itibaren otuz gün içinde sözleşmenin sona erdiği yılın 15 Ocak tarihindeki üçüncü fıkraya göre hesaplanan ücretleriyle Devlet Personel Başkanlığına bildirilir ve bunların bildirim tarihine kadar geçen süre içindeki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır. Söz konusu personel hakkında üçüncü fıkra hükümlerinin uygulanmasında hisse devir tarihindeki kadro ve pozisyon unvanları esas alınır. Bu fıkra hükümleri gereğince azami olarak yüzseksen gün süreyle kamu görevlerinden aylıksız izinli sayılarak Türk Telekomda çalıştırılmaya devam olunanlar ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarına naklen geçiş hakkını kullanmayarak İş Kanunu hükümlerine tabi olarak yeni bir sözleşme yapmak suretiyle Türk Telekomda çalışmaya devam edenlerin aksine bir talepte bulunmamaları halinde kesenekleri kendileri, kurum karşılıkları ise Türk Telekom tarafından karşılanmak suretiyle bağlı bulundukları sosyal güvenlik kurumları ile ilgileri devam ettirilir ve kamu kurum ve kuruluşlarına nakil hakkından vazgeçmiş olan personele ilişkin karşılıklılık esasına dayalı bir müşterek bildirim Devlet Personel Başkanlığına sunulur. Önceden bağlı bulundukları sosyal güvenlik kurumu ile ilgileri devam ettirileceklerin emeklilik hak ve yükümlülüklerinin tespitinde, devir tarihi itibariyle emeklilik hak ve yükümlülüklerine esas alınmakta olan kadro, görev veya pozisyonlarının dikkate alınmasına devam olunur. Önceden bağlı bulundukları sosyal güvenlik kurumu ile ilgileri yukarıda belirtilen şartlar dahilinde devam ettirileceklerin nakil talebinde bulunabilecekleri veya nakil işlemlerinin devam ettiği dönem içerisinde geçecek hizmet süreleri; hisse devir tarihindeki statülerinde geçmiş sayılarak bu süreleri kıdem aylıklarının hesabında dikkate alınır ve bunların kazanılmış hak aylık derece ve kademeleri genel hükümler çerçevesinde yükseltilmeye devam olunur. Bunlardan bu fıkrada belirtilen beş yıllık süre içerisinde iş sözleşmesi fesholunanların kıdem tazminatları bu Kanunun ek 32 nci maddesinin dördüncü fıkrası dikkate alınarak ödenir. Bu fıkra gereğince bağlı bulundukları sosyal güvenlik kurumları ile ilgilerinin devam ettirilmesi talebinde bulunanların beş yıllık sürenin bitiminden sonra da Türk Telekomda çalışmaya devam etmeleri durumunda, beş yıllık sürenin bitiminden sonraki emeklilik hak ve yükümlülükleri hakkında yukarıda belirtilen usul ve esaslara göre işlem yapılmaya devam olunur.
(2) ………………….
(3)…………………..
(4) Başka kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilen 4857 sayılı İş Kanununa tabi kapsam dışı personele ve hisse devir tarihinden itibaren en geç beş yıl içerisinde iş sözleşmesi sona eren ve Devlet Personel Başkanlığına bildirimi yapılan personele, iş mevzuatına göre herhangi bir tazminat ödenmez. Nakledilen personelin önceden kıdem tazminatı ödenmiş süreleri hariç kıdem tazminatına esas olan geçmiş hizmet süreleri 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre emekli ikramiyelerinin hesabında dikkate alınır.
(5) ,…………..”
Yasanın istihdam fazlası personeli Devlet Personel Başkanlığına bildirmek için Türk Telekom’a verdiği yetki yalnızca devir tarihini takip eden 150 günlük süre içindir. Bu süre içersinde hizmetine ihtiyaç bulunmayan personeli Devlet Personel Başkanlığına bildirebilecektir. Bu sürenin geçmesi ile birlikte bu imkandan istifade hakkı bulunmamaktadır. 150 günden sonra, İş Kanununda sayılan haklı nedenler dışında Türk Telekom’un İş akdini tek taraflı feshetme hakkı yoktur.
Yasanın 29/4. maddesinde belirtilen durum ise çalışanlara tanınan bir haktır. 5 yıllık düşünme süresi içersinde ilgili personel her istediği zaman kamuya geçebilecektir. Kendi isteği ile kamuya geçtiğinde elbetteki kıdem tazminatı alamayacaktır.
Bu konu Anayasa Mahkemesinin 21.Şubat 2008 Tarihli Resmi Gazetede Yayınlanan 2006/52 Esas, 2007/27 Karar Sayılı 15.3.2007 tarihli kararında da; “Dava konusu kural ile nakle tabi personele tanınan karar verme süresi, önceki yasal düzenlemelerde öngörülen tüm güvenceler saklı kalmak kaydıyla beş yıla yayılmaktadır. Beş yıl içinde hiçbir sınırlama koşulu getirilmeksizin, herhangi bir nedenle iş sözleşmesi sona eren kişilerin aynı koşullar altında kamuya geçmelerine imkân verilmektedir.” Denilerek bu fıkrada belirtilen 5 yıllık sürenin personele verilen karar verme süresi olduğu vurgulanmaktadır.
Keza Kanun koyucunun niyetinin de bu yönde olduğunu, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım TBMM’nin 22.dönem 4. yasama yılı 61. birleşiminde 09.02.2006 günü yaptığı konuşmada şu şekilde ifade etmiştir: “Ancak, yıllarca Telekomda hizmet görmüş, Telekomda tecrübe kazanmış nakle tabi yaklaşık 23 500 civarındaki personel ki, bunlar 233 ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye göre çalışan, özlük hakları buna göre düzenlenmiş; ancak, Emekli Sandığıyla emeklilik bakımından ilişkilendirilmiş personeldir. Dolayısıyla bu personelin, getirilecek bu teşvik tedbirleriyle Türk Telekomda kalarak bilgisini, birikimini, çalışmasını burada kullanması, kamuya geçmemesini özendiren bir düzenlemedir. Bunu, bu 1 maddeyle, geçiş süresini altı aydan beş yıla çıkarıyoruz. Beş yıl daha düşünme, karar verme hakkı tanıyoruz personele. İster bugün geçebilir ister beş yıl sonra geçebilir ister beş yıl sonra da geçmez, devam eder.”
İşverenin iş aktini haksız olarak feshettiğinde, ihbar ve kıdem tazminatını ödeyecektir.
Türk Telekom personeli Devlet Personel Başkanlığına bildirilirken öncelikle 406 sayılı yasanın 29. maddesine uyulması gerekir.

Yani
1.Ya bildirimin hisse devrini takibeden 150 gün içerisinde gerçekleşmesi,
2.Ya 2. Tip Personelin başka kuruma naklini kendisinin talep etmesi,
3.Ya sözleşmenin iş kanunda belirtilen haklı nedenlere uygun olarak feshedilmesi,
4.Ya da 5 yıllık geçiş döneminin sona ermesi
Gerekir.
Bunlara riayet edilmeksizin yapılan tüm işlemlerde, Sözleşmesi feshedilen kişiye kıdem tazminatı ödenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Nitekim; Türk Telekom emekliliğini isteyen 2. tipler ile sözleşmeleri sona eren 1. tiplere kıdem tazminatının ödemektedir. İşveren için işçinin sözleşmesinin 1. tip veya 2.tip olması, emekli olması veya başka kuruma gitmesi değil iş akdinin feshedilmesidir.
Türk Telekom ödemesi gereken kıdem tazminatlarını ödemeyip, kendi yükümlülüğünü hazineye devretmektedir.
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırımın TBMM’nin 22.dönem 4. yasama yılı 61. birleşiminde 09.02.2006 günü yaptığı konuşmada; “Şimdi, bu personel orada kalırsa kamuya zararı olacak gibi bir yaklaşımı kabul etmek mümkün değildir; çünkü, bu personel orada kaldığı sürece primleri, her türlü yasal yükümlülükleri Türk Telekom tarafından karşılanacak ve süre sonunda ayrılırlarsa kıdem tazminatını da yine şirket ödeyecek. Şimdi, bunun neresi kamuya zarar !” diyerek, bu yasa değişikliğinden yararlanan personelin, 5 yıldan önce sözleşmesinin feshedilemeyeceğini ve ayrıldıklarında kıdem tazminatı alacaklarını taahhüt etmiştir.
Bugüne kadar, Türk Telekom tarafından Devlet Personel Başkanlığına bildirilen 2. Tip personelden kıdem tazminatı almak için dava açanlardan bazıları, açtıkları davaları kaybetmişlerdir. Ancak, kaybedenlerin dava dilekçeleri incelendiğinde,yukarıdaki hususların dava dilekçelerinde belirtmediği görülmektedir.
Ayrıca, bunların önemli bölümü de Devlet Personel Başkanlığına muhatap, yer tercihlerini belirten form dilekçeleri vermişlerdir. Bu konudaki Yargıtay Kararlarında, yer tercihi belirten dilekçelerin verilmesi “Personelin başka kuruma nakil isteği” olarak kabul edilmiştir.
Ayrıca, Bu Şekilde Devlet Personel Başkanlığına bildirilen personel, bildirimi takip eden 30 gün içerisinde İş Kanununa göre İşe İade davası açmaları halinde bu davayı kazanarak işlerine iade edilmeleri de kuvvetle muhtemeldir.
Türk Telekom tarafından, isteği dışında sözleşmesi feshedilerek Devlet Personel Başkanlığına bildirilen personelin, ihbar ve kıdem tazminatı davalarını kazanabileceklerini düşünüyorum. Ancak şurası unutulmamalıdır ki, Türk Telekom, bu davaları kaybettiği takdirde ödeyeceği kıdem ve ihbar tazminatı tutarı 600.000.000-700.000.000 YTL’dir ki Türk Telekom’un bu meblağı ödememek için elinden geleni yapacağı açıktır.
Türk Telekom ile bu konuda baş edebilmek için çok güçlü, iş hukuku dalında uzman hukuk büroları ile birlikte hareket edilmelidir. Sizlerin bu konudaki önderliği, organizasyonu çok önem kazanmaktadır. Yoksa bireysel hukuki mücadelelerle bu konuda sonuç alınması zor görülmektedir.

SORUN 4 SÖZLEŞMESİ FESHEDİLEN 1. TİPLERİN BAŞKA KAMU KURUM VE KURULUŞLARINA NAKİL HAKKI

406 sayılı yasanın hiçbir maddesinde 1. veya 2. tip personel diye bir tanımlama bulunmamaktadır. Bu tanımlama Türk Telekom özelleştikten sonra Türk Telekom Genel Müdürlüğünce personeli Türk Telekom’da kalmaya ikna etmek için oluşturulmuş bir sınıflamadır. Bu uygulamanın yasal bir dayanağı yoktur.
Türk Telekom personelinin Devlet Personel Başkanlığına nasıl bildirileceğini açıklayan 5398 Sayılı Yasayla Değişik 406 Sayılı Kanunun 29. Maddesinde; “….Türk Telekomun tabi bulunduğu mevzuata ve bu fıkraya istinaden akdedilen sözleşmeye göre çalışmaya devam edenlerden hisse devir tarihinden itibaren en geç beş yıl içinde iş sözleşmesi herhangi bir nedenle sona erenler, bu madde hükümlerine göre işlem yapılmak üzere iş sözleşmesinin sona erdiği tarihten itibaren otuz gün içinde sözleşmenin sona erdiği yılın 15 Ocak tarihindeki üçüncü fıkraya göre hesaplanan ücretleriyle Devlet Personel Başkanlığına bildirilir…..” hükmü yeralmaktadır. Bu maddede 1. tip 2.tip ayırımı yoktur. Dolayısıyla 1. tip sözleşme imzalayanların istekleri halinde kamuya geçmelerinin önünde bir engel yoktur.
Anayasa Mahkemesinin 21.Şubat 2008 Tarihli Resmi Gazetede Yayınlanan 2006/52 Esas, 2007/27 Karar Sayılı 15.3.2007 tarihli kararında da; “Dava konusu kural ile nakle tabi personele tanınan karar verme süresi, önceki yasal düzenlemelerde öngörülen tüm güvenceler saklı kalmak kaydıyla beş yıla yayılmaktadır. Beş yıl içinde hiçbir sınırlama koşulu getirilmeksizin, herhangi bir nedenle iş sözleşmesi sona eren kişilerin aynı koşullar altında kamuya geçmelerine imkân verilmektedir.” Yolundaki görüşü ile,
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın TBMM’nin 22.dönem 4. yasama yılı 61. birleşiminde 09.02.2006 günü yaptığı konuşmadaki, “Ancak, yıllarca Telekomda hizmet görmüş, Telekomda tecrübe kazanmış nakle tabi yaklaşık 23 500 civarındaki personel ki, bunlar 233 ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye göre çalışan, özlük hakları buna göre düzenlenmiş; ancak, Emekli Sandığıyla emeklilik bakımından ilişkilendirilmiş personeldir. Dolayısıyla bu personelin, getirilecek bu teşvik tedbirleriyle Türk Telekomda kalarak bilgisini, birikimini, çalışmasını burada kullanması, kamuya geçmemesini özendiren bir düzenlemedir. Bunu, bu 1 maddeyle, geçiş süresini altı aydan beş yıla çıkarıyoruz. Beş yıl daha düşünme, karar verme hakkı tanıyoruz personele. İster bugün geçebilir ister beş yıl sonra geçebilir ister beş yıl sonra da geçmez, devam eder.” Şeklindeki ifadeleri,
De bu görüşü teyid etmektedir.
Bu konuda 1.tip personelin sözleşmelerindeki “nakil hakkından vazgeçtiği” yolundaki hüküm bağlayıcı gibi gözükmekte ise de, Kamudan ücretsiz izinli sayılan bir personelin kamuya geçip geçemiyeceğini bir özel sektör firmasının dayatamayacağı, emekli sandığı ile ilişkisi süren Türk Telekom çalışanının kamuda çalışıp çalışmayacağını tespit edecek merci şüphesiz Türk Telekom değildir. Eğer 1. tipi imzalayan kişi bu taahhütnameyi, özelleştirme idaresine veya hazineye tevdi etseydi ancak o zaman bu taahhüdün bir geçerliliği olabilirdi.
Belirtilen bu nedenlerle, Türk Telekom ile süreli sözleşme akdeden personelin, devir tarihini takip eden beş yıl içerisinde sözleşmelerinin feshedilmesi halinde, idari yargı merciine açacakları davaları kazanabileceklerine inanıyorum.
Bunun için, Türk Telekomla imzaladığı 1. tip süreli sözleşmesi feshedilen personelin;
a)Başka kamu kuruluşuna nakledilmek için isminin Devlet Personel Başkanlığına bildirilmesini teminen Türk Telekom’a başvurması,
b)Türk Telekoma yaptığı başvurunun reddedilmesi halinde, Devlet Personel Başkanlığına dilekçe vermesi,
c)Devlet Personel Başkanlığınca nakil talebinin reddedilmesi halinde, İlgili İdare Mahkemesine Devlet Personel Başkanlığı aleyhine dava açması,
d)Hak kaybına uğramamak için, Emekli olmak için Emekli Sandığına başvurmaması,
Gerekmektedir.
Burada, sivil toplum örgütlerine düşen, durumu 1. tip sözleşme imzalayan personele duyurmak ve onlara gerekli hukuki desteği sağlamaktır.

SORUN 5 BAŞKA KAMU KURUMLARINA GEÇEN PERSONELİN SORUNLARI


Başka kurumlara geçen Türk Telekom Personelinin de onlarca sorunu vardır. Bunlardan bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz.
a)Uzmanlığı dışındaki görevlerde çalıştırılmak,
b)Unvanı ile eşdeğer olmayan işlerde çalıştırılmak,
c)Ücretlerinin yüksek olması nedeni ile dışlanmak,
d)Ücretlerinin dondurulması,
e)Türk Telekom’dan başka kurumlara geçen diğer çalışma arkadaşlarıyla bağlarının kopması,
f)Bilgi birikimlerini değerlendirememek,
g)Sektörden ve sektörel gelişmelerden kopmak,
Bunlar, kağıt üzerinde birkaç kelimeden ibaret cümleler gibi görünmekle birlikte, uygulamada bunlardan her biri arkadaşlarımızın uykularını kaçırmakta, sinirlerini bozmakta, hayatlarını olumsuz yönde etkilemektedir.
Bu ve benzeri sorunların kısmen düzelmesi için, Sivil Toplum Örgütlerinin;
Konuyu toplumun gündemine taşımaları, siyasi partiler nezdinde girişimde bulunmaları,
İlgili Bakanlıklar ve Devlet Personel Başkanlığı ile irtibata geçilerek, bundan sonra başka kurumlara nakledilecek personelin, PTT, Telekomünikasyon Kurumu, Ulaştırma Bakanlığı, Türksat vb. Türk Telekom’un çalışma sahası ile ilgili kurumlara veya ilerde Telekomünikasyon Altyapısı kurması muhtemel kurumlara (TCDD, Botaş, Karayolları) nakledilmeleri için girişimde bulunulması,
Telekom’dan naklen gelen personeli, uzmanlıkları ve görev unvanları ile ilgili işlerde çalıştırmayan kurumlar tespit edilerek, onların üst yönetimi ile irtibata geçilmesi,
Her yıl Kamu Personeline uygulanan ücret artışlarının, kendilerine de uygulanması yolunda dava açan personele hukuki destek verilmesi,
Türk Telekom’da çalışmaya devam eden ve Türk Telekom’dan ayrılan personelle ilişkin bilgilerin (doğum, ölüm,emeklilik, kurum değiştirme ve haberleşme adresleri vb) yer alacağı bir haberleşme sitesi kurulması, özellikle vefat haberlerinin SMS veya e-posta ile bildirilmesinin sağlanması,
Gibi girişimlerde bulunabileceklerini düşünüyorum.

DİĞER SORUNLAR


Gerek Türk Telekom’da çalışmaya devam eden, gerekse Türk Telekom’dan ayrılan personelin Telekomcu olmaktan kaynaklanan belki yüzlerce sorunu vardır.
Ayrıca, bu ülkenin yurttaşı olmanın, özelleştirmenin mağduriyetini yaşamanın, ülke kaynaklarının peşkeşine şahit olmanın bizlere yüklediği sorumluluklarımız da var.
Sivil toplum örgütlerimiz bu konularda da üstüne düşeni yapmalıdır.
Benim aklıma ilk etapta gelenler;
a)Telekomünikasyon sektörünün serbestleşmesinin ve tam rekabete açılmasının mücadelesi verilmelidir.
b)Şebeke tesis, arıza-bakım ihalelerine ilişkin şartnamelere, müteahhit firmaların daha önce Türk Telekom’da çalışmış belirli sayıda personel istihdam etmelerini zorunlu kılan hükümler konulması yolunda girişimlerde bulunulmalıdır.
c)A-B sınıfı lisans alan Telekomünikasyon firmaları nezdinde girişimde bulunularak, bu firmaların eski Türk Telekom çalışanlarına ve onların kurdukları şirketlere bayilikte öncelik vermeleri sağlanmalıdır. Emekliye ayrılan ve ayrılmak niyetinde olan personelin bu iş sahasında faaliyet göstermek üzere şirketleşmesi teşvik edilmelidir.
d)Sektördeki gelişmelerle ilgili eğitim programları düzenlenmeli, panel sempozyum, konferans vb etkinlikler artırılmalı, her dernekte çok güçlü are ve hukuk birimleri oluşturulmalı, sivil toplum örgütlerinin bu birimlerinin ortak çalışması sağlanmalıdır.
e)Özelleşen hiçbir kuruluşta görülmeyecek olan hatalı uygulamalar kamuoyu gündemine getirilmelidir. (Yapı denetim izni sorunu- Soruşturma raporlarının gereğinin yerine getirilmemesi sonucu yemekhanelerde tekrarlana gelen zehirlenmeler- Kamu kuruluşlarında geçici görevli çalıştırılan personel vb.)
f)Özelleşen, Özelleşme kapsamına alınan kurumların personeli ile dayanışma platformu oluşturulmalı, bu konularda birlikte hareket edilmelidir.
g)Bankaların yabancılaşmasına, tarım arazilerinin yabancılara satışına karşı çıkılmalıdır.

Telekom’dan bir türlü kopamayan, her telekomcuyu kardeşi olarak gören, Telekom sevdalısı bu ağabeyinizin dilek ve temennilerini, umarım ukâlâlık olarak değerlendirmezsiniz.
Bu konularda çaba göstereceğiniz inancıyla selam ve saygılarımı sunarım.



Fazlı KÖKSAL
Türk Telekom Eski Başmüfettişi
Türk Telekom Pazarlama Dairesi Eski Başkanı

http://telekom-yazilari.blogspot.com.tr/2009/03/sayn-ali-akcan-turkiye-haber-is.html

***

PTT ÖZELLEŞTİRMESİ VE KAYBEDİLEN DEĞERLERİMİZ BİR TALANIN HİKAYESİ, BÖLÜM 1

PTT ÖZELLEŞTİRMESİ VE KAYBEDİLEN DEĞERLERİMİZ BİR TALANIN HİKAYESİ, BÖLÜM 1



BAŞKANLARA MEKTUP

Sayın Ali Akçan, Türkiye Haber İş Sendikası Genel Başkanı;
Sayın Vedat Karaarslan, Telekomcular Derneği Yönetim Kurulu Başkanı;
Sayın Mustafa Akyüz,Telekomünikasyon Mühendisleri Derneği Başkanı;
Sayın İbrahim İnan,Telekom Teknik Elemanları Derneği Genel Başkanı;
Sayın İsmail Özkar,Telekomünikasyon Teknikerleri Derneği G. Başkanı;
Sayın İsmail Karadavut, Türk Haber Sen Genel Başkanı;
Sayın Baki Çınar, Haber Sen Genel Başkanı;



1995’den bu yana Özelleştik/Özelleşeceğiz, kapsam içi olduk/kapsamdışı kaldık, satıldık/satılacağız, 1. Tip sözleşme imzaladık/2.Tip sözleşme imzaladık, işten çıkarılacağız/zorunlu emekli edileceğiz, %30 alsam emekli olsam/sonuna kadar dirensem, havuza gitme hakkını alsam/havuza ne zaman gönderirler, yeniden yapılanma yapıldı /yeniden yapılanma yapılacak, greve gitsek iyi olur/gitmesek iyi olur, grevi kıracaklar/grevi kıramayacaklar, grevden sonra hakkımızı alacağız/alamayacağız, telekomdan ayrılmasam/ayrılsam, ayrılınca şu kuruma gitsem/bu kuruma gitsem, hakkımı aramak için şu davayı açsam/bu davayı açsam vb. yüzlerce konuda sürekli ikilem, sürekli stres içerisinde yaşamak zorunda bırakılan ; eskisiyle/yenisiyle, ayrılanıyla/çalışanıyla, kapsam içiyle/kapsam dışıyla, 1.tipiyle/2.tipiyle, işçisiyle /memuruyla /teknisyeniyle /mühendisiyle /yöneticisiyle Türk Telekom Personelinin temsilcilerisiniz….

Bugüne kadar, temsil ettiğiniz gruplar için gerçekten çok büyük uğraşlarınız oldu…

Üyeleriniz adına, önemli kazanımlarınız da oldu şüphesiz….

Ama Türk Telekom’un özelleşme sürecinde çok önemli hatalar da yapıldı.… Sonuçta, Türk Telekom çalışanlarının bazısı çok sevdiği Türk Telekom’dan ayrılmak zorunda kaldı, kimisi zorunlu emekliye ayrıldı, önemli bir bölümü de yarınının kendisine neler getireceğini bilmeden, bir gün sonrasından emin olmadan Türk Telekom’da çalışmaya devam ediyor…

Özelleşmeden önce yaptığımız hataları, “Satılan Türk Telekom’un T’si mi? Türkiye’nin T’si mi?”, “Manastırlı Hamdi’den mektup var” isimli çalışmalarımda ve Telekom’dan ayrılırken yayınladığım veda mektubunda ayrıntılı olarak belirttiğim için burada tekrarlamayacağım…

Ancak, ne yazık ki, benzer hatalar özelleştirmeden sonra da devam etti…

Örneğin; gerçekten çok haklı bir grev başlatan Türkiye Haber-İş’e, diğer dernek ve sendikalar gerekli desteği vermediler…

Gönül;
•Hepinizin Yönetim Kurulu üyelerinizle birlikte grev süresince, derneğinizin isminin de yazılı olduğu “grev gözcüsü” gömleğinizle grevcilerin yanında yer almanızı,
•Ortak basın toplantıları düzenleyerek grevi desteklemenizi,
•Grev süresince, personelin sorunlarının, özelleştirmenin sonuçlarının tartışıldığı paneller konferanslar düzenlemenizi,
•Üyelerinizi iş yavaşlatma eylemine davet etmenizi,
Beklerdi…

Ama bu manzaraların hiçbiri ile karşılaşmadık… Oysa büyük çoğunluğunuz 2. tip idi, bir kısmınız da başka kurumlara geçmiştiniz… Yani greve destek vermeniz halinde, hakkınızda yasal ve disiplinsel yönden bir işlem yapılması da mümkün değildi… Maalesef bazılarınızın destek vermek bir yana, grev kırıcılığı olarak nitelendirilebilecek tavırlar sergilediğinizi duyduk…

Kısacası, Türk Telekom personelinin birlikte hareket etmesi için son fırsat olan grev de, Türkiye Haber-İş’e gerekli desteğin verilmemesi nedeni ile değerlendirilemedi. Hatta, yaşanan bazı müessif olaylar nedeni ile personelin birbirlerine karşı güveni daha da sarsıldı, ayrılıklara yeni ayrılıklar eklendi…

Bunları, sizleri eleştirmek adına söylemiyorum… İnanın ayrılanı ile çalışanı ile Türk Telekomcular sizleri birlik ve beraberlik içinde görmek istiyorlar… Birlik içerisinde olur, dar grup, meslek, dernek taassubunu bırakabilir ve ayrılanı/çalışanı ile birlikte hareket edebilirsek, çözebileceğimiz pek çok müşterek sorunumuzun olduğuna inanıyorum.

Bu mektubu da, önemli gördüğüm müşterek sorunları ve bu sorunların çözümüne ilişkin düşüncelerimi, sizlere ve Türk Telekom kamuoyuna aktarmak ve tüm eleştirilerime rağmen, personelin haklarını almak noktasında tek umut olarak gördüğüm sizleri göreve davet etmek amacıyla kaleme aldım…


SORUN 1: SAĞLIK YARDIM SANDIĞI (VAKFI):

Bilindiği üzere Türk Telekom’da çalışanların tamamı Sağlık Yardım Sandığı üyesi olmak zorundaydı. Türk Telekom’un özelleşmesi sonrası TT’dan ayrılanların, ayrılmak zorunda bırakılanların SYS ile ilişkileri kesildi. Ayrılanlardan önemli bir bölümü SYS’den yararlanmak istedikleri yolunda dilekçeler verdiler.Dilekçelerin hemen hemen hiçbirine cevap verilmedi. Başka kurumlara geçen personelden bir kısmı dava açtı. Dava açanlardan bazılarının, “aidatlarını sürekli ödemedikleri” gerekçesiyle davayı kaybettikleri yolunda duyumlar alınması üzerine, TT’dan daha sonra ayrılanlardan bazıları SYS’nin banka hesap numaralarını temin ederek aidatlarını birkaç ay ödediler. Bunun üzerine SYS Yönetimi banka hesaplarını kapatarak, aidatların sürekli ödenmesini engellemeye çalıştılar.

SYS ile ilgili olarak genelde iki tür dava açıldı;
1.Dava açanlardan bir grup, SYS’nin birikmiş paralarından haklarına düşen bölümünün kendilerine iade edilmesini talep ederken,
2.Diğer bir grup da, SYS hizmetlerinden yararlanmaya devam etmeyi talep ettiler…

Bu arada Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 27/12/2007 tarih ve E : 2007/462, K. : 2007/364 sayılı kararı ve 31/01/2008 tarihli tavzih kararı ile Türk Telekom Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı kuruldu. Vakıf Senedinde Türk Telekom’dan ayrılanların da “aidatlarını sürekli ödemek” kaydıyla vakfın sağlık hizmetlerinden yararlanacağı belirtilmesine rağmen bu güne kadar bu konuda herhangi bir duyuruda bulunulmadı.
Ayrıca, çalışanlardan da vakıf hizmetlerinden yararlanmak için, “SYS ile ilgili herhangi bir talepte bulunmayacağı” yolunda taahhüt alınmaya başlandığı ifade edilmektedir.

Vakfın kuruluşu için tahsis edilen miktar, 122.513.434.00 YTL (Yüzyirmiikimilyon beşyüzonüçbin dörtyüzotuzdört) Nakit olarak gözükmektedir. Ki bu miktar SYS’nin birikmiş nakdi varlığına eşittir. Ama ilginçtir Vakıf Senedinde bağışta bulunan olarak Türk Telekom Sağlık Yardım Sandığı değil Türk Telekomünikasyon A.Ş gözükmektedir. Vakfın amaçları arasında, SYS Yönetmeliğinde yer almayan gayrimenkul almak/satmak, inşa etmek, yayıncılık yapmak,şirket kurmak/işletmek gibi konular yer almaktadır.

Konuyla ilgili mevzuat incelendiğinde; 4502 sayılı yasanın 13. maddesi ile ile 406 sayılı yasaya eklenen, Ek Madde 23 ile, 21.07.1954 tarihinde yayımlanan PTT SAĞLIK YARDIM SANDIĞI NİZAMNAMESİ ile kurulan PTT SYS sandığının devamı niteliğindeki Türk Telekom SYS’nin hukuki durumunun netleştirildiği görülmektedir.

“EK MADDE 23. – Türk Telekom’un yönetim kurulunca tayin edilecek şartlar çerçevesinde Türk Telekom çalışanları ve bunların ailelerinin tedavileri ile uğraşmak üzere mevcut Sağlık Yardım Sandığının devamı niteliğinde bir “Türk Telekom Sağlık Yardım Sandığı” kurulur. Bu Sandığın kaynakları:
a) Türk Telekom’un her yıl bütçesine personel aylıkları karşılığı olarak ödenecek olan ödenek tutarının %0 1’ine kadar verilecek paralardan,
b) Personelin aylıklarının % 1 oranından fazla olmayacak şekilde yapılacak kesintilerden ,
c) Sandık sermayesinin işletilmesinden ve faaliyetlerinden doğacak faiz ve sair gelirlerden,
d) Bağışlardan,
e) Diğer gelirlerden,
Oluşur.
Sandığın teşkilâtı, görev, yetki ve yükümlülükleriyle uygulamaya ilişkin usul ve esaslar, Sandığın tasfiye edilmesi, özel sağlık sigortası sistemine dönüştürülmesi veya gerekli görülecek diğer düzenlemelerin yapılması hususları 31.12.2003 tarihine kadar Türk Telekom Yönetim Kurulu tarafından düzenlenir.”

Bu maddedeki en önemli hüküm; “Sandığın teşkilâtı, görev, yetki ve yükümlülükleriyle uygulamaya ilişkin usul ve esaslar, Sandığın tasfiye edilmesi, özel sağlık sigortası sistemine dönüştürülmesi veya gerekli görülecek diğer düzenlemelerin yapılması hususları 31.12.2003 tarihine kadar Türk Telekom Yönetim Kurulu tarafından düzenlenir” hükmüdür.

Yani SYS’nin nihai yapısının 31.12.2003 tarihine kadar düzenlenmesi gerekirdi.

Yasa koyucu 31.12.2003 tarihini tesadüfen belirlememiştir. Bilindiği üzere 4502 sayılı yasa telekomünikasyon sektörünün serbestleşmesi için 1.1.2004 tarihini belirlemişti. Serbestleşmeden hemen sonra da özelleşme öngörülüyordu. 31.12.2003 tarihi belirlenirken, özelleştirmeden hemen önce, Yönetim Kurulunun; Türk Telekom’da çalışmaya devam edeceklerin de ayrılacakların da Sağlık Sorunlarını çözecek bir sandık kuracağı veya sandığı tasfiye ederek parasını çalışanlara dağıtacağı, böylece personelin motivasyonunun en üst düzeyde tutulacağı varsayılmıştı.

Yönetim Kurulunun 31.12.2003 tarihine kadar bu kararı alıp almadığı konusunda Türk Telekom Kamuoyuna herhangi bir açıklama yapılmamıştır.

Bu durumda üç ihtimal söz konusudur.

1) Bu konuda karar alınmış ve bu kararda Sağlık Yardım Sandığı vakfı kurulabileceği ve bu vakfın inşaat, gayri menkul alım satımı vb. konularda işlem yapabileceği kararlaştırılmışsa 31.01.2008 tarihinde kurulan SYS Vakfı’nın kuruluşunun hukuki olduğu söylenebilir.

2)
 Eğer bu konuda 31.12.2003 tarihine kadar bir karar alınmamışsa, 31.12.2003 tarihinde görevde bulunan Yönetim Kurulu üyelerinin Türk Ceza Yasasında tanımlanan “Görevi İhmal” suçunu işledikleri açıktır. Bu durumda Vakfın Kurulması da usulsüzdür. Vakfın kurulması kararını alanlar ve Vakfın Kurucuları, Hazineye veya Türk Telekom Personeline ait (Devir Sözleşmesinde SYS’nin malvarlığının Türk Telekom ile birlikte devredildiğine dair bir hüküm olmadığı için, SYS’nin parası üzerinde Türk Telekom Yönetiminin tasarruf hakkına sahip olmadığını, devir tarihi itibariyle bu paranın Hazineye intikal etmesi gerektiğini düşünüyorum) 122.513.434,00 YTL’yi haksız olarak mal edinmişlerdir.

3) Türk Telekom Yönetim Kurulu 31.12.2003 tarihinden önce karar almış, ancak bu kararında Vakıf Kurulmasına karar vermemiş veya Vakıf Kurulmasına karar vermekle birlikte, Vakfın amaçları arasında gayrimenkul almak/satmak, inşa etmek, yayıncılık yapmak,şirket kurmak/işletmek vb hususlar sayılmamışsa Bu durumda da Vakfın Kurulması usulsüzdür. Yukarıda izah edilen nedenlerle, Vakfın kurulması kararını alanlar ve Vakfın Kurucuları, 122.513.434,00 YTL’ yi haksız olarak mal edinerek suç işlemişlerdir.

Türk Telekomünikasyon A.Ş ana sözleşmesinde 3.Ağustos.2007 tarihine kadar, Şirketin Vakıf Kurabileceği konusunda bir hüküm olmadığı, ana sözleşmeye şirketin vakıf kurabileceği yolundaki hükmün, Türk Telekomünikasyon A.Ş’nin 30.07.2007 günü yaptığı olağanüstü yaptığı genel kurulunda konulduğu, 03.08.2007 tarih ve 6866 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinden anlaşılmıştır.

Bu durumda, Türk Telekom Yönetim Kurulunun 31.12.2003 tarihine kadar, Sağlık Yardım Sandığı’nın Vakfa dönüşmesi yolunda bir karar almadığı kesinlik kazanmaktadır.

Diğer iki durumda da, Türk Telekom Sağlık Yardım Vakfına Sandığın Parasının usulsüz olarak aktarıldığı, Bu Vakfın Kurulmasını teklif edenlerin ve bu Vakfın Kurulması Kararı alanların TCK’nun 155. Maddesinde tanımlanan Güveni Kötüye Kullanmak suçunu işledikleri ortaya çıkmaktadır.

Konuya ilişkin olarak yaptığım incelemede de;

Türk Telekom Yönetim Kurulunun 18.12.2003 günü yaptığı 49 no.lu toplantısında aldığı ?3 sayılı kararında; 406 Sayılı Kanunun 4502 Sayılı Kanunla eklenen EK.23. maddesi gereğince; Sandığın Tasfiye edilmesi, Özel Sağlık Sigorta Şirketi kurulması veya diğer düzenlemeler yapılması için Genel Müdürlüğe 31.12.2003 tarihine kadar yetki verildiği,

Türk Telekomünikasyon A.Ş İdari ve Sosyal İşler Başkanlığı çıkışlı 31.12.2003 gün ve 9303 sayılı Makam Olurunda ise, Çağdaş sağlık hizmeti verilmesine yönelik sistemin oluşturulması için Özel Sağlık Şirketi kurmak veya kurulu bulunana ortak olmak, bunlar gerçekleşene kadar SYS’nin mevcut yapısının korunmasının uygun olduğunun belirtildiği,

Kısacası, 406 sayılı yasanın Ek 23. maddesinde belirtilen sürenin sonuna kadar, Vakıf Kurulması yolunda bir karar alınmadığı kesinlik kazanmıştır.

Öte yandan, Devir Sözleşmesinde, başka kuruma geçen personelin lojmanda ne kadar daha oturacağı gibi ayrıntılara bile yer verilirken, o tarihte 100 trilyon liranın üzerinde nakit mevcudu bulunan SYS’dan bir kelime ile bile bahsedilmemesi, SYS’nin Türk Telekom ile birlikte devredilmediği, nakit mevcudunun ya hazineye kalması , ya da o tarihteki Türk Telekom çalışanlarına dağıtılması gerektiği sonucu çıkmaktadır. Aksini düşünmek, Devir Sözleşmesini hazırlayanların görevlerini kötüye kullanarak Oger Telekoma kaynak aktardıkları anlamına gelir ki, bunu ÖİB ve Ulaştırma Bakanlığı bürokratlarına yakıştıramam.

Bu durumda; Ağustos 2007 tarihi itibariyle 122.513.434,00 YTL (ki bugün itibariyle muhtemelen 130.000.000 YTL civarındadır) tutarındaki kamu kaynağı usulsüz olarak Oger Telekom tarafından kullanılmaktadır. İnsan, Türk Telekom’da kamu hisselerini temsil eden kişiler ne yapıyordu demekten kendini alamıyor. Tüm bu hukuk dışı uygulamalarından en önemli müsebiblerinden birisi de, 01.01.2003 tarihinden bugüne kadar İdari ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığından sorumlu olan Genel Müdür Yardımcısıdır.

Öte yandan,16.06.2004 tarih ve 5189 sayılı kanunla 406 sayılı Kanun’a eklenen, Ek Madde 32’nin son paragrafında “Türk Telekom ile iştiraklerinde çalışan ve yardım sandıklarına üye bulunan personelin, Türk Telekom ve iştiraklerinden ayrılmaları halinde de aralıksız sürekliliği bulunmak kaydıyla üyeliği devam eder.” Hükmü yer almaktadır. Bu yasa hükmü Türk Telekom Biriktirme Yardım Sandığı ile Sağlık Yardım Sandığını kapsamaktadır. Türk Telekom Biriktirme Yardım Sandığı bu yasa hükmüne uygun olarak, Türk Telekom’dan ayrılanların da üyeliğini sürdürmelerine imkan vermiş, Sağlık Yardım Sandığı da TÜRKSAT’a geçen Türk Telekom personeli için bu yasa hükmünü uygulamış ve Türksat’a geçen personelin SYS ile ilişkisini kesmememiştir. Ancak, Yasanın bu açık hükmüne rağmen , özelleştirme sonrası Türk Telekom’dan ayrılan personelin SYS üyeliğine devam etmek istedikleri yolundaki dilekçelerine hiç cevap verilmediği gibi, Türk Telekomdan ayrılan bazı personelin banka hesap numarasını öğrenip, bu hesaplara para yatırmaları üzerine, SYS Yönetimince, banka hesap numaraların değiştirilmesi, bankalara para yatırılmasının kabul edilmemesi içn talimat verilmesi gibi hukuk dışı yollara başvurulmuştur. İnsanların yasal haklarının kullanması engellenmiş, yasa hükümleri çiğnenmiştir.

Özetle;
1)406 sayılı kanunun Ek 32. maddesinin son paragrafı hükmüne aykırı olarak, Türk Telekomdan ayrılan personelin SYS’dan yararlanması engellenmiştir. Yasa hükmü çiğnenmiştir.
2)Bir görüşe göre, hazineye diğer bir görüşe göre de 31.12.2003 tarihi itibariyle Türk Telekom personeli olanlara ait olan yaklaşık 130.000.000 YTL Türk Telekom Yönetimi tarafından hukuka aykırı olarak maledinilmiştir.
3)Türk Telekom Sağlık Yardım Vakfı’na SYS’nin kaynaklarının aktarılması kanunsuzdur.
4)Vakfın kurulması kararı alan yönetim kurulu üyeleri ve bu konuda öneride bulunan yöneticiler, TCK’nun 155. maddesinde tanımlanan Güveni Kötüye Kullanma suçunu işlemişlerdir.
5)Türk Telekom’daki kamu payını temsil etmekle görevli olan Yönetim Kurulu üyeleri, kamunun çıkarlarını koruyamamışlardır.
6)Hukuka aykırı bu işlemlerin, sorumlularından birisi de 2003 yılından bu yana, SYS Yönetim Kurulu Başkanlığını yürüten Genel Müdür Yardımcısıdır.
7)Ayrıca, Devir Sözleşmesini hazırlayan ÖİB ve Ulaştırma Bakanlığı bürokratlarının sorumluluğu da söz konusu olabilir.

Belirtilen bu nedenlerle;
1)Konunun Hazine Müsteşarlığına, ÖİB’na ve Ulaştırma Bakanlığına intikal ettirilerek, yaklaşık 130.000.000 YTL’nin, ya hazineye aktarılması veya 31.12.2003 tarihi itibariyle Türk Telekom SYS üyesi olanlara, hizmet süreleri dikkate alınarak iade edilmesi sağlanabilir.
2)406 Sayılı Kanunun Ek 32. maddesini uygulamayan Türk Telekom yetkilileri hakkında suç duyurusunda bulunulabilir.
3)Türk Telekom’dan ayrılan personel, TT yönetiminin 406 Sayılı Kanunun Ek 32. maddesini uygulamamasını gerekçe göstererek, SYS’deki paylarının iade edilmesi yolunda dava açabilmesi için gerekli hukuki destek ve yönlendirme sağlanabilir.
4)SYS’nin kaynaklarını Türk Telekom Sağlık Yardım Vakfı’na hukuka aykırı olarak aktarılmasını sağladıkları için,Vakfın kurulması kararı alan Türk Telekom Yönetim kurulu üyeleri ve bu konuda öneride bulunan yöneticiler ve 2003 yılından bu yana, SYS Yönetim Kurulu Başkanlığını yürüten Genel Müdür Yardımcısı hakkında, TCK’nun 155. maddesinde tanımlanan Güveni Kötüye Kullanma suçunu işledikleri gerekçesiyle C. Savcılığına suç duyurusunda bulunulabilir.
5)Türk Telekom’daki kamu payını temsil etmekle görevli olan Yönetim Kurulu üyeleri görevlerini ihmal ederek , kamunun çıkarlarını korumadıkları için haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.
6)Devir Sözleşmesini hazırlayan ÖİB ve Ulaştırma Bakanlığı bürokratlarının hukuki sorumlululukları değerlendirilerek, varılacak sonuca göre işlem yapılabilir.

Miktarın büyüklüğü ve konunun önemi dikkate alınarak, tüm sendika ve derneklerimizin konusuna vakıf profosyenel hukukçulara danışmanlığında bu konuda birlikte hareket etmeleri halinde sorunun büyük ölçüde halledileceğine inanıyorum.

Not: Bu yazıya son noktayı koyduktan sonra, TT İdari İşler Direktörlüğü’nün Sağlık Yardım Vakfı hizmetlerine ilişkin olarak yayınladığı 16.05.2008 gün ve 995 sayılı tebliğ elime geçti. Tam inceleme fırsatı bulamadım. İlk Tespitlerimi sıralayım;
1)Vakıf Yararlananı olmak için kayıt yaptırmak gerekiyor. (Vakıflarda üyelik yok.. Bu uygulamanın yasal dayanağı var mı bilmiyorum?) Yani vakıftan yararlanmak hem çalışanlar hem de Şirketten ayrılanlar için ihtiyari.
2)Türk Telekomdan Ayrılanların ayrıldıkları tarihten itibaren, her ay için 15.00 YTL ödemesi gerekiyor. Yani Nisan 2006 da Türk Telekom’dan ilişiği kesilen bir personel (15.00 YTL* 26 ay) 390 YTL ödeyecek. Yani geçmiş 26 ayda hiçbir hizmet almayan Telekom Personelinden geçmiş aylara ilişkin haraç alınıyor. Deli Dumrul’un bile aklına gelmezdi böyle bir uygulama…
3)Kurumdan ayrılanlar Vakıf hizmelerininden nasıl yararlanacakları net olarak belirlenmemiş.
4)Vakıftan yaralanabilmek için bir taahhütname dolduruluyor. Bu taahhütnamede “Vakıf Yetkili Organlarının Kararlarına uyulacağı”, “Vakıf Yönetmeliğine göre yararlanma hakkının sona ermesi durumunda herhangi bir talepte bulunmayacağı.” taahhüt ediliyor.
5)SYS’nin tüm eksikliklerine rağmen Yönetim Kurulu üyelerinin 3’ü Türk Telekom personeli tarafından seçiliyordu. S.Y. Vakfında ise tüm Yönetim Kurulu Üyeleri Oger’in adamları…
6)Kesinleşmemekle birlikte, Vakıftan Yararlanmak için başvurmayı düşünüyorum.



2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

25 Ocak 2018 Perşembe

Savaş ve Kahramanlık üzerine.. Kimler Kahraman olabilir? BÖLÜM 4

Savaş ve Kahramanlık üzerine.. Kimler Kahraman olabilir? BÖLÜM 4


 Kahraman Yetiştirmek.. 

 Neden kahramanlara ihtiyaç duyarız? En çok sıralanan nedenler şunlardır29; 

 - Kahraman olmaya hazır olarak doğuyoruz; Bundan 50 yıldan fazla zaman önce Freud’un öğrencisi Carl Gustav Jung’ın ortaya attığı teoriye göre hepimiz milyonlarca yıldan beri evrimleşmiş bazı ortak tecrübeleri yansıtan ve bizi ilk örnek teşkil eden bilinç altımızdaki bazı imajlar, fikirler veya düşüncelerle doğuyoruz30. Bu örneklerin amacı bizi ortak tecrübelere 
hazırlamaktır ve iki tipi vardır; kahramanlar ve şeytanlar. Yapılan çağdaş çalışmalar Jung’ın teorisini destekliyor. Yeni doğmuş bebeklerin dil, rakam lar, ailesinin yüzüne bakışı hatta ahlaki olarak yakınlık kurduğu kişileri tercihi bu özelliklere dayanıyor. Özetle insanlar belirli tip insanlara ve görevlere içgüdüsel olarak hazır şekilde doğuyor ve kahramanlıklar da buna dâhildir. 

 - Gençken bizi kahramanlar eğitir; Araştırmalara göre insanlara kahramanları sorulduğunda ilk akıllarına gelenler aile üyeleri ve onları yetiştirenler olmuş. Bizi hayata en çok hazırlayanlar genç, hassas ve gelişmekte olduğumuz bir dönemde yanımızda olanlardır. Onların 
kendilerini bizi yetiştirmeye ve korumaya kendilerini adamaları nedeni ile biz onları ilk kahramanlarımız olarak görürüz. 

 - Kahramanlar kayıp niteliklerimizi ortaya çıkarır; Kahramanlar bizi doğru ve yanlış hakkında eğitir. Çoğu hikâyeler bize hayatta başarılı olacak davranışları göstermek, daha iyi bir toplum yaratmak ve kötülüklerin üstesinden gelmek için öğretici niteliktedir. Sizin iyiye, sağlığa ve yetişkin rol modele en çok ihtiyaç duyduğunuz gençlik çaglarınızda örnek davranış lar sağlarlar. Ancak, yetişkinler de kahraman modellere ihtiyaç duyar. Kahramanlar bize diğerleri ortak olarak yaşamak ihtiyaç duyduğumuz nitelik çeşitlerini sağlar. 

 - Kahramanlar zorda olduğumuzda bizi korur; Sinema ve hikâyelerdeki süper kahramanlar gücü temsil eder, tehlikeden hemen korur ve her şeyi yoluna sokar. Bu özellikler toplumun gerçek kahramanlarına (asker, polis, itfaiye, patlayıcı uzmanı vb.) olan hayranlığının temelidir. 

 - Kahramanlar yere düştüğümüzde bizi kaldırır; İnsanların hayatta kaçınılmaz olarak bazen işleri kötü gider, başarısız olurlar. Başarısız evlilikler, işten atılmalar, sağlık problemleri hayatımızın ortak birer tecrübesidir. Böyle durumlarda zorlukların üstesinden gelmek için kahramanlar bize ilham verir. Duygusal, fiziksel ya da ruhsal olarak düştüğümüzde kahramanlarımız bizi ayağa kaldırır. 

 - Kahramanlar bize ümit verir; Kişisel refah seviyemizden ayrı olarak, dünyanın genel olarak içinde olduğu savaşlar, yoksulluk, kıtlık ve huzursuzluğun farkındayızdır. Kahramanlar bu yoğun karanlık içinde bize umut ışığı verir. Kahramanlar bize dünyada işler ne kadar kötü olursa olsun bazılarının doğru işler yaptığını ve iyi insanlar olduğunu kanıtlar. 

 - Kahramanlar bizim tercih ettiğimiz dünyayı yaşanır hale getirirler; Kahramanlar, terör, korku gibi nedenlerle kültürel değerlerimizi değiştir meye yönelik saldırılardan bizi korur, kendi moral değerlerimiz içindeki bir dünyada yaşamamıza yardım eder. Bu yüzden ölmüş kahramanlara ve hayatta iken iyi şeyler yapanlara minnettarlık duymaya devam ederiz. 

 - Kahramanlar bize dramatik ve eğlendirici hikâyeler sağlar; Psikologlara göre iyinin gücü çok ilgi çekici bir anlatım konusudur. Tarihin başlangıcından beri kahramanların hikâyeleri ve kahramanlık mitleri insanların ilgisini çekmiş tir. Geçmişin asil kahramanlarının yerine bugünün eğlence dünyası insanların yeni kahramanlara ihtiyaç duyduğunun farkında olarak hikâyeler üretmektedir. 

 - Kahramanlar problem çözer; Araştırmalara göre insanların kahramanları sadece moral değerleri korumaz, toplumun en karmaşık problemlerini de çözer. Aşının bulunması, yeni ziraat yöntemleri, kurşun geçirmez yeleğin yapılması bunlar içinde sayılabilir. Kahramanlar sadece cesaretleri ilde değil akılları ile de bize yön verir, hayatları kurtarır. 

 - Kahramanlar adalet dağıtır; Dünyadaki her kültürden insan adalet konusunda güçlü bir istek duyar. Kahramanlar, adalet ve düzenin korunmasına hizmet ederler. 

 Kahramanlara olan ihtiyacımızın altında; hayatta kalmak, bakım, büyümek, eğitim, emniyet, güvenlik, iyileşmek, mutluluk, sağlık, ümit, vizyon ve adalet gibi temel insan ihtiyaçları bulunmaktadır. Hiçbirimiz başkalarının yardımı olmadan bunları sağlayamayız. Bazen ümit etmek, başarmak ya da kurtulmak için olağanüstü insanlara yani kahramanlara ihtiyaç duyarız. 

 Madalya alan herkese cesaretinin nereden geldiğini sorarsanız, hepsi de eğitim diyecektir; bildiğiniz şeylere güvenirsiniz. Birçoğu mantıklı insanların yapamayacağı şeyleri yapar, çünkü böyle eğitilmiştir ve bildiklerine güveniyor dur. 2008 yılında Çin’in Szechuan eyaletinde meydana gelen depremde bir okul yıkıntısından kurtulan dokuz yaşındaki bir Çinli çocuk geri dönüp yardım isteyen iki arkadaşını kurtarır. Kendisine arkadaşlarını neden kurtardığı sorulduğunda şu cevabı verir; “Bugün ben okulda nöbetçi idim, arkadaşlarımı korumak görevimdi.” Bir çocuk kahramanı harekete geçiren başkalarını kurtarmayı nöbetçinin görevi olarak görmesi olmuş. Dünyanın sessiz kahramanlarını ortaya çıkarmak, ortalama insandaki kahramanlık duygusunu uyandırmak için çeşitli araştırmalar ve eğitim programları hazırlanıyor. Bu çalışmaların varsayımında bütün kahramanların aslında sıradan insanlar oldukları ancak eylemlerinin olağanüstü olduğu varsayımı bulunmaktadır. Birçok büyük kahraman projesi çeşitli araştırmalar ile şu genel sonuçlara ulaşmışlar31; 

 - Kahramanlar etrafımızdadır; Araştırmaya katılan deneklerden sadece %20’si yukarıdaki tanımlara uyan kahraman vasfına sahip olduğuna gösteriyor. %72’si bir diğerine ancak acil durumlarda yardım ediyor. %16; haksızlığa, %6’sı yabancılara; %15’i adaletsiz otoriteye karşı harekete geçiyor ama bunlar kahramanlık ölçüleri içinde değildir. 

 - Fırsatlar önemlidir; Kahramanlıkların çoğu daha fazla insanın yaşadığı ve daha fazla ihtiyaç duyulan şehirlerde meydana geliyor. 

 - Eğitim fark ettiriyor; Daha fazla eğitim alanın kahraman olma ihtimali artıyor, bunun nedeni olarak da daha fazla durum farkındalığı görülüyor. 

 - Gönüllülük esastır; Deneklerin ancak üçte biri büyük ölçüde gönüllülük gösteriyor, bu haftada 59 saate kadar ulaşıyor. 

 - Cinsiyet; Erkekler kadınlara göre daha fazla kahramanca eyleme giriyor. Bunun nedeni olarak kadınların kahramanca olan eylemleri pek de öyle görmemeleri olarak değerlendiriliyor. Bunun daha çok arkadaşlık ve dostluk için olduğunu düşünüyorlar. 

 - Irk; ABD’deki çalışmalarda siyahlar, beyazlardan 8 kat daha fazla kahramanlık gösteriyor. Bu fırsatlarla da ilgili olabilir. 

 - Hayat hikayesi; Felaketler içinde ya da kişisel bir travma içinde yaşamak insanları üç kez daha kahraman veya gönüllü yapıyor. 

Kahramanlara sadece ordularda değil, sivil hayatta da örneğin şirketlerde de ihtiyaç var. Kahraman yetiştirmek için gençler ve çocuklar için farklı programlar uygulanıyor. Bu eğitimde kahramanca eylemler, yetenekler ve kapasite farkındalığı üzerinde duruluyor. Pasifizm yaratan sosyal faktörler üzerinde durularak onları olumlu eyleme geçirecek ilham verici konular 
üzerinde çalışılıyor. Kahramanlar için sosyal alışkanlıklar inşa ediliyor. Başlangıç olarak “ben” yerine “biz” diye düşünmek öğretiliyor. 

 Sonuç.. 

 Kahramanlar korkusuz insanlar değildir, korku ve riski iyi yöneten kişilerdir. Sonunda kahraman olarak anılmasınız da iyi kalbiniz ve yaptığınız güzel şeylerle hatırlanmalısınız. Kahraman, bencilce çıkarları için büyük işler başaran kişi değildir. Tıpkı savaşta her vurulan askerin kahraman olmadığı gibi kahramanlık şans veya aptallıkla da olmaz. Tanrı, kendi yaşamımızda başarılı olmamızı veya bir şeyleri keşfetmeyi bize bırakır. Kahraman, korkmuş ve kafası karışık olsa dahi hayallerinin peşinde denemeye devam eder. Dünyayı daha iyi kılmak için kurduğunuz hayallerinizi gerçekleştir meniz sizi kahraman yapar. Anti-kahramanlar, hayatın içinde her fırsatta kendini önemli göstermeye çalışan, sistemden her durumda kendi şahsına rant sağlamaya çalışanlardır. Gerçek kahramanlar “isimsiz” olanlar yani “meçhul asker” dediklerimizdir. Kahramanlar olmadan zorba ülke ya da kişilere karşı insanlık onurumuzla dik durarak, mücadele ederek barışçı çözümlere nasıl varabiliriz? Gerideki tüm insanlar için canını vermeyi göze alan kahramanlar olmadan, topraklarımızı, namusumuzu, değerlerimizi ve kültürümüzü saldırganlar karşısında nasıl koruyabiliriz? İşte onlar bizim 
askerimizdir, Mehmetçik’tir. Türk milletinin çocukları olarak o günkü şartlarda savaş meydanlarını doldurmuş, cesaretle savaşmış, bazıları gazi bazıları şehit olmuşlardır. Size gelecek olursak.. Büyük işleri sadece risk alan ve imkânsıza ulaşan insanlar başarır. Bu da sizi kahraman yapar. Mark Twain’in sözlerine kulak verelim; “Hayatınızda iki gün çok önemlidir. 

Doğduğunuz gün ve hayattaki misyonunuzu anladığınız gün.” Artık misyonu nuza uygun bir şekilde harekete geçme, hayallerimizi gerçekleştir me ve kahramanlık zamanıdır. 

Başarısızlıklara rağmen denemekten ve ‘mutlu son’dan vazgeçmemeliyiz. İnsanlığın gelişmesi, kalbinin atması ve şeytanlarla mücadele için daha çok kahramana ihtiyacımız var. 


DİPNOTLAR

1 David A. Smith, George S. Patton: A Biography (Greenwood Biographies), Greenwood (New York, 2003), 78. 
2 Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, (Ankara, 1997), 128. 
3 TDK, www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&view=bts&kategori1=veritbn&kelimesec=177629 
4 Oxford Dictionary, https://en.oxforddictionaries.com/definition/hero 
Cambridge Learner’s Dictonary, https://dictionary.cambridge.org/us/dictionary/learner-english/hero 
5 Rob Cipriano, What is a Hero, Huffingtonpost, (Sep 06, 2014). 
6 Sait Yılmaz, Ulusal Savunma Strateji, Savaş ve Teknoloji, Kumsaati Yayınları, (İstanbul, 2009), 17. 
7 Michael Dolski, Sam Edwards, John Buckley (Eds.), D-Day in History and Memory: The Normandy Landings 
in International Remembrance and Commemoration, University of North Texas Press, (Denton, 2014), 176. 
8 Daily Mail, 'I'm Laying with Six Dead Guys Around Me', (June 6th, 2011). 
9 Muzaffer Erendil, Askeri Tarih ve Türklerde Askeri Tarih Çalışmaları, Genelkurmay Basımevi, (Ankara, 1990), 152. 
10 George W. Cawrych, Türk Silahlı Kuvvetleri Askeri Kültürü, ABD Kurmay Koleji Harp Tarihi Bölümü, Harp 
Akademileri Komutanlığı Yayınları, (İstanbul, 2002), 31. 
11 Enver Behnan, Kemal Atatürk ve Millî Mücadele Tarihi, Rafet Zaimler Yayınevi, (İstanbul, 1958), 508. 
12 Turhan Seçer, Anılarla Çanakkale Cephesi ve Neticesi, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları, (Ankara, 2008), 
13 DHA, Şehit Astsubay Üstçavuş Musa Özalkan’ın Vasiyeti Yürekleri Yaktı, (23 Ocak 2018). 
14 George ve Meredith Friedman, Savaşın Geleceği 21. Yüzyılda Güç, Teknoloji ve Amerikan Egemenliği, (Çev.) 
Enver Gürsel, Pegasus Yayınları, (İstanbul, 2015), s.488. 
15 Patrick M. Morgan, International Security Problems and Solutions, CQ Press, (Washington D.C., 2006), 17. 
16 Matin Van Creveld, The Transformation of War, Free Press, (New York, 1991), 49. 
17 Friedman, ibid, (2015), 34. 
18 FM 22-51, Leaders' Manual For Combat Stress Control, War Psychiatry Textbook Of Military Medicine, (29 
September 1994). 
19 Lawrence Freedman, The Third World War, Survival, 53(4), 2001/02), 61-68. 
20 William Wallace, Iraq War Changes U.S. Army Doctrine, Defense News. (April 7, 2008), 46. 
21 Stephen Peter Rosen, War and Human Nature, Princeton University Press, (Princeton NJ, 2005), 28. 
22 David Robson, The Reason Why Everyday Heroes Emerge in Atrocities, BBC, (17 November 2015). 
23 Philip Zimbardo, What Makes a Hero? Big İdeas, (January 18, 2011). 
24 Paul J. Zak, The Neuroeconomics of Trust, SSRN, (August 2005). https://ssrn.com/abstract=764944 
25 Philip Zimbardo, C. Haney, W.C. Banks, A Study of Prisoners and Guards in a Simulated Prison, National 
Research Review, 30, 4-17. 
26 Philip Zimbardo, What Makes a Hero? Big İdeas, (January 18, 2011). 
27 Liz Bureman, 5 Types of Anti-Heroes, The Write Practice, (June 10, 2013). 
28 Onur Şahin, Hepimizin İçinde Bir Anti-Kahraman Olduğunun 15 Kanıtı, Onedio, (15 Mayıs 2015). 
29 Scott T. Allison, George R. Goethals, 10 Reasons Why We Need Heroes, Richmond.edu, (May 17, 2013). 
30 Carl Gustav Jung, Jung Psikolojisi, Yason Yayıncılık, (2014). 
31 Philip Zimbardo, What Makes a Hero? Big İdeas, (January 18, 2011). 


***

Savaş ve Kahramanlık üzerine.. Kimler Kahraman olabilir? BÖLÜM 3

Savaş ve Kahramanlık üzerine.. Kimler Kahraman olabilir? BÖLÜM 3



 Sizden Kahraman Olur mu? 

 İnsanlar yaşamlarında rol model olarak kendilerine ilham verecek kahramanlara ihtiyaç duyarlar. Peki, insanlığın takip etmesi gereken, yetenekleri kanıtlanmış, gerçekten saygı duyulacak kahramanları nerede aramalıyız? Sosyal psikoloji, kahramanlar ve kahramanlıklarla ilgilenen bir disiplindir. Fedakârlığa nazaran, kahramanlığın öne çıkan kriteri alınan riskin türü ve ölçüsüdür. Kahramanlık hikâyeleri de genellikle bu riske odaklanır ve sık sık abartılma eğilimi vardır. Hatta bazılarına göre; kahraman olmanın ilk şartı, kahraman gibi görünmektir. 

Kahramanların DNA’sında bulunan en önemli özelliklerinden biri de affedicilik’tir. Genellikle, büyük bir mükâfat beklentisi olduğunda ya da bize daha cazip olan seçenekleri baskı altına aldığımızda bencilliğimizi bırakıyoruz. Yapılan çalışmalar savaşta stratejik seçimlere birbiri ile 
ilişkili iki faktörün etki ettiğini gösterdi21. Geçmişte edinilmiş güçlü duygusal tecrübeler ve beyne etki eden vücudun kimyasal etkileri. Örneğin testosteronu yüksek olan kişiler daha saldırgan ve risk alıcı olurken, aksine düşük olanlar ise depresyona eğilimli ve huysuz olmaktadır. Örneğin Dick Meadows, Amerikan ordu tarihinin en ünlü askerlerinden biridir. Bir 
gecekonduda doğuyor ve orduya girebilmek için geçmişi ile ilgili yalan söylüyor. Vietnam’da düşman gerisinde 10 görev alıyor; savaş mahkûm larını kurtarmaya çalışıyor, Laos’ta Ho Çi Min yolundan giden kamyonlara hava saldırısı yapıyor. Emekli olduktan sonra Delta Gücü sivil danışmanı olarak İran’daki Amerikalı rehinleri kurtarma görevi için gizli ajan rolünde 
Tahran’da elçiliği etrafında keşif yapıyor. İran çölünde helikopterler yere indikten sonra rehineleri alacak kamyonları o kiralıyor. Kan kanserinden ölen Medaows’ta tehlikeyi aramak, kendisine ateş edene koşmak, mermisi bitince bıçakla öldürmek gibi özellikler vardı. 

 Yale Üniversitesi’nden David Rand, kendini başkaları için tehlikeye atan sıradan insanları harekete geçiren unsurları anlamak için bir çalışma yaptı. Araştırmaya göre en az bencilce kararları hızlı ve sezgiye dayalı durumlarda veriyoruz. Örneğin bir kumar oyununda analitik değil sezgisel davrananların daha cömert ve işbirlikçi davrandıkları test edilmiş. Ancak, bu uzun dönemli çıkarlarından vaz geçtikleri anlamına gelmiyor. Onları işbirliğine iten biraz 
da gelecekte mükâfatını alacakları duygusu oluyor. Bencillik, çeşitli hesaplar ya da akılcı düşüncelerle baskı altına alınabilir. Rand’ın çalışması dâhilinde medyada yer alan 50 kahramanlık hikâyesini analiz eden araştırmacılar, bunların arkasındaki psikolojik faktörleri incelediler. Bu tür davranışlara iten faktörün cesaret mi ya da sezgi mi olduğu üzerinde durdular. 50 hikâyenin %90’ında kararın arkasındaki psikolojik faktörün ‘temel içgüdü’ olduğu 
tespit edildi22. Daha önemlisi harekete geçmek ya da geçmemek konusundaki kararlarını yeterli bir zaman içinde verdikleri yani zaman baskısı olmadığı görüldü. Kararların oldukça otomatik ve sezgisel bir şekilde verildiği tespit edildi. Yanan bir arabadaki bir kadını kurtaran 70 yaşındaki bir adam (Daryl Starnes) “Bunun büyük bir iş olduğunu düşünmeden yapmak zorunda olduğumu hissettim” dedi. Boğulan bir adamı kurtaran bir kadın ise “Bunu yapabileceğini düşündüğü için yaptığını” söyledi. David Rand şu sonuca ulaşıyor; beyin iki türlü çalışır; yavaş ve hızlı. Yavaş çalışma bilinçli, analitik ve mantıklı iken; hızlı çalışma ise otomatik pilotta, alışkanlıklara dayalı ve anlıktır. Rand’a göre; bencil olmamakta aşırı olanlar bunu hayatları boyunca hızlı düşünen bir otomatik pilot halinde içlerinde tutarlar. Atılganlık ve empati yeteneği de kararlarının duygusal durumlarda bencil olmamasını etkiler. Sezgilerin arkasında duygular vardır. Sonuçta bir kriz ile karşılaştığında hızlı düşünerek bir an önce bencil olmayan eyleme geçerler. Naziklik ve bencil olmamak otomatik pilotta olmanın bir parçasıdır. Öte yandan iyi eylemlerden de öğreniriz. İşbirliği yapma alışkanlığı diğer alanlara da yansır. 

Bununla beraber bencil olmamak ve kahramanlık bizim doğamızın ikinci yüzüdür. İçgüdümüz en kötü durumlarda bile bastırılamaz. 

 Savaşlarda kahramanlar ve caniler bol bol vardır ama çoğu aslında sandığımız kişiler değildir. Çoğu neler olduğundan bahsetmez çünkü kahraman olmadıklarını bilirler. 
Kahramanların itirafları şudur; tek yaptığım şey vurulmamaya çalışmaktı ve yaptıklarımın çoğu gurur duyulacak şeyler değildi. Başkalarının vatan toprağı,  senin için zafer alanıdır. Oraya ülkenin çıkarlarını savunmak, bunun için de düşmanı yok etmeye gidersin. Bunların karşılığında terfi alır, madalya bile kazanabilirsin. 

 Sosyal psikoloji alanında insanların neden bazen şeytana bazen de kahramana döndüğü konusunda çalışmalar yapılıyor. Bu çalışmada üzerinde ilk durulan sorular şunlar; Bizi iyi olmaya iten nedir? Bizi şeytan olmaya iten nedir? Araştırmalar özellikle ikinci sorunun cevabında çok fazla boşluk olduğunu gösterdi. Şeytanlığın arkasında insanlıktan çıkma, sorumluluk  lardan kaçma, otoriteye itaat, adil olmayan sistemler, grup baskısı, ahlaki kopuş ve kimliksizlik gibi faktörler bulunmakta ama bunlar sadece nedenlerden bir kaçıdır23. 
Kahramanlığın arkasında ne olduğu sorusunun cevabı da henüz tam olarak ortaya çıkmamıştır. 

Bazılarına göre kahramanlar daha fazla şefkat veya empati duygusuna sahiptir. Bazılarına göre bir kahramanlık geni var. Bazıları ise vücuttaki oksitoksin’in sevgi hormonu yaydığı ve beyinde bunun fedakârlığa yol açacak eylemlere sevk ettiğini iddia etmektedir24. 

Ancak kahramanlık, fedakârlık ve şefkatten farklı bir şeydir. 

 Kahramanlık üzerine yapılan çalışmalar bir insanı kötü adam yapan aynı koşulların bir kahraman da ortaya çıkarabileceğini göstermiştir25. Bu özellikler bir paranın iki yüzü gibidir. Aynı durumlarda kişiler kahramanca ya da kayıtsızlıkla hatta kin duygusuyla hareket edebilir. Araştırmalar iyi ve şeytan arasında kesin bir çizgi olmadığını göstermiştir. Aksine çizgiler 
geçirgendir yani iyi ve şeytan arasında gidip gelebiliriz. Örneğin evinde misafir ettiği kişiye son derece saygılı ve paylaşımcı davranan Türk insanı aynı kişi ile trafikte karşılaştığında asla yol vermeyebilir. 

Şeytanlar ve melekler, iyiler ve kötüler, doğanın işleyişi içinde insan doğasının açık ve karanlık bölümleri içinde yer alır. Bunu açıklamak için Şekil 1’deki zıtlıklar dünyası yani Yin-Yang modelini kullanalım. Açık bölümde iyilikler varken, karanlık bölüm şeytanların dünyasıdır. Doğarken hepimiz bir şey yapma kapasitesi ile doğduk ve olağanüstü beynimiz 
sayesinde hayal ettiğimiz her şeyi mümkün kılabilir, bunun için harekete geçebilir, daha iyi veya daha kötü olanı seçebiliriz. 



Şekil 1: Yin-Yang 

 Bazı insanlar doğuştan iyi veya kötü doğabilir. Şartlara göre her şeyi yapacak büyük bir kapasiteye sahibiz. Ailemiz, kültürümüz, doğum kazaları, büyüme dönemimiz, savaş veya barış ortamında olmamız, yoksulluk ya da refah içinde olmamız bizi tetikler. Her ortalama insan potansiyel bir düzenbaz ya da iyi bir vatandaş olabilir. Her şey içimizdeki karakter ile düşündüklerimiz ve yaşadığımız şartlara bağlıdır. Her birimiz müthiş şeyler yapmak için bir kapasiteye sahip olabiliriz. Öte yandan başkaları için iyilik yapacak, eyleme geçecek bir iç kahramanlık güdüsü de taşıyabiliriz. Ancak araştırmalar çok az insanın şeytanca ya da kahramanca davrandığını göstermiştir. Bu aşırı uçların ortasında kalan büyük insanlık kitlesi ya 
da genel nüfus hiçbir şey yapmamayı tercih etmemektedir. Bu “gönülsüz kahraman” adı verilen kitlenin aslında eyleme geçmeyerek aslında şeytanın adamlarına kapalı destek verdikleri de söylenebilir. Bu büyük kitlenin dışında kötüler ve kahramanlar vardır. Yapmamız gereken bu gönülsüz kahraman büyük kitlesini göreve çağırmaktır. Bunu yapmanın ilk yolu da onları şeytanların varlığının farkında olmasını sağlamak ve karanlığın   cazibesinden kurtarmaktır. Henüz kahramanlar yaratmak için bir reçetemiz yok ama tecrübelere dayalı olarak bazı ipuçlarımız var. Şekil 2, hayatın anlamını bulmak için yola çıkan bir kahramanı bekleyenleri anlatan bir modeli temsil ediyor; 



Şekil 2: Kahramanın Yolu: Hayatın Anlamını Bulma 

 Anti-Kahraman.. 

Bir kahraman, bir tehlike halinde düşmanlar ile yaratıcılık, korkusuzluk ve maharetle savaşarak başkalarının iyiliği için kendini feda edebilen ana karakterdir. Yapılan çalışmalar kahramanlığın birkaç parçadan oluşan eylem olduğunu göstermiştir 26; 

- Öncelikle kahramanlık, ihtiyaç halindeki başka bir kişi, grup veya topluma hizmet ya da belirli ideallerin savunulması için yapılır. 

 - İkinci olarak kahramanlık, askeri hiyerarşi içinde bile yapılsa askeri görevlerin ötesinde bir şey olduğu için arkasında gönüllülük vardır. 

 - Üçüncü olarak kahramanlık eylemi olabilecek riskler ve kayıpların göze alındığı, hayatını kaybetme ve adının çıkmasını kabullenerek kendini adama işidir. 

 - Son olarak eylemin yapıldığı zamanda bir dış kazanç beklenmeden yapılmıştır. 

Basit olarak kahramanlık, başkalarını veya değerleri savunmak için bir ödül 
beklemeksizin ciddi kişisel riske girmektir. Hâlbuki fedakârlıkta her zaman ciddi risk yoktur. Şefkat duygusu da kahramanlığı da götürebilir ama kahramanlıkla sonuçlanmayabilir. 

 Son yıllarda bazı medya organlarında kahramanlık karşıtı yayınlar da görüyoruz. Anti-kahramanlık anlayışı, kahramanlığın gereksiz olduğu varsayımı üzerine kurgulanıyor. Anti-kahraman, edebiyat ve sinema başta olmak üzere günümüzün popüler kültüründe idealleri, amaçları ve kişiliği alışılageldik kahramanların tam zıddı olan baş karakterleri tanımlama da kullanılır. Aşırı zaafları ya da marjinal yanları olan baş kahraman şeklinde de tarif edilebilir. Her bir anti-kahraman aslında kendi felsefesi içinde tutkunluk ve içimizde olup ama dışımızda olamadığımız benliğimizin, aşırılaştırılmış yansıması gibidir. 

Tarih kitaplarında betimlenen klasik kahraman; savaşmakta müthiş, keskin bir zekâya ve sarsılmaz bir kendine güvene sahip, mükemmel bir şekilde doğru kararlar veren bir karakterdir. Anti-kahraman ise savaşmakta müthiş olmakla birlikte en iyisi değildir, kendine olan güveni gizemlidir ve kararlarını cesaret yerine kendini korumak güdüsü ile alır, böylece 
korkularını yener. Bu yüzden alaycı ve daha realisttirler, ahlaki durumları çapraşıktır, eylemlerinin arkasında şereften önce mantık vardır. Pragmatik anti-kahramanlar, ahlaki konularda tarafsızdır, büyük resimdeki rolüne bakar, kendi iyiliği için bir yol çizer27. Pragmatik anti-kahraman herkesi yok etmez, hedefine ulaşmak için seçicidir, klasik kahramanın bozulmuş 
haline benzer. İlkesiz anti-kahraman ise kötü adamdan biraz daha iyi olmakla birlikte ahlaki olarak karanlık bölgede, grinin tonları içindedir. Niyeti iyi olsa da pis bir ortamda intikam içinde yaşamaktadır ve kitle halinde öldürmeyi de göze alabilir. Diğer bir anti-kahraman türü ise iyinin 
tarafında savaşıyor gözükse de niyeti iyi olmayanlardır. Adı kahraman olan bu kişiler, kötü adam kadar olmasa da tamamen bencil çıkarları için kötü adamları kullanır. Bazen sırf sıkıldıkları için birini hedef alırlar. 

Anti-Kahraman Çeşitleri arasında; 

 - Katil doğanlar (başkalarını av olarak görenler), 

 - Özel bir misyonu olduğunu düşünenler (teröristler, tetikçiler vb.), 

 - Başkalarına karşı kin ve öfkesi ile karizmatik hale gelenler (intikamcılar), 

 - Başkalarına (yayın veya başka sözlü türde) meditasyon yaparak insanları yönlendiren/ hipnoz edenler, 

- Acımasızlık ve çılgın kişilikleri ile pislik içinde olduğunu düşündükleri toplumda adalet sağladığını sananlar, 

- Belirli bir kitleye ya da kişiye olan sevgi ve korumacılığı ile sürekli insan öldürmeye meyilli olanlar, 

- Halkı sindirerek egemenliğini korku ile sürdürmek için gerçek yüzünü saklamaya çalışanlar, 

- Çoklu kişilikleri içinde gel-gitler yaşayan, karanlık tarafları ağır basan psikolojik olarak idol kişiler, 

- Kanun ve düzen karşıtı, illegal yollardan zenginliğini ve karizmasını sürdürmeye çalışan mafya üyeleri. 

Kahramanlık karşıtlarına göre; kahramanlar masallarda olur, romanlar ve gerçek hayatlar için anti-kahramanlar uygundur. Bugünün insanları büyük savaşlar yaşamasa da büyük toplumsal gerilimler içindedir. 

Hepimiz bir anti-kahraman olabiliriz. Bunun kanıtları şu şekilde sıralanıyor 28; 
- Kahramanların aksine anti-kahramanlar hayatın pisliğinden nasibini almıştır. Hayat onları bir hamur edasıyla güzelce yoğurmuştur. 

- Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız, bir amacımız yok, ne büyük bir savaş ne de kriz yaşadık, bunalımlarımız kendi hayatlarımız, bir gün TV’de izlediğimiz diğerleri gibi kahraman olacağımıza inanarak büyüdük ama olamayacağız. 

- Bazen sevdiklerini korumak için masumlaşmaktan uzaklaşmaya, karanlığa yürümeye eğilimliyiz. İnsan yakınındakileri sadece severek koruyamaz, koruması için güce ihtiyacı vardır. 

- Masum bir neden için girdiğin karanlık yoldan çıkamayıp, kendini karanlığın ta kendisi olarak bulabilirsin. (Ben tehlikede değilim, tehlike benim). 

- Kahramanların aksine kimse ölümsüz değildir. Ölümün ne zaman geleceği belli olmadığına göre hayatın son damlasına kadar keyfini çıkarmayı bileceksin. 

- Kahramanlar yenilgi nedir bilmezler. Ama bir insanı anti-kahraman yapan şey, kaybetmeye her defasında daha sıkı sarılmasıdır. Hep yenilsen de denemelisin. 

- Kahramanlara her zaman kurtarıcı gözüyle bakılmalıdır. Ama anti-kahramanlar kendilerini bile içine düştüğü bataklıktan kurtaramazlar. 

- Kahramanların dünyasında acıya, üzüntüye yer yoktur. Ama anti-kahramanların olduğu gerçek dünyada acının çıktığı yaraya mutlulukla dikişi atılmaz. Mutlu olmakla mutsuz olmak arasında bir yerde kaybolup gidersiniz. 

- Anti-kahramanlar, kendilerine sunulan seçeneklerin sadece başka şeylerle süslenmiş kopyalar olduklarını bilirler. Yani sistem yine size istediğini seçtirecektir. Özgürlük çoktan seçmeli bir test değil, sınavın tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Sıradan insanlar daha sakin bir hayat uğruna özgürlüklerinden vazgeçerken, bazıları onlar için mücadele etmeli, sıradan 
olanları dürtmelidir. 

- Günümüz dünyasında aslında herkes maske takıyor, kimse olduğu gibi görünmüyor. Anti-kahramanların yüzünde maske olsa da, oldukları kişi gibi görünmeyi reddetmezler. İnsanlar, dünyanın onlara izin verdiği ölçüde iyidirler, işler çığırından çıktığında sözde medeni geçinen bu insanlar birbirlerini yiyeceklerdir. 

- Anti-kahramanlar hayatı seven yaşam dolu insanlar değildir. Onlar istedikleri şeyi, hayatın elinden söküp alırlar. Hayat adil değildir, istediğinizi zorla alırsınız. 

- Anti-kahramanlar, kahramanlar gibi bebek yüzlü, düzgün vücutlu ve sağlam karakterli kişiler değildir. Onlar bu dünyanın sokağa bırakmak istediği çocuklarıdır. Alkolik, küfürbaz ve çirkin suratlı olabilirler. Kimlikleri ve görünüşlerini zırh gibi kuşanarak kendilerini korumak için güç olarak kullanırlar. 

- Anti-kahramanlar polyannacılık oynamayı sevmez, dünyada zaten olabildiğince gridir. 

Bunu pembeleştirmeye gerek görmez. 

Anti-kahraman ile "kötü adam" karıştırılmamalıdır. Anti-kahraman; gaddarlık, acımasızlık, alaycılık, bencillik, bağnazlık, kötümserlik ve toplum değerlerini küçümseme gibi kötü karakterlerin vasıf ve özelliklerini barındırırken klasik bir kahramanın dürtüleri ile hareket eder. Klasik kahramanlar gibi verilen görevleri başarı ile yerine getirir. 

Anti kahraman, idealleri, amaçları ve kişiliği ile alışılageldik kahramanların tam zıddı olan baş karakterleri tanımlamada kullanılır. Olumsuz nitelikleri olan başkahraman şeklinde de tarif edilebilir. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***